Alparslan görevdeydi. Gecenin sessizliğinde silahını sıkıca kavrıyordu. Bunu yaparken aynı zamanda zihni, geçmişin karanlık dehlizlerinde dolaşıyordu. Hazal'ı terk ettiği o geceyi hatırlıyordu. O gece, hayatındaki en zor kararı vermişti. Sevdiği kadını, karısını, sırf hayatta kalsın diye arkasında bırakmıştı. Ama bu karar, onu her geçen gün biraz daha tüketiyordu.
Gökyüzü yıldızlarla kaplıydı, ama Alparslan hiçbirini göremiyordu. Tek gördüğü Hazal'ın o geceki yüzüydü. Gözlerindeki şaşkınlık, dudaklarında titreme ve sessizce dökülen gözyaşları... "Beni asla terk etmeyeceğine söz vermiştin." Dedi Hazal, sesi kırılmış bir cam kadar ince ve sessiz çıkmıştı. Alparslan cevap verememişti. Ona gerçekleri anlatmak, Hazal'ın hayatını daha büyük bir tehlikeye atardı. Ve, o bunu göze alamazdı. Hazal'ın ölümüne katlanamazdı.
Yıllardır aynı vicdan azabını yaşayıp duruyordu. Hazal ve kızlarıyla yeniden bir araya gelmişti, ama geçmişteki terk edişinin yarattığı duvar hala aralarında yükseliyordu. Hazal'ı korumak için söylediği sert sözler, her gün o duvarı daha da kalınlaştırıyordu.
Dağdaki derin sessizlikten sadece rüzgarın uğultusu duyuluyordu. Elleri titriyordu. "Seni bırakmak zorundaydım Hazal" diye fısıldadı. "Eğer kalırsam seni de, hayatımızı da mahvedeceğimi biliyordum. Ama bunu asla anlamayacaksın ve belki de haklısın"
Hazal'ın yüzü tekrar gözlerinin önüne geldi. Onunla geçirdiği son birkaç haftayı düşündü. Kızlarıyla birlikte kahvaltı ettikleri sabahlar, Hazal'ın sessiz ama güçlü duruşu, kızlarının kahkahası... Her şey bir aile gibi görünmelerini sağlıyordu. Ama Alparslan bu mutluluğun arkasındaki gerçekleri bildiği için her an suçluluk duyuyordu.
Görev gereği Hazal'ın canını yakmak zorunda olduğu o gün, o gece söylediklerini hatırladı.
"Seni sevdiğim güne, sana aşık olduğum güne lanet olsun."
"Umarım şehadet haberin en erkeninden kulağıma ulaşır."
Oysa her kelime kalbini paramparça etmişti. Daha sonra Hazal hiçbir şey söylemeden hızlıca evden çıkıp gitmişti. Ama gözlerindeki o acı, Alparslan'ın zihnine kazınmıştı.
"Ben seni korumak için bıraktım, Hazal" dedi kendine, sesi titriyordu. "Ama seni korumak için şimdi seni incitmek zorundayım ve bu beni her şeyden daha fazla öldürüyor."
Rüzgar onun fısıltısını alıp dağların ötesine taşıdı. Alparslan gözlerini ufka dikti. "Birgün her şeyi anlayacaksın" diye düşündü. "O gün geldiğinde belki beni de affedebilirsin. Ama o güne kadar bu yükü taşımaya devam edicem"
Alparslan o gece sadece bir asker değil, kendi vicdanında kaybolmuş bir adamdı. Hazal'ı korumak için yaptığı fedakarlık, şimdi onu yavaş yavaş yok ediyordu. Ama bu onun seçtiği yoldu ve bu yolun sonu, her ne olursa olsun, Hazal ve kızının güvenliği için değerdi.
(...)
Bu hayatta en çok değer verdiğim insanlar tarafından çoğu tarafından canım yandı. Uzunca bir süre hayatımda olup benim canımı yakmayan tek kişi Elif'ti. Onun değeri her zaman farklıydı. Kendisi benim kıymetlimdi. Fakat Alparslan evde yokken değerlendirmek istediğim şey Ceylan ile ilgiliydi.
Amcası ile birlikte aynı evin içinde birbirlerine alışmaya çalışıyorlardı. Kudret Albay yeğeninin kendini sevmesi için uğraşıyordu ama gerçekten Ceylan amcasını sevebilecek miydi?
Ceylan yaşadığı gerçeklerden sonra çok zor bir sürece girmişti. Yaşadığı ve öğrendiği şeyler elbette kolay değildi. Kendini derslerine yoğunlaştırmış başka hiçbir şeyi düşünmüyordu. Yoksa kafayı yiyeceği kesindi. Bugün zorlukla da olsa onu evime getirebileceğimin mutluluğunu yaşıyordum. Birazdan evde olurdu. Çalan zil sesi ile geldiğini anladım. Kapıyı açtığımda gördüğüm kişiye gülümsedim. "Hoşgeldin Ceylan"
"Hoşbulduk" dedi çekingen bir sesle
"Gel içeri" içeri girdiğinde her yere çekingen bir şekilde bakıyordu. Koltuğa oturduk. "Nasılsın?"
"İyi olmaya çalışıyorum" sevinmiştim.
"Sevindim. Yaşadığın şeyler elbette kolay değil ama benim de yanında olduğumu unutma, ister bir abla, bir yenge olarak gör beni farketmez her zaman yanındayım."
Hafifçe tebessüm etti. "Teşekkür ederim."
Bende ona karşı gülümsedim. "Rica ederim"
"Şimdi illa aklına takılan sorular vardır. İstediğin soruyu sor cevabını bildiklerimi cevaplayacağımdan şüphen olmasın."
Başını salladı. "O zaman ilk soruyorum."
Başımı salladım. "Dinliyorum."
"Annem neden böyle bir şeyi yaptı? Beni neden babamdan ayırmaya kalktı? Beni neden öz ailemden neden gizledi? Neden beni koruyup kollayıp oğlunu kollamadı? Babamı ve onu neden terk etti?" O dediği kişi abisiydi.
"Emin ol bir anne olarak bende annenin neden evladını babasız büyüttüğünü, bir evladını bağrına bir basıp bir oğlunu terk ettiğini hiçbir zaman anlayamam" dedim tüm sakinliğim ile
"Bence annenin Alparslan'ı terk etme sebebi onun sorumluluklarından kaçmak istemesiydi. Seni ise yaşamaya tutunacak bir dal olarak gördü ve senin canını yakacağını bile bile tüm bunları yaptı."
"Ölmeden önce hep benim hakkımda ne derslerse doğru söylüyorlar demişti. Onlara inan dedi. Bana anne dedi. Ben anne olmayı hak etmiyorum dedi" gözünden süzülen yaşlar içinde tuttuklarının acısıydı.
"Bende insanım ya kimsesiz bir şekilde hayata tutunmaya çalışan bir insanım"
"Bir doğru bir yanlışın var. Doğrun insan olduğun yanlışın kimsesiz olduğundan, sen kimsesiz değilsin Ceylan bundan sonra asla kimsesiz olmayacaksın. Abin belki şuan senin ile ilgili ikilemde ama seni er yada geç kabul edecek sadece onun da zamanı var. Zaman en büyük ilaç, sadece abine değil sana da ilaç olucak görüceksin"
Başını salladı. "Peki babam kim? Ona sormaya cesaret edemedim." Kendini zorlukla toparladı. "Amca-ma"
"Ben onu hiç tanımadım sadece Alparslan'ın anlattığı kadar biliyorum."
"İşte ne anlattı size?"
"Bunu bana sormanı anlamıyorum Ceylan sonuçta babanı hiç tanımadım."
"O size ne anlattı? Sadece onları anlatın lütfen"
Derin bir nefes verdim. "Böyle şeyleri anlatmak bana düşmez dediğim gibi amcana sorman daha faydalı olacak"
Söylemeyeceğimi anladı ve vazgeçti. "Peki" dedi en sonunda. Canı sıkılmıştı.
"Merak etme her şey zamanla olucak, herkes zamanla birbirini sevicek" aklıma gelen şey ile gülümsedim. "Yeğenin ile tanışmak ister misin?"
Anlamadı tabi ki "anlamadım."
"Bizim Alparslan ile bir kızımız var. Adı Mavi yani sende onun halası oluyorsun tanışmak ister misin?"
Ceylan gülümsedi. "Beni sever mi ki?"
"Merak etme kızımın bu hayatta sevemeyeceği insan yok"
"Peki ya o buna karşı çıkarsa istemezse"
"Ona bu fikirleri sormuyorum. Çocuk onun olduğu gibi benim de çocuğum istediğimi yapabilirim."
Gülümsedi ve başını salladı. "Odasındaydı çağırayım" diyerek ayağa kalktım. "Anneciğim" diyerek içeri girdiğimde kızım yatağında tabletini oynuyordu. "Mavi gel annecim" Mavi bana baktı. "Gel annecim Seni tanıştırmak istediğim biri var."
Meraklandı. "Kim?"
"Kendi gözlerinle gör." Mavi hızlıca salona koştu. Ceylan'a uzun uzun baktı. "Seni halan ile tanıştırayım annecim"
Mavi halasını uzun uzun inceledi. "Merhaba ufaklık" dedi Ceylan
Mavi ise en sonunda "memnun oldum" dedi. Ceylan gülümsedi. "Bende" dedi ve en sonunda Mavi halasına sıkıca sarıldı. Ben ise bu anı uzun uzun izledim. Onları bu şekilde görmek beni kabul etmem gerekiyor mutlu etmişti.
(...)
Çok az kalmıştı. Yeni planın başlamasına çok az kalmıştı ve bizim artık diski almamız gerekiyordu ama Allah'ın cezası disk hiçbir yerde yoktu. Her yeri aramıştık ama bulamamıştık. Bu bizim bir yol kat edemediğimize yandı.
Üstelik sadece bu da değil şuan da harika bir olay oluyordu. Silahlı çatışma desem yeridir. Ankara'nın bir merkezine saldırı düzenlemişlerdi. Bende işte naparsın bu duruma şans eseri düşmüştüm. Silahım yanımdaydı neyse ki hemen bir destek ekip istedim. Gelmeleri uzun sürmezdi ama onlar gelene kadar sivilleri korumak benim görevimdi. Benim anlamadığım neden bir bankaya gelip dehşet saçmak isterlerdi. Benden kurtulamazlardı.
Kasanın içi şimdilik en güvenli yerdi. Buraya gelen teröristleri susturucu ile öldürdüğüm için neyse ki çok fazla sıkıntı olmuyordu. Beni bulamıyorlardı. Fakat hepsine karşı tek başıma işlerinden gelemezdim. Nerede destek?
Biri tam sivillerinin olduğu tarafa gelmişti ki tam ensesinden vurdum. Ben buradayken asla böyle bir şey olmasına izin vermezdim. Önce beni ezip geçmeleri gerekiyordu.
"Geldik" diyen sese karşı gülümsedim. Sonunda
"Ben iç kısımdakileri hallederim diğerleri sizin"
"Anlaşıldı."
İşte şimdi şov başlasın. Bir anda silah sesleri duyulmaya başladı. İçeriden "patron geldiler patron" ve bir silah sesi, vuruldu.
İlerledim. "Arif cevap ver" diyen sesi duydum telefondan
Telefonu elime alıp kulağıma dayadım. "Arif cevap ver" diyen gür ve kalın bir erkek sesi duydum. "Arif etkisiz kaldı."
Telefonun diğer ucunda bir sessizlik "sen!" Diyen sinirli ses, gülümsedim soğukça
"Planın işe yaramamış gibi görünüyor it"
"Sen Hazal Güçlü" kaşlarımı çattım. "Bu sesi nerede duysam kim olduğunu anlarım"
"Beni nereden tanıyorsun? Kimsin sen?" Kahkahalı bir gülme sesi.
"Seni öyle bir bitiricem ki" kaşlarımı çattım.
"Sen kimsin ve benden ne istiyorsun?"
"Senin öyle bir canını yaktım ki"
"Kimsin sen?"
"Ben Affan, Hazal hanım memnun oldum."
Affan bu isimi hatırladım. "Benimle derdin ne?"
"Seninle bir derdim yok ama derdim olmak için büyük sebeplerim var."
Anlamıyordum şifreli mi konuşuyordu? "Hatırlıyor musun? Karargahtan çıktığında vurulduğun anı" dosyaları düşmanın eline geçmesine izin vermemiştim. "Sensin o kişi"
"Doğru senin yüzünden ne kadar büyük zarar gördüm farkında mısın?"
"Senin gibilerin sonu olmak için her şeyi yaparım"
Telefonu sessize aldı Affan "aptal benim gibilerden birinin de o çok sevdiğin kocan olduğunu bir bilsen"
"Noldu? Sustun kaldın yoksa korktun mu?"
"Ben senden korkucam hayal dünyan güzelmiş"
"Korkman gerek Affan benden bir uyarı teslim ol yoksa devlet sana acımaz"
Güldü. "Tekrardan görüşüceğimiz günü iple çekiyorum"
"Bende" telefon kapandı.
Bu adam kimdi? Beni nereden tanıyordu?
Anlaşılan şu belgeyi onların eline vermeyerek fazla can sıkmıştım.
Ortada garip kokular vardı. Benden gizlenen büyük şeyler vardı ama hepsini zamanı gelince öğrenirdim.
(...)
Odanın içinde dört döndüm. Büyük bir açık yakalamıştım. İşte bu benim için bir zaferdi. Odamdan çıkıp albayın odasına ilerledim ama odasında yoktu. Hareket odasında olması gerekiyordu. Oraya ilerledim. İçeri girdiğimde albay tim ile iletişim kuruyordu. Alparslan'ın sesi gelince derin bir nefes verdim. İyiydi. "Albayım size söylemek istediğim önemli bir şey var."
Albay başını salladı. "Bekle" Alparslan'ın sesi geldi. "Burada birçok esir var. Onları güvenli bir bölgeye götürmemiz lazım" dedi.
Sonra birkaç saniyelik sessizlik. Ardından Orhan'ın "komutanım tuzak" deyişi
Alparslan'ın "komutanım bir şeyler ters gidiyor" dedi ve ardından bir kurşun sesi. Yüreğim ağzıma geldi. "Komutanım Alparslan komutan vuruldu."
İşte benim için dünya o an durmuştu. "Alparslan!" diye öyle bir bağırdım ki ayaklarımın üzerinde duramadım. Yere düştüm. "Alparslan" dedim ağlayarak, "Alparslan"
Albay bana döndü. "Komutanım" dedi Alparslan zorlukla "sanırım yolun sonuna geldim." Zorlukla konuşmuştu. Hızla ayağa kalkıp mikrofonu elime aldım. "Alparslan dayan" yalvarırım dayan ben sensiz yaşayamam.
"Hazal" dedi zorlukla
"Komutanım komutanımı hemen hastaneye yetiştirmemiz lazım"
Beni bırakamazdı. Bu sefer olmazdı. Onsuz yapamazdım. Onsuz yaşayamam. Beni bırakma Alparslan yalvarırım beni bırakma
"Hazal" dedi tekrar Alparslan.
"Alparslan iyi misin? Yalvarırım bir şey söyle"
"Ha-zal" sesi titriyordu. "Seni" dedi zorlukla
"Sev-i-yor-" devamı gelemedi.
"Alparslan cevap ver Alparslan"
Dünya benim için durmuştu ve o an istediğim tek bir şey vardı.
Alparslan'ın yaşaması...
Hastane koridorlarında koşarak ilerliyordum. Acil kısmında Alparslan'ı gördüm. "Alparslan" acı dolu çıkan sesim ile ona doğru gitmek istemiştim ama durdu. Doktorlar hemen ameliyata almaları gerektiğini söyledi. Alparslan'ı sedyede ilerlettiler. Hızla yanımdan geçip gidiyordu. "Alparslan beni bırakma lütfen sevgilim" dedim zorlukla
Ameliyata aldıklarında dışarıda beklemeye başladım. Tim bir süre sonra geldi. Herkes perişandı. Orhan yanıma gelip beni yerden kaldırmaya çalıştı ama kalkmadım. Koltukta oturmak falan istemiyordum. Ben hiçbir şey yapmak istemiyordum.
Alparslan'ın ameliyatı başladığında, içimdeki korku her geçen saniye daha da büyüdü. Zaman bir anda durdu, her şey bulanıklaştı ve yalnızca onun hayatta kalıp kalmayacağı düşüncesi zihnimi sarstı. O kadar pişmandım ki, ona ne kadar kırıldığımı, ona ne kadar acı verdiğimi şimdi daha net görüyordum. O an, tüm o sert sözlerim, ona söylediğim, ona söylediğim o acı verici cümleler bir anda bana geri döndü. ''Umarım şehadet haberin en erkeninden kulağıma ulaşır.'' demiştim. Ne kadar öfkeliydim ona, ne kadar kırgındım... Ama şimdi, onu kaybetme korkusu her şeyin önündeydi. O an her şeyin ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim.
Ameliyaın başladığı ilk an, kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Gelip giden doktorlar, hemşireler, her şey bir bulanıklık içindeydi. Onun o soğuk metal masanın üzerinde, bilinçsiz bir şekilde yatıyor olması, bana ne kadar çaresiz olduğumu hissettirdi. Onun hayatta kalması için yapacağım tek şey beklemekti. Ama beklemek, her geçen saniye içimi daha da sıkıştırıyordu. O kadar pişmandım ki, ona söylediğim her şeyin gerçekte ne kadar anlamsız olduğunu düşündüm. Eğer o hayatta kalmazsa, ona son bir kez sarılamazsam, ona seni seviyorum diyemezsem? İşte o an içimdeki korku en üst seviyeye çıktı. Onu kaybetmek, her şeyin sonu demekti. Her geçen saniye, bu düşünce beni daha da donduruyordu.
Alparslan'a olan sevgimi, ona duyduğum bağlılığı, tüm duygularımı o kadar yoğun hissediyordum ki, sanki her şey bir anda üzerime yıkılacak gibiydi. O benim hayatımda gördüğüm en değerli insan. Ama ona ne söyledim? Ona nasıl davrandım? Ne kadar acı verdim ona? Bunu telafi edebilir miydim? İçimdeki tüm sorular birbirine karışıyordu. Her geçen dakika, ona duyduğum pişmanlık daha da büyüdü. O kadar öfkeliydim ona, o kadar kırgındım... Ama şimdi her şeyin önünde sadece onu kaybetme korkusu vardı. Eğer o hayatta kalmazsa, onu bir daha görememek, ona son kez sarılamamak, ona sevdiğimi söyleyememek, her şeyin sonu demekti.
Ameliyat odasından gelen her ses, her haber, içimdeki umudu ve korkuyu aynı anda bekliyordu. Her geçen dakika, içimdeki korku daha da büyüdü. Ne kadar dua ettim, ne kadar içimden onu hayatta görmek için yalvardım Allah'a. Ama bir yandan da, ona verdiğim acıları düşündükçe, içimdeki boşluk daha da büyüdü. O an ona ne kadar acı verdiğimi fark ettim. O sadece benim hayatımda değil, aslında herkesin hayatında değerli bir insan. Ama ona ne söyledim? Ona nasıl davrandım? Ne kadar sert oldum? Şimdi, ona olan sevgimi, ona her şeyin ne kadar değerli olduğunu gösterebilir mıydım?
Zaman ilerledikçe, içimdeki pişmanlık daha da yoğunlaştı. Onun hayatta kalmasını istemek, ona duyduğum sevgiyi hee fırsatta ona göstermek istiyordum. Ama bunu nasıl yapacağım? Ona ne diyeceğim? Geçmişte söylediklerimi nasıl telafi edeceğim? Her geçen saniye, ona duyduğum pişmanlıkla birlikte, onu kaybetme korkusu büyüyordu. O kadar korkuyordum ki, ona son kez sarılamamak, ona seni seviyorum diyememek... O kadar pişmandım ki, geçmişteki tüm o sert sözlerim, kırgınlıklarım bir anda içimi kemiriyordu. Ama şu an, her şeyin ötesinde bir şey vardı: onun hayatta olması için dua etmek. O hayatta kaldığı sürece, ona ne kadar değer verebildiğimi gösterebilirim.
Bir an için her şey sessizleşti. O kadar sessizdi ki kulaklarımda sadece kalbimin çırpınışı vardı. O an sanki Dünyada başka hiçbir şey yoktu. Onun hayatta olması her şeyin anlamıydı. Doktorların yüz ifadeleri hemşirelerin telaşlı adımları her şey bir bulanıklık içinde kayboldu. Tek düşündüğüm şey onun hayatta kalmasıydı. Eğer o hayatta kalırsa ona her şeyi ne kadar değerli olduğunu gösterebilirim. Ona olan sevgimi, ona verdiğim acıları nasıl telafi edeceğimi anlatabilirim.
Ama eğer o kaybolursa, bu şansı kaybedeceğim. O zaman, her şeyin ne kadar anlamsız olduğunu kabul edeceğim.
Ameliyatın süresi uzadıkça, içimdeki stres daha da arttı. Her geçen dakika, her geçen saniye, içimdeki boşluk büyüdü. Onun hayatta kalıp kalmadığını bilmeden beklemek, beni tüketiyordu. Her şeyin bir anlamı vardı, ama şu an tek bir şeyin anlamı vardı.
O hayatta kalmalıydı. Onu kaybetmek her şeyin sonu demekti. Eğer o kaybolursa, her şey biterdi. O an her şeyin ne kadar kıymetli olduğunu fark ettim. Onunla geçirdiğimiz her an, her konuşma her gülüş... Hepsi şimdi çok değerliydi.
Saatler geçti. Bana arada çay veya su vermek istediler ama almadım. Elif gelip bana sarıldı. Ben tepkisiz kaldım. Hatta bir ara ben o ölürse hangi eniştemi senden vazgeçirmeye çalışıcam demişti.
Yüzü bir anlığına bana bir umut ışığı gibi göründü. O an zaman bir nebze olsun durdu. O an her şeyin bir anlamı olduğunu düşündüm. Ama bu anlam, onun hayatta olmasıyla tanımlanacaktı. Doktor Alparslan'ın hayatta olduğunu söyledi. O an içimdeki tüm korku bir anda biraz olsun hafifledi. Ama hala rahatlayamamıştım. Çünkü her şeyin gerçeği, her şeyin ne kadar zor olduğunu kabul etmek zorundaydım. O, hayatta kalmıştı, ama ona ne kadar değer verdiğimi gösterebilir mıydım?
Bir süre sonra her şeyin farkına varmaya başladım. Alparslan'ın hayatta kalması, benim için bir şanstı. Ama bu şansı nasıl değerlendireceğimi bilmiyordum. O kadar pişmandım ki, ona söylediklerimi ve ona verdiğim acıları değiştirebilmek için bir yol arıyordum. Ama şuan sadece teşekkür etmek istiyordum. Ona, hayatta olduğu için minnettarım. Ona her şeyin ne kadar değerli olduğunu göstermek istiyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.52k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |