35. Bölüm

35. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

Alparslan'ın arkasında öylece kaldım. Yine ve yine yıllar önceki gibi öylece kaldım. Gözümden düşen yaşları sildim. Yere oturdum. Yerimde ne yapacağımı bilemeden oturmaya başladım. Ne yapacaktım ki şuan ne yapmalıyım?

Bilmiyorum ne yapacağımı bilmiyorum. Sadece acı içinde duruyorum. "İyi misin?" Diyen sesi bile umursamıyorum. Onu diyen kişi aslında Orhan

Bir şey demiyorum. Gözümden akan yaşları ona göstermek istemediğim için başımı başka yere çeviriyorum. "İyi misin Yenge?"

İçimde kavrulan acı ile nasıl iyi olabilirdim ki "beni yalnız bırakır mısın Orhan?" Diye soruyorum.

Orhan "az önce komutanımın da canının sıkkın olduğunu gördüm. Ne oldu yine?"

"Aramızda Organ" bir dakika ne dedim ben ya "pardon dilim sürçtü Orhan"

"Organ mı?" Garipsedi. Yüzü çok komikti. "Kusura bakma dilim sürçtü." Dedim. Ay Allah'ım ben ne dedim gerçekten.

"Önemli değil" dedi Orhan. Orhan hafif sarışındı.

Orhan da bir süre sonra giderek beni yalnız bıraktı. Ben ise oturup artık göz pınarlarımda ne kadar göz yaşı kaldıysa onların hepsini akıttım.

Bir süre sonra hava hafif karardı. İçeri geçtim. Hiçbir şey ile uğraşacak gücümde halim de yoktu.

Bugün yine kaybetmiştim. Kendimi tebrik ediyorum.

(...)

''Biraz daha'' diyerek gülümsedi Elif.

Karan onun gülümsemesinden keyif alarak dediğini yaptı. Daha çok balonu vurdu. Üstüne daha fazla hediye almış oldu. Ardından Elif'e döndü. ''Bu senin için güzelim'' ardından Karan balonu tekrar vurdu. Bir hediye daha kaptı Elif. Elinde kocaman bir ayı vardı. Elif saçlarını arkaya savurdu. ''Bir şeylere binsek mi?'' Diyerek gülümsedi Elif.

''Güzelim nasıl isterse'' Elif Karan her iltifat edince kızaran yanaklarını gizlemekte sürekli zorlanıyordu. Birileri aşk acısı çekerken birileri de aşklarının tadını çıkarıyordu.

Karan Elif'in hediyelerini alarak ilerledi peşinden, ''dönme dolaba binelim mi?''

''Binelim'' diyen Karan ile oraya ilerlediler. Biletleri verip yan yana bindiler. İkisi de öylece kaldı. Elif Karan'a yaklaştı. Karan da bunun için bekliyor gibi Elif'in elini tuttu.

O gün gerçekten çok güzel olmuştu. O günü anımsadı Elif. Karan geri çekilirken Elif öylece kaldı. Dudaklarındaki hazdan hoşlandı. ''Elif ben-'' Elif susturdu Karan'ı.

''Oturup konuşalım'' başını salladı Karan. Bir banka oturdular. Elif oturmuş sadece Karan'a bakıyordu. ''Diyecek çok bir şeyim yok Elif. Ama ben seni hep seviyordum hep sevdim. Gözüm bir tek seni gördü Elif. Başka kimseyi görmedi. Çocukluktan beri seviyordum seni, sonra o karargahta yine karşıma çıktın. Elif dedim ama hemen beni hatırlamadın.'' Sustu Karan. O gün onu hatırlamaması canını çok yakmıştı.

İçindeki acı hiç geçmemişti. Karan o gün Elif'i yıllar sonra görmenin şaşkınlığını yaşamıştı fakat şaşkınlıktan çok içindeki mutluluk barizdi. O insan bambaşka bir insandı çünkü. O gün Elif'i gördüğünde ilk dikkat ettiği şey gözleri olmuştu. O güzel gözler ve emin olmuştu. Bu kişi Elif'ten başkası değildi. Aklına sanki flashback gibi bir anı düşmüştü.

''Biz gidiyoruz.'' Demişti Elif. ''Buradan taşınıyoruz annem, babam ben ve küçük kardeşim.'' Küçük kardeşim dediği kişi annesinin karnında daha yeni yeni kendini gösteren bir bebekti. Cinsiyeti henüz belli olmamıştı. Elif abla olacağı için çok mutluydu. Fakat o an Karan'dan ayrılacağı için üzgündü.

''Gidiyor musunuz yani? Bir daha göremeyecek miyiz birbirimizi?'' Diye sormuştu minik Karan.

Elif dudak büzdü. ''Öyle görünüyor.'' Minik Karan'ın canı çok sıkkındı. Elif'in gitmesini hiç istemiyordu. Annesi ve babası ile mutlu bir hayatı vardı Elif'in. Yakında bir kardeşi olacaktı.

Elif ve Karan zar zor ayrıldı. Yeni evlerine yola çıkmışlardı. Elif eşyaların taşınmasında annesine yardım etti. En sonunda ise düştü. Babası onu büyük bir sevgi ile kucakladı.

Akşamında Elif çok yorulduğu için erkenden yattı. Annesi ve babası ev ile uğraşmaya devam etti. Her şey yolunda gidiyordu. Babası bir koli açtı. Kolinin içinde mektuplar vardı. Mektubu açtı babası. Mektubu okuduğu an mektup elinden düştü. Yaşadığı şeyin gerçekliğini sorguladı. Fakat her şey gerçekti. ''Hayatım gel şu kolileri de düzeltelim'' demişti ama öylece yerinde durdu adam.

Kadın yere baktı. İşte o an anladı gerçeği. Babası ona döndü. ''Nasıl yapabildin bunu bana? Beni nasıl aldattın?'' Kadın sinirle gözlerini yumdu.

''Sen bunu bana nasıl yaptın? Karnındaki çocuk benim değil'' kadın elini karnına attı. Evet bebek ondan değildi. Aldatmıştı. Birine aşık olmuştu kadın gizli gizli görüşmeye başlamışlardı. En sonunda büyük bir kavga etmişlerdi. Ondan uzaklaşmak için şehir değiştirmişti.

''O karnındaki çocuğunda benden olduğunu sanıp babası olmadığım bir çocuğa babalık yaptıracaktın değil mi?''

''Yaptım'' dedi kadın. ''Bir hata yaptım.''

''Elif benden mi?'' Sustu kadın. Elif ondandı babası kocasıydı ama onun canını yakmak için yalan söyledi. ''Elif senin çocuğun değil'' Adam için zaman durdu.

''Sen bunu bana nasıl yaptın?'' Diye onu ittirdi. Kız yere düşüp kafasını çarptı. O anları minik Elif de görmüştü. Adam şokla yerde kafasından kan gelen kadına baktı.

Ona bakacağı sırada ''baba'' demişti. Babası onu görmüştü. Hiçbir şey yapamamıştı. Kızının yanına gitmişti. Kızına bile bakmadan ilerledi ve ambulansı aradı. Minik Elif annesinin yanına gitti. ''Anne hadi uyan'' dedi. Fakat annesi uyanmadı. Ağlamaya başladı Elif. ''Anne lütfen uyan babam gitti yalnız kaldım uyan anne'' ambulans geldi. Elif annesine öyle baktı. Adam hiçbir şey yapmadan hastaneye gitti. Minik kızı evde tek başına bıraktı. Arkasına bile bakmadı. Annesini birkaç gün uyutacaklardı. Elif annesinin yattığı yerde tüm gece yattı.

Sonraki gün geldi. Babası eve gelmedi. Bir arkadaşının yanına gitti. Kıyafetinde kızının saçlarını kullanarak test yaptı. Arkadaşı olduğu için 24 saat içinde her şeyin düzeleceğini söyledi.

Elif evde çok acıktı. Gidip yemek aradı ama yeni taşındıkları için bulamadı. Evin kapısını bile açamadı. Hem aç hem de susuz kaldı. Yirmi dört saat geçti. Elif çok acıkmıştı. Hem de çok susamıştı. Babası zarfı eline aldı. Sonuç zaten belliydi. Bunu yapmasının sebebi mahkemede kullanmaktı. Zarfı açtığı an ne yapacağını bilemedi. ''Benim kızım Elif benim kızım'' diyerek eve koştu.

Elif ise annesinin yattığı yerde durdu. ''Baba beni artık sevmiyor.'' Diyerek ağlamaya başladı. Kapı açıldı. İçeri girdiğinde kızının kanların yanında öylece uzandığını gördü. ''Kızım''

Elif o sesi duymadı. Umursayamadı o sesi. Adam kızının yanına geldi. ''Kızım'' diyerek başını tuttu. ''Geldim kızım özür dilerim.''

Elif öylece kaldı. Kısa bir süre sonra açlıktan bayıldı. Adam kızını hastaneye götürdü. Elif uyandığında ise üç gün aklından tamamen silindi. Babası kızı için her türlü şeyi yaptı. Kızı hatırlamasa bile o kendini affedemiyordu. Ardından annesi iyileşti. Kızları için evlilikleri devam etti. Kadının çocuğu da düşmüştü.

Babası Elif'e o günden sonra daha da düşkün oldu. Yaptığı affedilmez hatası için ve bir gün karısı ile eski günler açıldı. ''Ben senin yüzünden kendimden tiksiniyorum. Kızım benim yüzümden o kadar kötü şeyler yaşadı ki her şey hafızasından silindi ve bunun suçlusu benim çünkü Elif senin kızın değil dedin.'' Diye bağırdı. Kadının bir anlık gözü döndü ve o an hayatlarının sona ermesi ile sonlandı.

Karan Elif'e baktı. ''Bende seni seviyorum Karan'' dedi Elif. Karan şaşkınlıkla ona baktı. Az önce yaşanan her şey gerçek miydi? Bu da gerçek miydi?

''Seni seviyorum'' dedi Karan

''Bende seni'' o gün mutlulukla kapandı.

(...)

Gidiyorduk. Karadeniz'den sonunda gidiyorduk. Bunun hüznünü yaşıyordum. Bu saatten sonra herkes kendi tarafında olacaktı. Oraya dönmem ile savaş başlayacaktı. Haber gelmişti. Adamı almışlardı ve şu anda çok güzel bir yere sakladıklarını düşünüyorlardı. Karargaha gittiğimde aksiyon başlayacaktı.

Alparslan ile o günden sonra asla yalnız kalmadık. Ben onunla konuşmadım. Bazı zamanlar da görmezden bile geldim. Bunu yapmama mecbur bırakmıştı. Şimdi asıl oyun başlasın.

Uçak ile indiğimizde bana bir telefon gelmişti. Karargaha gitmem söyleniyordu. Aynı telefonun Orhan ve Alparslan'a da geldiğine göre bir şey oluyordu.

Karargaha gittiğimizde onlar giyinip geldiler. Önemli bir tören olacakmış. Törene geldiğimizde onlar yerine geçti. Orgeneral geçti kürsüye.

Konuşmaya başladı. Ardından kahraman bir Mehmetçiği çağırdı. Ona ödül verdi. Albay da başka bir askere ödül verdi.

Bir anda bazı askerler ağır silahlarını çıkarıp havaya ateş açtı. Herkes şaşkınlık ve hafif korku ile o yöne döndü. Evet bu kişiler aramıza sızan kişilerdi. Bunu yapıyorlardı. Çünkü amaçları ödül alıp kazandığını sandıklarında bile kaybediyorlar etkisi vermeye çalışıyordu. Hepsi silaha davrandı.

Alparslan benden tarafa baktı. Ben gayet iyiydim. "Şimdi dediğimizi yapın ve yere çökün" buradaki hiç kimse bunu yapmazdı.

Bu sızmadan sorumlu kişi bendim. Yani onlar öyle sanıyorlar. Albay da yanılmış oldu. Güya benim karargahımda hain çıkmaz diyordu.

Bir anda teker teker vurulmaya başlandılar. En sonunda ise sadece biri hayatta kaldı. Vuran kişi buradaki hiç kimse değildi. Mit için çalışan özel timdi.

"Ne oluyor burada?"

"Her şey yolunda komutanım."

"Buradaki tüm sorumlu sensin" dedi. Evet suçlu onların gözünde bendim.

"Ben görevimi yaptım. Tüm sızmaları bildirdim. Fakat onları takip edip istediklerini bulmamız gerektiklerini söylediler. Bende görevimi yaptım." Albay şaşkınlıkla baktı.

Bende ona bu gerçeği söyleyecektim ama o sırada Alparslan vurulmuştu. Geri çekildim. Her şey kolaylıkla hallolmuştu.

Odama geçtiğimde içimdeki heyecanı azaltmaya başladım. İçimdeki sonucu bıraktım. Bugün burada sabahlayacak gibi görünüyordum. İşlerim oldukça artmıştı. Alparslan içinde aynı şey geçerliydi. Mavi bugün teyzesinde kalacaktı.

(...)

Her şey hazırdı. Albay odasına geçti. Alparslan da yanındaydı. ''Her şey planladığımız gibi ben gidip Hazal'ı etkisiz hale getireyim sonra şu pisliği karargahtan çıkaralım.'' Evet her şey Hazal'ın dediği gibi olmuştu. Fakat kimsenin bilmediği bir şey vardı. O pislik şerefsiz şuan bu karargahtaydı. Dışarıda kışlada duruyordu. Eski olduğu için orası boşaltılmıştı. Kimse onu orada bulamazdı. ''USB sonunda ele geçirdik.'' Dedi Albay.

Alparslan odadan çıktı. Gideceği yer belliydi. Kantine gittiğinde nescafe dolu bardak götürüyorlardı. Alparslan anladı direk. Bunu isteyen kişi Hazal'dı. ''Doğan'' Doğan durdu. Git bana bir çay getir.

''Emredersiniz komutanım kahveyi götürüp getiriyorum.''

''Önce çayımı isterim Doğan çayımı getir.''

''Emredersiniz komutanım'' dedi Alparslan. Tepsinin üzerinde duran kahveyi masaya koyup kantine koştu. Alparslan o masaya oturdu. Cebindeki uyku ilacını kahvenin içine koydu. Bunu yaparken etrafına bakmayı da ihmal etmedi. Her şey hazırdı. Doğan çayı getirdi. ''Buyrun komutanım.''

Alparslan çayı aldı. ''Kahveyi kime götürüyorsun?''

''Hazal hanıma komutanım''

Alparslan ''ben götürürüm'' diyerek bardağı ve çayı alıp uzaklaştı. Bunları tüm dikkatiyle izleyen Akif'ten habersizdi o sırada. Hazal'ın kapısı çalındı. Gel sesini duyunca içeri girdi Alparslan.

Hazal Alparslan'ı görünce bakışlarını bilgisayara dikti. Onu görmezden gelmeye devam edecekti. ''Hazal kahveni getirdim.''

Hazal arkasına yaslandı. Alparslan kahveyi masaya koydu. ''Daha önce de dedim. Sen koskoca yüzbaşısın bana getir götür işlerini yapmak ile hiç uğraşma Alparslan.'' Bardağı aldı Hazal. Kahvenin kokusunu içine çekti. Bu bile iyi gelmişti Hazal'a. Alparslan sabırsızca Hazal'ın kahvesini içmesini bekledi. Kahveden bir yudum aldı.

Alparslan istediğini başarmıştı. İçinde bunun mutluluğunu yaşadı. ''Bir daha yapmazsan ha bu arada sakın yanlış anlama bunu senin için söylemiyorum. Senin yüzünü daha az görmenin ümidi işte''

Daha dikkatli baktı Alparslan'a ''naparsın benim ki de bir ümit''

Alparslan gözlerini yumdu sinirle, nefesini verdi. ''Bitti mi?'' Dedi. Sesi dişlerini sıktığı için kısık çıkmıştı.

''Bitti çık'' Alparslan yumruğunu sıktı. Hazal bunu fark etti. Alparslan başka bir şey demeden odadan çıktı. İçinde Hazal'ın sözleri vardı. ''Beş dakika da nasıl canımı sıkabiliyorsun Hazal?'' Başka bir şey düşünmeden ilerledi.

Hazal çıkan kapıdan giden Alparslan'a baktı. ''Bunu sen istedin Alparslan.'' Kahvesine baktı. Geri kalan kahveyi saksının içine boşalttı. ''Birde güya oyun yapıcaksın değil mi?'' Akif'ten gelen mesaja baktı. ''Görev gereği hep gel bir karım nasıl? Ne yapıyor diye bir sorsan olmuyor sanki, beni hep kullanmanın canımı acıttığını hiç düşünmüyor musun acaba?'' Hazal acıyla elindeki bardağı sıktı.

''Gözündeki değerim gözlerimi yaşartıyor Alparslan.'' Nasıl yaşatmasın ki. Hazal bu dünyaya 1-0 geriden başladığını düşünüyordu. Fakat ondan daha da kötüsü 2-0 geriden başlardı. İleride kendisi ile öğrendiği gerçekler onun öyle bir canını yakacaktı ki.

Bir şerefsizin kızı olduğunu öğrendiğinde hayat duracaktı onun için. Öyle ağır şeyler yaşayacak, yaşamak zorunda kalacaktı ki. Bu acıyı da tek o çekmeyecekti. Sevdiği adamı da o acının peşinden götürecekti.

İçinde bulunduğu oda ona fazla geniş geliyordu o an. Fakat zamanı gelecek tüm dünya ona dar gelecekti. Öyle çok canı yanacaktı ki. Annesinin yaşadıklarını öğrenecekti. Annesini suçladığı için, babası gibi bir şerefsizden olduğu için kendinden nefret edecekti. Şuan o odanın içinde olacakları düşünüyordu. Fakat zamanı gelecek ölmeyi düşünecekti.

Gözleri yavaşça kapandı. Başını masaya yasladı. İçinde annesinin sesini duyduğu bir başka rüyaya daldı. Annesinin vücudunu parçalanmış gibi görmüştü zamanında rüyasında, bu annesinin gerçeğiydi ne yazık ki parçalanıp ölmek annesinin en acı gerçeğiydi. Son söyledikleri kızından başka bir şey değildi Hanife'nin.

İskender onun ölmeden önce ne söylediyse, bağırışları, feryatları da dahil hepsini kaydetmişti. Gün gelip kızını bulduğunda ona bu sesleri dinletmek için.

Yavuz başkan o sırada operasyon için son planları gözden geçirmişti. Arkasına yaslandı. Geçmişini düşündü, sevdiği kadını düşündü. Onun mezarını bile bulamamıştı. Asla bulamayacak olmanın da acısını yaşıyordu. Boynunda duran kolyeyi çıkardı. Kolyenin içini açtı. İki tane fotoğraf vardı. Sevdiği kadının bir fotoğrafı vardı. Diğer kısımda da Hazal kızı ile gülümseyerek bakıyordu. Mavi o zaman henüz yeni doğmuştu. Yeni doğduğunda çekmişti bu fotoğrafı Yavuz.

''Kızın bana emanet Hanife'm merak etme'' Hanife ile mutlu olmak ne çok istemişti. Fakat bu artık imkansızdı. Bari kızı mutlu olsundu. Hazal annesinin kaderini yaşamasındı. Yavuz'un tek isteği buydu.

Alparslan odadan içeri girdiğinde Hazal'ı uyumuş halde buldu. Yanına gitti. Hazal'ın başını kaldırdı. Onu oradan kaldırıp koltuğa oturttu. Ayaklarını da diğer koltuğa uzattı. Hazal'ın üstüne ceketini örttü. Diğer koltuğa oturup Hazal'ın başını omzuna yasladı. Hazal uyku halindeydi. Saçlarını sevdi Hazal'ın, ''her şey çok yakında bitecek Hazal sana söz veriyorum'' diye kulağına fısıldadı.

Oysa Alparslan'ın bilmediği önemli bir şey vardı. Her şey daha yeni başlıyordu. Bunu yakında Alparslan da anlayaöcaktı.

Albay ile geçmişini düşündü. Ne kadar mutlu bir evliliği vardı albayın. Evine geldiğinde baba diye bağırışlarını duyardı. Koşardı çocuklarının yanına. Kızını kucağına alır ve döndürürdü. Kızı çok mutlu olurdu. Oğlu babasının yanına gittiği gibi ona sarılırdı. Babası çocuklarına karşı hep sevgi doluydu. O günü hiçbir zaman unutamıyordu.

''Bir saate evdeyim Hacer'' dedikten sonra kapandı telefon. Albay ekmek almış eve gidiyordu. Ailesini görmenin mutluluğunu yaşıyordu. Ailesini üç aydır görmemişti ve çok özlemişti. Şimdi hep özlüyordu Albay.

Eve geldiğinde gördüğü şeyi asla unutmadı. Koskoca site gözlerinin önünde patladı. O an ne yapacağını bilemedi. Bunu yapan kişi Abadile den başkası değildi. Suriyeli bir teröristti. Fakat hizmet ettiği kişiler suriyeli değildi. O günden sonra Abadile yaptığı büyük patlama sayesinde düşmanların gözünde çok değerlendi. Onu güçlendirdiler ve USB de onda kaldı. Bunu kimse bilmiyordu ama Albay öğrenmenin bir yolunu bulmuştu.

USB nin içinde Abadile'nin hizmet ettiği yapının tüm sistemi vardı. USB ellerine geçtiğinde artık her şeyi bitirebilirlerdi.

Kudret o gün bir yemin etti. Ailesini öldüren herkesin işini bitirecekti. Koskoca site patladı. O sırada Kudret'in küçük kızı Sahra ise bahçede oyun oynuyordu. Albay kızını görmedi. Evde başka bir kız çocuk cesedi vardı. O ceset ile Sahra yer değiştirmiş oldular. Sahra o an hayatta kaldı. Fakat hafızasını kaybetmişti. Dönemin şartlarından Kudret o cesedi kendi kızı sandı. O ceset dedikleri kız da Sahra olmuş oldu. Hastaneden sonra yetimhaneye bırakıldı. Geçmişini hatırlamadı. O andan sonra ise ismi Sahra değil, Ebrar olmuştu.

Ebrar yetimhaneye beş yaşında düşmüştü. Hiçbir şey hatırlamamıştı. Kısa bir süre sonra evlat edinilmişti. Fakat evlat edinildiği kişi bekar bir kadındı. Kocası öldükten sonra kimseye bakmamıştı. Bir evlat olarak da yetimhaneden evlat edinmişti. Bu kişi de Ebrar olmuştu. Ebrar kendi hayatını kurmuş ve okumuştu.

Babasız büyümüştü. Her neticede gerçek ailesini hiçbir zaman hatırlamıyordu. Onu öz ailesinin mezarına götürmüşlerdi. Yani onlar öyle sanmıştı. Şimdi ise kendi ayakları üzerinde duran bir savcı olmuştu. Savcı Ebrar Gümüşçü.

Kendi ailesini hiçbir zaman hatırlayamadı Ebrar. Belki bir gün hatırlardı ama artık bazı şeyler için geç kalmıştı. Babasız büyümüştü. Abisini ve annesini anamayacaktı. Babası hayattaydı. Fakat o bunu bilmiyordu. Hatırlamıyordu.

Şuan Ebrar evinde oturmuş işi üstüne çalışmaktaydı.

Kudret albay ise ailesinin fotoğrafına baktı son kez. ''İntikamınızı alıcam'' dedi.

Hayat herkes için bir kader belirler. Hazal'ın hayatı bilmeden kendi öz babasından kaçmaktı. Alparslan'ın kaderi sırf sevdiği kadını yaşatmak için onun canını yakmaktı. Yavuz'un kaderi sevdiği kadını özlemek ve onun kızına kol kanat germekti. Kudret'in kaderi ailesinin intikamını almak, Sahra'nın kaderi kendi öz babası hayattayken ondan ayrı kalmaktı.

Herkesin bir kaderi vardı. Bu kader onlara zor yollar verecekti. Fakat hepsi o zor yolları aşacaktı. Herkes intikamını alacaktı. Fakat bunun için bir süre vardı. Fakat o zaman da er veya geç gelecekti. Sadece biraz zamana ihtiyaçları vardı.

Peki ya bu hikayenin başrolleri kimdi? Yavuz'du, Kudret'ti, Hazal'dı, Alparslan'dı. Hepsi yavaş yavaş kendini bulacak tüm sırlar zamanla açığa çıkacaktı.

Bölüm : 24.02.2025 16:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...