12. Bölüm

12. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

Karşısında gördüğü kişi ile dondu Alparslan bu kızın burada ne işi vardı? Okul kıyafetleri içerisinde etrafa çekince bakan Hazal'a döndü. Bu mekanda ne işi vardı onun, buraya garson olarak girmişti. Kız bir odaya girdi ve çıktığında garson kıyafetleri içerisindeydi.

Etrafta yoğun müzik sesi ve ışıklar içinde olmaktan huzursuz olduğunu ama buraya gelmenin mecburiyetini yaşadığı gözlerinden belliydi kızın, içli bir nefes verdi Alparslan. Adı neydi bu kızın diye düşündü. Ha dedi devamı gelmedi. Ha ile hangi isimler vardı. Hanife Halime Hazal diye düşünüyordu ki Hazal... Adı Hazal'dı.

Hatırlamanın mutluluğu ile derin bir nefes aldı. ''Adın Hazal senin'' dedi içinden kızı iyice izledi. Saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Az önce geldiğinde salınıktı oysa, salınık ona daha çok yakışıyor diye içinden geçirdi. Saçının ön kısmından bir tutamını mora boyamıştı.

Ona çok yakışmıştı diye içinden geçirdi tekrardan, ergence olduğun farkındaydı ama yakışmıştı. Ardından başka bir şey mırıldandı. ''Ben seni nereden tanıyorum? Senin ismini nereden biliyorum?''

Normalde böyle şeylere önem vermezdi oysa, Hazal elindeki tepsi ile siparişleri dağıtıyordu. Alparslan'ın o an yaptığı tek şey Hazal'ı izlemekti. Yanındaki arkadaşının lafı ile ona döndü. ''Hayırdır bakıp kaldın garson kıza'' Alparslan ters bir bakış attı arkadaşına ''ne alaka lan'' arkadaşı güldü.

''Sen normalde seninle konuşan insanlara bile bakmaya tenezzül etmezdin, iki saattir kızdan bakışlarını ayıramıyorsun.'' Göz devirme isteğine zor hakim oldu Alparslan

''Saçmalık'' dedi Gerçekten saçmalıktı. O asla böyle bir şey yapmazdı ki neden böyle bir şey yapıyordu şimdi.

''Bu sana kıyağım olsun Alparslan izle'' dedi ve yakınlarında olan garsonu yani Hazal'ı çağırdı. Hazal onlarla göz teması bile kurmadı. ''Siparişinizi alayım'' demekle yetindi. Arkadaşı Alparslan'ın yerine de siparişleri verdi. Hazal siparişleri not alarak göz teması bile kurmadan ilerledi ve bir süre sonra siparişlerle ile Alparslan'ın masasına ilerledi.

Siparişleri masaya koyarken de Alparslan da ister istemez ona baktı. Hazal ise sadece işini yapıyordu. Tek derdi işini bitirir bitirmez evine gitmekti. İçkiyi Alparslan'ın önüne koyacağı esnada Alparslan kadehi almak için için uzandı ve Hazal'ın tuttuğu kadehi tuttu. Elleri birbirine ikinci kez değdi.

İşte o an göz göze geldiler. Hazal'ın gözlerinde korku Alparslan'ın gözlerine değdiği anda yavaş yavaş azaldı ama bunu anlayamadı. Alparslan gördüğü elalara takıldı yüzü korkmuş gibi bakıyordu ardından gözlerindeki korkunun yavaş yavaş azaldığını gördü Alparslan. Gözlerinde anlamadığı bir duygu daha vardı. Merak?

Hazal ise gözlerini koyu kahverengi gözlere değdirmiş öylece kalmıştı. Hazal'ın gördüğü gözlerde ne olduğunu anlamayacak bir duygu vardı.

Öyle birkaç saniye birbirlerinin gözlerine baktılar. İlk geri çekilen Hazal oldu. Alparslan da ona ayak uydurmak zorunda kaldı. Kadehi masaya koyup hiçbir şey demeden uzaklaştı Hazal.

Alparslan ise gözlerini başka yere çevirmek zorunda kaldı. Arkadaşı ise buna kafa salladı. "Anlaşıldı." Dedi kendinden emin bir sesle "sen bu kızdan hoşlanmışsın." Alparslan gözlerini sıkıca yumdu.

"Mümkün değil" dedi. Bunun olması imkansızdı. Arkadaşı kahkaha attı. "Yüz ifadeni görmelisin kesinlikle"

Ters ters baktı Alparslan arkadaşı şuan gerçekten saçmalıyordu. "Ben mi hoşlanıcam birinden üstelik" tekrar Hazal'a döndü. "Bu ufaklıktan"

"Abartma" dedi arkadaşı "olsa olsa en fazla iki yada üç yaş küçüktür bizden" güldü istemsiz Alparslan.

Güzel kız dedi içinden ama sadece küçüktü işte ''ergence saçlarını mora boyamış birde''

''Takıldığın şey bu mu?'' Dedi arkadaşı yılmış bir şekilde

''Neyine takılabilirim mesela''

Arkadaşı bilmiş bir şekilde gülümsedi. ''Yüzüne, gözüne''

''Boşversene şuan yaşadıklarımız zaten saçmalıklardan ibaret bırakalım bu konuyu'' diyerek içeceğini tek dikişte bitirdi.

Ofladı arkadaşı ''anladık en odun sensin kardeşim ama biraz da hayatını mı yaşasan''

Derin bir nefes verdi Alparslan ''o adamdan nefret ediyorum.''

Kasıldı arkadaşı istemsiz ''amcandan mı bahsediyorsun?'' Başını salladı.

''Para göndermiş bana sanki çok ihtiyacım var gibi babamın bana miras kalanlar ile paraya ihtiyacım olmadığını biliyor ve bana gönderdiği o parayı kullanmayacağımı biliyor ama inadına gönderiyor. Soy adını bile değiştirmiş yeni soyadını bilemediğim için ona ulaşıp parayı yüzüne fırlatamıyorum.'' Ofladı Alparslan, babasının cenazesinde bari yanımda olsun isterdi ama olmamıştı. Onun yüzünü bile hiç görmemişti. Sadece babasının onun hakkında konuşmalarını bilirdi. Ailesini kaybettikten sonra amcası kardeşi ile bile görüşmemişti. Bir yakını olduğunda ise sanırım bir amcam var demişti. Amcası ise ona sahip çıkmayacağını belirtmişti sadece.

Amcasından nefret ediyordu. O adama karşı öfkeliydi ama daha yüzünü bile görmemişti.

''Takma kafana onu, onun hayatta olan tek kişi sen kaldın ama yanında bile değil sonuçta''

''Umurumda bile değil'' bakışları yine Hazal'a döndü. Bir masada siparişleri vermekle meşguldü. Ellili yaşlardaydı, aklar düşmüştü az çok başına, kilolu bir adamdı. Göbeği bildiğin salınıyordu. Adam onu rahatsız ediyor ama sakin kalmaya çalışıyordu. Adam onun en sonunda belini tutunca Alparslan dişlerini sıktı. Sinirden titredi o esnada, bir dakika neden sinirlenmişti.

Hazal iki adım geri gitti ve tepsideki her şey yere döküldü. Tüm bakışlar ona döndü. Hazal korkuyla adama bakmaya başladı. ''Güzellik neden böyle yapıyorsun?'' Dedi adam, Hazal tir tir titredi. Bir görevli o tarafa doğru ilerledi. Müşteriye döndü. ''Olanlar için kusura bakmayın efendim garson yeni olduğu için bu işlere henüz alışamamış'' dedi.

Hazal korkuyla bir şeyler söyledi. ''Beni taciz etmeye kalktı.'' Dedi

Tacizci şok ifade ile ona baktı. ''Durduk yere iftira ediyor birde''

Görevli ''onun bu gece çıkışını yapacağımızdan emin olabilirsiniz.''

Hazal ise hakkını savunmaya çalışarak ''iftira değil beni taciz etme-'' devamını getiremedi.

''Yeter durduk yere iftira atma kovuldun'' siniri büyüdü Alparslan'ın bunlar ne biçim insanlardı böyle

Görevli tekrar adama döndü. ''Tekrardan kusura bakmayın, yetimhanede büyüdüğü için biraz garip yani sizle alakalı bir şey değil''

''Elbette ama belki garson benimle biraz vakit geçirmek isteyebilir, belki o zaman onu kovmayabilirsiniz.''

''Elbette efendi'' diyeceği esnada artık sinirden yerinde köpürmüş Alparslan hızla ayağa kalktı. Buna daha fazla seyirci kalamayacaktı.

Ayağa kalktığı gibi görevliye attığı yumruk ile görevlinin direk bayılması ise beklenmedikti. Ardından adama döndü. Adam Alparslan'ın gözlerinde gördüğü şeyden korkup gerilemek istedi. ''Demek iftira ha'' ardından adama bir yumruk attı. Bir yumruk daha ve bir yumruk daha ''gözlerimle gördüm ulan gözlerimle'' bir yumruk daha ona engel olmak isteyince onların da dayak yiyip geri çekilmesi bir oldu.

Hazal ise korku dolu gözler ile olan bitene bakıyordu ve tir tir titriyordu. Zorlukla kendine geldi Alparslan, ardından Hazal'ın yanına yaklaştı. ''Kızın çantasını getirin.''

Herkes korku ile dediğini yaptı. Kızın çantasını alıp Hazal'ın kolunu tutarak çıkışa götürdü Alparslan. Hazal ise şokta olduğu için nereye götürülüyorsa o tarafa gitti. Dışarı çıktıkları anda Hazal direk kendini geri çekti. Alparslan zorlamadı, bıraktı kolunu ardından çantasını uzattı. Hazal çantasını aldı. Ardından Alparslan'a dikti gözlerini ''teşekkür ederim.'' Yutkundu Alparslan.

Hazal tam arkasını dönüp gidecekti ki ''neden hakkını savunamıyorsun ufaklık'' durdu ufaklık ne ufaklıktan bahsediyordu. ''Demek yetimhanede büyüdün, hakkını senin yerine savunacak birileri yok neden sen kendi hakkını düzgünce savunmuyorsun.'' Sessiz kaldı Hazal, bu hayattan korkuyorum diyemedi, sessiz kaldı.

''Güçlü görünmek zorunda olduğunun farkında mısın? Kimsesizleri bu hayatta çok ezmeye kalkışırlar, özellikle senin gibileri, hayatının her alanında güçlü olmak zorundasın.'' Hazal cevap vermedi, baktı sadece Alparslan'a zaten ne diyebilirdi ki.

Aslında haklıydı. Neden güçsüzdü, hayatta kimse onun hakkını savunamayacaktı ki kimse onun arkasında durmayacaktı. Neden böyle güçsüzdü. Sessiz kaldı Hazal ''tekrar teşekkür ederim'' çantasını sırtına takıp Alparslan'a arkasını dönüp uzaklaştı. Çantasını kontrol ettiğinde ise bir miktar para buldu. Kesin o koymuştu.

Onu bir daha görmeyecekti, Üstelik Elif ile paraya ihtiyacı vardı. Parayı geri çevirmedi. Zaten onu bir daha nerede görecekti ki.

Alparslan ona o gün güçsüzsün demişti aslında neden güçlü değilsin demişti. Aslında Hazal'ıı güçlü olmak için tekrar bir hayal kırıklığına ihtiyacı olduğunu bilemedi.

O güçlü görmek istediği kızın onun terk edişi ile güçlü olabileceğini bilemedi.

 

..............................................................................................................................

 

İnsan ne zaman mutlu olurdu? Sevdikleri ile oldukları zaman, bir şey başardığı zaman peki ben sevdiğim yanında olduğunda neden mutlu değilde üzgün hissediyordum.

Gözlerimi zorlukla araladım. Şuan neredeydim? Benim böyle bir yerde ne işim vardı? Etrafa baktım. Bomboş, tozlu bir yerdi. Bir pencere vardı ama tahtalar ile kapatılmıştı. Üstümde sarı bir ışık vardı. Oda büyüklüğündeydi, sanki terk edilmişti. Benim burada gerçekten ne işim vardı gerçekten

Elimin teki oturduğum koltuğa kelepçelenmişti. ''Demek uyandın?'' Sese yöneldim. Albay karşımda dik bir şekilde bütün endamı ile bana bakıyordu. Sivildi, onu ilk defa sivilken görüyordum. ''Albay'' diye mırıldandım. Başını salladı.

Hatırladığım şeyler ile yerimde dikleştim. Alparslan'ın sesini duymuştum, kahretsindi. Planları beni kaçırıp konuşturmak mıydı? Bunun olmasına izin vermeyecektim. ''Bu yaptığınızın zorla alıkoymak olduğunun farkında mısınız?''

Başını salladı. ''Farkındayım.''

''Peki bunun büyük bir şuç olduğunu, mesleğinizi bile kaybedeceğinizin farkında mısınız?''

Umurunda değildi. Bunu fark edebiliyordum. ''Bunu bilmeyecekler.''

Kaşlarımı çattım. ''Bu kadar emin bir şekilde söylediğinize göre bana yapıcaklarınızdan ve beni öldüreceğinizden korkmalı mıyım?''

''Bir doğru birde yanlışın var.''

''Neymiş o doğru ve yanlışlar''

''Doğru olan senin yapacaklarımdan korkman yanlış olansa seni öldürmeyeceğim, buradan çıktığında bunu söylemeyeceksin''

Kaşlarımı çattım. ''Kimseye söylemeyeceğimi size düşündüren ne?''

''Bunun cevabı bende değil sizde''

''Ne söylediğinizi anlamıyorum''

''Konuş, anlat'' dedi sesinde aksine izin yoktu.

''Konuşmazsam ne yaparsınız? Acı mı çektirirsiniz?''

Başını olumsuz anlamda salladı. ''Bunu yapmam ama elbette seni acı çektirmeden de konuştururum. Tek çözüm acı çektirmek değil bunu iyi biliyor olmalısın''

''Açık oynayalım Hazal senin buraya gelmenin tek nedeni karargah için verilen görevleri yapmak olmadığını beni durdurmak olduğunu söylemeye ne dersin?''

Derşn bir nefes aldım. Bunu ne reddedecektim ne de onaylayacaktım. Sadece susacaktım. Eğer ki seni kaçırmanın bir yolunu bulursa ne onayla ne de reddet sadece sus.''

Zamanında denileni yaptım. Sadece susacaktım. ''Aslında öyle olmadığını düşünmüştüm ama Yavuz seni eğittiğini kendi ağzı ile söyleyince...''

Cevap belliydi. Bunu söylemişti, çünkü onun yanında olduğumu anlarsa onu hep izlediğimi bilir ve daha fazla hata yapardı. Üstelik sürekli karşı karşıya gelecektik, söylenmese bile illa çok yakın zamanda öğrenecekti. ''Anladım.''

''Beni bitirmeyeceksiniz, bu sefer beni bitiremeyeksiniz, şimdi son bir söz hakkı veriyorum konuş. Aksi halde yapacaklarıma hazır ol''

Fiziksel bir zarar vermezdi ama ruhsal olarak aynı şey söylenemezdi. ''Bir şey söylemeyecek misin?''

Güldüm. Evet ciddi ciddi güldüm. ''Açık oynamak mı istiyorsunuz?''

Başını salladı. ''Aynen öyle''

Kendimden emin bir şekilde ''peki buna dayanabilecek misiniz?''

Kaşlarını istemsiz çattı. ''Ne demek istiyorsun?'' Sinsi ifademi takındım. Buradan kaçmanın elbet bir yolu vardı.

''Alparslan!'' diye bağırdım. Hiçbir şey olmadı. Ne bir ayak sesi ne de başka bir şey vazgeçmedim tekrar bağırdım. ''Alparslan!''

Albay bana anlamsızca baktı. ''Ne yapıyorsun sen?''

Birazdan anlayacaktı. ''Alparslan burada olduğunu biliyorum çık karşıma'' en sonunda bağırışlarım sonuca ulaştı. Kapı açıldı ve içeri sonunda o girdi Alparslan... Ona tiksinircesine baktım. Şuan ona hiç olmadığı kadar nefret doluydum ona karşı

''Evet Hazal''

''Aslında çok şey söylerdim ama üşeniyorum işte naparsın? O söylemek istediklerime bile gerek duymuyorum. Kılımı kıpırdatmaya değmezsin ama bilmek gereken bir şeyler var bence''

Albaya baktı. O da sorgular bakışları ile bakıyordu bana ne diyor bu kız diye düşünüyorlardı. Arkama daha fazla yaklaştım. ''Ne saçmalıyorsun?''

''Birazdan söylediklerimin saçmalıktan ibaret olmadığını anlayacaksın.'' Sorgular ifadesi arttı. ''Ama şunu söylemeden etmeyeyim iğrenç bir insansın''

Albaya döndüm. ''Siz söylemek ister misiniz?'' Albay'ın sorgular ifadesi gitti. Yerine korku geldi. ''İşte görmek istediğim asıl duygu'' dedim benden bile beklenmeyen bir şeytanlıkla

''Neyi söyleyecek?'' Gülümsedim etrafta ölüm sessizliğine karşı gülüşüp derinleştim. Şeytani gülümsemem ikisini de korkutmuşa benziyordu.

Albay normalde asla korkmazdı. Belki de yıllar sonra ilk defa korkuyordu. ''Sakın!''

Alparslan Albaya döndü. ''Ne sakın?''

Başımı ağır ağır salladım. Birazdan yaşanılacak şeylerin sorumlusu kesinlikle ben değildim. ''Peki söylemeyeceksiniz o zaman ben söyleyeyim''

Alparslan'ın sorgular ifadesini dehşete ve şaşkınlığa düşürmenin vakti gelmişti. ''Bakalım bu gerçeği nasıl idrak edeceksin Alparslan çok merak ediyorum.'' Gözlerindeki sorgular ifadesinin yanına yeni bir duygu daha eklendi, korku...

Onu tanıdığıma bakılırsa böyle bir şey söylüyorsam onu yıkacak bir şeyler söyleyeceğimi bilirdi. Bildi de

''Kandırılmak nasıl bir his bilir misin?'' Anlamadı, tek elimle işaret parmağımı ona doğrulttum.Ardından geriye salladım. Düşünür gibi yapıp aklıma gelmiş gibi bir hale döndüm. ''Pardon senin genellikle kandırılmadığını, kandırdığını unutmuşum.'' İma ettiğim şeyi anladı bence.

''Ama bu sefer kandıran değil kandırılan oldun be'' ikisinin aksine rahat bir ifadem vardı.

''Geveleme artık Hazal anlat.''

Bunu yaparak ortamdaki gerginliği artırdığımın farkındaydı. Albay'a döndüm. ''Son kez soruyorum Kudret komutan söylemek ister misiniz?''

Yüzünü yere eğdi. Utandı. ''Bende öyle düşünmüştüm.'' Dudaklarımı üzülürcesine büzdüm. ''O zaman gerçekler benden gelsin. Daha sonra teşekkür edersin''

Daha fazla gerilmesine gerek yoktu. Zaten oldukça germiştim. ''O kadar güvendiğin komutanın, onun için karını kendi elleriyle kaçırdığın komutanın seni fena kandırdı.'' Yutkundu ikisi de ve ben devam ettim. Bazı gerçekler vardı bugün öğrenilmesi geriken, bazı sorular vardı bugün öğrenilmesi gereken ''o zaman daha fazla korkutmadan söyleyeyim.''

Ciddiyetle bana bakıyordu Alparslan. Daha fazla beklemeye sabrı yok gibi bir hali vardı. Elbette benim de onu daha fazla bekletmeye sabrım yoktu. ''Eğer ki seni kaçırırsa onu sana vereceğim bilgi ile öne sür, o zaman sen o seni sorgulamadan kaçmanın bir yolunu bulursun.''

Yani kısaca bombayı patlat ve kaç demişti. Peki ya bomba neydi?

''Albayın kim olduğunu biliyor musun?'' Kafamı yana yatırdım. ''Senin için kim olduğunu mesela'' derin bir nefes aldım. Daha fazla bekletmedim.

''Aslında akıllı adamsın, nasıl bu kadar aptal olabildin?'' Gözlerinde gördüğüm şey ile ben bile korktum. Fakat durmadım. Parmağımı döndürdüm. ''Parmağında oynatmış seni''

Albay'a döndüm. ''Peki siz neden bunu nasıl yapabildiniz? Bu kadar mı vicdanınızı geride bıraktınız''

''Yapma'' dedi ama yapacağımı artık o da biliyordu.

''Alparslan gerçekten amcana ne kadar kızgındın, o kadar kinin vardı, yüzüne söylemek istediğin sözler vardı değil mi?''

Albay'ı işaret ettim. ''İşte burada söylemenin tam zamanı'' ardından açık bir şekilde ne ima ettiğimi belli ettim.

''Senin komutanın senin öz amcan. Seni istemeyen varlığını reddeten, sana sahip çıkmayan, yüzünü bile görmediğin, senden kaçmak için soyadını değiştiren amcan... Kudret Albay'ın ta kendisi''

İşte bomba buydu. Bende artık bombayı ateşlemiştim. Öylece baktım. Alparslan'ınn gözlerinde büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık vardı. Öyle bir bakışı vardı ki bu benim bile canımı yaktı. Bu yüzden bakamadım yüzüne başımı eğdim.

Bu bombayı patlatan ben değilmişim gibi onun canını yakan ben değilmişim gibi gidip ona sarılmak destek olmak isterdim. Fakat bunu yapamazdım. Neydi kural?

Gerekirse duygularını yok et ve o görevi yerine getir.

Gerekirse duygularını yok et ve o görevi yerine getir.

''Bunu yaparsam Alparslan'ın canı çok yanar.'' demiştim.

''O senin canını çok yaktı. Sıra sende'' demişti bana

Doğru söylüyordu, bu sefer sıra bendeydi. Canını yaka yaka konuştum.

''Seni güya oğlu gibi seviyordu değil mi? Kendinden çok güveniyordu. Hatta canını bile emanet ediyordu. Onu gördüğün ilk anda ısınmıştın. Bunun kan çekmesi olduğunu anlamadın. Aslında güya sana bu şekil olması yaptığı pişmanlıklar değil miydi? Sana sahip çıkmayı reddetmemiş miydi? Baban ile küsüp babanın canını yakmamış mıydı?'' Bunu neden yaptığını, neden küstüğünü söylemeye gerek yoktu. Bunu asla sesli dile getirmeyeceksin denmişti. Bende denileni yaptım.

''Seni kırmamış mıydı? Babanın cenazesine bile gelmemiş miydi? Bunu bile çok mu görmüştü?''

''Sus artık'' dedi acılı bir sesle ve gözlerini sıkıca yumarak.

Hüzünlü gülümsememe engel olamadım. ''Karma'' dedim sadece. Başka bir şey söylemedim. Benim canımı yakıcağını bile bile öyle ağır konuşmuştu ki.

Özellikle de canımı yakacağını bile bile, bu sefer ben ağır konuşmuş ve gerçekleri ortaya çıkarmıştım. Onun canını yakıcağımı bile bile ağır konuşmuştum dediğim gibi karma

Bugün bu odada çok büyük şeyler konuşulacaktı. Çok can yanacaktı ve ben sadece oturup izleyecektim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 08.12.2024 18:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...