36. Bölüm

36. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

Merhaba fıstıklarım nasılsınız?

Bölüm günlerimiz pazartesi ve cuma günüdür arkadaşlar.

Kitabımla ilgili spoi vb Instagramda haticemsare hesabımda mevcuttur. Oradan ulaşabilirsiniz.

İyi okumalar dilerim. Bol bol yorum ve beğeni de beklerim.

 

Gözlerimi açtığımda anladım her şeyi. Dün gece onların verdiği kahveden bir yudum almıştım. Bu beni uyutmuştu azda olsa fakat çok fazla etki ettiği söylenemezdi. Kapı açıldı direk, içeriye giren kişi Akif'ti. ''Hadi Hazal''

Başımı salladım. ''Başlıyoruz'' ayağa kalktım. Koridora çıktığımda kimse yoktu. Akif benim önümde ilerliyordu. Biri gelirse diye temkinliydik. Birinci katın penceresinden atladım aşağıya, kapıdan geçemezdim. Yönümüz kışla oldu. Bu sefer içeri giren ilk kişi ben oldum. Akif kışlanın dışında kaldı. İçeri girdiğimde gördüğüm kişi ile şeytanca gülümsedim.

Abadile'nin yüzündeki çuval parçasını çıkardım. ''Bakın bakalım burada kim varmış?'' Abadile bana korku dolu bir şekilde baktı. ''Oyun başlıyor Abadile'' çuvalı başına geri koydum. Kapı açıldı. Akif'e Abadile'yi gösterdim. Başını salladı. Onun ayaklarını çözerek yüremesine olanak sağladı.

Kapıya yöneldim. Kimse yoktu. Çıktıktan sonra ilerledik. Bahçenin içinde en az iki tur attık desek yalan olmaz. O kadar çok asker vardı ki, sıkıntılı taraf bu taraftı. En sonunda Akif ile ayrılmak zorunda kaldık. O askerleri oyalarken ben Abadile'yi onun arabasına ilerlettim. Bagajı açıp onu bagaja soktum.

Benim işim buraya kadardı. Gerisini Akif halledicekti. O gelince rahat bir nefes aldım. ''Hadi götür şu pisliği'' başını salladı.

Ben ise daha sonra kendi odama nasıl girdim artık hiç bilmiyorum. Odamın içinde bu saatten sonra yapacağım tek şey beklemekti. Bu saatten sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı. Diğer telefonu çıkardım. Mesajlaşma uygulamasına girdim.

Vedalaşıyor musun Akif? Diye mesaj attım.

''Vedalaşıyorum malesef diye mesaj geldi.

Peki ya sen Defne diye mesaj geldi.

Defne ise evet demekle yetindi. Onun için bugün çok acı olacaktı. Bugün en ağır yüzleşmelerden birini yaşayacak olan da oydu. İki kişi vardı. Bunlardan biri Akif diğeri ise Defne'ydi. İkisi için zorlayıcı bir gün olacaktı. Telefonum elime ulaştı. Vakit gelmişti. ''Alo'' işte asıl can yakıcı taraf da buradaydı. O görüntüleri vermiştim. Bundan sonrası albay için çok zorlayıcı olacaktı.

Ayağa kalkıp dışarıya çıktım. Sabah olmuştu. Albay dışarıda yanında ona yardım eden askerler ile birlikteydi. Artık gizlemeye bile gerek duymuyordu. ''Albayım'' diyerek o yöne ilerledim. Kazamız mübarek olsun. Yüz ifadem oldukça sinirli görünüyordu.

Albay bana döndü. ''Siz naptığınızı sanıyorsunuz?''

Nefesini verdi. ''Ne yapmışım ben?''

''Ne yaptığınızı çok iyi biliyorsunuz''

Kocam da dahil olmak üzere muhteşem beşliye baktım. ''Ve siz'' Albaya döndüm.

''Savaşa hazır mısınız albayım?''

''Savaştan korkan bir yanım yok.'' Belli.

''Bu savaş öyle bir savaş değil. Sizi uyarmıştım albayım o görüntüyü veririm demiştim ve-'' durdum. Sakinlikle bekledim. ''Verdim.''

Albay tüm ciddiyeti ile bana baktı. ''Beni hapse atarak mı durduracağınızı sanıyorsunuz? Söyle o Yavuz'a bana bunlar sökmez.''

''Söylerim elbette ama önce sizin de öğrenmeniz gereken bir şey var gibi''

Yüzünde karmaşık bir ifade belirdi. ''Neymiş öğrenmemiz gereken şey?''

Öğrendiğinizde emin olun albayım böyle sakin olmayacaksınız. Delireceksiniz, sinirleneceksiniz ama sonunda durumu kabul etmek zorunda kalacaksınız. ''Bunu benden öğrenmeniz pek doğru olmaz.''

Albay nefesini verdi. ''Kimden öğrenmem daha doğru olur Hazal?''

Yanımıza gelen siyahlar içindeki bedene bakmadım. Bakışlarım hala tüm ciddiyetle albaydaydı. ''Benden öğrenmeniz daha doğru olur komutanım'' geldik zurnanın zırt dediği yere, hakkımızda hayırlısı.

Albay Akif'i baştan sona inceledi. ''Ben'' dedi Akif. ''Bir mit ajanıyım.'' İşte o an her şey dondu. Herkes şokla Akif'e baktı. Tabi ki ben hariç. Benim bakmama gerek yoktu. Bildiğim bir şeydi sonuçta.

''Sen'' dedi Albay dişlerini sıkarak.

''Böyle bir şeyi nasıl yaparsın?''

''Görevimdi komutanım. Yakup başkan istedi bende görevimi yerine getirdim.'' Herkes Tuna, Alparslan ve ekibin diğer üyeleri hepsi şaşkınca Akif'e baktı.

Albay kısa bir süre bu olayı hazmetmeye çalıştı. Ardından bana döndü. ''Sen!'' Tırsmadım desem yalan olur ama belli etmedim. ''Biliyordun değil mi?''

Bakışlarımdan belliydi zaten her şeyi bildiğim. Albay da cevap vermeme gerek duymadı zaten. ''Biliyordun.''

Başımı salladım. ''Hiçbir zaman asıl hedefiniz ben değildim ki komutanım'' her zaman Akif'ti. Fakat onlar beni asıl hedef sanmıştı. Ne sanıyorlardı ki zaten.

Gelen polis ekibini ve bir savcının arkamızdan gelmesi beni keyiflendirdi. Herkesin tarafları belliydi. Alparslan'a döndüm. Oldukça sinirli görünüyordu. Aynısı Tuna içinde geçerli, ah be Tuna bu yaşadığın ihanet ne ki sen birazdan gör asıl ihaneti.

''Bu arada söylemeden edemeyeceğim.'' Akif'e baktım. Ardından geri onlara baktım. ''Abadile'yi sizden kaçırmış olabiliriz.'' Albay sinirle gözlerini yumdu.

Tüm asaleti ile gelen savcıya döndük. Albay gözlerini açıp savcıya baktı. ''Albay Kudret Güçlü'' dedi savcı. ''Tutuklusunuz.''

''İsminizi öğrenebilir miyim?'' Diye sordum.

''Savcı Ebrar Gümüşçü'' başımı salladım.

Ebrar savcı albaya döndü. ''Bunca yıl görev yapıp saygı duyulduğunuz bir yerde elbette sizi kelepçe ile çıkarmak istemem lütfen zorluk çıkarmayın.'' Albay başını salladı. Ardından yanına gelen polisler ile ilerledi. Ben ve Akif birbirimize baktık. Burada daha fazla duramazdık. Tam gidecektim ki ''Hazal'' diyen Alparslan'ın sesi ile durdum.

Ona döndüm. Kolumu tuttu. ''Konuşalım mı?'' Akif'e sinirle döndü. ''Yalnız''

''Gerek yok Alparslan.'' Tuttuğu kolundan kurtuldum. ''Her şey başından belliydi zaten'' evet ikimiz de kabul edelim ki bir gün böyle karşı karşıya geleceğimizi adımız gibi biliyorduk. O günde sonunda gelip çatmıştı. Akif'e döndüm. ''Gidelim''

Arkamızda sinirli beş askeri bırakıp ilerledik. Bu saatten sonra ne yapacaklarını tahmin etmek zor değildi ama tek tesellim bunu yapmamalarıydı. Umarım bir delilik yapıp Albayı kurtarmaya çalışmazlardı.

Gerçekten de tahmin ettiğim hemen olmazdı be, albay kurtulmuştu. Yolda polisleri etkisiz hale getiren beş kar maskeli adam albayı da alıp gitmişti. Gerçekten yapmışlardı bunu, gerçekten delirecektim. Bu kadarını da asla tahmin etmezdim. Aklımdan geçmişti ama yapacaklarını çok fazla düşünmemiştim.

Yaptığım ilk iş eve gitmek oldu. O USB hala onların elindeydi ve bizim onu ele geçirmemiz gerekiyordu. Gizli bir yer olduğunu şüphelenmiştim. Kendimi nereye attım bilmiyorum ama sokağın bir köşesinde öylece bekliyordum. İlerleyen Tuna ile karşısına çıktım. Beni fark ettiğinde durdu. Beni kısaca süzdü. ''Tuna'' dedim soğuk ses tonum ile.

''Kusura bakma Hazal hanım'' ne oldu yengeye demek vardı ama tabi ki böyle bir şey olmadı. Arkasına dönüp koşmaya başladı. Arkasından koşarak ilerledim. Sokakları bir bir geçtik. ''O USB sende biliyorum.''

''Bunun cevabını beni ancak bayılttığınızda öğrenebilirsiniz o da pek mümkün görünmüyor.'' Onun peşinde tüm hızım ile ilerliyordum ama ona tam anlamı ile yetişemiyorum. Aramızda en az üç metre vardı.

''Dur'' diye bağırdım. Ama tabi ki de etkisi olmadı. İlerlemeye daha doğrusu koşmaya devam etti. Bende el mecbur peşinden koştum. Ne kadar ilerledik artık bilmiyorum ama oldukça ilerlemiş gibiydik.

Bir sokaktan daha geçerken Tuna tam ilerliyordu ki bir anda başına yediği darbe ile olduğu yere düştü. O koşarken arkasından vurmuşlardı. Duvarda onun gelmesini bekliyordu değil mi?

''Sonunda'' diye bildiğin isyan ettim. ''Neredesin sen iki saattir koşuyorum burada peşinden'' Defne Tuna'nın yanına çömeldi. Ne yaptığını tam anlamadım. O sırada zincire bağlanmış USB ile gülümsedim.

''İşte bu kadar hemen gitmemiz lazım'' dedim. Başını salladı. Tuna orada baygın bir şekilde kaldı ve Defne'yi fark ettim ki Tuna'yı son kez gitmeden önce ona uzun uzun baktı. Farkındaydı o da yaşayacağı acıların. Kabul etmemiz gerekiyordu ki asıl oyun şimdi başlıyordu.

(...)

Yıllar Önce

İnsan gerçekten kimdi? Hazal kimdi? Hazal bir kaos olabilir miydi? Neden adını Hazal koymuştu annesi? Hazal kimin kızıydı? Hazal ne tür şartlar ile doğmuştu? Hazal'ın bir ailesi var mıydı? Babasız ve annesiz büyüyen Hazal kimdi? Onu gerçekten seven bir ailesi var mıydı? Hiç kardeşi var mıydı? Hazal gerçekte kimdi? Hazal gerçekte nasıl sıkıntılar ile doğmuştu? Hazal eğer terk edilmeseydi mutlu olabilir miydi? Neden hep geride kalıyordu? Neden hep terk ediliyordu? Hazal neden bu kadar değersizdi? Hazal'ın kıymeti neden bilinmiyordu?

Hazal neden sevgisizdi? Hazal bunu hak ediyor muydu? Hazal bunu hak etmiş miydi? Hazal neden bu kadar acı ile boğuşmak zorundaydı? Peki ya babasını öğrendiğinde ne olacaktı? Babası neden yıllar önce satmaya çalıştığı kızının peşindeydi? Hazal'ın bir ailesi var mıydı?

Gerçekler Hazal'ı en sağlam yerinden vuracaktı belki de, Hazal hep terk edilmişti. Terk edilmek zorunda kalmıştı. Annesi ve abisi onu terk etmişti. Peki ya o soğuk kış günü o sepetin içinde yetimhaneye bırakılmasaydı ne olurdu? Hazal satılsaydı ne olurdu? Hayata hep 1-0 dan başladığı için üzülen Hazal eğer hayatına orada 1-0 geriden başlamasaydı, Hazal olmazdı. Aklı olmazdı. Bunu kaldırmaya hiçbir zaman hazır olamazdı çünkü.

Annesi tarafından soğuk bir kış günü yetimhaneye terk edilen Hazal ve daha sonra evlendikleri gün, aylardır hayallerini kurdukları günde sevdiği adam tarafından terk edilen Hazal.

Peki ya neden terk edilmişti? Hayatta kalması için, Hazal nefes alsın diye, ileride mutluluk şansları olsun diye. Alparslan peki bu zamana kadar neden Hazal'dan boşanmamıştı? Alparslan ile ileride mutlu olsunlar diye mi? Hazal'ı başka bir insanın yanında görmemek için mi? Nedendi tüm bu inatlaşma?

Alparslan aynı zamanda boşanmamıştı. Çünkü biliyordu boşandıkları gün onu öldüreceklerini, eğer ki Hazal ile boşansaydı onu öldüreceklerdi. Bunu da Alparslan'dan gizleyeceklerdi. Fakat boşanmayarak Hazal ile ilgili ölüm haberi ona gidebilirdi. Bu yüzden boşanmamıştı. Çünkü biliyordu gerçekleri, o pisliğin sözünde durmayacağını. Affan tam bir psikopattı.

Yıllar önce aşık olduğu bir kadın varmış. Fakat gözlerinin önünde sevdiği kadına tecavüz etmişler. Çocuklarına ve sevdiği kadına tecavüz edip öldürmüşlerdi. Seven iki insanın asla kavuşmaması gerektiğini düşünmüştü. Tamamen kafayı sıyırmıştı. O yüzden gözüne kestirdiği aşıkların da mutluluğunu arada elinden alırdı ve Alparslan ve Hazal da bunun içindeydi.

Alparslan bunun farkındaydı ve olanlara göz yumup Affan'ın işini bitirmek için elinden geleni yapmaktan başka elinden başka bir şey gelmiyordu. Hazal'ı korumak zorundaydı. Kızını korumak zorundaydı. Fakat artık hissediyordu. Bu bela yakında biticekti ama bilmediği bir şey vardı. Bundan daha kötüsü olacaktı. Daha çok can yakacaktı.

Alparslan Hazal'ı terk etmişti. Annesi Hazal'ı terk etmişti. Hazal'ı geride bırakmışlardı. Fakat hiçbir zaman kalplerinde geride bırakmamışlardı Hazal'ı. Bu hikayenin amacı buydu belki de. Hazal'ın görünürde terk edildiği ama gerçekte geride kalmayan bir Hazal. Aslında bu hikayenin en büyük amacı buydu. Geride kalmamak...

Hazal göz gezdirdiği şeylere baktı. Sepet vardı. Bebeklik kıyafetleri vardı. Bu kıyafetleri belki de zamanında annesi giydirmişti ona, bu kıyafetlere dokunmuştu annesi. Sepete baktı. Sepete parmakları ile içi korkarak dokundu. Gözlerini yumdu, gerçek ne onu hissetmek istedi. Bu zamana kadar acaba ailem fakir olduğu için beni terk etti? Demişti ama gerçek bundan daha acıydı.

Gerçek Hazal'ın yaşaması kendi hayatını kurtarması içindi. Gözlerini yavaşça açtı. Sepete uzun uzun baktı. Bu sepete konularak terk edilmişti. Bu sepete koymuşlardı onu. Derin bir nefes aldı. Gerçeklere henüz hazır değildi. Daha fazla düşünmek istemedi. Zaten gerek de yoktu. Tam sepeti dolabına koyacakken minik deliği farketti. Delik olmasında sıkıntı yoktu ama sanki içinde bir şey vardı. İçini bir bıçakla açtı. Açtığında gördüğü kolye de neyin nesiydi? Hem de altındandı. Zincir kısmı vardı. Birde H yazan ucu vardı. Ailesinden bir emanet olduğunu düşündü. Bunu ömrü boyunca saklayacaktı. Kendisi için olduğunu sandı.

Fakat bilmediği bir gerçek vardı. O H harfi kendisinin değil annesinin baş harfiydi ve onu Hazal'a değildi. O kolyenin ailesi tarafından verilen bir eşya olduğunu düşündü. Fakat bilmediği bir gerçek vardı. O kolye onun başına aldığı en büyük belaydı. Zamanı gelince sadece ona değil herkese zarar verecekti.

(...)

Kolye Defne'de kalmıştı. Bende olucağından şüphelenebilirlerdi. Fakat Defne'de olacağından asla şüphe edemezlerdi. İlerlediğimde gördüğüm suret ile derin bir nefes aldım. Hiçbir şey söylemedim. Eve gelip birkaç parça eşya aldım. Daha sonra direk gidecektim. Mavi bir süre teyzesinde kalacaktı. Çünkü anlaşılan babası da peşimizden gelecekti.

Alparslan'a bakmadım. Kapıyı direk kilitledi. ''Hazal!'' Ona bakmaya bile gerek durmuyordum ama mecburen baktım. Küçümseyici bakışlarım ile baktım Alparslan'a.

''Ne oldu? Minik çocuklar gibi anca böyle bağırıcak mısın? Oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi'' üzerime yürüdü. Bir adım bile geri atmadım. Ondan korkmuyordum. Üzerime yürümeye devam etti. Yatağa oturmak zorunda kaldım. ''USB nerede?''

''Neyden bahsettiğini bile bilmiyorum.'' Sinirle dişlerini sıktı. ''Çok iyi biliyorsun''

''Kanıtlayabilir misin?'' Dedim ona diklenerek.

Başını eğdi. Yüzlerimiz birbirine yakındı. ''Seni pişman ederim Hazal''

''Sen bana hiçbir şey yapamazsın Alparslan''

Kollarımı tutup beni yatağa yatırdı. Kollarımı iki yanımda tutarak üzerime eğildi. Hareket alanımı kısıtladı. İkimizin arasındaki gerginlik beni bile korkuttu. Ona dik ve sinirli bir şekilde baktım. ''Bırak beni Alparslan.''

''Ne yaptığını sanıyorsun sen Hazal?''

''Ne yapıyormuşum ben Alparslan. Görevimi yapmak dışında ben ne yapmışım?''

''Beni kandırdın. Kandırdınız''

''Amacım seni kandırmak değildi. Bunu isteyen sendin''

''Sen benim neyimsin hiç düşündün mü?'' Sessiz kaldım. Karınım değil mi? Terk edip gittiğin karınım, hayatında çocuğunun annesi ve kağıt üzerinde evli olmaktan başka bir vasfı olmayan hayatındaki kadınım değil mi Alparslan?

''Ben senin hiçbir şeyin değilim.''

''O deftere imzayı attığında hiç öyle demiyordun ama'' geçmişe gitti sözüm. Öyle istekli ve mutlu evet demiştim ki, ona bakmıştım. Bana gülümsüyordu ardından hiç pişman olacağımı bile düşünmeden imzalamıştım o defteri

''Sende öyle'' dedim. Bana yönlendirdiği silahı bu sefer ben ona doğrulttum. ''Ama hatırlatırım akşamında bir hata diyen ben değildim.''

Gözlerini yumdu sinirle, ''konuyu değiştirme''

''Ben hamileydim öyle canım yanmış ki bebeğim hayatta kalmakta çok zorlanmış. Doktor bana ne söyledi peki biliyor musun?'' Hüzünle gülümsedim. ''Bu bebeği almazsak ölebilirsiniz ikinizden biri ölebilir dedi bana.'' O gün aklımda canlandı. Doktordan çıktıktan sonra ne yapacağımı bile bilmeden yalnız kalmak istemiştim. Ne yapacağıma karar vermek için.

''Peki ben ne karar verdim? Kendi canımı umursamadım. Ben zaten ölmüşüm bari bebeğim yaşasın dedim.'' Tüm bunlar olurken o neredeydi peki?

"Ölüyordum ben, ölüyordum." Bazı anılar canlandı. Suyum gelmişti ve ben ölüme gittiğimi biliyordum. Kızımı Elif'e emanet etmek zorunda kalıyordum. Buna mecbur kalıyordum.

"Öleceğimi sandım ben" yaşamama sebep olan varlık bir zamanlar beni öldürmek üzereydi.

"O doğuma girmeden önce bildiğim bir şey vardı. Çok iyi bir doktor vardı. İkimizin de hayatta kalmasını sağlayabilecek bir doktor ama o doktor para ile bile ulaşamadığımız biriydi." hüzünlü gülümsedim.

"Uyandığımda hem ben hem kızım yaşıyordu. Çünkü o doktor son anda girip hem benim hem de kızımın hayatını kurtarmıştı. Peki ya o doktoru bulan, hem benim hem de kızımın hayatta olmasını sağlayan kişi kim biliyor musun?"

Aklından geçen ihtimali gördüm. "Yavuz başkandı. O hem benim hemde kızımın hayatını kurtarmıştı."

İşte gerçekler buydu. Yavuz başkanın ekibine katılmak istemiştim. Çünkü ona olan borcumu ödemek istemiştim. Bunu yaparken de hayat Alparslan ile yollarımızı tekrar birleştirmişti.

"Kızımın hayatını ona borçluyum ben" dedim acı içinde. "Bunun için elimden geleni yaptım ve sonuç..."

Alparslan gözlerini yumdu. Bileklerimdeki elleri sanki daha da sertleşti. "Hazal" dedi. "Bana ulaşabilirdin."

"Seyahat etme imkanım yoktu." Malesef kızımın hayatını daha da riske atmamak için uçmadım. "Ama sanma ki unuttum. Elif'i gönderdim, seni bulması için ama sen hep yok oldun."

Alparslan'ın içinde yaşadığı hesaplaşmaları görüyordum. Ben onun şuan karşısındaydım çünkü kızının hayatını kurtulmasına yardım eden adama yardım etmek istiyordum. Yavuz başkan asla bize ekibine karşı sert değildi. Bilhassa bana, sanki ben hiç yaşayamadığım baba şefkatini ondan öğrenmiştim.

"Dediğim gibi Alparslan." Boğazımı temizledim. "Ben senin arkandan çok şey ile mücadele ettim. Peki sen ne yaptın?" Sustu.

"Tahmin ettiğim gibi, her zaman işleri daha da zorlaştırdın ben seni affetmeye çalıştıkça sen, seni affetmemem için didinip durdun Alparslan. Peki ya sonuç?"

Sonuç ne Alparslan? Değdi mi bunca yaşadığımıza?

"Beni hiç anlamıyorsun Hazal." Dedi acı içinde.

"Çünkü anlatmıyorsun" başını olumsuz anlamda salladı. "Ve anlatmayacaksın."

"Sana en başından beri dedim. Geldiğin ilk günden beri aynı şeyi söyledim ben. Bekle dedim ama sen beni hiçbir zaman beklemedin."

"Denemedim mi beklemeyi?" Beni ne sanıyordu? Onu beklemediğimi nasıl düşünebilirdi? Ben onu her şeye rağmen beklemeye çalışmıştım. Yaşadığım her şeye göğüs germeye çalışmıştım. "Sen sürekli lafların ile canımı yaktıkça ben nasıl bekleyebilirdim Alparslan?" Canımı çok yakıyordu. İlk başta kızım beni unutacak diye ödüm kopuyordu. Alparslan karşıma geçip senden bulamadığı sevgiyi bende buluyor demişti. Kırılmıştım, çok fazla kırılmıştım.

Aynı evin içinde iki yabancı olmuştuk. Bu hale gelmemize kırılmıştım. Sonra gelip beni tehdit etmişti. En çok kalbimi acıtan oydu. Ona söylediğim o söz bile bana nasıl bir etki yapmıştı?

"Bende bir insanım Alparslan. Ben seni her şeye rağmen bekledim ama sen beni her kırdıkça içimden bir parça kopuyordu ve seni benden uzaklaştırıyordu. Sana olan sevgimi kaybetmek istemedim ben, bu yüzden de bekleyemedim."

Alparslan acı ile baktı bana. "Seni terk ettiğim için asla pişman olmadım Hazal." İçimde oluşan yangın gözümden akan yaşa sebep oldu. Onun önünde uzun zamandır ağlamamıştım kendi isteğim ile.

Fakat bugün bunu yapmıştım. Görsün istemiştim bir sözü ile ne kadar kırıldığımı. "Olma Alparslan olma"

Gözlerini yavaşça açtı. Üstümden yavaşça kalktı. "Bunu ben istemedim." Kapının kilidini açtı ve çıktı gitti. Arkasından acı ile baktım. Yine ve yine. İçimde tekrar ettiğim sözü bozup yatakta öylece kaldım. Gözlerimden akan yaşlar beni bu hayattan daha da somutlaştırıyordu sanki. "Sen istedin" dedim acı dolu çıkan sesim ile.

"Bunu sen istedin Alparslan." Bu saatten sonra olan hiçbir şey umrumda bile değildi. Saate baktım. Artık çıkmalıydım. "Vakti geldiğinde" dedim. "Vakti geldiğinde her şeyi öğrenicem Alparslan.''

 

Bölüm : 28.02.2025 18:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...