23. Bölüm

23. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

İyi okumalar dilerim. Bol bol yorum ve beğeni atarsanız sevinirim iyi okumalar.

 

 

Bazı acılar vardır hiç geçmez, ne bekliyordu ki o benim canımdı. Hayatımdı. O beni terk ettikten sonra gerçekten hiçbir şey olmamış gibi davranmıştım. Beni terk etmesini umursamamış gibi davranmıştım.

 

Fakat o yaşadığım acıları artık unutamıyordum. Nefesimi verdim. Orhan'ın tüm vücudu verilmişti. O da ne yapacağını bilemiyordu şuan.

 

Alparslan ne diyeceğini bilemiyordu. "Pişman mısın yaptığından?" Sorduğum soru ona yönelikti. Ona bakarak söylemiştim. Gözlerinde anlamadığım duygular vardı, sanki artık bitmişti. Tükenmişti, güçlü durmak istiyor ama beceremiyor gibiydi.

 

Yaklaştı bana, aramızda bir adım kaldı. "Sana soruyorum"

 

Derin bir nefes verdi. Orhan'a baktı. "Değilim"

 

Gözlerimi yumdum acıyla, akmak için bekleyen yaşın akmasına izin vermedim. Onun yanında ağlayamazdım. Aciz durumuna düşemezdim. Ellerimi sinirle sıkıp yumruk yaptım. Bu yumruğu onun yüzüne geçirmemek için kendimi çok zor tutuyordum.

 

Bu da onun farkındaydı. "İyiki terk etmişsin aslında beni senin gibi bencil bir adamla birlikte yaşayacağıma ölürdüm daha iyi"

 

Nefesini verdi. "Susmanın vakti geldi Hazal"

 

Başımı yukarı kaldırdım. Benden haliyle uzundu "senden nefret ediyorum"

 

Buruk bir gülümseme oluştu yüzünde "sevindim"

 

İçimde bir anda ona karşı garip bir mahcubiyet oluştu. Bunun nedenini anlamadım ama anlamaya da çalışmadım.

 

"İyi en azından bu sefer susmuyorsun sadece"

 

Sessiz kaldı. Orhan'a çıkması gerektiğini söyledi. Orhan çıktı odadan, gitti. Odada onunla tek başıma kaldım. Bir anda ellerimi tutup beni duvara sürükledi. Sırtım buz gibi duvara çarptı. Beni güya korkutmaya çalışıyordu ama ben ondan korkmadım.

 

"Bu sahte evliliğimiz de çok yakında bitecek emin ol kocacım açıyorum 8.davayı"

 

"Ben beş yıl boyunca kızımdan uzak kaldım değil mi Hazal?"

 

Ne diyordu şimdi "evet"

 

"Peki buna kim sebep oldu?"

 

"Sen" dedim. Ne saçmalıyordu? Tahmin ettiğim şeyi yapmazdı değil mi?

 

"Peki bunun için kanıtın var mı?" Anlamıştım ne yapacağını, hayır hayır bu kadarını da yapamazdı.

 

"Yapamazsın beni kızımdan ayıramazsın!"

 

Soğukça gülümsedi. "Öyle bir yaparım ki" soğuk yüzü düşmanlara gösterdiği yüzüydü. Bana daha önce hiç böyle bakmamıştı. Bu bakışlarından korktum. Boğazımdaki yumru gitsin diye yutkundum ama fayda etmedi. "Nasıl bir canavarsın sen Alparslan?"

 

"Kızım için her şeyi yapacak bir canavarım ve emin ol kızım için seni bile ezip geçmekten geri durmam."

 

Bu karşımdaki nasıl bir insandır böyle.

 

Yüzümdeki iğrenme ifadesini hiç çekinmeden ona gösterdim. "İğrençsin... iğrenç bir insansın"

 

"Ben bazı kişilere karşı hep böyleydim."

 

"O kişiler hainler, teröristler, düşmanlar..."

 

"Kızımı benden almaya çalıştıkça sende benim için bir düşmansın"

 

Yok yok bu kadar ileri gidemezdi. "Ben senin karınım, çocuğunun annesiyim!"

 

Nefret ediyordum şu anda hissettiğim tek duygu nefretti. "Benden sevdiğim kişiyi, canımı, kanımı, kızımı aldıkça bunların hiçbiri fark etmiyor."

 

Derin derin nefes verdim. Bu kadarı da mümkün değildi ama, son gücümle ona baktım. Soğukça gülümsedim. "Ben asla kızını senden ayırmaya kalkışmadım. Defalarca kez aradım o Karadenizde kızım ile tanıştıracaktım hatta ama sen kaçıp gittin."

 

"İsteseydin direk karşıma çıkıp bu çocuk senin diyebilirdin ama demedin. Nerede çalıştığımı, arkadaşlarımı görevlerimi her şeyimi biliyordun, isteseydin kucağında kızımız ile çıkabilirdin karşıma ama sen yapmadın çünkü önce kendini düşündün hep, ben bunun için sana fırsat vermemiş olabilirim ama o vermediğim vakitlerde bile konuştum seninle, o sırada diyebilirdin" haklıydı. Kızımı bir bakıma ben de aslında ondan ayırmıştım.

"Yapma" dedim aciz çıkan sesimle "benim yaşama umudumu elimden alma"

 

Yaklaştı. Kulağıma fısıldadı. "Bu sana bağlı karıcım boşanma davası açarsan kızını kaybedersin benden söylemesi"

 

Aciz bir şekilde kaldım Alparslan'ın karşısında, bu adam gerçekten Alparslan mıydı? Bu bir zamanlar benim aşık olduğum adam mıydı gerçekten?

 

"Kimsin sen? Sen gerçekten benim bir zamanlar aşık olduğum insan mısın?" Yaklaştı. Nefeslerimiz birbirine karıştı. "Sakın bir daha dava açacağını falan söyleme"

 

"Seni sevdiğim güne, aşık olduğum güne lanet olsun Alparslan"

 

"Olsun karıcım lanet olsun"

 

"Seni asla affetmiycem"

 

"Kendimi affettirmek ister gibi bir halim mi var?" Yoktu ama olucaktı.

 

"Umarım şehadet haberin en erkeninden kulağıma ulaşır." Dedim sevdiğim adama, yüz ifadesi hızlıca değişti. Bana söylediği o kadar ağır cümle arasında bu ona yeterde artardı hatta.

 

"Umarım ama gelmeden önce benden çekeceğin var."

 

Kabus asıl şimdi başlıyordu.

(...)

Alparslan nefes nefese kalmış bir şekilde Hazal'a bakıyordu. Hazal ona hayatı boyunca attığı en kötü bakışı atıyordu. Nefret dolu gözlerle güya Hazal ona senden nefret etmedim demişti ama şuan da nefret dolu bakıyordu.

"Başka bir şey yoksa" diyerek Alparslan geri çekildi. Hazal donmuş bir şekilde Alparslan'a bakıyordu. Az önce yaşadığı şeyin gerçek mi yoksa kabus mu olduğunu idrak etmeye çalışıyordu. Kabus olmalıydı. Sevdiği adamın bu kadar canavar olmaması gerekirdi. Onu böyle tanımamıştı. Yaşadığı olayı idrak edemez bir şekilde öylece Alparslan'a bakıyordu. Öfke ve nefret artık vücudunun kontrolünü ele geçirmişti. "Ben senin tehdit edebileceğin biri değilim" dedi soğukkanlı bir sesle, Alparslan Hazal'a döndü. "Nasıl birisin?"

Hazal'ın yüzünde soğuk bir tebessüm belirdi. "Göstereyim" Alparslan'a yaklaştı. Hazal gözlerini bir saniye bile Alparslan'ın gözlerinden ayırmadı. Aralarındaki boy farkından dolayı Hazal kafasını kaldırmak zorunda kaldı. Göz göze öylece duruyorlardı ki bir anda Hazal yumruğunu Alparslan'ın karnına isabet ettirdi. Alparslan bunun etkisi ile birkaç adım geriledi. Hazal tekme atıyordu ki Alparslan buna izin vermedi. Hazal sinirle bir sonraki hamlesini yapmayı bekledi. "Senden nefret ediyorum." Diyerek bulduğu bardağı Alparslan'a doğru attı. Alparslan başını yana eğerek kurtuldu. Bardağın kırılma sesi yükseldi odanın içinde.

"Geber pislik geber" diye bağırdı. Alparslan ona öylece baktı. Hazal ona yaklaştı. Alparslan sıradaki hamlesi yüzünden temkinliydi. Hazal'ın ne yapacağını bekliyordu ki, çıkardığı bıçakla bakışları bıçağa döndü. Alparslan'ın boynuna dokundurdu bıçağın keskin tarafını, "ben bana yapılan tehditlere asla pabuç bırakmam" dedi tehditkar bir sesle

Hazal bıçağı biraz yaklaştırsa Alparslan ölecekti. "Sen beni zaafımla vuramazsın!" Zaafı kızıydı.

Alparslan derin bir nefes verdi. Hazal bıçağı çekti. "Dua et kızımın babasının yoksa acımazdım."

Hazal arkasını dönüp hızlı bir şekilde evden çıktı. Alparslan ise Hazal'ın arkasından baktı öylece.

Alparslan tepki vermedi. Odasına ilerledi. Ceketini çıkardı. Cebindeki dinleme cihazını çıkardı. Onu aslında en başından beri dinliyordular.

2 saat önce

Alparslan adımlarını temkinli bir şekilde atıp ilerledi. Affan içeride onu beklemekteydi. Affan'ın yaptığı şey itlerinin canı ile oynamaktı. Bir adamının basının üstüne elma koymuş ve bıçak ile o elmayı hedefliyordu ama hedef ölümcül yerlere geliyordu.

"Beni çağırmışsınız"

Affan Alparslan'a baktı. "Bizim için ne kadar fedakar olabilirsin?"

"Önemli bir durum mu var?"

"30 milyon dolar senin için nasıl bir para"

Alparslan düşünür gibi yaptı ama içinde cevabı belliydi. "Her şeyi yapabileceğim bir para"

Başını salladı Affan. "Yakında bir teslimat var. Kamyonlarımızda birçok uyuşturucu ve silah satılacak ve bu iş bize az önce dediğim Mebla tutacak"

Alparslan başını salladı. "Peki beni neden çağırdınız?"

"Normalde hep bize bilgi verdin, ulaşamadığımız birçok bilgiye senin sayende ulaştık. Akıllısın ve ben bu aklı o parayı bana verirken de görmek istiyorum." Alparslan'ın içinde bir zafer parıldadı. Eğer ki Affan bu göreve onu alırsa Affan'ı bitirebilecekti. Ailesi ile beraber mutlu olabilecekti. "Bu görev için ne gerekiyorsa yaparım."

Başını salladı. "Karının canını yakabilir mısın? En kıymetlinin, çocuğunun annesinin canını yakabilir mısın?"

Alparslan yutkundu. Böyle bir şey isteyeceklerini tahmin etmemişti. Yine işin ucu Hazal'a mı dokunacaktı? Kahretsin

"Yaparım" dedi başka çaresi yoktu.

"Dinleme cihazını takın eğlence başlıyor."

 

Telefonu çaldı Alparslan'ın, hemen açıp "iş tamam" dedi.

"Teslimat hakkında yakında çağırılacaksın" dendi ve telefon kapandı. Alparslan kendinden iğreniyordu. Bunu yaptığına inanamıyordu. Kendinden nefret ediyordu. Yaşamak istemiyordu. Ölmek istiyordu acı çeke çeke gebermek istiyordu.

"Umarım yakında şehadet haberin en erkeninden kulağıma ulaşır" bu laf zihninde dönüp durmaktaydı. Bu laftan bir türlü kurtulamadı. Kurtulmak istedi. Kurtulamadı. "Affet beni Hazal'ım affet" dedi ve yere çökerek ağladı.

Hazal ise o sırada nerede olduğunu bilmediği bir yere gelmişti. Sinirden nereye geldiğini bile bilmiyordu. Yol ıssızdı. Tüm tükenmişliği ile bağırdı. Acısını atmak istercesine bağırdı. Sonra ise hıçkıra hıçkıra ağladı. Alparslan evde, Hazal şehrin her hangi bir yerinde durmadan ağladı. İkisi de aşklarının bu hale geldiği için canları yanıyordu. Nasıl bu hale gelebilmişlerdi. Nasıl bu kadar severken bu halde bulmuşlardı birbirlerini, içlerindeki acıyı teker teker sildiler ve en sonunda kendilerini umursamaz rolüne büründüler.

(...)

Dün yaşadıklarım yüzünden hala kendime gelemiyordum. Bu benim çok canımı yakıyordu. Beni bitirmişti bu adam, gerçekten beni bitirmişti. Bizim için denilebilecek tek şey vardı. Kesinlikle toksik bir çift.

Toksik insanlardan nefret ederdim. Toksik ilişki düşünemezdim ama bizim tam tamına içinde bulunduğumuz durum buydu. Dün hayatımızın kavgasını yapmamış gibi bugün gidicek ve dün hiçbir şey olmamış gibi davranacaktık. Bu toksiklik değil de neydi?

Toksik bir çift olduğumuza hala inanamıyorum. Geceyi sokakta geçirmiştim şaka gibi.

Nerede olduğumu bile bilmiyordum. Tek bildiğim hemencecik bir şekilde eve gitmemdi. Hadi bana kolay gelsin

(...)

"Anlaşıldı başkanım" telefon kapandı. Derin bir nefes aldım. İşte asıl iş şimdi başlıyordu. USB aldım. Albayın odasına ilerledim. Bakalım albay ne yapacaktı? Gir emrini duymam ile içeri girmem bir oldu. Albay beni görünce derin bir nefes verdi. "Evet seni dinliyorum."

"Size de merhaba albayım"

"Söyle ve git"

"Tabi ki ama bence önce" USB yi gösterdim. "İzleyin ondan sonra direk giderim."

Elimdeki USB ye baktı. Ona uzattım. Aldığı gibi bilgisayara taktı ve videoyu oynattı.

Albay o teröristi bulmak için devletten gizli bir şekilde adam kaçırıp alıkoymuştu. Videoda konuşmaları, işkenceleri bağırışlar, çağırışlar ve yalvarmalar "acaba bunu üstlerime versem sizin hakkınızda ne kadar verirler."

Elini masaya vurdu. "Ne istiyorsun?!"

"Daha fazla bazı şeyleri karıştırmayın, anlıyorsunuz beni değil mi? Eğer ki istemediğimiz şeyler yaparsanız bu video asla gitmemesi gereken yerlere gider."

Ellerini sinirle yumruk yapmaya çalışmıştı. "Sana şu çok sevdiğim kızı anlatmıştım değil mi?"

Başımı salladım. "Anlatmıştınız"

"Peki ya onun tecavüz sonucu doğduğunu biliyor muydun?"

Kanım dondu. Gerçekten yazıktı. Bu tür şeyler dinlemeyi sevmiyordum. "İzninizle umarım bu videoyu düşüneceğiniz çok zamanınız olur."

Odadan çıktım. Artık minik bir olay sonrası, cevap belliydi.

(...)

Defne işine devam ederken aynı zamanda geçmişini sorguladığı bir zamandaydı. Anne ve babasından nefret ediyordu. Çok merak ediyordu biricik kızlarının doktor değil de aslında bir ajan olduklarını öğrendiklerinde yüzlerinde oluşan ifadeyi

İşine devam ediyordu ki gördüğü kişi ile nefesini verdi. Sakin kalması gerekirdi. Fakat sakin olamıyordu. Hep içinde bir heyecan bu kadarı ise çok fazlaydı.

"Tuna" dedi. Ona doğru ilerlemeye başladı. "Hoşgeldin"

"Hoşbulduk" diyerek gülümsedi. "Hayırdır bir şey mi oldu?" Başını olumsuz anlamda salladı. "Seni görmek istedim." Defne derince yutkundu. "Öyle mi?"

Evet dese dünyalar Defne'nin olacaktı ve evet cevabı geldi. "Ben o zaman hemen geliyorum." Dedi.

"Bekliyorum." İşini doktorlardan birine bıraktı.

Tuna'nın yanına ilerleyip elini tuttu. "Sana göstermek istediğim bir şey var."

Merak etti Tuna ama defne'yi de ikiletmedi.

Birlikte ilerlediler. En sonunda Defne, Tuna'yı dinlenme odasına getirdi. Koltuğa oturttu. Dolabından bir küre çıkardı. Tuna'ya doğru ilerledi. Yanına oturdu. Tuna'ya küreyi gösterdi. "Bu küre benim dünyam" anlamadığı için kaşlarını çattı Tuna.

"Anlamadım."

"Hani bazen başına çok kötü bir olay gelir ya yardımına koşan hep biri yada bir şey vardır benim de bu"

Küreye baktı. Kar küresiydi. Kürenin içinde ahşap bir kulübe vardı bacası tüten, sanki bir yuva hissini anımsatıyordu. Bu hissi sevdi Tuna. İçinde dolup taşmak üzere olan duyguları belli etti sanki, yada sadece Defne sevdiği için böyle hissetti. "Dokununca ne hissediyorsun."

"Güzel şeyler bir yuva, mutlu bir evlilik çocuk cıvıltıları"

Başını salladı Defne "ailem ile her kavga ettiğimde bu küremi alıp sarılırım. Bana sanki güç verirdi. Bu küreyi yıllar önce kendi param ile almıştım. Kendi ellerimle yaptığım ilk şey bu yüzden bendeki bu sevgisi"

Gülümsedi ardından "ailem hep kendi ayaklarım üzerinde olmamı isterdi. Bende böyle istedim ve sonunda başardım ama bazı insanlar için ayaklarının üzerinde durmak bu değil özellikle annem ve babam için"

Tuna kaşlarını çattı. "Neden sonuçta onların istediği mesleği yapıyorsun?"

Burukça gülümsedi. "İlerde anlarsın"

Ardından "hep aşık olup kendi çocuğumu büyütmek istemiştim. Hem kariyerimi hem ailemi her şeyi ben seçmek istemiştim ama olmadı."

Tuna hafif bir ima ve neşesini yerine getirmek için "belki mesleğine karar veremedim ama bence evlenmek istediğin adama sen karar verirsin"

"Zaten"

"O zaman?"

"O beni istemez bence"

"Neden istemesin ki sen her erkeğin evlenmek isteyeceği bir kadınsın herkes olmasa da benim evlen-" Tuna iltifat etmek için kelimesini devam ettirecekti. Kapı açıldı ve birkaç doktor içeri dolmuştu ve sonunda ikisi de ayrıldılar. Defne nasıl derdi ki evlenmek isteyeceğim adam sensin ama benimle ilgili gerçeği öğrendikten sonra beni asla istemezsin diyemedi.

Tuna bir gün Defne neden böyle konuştu? Diye düşünse o zaman cevabını alacaktı.

(...)

Anne sevgisi neydi? İçindeki tüm acıların geçmesi, her zaman yanında sana sevgisini sunan bir anne ne demekti?

Bunu Alparslan unutalı uzun zaman olmuştu.

Peki ya baba sevgisi neydi? Babanın arkanda dağ gibi durması ne demekti?

İşte bunu Ceylan hiçbir zaman bilemeyecekti. Ceylan artık tükenmişti. Annesi yatakta cihazlara bağlı bir şekilde yatıyordu. Uyuyordu. Ağlamaktan helak olmuştu Ceylan.

"Anne ben sensiz naparım sensiz nasıl yaşarım." Dün gece ev sahibi de evden atmıştı Ceylan'ı annesinin yanına gelmek zorunda kalmıştı bu yüzden. İçindeki acılara direnemiyordu. Ne yapacağını bilemiyordu. Sarı saçlarını arkaya doğru atmıştı.

Ona geniş gelen kahverengi bir tişört ve siyah bir pantolon vardı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Artık bir fayda gelmiyordu elinden.

Nermin hanım gözlerini açtı. "Kızım" Ceylan annesine baktı. "Anne" diyerek sevinçle annesinin elini tuttu. "İyi misin?" Başını salladı Nermin hanım

"Seni çok seviyorum kızım bunu sakın unutma ve ben öldüğümde benim hakkımda kim ne derse doğru olduğunu unutma sana yaptığım kötülükler için beni affet" anne demek istemişti Ceylan ama Nermin hanım işim vermedi.

"Bana anne deme öyle kutsal bir kelimeyi asla hak etmiyorum." Ceylan yutkundu. Ne yapmıştı bu kadar annesi.

O sırada Alparslan hastaneye adım atmış ve içeri girmiş bulunmaktaydı. İçinde yaşadığı duruma hayret ediyordu. Az önce aldığı telefon ile kendini hastanede bulmuştu.

Üstelik sadece bunu değil kız kardeşinin evden kovulduğunu da öğrenmişti. Vicdanı el vermemişti umursamamaya. O sonuçta kız kardeşiydi. Bugün tek bir kez annesi ile yüzleşecek ve iş tamamen bitecekti.

Annesinin odasına doğru ilerledi. İçeriye girdiğinde annesi yatakta kız kardeşi ise koltukta uyuyordu. Derin bir nefes aldı. İlerledi kız kardeşinin yanına, tatlı bir şekilde uyumaktaydı kardeşi, saçını arkaya doğru attı. "Merhaba ufaklık" Ceylan hafif kıpırdanınca hızla geri çekildi. Ceylan gözlerini açtığında Alparslan'ı gördü. "Merhaba" dedi uyanmaya çalışan bir ruh hali ile. Annesi gözlerini açtı ve oğlunu görünce irice açtı gözlerini.

"Oğlum" dedi hızla, Ceylan annesine baktı. Garipsedi durumu ama boşverdi. "Ceylan bize biraz müsade eder misin annecim?" Neden diye sormak istedi ama sonraya sakladı Ceylan "peki" diyerek dışarı çıkmak istemişti ki Alparslan onu durdurdu. Ceylan, Alparslan'a baktı. "Buyrun" cebinden bir tane anahtar çıkardı. Yanında da not kağıdı bunu Ceylan'a verdi. "Notun içinde hangi ev olduğu yazıyor." Dedi içindeki heyecanı dizginlemeye çalışarak.

"Evden atıldığını öğrendim ve ben bu konuda yardımcısı olmak istedim umarım yeni evinde mutlu olursun." Ceylan böyle bir şeyi kabul edemezdi. Tam abisine geri verecekti ki "itiraz etme kızım" diyen annesinin sesiyle durdu. Annesi bunu istiyorsa bir nedeni vardır. "Teşekkür ederim ama neden böyle bir şeye yardım ediyorsunuz?"

Alparslan nefesini verdi. "Bilmene lüzum yok" Ceylan tam çıkacaktı ki Alparslan tekrar omzunu tutarak durdurdu. Kardeşi varmış ile ilk teması olduğu için irkildi tabi.

Cebinden kredi kartını çıkardı. Ceylan'a uzattı. "İhtiyacın olduğunda harcamaktan çekinme" Ceylan annesine baktı. Annesi başını salladı. Bu al demekti. Kredi kartını aldı. İçindeki mutluluğu önlemeye çalıştı. "Teşekkür ederim." Dedi ve ardından çıktı.

Sonunda ana oğul başbaşa kalmıştı. Alparslan Nermin hanıma baktı.

"Gelmişsin" dedi Nermin hanım zorlukla çıkan sesiyle.

Alparslan'ın yüzü taş gibiydi. "Evet geldim" dedi soğuk bir sesle "ama sanma ki seni affetmek için buradayım. Hayır. Sana söyleyecek çok şeyim var."

Nermin hanım gözlerini kapattı. "Biliyorum." Dedi yorgun bir sesle "hak ettim."

Alparslan öfkesini bastıramadı. "Hak ettin mi? Hak ettiğini mi düşünüyorsun." Dedi sesini yükselterek "beni neden terk ettin? Söyle! Beni neden bırakıp gittin? Sevmediğin için mi? Yeterince iyi bir çocuk olamadığım için mi? Bana bir sebep söyle!"

Nermin hanımın gözleri doldu. "Sebep yok" dedi titrek bir sesle "hiçbir sebep yok"

Alparslan bir an donakaldı. "Sebep yok mu?" Dedi alayla "yani hiçbir şey için mi? Sadece kalkıp gittin, bir daha arkanı dönüp bakmadın, bu kadar basit mi?"

Nermin hanım gözyaşlarını tutamıyordu artık "evet" dedi hıçkırarak "sadece gittim, korktum sorumluluktan kaçtım. Bencilce davrandım. Seni nasıl terk edebildim bilmiyorum. Ama yaptım ve bunu her gün pişmanlıkla yaşadım."

Alparslan'ın içindeki öfke daha da büyüdü. "Her gün mü?" Dedi acı bir kahkahayla "her gün pişmanlıkla yaşadığını mı söylüyorsun? Peki ya ben? Her gün seni beklerken her doğum günümde senin gelmeni dilerken... Ben ne yaşadım anne? Bunu hiç düşündün mü?"

Nermin hanım oğlunun yüzüne bakmaya cesaret edemedi. "Düşündüm" dedi sessizce "ama hiçbir şey yapmadım. Seni aramak, geri dönmek için cesaretim yoktu. Sadece pişmanlıkla yaşadım."

Alparslan derin bir nefes aldı. Gözlerinde hem öfke hem de derin bir kırgınlık vardı. "Pişmanlık... Güzel bir kelime değil mi?" Dedi sert bir şekilde "ama benim çocukluğumu geri getirmiyor. Senin yokluğunda yaşadığım yalnızlığı, korkuları, eksikliği telafi etmiyor."

Kadın gözlerini kapadı. "Haklısın" dedi. "Hiçbir şey bunu telafi edemez. Ama... Seni sevdiğimi bilmeni istiyorum. Hep sevdim, bu hiçbir şeyi değiştirmez, biliyorum. Ama yine de bilmeni istiyorum."

Adam annesinin bu sözleriyle sarsıldı ama yüzündeki sertlik çözülmedi. "Bu hiçbir şeyi değiştirmez" dedi "çok geç"

Nermin hanım derin bir nefes aldı. "Biliyorum" dedi fısıldar gibi

Alparslan derin bir nefes verdi. "Peki ya Ceylan, onu neden terk etmedin? Onu neden sevdin? Ne farkımız vardı. Hadi babamı sevmedin diye diyicem ama babalarımız aynı"

Nermin hanımın işte bu soruya verecek bir cevabı yoktu. Sustu. Alparslan bu susmasını anladı. Alayla güldü. "Sen kendi çocuğunu babasından ayırdın babam öğrenmişti ölmeden önce bir kızı olduğunu, ona son bir kez sarılmak istemişti. Fakat babam kızına kavuşamadan öldü. Senin yüzünden..."

Nermin hanım gözlerini tekrar sıkıca yumdu. "Babam senin onu terk etmene dayanamadı. Öyle çok seviyordu ki seni, sen gidince bunu atlatamadı ve kanser oldu... Senin yüzünden"

Alparslan nefesini verdi. "Ceylan seni ne kadar çok seviyor değil mi? Peki annesi hakkında gerçekleri bildiğinde ne yapacak? Seni tekrar sevebilecek mi? Hep arkasında dağ gibi bir babası olsun istemiştir fakat olmamasının nedeni annesi olduğunda ne yapacak? Seni tekrardan sevecek mi?"

Nermin hanım zorlukla "öldüğümde ona tüm gerçekleri söylersiniz" dedi.

"Ama yalvarıyorum oğlum kardeşine sahip çık"

Alparslan nefesini verdi. "Ona ben sahip çıkmasam bile çıkacak insanlar var. Merak etme" ardından annesine arkasını döndü ve odadan çıktı. Ceylan onu gördüğü gibi ayağa kalktı. "Merhaba size sormak istediğim şeyler var annemle ilgili" Alparslan nefesini verdi. Tam cevap verecekti ki odanın açık kapısından annesinin kalbinin durduğu sesi yükseldi monitörden "anne" diye bağırdı. "Doktor yok mu? Annem ölüyor."

Doktorlar koşarak içeri girdi. Kalbini defalarca kez geri getirmeye çalıştılar ama olmadı. En sonunda ise "hastanın ölüm saati" dediklerinde, Ceylan "ANNE" diyerek bağırdı. Bacaklarında ayakta duracak güç bulamadı. Yere düşecekti ki Alparslan onu tuttu. Alparslan'ın içinde büyük bir acı belirdi. Sonuçta her şeye rağmen annesiydi.

Ceylan derin bir şekilde ağlarken bir anda abisine sarıldı. Alparslan bunu beklemediği için bocaladı ama daha sonra yavaş yavaş kardeşinin beline sardı elini. O sırada onları izleyen Hazal'ı tabi ki de farketti. Hazal ise öylece bakıyordu. Ceylan'a üzülmüştü. Bunu gizlemiyordu. Göz göze geldiler. Hazal en son yaşananlar yüzünden, Alparslan'a karşı oldukça mesafeli bakıyordu ama yine de içinde üzüldüğü gerçeğini değiştirmiyordu.

Bölüm : 07.01.2025 01:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...