39. Bölüm

39. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

 

Ebrar başını arkasına yaslamıştı. Düşünüyordu, neyi düşündüğünü bile bilmediği bir şeyi.

Gözünün önüne gelen görüntüler canını daha çok yaktı. Neden böyle olmuştu? Arabadan inmiş ve burada bir tuzak dönüyordu. Yanındaki polisler temkinli bir şekilde etrafı inceliyordu. Arabalar neden durmuştu? Arkadaki arabanın içinde duran albaya baktı. İlerledi. Yanındaki polislere döndü. ''Çabuk arabanın lastiklerini değiştirin gidiyoruz'' Hepsi başını sallayıp ilerleyeceklerdi ki yere düşüp bayılmaları bir oldu. Ebrar dehşetle onlara baktı.

Diğer polisler de teker teker vuruldular. Ebrar ne yapacağını bilemedi. Korku ile baktı. Albay arabadan indi. Buradan gidecekti ki ''dur'' diyen Ebrar'ın sesi ile durdu. ''Teslim olun''

''Ben teslim olmam kızım'' Ebrar'ın beyninde şimşekler çaktı sanki, ne olduğunu algılayamadı. Bu ses ona çok tanıdık gelmişti. ''Ben kendi ailemin intikamını almak için bunca yıl bekledikten sonra olmaz.''

Zaman durmuştu. Nereden bilsin Kudret o ailesinin içine kattığı kişilerden biri tam karşısındaki kişi olduğunu, nereden bilebilirdi. ''Bu yaptığınız ile mi alacaksınız onların intikamını?''

''Bana başka olanak vermediler.'' Ebrar gözlerini Kudret'in üzerinde gezdirdi. ''Bu yaptığınız doğru değil''

''Yanlış anlama kızım ama sen nereden bileceksin?''

Ebrar gözlerinden akmak üzere olan yaşlara zor engel oldu. ''O patlamada ölen kişilerde benim ailemde vardı.''

Albay kaşlarını çattı. Nasıl olurdu? ''Benimde ailem o patlamada öldü. Sizin aileniz gibi ama ben asla sizin yaptığınızı yapmam.''

''Ben buna mecburum'' daha fazla bir şey söylemedi. Arkasına dönüp gitti Kudret. Fakat arkasında gözü yaşlı duran kızından habersizdi. ''Sahra'' dedi. ''Merak etme kızım intikamınızı aldıktan sonra sizi ziyaret edicem''

Oysa Sahra'sı tam arkasındaydı. Gözü yaşlı bir şekilde babasına bakıyordu. Sahra da ona sırtını dönüp giden kişinin babası olduğunu bilmiyordu. İçinde hissettiği duygular da neyin nesiydi?

Albay arabaya binip son kez Sahra'ya baktı. Tabi onun kendi öz kızı olduğundan habersiz.

Daha sonra hiçbir şey demeden gitti. Ebrar da arkasından öylece kaldı.

Beyninde zonklayan bir şey vardı sanki.

(...)

Kahvaltımızı gelişigüzel yaptıktan sonra oturmuş ve ne yapacağımızı konuşuyorduk. ''Planımız ne Yavuz?''

Kerem ayağa kalktı. Anlatma işi onundu en nihayetinde,

''USB'den öğrendiğimiz bilgilere göre yarın akşam tüm üyelerin katıldığı bir davet varmış. O davette aynı zamanda şifrelere de ulaşmamız mümkün''

''O nasıl olacak?'' Dedi Kudret Albay.

''Öğrendiğimize göre tüm şifreler her bir üyeye veriliyor.''

''Yani üyelere ulaşmamız lazım'' dedi Yavuz başkan.

Başını salladı. ''Bizde o davete sızacağız öyle mi?''

''Aynen öyle''

Başını salladı. ''Bunun için ben ön hazırlıkları yaptım.'' Dedi Yavuz başkan.

Herkes kim olduğunu gösterecekti. Herkes her şeyi anlayacaktı.

''İki çift olarak gidilecek diğerleri görevli kılığında Alparslan, Hazal ve Defne ile Mert'' Alparslan'a döndüm. Ardından hiç bir şey demeden önüme döndüm.

Sahte kimlikleri dağıttı Kerem hepimize. ''Bizde o sırada onları hem uzaktan izliycez hem de bir süre sonra bizde operasyona dahil olucaz.

Başını salladı Kudret Albay. ''Herkes hazırlansın yarın başlıyoruz.''

(...) 

Evet hazır olalım başlıyoruz. Rujumu iyice dağıttıktan sonra aynadaki şık görüntüme baktım. Muhteşem olmuştum. O sırada smokinin içerisinde duran siyah takım Alparslan'a baktım. O da kabul etmem gerekiyordu ki yakışıklı olmuştu. Dün akşam ani bir şekilde yataktan kalkmış ve yaklaşık yarım saat sonra gelmişti. Geldiğinde oldukça neşeli ve mutlu görünüyordu. Anlaşılan yüzünü güldürecek bir şeyler olmuştu.

Ne olduğunu merak etsem de sormak istememiştim. Yaptığım tek şey ona arkamı dönüp kokusunu ve yanımda olduğunu hissederek uyumaktı. Alparslan'ın bu kadar rahat uyuduğunu uzun zamandır görmemiştim.

Ayağa kalktım. Kırmızı elbisem ve saçımda yaptığımız topuza dikkat kestim. Derince nefesimi verdim. Alparslan'ın arkamda olduğunu nefesinden anladım. Belimi tutup aynaya baktı. Onun gözlerine aynadan baktım. ''Çok güzel olmuşsun'' gözleri ışıl ışıldı.

Bir şey demedim. Aslında sende çok yakışıklı olmuşsun demek istesem bile, bana döndü. Birbirimize bakışlarımız değişmişti. O bana sanki aşkla ben ise ona şüphe ile bakıyordum. Gözlerimiz birbirimizin yuvasıydı sanki. Ben o an gerçekten düşündüm. Ben onsuz onca yıl nasıl yaşamıştım. Tabi yaşamak denirse.

Fakat şunu biliyordum, değişmiştim. Alparslan da bunun farkındaydı. Bazı değişikliklerim iyi yönde olsa da kötü yönde olanlarda elbette vardı. Fakat Alparslan da ne kadar değişmiş gibi dursa da biliyordum bir şeylere mecbur olmaya bırakıp benimle mutlu olduğunda eskisi gibi olacaktı. Ne eksik nede fazla.

Gözlerimi ondan çektim. ''Bu gece kendine dikkat et.''

Hafiften gülümsedi. ''Ederim peki sevinir misin?''

Nefesimi verdim. Onun zamanında oynadığı yoldan devam edecektim. ''Kızım için evet''

Daha fazla bir şey demeden odadan çıktım. Defne de hazırdı. Güzel bir elbise tercih etmişti. Elbise vücudunu sıkıca sararak onun zarafetini ve güçlü duruşunu ortaya çıkarıyordu. Kumaşı hafif ışıltılıydı, ancak dikkat çekici olmayacak kadar sade ve sofistikeydi. Omuzları açıkta bırakan asimetrik bir yaka kesimi vardı; bu hem şıklık hem de gizemli bir dokunuş katıyordu.

Elbisenin etek kısmı hafif yırtmaçlıydı, hareketini kısıtlamıyor, aksine özgürce ve sessizce süzülmesine olanak tanıyordu. İnce ama sağlam dikişlerle gizlenmiş bir bıçak stratejik bir cepte saklıydı. Bana gösterdiğinde oldukça etkileyici bulmuştum bu kısmı, ona tehlike anında büyük bir olanak sağlıyordu.

Saçlarını gevşek ama planlı bir şekilde toplamıştı. Yüzünü açıkta bırakıyordu. Böylece etrafı her an kontrol edebiliyordu. Benim topuzum sıkı bir şekilde toplanmıştı. Saçımın arasına koyduğum minik bıçak da bana olanak sağlıyordu. Topuklularımız model olarak aynıydı ama renkleri farklıydı. O koyu renkli giymeyi tercih ederken ben kırmızı giymeyi tercih etmiştim.

İkimizin de bileğinde zarif görünen ama aslında içinden ince bir tel çıkarabilen özel yapım bir bileklik vardı.

Tehlike anında ikimizde kendimizi rahatça savunabilirdik. İçeri giren Mert ile bakışlarım ona kaymıştı. O Alparslan'ın aksine takım elbise giymişti. ''Nasılım?''

Defne ile Mert'e baktık. ''Bilemedim'' dedim Mert'le uğraşmak amaçlı

''Bende'' Mert bıkkın bir nefes verdi. ''Bir kerede dürüstçe yakışıklı oldun deseniz ölürsünüz zaten'' Topuklu ayakkabı ayağımı sıktığı için oturmak zorunda kaldım. ''Tamam Mert oradaki çoğu kadın sana bakacak oldu mu?''

Mert bıkkınca oturdu. Diğerleri bizim aksimize erken çıkmak zorunda kalmıştı. Sonuçta oraya görevli olarak girmek zorundaydılar. ''Yavuz başkanın asla böyle bir hamle yapacağını tahmin etmemiştim.''

''Bende''

''Bunun başından beri planlı olduğuna kalıbımı basarım.''

''Peki ya bize neden söylemedi?'' Diyen Defne ile arkama saçlarımı bozmayacak şekilde yaslandım.

''Üstleri böyle istedi heralde'' diyerek düşüncemi belirttim.

Başını salladı. Bu konuyu artık fazla düşünmeye gerek yoktu. Bana göre önemsizdi. Bu hikayede en önemli şeyin bu olduğunu düşünmüştüm. Fakat hikayede aslında en büyük şey bambaşkaydı. Zamanı gelince her şeyi öğrendiğimde bunu anlamış olacaktım.

İçeri giren Alparslan ile bakışlarım ona döndü. Gelip yanıma oturdu. ''Evet eniştecim'' diyerek Alparslan'a döndü. ''Seninle gerçek anlamda tanışmış olduk sonunda''

Alparslan, Defne'ye baktı. İkisinin arasındaki gerginliği görebiliyordum. ''Seni gerçek anlamda tanıdım ama dikkatli ol başka biri daha tanıdı.''

Defne hafif yutkundu. Aşağı indiğimizde iki tane minübüs vardı. Biri bizi diğeri Defne ile Mert'i bıracaktı. Şoförlerimiz teşkilattandı.

İlk önce Defne ve Mert onlardan yarım saat sonra da biz gidecektik. Defne ve Mert bizimle vedalaşıp araca bindiler. Bir süre sonra da biz bindik. Yolculuk esnasında neredeyse hiç konuşmadık. "Geldik dikkatli olun" başlayalım.

Alparslan benden önce indi. Daha sonra da bana elini uzattı. İnip onun koluna girdim. Birbirimiz ile ne kadar uyumlu olduğumuzu düşünmekle meşguldüm o sırada, isim alan görevliye sahte isimlerimizi takdim ettik. Çinde olabilirdik belki ama burada kendi aralarında konuşmak dışında herkes birbiri ile ingilizce konuşuyordu.

İçeri girdiğimizde karşılaştığım manzara ile hiç şaşırmadım. Normal bir balodan farksız görünüyordu belki ama dışarıdan öyle olmadığını çok iyi biliyordum. ''İçeri girdik.'' Dedim kısık çıkmaya zorlayan sesimle, etraf tam bir sanat camiasıydı sanki, her yerde kendini belli eden görsellere kısaca göz attım.

Bu resimler bana kötü şeyleri çağrıştırıyordu sanki. İlerledikçe kendimi bambaşka yerlerde buluyordum sanki. Salon oldukça büyüktü ve buradan başka odalara geçiyordu. Orada da resim sergileri vardı. Bu resim sergilerinde canımı sıkan şimdilik bir şey yoktu. Her şey dışarıdan normal gözüküyordu.

Bir masada sonunda durabildik. Alparslan ile birbirimize baktık. ''Durum ne?'' Diye sordum.

''Şimdilik her şey normal gözüküyor.'' Dedi Kerem.

''Burada hafif bir panik var.'' Mutfakta nasıl bir panik olabilirdi ki.

''Dikkatli olun çocuklar.''

Yanımıza gelen kişilere baktım. Alparslan da onlara baktı. İngilizce şekilde hafif bir sohbet başladı. Gelen kişilerin evli olduklarını takdıkları yüzüklerden anlamıştım ama bunu belli etmeme gerek yoktu. Kadın ile minik bir sohbet ederken gelen garsonu durdurdular. Aldıkları atıştırmalıklardan ne kadar almak istemesek de aldık. Sonuçta bunları elde ederken aldıkları her bir para nasıldı?

En sonunda onlardan ayrıldığımızda Alparslan ile etrafı gözlemlemek için ayrıldık. Herkesin nasıl olduğuna özellikle dikkat ettim. Gözlerim garip davranan insanlardaydı. Tabi onlara insan dersek.

İlerlediğimde ayaklarım sanki belirli bir yerde kesildi. Durdum, durduğum yere baktım. İçimden bir ses burada durmam gerektiğini hissetmişti. Biraz ilerde büyük bir oda daha olduğunu gördüm. Oraya ilerledim. İçeri girdiğimde benimle birlikte birçok insan vardı. İlerlediğimde beni nelerin beklediğini de hesap etmeye çalıştım.

Bir resim dikkatimi çekti. Ona resim dersek tabi ki. Kan vardı, kurumuş kan vardı ve bantla yapıştırılmış olan neredeyse çürümüş olan bir el. Bu el bir zamanlar bir insanın eli olması beni garipsetse de öylece baktım sadece.

Yanıma gelen kişi ile bakışlarım ona döndü. İngilizce bir şekilde ''sanırım hoşunuza gitti.''

Gelen kişiye karşı hafif gülümsedim. ''Sadece meraklandırdı. Kimin eli acaba?''

Adam portreye baktı. Hafif kirli sakalları vardı. Boyu benim topuklularım olmasa onunla aynı boyda olurdum ama ondan uzun gözüküyordum. Otuzlu yaşların sonlarında olduğu belliydi. Oldukça meraklı bir şekilde inceledi. ''Hatırladım bunu, bilir misiniz Kuzgun'u''

Başımı salladım. Malesef bilirdim, kendisi bir kadına zorla taciz etmiş ondan olan çocuklardan kız olanı satmak istemiş ama annesi onu kaçırıp hayatta kalmasını sağlamıştı. Aynı zamanda uzuvları teker teker parçalanmıştı.

''İşte bu onun portresi'' kaşlarımı çattım.

''Sizce bu kimin eli?''

''Tabi ki de öldürdüğü karısı Hanife'nin eli ve kanları bunları bilmeyen yok. Adam karısını her fırsatta anlatmakta, anlaşılan ona büyük bir aşkla bağlıymış.'' Midem bulandı. Karşımda gördüğüm portre benim kanımı çekti. O el bir zamanlar çocuklarının saçını okşuyordu. Sevgisini gösteriyordu o elle. Üstelik aşka bağlı öyle mi? Afedersiniz ama ben bu adamı burada boğmamak için zor tutuyorum şu anda kendimi.

''Anladım oldukça etkileyiciymiş.''

Başını salladı. Karşımdaki ele değdi bakışlarım. Çürümek üzere olan ama nasıl olduysa hala kokmayan ele, bunun içinde özel bir şeyler yapmışlardı anlaşılan.

Yerimde rahatsızca kıpırdandım. ''Hazal o salonda şüpheli bir durum var mı?'' Yavuz başkanın sorusu ile dikkatim dağıldı bu manzaradan, etrafıma çaktırmadan baktım. Bir takım elbiseli adam patronunun yanına gidip kulağına bir şeyler fısıldadı. Dudak okuyabiliyordum ama buradan mümkün değildi.

Patron ''vakti geldi sonunda'' dedi. Sanırım takip etmemiz gereken adamlardan biri buydu. ''Başkanım birini buldum.''

''Onu hallet''

''Emredersiniz başkanım'' dediğini yapalım bakalım.

Hiçbir şey demeden yavaşça salondan ayrıldım. Karşımdaki adam ellili yaşların ortasında görünüyordu. Onu oldukça dikkat çekmeden takip etmek için elimden geleni yapıyordum ama başarabilecek miydim? İşte buna emin değildim. Elinde duran çantaya dikkat kesildim. Onun içindeki şifreyi almam gerekiyordu.

Tam daha fazla ilerleyemeyeceğim kısma gelmiştim ki ortada kokan koku ile durdum. Elimle burnumu kapattım. Ne kokuyordu böyle burası şimdi. İkisi de hafiften bayılmaya başladıklarında ne yapacağımı anladım. Fakat benim de kokudan nasibimi almamam gerekiyordu. İleride duran maskelerden birini geçirdim. Anlaşılan bu odaya bunlar ile devam ediliyordu ama ikisi de bunu unutmuşlardı. Yavaşça ilerleyip çantaya baktım. Parmak izi ile açılanlardandı. Hemen parmağını koyup açtım. İçini karıştırdığımda bir bilmece dikkatimi çekti.

Dört kardeşim var hepsi bir yöne bakar. Beni takip edersen yolunu asla kaybetmezsin ilk harfini al ilke koy

Kendim yanmam ama ışığı taşırım. İkinci harfi al ikinciye koy

Ne düğümüm ne de ip, ama beni çözemeden açamazsın. Bazen zarif bir dokunuş, bazen kutuda bir sır olurum. İlk harfin son kelimesi hepsi farklı kağıtlardaydı.

Bilmeceleri çözmek için fazla vaktim yoktu. En sonunda ilk sorunun cevabı pusula, ikincisinin Şamdan ve son olarak üçüncüsünün de Kurdele.

Ortaya çıkan şifre Pak olmuştu. Kağıdı içine koyup hızla ayrıldım buradan.

''Çocuklar durum ne?''

''Şifre çözüldü.''

Şifre çözüldü.''

''Şifre çözüldü.

''Şifre çözüldü.

''Şifre çözüldü.''

''Şifre çözüldü.''

''Şifre çözüldü.''

Saate baktım. İki buçuk saatte tüm şifreleri çözmüştük. Şimdi yapmamız gereken şey belliydi. Bu odalardan birinde duran bir kasa ve biz bu kasayı bulurken oldukça zorlanacaktık.

O kasanın içindeydi tüm her şey. Bu düzeni yıkacak her şey bunun içindeydi ve USB sayesinde büyük bir adım ilerlemiştik. Şimdi o kasayı bulmamız gerekiyordu. İçeriye ilerlediğimde Yavuz başkan gözüme çarptı. Yanına ilerledim, baktığı resme baktım. ''Dikkatinizi çekti anlaşılan''

''Öyle''

Baktığımda iki aşık insan vardı. Biri bir kısımda diğeri bir kısımda ikizinin arasında dikenli bir köprü vardı. Fakat köprü de çok sağlam değildi. Yani neredeyse ulaşılmasa yakın. Yavuz başkanın ilgisini çekmişti. İmkansız aşk vibe veriyordu. Mutsuzluk aynı zamanda. Zamanında aşık olduğunu ve kavuşamadığı aklıma gelince anladım neden böyle baktığını.

Alparslan ile şuan imkansız gibiydik zaten o yüzden az çok anlıyordum. Yanımıza gelen adam ile bakışlarımız ona döndü. ''Baba ve kız mısınız?'' Neden durduk yere böyle bir şey söylemişti.

''Hayır değiliz'' dedim net bir sesle, ama keşke olsaydı diye de içimden geçirdim.

''Sizden tam baba kız vibe aldım. Dışarıdan görülen enerjiniz öyle'' o tüm evlatlarına karşı öyle. Bu vatanı savunan herkes.

''Teşekkür ederiz'' dedi Yavuz başkan ve ilerledi. Canı sıkılmış görünüyordu. Şimdilik umursayamazdım.

Umursamadan ilerledim. Alparslan beni görünce yanıma geldi. Elini belime attı.

Hafif tebessüm ettim. Gecenin kalan kısmında yaptığımız şey özel odaları bulmaktı.

Alparslan ile gizli bir oda bulduk. Çok iyi bir şekilde gizlenmişti. ''Gizli bir kapı bulduk.'' Biraz oynattığımızda kendiliğinden açıldı. İçeri girdiğimizde lüks bir çalışma odası bizi karşıladı. Kameralar teşkilattaki hackerlerımız sayesinde bize sorun çıkarmıyordu.

Girdiğimiz odada bir iz aramaya çalıştım. Dolapları teker teker kontrol ettik ama lanet olası hiçbir şey yoktu. Ne yapacağımızı düşünürken aynı zamanda odaya diğerleri gelmişti. Hep beraber aradık ama lanet bir şey yoktu. Ne yapacağımızı düşünürken bir şey fark ettim. Bu tablo biraz eğri miydi?

Tabloyu aldığımda gördüğüm kasa ile gülümsedim. Diğerleri ile birlikte şifreyi birleştirip açtık ve sonunda yıllarca almak istediğimiz o bilgileri aldık.

(...)

Büyük terk edilmiş bir depodaydık. Diz çöken adama baktık. Albay ailesini öldüren asıl kişiyi bulmuştu ve şimdi bazı yüzleşmeler yaşanacaktı. Yaklaştı adama ''sen benim ailemi öldürdün öyle mi?'' Yüzüne atılan bir yumruk bir yumruk ve bir yumruk daha.

''Sen benim ailemi, masumları öldürdün.'' Yavuz başkan ona sadece bakıyor hiçbir tepki vermiyordu. ''Sen benim çocuklarımı öldürdün.'' Bir babanın acısını gördüm. Bir babanın evlatları mezarda rahat uyusun diye hayatını yitirip bitiren intikamını gördüm. İç çektim. Keşke benim de beni gerçekten böyle seven bir babam olsaydı? Benim yasımı tutsa bile bana kafiydi.

Ama keşke beni gerçekten seven bir babam olsaydı. Gözlerim istemsiz Yavuz başkana takıldı. Onu inceleme gereksinimi neden duydum bilmiyorum ama duydum işte. Onun uzamış ve az çok ağarmış sakallarına takıldı gözlerim.

Yavuz başkanın 51 yaşında olduğunu biliyordum. Hayatında hiç evlenmediğini ve sınıra yakın bir köyde yaşadığını ama o köyü bilmiyordum. Bizden gizlemişlerdi. Eğer ki gizlendiyse elbet bir sebebi vardı. Bana döndüğünde göz göze geldik. Yutkundum istemsiz bir şekilde.

Aklıma geçmişten bir anı düştü. Ne olduğunu bilmiyordum. Yavuz başkanın gözleri bana fazla tanıdık gelmişti. ''Baba'' o zaman karşımda duran adamı gördüm ama bu adam kimdi? ''Güzelim'' diyerek bana sarıldı o adam. Aklıma anılar akın etti sanki.

Orada daha fazla durmak istemedim. Kendimi direk dışarı attım. Merdivenlere oturup geçmişimi, hatırladıklarımı sorguladım. ''Sen benim babam mısın?''

Kimdi? O adam benim öz babam mıydı? Gözlerimden akan yaşları teker teker sildim. O adam gerçekten benim babam olabilir miydi? Karşımdaki adamı tekrar anımsadım. O adam bana tanıdık gelmişti ama bilmiyordum. Her şey çok karmakarışıktı. Beynimdeki kan çekilmişti sanki. Gerçekliğimi sorguladım. ''Kimsin sen?''

Yanıma gelip oturan bedene bakmadım. Alparslan olduğundan emindim çünkü, o kişiye döndüğümde Alparslan değil Yavuz başkan olduğunu gördüm. Hızla ayağa kalkıcaktım ki beni durdurdu. ''Otur'' bir şey demedim. Sadece olduğum yerde oturdum.

''Söyle bakalım neyin var?''

Tırnaklarım ellerimi çizdi. Ne diyeceğimi bilemedim. ''Kudret albayın evlat sevgisi baba oluşu'' sustum. Başımı dizlerime koymuştum.

Sırtımda Yavuz başkanın elini hissettim. Bana destek amaçlı olduğunu anlayabiliyordum. ''Canını yaktı değil mi?''

Başımı olumsuz anlamda salladım. ''Aklıma bir görüntü girdi. Yıllar sonra ben daha bebektim. Bir parkta sallanıyordum.'' Acı ile yutkundum. Kalbimdeki acı geçmiyordu. Bu yaşıma kadar baba sevgisi eksiz büyümem geçmiyordu. Ben bana babalık yapacak babamı istiyordum. ''Beni sallayan kişi önüme geldi.'' Gözlerim kapandı.

Gözümden düşen damla ile Yavuz başkana baktım. ''Ben ona baba diyordum, o bana güzelim beni öyle güzel sarıp sarmalıyordu ki-''

Bildiğin hıçkırarak ağlıyordum. Konuşmak için kendimi zorladım. ''Sanki tüm dünyanın acısını benden almak ister gibi, sanki beni her şeyden tüm kötülüklerden korumak ister gibi. Hatırlıyorum onu, yüzünü hatırlıyorum görüyorum ama kime çıkaracağımı bilmiyorum. Ben onun kollarında baba sevgisini görüyorum.''

Acıdan konuşamayacak bir hale gelsem de pes etmedim. ''Hiç hissetmediğim baba duygusunu hissettim ben o anıda başkasının da değil sadece benim''

Yavuz başkan acı ile bana baktı. ''Anlaşıldı'' dedi. Beni bildiğin kolları arasına aldı. Destek olmak ister gibi sarıldı. Karşılık verdim. ''Acının büyüklüğünü biliyorum Hazal. Her zaman bildim.'' Saçımı okşadı. O an ben yine yıllar önce ki gibi oldum. Sanki yine baba yine hissettim o duyguyu.

Keşke bana sarılan kişi benim öz babam olsaydı. Gözlerimi kapadım ve sadece hissetmek istedim.

(...)

Gelen çocuğa bakıyordu Yavuz. Ağlayan kız çocuğuna, onu kucağına almadı. O kız bebeği bir tecavüz sonucu doğmuştu. Ama sevdiği kadından bir parçaydı.

Öyle şiddetli ağlıyordu ki yanındaki hemşire ''her şeyi tamam ama bir türlü susmuyor.''

Kız çocuğuna içten bir şekilde bakıp ''sanırım sevgi istiyor.'' Diye mırıldandı.

Çadıra giren Kudret ile bakışları ona döndü. ''Hala susmadı mı?'' Bebeğin yanına gitti. Onu kucağına aldı. Bebeği sakinleştirmek için çok uğraştı ama olmadı. ''Sen bu çocuğa çok bağlandın.'' Dedi Yavuz.

Bebeğe çevirdi. ''Diyorum ki bizim çocuklara kardeş olarak gelse nasıl olur?''

Gözlerini kapadı Yavuz. Kudret hemşireye çıkmasını için baş işareti yaptı. Hemşire direk çıktı. ''Biliyorum Yavuz canın çok yanıyor ama bu sabinin ne suçu var.''

Yavuz tıpkı annesine benzeyen o bebeğe baktı. ''Annesine benziyor.'' Kudret, bebeği bir hışımla kucağına verdi. Bebek ağlayış sesi kesildi bir anda. Öyle sessizleşti ki ortam, Yavuz gerildi. Kucağında ağlamayı bırakmış meraklı gözlerle bakan bebeğin gözlerine baktı. Yüzündeki gülümsemeyi gördü bebeğin.

''Merhaba ufaklık'' dedi Yavuz. Daha da gülümsedi bebek. ''Hoşgeldin ceylan gözlü annenin ceylan gözlü kızı'' yüzündeki gülümseme oluştu Yavuz'un.

Kudret gülümseyerek baktı ona.

(...)

''Sizce bir gün tekrar onunla karşılaşır mıyım?'' Diyerek sordum.

''Karşılaşırsın hatta belki karşılaşmışsındır ama sen bilmiyorsundur.''

İşte o şekilde daha büyüktü acı. Ben bu şekilde sevilmemiştim hiç. Baba sevgisi ile sevilmemiştim. Bana baba sevgisini bahşeden adam keşke benim babam olsaydı. Keşke onun kanından canından olsaydım. Keşke şu anda sarıldığım kişi benim öz babam olsaydı.

Ne yaptığımı kavrayabildiğim an hızla geri çekildim. ''Kusura bakmayın başkanım bir an sadece-'' gözümden akan yaşları ilip ayağa kalktım. Bildiğin kaçtım. Çünkü baba sevgisi görmüştüm o an ve o kişi benim hiçbir şeyim değildi. Sadece kızımın hayatını kurtarmıştı ve ben bunun için bedelini ödemiştim. Hiç istememişti bunun için bir bedel istememişti ama ben istemiştim ve bunun sonucunda hayat beni bambaşka yerlerine getirmişti.

Bana sunulan teklifi kabul ettiğimde içimdeki huzursuzluk vardı. Karşıma geçip konuşmuştu Yavuz başkan. Hiç düşünmeden kabul etmiştim ama şimdi ne yapacağımı bilemiyordum.

Ben o teklifimi kabul etmenin bir gün pahalıya patlayacağını biliyordum ama henüz vakti gelmemişti anlaşılan.

O sırada Yavuz başkanın ben giderken bana özlemle bakmasını ardından ''keşke o adam senin öz baban olsaydı'' dediğini duyamadım.

 

Bölüm : 10.03.2025 16:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...