Etrafta büyük bir gerginlik hakimdi. Bu gerginlik artık beni bile korkutacak duruma düşmüştü. Ben bunu daha Alparslan ile karşılaşmadan önce biliyordum. Sadece ben değil üstelik onu durdurmak için kurulan ekibin geri kalanı da biliyordu. Ben başında her şeyi anlamıştım zaten.
Yavuz başkan toplantı için çağırmıştı bizi, gitmiştik ve oturmuştuk. Bize onun yıllardır sakladığı bir gerçeği söylemişti. Bana dönmüştü. Senin kocan Kudret'in yeğeni işte o zaman bazı bit yenikleri oluşmuştu. Aslında birbirlerine az çok benziyordular. Fakat Alparslan bunu çok sevgili komutanından asla beklemiyordu.
Salak bir adam değildi. Diğer askerlerinden daha fazla ilgilenmişti onunla, Alparslan normalde böyle bir şeyi hemen anlardı. Fakat işte babası gibi gördüğü komutanının böyle bir şey yapacağını anlamamıştı. O zaman Alparslan'ın onun bu işin içinde olduğunu bilmiyorduk. Bana ulaşamadıkları an yeğenine her şeyi söyleyecekler diye tehdit et denmişti. Aksi halde bunu gerçekten yapacaktık.
Fakat Alparslan'ın da burada olması plan için beklenmedikti. Başkana bunu söylediğim an dedikleri belliydi. Bombayı patlat ve kaç.
Peki ben ne yapmıştım? Bombayı elbette patlatmıştım. Fakat henüz kaçmamıştım. Şu anda o büyük yüzleşmeyi izlemek zorundaydım. İçeride olanlar garipti. Bu odanın içinde Amca, onun yeğeni ve gelini vardı. Bir aile gibi bir şey vardı ama düştüğümüz konum pek aile gibi değildi. Yada ben yanılıyor olabilir miydim? Bilmiyordum.
Alparslan dakikalardır gözü kapalı bir şekilde yere çökmüş ve olanları idrak etmeye çalışıyordu. Böyle bir şeyi idrak etmek zor olmasa gerek aslında garip olan bir şey vardı. Yıllardır aradığı amcası dibindeydi ve o bunu yeni öğreniyordu. Sürekli dibindeydi aradığı amcası bu sanırım bana bir yerden tanıdık geldi ama nereden bilmiyorum.
Alparslan'ın yıllar öncesinde arasında Mavi'nin de bulunduğu bebekleri kaçırdığı çeteyi arıyorlardı. Bulmuşlardı da o gün baba ve kız karşılaşmışlardı. Alparslan Mavi'yi kucağına almıştı. Mavi onun kucağına geldiği an ağlamayı kesmişti. Bu hikaye bana gerçekten çok tanıdık geliyordu.
''Sana bir gerçek daha söylemek istiyorum Alparslan''
Sonunda bana bakabildi. ''Daha ne söyleyeceksin Hazal?''
''Söyleyeceğim gerçek senin kadar benim de canımı yakmıştı. Benim bile canımın yandığı bir gerçek''
Baktı öylece, ''Mavi...'' göz bebekleri titreşti. ''Kızımız''
''Değil mi?'' Dedi anında
Yok artık ama o kadar da değil yani ''saçmalama istersen o senin kızın''
Tuttuğu nefesi verdi. ''Ne o zaman?''
''Sen yıllar önce bir hastaneden bebek kaçırılan çeteyi yakalamaya gitmiştin değil mi?''
Gözleri titreşti. ''İşte o bebeklerden biri de Mavi'ydi.'' Gözlerini daha sıkı yumdu. ''O şerefsiz Mavi'yi kucağına alıp kaçmaya kalktı ama sen izin vermedin.''
Albay sıkıca gözlerini yumdu. Alparslan'ın gözlerinden düşen gözyaşların kendisi bile farkında değildi. ''Sen o gün kendi öz kızının hayatını kurtardın. Mavi öyle ağlıyordu ki kucağına aldığın anda ağlaması geçti. Minicik kalbi huzur doldu. Neden? Çünkü o babasının kucağındaydı. Daha ben bile kucağıma alamamıştım. Hep hayalin olduğunu söylerdin. Kendi bebeğimi kucağıma alıp koklamak isterdim derdin... Bunu başardın tebrik ederim. Peki o an sen hissettin mi onu? Kendi öz kızını kucağında tutmuştun. Bunu hissettin mi?''
Yaşadığı acıyı zamanı gelince yaşayacak biri daha vardı belki de kim bilir...
''Bu kadarını da yapmamış olduğunu söyle''
''Ben hiçbir şey yapmadım. O an belki de o bebeğin peşinden gitsen ne olurdu?'' Cevap belliydi. Mavi beş yıl babasız büyümezdi. ''Ben sana hiçbir şey yapmadım. Ben sadece gerçekleri söyledim.''
Bakışları amcasına döndü. Albay durduğu yerde bekliyordu. Neyi? Yüzleşmeyi ve sanırım vakti gelmişti.
''Nasıl yaptın bunu bana'' Alparslan ayaklandı. Karşısına geçip hesap sordu. ''Bunu bana nasıl yaptın?'' Albay susup onun konuşması için izin veriyordu. ''Babam hasta yatağına bile kardeşim demişti. Fakat sen onun mezarına bile gelmedin, o herkesi karşına aldığın kişilere bende düşman olmuştum. Beni ölmüş babama düşman ettin.'' Bu konuda haklıydı. Alparslan'ın babası da abisine karşı koymuştu. Abisi onunla da konuşmamıştı.
''Ben seni ölmüş babamın yerine koydum. Ben seni babam bildim.'' Yılmış bir şekilde baktı Alparslan ''Ben babamı ezip geçen adamı baba bilmişim meğerse'' Albay derince yutkundu. ''Tamam tüm bunları geçtim, neden söylemedin.''
''Seni kaybetmek istemedim evlat''
''Beni tam şu anda kaybettin... Amca'' bu sefer yutkunan kişi ben oldum.
''Madem beni kaybetmek istemedin. Neden sahip çıkmak istemedin bana''
''Ben babanın cenazesinde görevde esir tutulmuştum. Yoksa gelmez miydim sanıyorsun?''
''O zaman kardeşinin emanetine neden sahip çıkmadın?''
''Kendi kalbime kimseyi yerleştirmek istememiştim. Fakat bunu yaparak seni kaybettiğimi bilemedim.''
Ağır ağır salladı başını Alparslan. Ben ise diğer elimi kelepçeye yaklaştırdım. Biraz canım yanacaktı ama sıkıntı yoktu. Alışıktım acıya ''Daha sonra ise karşına çıkmak istemedim. Soyadımı değiştirme sebebim sen değildin. Ben yıllar önce babanla bağımı kestiğimde değiştirmiştim soyadımı seninle bir ilgisi yok.''
Gözlerimi sıkıca yumdum. İçimden ona kadar saydım. Bir iki üç dört beş altı... bağırmamak için zor tuttum kendimi. Gözlerimi yavaş yavaş açtım. Canım yanıyordu ama umursamadım. Albay ''ben seni gördüğüm anda pişman olmuştum ama söyleyemedim. Utandım kendimden amcan olarak sevemeyecektin bari komutanın olarak sev dedim.''
Hızla ayağa kalkıp kapı tarafına koştum. Kapıyı hızla açıp koşmaya başladım. Arkamda yıkılmış iki mert insan bıraktım aynı zamanda.
(Alparslan kapıya baktı. Hazal'ın peşinden gidecekti. Onu bırakıp daha sonra ise yaşadığı acıyı idrak etmeye çalışacaktı. Amcasına baktı. ''Bu konu burada bitmedi.'' Diyerek Hazal'ın peşinden koşarak ilerledi.)
Büyük bir depoya benziyordu. Etrafta anlamadığım bir sürü kablo vardı. Merdivenleri inerek koşmaya başladım ve emin oldum. Burası terk edilmiş bir fabrikaydı. Açık kapıyı görünce o tarafa doğru koştum. Gecenin bir yarısıydı. Dışarı çıktığım an şansıma küfrettim. Burası neresiydi böyle. Yola baktım. İyi bir sürücü bile buraya girse bile zorlanırdı. Kendini yola bıraktığın an canlı kurtulamaya bilirdin. Yolun kenarları büyük bir düşüş bölgesiydi. Üstelik burası bir dağ başıydı. Ben buradan ciddi manada nasıl kurtulacaktım.
''Hazal'' denen sese karşı koşmaya başladım. Alparslan neden şimdi peşimden geliyordu? Ben şimdi nereye gidecektim. Geldiğim yere karşı ağır küfrettim. Alparslan on adım gerimde ve ben kendimi bıraksam yuvarlanacağım bir yerdeydim. Mecbur durdum. Alparslan arkamdaydı. Bana çok yaklaşmıştı. Ona döndüm. Yaklaşıyordu ''dur'' diyerek elimle de işaret ettim.
Durdu. Ben bir adım daha geri atarsam tahtalı köyü bu sefer cidden boylardım. ''Düşeceksin bu tarafa gel!''
Kusura bakma ama gelmezdim. ''Git'' gitmeyeceğini net bir şekilde belli etti. Yerinde sağlamca durarak, ben gerçekten boku yedim. ''Hazal!'' ne Hazal ne? Beni bu şekilde korkutarak itaat ettiremezdi. ''Alparslan git dedim sana'' bakışları değişti. Hüzün ve sertlik bulunan gözleri bu sefer sinirliydi. Sanki anlamsız ama gözlerinde ''ben bunu hak etmedi.'' der gibiydi. ''Bunu sen istedin.'' bana yaklaşmaya başladı ve ben korkudan istemsiz geri adım attım. Düşeceğimi sandım ama düşmedim.
Alparslan beni belimden tutup kendine çekti. Tehlikeli taraftan uzaklaştırdı. Ardından hızla bileğimi tuttu. Beni fabrikaya doğru ilerletmek istedi. Direndim, oraya gitmek gibi bir isteğim yoktu. Alparslan durdu. Bileklerimi bırakmadı ama durdu. ''Seni oraya değil eve götürüyorum Hazal şimdi yürü'' Delirecektim, sen orada amcana hesap sormak varken neden benim peşime takıldın be.
''Gelmiyorum.'' Derin bir nefes çekti. Ya sabır der gibi bir hali vardı. ''Şu inatçılığın...'' sustu. Bana baktı. Onun canını yakacak bir hamle yapmıyordum. Mesela şuan öylece bakıyordum. Yakmıyordum ama az önce onun öyle bir canını yakmıştım ki ona çok fazla direnmemem belki de ondandı. Ustaca dövüşmeye başlasak bu iş bitmezdi.
Beni hızla omzunu aldı. Daha ben bile ne olduğunu anlamadan yaptı bunu, Bildiğin baş aşağı kaldın omzunda, ardından ilerleeye başladı. ''Bırak'' dedim sakinliğimi koruyarak ama Alparslan bırakmadı. Bu sefer direnmeye, omzundan inmeye çalıştım. ''Çuval mıyım bende bu şekilde götürüyorsun! Alparslan bırak?'' Arabanın yanına gelip kapıyı açtı. ve beni direk arabanın içine attı bildiğin, kapıyı üstüme kilitleyip şoför koltuğuna ilerledi. Sinirle soludum, fakat daha fazla zorlamadım.
Alparslan şu an çok sinirliydi. Arabayı binip hızla çalıştırdı ve arkadan amcasını bıraktı. Yerime sindim, Alparslan'a baktım. Haklıydım kırgınlığı yerine siniri hakim olmuştu. Alnından çıkan damarlardan belliydi. Önüme döndüm. Gerçekten de bu dağ başından kurtuluyorduk. İçimden istemsizce güldüm.
Hem kaçır, hem de götür. Şu an yaşadığım olaya hayret ettim nasıl bir durumun içine düşmüştük. Kocam beni kaçırmış ve şimdi de geri götürüyordu. Gerçekten hayret edilesi bir durumdaydık ama alışmıştık bence bu garip durumlara, etrafa baktım. Gerçekten neresiydi burası? Şehir dışına çıkmış olabilir miydik?
Bir saat boyunca yoldaydık. Ne o konuştu ne de ben öylece baktım. Alparslan'ı sinirleri kesinlikle tavan yapmıştım. Olduğum yerde gerildikçe geriliyorum. Alparslan sonunda sürmek dışında bir eylem yapabildi. Sağ elini direksiyondan çekti. Sol eli direksiyonda kaldı. Beklemediğim bir şey yaptı. Elimi sıkıca tuttu. Bunu asla beklemiyorum öylece kaldım. Ona baktım hiçbir tepki vermiyordu, elime kaydı bakışları ardından yüzüğüme, normal günlük hayattayken evlilik yüzüğümüzü elbette takıyordum onun zamanında bana aldığı yüzüktü. Hala takma nedenimi bilmiyorum ama takıyorum işte. O yokken bile takıyordum. Fakat acı gerçek ise onun evli olduğunu öğrendikleri anda yüzüğünü takmaya devam etmesiydi. Boşandığımız zaman onun yüzünü fırlatacaktım. Bu gidişle o vakit hiç gelmeyecekti.
Elimi tutmaya devam etti, hiçbir şey söylemedi. Yol boyunca sıkıca tuttu elimi, ben de hiçbir şey demedim sanki bunu yaparak benden güç alıyormuş gibi hissettim. Sonunda beni evimin önüne getirdi.
Arabayı park etti. "Eşyaların bagajda ve arkada" arkama baktım. Bunlar benim aldıklarım mıydı? Arabadan inip bagaja ilerledim. Bagajı Alparslan arkadan açtı ve yüzüm ekşidi.
"Ben bunların hepsini nasıl çıkaracağım?" Arabadan inip yanıma ilerledi. Bagaja göz dikti. "Ne ara böyle alışveriş tutkun oldun?"
Ters ters baktım. Böyle de söylenmez ama poşetlerin çoğunu aldı. Bana da iki tanesini almak düştü. Arka koltukta Allah'tan çok fazla yoktu. Onları da aldım. Alparslan arabayı kilitleyip siteye yöneldi. Tabii ben de peşinden ilerledim. Asansörde beklerken o öylece dikilirken ben ise garip garip bakıyordum. İçinde bulunduğumuz durumu hala alışamamıştım.
Sonunda eve geldiğimizde ise Alparslan'a baktım. Evin anahtarı neredeydi? "Yana çekil" hemen çekildim. Anahtarı çıkarıp kapıyı açtı.
"Cüzdanım ve çantam nerede?"
"Poşetlerin birinde" bir şey demeden hızla topuklu botlarımı çıkarıp içeri geçtim. Kendisi arkamdan gelirdi zaten direk odama gidip oraya bıraktım eşyaları, içeri girdim. Alparslan'ın elindekileri de alıp odsya ilerliyordum ki
"bunu unuttun" dedi. Elindeki alışveriş poşetine baktım. Böyle bir alışveriş poşeti almamıştım. "Ben böyle bir şey almadım."
"Aldın" dedi sesinde itiraza yer yoktu. Poşeti elinden aldım. İçinde beyaz bir elbise vardı. Çıkardım poşetinden, bu benim vitrinden bakıp nerede giyeceğim diyerek almadığım elbiseydi. "Ben bu elbiseyi almadım ki"
Garip garip baktı. "Aldın." Tabii ki de reddettim. "Almadım." En sonunda ise nefes verdi. "Hediyem olsun o zaman" bu seferde ben şaşkınca baktım.
"Sen mi aldın?" Başını sallamakla yetindi. Gülümsedim "teşekkür ederim" gerçekten mutlu olmuştum. Poşete geri koyup diğer poşetleri de odama götürdüm.
Poşete karşı gülümsedim. Özlemiştim bu hallerini beni kaçırmaya hazırlanırken bile sevdiğimi anlamış ve almıştı.
Odam tıklım tıklımdı ve benim şu an korktuğum Alparslan'dı. Şu an normal davranması beni korkutuyordu.
İçeri girdim üstü koltuğun en ucuna oturmuştu. İlerledim ve ben de oturdu koltuğun ondan uzak en ucuna oturdum. Bu sefer gözleri kırgın ve üzgün bakıyordu.
Şu an ne desem bilemedim az önce normal davranması beni garipsetse de şimdi anlamıştım. Benim yanımda acısını unutuyordu.
"Alparslan" hiçbir şey söylemedi ama ben daha da şoka sokan bir şey yaptı. Direkt koltuğa uzandı. Başını da dizlerimin üstüne koydu. Bu yaptığı cidden manada bocalamıştım ama Alparslan'ı bozmadım.
"İyi misin?" Diye mırıldandım. Yine susucağına emindim ama bu sefer konuştu.
"Değilim, hiç iyi değilim Hazal" gözlerinden akan yaşlara karşı suçluluk duydum ama belli etmedim.
"Onu söylemeye bana mecbur bıraktınız" diyerek kendimi savundum. Öyleydi ama eğer ki beni kaçırmak gibi bir şey yapmasalar asla böyle bir şey öğrenemeyecekti.
"Ne zamandan beri biliyorsun?" Diye sordu. Daha karşısına bile çıkmadan önce diyemedim. Tam bir tarih söyleyemezdim. Cevap vermedim. O karargaha ilk gittiğimde albayı gördüğüm anda aslında Alparslan'ın yeğeni olduğunu biliyordum. Her şey belliydi. Başından beri rol yapmıştım. "Burada mı öğrendin?"
Yine sessiz kaldım. "İkinizi birlikte gördüğümden beri" devamını getiremedim. Başından beri kısacası, "peki neden şimdi?" Ağzımdan bu kadar laf aldığı yeterdi. O da bunu anlamış olacak ki başka bir soru sordu. "Peki ya Mavi?"
Bu sefer derin bir nefes verdim. Bunu nasıl açıklardım ki "bunu öğrendiğimde Mavi çoktan iki yaşına basmıştı." Demekle yetindim. Başka bir şey söylemedim.
İstemsiz bir şekilde elim saçlarına gitti. Gözlerini kapadı, saçlarında gezindi ellerim dokundukça dokundum saçlarına "kızımızı kucağına aldığında ne hissettin?"
Göğsü inip kalktı. Bir gözyaşı usulca yüzünden süzüldü. Alparslan çok nadir ağlardı ve şimdi ağlıyordu. ''Garipti, onu kucağıma aldığımda sanki bu dünyadan soyutlanmış gibi hissettim. Kızımı kucağıma aldığımda aldığımda kendimi huzurlu hissettim. Kalbimde hissettiğim acı anlatılamazdı. Ağlıyordu... Çok ağlıyordu. Onu kucağıma aldığımda geçti dediğimde sustu. Geçti ağlaması kendini güvende hissetti sanki, beni hissetti ama ben onu hissedemedim. Kucağımdan almak istediklerinde izin vermedim.''
Söylenecek söz yoktu. Onun yaşadığı gerçekten çok acıydı. Hangi baba aslında bir kızı olduğunu ve onun dibinde hatta kucağında olduğunda ayrı kalmak zorunda kalırdı ki ''biliyordum biliyor musun?''
Anlamadım ''neyi?''
''Ben kızımın o bebek yüzünü hiç unutamamıştım ve fotoğraflarına videolarına baktığım anda anlamıştım gerçeği ama...'' sustu. Canı çok yanıyordu ama devam etti. ''o zaman yutkunmak dışında hiçbir şey yapmadım. Bunu hiç düşünmedim, hiç dile getirmedim. Dile getirirsem kızımın yüzüne bile bakmaya utanırdım. Yapamadım.''
Onu kim nasıl suçlardı ki böyle bir şeyde ''sen iyi bir babasın Alparslan, kızın ile ilgili hiçbir şeyin suçlusu değilsin seni bu konuda asla suçlamıyorum ama kabul ediyorum benim hırsım sizi birbirinizden ayırdı.''
''Senin de bir suçun yok Hazal, sen her seferinde söylemek istedin ama ben buna müsade etmedim. Daha sonra sinirlerini hoplattım tabi bu konuda suçlu da kesinlikle sen değilsin aksine sen benim bu dünyada gördüğüm en iyi annesin.''
Alparslan'ın yaşadıkları da kolay değildi. Kızı ile karşılaşmıştı ve bunu bu dünyada yaşayan tek kişi Alparslan değildi. ''Sana bir hikaye anlatayım mı? Fakat gerçek olan bir hikaye''
''Nasıl bir hikaye?''
Burukça gülümsedim. ''Bir baba ve kız hikayesi''
''Anlat''
''Daha önce eski mit dosyalarında baba ve kızının birbirine düşman olma hikayesini okumuştum. Birbirlerine düşmandılar ama aynı zamanda baba ve kızdılar. Fakat acı gerçek ise ne baba onun yıllar önce öldü sandığı kızı olduğunu ne de kız karşısındakinin babası olduğunu anladı. Düşmanları kızını kaçırıp onu babasına düşman olarak büyütmüş. Peki ya sonuç? Kız gerçeği öğrendiği anda ise babası onu öldürmüş ve babası da öldürdüğü kişinin kızı olduğunu anladığı anda delirmiş. Önce bunu ona yapan düşmanını öldürmüş ardından da kendini'' içimde oluşan girdaba karşı koyamadım. Bu hikaye kabul edilmesi gerekirse beni çok üzmüştü. Fakat aslında babamın kim olduğu gerçeği de beni günden güne mahvediyordu.
Bu konuyu kapattı Alparslan kendi içinde ama ben susmadım. ''Şuan benden ne kadar nefret ettiğini biliyorum ama-''
Kesti sözümü ''senden nefret etmiyorum Hazal aksine gerçekleri öğrenmemi sağladığın için sana teşekkür ediyorum.'' duraksadım. Bunu söylemesini beklemiyordum. ''Yoruldum'' diye mırıldandı. Uyku haline geçiyordu yavaş yavaş ''her şeyden çok yoruldum'' sessiz kaldım. ama benim de içime oturdu bu sözleri, ''rol yapmaktan çok yoruldum'' hızlı ona döndüm. Ne rolünden bahsediyordu?
''Ne rolü Alparslan?'' cevap vermedi. Tam tekrar soracaktım ki Alparslan parmağını dudağıma koyup beni susturdu. ''Sana hiçbir şey anlatmayacağım Hazal şansını zorlama'' kırıldım fakat daha kötü şeylere kırıldığım için bunu önemsemedim.
Başka bir konuya giriş yaptı. ''Kızımız hamileyken seni çok zorladı mı? diye sordu. Söylerdim ama kaldırabilir miydi? ''İlk başta çok zordu ama sonrasında hayır'' başını sallamıştı, devam ettim. ''Sen yanımdayken hani sürekli kusardım, sürekli acıkırdım ve sürekli aşerirdim.''
Gözleri acıyla kapandı. O gitmeden önce mutlu olduğumuz her anında en azından bizimle birlikteydi. ''Sonra yani sen gittikten sonra annesini hiç zorlamadı.'' Nedenini bence belliydi anne karnında bile Babasına daha düşkündü ''sonra karnımı tutup hep baban dediğim zaman bana tekme atardı, karnımı tutup hep baban derdim yoksa asla tekme atmazdı.'' Oradaki varlığını hissetmek için bunu yapardım ''gerçekten çok kıskanırdım''
Alparslan'ın canının yandığını görebiliyorum fakat aklımda başka bir soru oluştu. Bu soru aslında uzun sürede cevabını merak ettiğim bir soruydu. ''Sana bir şey soracağım'' kaşlarını çattı. Bu durumdaki ne sorum olduğunu merak etmişti. ''sor'' dedi sadece
''Hamile olduğumu söylediği söyleseydim daha erken öğrenseydim ne yapardın yine terk eder miydin? aldır der miydin?'' bu sorumu beklemiyordu. Sessiz kaldı birkaç saniye ''asla aldır demezdim sonuna kadar doğurmanı isterdim'' aldır demez ama terk ederdi bu söylediklerinden anlayacağım şey tam olarak buydu. Daha sonra ikimizi sessiz kaldık. Alparslan tam olarak düzümde uyuyakaldı. Uyuduğunda bir süre daha kaldım öylece yine saçlarında oyalandı ellerim ilk gördüğüm ana göre oldukça uzamıştı. yavaşça kalktım. İçeri gidip battaniye ve yastık getirdim. Yastığı kafasını kaldırarak zorluklu koydum. üstüne örttüm, koltuğa oturdum uyuyan Alparslan izledim.
Bu hale gelmeyi hiç istememiştim. Birbirimizi çok sevdiğimizi zannediyordum fakat insan her zaman yanılırdı. Alparslan bizi bitirmişti. Salak bir insan değildim. Alparslan'ın bu şekilde gitmesini, dediklerini kabullenip yaşamamıştım. Fakat sözleri acıtmışt işte.
Gizli bir görevi var mı diye çok araştırmıştım. Fakat Alparslan'ın gizli görevi falan yoktu. Dedim acaba hayatında başka biri olabilir mi? Onu da bulamamıştım. Araştırdığım kadarı ile yoktu ve Alparslan asla böyle bir şey yapmazdı. Üstelik madem hayatında başka biri vardı neden benimle evlenmişti?
Hiçbirini anlamıyordum her şey karmakarışıktı. ''Benden ne saklıyorsun Alparslan?'' Benden çok şey sakladın hissediyorum. Hayatımla ilgili kumarlar oynanmıştı sanki, tek temennim Mavi'ye bir şey olmamasıydı. ''O gün beni terk ederken senin de benim kadar acı çektiğini gözlerinden gördüm ben, mecbur olduğunu gördüm ama bu kadar yıl bir kere bile benim hakkımda hiçbir şey araştırmaman arayıp sormaman...'' yutkunmak zorunda kaldım. Dosyalarının hepsini incelemiştim fakat hiçbir şey bulamamıştım.
Sadece bildiğim tek bir şey vardı. Canımı çok yakıştı. ''sanırım bugün biraz özdeşmiştik. Fakat aklımda beni yiyip bitiren şeyler vardı. Anlamadığım çok şey vardı.
Mavi Elif ile birlikteydi. Bu konuda içim rahattı. Elif'in hayatını şu ana kadar birkaç kişi girmişti. Tabii ben de o girenleri çok güzelce zorlamıştım hayatını yeni bir kişi girerse ben de onun yaptığı gibi enişteyi zorlarım dayanırsa dayanırdı dayanamazsa başı sağ olsun kendi odamı geçip direkt kendimi yatağa attım. Tek istediğim güzel bir uykuydu.
(...)
Arabasına yılmış gözlerle baktı Defne. Bu araba neden bozulmuştu? Tam da izin gününde ''hay benim şansıma ama'' dedi canı sıkkın bir şekilde, kaputu açtı ama hiçbir şey anlamadı. ''Ne yapmalıyım?'' Diye içinden geçirdi.
Arkadan ''doktor'' lafını duyunca o tarafa döndü. Gördüğü kişi ile şaşırdı. ''Tuna bey''
Başını salladı Tuna, Defne'nin yanına ilerledi. ''Nasılsınız?''
Defne omuz silkti. Arabayı gösterdi. ''Bozuldu'' demekle yetindi. ''Tam da izin günümde''
Tuna doktorun bu haline üzülmeden edemedi. ''Arabalardan az da olsa anlarım bir bakayım isterseniz?''
''Çok iyi olur aslında''
Başını salladı Tuna ilerleyip arabanın kaputunu açtı. Kısaca göz gezdirdi. Gördüğü hiçbir yerde sıkıntı yoktu. Anlaşılan kendisi bile hasarı fark etmediyse durum ciddiydi.
Ardından defne'ye döndü. ''Hasar büyük gözüküyor tamirci çağırsanız iyi olur '' Defne ''peki ilgilendiğiniz için teşekkür ederim'' dedi.
Tuna ''aslında benim yakınım olan bir arkadaş var tamirci olan hem yabancı olmaz hemde sizi sıkıntıya sokmaz'' dedi.
Defne şu an tam olarak Tuna'ya mahcup olmuştu. ''Sizi rahatsız etmeyeyim'' Tuna estağfurullah der gibi baktı.
''Benim de karargahta işim bitmişti o yüzden sıkıntı yapmayın lütfen'' Defne ne diyeceğini bilemedi ama en sonunda ise ''peki'' demekle yetindi. Tuna Defne için kolları sıvadı. Arkadaşını aradı. Defne ise mahcup mahcup baktı Tuna'ya en sonunda ''yarım saate buradalar'' deyince Defne nefes verdi. ''Teşekkür ederim'' Tuna da ''eyvallah'' demekle yetindi
Defne, Tuna hariç onun dışında her yere baktı önce ardından tekrar Tuna'ya döndüm. İ''şiniz yoksa iyiliğinizin karşılığı olarak size bir kahve ya da çay ısmarlamak isterim.'' Tuna'nın gözlerinde bir sevinç parladı. Kaç gündür Defne'ye sormak istediği soruyu Defne onu sormuştu. Mutlu oldu ''Tabii Bir çayınızı içerim şurada kafe olacaktı. Bizim çocuklar gelene kadar oturup içelim hem sohbet etmiş oluruz.''
Defne başını salladı. ''İyi olur'' Tuna'nın içinden sevinç nidaları kendini gösterdi. Uzun zamandır bu kadar mutlu olmamıştı. !!O zaman'' diyerek kafeyi gösterdi. ''Gidelim'' dedi. O tarafı ilerlemeye başladılar.
Tuna ve Defne aralarındaki çekimden ikisi de etkilendiler. İçeri girip oturdular. Havadan sudan konuşmaya başladılar. Defne çocukluk anılarını anlatınca olay yüzünden ister istemez güldü. Tuna o gülüşü takıldı. Gülüşünün her zerresine izledi ama Defne bunu anlamadı. ''Anne ve babanız nasıl?'' diye sordu Defne. Gülüşünün etkisinden çıkmak için zorlukla yutkundu.
''İkisi de iyi memlekette yolumu gözlüyorlar işte'' başını saldı Defne.
Bu sefer de aynı soruyu Tuna sordu. ''Peki sizin aileniz'' Defne derince yutkundu. Bazı şeyler konusunda ailesine kırgıdı. ''izmir'deler iyiler küçük bir erkek kardeşim var o tıp fakültesini okuyor olması gerekirdi. Ailemizin zoruyla'' Tuna kaşlarını çattı. ''Anladığım kadarıyla doktor olmak, tıp okumak istemiyordunuz'' başını salladı Defne ''sizin aileniz sizin asker olmanıza izin verdi ama benim ailem polis olmama izin vermedi.'' üzülmüştü Defne adına Tuna ama bunu belli etmedi.
''Zor bir durum'' demekle yetindi sadece
''Kardeşim de benim yaşadığımı yaşamasın diye ailemden habersiz onu sınıf öğretmenliğine yazdırdım. Küçüklükten beri bunun hayalini kurardı çünkü, ailemin haberi olursa sanırım artık birbirimizi tamamen silicez.'' Ailesi illa tıp diyordu başka bir şey demiyordu. Defne'nin durumuna ister istemez canı sıkıldı.
Ardından ortamı Tuna'nın çalan telefonu hakim oldu. Tuna telefonu açtı. Defne Tuna'ya baktı. İster istemez yutkundu. İçinde olan kıvılcımı ona baktığı anda fark etti Defne içinden mırıldandı. ''Kendine gel Defne o olmaz o bir asker olmaz'' fakat zihnindeki ve kalbindeki sesler sanki onu büyük bir girdaba sürükledi. Onu bu girdaptan çıkaran Tuna'nın sesi oldu.
''Çocuklar gelmiş.'' Bu söz onu bu girdaptan çıkardı. Arabanın olduğu tarafa ilerlediler. İşlerini bitirince ister istemez ayrıldılar. Ayrılmadan önce ise Tuna, Defne'nin numarasını alıp bir daha ki çayı ısmarlayacak olan kişinin Tuna olmasına karar vererek ayrıldılar.
Defne arkasından baktı Tuna'ya, içinde olan kıvılcımlar asla orada olmamalıydı oysaki ama olmuştu. Bunu istememişti. Birbirlerinin kalplerini öyle çok kırarlardı ki oysaki fakat bazı şeyler için geç kalınmıştı. İkisinin de aslında aralarındaki bağ o gün oluşmuştu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.53k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |