Ejderhanın parlak, yeşil gözleri bıçağımın keskin ucunun hedefiydi. Hızla yüzüne doğru atılmaya çalıştığımda nereden geldiğini anlayamadığım pençe darbesi beni yere sermeye yetmişti. Düşmemin etkisiyle elimde tuttuğum bıçak uzak bir noktaya kayarken olanlara inanamaz halde iri iri açılmış gözlerle bakakalmıştım. Lanet olsun ölecektim ve şimdi elimde kendimi koruyabileceğim hiç bir şey kalmamıştı. Ejderha pençesi üzerime getirdi ve beni tutarak yukarıya doğru kaldırmaya başladı. Ne debeleniyor ne de herhangi bir tepki verebiliyordum... Öylece donup kalmıştım.
Beni tam göz hizasına getirdiğinde keskin yeşillerinin odağında ben vardım. Gözlerinde kendi yansımamı net bir şekilde görebiliyordum. Yüzümde ki dehşete düşmüş ifade az sonra başıma kötü şeylerin geleceğini bilmemden kaynaklanıyordu.
"Göründüğünden daha cesurmuşsun ufaklık." Kalın erkek sesi kulaklarımda yankılanırken seslice yutkundum. Daha deminki cesaretimden geriye zerre tanesi bile kalmamışken pençeleri arasında bir yaprak gibi titriyordum. Şu an ondan deli gibi korkuyordum... Daha doğrusu asıl korktuğum şey sivri dişleriyle parçalanıp ölmekti.
"Lütfen bırak beni." dedim bedenim gibi titreyen sesimle, bir yandan da pençeleri arasından kurtulmak için çırpınmaya başlamıştım. Ejderha başını yaklaştırarak yanıma kadar sokulduğunda duraksadım. Yelpaze gibi açılıp kapanabilen burnu hemen dibimdeydi. Derin bir nefes alarak kokumu içine çektiğini belli ederken gözlerini yumdu. Şu an yakaladığı avı afiyetle midesine indirmeden önce kokusunu içine çeken yırtıcı bir hayvandan hiç farkı yoktu. O sırada güçlü olmak için direnen ben yaşadıklarıma daha fazla dayanamadım ve ağlamaya başladım. Evet koskoca Batı krallığının prensesi korkudan ağlıyordu.
"Neden ağlıyorsun ufaklık?" diye sordu ciddi bir sesle. Ağladığım için görüşüm bulanıklaşmıştı. Ancak önümü tam göremesem de keskin yeşil gözlerini rahatlıkla görebiliyordum. Hava neredeyse tamamen kararmasına rağmen önümde ki yeşil gözler ışıl ışıl parlıyorlardı.
"Canım için ağlıyorum, bu şekilde ölmek istemediğim için ağlıyorum. Bir canavarın akşam yemeği olmak istemediğim için ağlıyorum." ağzımdan kaçan minik hıçkırıklar lafımı bölmüş, zor zar konuşmayı başarmıştım. Lanet olsun beni yese bile dişinin kovuğuna sığmazdım.
"Seni yiyeceğimi de nereden çıkardın?" diye sorduğunda merakla gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Sıcak yaşlar yanağımda yol çizerek çeneme oradan da ejderhanın pençesine damlarken bakışlarımı kaçırmıştım.
"Çünkü sen bir ejderhasın, yani bir canavarsın ve insan yersin." derken burnumu çektim. Şu an kendimi hiç olmadığım kadar aciz hissediyordum.
"Korkma ufaklık seni yemeyeceğim. Hem yemek isteseydim şimdiye kadar yerdim. Öyle değil mi?" Sesini yumşatarak beni buna inandırmak istercesine konuştuğunda derim bir nefes aldım. Elbette ona inanmamıştım,inanamazdım da. Beni şu ana kadar yememiş olması bundan sonra yemeyeceği anlamına gelmiyordu.
"Peki beni buraya neden getirdin o zaman?" kuşkulu çıkan sesimle sorduğum soruya karşın başını kaldırdı. Sanki o da neden beni buraya getirdiğini bilmiyormuş gibiydi.
"Kokun... Senden yayılan koku beni sana çekti." aniden konuştuğunda söylediklerini beklemediğim için şaşırmıştım. Bu halimi umursamadan tekrar gözlerini yumarak burnunu yaklaştırdı ve kokumu içine çekti. Derince nefes alıp verdiğinde saçlarım dalgalanmıştı.
"A-ama bu çok saçma. Beni sırf koklamak için mi buraya getirdin yani?" Sorduğum soru bile kulağa mantıksız gelirken içinde bulunduğum durumu tarif edecek kelimeyi bulamıyordum.
"İlk önce kokun sonrasında ise güzelliğin büyüledi beni." Söylediklerine karşın şaşkınlığım iki kat daha artarken diyecek söz bulamamıştım. Sanırım pençeleri arasında bulunduğum ejderha kafayı yemişti.
"Pekala... Beni doya doya kokladığına göre aldığın yere geri bırakabilir misin?" diye sordum masum çıkan sesimle. Ancak hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılaştım. Koca ejderha önümde mağarayı inletecek şekilde kahkahalarla gülmeye başladı. Sesi kulakları sağır edecek cinstendi. O an öfkelendiğimi hissettim. Komik bir şey de söylememiştim üstelik.
"Bu kadar komik olan ne ejderha?" Ejderhanın kahkahasını bastırmak için bağırmıştım. Beni duyup duymadığından emin olamazken aptalca kahkahasını sonunda kesti.
"Kaden" ne demek istediğini anlamadığım için öylece yüzüne baktığım sırada ejderha konuşmasına devam etti.
"Adım Kaden ufaklık ve seni koklayıp geri götürmek için buraya getirmedim." diyerek alaycı çıkan sesiyle beni yanıtladığında kaşlarımı çattım. Hah bir de ismi varmış... Pabucumun ejderhası!
"Tamam o zaman beni yere bırak kendim de bir şekilde gideceğim yolu bulabilirim." dedim sakin çıkması için uğraştığım sesimle. Karşımda büyük kötü ejderhanın aksine Kaden isminde ukala bir erkek varmış gibi hissetmeye başlamıştım Bu tarz erkeklerle normal şartlarda olsa kesinlikle muhatap olmuyordum.
"Seni bırakacağımı da nereden çıkardın?" diye sorduğunda sakin ifademi daha fazla koruyamayarak öfkeyle ona baktım. Benimle bu şekilde oynamasına izin vermeyecektim!
"Ne yapacaksın benimle? Zorla burada mı tutacaksın?!" sesim kavgaya hazırlanan orta yaşlı çirkef bir kadın gibi çıkarken ejderha kafasını yana yatırarak beni süzdü. Bakışlarıyla 'sanki bana karşı gelebileceksin' der gibi bir hali vardı.
"Varsayalım ki öyle... Ne yapabilirsin?" aklımdan geçenleri söylediği anda sinirimden dişlerimi sıkmaya başlamıştım. Lanet olasıca pislik ejderha! Ona karşı hiç bir şansımın olmadığını bildiği için rahat rahat konuşabiliyordu.
"Seni ayağıma çizme yaptırırım fazla gelişmiş kertenkele bozuntusu!" cevabımı hiddetle bağırarak verdiğim esnada pençeleri arasından debelenerek kurtulmaya çalışıyordum. Lanet olsun ki sinirlerimi canımı bile hiçe sayacak kadar çok bozmuştu.
Benim olanca öfkemin aksine sakin bir ifadeyle bana yaklaşmaya başladığında irkilerek hareket etmeyi kestim. Ben daha demin ne demiştim öyle? Bunları beni pençesinde tutan ve hemen dibimde ki dişleriyle beni parçalaması muhtemel olan canavara mı söylemiştim? 'Katherine sen dilini tutmayı beceremeyen bir ahmaksın!' sanırım öyleydim...
"Şey hani... Çizme deriden yapılıyor ya.... Hani yılan derisi sen de ejderhasın oradan da işte komiklik olsun diye söyleyiverdim." öyle bir konuşuyordum ki ben bile tam olarak ne dediğimin farkında değildim. Lütfen tanrım onu kızdırmamış olayım!
"Ufaklık bana mı öyle geliyor yoksa sen boyundan büyük laflar mı ediyorsun?" sıkıca yumduğum gözlerimi başımın üstünde hissettiğim hafif baskıyla aralarken parlak dişleriyle karşılaşmıştım. Bir an için sivri dişlerini bu kadar yakınımda görmek ürkütse de sesinin yumuşak çıkmış olması endişemi az da olsa yatıştırmıştı.
"Yoo hiç de bile... Sen kocaman olduğundan sana öyle gelmiş olmalı." derken yapabileceğim en şirin yüz ifademle gözlerinin içine bakıyordum. Genelde bunu babamdan kabul etmeyeceği şeyleri isterken kullanırdım ve çoğunlukla da işe yarardı. Umarım ejderhada da işe yarar da onunla kötü konuştuğum için bana zarar vermezdi.
Bir an için ağzını araladığında 'işte sonum şimdi geldi' diye düşünmeden edememiştim. Ancak korktuğumun aksine ejderha beni ısırmak yerine kıkırdamıştı. Tanrım gülümseyişi, konuşması hatta davranışları bile aynı insan gibiydi.
"Hmm o zaman bu seferlik bana öyle gelmiş olsun." konuştukça gözümün önünde hareket eden ve bir kılıcı andıran keskin dişleriyle hızla kafamı sallayarak onayladım. O sırada başımın üzerine bastırdığı burnunu istemeden de olsa gıdıklamış bulundum. Beklemediğim şekilde beni hızla geri çekerken ağzını kocaman araladı ve...
"HAPŞUU" ortalığı inleten güçlü sesle birlikte mağaranın duvarına çarpan devasa büyüklükteki alev oracıkta kalp krizi geçirmeme sebep olacak derecede korkunçtu. Tanrım beni çiğ çiğ yemek istemezse aleviyle pişirerek de yiyebilirdi. Aman ne hoş(!)
Ürkek bakışlarımı alevlerin dehşet verici bir şekilde çarptığı mağara duvarından çekmeyi başardığımda ağzım hala bir karış aralık haldeydi. Aleviyle beni kızartması bir kaç saniyesini bile almazdı. 'Bu günkü menümüzde ejderha alevinde kızartılmış bir adet prensesimiz olacak(!)' Lanet olasıca iç ses şimdi hiç sırası değil!
"Sen korktun mu yoksa?" beni tekrardan göz hizasına getirerek konuştuğunda sorusunun saçmalığı karşısında gözlerimi devirmeden edememiştim. Cidden bu ejderha benimle kafa buluyor olmalıydı.
"Yok canım olur mu hiç öyle şey? Zaten çevremde ki herkes hapşırırken devasa büyüklükte alev topu da fırlatıyordu(!)" iğneleyici bir ses tonuyla konuştuktan sonra bakışlarımı istemsizce ejderhanın gözlerinden kaçırdım. Hava neredeyse kararmak üzereydi ve yeşilleri olduğundan daha da parlak gözüküyordu. Sanki havada asıl duran bir çift yeşil ışık varmış gibi tuhaf bir görüntü oluşturuyordu.
"Demek ki bana alışmakta sorun çekmeyeceksin." duyduğum saçmalıkla kaşlarımı çatarak hızla ona döndüm.
"Yok ya oldu ejderha! En kısa zamanda beni aldığın yere geri bırakacaksın yoksa..." kendimden emin bir tavırla savurduğum tehdit cümlesinin sonunu neyle getireceğimi bilemediğim için durmak zorunda kalmıştım. Ağzından alev topları çıkarabilen devasa büyüklükteki bir ejderhayı neyle tehdit edebilirdim ki? 'Katherine neyle tehdit edeceğini bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da şu anki bulunduğun konumunla dev sürüngeni tehdit edemeyecek oluşundur!'
"Yoksa ne?" düşüncelerimi bölen sert sesle gözlerimi kırpıştırarak gerçekliğe geri dönmek zorunda kalmıştım. Ben, pençeleri arasında bulunduğum ve beni zorlanmadan yapacağı küçük bir hareketiyle katledebilecek ejderhayı tehdit ederek yenmeye çalışıyordum. Biraz düşününce kulağa pek mantıklı gelmiyordu.
"Yoksa askerlerim buraya gelir ve seni yok eder anladın mı beni?!" her şeye rağmen geri adım atmayarak bağırdığımda ejderha öfkelenmeye başladığını belli edercesine derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. 'Lan geri zekalı pençesini sıksa pestilin çıkacak sen daha hala bağırıp çağırıyorsun! O senin emirler yağdırdığın hizmetçilerine mi benziyor sence?!'
"Böyle bir şeyin olma ihtimali yok!" parlak yeşiller tekrar havada belirdiği anda benim bağırdığımın misliyle karşılık vermişti, hatta kükremiş de olabilirdi. Bunu beklemediğim için o kadar çok korkmuştum ki pençeleri arasında minik bir kuş gibi titremeye başlamıştım. Eğer beni aklımdan geçen yöntemler dışında herhangi bir şeyle öldürecek olsaydı bu kesinlikle bağırmasından kaynaklı olurdu.
"Burayı bilen hiç kimse yok... Daha doğrusu bilip de hayatta kalan hiç kimse yok." korktuğumu fark etmişçesine 'ki fark etmemesine imkan yok' sesinin yumuşak çıkmasına özen göstermişti. Söylediklerinin anlamını fark ettiğimde gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Tanrım lütfen düşündüğüm şeyi yapmış olmasın!
"Yerde yatan iskeletler..." dehşete düşmüş bir sesle mırıldanmıştım. Onun insan gibi konuşuyor olması gerçeği değiştirmiyordu. Bir ejderha ejderhaydı, vahşi ve saldırgandı. Ancak yine de bir umut böyle bir şeyi yapmamış olduğunu söylemesini bekledim. O kadar saçma bir haldeydim ki bunu yaptığını reddetse saf gibi inanabilirdim.
"Benim bölgeme izinsiz giren her kim olursa başına gelecek tam olarak budur!" güçlü çıkan sesiyle yerde yatan insanların katili olduğunu reddetmezken zerre pişmanlık duymadığını da açıkça dile getiriyordu. Acımasızca yaptığı eylemin soncu olarak bir mezara bile sahip olmayan zavallı iskeletler kalmıştı geride. 'Gelecekte ki muhtemel sonuna iyi bak şekerim'
"Lü-lütfen beni yere indir." sayısız kişinin canını almasını sağlayan pençeleri arasında bulunmak korkunç hissettiriyordu. Dolu gözlerimle sızlanırken beni bırakması için yalvarabilecek hale gelmiştim. Elbette beni de er ya da geç öldürecekti. Sonuç olarak vahşi bir ejderhadan ne beklenirdi ki? Saldırganlık onların doğasında olan sıradan bir davranıştı... Tıpkı hikayelerde anlatıldığı gibi.
Hava artık tamamıyla karardığı için ben havada asılı gibi duran bir çift parlak yeşil göze bakarak medet ummak dışında bir şey yapamıyordum. Neden herhangi bir tepki vermiyordu? Yoksa onu söylediklerimle öfkelendirmiş miydim? Yoksa beni nasıl öldüreceği hakkında mı düşünüyordu?
Aniden pençesini aşağı doğru hareket ettirmeye başladığında irkilerek nefesimi tutmuştum. Ancak sonrasında beni zemine indireceğini anladığımda tuttuğum nefesimi rahatlayarak geri bıraktım. Hiç değilse kafamda kurduğum kadar acımasız değildi.
Uzun süre kendimi kasarak durmam ve fazlasıyla korkmamın etkisiyle her ne kadar beni yere yavaşça bırakmış olsa da dengemi sağlayamayarak tozlu zemine dizlerim üstüne düşmüştüm. Harika! Şu an karşıdan bakan biri benim çaresizliğimi rahatlıkla görebilirdi. Üzerimde hissettiğim ejderhanın pençesi beni tekrardan kavradığında kendime acımayı kesmiştim.
"Yavaş ol ufaklık, bir yerini inciteceksin." yumuşak çıkan sesiyle beni düştüğüm yerden kaldırarak ayaklarım üzerinde durmamı sağladığında sinirlerim bozulmuş halde yüzümü buruşturdum. Onun için saçma bir bez bebekten herhangi bir farkım yoktu. Üstelik en sinir bozucu yanı da bana ufaklık diyerek küçümsüyor oluşuydu.
Kafamı kaldırarak yeşil parlaklıklara baktım ve ellerimi belime yerleştirdikten sonra "Bana ufaklık demeyi keser misin? Benim bir adım var, o da Katherine... Katherine Bloom" diyerek söylendim. Baktığım yeşil parlaklıklar aniden kaybolurken kafamı hızla sağa sola oynatarak onu bulmaya çalışıyordum. Kapkaranlık ve öldürdüğü insanların iskeletiyle dolu bir mağarada ejderhayla baş başaydım ve şimdi de görünürlerde yoktu.
"Tanıştığımıza memnun oldum Katherine." hemen arkamdan gelen fısıltıyla olduğum yerde sıçrarken ağzımdan kaçmak için hazır bulunan çığlığı son anda tutmayı başarmıştım. O-o şey hangi zaman diliminde arkama geçerek bana bu kadar yaklaşmıştı? Üstelik ben neden bana yaklaştığını hissetmemiştim?
"B-ben de Kaden." ensemde hissettiğim nefesiyle kendimi iyiden iyiye sıkarken ağzımı aralayarak zorla konuşabilmiştim. Koca bir yalandı! Onunla tanıştığım için zerre memnun değildim. Yalnızca korktuğum için onu kızdırmamaya özen gösteriyordum. Aksi takdirde sonumun nasıl olacağı belliydi. 'Aferin Katherine parçalanarak ölmek istemiyorsan böyle devam et.'
"Kendini kasmana gerek yok, rahatla ufaklık." derin derin aldığı nefesler saçlarımın havalanmasına sebebiyet verirken daha öncesinde yaptığı gibi burnunu başımın üzerine bastırmıştı. Lanet olsun rahatlamamı söylüyordu ama yaptığı şeylerle daha fazla endişelenmeme sebep oluyordu. Hemen üstümde bulunan ağzı aniden aralanacak ve keskin dişleriyle başımı gövdemden ayıracakmış gibime geliyordu. Veya aniden aleviyle de yaka bilirdi ya da pençesini savurarak bedenimi de parçalayabilirdi.
"Dur artık!" tüm gücümü sesime toplayarak bağırdığımda gözlerimden akan yaşlar sicim gibiydi. Onun bana yaklaşmasını istemiyordum. Aklıma sürekli beni acımasızca öldüreceğiyle ilgili çağrışımlar geliyordu ve bu durum bayılmama sebep olacak kadar korkmama sebep oluyordu.
Haykırışımla birlikte saçlarıma bastırarak yavaşça hareket ettirdiği burnu hareket etmeyi keserken olabilirmiş gibi daha fazla korkmaya başlamıştım. Ona bağırdığım için bile bana saldırabilirdi. Arkama dönerek endişeyle ona baktığımda bir kaç karış tepemde bulunan yeşil parlaklıklarla karşılaştım. Hava aydınlıkken bir nebze de olsa daha iyiydim... Karanlıktan dolayı artık göremediğim çevrede bulunan iskeletler de ürpermeme sebep oluyordu.
"Katherine sakin ol, sana zarar vermeyeceğim." sesi fazlasıyla yumuşak ve kısık çıkarken bana yaklaşmaya başladığında korkuyla geri geri yürümeye başladım.
"Yaklaşma bana..." kısık sesimle tekrar bağırdığım sırada ayağımın bir şeye takılması üzerine geriye düşmüştüm. Hissettiğim sıcak yüzeyden kalkmak için hamle yaptığımda gövdemde hissettiğim baskı buna izin vermemişti.
"Şşştt alışacaksın merak etme." debelenmeyi keserek çaresizce parlak yeşillere baktım. Beni yine pençeleri arasına almıştı ve pürüzlü sıcak yüzeyin üstünde beni yatmaya zorluyor, gitmeme de izin vermiyordu.
"Alışmak istemiyorum ben evime gitmek istiyorum!" dedim gözlerimden durmaksızın akan yaşlarım arasında. Bir ejderhayla kemik dolu rutubetli bir mağarada yaşamaya nasıl alışabilirdim ki? Ben burada beni her an öldürme ihtimali bulunan ejderhayla nasıl hayatta kalmayı başarabilirdim?
"Şimdi uyu Katherine, yarın her şey daha güzel olacak." sesi öylesine yumuşak ve inandırıcı çıkıyordu ki yalan adeta söyleme ihtimali yokmuş gibiydi. Ancak biliyordum ki söyledikleri kocaman bir yalandan ibaretti.
Yaşadıklarımın verdiği yorgunluk ve üzerinde bulunduğun ejderhanın pürüzlü pençesinin sıcaklığına daha fazla dayanamazken gözlerimi yumdum. Zaten normal şartlarda bile ağladığımda hemen uykum gelirdi. Hele şimdi her şeyin üst üste geldiğini farz edersek ben iyi bile dayanmıştım.
"Hayır uyumayacağım..." kısık çıkan sesimle zorla konuştuğumda çoktan uykuya dalmak üzereydim. Saçlarımın arasında gezinen diğer pençesi ise iyice mayışmama sebep olurken sonunda daha fazla dayanmayarak kendimi uykunun gerçeklerden kaçmamı sağlayan mucizesine teslim olmuştum.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
9.29k Okunma |
1.23k Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |