38. Bölüm

38. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

İyi okumalar fıstıklarım.

Bol yorum ve beğenilerinizi bekliyorum.

 

Kendime nasıl gelebildim bilmiyorum ama geldim. Alparslan yavaşça üstümden kalktı. Ardından elimi tutup beni kaldırdı. Herkes neyse ki iyiydi. ''Bu da neyin nesi böyle?'' Dedi Albay.

Gerçekten bu da neyin nesiydi? ''Buradan gitmemiz gerekiyor.'' Dedi Yavuz başkan. Defne'ye döndüm. Ayağa kalkmıştı. Tuna'ya döndüm. Endişeyle Defne'ye baktığı gözümden kaçmamıştı. Onu sevdiğini bile gizleyemiyordu. Nefesimi verdim. Alparslan'a döndüm. Bizim halimiz daha vahimdi gerçekten. ''İyi misin?'' Diye sordum Alparslan'a.

Başın salladı. Berbat görünüyordum. ''Ayarladığımız başka bir ev vardı. Hep beraber oraya gidiyoruz.'' Yolun biraz ilerisinde duran üç tane arabaya kaydı. Yavuz başkan gerçekten her şeyi düşünmüştü.

Arabalardan diğerrine bizim ekip diğerine de Alparslan'ın ekibi bindi. Biz de Albay ve Yavuz başkanın bindiği arabaya bindik. Alparslan sürücü koltuğuna geçti. Bende onun yanına geçtim. Yavuz başkan ve Albay da arkaya bindi. Alparslan arabayı çalıştırıp ilerlemeye başladı. ''Senden her şeyi beklerdim Yavuz ama bir personelini doktor gibi gösterip bizim hakkımızda bilgi almaya çalışmanı hiç beklemezdim.

Arkama yaslandım. Bu taraf da oldukça Albayı şaşırtmıştık anlaşılan. ''Bunu bana mecbur bırakan sendin.'' Dedi Yavuz başkan. Arkama yaslanmış ve onları meraklı kulaklar ile dinliyordum.

''Peki ya Akif?''

''Aynı şekilde''

''Güya Hazal'ı başından beri gözümüzü ona dikmemizi sağladın. Onun vermediği istihbaratları o vermiş gibi gösterdin. Bu sayede Akif'i akladın.''

Bu fikri öne atan kişi bendim. Yavuz başkan da mantıklı bulmuş ve kabul etmişti. Başını salladı Albay ''mantıklı'' dedi.

Beni övdüğünden haberi var mıydı? ''Bu fikri öne süren zaten Hazal'dı.''

Alparslan'ın bakışları ufaktan bana kaydı. Bense önüme bakmaya devam ettim. Kudret albay başını salladı. Daha sonra kimse hiçbir şey söylemedi. Herkes sessizleşti. Bu kısımda bende öyle. Gidiceğimiz yeri zaten bizim ekip biliyordu. O yüzden onları takip etti Alparslan.

Yeni bir dönem başlamıştı sanki. Her şey karmaşıklaşmıştı. Fakat sıkıntı yoktu. Eve geldiğimizde herkes direk içeri girdi.

"Şimdi anlat bakalım Yavuz"

Yavuz başkan nefesini verdi. "Bu gece herkes çok yorgun hepimiz dinlenelim sabaha konuşalım" herkes için iyi bir teklifti bu çünkü herkes çok yorulmuştu. Patlama yüzünden kimse iyi değildi.

"Öyle olsun Yavuz" ikisi de bizi bırakıp gitti. Kudret Albay Yavuz başkanın girdiği odaya girdi.

Geriye biz kaldık. Ekiplerin başı gitti. Ekipler kaldı. Oradaki koltuklara oturduk bildiğin. Defne yanıma kuruldu. Diğer yanıma da Mert. Kerem ve Akif ikili koltuğa kuruldu.

Alparslan ve Tuna ise tam karşımıza. Şaka mı bu? Defne'nin canının yandığını biliyordum. Belli etmese bile, çünkü biliyordum Tuna'yı sevdiğini.

"İkiniz de başından beri bize oyun oynadınız öyle mi?" Dedi Alparslan'ın ekibinden biri. Defne ve Akif sessiz kaldılar.

Tuna'ya baktım. Gözleri Defne'nin üzerindeydi. Sinirli olduğunu gizlemeye çalışıyordu. Fakat bunu bizden saklayamazdı. Mesleğimiz gereği bazı şeylere tecrübeliydim. Defne gözlerini Tuna'ya değdirmekten çekiniyordu. ''Yalnız bize kalan toplam sekiz oda var.'' Dedi Kerem. Allah'tan büyük bir eve gelmiştik.

Fakat on kişiydik ve herkes için oda yoktu. Hadi biz Alparslan ile beraber kalsak sonuçta karı kocayız. O zaman yedi oda kalıyor ve sekiz kişi var. Artık birileri yalnız kalmayacaktı. Neyse canım beni ilgilendirmiyor o kısmı. Erkeklerden ikisi yatar artık.

Alparslan bana döndü. ''Hazal'' ona döndüm. Ayağa kalkıp beni de kolumdan çekti. ''Biz konuşalım mı seninle?'' Cevap vermeme bile izin vermeden ''hadi'' diyerek beni ilerletti. Odalardan birine ilerledi. Kapıyı da kilitledi. Ona baktım. Yatağa oturdum. Bana döndü. ''Sen benden maşallah neler saklamışsın''

Burukça gülümsedim. ''Senin yaptığını yaptım.'' Bana anlamaz bir şekilde baktı. ''Yine ne saçmalıyorsun?''

''Ben zaten hep saçmalarım Alparslan. Hala anlamaman komik'' Gözlerini sinirle yumdu. ''Benden her şeyi saklaman. Üstüne benimle-'' Afedersiniz ama şuan ne saçmalıyordu? Ben mi ondan her şeyi saklıyormuşum

''Sen benden neler saklıyorsun Alparslan?'' Alparslan ne yapmak istediğimi anladı. Konuyu sürekli aynı konuya getirmem artık canını sıkmıştı. ''Sanki keyfimden sakladım. Görev gereği söylemem yasaktı.'' Ona öfkeyle döndüm.

''Ama eğer sen bana görevlerin ile ilgili her şeyi söylersen bende senin yaptığını yapabilirim ne dersin?'' Öfkeliydim. Sinirliydim. Konuyu aynı yere getirmem trajikomikti.

''Sürekli konuyu aynı yere getirmenden sıkıldım Hazal.''

Bende sıkılmıştım ama buna bana mecbur bırakıyordu. Hala farkında değil miydi? ''Senden her şeyi gizleyerek hayatımda yaptığım en doğru şey Alparslan.'' Gülümsedim. ''Buna kızım da dahil''

Göz bebekleri titredi. Canı yandı.

Yanıma yaklaştı ve beni duvara yasladı. Kısık bir sesle "sakın bir daha kızım ile-" bacak arasına tekme geçirdim. Beni istediği gibi tehdit edip istediğini yaptırabileceğini mi sanıyordu? Öyle sanıyorsa çok büyük yanılıyordu.

"Beni tehdit edemezsin Alparslan." Beni kimse tehdit edemez. Acıyla yüzünü buruşturdu. Yatağa oturdu. Birkaç dakika bekledim. Sonunda kendine geldiğinde bana döndü.

"Hazal!" Sesini kısık çıkarmaya çalışıyordu. Çünkü dışarıda olan insanlar vardı. Yanına yaklaştım. "Benim damarıma sakın basma Alparslan. Yoksa seni pişman ederim. Öyle bir canını yakarım ki"

"Ne yaparsın?"

"Bilmek istemezsin."

Sinirle yumruklarını sıktı. Tahmin ettiği şeyi yapardım güya değil mi? Asla.

Başka biriyle olmak. Aklından bunu geçirdiğini biliyordum. Ama asla böyle bir şey yapmazdım. "Benim damarıma sakın basma Alparslan."

Başımı ileri geri salladım. Ufak bir gülme yaşadım. Fakat bu gülüş sinirdendi. "Benimle ilgili olan bir görevi bana söylemeye yanaşmıyorsun ama benden bu görev için açıklama bekliyorsun değil mi?"

"Ne görevi?" Bilmemezlikten gelme Alparslan. Beni aptal yerine koyma. Fakat maalesef koymuştu. "Sus" dedim sadece. Ardından dolapta kıyafet var mı diye baktım. Birkaç bir şey vardı. Bizim kıyafetlerimiz arabada kalmıştı. Buradakiler ile idare edecektik el mecbur. Kendime olacağını düşündüklerimi aldım. Alparslan'ın yanında giyinmezdim. Bu yüzden banyoya ilerledim. Kısa bir duş almak istedim. Suyu ayarlayıp üstündekileri çıkarıp duşa girdim.

Başıma akan suya baktım. İçimden akıp giden yaşlardı sanki hepsi. Alparslan için döktüğüm yaşlardı. Yaşadığım acılara karşı acılarımdı.

Canımın yanmasını bitirmek için akıttığım yaşlardı. Geçmişi düşündüm. Terk edildiğim günü hatırladım.

"Hayatımdaki en büyük hatanın sen olduğunu anladım." Bu cümle benim hayatımdaki en acı cümlelerinden biriydi. Alparslan'ın ağzından çıkan bu kelimeler benim uzunca bir süre kabusum olmuştu. Sürekli kulaklarının içinde çınlamıştı bu sözler.

Onun gitmemesi için o kadar uğraşmıştım. Ona yalvarmıştım. Fakat o gitmişti. Kısa bir süre yere düşmüştüm. Gözümü açamamıştım ama bilincimin yerinde olduğundan emin değildim. Söylediklerini anımsadım. O an söylenenler bana bir rüya gibi gelmişti ama artık emindim. Onlar bir rüya değildi. Onlar bir gerçekti.

Beni terk ettiğinde hamile olduğumu öğrenmiştim. Canımın acısı ile ne yapacağımı bilemediğim bir evredeydim. En sonunda kendimi öldürmek için adımımı atmıştım. Ben zaten ölüyüm bari içimdeki yaşasın demiştim. O içimdekine nasıl böyle diyebilmiştim. O an psikolojim hiç yerinde değildi. Alparslan'dan nefret ediyordum. Belki de karnımdaki kızıma sırf onun çocuğu diye ilk zamanlar acı çektiğim zamanlar çok fazla bağlanamaıştım. İçimdeki. Aslında çok basit bir kelime ama benim için çok zor. Ben canıma kanıma öyle demiştim. Bebeğim demekten bile korktuğum için içimdeki demiştim. Gerçekten belki anne sevgisi ile büyüseydim kızıma ilk başta böyle yaklaşmayacaktım. Ama yaklaşmıştım ve artık bunun telafisi yoktu.

Geçmişteki hiçbir şeyi telafi edemezdim. Keşke Alparslan da bana söylediği şeyler için pişman olsaydı. O günü teker teker zihnimde canlandırdım. O cümleleri her şeyi.

Neyin var Alparslan bu sen değilsin demiştim. Garip davranıyordu. Kendi gibi değildi sanki

Aslında bu tam benmişim hayatımı gözden geçirdiğimde bazı şeyleri fark ettim demiş ardından bir şeye imada bulunur gibi gözlerime bakmıştı. ''Bazı hatalarımı'' İşte o an benim için hayat durmuştu. Hayatımı gözden geçirdiğimde en büyük hatamın sen olduğunu anladım demişti. Öylece kalmıştım sanki. Dediği şeyin ağırlığı kalbime gömülmüştü sanki. O ağır sözlerin arasında öylece kalmıştım.

Hani seviyordun beni, hani hayatındaki tek gerçektim hani hayatındaki tek doğrundum. Alparslan bu sen değilsin beni ne kadar çok sevdiğini biliyorum.

Bende onu sevdiğimi söyleyecekti ki onun söylediği söz beni durdurmuştu. ''Sevmiyormuşum'' bu kelimeyi bu kadar rahat söylemesi, hayatımın en büyük noktası olan o söz. o tek kelime o on üç harf benim hayatımı bitirmişti o an. Kalbimi binlerce parçaya ayırmıştı. O an bunun gerçek olmadığını düşündüm. Hayatımdaki en acı verici kabus olduğunu düşündüm. Keşke öyle olsaydı. Ardından ekledikleri ''seni hiç sevememişim Hazal üzgünüm.'' O sözler beni paramparça etmişti. Hayatımın koskoca mutlulukla geçen iki yılımın aslında bir yalan olduğunu düşündürtmüştü o sözler. Öyle çok canımı yakmıştı ki.

Ben o an ölmek istedim. Ben o an bu dünyadan silinmek istedim. Yere oturdum. Suyun altında hıçkıra hıçkıra ağlamak ilk kez yaptığım bir şey değildi. Sağolsun Alparslan sayesinde bu tür şeylere alışmıştım. Alparslan bu hayatta bana en çok mutluluk veren kişiydi. Bana sevildiğimi hissettiren kişiydi.

Ama aynı zamanda Alparslan bana en çok acı veren kişiydi. Bana sevilmediğimi hissettiren kişiydi. Bunu nasıl yapabildiğine karşı hayret ettim. Bana bu derece acı verip bana büyük derecede mutluluk nasıl verebilmişti?

İçimde kavrulan acıyı bırakıp ayağa kalktım. Bornozumu giyip duştan çıktım. İçimde o anlarda kavrulan acıyı yuttum. Ne geçirirdi? İçimdeki bu yangını o an ne geçirebilirdi? Cevap belliydi. Alparslan.

Fakat bunu yapmayacağını biliyordum. Üstümü giyindim fakat saçlarıma dokunmadım. İçeri girdiğimde yorgunlukla kendimi yatağa attım. Alparslan saçlarıma bakıp ''kurutmamışsın'' dedi. İçimden gelmemişti.

''İstemiyorum.''

''Hazal hasta olacaksın'' birde çocukmuş gibi ilgilenmesi yok mu? Geçmiş canlandı tekrar gözümde. Benimle çocukmuş gibi ilgilendiği birçok anı.

''Umurumda değil'' deyip geçmişle aynı ifademi takındım. Bir şey demeden çekip duşa gitmesini bekledim ama gitmedi. ''Benim umurumda''

Yutkundum. Banyoya girip elinde saç kurutma makinesi ile çıktı. Makineyi fişe takıp çalıştırdı. Saçlarımı teker teker kurutmaya başladı. İtiraz etmedim canıma minnetti. Gözlerimi kapadım. Alparslan'ın saçlarıma dokunuyor olması beni öyle güzel rahatlattı ki, bir süre sonra ses kesildi. Saçlarımla oynamaya başladığını anladım. Uykuya yenik düşmek üzereydim. O an söylememem gereken bir lafı tıkıştırdım.

''Biliyor musun?'' Dedim uyumak üzere olan sesimle. ''Sen gittikten bir süre sonra dayanamayıp saçlarımı kestim ama gördüğün gibi hepsi teker teker eskisi gibi uzadı. Seni bekliyorlarmış gibi'' ardından vücudum uykuya yenik düştü. Kapandı gözlerim mayışmışlık hissi ile

(...) 

Gözlerimi açtığımda nerede olduğumu sorguladım. Kafamı biraz çevirdiğimde Alparslan'ın profili çarptı gözüme, yatak tek kişilik olduğu için biraz zorlanmıştı. Beni göğsüne yatırmış ve kolunu belime dolamıştı. Öylece durdum yerimde ve Alparslan'ı inceledim. Yüz hatlarındaki sertlik uyurken bile kendini belli ediyordu. Bu dünyaya sert biri olarak geldim diye bağırıyordu neredeyse.

Fakat bu adamın sert yüz hatları kızı olduğu zaman nasılda yumuşuyordu? Baba olmak bunu gerektirirdi sanırım. Tabi ben bu kavramı hiç bilmediğim için. Peki ya bana olan geçmişteki halleri o zaman sert yüz hatları bu kadar sert değildi ama ona göre sertti. Benim yanımda öyle güzel yumuşuyorlardı ki. O zamanları öyle çok özlemiştim.

Ben Alparslan ile olan geçmişimizi çok özlemiştim. ''Seni çok özledim Alparslan.'' Birlikteyken bile onu özlememden doğal ne vardı bu durumda?

Yataktan kalktığımda üstümü giyindim direk. Telefonuma baktığımda derin bir nefes verdim. Burada kullanmamız için özel telefon vermişlerdi. Saat buradaki saate göre sabah 7 civarlarındaydı. Alparslan hala uyumakla meşguldü. Alparslan'ı uyandırmak adına omzunu dürttüm birkaç defa. En azından uyanma konusunda beni çok zorlamadı. Gözlerini açtığında tepesinde duran bana baktı.

''Hadi kalk'' Alparslan kendine gelip yataktan doğruldu. ''Ne oluyor?''

''Elalemin körü oluyor Alparslan ister misin?''

Nefesini verdi. ''Kalk kalk tatile geldik sanki kalk''

''Kalktım Hazal'' diyerek yatağından doğrulup hızla dolaba ilerledi. Kıyafetlerini alıp banyoya girdi. Yatağı düzeltip oturdum yatakta. Telefona göz gezdirdim. O sırada Alparslan çoktan işini bitirmişti. Ona bakmaya gerek duymadım. Gözlerim full telefonumdaydı. Onun dışında kulağım Alparslan'daydı.

"Hadi girelim içeriye" telefonumu cebime attım. Ardından içeri girdik. Yeni bir gün daha başlıyordu.

(...)

Geçmiş sevgiye engel miydi? Acı sevgiye engel miydi? Mecburiyet sevgiye engel miydi?

İnsan acısını her daim içinde mi yaşardı? Bazı insanlar kimseden gocunmazdı. Gösterirdi içindeki acısını ve bunu asla gizlemezdi.

Bazı insanlar ise yaşadığı acıyı asla dışa vurmaz ve göstermezdi. Bu onları güçlü yapabildiğine inanırdı.

Acı ile yoğrulan gözler ile aynaya baktı Defne. İçindeki acıdan mütevellit canı çok yanıyordu. Bu evde sevdiği adam vardı ona bir o kadar yakın ve aynı zamanda bir o kadar uzak.

"Mecburdum ben görevimdi. Vatanım için yaptım." Kendisini bu işin içinden aklamaya çalışıyordu.

"Ben bir Türk kızıyım gerekirse ülkem için kendi aileme bile acımam" dedi kararla. Defne bu devlete aşkla bağlı bir insandı. İlk düşüncesi daima devlet ardından da kardeşi olurdu. Fakat onların yanı sıra kalbine başka bir tohum filizlenmiş ve o tohum büyüyüp kocaman bir ağaç olmuştu. Defne'nin şimdi yapması gereken tek bir şey vardı.

O ağacı kökünden kesmek. Fakat bunun zor olduğunun farkındaydı. Acılı bir şekilde yatağına oturdu. Beyninde zikzaklar çizip duruyordu sanki. Tam o an kulağına bir çınlama oldu. Başını omzuna doğru eğdi Defne.

"Geçicek" dedi kendinden emin bir duruşla "sen neler ağlattın bunu da atlatacaksın."

O sırada Tuna hissettiği ayak kokusu ile yüzünü buruşturdu. "Şu ayaklarını bir çek Hamdi" diyerek ayaklarını kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Fakat Hamdi yetmezmiş gibi horlamaya başladı.

Tuna sinirleri bozulmuşçasına güldü. "Yaşadığım olaya bak" sinirle yataktan kalktı. Pencereye ilişti. İçindeki acıyı silip atmak istedi, başaramadı. "Bana bunu nasıl yapabildin Defne?" Dedi acıyla. Her şeyi düşünmüş tüm ihtimalleri kafasında tartmıştı fakat bir sonuç bulamıyordu.

"Farkındaydın" dedi sınır ve acı dolu bir ses ile "sana olan duygularımın farkındaydın ve bunu kullandın" duvara sinirle bir yumruk attı. Canının içi yanıyordu. "Ben bu hayatta tek bir kişiyi sevmiştim. O da sendin ve ben kendime bir söz verdim. O kişi için her şeyi yapıcam dedim ama elimden bir şey gelmiyor deliricem"

"Başlıycam aşk acısına ama yeter be uyusana"

Tuna ters bir şekilde Hamdi'ye baktı. "Allah cezanı versin Hamdi"

"Versin versin de seni de başımdan kurtarsın"

Tuna sinirli bir şekilde odadan çıktı. "Rahatça aşk acısı çekip bir şeyleri sindirmemize bile izin vermiyorlar be"

Ne yapacağını bilemedi ardından gözlerine Defne'nin odası ilişti. Beyninde çarpan yıldırımlar son bulmalıydı. Bu iş burada bitmeliydi. İlerledi ilerledi. Kapıyı çaldı. Ses çıkarmadı.

"Geliyorum" denen ses ile sinirleri daha da bozuldu. Defne'nin sesini duymak bile artık Tuna'nın sinirlerini bozuyordu. Kapı açıldığında şaşkınlıkla baktı Defne. Tam kapıyı kapatacaktı ki bodoslama bir şekilde içeri girdi Tuna.

Defne içeri giren Tuna'ya baktı. "Çık odamdan"

Tuna, defne'nin sözüne aldırmadı. Defne ne yapacağını bilemediği bir vakitteydi. "Beni kullandın ha" Defne sustu. Diyecek bir şey bir kelime aradı ama bulamadı. Zaten ne diyebilirdi ki ben seni kandırdım ama yine de seni seviyorum mu? Tamamen saçmalıktı.

"Ne istiyorsun?" Dedi Defne, Tuna'nın sınırlarını zorlayarak. Tuna tüm hücrelerinden çekilmiş bir şekilde baktı Defne'ye.

"Anlamayacak kadar kıt mısın?" Defne içinden kıt değilim ama senin canını yakmak istemiyorum dedi.

"Eğer ki kıt kafalı olsaydım emin ol herkesin benden şüphelenmesini sağlardım ama değilim ki sağlamadım şimdi çık git"

"Gitmiyorum Defne. Bugün bana her şeyi anlayacaksın"

"Başka emrin" dedi Defne. Tuna'nın gerildiğini umursamamış gibi yaparak.

"Bana bunu borçlusun" Defne alayla Tuna'ya baktı. "Ben sadece vatanıma borçluyum başka kimseye değil"

Tuna derin bir nefes verdi. Sakinleşmesi gerekiyordu. "Beni kullandın" dedi Tuna.

Defne sustu ve Tuna'ya baktı. "Her şeyin farkındaydın özellikle de sana olan" sustu. Arkasını döndü. Duvara attığı yumruk ile sakinleşmeyi umdu. Elini çektiğinde duvardaki kanı fark etti. Eline baktı. Çok umrunda olmadı.

Defne'ye geri döndü. "Bunu nasıl yapabildin?"

"Görevim gereği yapmak zorundaydım ve yaptım. Pişman da değilim"

Defne içindeki acılar ile yuğuruluyordu her saniye. Canı yanıp duruyordu.

Defne bazı şeyleri de anlamıştı. Tuna ile bu saatten sonra olmazdı. İşine duygusallığı katamazdı artık. Yapması gerekeni yaptı. Tuna içinde oluşan kıvılcımları yuttu. ''Son sözün bu mu?''

Defne'nin hayır demesini her şeyden çok istedi. Defne'yi sevmişti. Babasından söylediği bir sözü hatırladı. ''İnsan seviyorsa her şeyi yapar'' demişti babası.

Babası yıllar önce annesini kaçırmış ve bu vesile ile evlenmiştiler. Aşklarının hep ne kadar zor olduğunu söyleyip dururdu. Fakat bu işin sonunda aşkları mutluluğa ermişti. Aileleri istememişti. Babasını sürekli başkası ile baş göz etmeye çalışmışlardı ama babası sevdiği kadın dışında kimseye bakmamıştı. En sonunda ise babası annesini kaçırıp evlenmişti. Sonuç ise mutlu ve evlilik ve çocuklardı. Babası da sonuna kadar eğer sen ileride seveceğin kızı seviyorsan ve o seni seviyorsa o istemese bile elinden geleni yap demişti.

Defne onu gerçekten seviyor muydu peki? Defne'ye baktı. Defne onun artık gitmesini istiyordu. Ağlamak istiyordu çünkü. Tuna, Defne'ye yaklaştı. Defne milim kıpırdamadan yerinde durdu.

Ardından ani bir hamle ile Defne'yi kendi ile duvar arasında sıkıştırdı. Defne sırtı soğuk duvara değdiğinde irkildi. Tuna onun ağzını kapattı. Hareket bacaklarını tek bacağı ile sabitledi. Tek eli ile Defne'nin iki elini başının üstünde sabitledi. Tuna hiçbir şey demeden sadece Defne'nin gözlerine baktı. İçindeki kıvılcımları yuttu sanki o gözler. İçindeki tüm acıya son verip rahatlattı. Bu gözler öyle masumdu ki, etkilenmemek elde değildi.

O mavilikler bir okyanus gibiydi sanki. Sonsuzdu içinde, Defne'ye olan aşkı gibi. Tuna o maviliklere baktığında içindeki tüm fırtınalar dindi. Gözlerine baktığında boğuldu sanki o gözlerin içinde, öyle bir boğuldu ki asla kurtulamadı.

Defne kehribarlara her baktığında içinde oluşan acı yine kendini gösterdi. İkisi de birbirlerinin gözlerine öyle bir baktılar ki, ikisinin de kurtuluşu olmadı. İkisi de boğuldu. Tuna bir okyanusta, Defne bir çift kehribarda.

''Diyeceğin son söz bu mu Defne?'' Ardından yanlış bir şey söylemiş gibi ''gerçek adınsa tabi''

Defne gözlerini yumdu. Tuna ağzını kapattığı için konuşamıyor yada hareket edemiyordu. Sadece bir çift kehribara bakıyordu ve bundan asla şikayetçi değildi. Bu anın hiç bitmemesini istedi. Sadece Defne değil Tuna'da o anın hiç bitmesini istedi. Hiç konuşmasalar sadece gözlerine baksalar olmaz mıydı?

Çünkü biliyorlardı her ikisi de, konuştukları an can çok yanacaktı. Kalplerinde olanı gözlerine vurmuşlardı ama dillerine de vursalar olmaz mıydı? Dildeki zehirli sözlere ne gerek vardı?

Defne'nin ağzından çekti elini. ''Cevap ver.''

Defne Tuna'nın gözlerine baktı son kez gibi, ardından o bir çift kehribara bakıp o kehribarların acı içinde olmasını izledi. ''Gerçek adım Defne ve evet diyeceğim son söz bu''

Tuna içinde kavrulan acı ile baş edemedi. Defne'yi bıraktı. Bitmedi dedi içinden hiçbir şey bitmedi. Görmüştü, Defne'yi görmüştü. Defne'nin gözlerindeki o acıyı görmüştü. Babasının dediğini yapacaktı. Defne'den vazgeçmeyecekti.

''Sen'' dedi Tuna. ''Benim bu hayatta gördüğüm en-'' sustu Tuna. Defne içinde tutuşan korkuyu dindirmeye çalıştı. Bu zamana kadar hiçbir şeyden kolay kolay korkmamıştı. Korkamazdı da zaten ama bu defa korkuyordu. Tuna'nın canını yakmasından ölesiye korkuyordu.

Tuna acı içinde ona baktı. ''İğrenç bir insansın'' Defne kalbindeki enkaza, ondan önce o enkazı sebep olan kişiye baktı. Diyecek söz aradı, bulamadı. Dudaklarından kelime çıkmak için kendini zorluyordu ama olmuyordu.

''Sen öyle düşünebilirsin benim için bir sıkıntı yok'' vardı. Öyle büyük bir sıkıntı vardı ki, kalbinin bir enkaza dönmesi gibi.

''Emin ol sende yapardın.'' Bunu o kadar emin söylemişti ki, Tuna bile bir an düşündü. Fakat asla yapmazdı. Fakat bunu Defne'de yapmazdı. İkisi de bilmiyordu ki içlerinde oluşacak şeyin aşka dönüşeceğini.

''Yapmam ben senin gibi biri değilim.''

''Bunun kişilik ile alakası yok.'' Dedi Defne. Onun amacı da bu değildi ki hiçbir zaman. Asla değildi, o çıktığı yolda karşısına bir aşkın çıkacağını onu seven bir kişinin çıkacağını bilemezdi ki. İlk karşılaşmaları tesadüf değildi belki ama ondan sonra her şey gerçekti. Onunla geçirdiği çoğu vakit aslında doğruydu. Yalan yada yanlış değil.

Tuna arkasını döndü Defne'ye. ''Sana o kadar çok şey söylemek isterdim ki ama her şey yetersiz kalıyor. Yaptığın kötülük öyle büyük ki her kelime kifayetsiz kalıyor.'' Defne acıyla baktı. Tuna başka bir şey demeden odadan çıktı. İkisinin gözünden akan yaşlar öyle can yakıyordu ki.

İkisi de öyle çöktüler. İkisi de güçsüz kaldı, ikisi de mutsuz ve yarım kaldı.

 

Bölüm : 07.03.2025 16:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...