24. Bölüm

24. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

Tekrardan merhaba normalde bugün bir bölüm atacaktım. Ama karne günü olduğu için atmak istedim.

Bu arada kitabımızın yeni kapağı nasıl olmuş bayıldınız mı?

Düşüncelerinizi lütfen paylaşın. Düşünceleriniz benim için çok önemli

Bölüm için 5 yorum ve 20 beğeni sınır koyuyorum. İyi okumalar.

 

 

Anne ne demekti? Sevgi demekti. Mutluluk demekti anne. Fakat Alparslan ve Hazal ikisi de bundan eksik büyümüştü. İkisi de annesi tarafından terk edilmişti.

Kızını son kez öptü kokladı kadın. "Güzel kızım, Hazal'ım" dedi kadın. Hazal annesine gülümsedi. "Özür dilerim kızım, canım kızım" kokladı kızını "seni çok seviyorum annecim"

İzlemeye doyamadı kızını. "Eğer ki hayatta kalırsam ne olursa olsun seni alıcam. Biz bir aile olucaz annecim sen mutlu bir ailede büyüyeceksin ben bunun için senin mutluluğun için elimden geleni yapıcam söz veriyorum. Şuan seni terk ediyor gibi görünüyor olabilirim ama bunu yapmamın sebebi senin hayatta kalman. Seven bir insan terk ettiğinde belki işin ucunda bir sebebi vardır kızım. Benim de senin hayatta kalman, insan sevdiği halde terk etmek zorunda kalabilir. Seni terk etmemin de sebebi var. Seni geride bırakmadım ben sen geri kalmazsın kızım kalamazsın benim kızım asla geride kalmaz. Kimse geride kalmaz kızım, seni çok seviyorum annecim. Hayatımdaki en güzel şeysin sen" dedikten sonra kızını sepete koydu. Notunu yazdı. Kızına son bir kez baktı. Oğluna döndü. "Hadi kardeşini koy gel annecim" çocuk başını salladı. Sepeti aldı ve gitti. Kardeşini yetimhanenin kapısına koydu. Kardeşine son bir kez baktı. "Kendine iyi bak kardeşim sakın erkeklerin seni üzmesine izin verme." Dedi ve annesi ile beraber gitti.

İşte o an bazı şeylerin kaderini belirlemişti. Annesi hayatta kalırsam seni alırım demişti ama almamıştı. Annesi ölmüştü.

 

 

Ceylan "anne" diye acıyla bağırdı. Annesi ölmüştü ve o hiçbir şey yapamamıştı. Hıçkırarak ağladı. Hıçkırarak Alparslan'ın kollarında dakikalarda ağladı.

Ardından ayağa kalkıp odaya baktı. Alparslan her an düşmesini engellemek için tutuyordu kardeşini.

Annesini başına geçirdiler örtüyü. Minik Ceylan ne yapardı onsuz?

Küçüklük anıları birer birer dolaştı Ceylan'ın zihnine.

Üvey babası yine içip gelmişti. Hıncını üvey kızından almak istiyordu. Minik Ceylan korku ile üvey babasına bakıyordu. "Yapma baba yalvarırım yapma" diye ağlıyordu.

"Ben senin baban değilim bacaksız." Deyip Ceylan's vurmak istediğinde annesi zamanında yetişip buna izin vermemişti. Annesi kurtarmıştı onu, daha sonra anne diyerek satılmıştı minik Ceylan. Annesi o gece bir an bile başından uzaklaşmamıştı. Kızını öpmüş koklamış başını okşamıştı.

Alparslan'ın zihnine ise annesinin onu terk ettiği an geldi. Anne diye yalvarışı gitme diye yalvarışı o gittikten sonra kapıda oturup annesi gelecek diye saatlerce beklemesi ama gelmedi annesi.

Gözünden bir damla yaş süzüldü Alparslan'ın. "Anne" dedi Ceylan gözleri bulanmaya başladı. Bilinci gitti. Yere düşeceği esnada Alparslan onu tutup kucağına aldı. "Geçti kardeşim" diye fısıldadı. "Geçti." Hazal onları izlerken duygularına hakim olamadı. Onun da gözünden yaş düştü.

Ama içinde bazı mutluluklar da oluştu. Artık her şey iyiydi.

(...)

Anneyi toprağa gömmek ne kadar zor olabilirdi ki

Alparslan için zordu. Toprağını ilk atan o oldu. Ceylan yerde oturup ağlıyordu. Bazı gerçekler vardı ve bunu düşünmeye samanı yoktu. En sonunda küreği başkasına verdi ve kardeşinin yanına oturdu. İki kardeşin de acısı aynıydı. Annelerinin ölümü.

Hazal, geriden kardeşleri izliyordu ama elinden gelen bir şey yoktu.

Yaklaştı abi kardeşe, Ceylan'a baktı. Destek olmak istercesine omzunu sıvazladı. Alparslan'a baktı. Omzuna dokundu onunda, Alparslan, Hazal'a döndü. Sadece gözlerine baktı Hazal'ın bu bile içindeki acıyı hafifletmişti. Ee

Cenaze bitti. Herkes ayrıldılar. Sadece dört kişi kaldı mezarda. Hazal, Alparslan, Ceylan ve Kudret.

Kudret yeğeninin yanından ayrılmak istemiyordu. Ceylan en sonunda Alparslan ve Hazal'a baktı. "Kimsiniz siz?" Diye sordu ağlamaklı bir sesle "kimsiniz?" Kimse cevap veremedi. Alparslan hiçbir şey demeden ayağa kalktı ve gitti. Ceylan bir cevap isterken gitti. Cevap vermek yerine kaçtı. Hala kardeşini kabul etmiş değildi. İçten içe ons karşı bir sevgi beslese bile henüz bunun farkında değildi.

"Herşeyi anlatıcaz tatlım" dedi Hazal. "Fakat bu bana düşmez." Kudrete baktı Hazal. Açıklayacak olan oydu. "Kimsiniz?" Dedi Ceylan Kudrete

Kudret yeğeninin yanına diz çöktü. "Ceylan gözlerin aynı baban"

"Babamı tanıyor musunuz?" Başını salladı Kudret "abimdi."

Ceylan gözlerini irice açtı. "Amcam mı var benim?" Diye sordu. Hazal başını salladı. "Sadece amcan değil aynı zamanda bir abin da var güzelim" dedi Kudret. Alparslan'ın gittiği yola baktı. "Fakat anlaşılan seninle yüzleşmeye henüz hazır değil" Ceylan gözlerini irice açtı. "Babamız ortak o zaman onunla" diye düşündü ve bunu sesli dile getirdi. Olumsuz anlamda başını salladı Kudret "sadece babanız değil anneniz de bir"

"Ne" diye bir nida döküldü.

"Annen babanı terk ettiğinde abin 5 yada 6 yaşlarındaydı. Terk ettiğinde sana hamileydi. Baban ile birlikte zor zamanlar geçirdiler. Baban annenin onu terk etmesini aşamadı. Kanser oldu ve öldü. Ölmeden önce bir kızı olduğunu öğrenmişti. O öldüğünde sen 6 yada 7 yaşlarındaydın."

Tüm bunların gerçek olacağını düşünmemişti Ceylan. Ne demişti annesi benim hakkımda ne söylerlerse hepsi doğru. Annesinin toprağına baktı. "Bunu nasıl yapabildin anne?" Ceylan babası hayatts iken babasız mı kalmıştı? Aslında ona sahip çıkacak bir ailesi var mıydı? Oğlunu terk mi etmişti?

Dondu, ne tepki vereceğini bilemedi. Dakikalarca sürdü bu, ardından Hazal'a baktı. "Sen kimsin?"

"Abinin karısıyım, yeğeninin annesiyim güzelim"

Bazı taşlar yerine oturmuştu. Bu gerçekleri idrak edemedi Ceylan. Uzunca bir süre de edemeyecekti. "Lütfen beni buradan götürün" diye mırıldandı. Albay "benimle kalsın" deyince Hazal karşı çıkmadı. Zorlukla arabaya bindi ve gittiler.

(...)

Yaşadığım olay kolay değildi. Ne yapıp ne edeceğimi düşünüp durmuştum ve şimdilik evlilik oyununa devam etme zorunluluğum vardı. Alparslan annesinin ölümünden tahmin ettiğimden bile fazla etkilenmişti. Ceylan'a çok üzülmüştüm. Yaşadığı şeyler de kolay değildi. Sonuçta yaşadığı şeyin bir yalan olduğunu öğrenmişti.

Hayatının bir yalan olduğunu öğrenmişti. Fakat eminim ki amcası ona iyi gelecekti. En azından kimsesiz kalmamıştı. Alparslan'ın geldiği kapı sesinden belli oldu. Kızım daha yeni uyumuştu. İçeri girdiğimde koltukta ağlamaktaydı. Gözlerinden akan yaşlara hayret ettim. Alparslan ağlamadı oysa

Aslında beni terk ettiğinde ağlamaya başlamıştı. Fakat benim bundan haberim yoktu.

"Mavi daha yeni uyudu. Biraz sessiz" Alparslan bana baktı ama bir şey demedi. Gidip yanına oturdum. Yanına gidip koltuğa oturdum. "İyi mısın?" Diye sordum. Bana baktı. Tam bir şey diyecekti ki sustu. "Hazal" dedi mırıldanır bir şekilde.

Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Bir anda yaptığı şey beni gerdi. Bana sarılmasını beklemiyordum. Agladığında hiçbir şey yapamadım. Ona sarılmak istedim ama sarılmadım. Gururum buna izin vermedi. Alparslan bana sarılarak ağladı. Ardından yüzünü bana döndü. "Özür dilerim." Dedi ve hiçbir şey söylemeden gitti. Arkasından baktım.

Bu gece aslında hiç uyumayıp sabaha kadar ağlayacağını anlamak zor değildi.

(...)

Hazal artık uyumuştu. Alparslan yavaşça Hazal'ın odasına girdi. Bu saatten sonra risk alamazdı. Bu yüzden Hazal'ın kahvesine uyku ilacı koymuştu. Buna mecbur kalmıştı. Hazal sabaha kadar deliksiz bir uyku çekecekti.

Hazal'ın yanına girip yanına uzandı. Elinden gelen hiçbir şey yoktu. Çok çaresizdi. Elinden bir şey gelmemesi onun çok canını yakıyordu. Bu aralar normal şeyler yaşamamıştı. Bunun zorluğunu çekiyordu ama alışacaktı. Her şeye her acıya alıştığı gibi buna da alışacaktı. Kardeşi şuan amcasının yanındaydı. Zamanı gelince onu kabul edecek cesaret var mıydı? Alparslan'da

Vardı ama o henüz bunun farkında değildi. "Umarım beni affedersin Hazal umarım bir aile olabiliriz ha"

Hazal'a sarıldı. Öptü kokladı onu ve en sonunda o da uykuya daldı.

(...)

Uyandığımda fazla mayışıktım. Dün gece iyi uyutmuştum. Nefes verip kahvaltıyı hazırladım.

Kızımı uyandırıp onu okul için bizzat hazırladım. Bugün önemli bir görüşmem vardı. O yüzden karargaha gidemeyecektim. Onun yerine mit binasına gidecektim. Kızımın kahvaltısını ettirirken Alparslan geldi. Düne göre oldukça iyi görünüyordu. Yüzüne bakmaya gerek duymadım. Ona çok kızgındım. Oturup kahvaltısını yapmaya başladı. Mavi babasının bu şekilde onunla ilgilenmeden kahvaltıya başlamasını garipsedi. Alparslan da ardından kızını direk öptü. "Afiyet olsun benim kızıma" Mavi gülümsedi. İşte şimdi olmuştu.

Kahvaltıdan sonra kızım odasına gidip çantasını hazırlamaya başladı. Ben Alparslan'a bir şey demeden sofrayı toplamaya başladım. Onu görmezden gelmem onu çıldırtıyordu. "Hazal" yüzümü Alparslan'a döndüm. "Neden böyle yapıyorsun?" Şaşkınlığımı gizleyemedim. Bana yaptığı şeyleri ne çabuk unutmuştu.

Masaya yaklaşıp ellerimi masaya koydum. "Sen beni kızımla tehdit ettin farkında mısın?" Yüzü istemsizce kasıldı. "Beni kızım ile tehdit eden bir adama nasıl davranmamı bekliyorsun?"

Yüzündeki ifade bunun pişmanlığını yaşadığını gösteriyordu. Fakat pişman olmak için geç kalmıştı. "Hazal" dedi. "Ben bunu kendi isteğim ile yapmadım."

Kaşlarım çatıldı. "Kimin isteği ile yaptın?" Gözlerini kapadı. "Söyleyemem" geri çekildim. "O zaman benimle ilgili hiçbir şeye karışma ne yapacağıma karışma"

Tekrar ona döndüm. "Üstelik kız kardeşini kabul edeceksin Alparslan kız kardeşini kabul edeceksin o kızın hiçbir suçu yok. O masum o babandan bir hatıra sana"

Alparslan omuz silkip geriye doğru yaslandı. "Bir kardeşim olsa ona her anlamda kol kanat gererdim ben senin aksine"

"Söylesene hiç araştırdın mı öz aileni kan bağın olan aileni hiç araştırdın mı?"

Araştırmıştım. Defalarca kez, her izin peşinde gitmiştim ama hiçbir şey bulamamıştım.

"Araştırdın" dedi. Yüz ifadem ile belli oluyordu. Ne söylediğim.

Benim ailem kimdi? Babam kimdi? Annem kimdi? Annem beni neden terk etmişti? Annem rüyamda neden uzuvları parçalanmış bir şekilde karşıma çıkmıştı? Annem neden bana rüyamda baban sana her şeyi anlatacak o zamanı gelince seni bulacak neden demişti?

"Şu hayatta kan bağım olan bir kızımı biliyorum. Peki ya başka ne var kızım dışımda kimim var?"

Alparslan ben varım demek istemişti ama diyemezdi. Bunu demek istemişti ama diyememişti. Boğazında bir yumru oluşmuştu.

 

"Bu hayatta kan bağım olan başka kimim var?" Kendi sorumu kendim cevapladım. "Kimsem yok ama eğer ki bir kardeşim olduğunu öğrensem ne olursa olsun onu korur kollarım."

Alparslan başını önüne eğdi. "Fakat sanırım sende o yürek yok"

"Sende ne var Alparslan? Nasıl birisin sen? Nasıl bir bencilsin?"

Hakaretlerim sanki artık kanına dokunuyordu.

"Sen kardeşine sahip çıkmaktan bile aciz misin? O kız hep bir babaya sahip olmak istemiştir. Arkasında dağ gibi duracak bir baba. Babası yok belki artık ama bir abisi var. Arkasında dağ gibi duracak bir baba yok ama istersen arkasında dağ gibi duracak bir abisi olabilir. Ona baba sevgisini sen verebilirsin istersen, babasının boşluğunu sen doldurabilirsin. Hadi tamam bunları bile umursamamıyorsun o zaman kızın üzerinde empati kur. Mavi daha çok küçük ama ilk kelimesi baba oldu. Sürekli babam nerede? Diyip durdu. Ne kadar canı yandı biliyor musun? Senin yokluğunu o yaşında nasıl çekti biliyor musun sen?"

Yutkundu. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bilmiyorsun bilemezsin çünkü yoktun kızımızın yanında, kızımızın sana geç kavuşmasının nedeni sadece ben değilim sensin de, beni terk etmeseydin kızımız bu acıları yaşamayacaktı. Babasız beş yılını geçirmeyecekti ama geçirdi. Senin yüzünden, sen benim bu hayatta gördüğüm en büyük yüz karasısın Alparslan. O kız da bu acıları çekti. Kızını düşünüp karar ver ne vereceksen"

Ben konuları nasıl bir anda kendime kaldırmıştım anlamış değilim. Nefesimi seslice verdim. "Kızımızı sen bırakırsın bugün okuluna" daha fazla bir şey demeden ceketimi giyip evden çıktım.

(...)

"Bu ne demek oluyor?" Diye kükredi Albay. "Ne demek benden habersiz zorlukla ele geçirdiğimiz teröristi alırlar."

Mit mensupları gelip görevleri gereği timin ele geçirdiği adamı almışlardı. Alparslan albayın tek bir sözüne bakıyordu. "Ne yapmamızı istersiniz komutanım?" Dedi Alparslan

"Mit binasını bir ziyarette bulunucaz sen ve Tuna benimle geliyorsunuz."

"Emredersiniz komutanım!"

(...)

"İşte son dosya da bu başkanım" başkan dosyayı kontrol edip imzaladı. "İyi iş çıkardın Hazal, bundan sonrası çorap söküğü gibi gelicek"

"Umarım başkanım"

"Başkanım" diyerek içeri bir mit mensubu girdi. "Ziyaretçileriniz var."

Başını salladı başkan. "Bende nerede kaldı diye düşünüyordum. Onları odama alın ben geliyorum."

Başkan bana baktı. "Durum nasıl Hazal?"

"Gayet iyi başkanım her şey tıkırında gidiyor."

"O usb'yi aldıkları doğru mu sence?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bilmiyorum başkanım bunun için hiçbir şey bulamadım."

O usb onların çeteyi çökertmek için gerekli tüm bilgilerdi. Kısa bir süre önce albayın eline geçtiğine dair kesin olmayan bir istihbarat almıştık.

"Henüz oyuna başlamadılar."

"Başlamalarına az kalmış görünüyor."

"Neyse şu misafirlerimizi daha fazla bekletmeyelim"

Ayağa kalkıp odasına ilerlemeye başladı. Bende arkasından ilerledim başkanın, onun arkasında durmak şu anlık benim görevimdi.

Yanımda onun her zaman yanında olan onu koruması gereken bir mit mensubu vardı. Kapıdan girdiğimizde Alparslan ve Tuna'yı görmek beni şaşırmadı.

"Yavuz" diyerek ayağa kalktı Albay. Sivil kıyafetler içerisindeydi.

"Hoş geldin Kudret özletmiştin kendini" Diyerek ilerledi.

Kendi koltuğuna oturdu Yavuz başkan. "Sizi dinliyorum."

Yavuz başkan benim hayatımda büyük bir yeri vardı. Bana büyük bir iyilik yapmıştı. Doğumum riskliydi. Bunun için Yavuz başkan Almanya'dan en iyi doktoru getirmiş ve sezeryanı ona yaptırmıştı. Hem benim hem de kızımın hayatını ona borçluydum.

O zamandan sonra onun yolunda gitmeye karar vermiştim. Benim için büyük bir onurdu bu.

"Bizim zorlukla ele geçirdiğimiz teröristi siz hangi hakla alırsınız bu iş bize düşmez miydi?"

"O adam teşkilat için yararlı biri ona ihtiyacımız vardı."

"Peki bunu bana söyleyip iznimizi alamaz mıydınız?"

"Biz böyle uygun gördük."

"Peki size teşkilat için uygun olduğunu düşündüren ne? Nasıl bir bilgi var da böyle bir şey yapmaya kalkışıyorsunuz?"

​​​​​​Ardından bana döndü. "Kesin bu da senin işin" doğru benim işimdi.

"O görevini yaptı Kudret kimseye yüklenmeye kalkma" diyerek başkan beni savundu. Nefesimi verdim. Her yerde benimle uğraşmanın bir yolunu buluyordu.

"Başka diyecek bir şeyiniz yoksa"

"Yok" dedi Albay "ama yakında tekrar görüşücez"

"Elbette görüşürüz Kudret her zaman beklerim."

Alparslan bana baktı. Bakışını umursamadım. O da bunu anladığı için abartmadı.

Ardından çıkıp gittiler.

(...)

"Karımı rencide etmek zorunda mıydınız komutanım?" Diyerek giriş yaptı lafa Alparslan.

"Onun ne haltlar yediğini sen de çok iyi biliyorsun evlat, bizim savaşımızda bize engel olmak isteyen kişilerden biri de senin karın Hazal"

"Yani düşman" diyerek albayın lafını tamamladı Tuna.

"Aynen öyle karına dikkat et. Her an bir şey yapabilir"

"Emredersiniz komutanım"

"Bu arada görev sizi bekliyor."

"Emredersiniz komutanım" anlaşılan yine göreve çıkıcaklardı. Time kolay gelsin.

Gece yola çıkıyorlardı.

(...)

Benim neden burada olduğuma dair aklımda soru işaretleri vardı ama sorgulamamak daha iyiydi. Hasan diye bir adam varmış. Hatırlıyordum onu. Şu İskender denen adamın oğlu yani bir teröristin oğlu ama babasının izinden gitmek yerine annesinin izinden gitmiş. Devletine bağlı bir adam olarak bilinir. Bildiğim kadarıyla tecavüz sonucu doğmuş. Ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Ben geride kalmayı tercih etmiştim. İçeri girdiğimizde ben Yavuz başkanın yanına oturdum. İçeri giren adama baktım.

Babasına pek benzediği söylenemezdi. Annesinin fotoğrafını hiç görmemiştim ama annesine benzediğini tahmin etmek zor değildi.

"Hasan evlat" diyerek ayağa kalktı Yavuz başkan tabi ona hürmeten bende. Hasan, başkana gidip sarıldı. Yavuz başkan onu sıkıca sarmaladı. Tam bir baba gibi, hasret kaldığım duygu gibi.

Burukça gülümsedim. Hasan denen adamın bakışları bile bana kaymadı. Alışmış olmalıydı Yavuz başkanın başka biri ile gelmesine sürekli "siz oturun ben iki kişilik sevdiğiniz menü söylüyorum." Başını salladı Yavuz başkan, Hasan'ın omzunu sıvazladı. "Seninle ne kadar gurur duysak az evlat" içim cız etti. Hasan gülümseyerek uzaklaştı.

Yavuz başkana baktım. "Eğer ki çocuğunuz olsaydı iyi bir baba olurdunuz başkanım" bana döndü.

"Anlamadım evlat"

"Çok iyi bir baba olabilirdiniz başkanım"

Başkan hafif tebessüm etti. "Bir kız babası olmak hep isterdim ama kısmet olmadı."

Kaşlarımı çattım. "Şu zamana kadar bir kere bile evlenmediniz başkanım"

Buruk bir tebessüm belirdi bu sefer "insan sevdiği kadını kaybedince hiçbir şey ilgisini çekmiyor. Sevdiğin insandan bir çocuğu olmuyorsa gerisine Hacet yok" yutkundum. Anlaşılan zamanında büyük bir aşka yelken açmıştı Yavuz başkan fakat sevdiği kadın olmayınca bir önemi yoktu hiçbir şeyin, bilirdim.

"Sevdiğinin kıymetini her daim bilmen gerek o elinden gittiğinde asıl o zaman anlarsın sende ki yerini"

Başımı salladım sadece "anlıyorum başkanım" dedim. Ardından sekiz yaşında bir kız çocuğu geldi. "Merhaba Yavuz amca" Yavuz başkan gülümsedi. "Merhaba evlat" ardından bana döndü minik kız

"Merhaba ben Berfin" diyerek elini uzattı. Gülümseyerek elini sıktım. "Merhaba ufaklık" yanıma yaklaştı. Ardından "Berfin hile yapma" diyen ses duyuldu. Bu da 10 yaşındaki abisi olmalıydı. Yavuz başkanı gördü. "Hoşgeldin Yavuz amca"

Ardından bana döndü. "Merhaba" diyerek yanıma yaklaştı. "Merhaba" dedim. Yüzümü bir süre inceledi. Ardından "ne kadar güzelsiniz" dedi.

Güldüm. "Teşekkürler"

"Sizi sanki birine benzetiyorum ama-"

"Kerem hadi sen bize bir soda getir" diyerek lafını kesti çocuğun

Kerem başını sallayarak uzaklaştı. Bende daha sonra hemencecik oradan ayrıldım.

 

Alparslan tekrardan göreve gitmesi şaşırtmadı. Tabi Mavi kızımız babası ile kolay ayrılmadı ama en azından sonunda ayrıldı. O göreve giderken bu sefer ona bakmadım. Nasıl gidiyorsa gitsin nasıl gelirse gelsin

 

​​​

 

 

Bölüm : 17.01.2025 18:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...