"Efendim ejderha burada!"
Hizmetçi goblinin söylediklerinden sonra Prens Bernard'ın aniden yüzü asıldı. Nedenini anlayamamıştım doğrusu. Ancak tekrar tekrar sorup onu darlamak istemiyordum. Sonuçta onların krallığının kendi meseleleri olabilirdi. Bu beni ilgilendirmezdi.
Önümde ki kahvaltıyla meşgulken Prens Bernard bana döndü. Ben de o esnada portakal suyundan bir yudum alıyordum.
"Prenses gözün aydın ejderhan seni kurtarmaya geldi."
Aniden duyduğum sözlerle birlikte yutmakta olduğum portakal suyu genzime giderken ardı ardına bir kaç kere öksürdüm. Hemen önümde ki peçeteye uzanarak ağzımı kapatırken kendimi kontrol altına almayı denedim.
"İyi misin?"
Bernard'ın sesi kulağa endişeli geliyordu. Ah kesin benim için endişelenmişti, kıyamam(!)
"Ben iyiyim." dedim.
Sonunda öksürüklerimi kontrol altına almayı başarabilmiştim. Asıl siz iyi olacak mısınız çok saygı değer ekselansları?
"Prens Bernard ne yapmayı düşünüyorsunuz?"
Derken sesim daha demin ki öksürük krizim yüzünden hafif kısık çıkmıştı. Bu sefer endişelenmesi gereken ben olmamalıydım. Ancak Kaden, söz konusu ben olduğum zamanlarda ne denli sert olacağının ve kimseye de acımayacağının farkındaydım.
"Planım vardı... Ancak şu an ne yapacağımı bilmiyorum. Onun bariyeri aşmasının imkansız olduğunu düşünmüştüm."
Söylenerek bir yandan da eliyle yüzünü sıvazlarken onun yaşadığı çaresizlik yüzünden ben de kendimi kötü hissettim.
"Ah büyük aptallık etmişim. Şimdi halkıma zarar vermeye kalkarsa ben ne yaparım?!"
"Ben size yardımcı olacağım."
Onun üzülmesine daha fazla izin vermeden ayağa kalktığımda prens ellerini yüzünden çekerek bana inanamaz gözlerle baktı. Evet biliyorum yaptığım iş pek mantıklı değildi. Ancak onun halkının zarar görmesini de istemiyordum. Benim askerlerimin başına gelen durum onun halkının başına gelirse kendimi gerçekten suçlu hissederdim.
"Ben de sana özgürlüğünü geri vereceğim."
Kararlı bir şekilde konuştuğunda karşılık olarak ben de ona kafa sallayarak gülümsedim. Açıkçası şu an için özgürlüğümden ziyade goblin halkının zarar görmemesi benim için ön plandaydı. Ejderhaya ihanet etmiyordum ben. Yalnızca masum goblinlerin yanarak ölmesine izin vermeyecektim!
"Gel benimle."
Sandalyeden ayağa kalkarak elimden tuttu ve beni de kaldırdı. Hızlı bir şekilde yürümeye başladığında onu takip edebilmek için ben de adımlarımı hızlandırmıştım.
"Ejderhanın Akik taşına karşı direnci yok. Eğer Akik taşlarının çevresinde kalırsa güçsüzleşecek ve sonunda gerçek formuna dönüşmek zorunda kalacak."
Hızlı bir şekilde yürümeye çabalarken bir yandan onun söylediklerine odaklanmak fazlasıyla zordu. Ancak son söylediğini yanlış duymuş olamazdım değil mi? Ejderhanın gerçek formu derken neyi kast etmişti?
"Ejderhanın gerçek formu derken ne demek istedin?"
Sesimi istemsizce yüksek çıkarken gerildiğimi hissettim. Onunla o kadar zaman geçirmiştim ve onun bir kere bile başka formda olduğunu görmemiştim. Kaden bir ejderhaydı ve hepsi buydu. Ya da en azından ben öyle olduğunu sanıyordum.
"Açıklayacak zaman yok Katherine ve bunun bir önemi de yok!"
Sert sesini işittiğimde ben de daha fazla sormamaya karar verdim. Bu zamana kadar gerçeği öğrenmemiştim. Şimdi ve bundan sonra öğrenmemin ne anlamı vardı ki?
"Efendim hoş geldiniz."
Sonunda geniş bir salona geldiğimizde zırhlı iri yapılı bir goblin bizi karşılamış ve selamlamıştı. Ancak goblinin söylediğini anlayamadım. Sonrasında ikisi kendi arasında hararetli bir şekilde bir şeyler konuşmaya başladığına yine hiç bir şey anlamıyordum. Ancak Prensin yanında beklemekten başka da elimden bir şey gelmiyordu.
Sonunda daha fazla dayanmayarak onların yanından uzaklaştım ve pencereye doğru yöneldim. Çevrede ejderhanın olduğuna dair herhangi bir işaret bulmayı ümit ederken sonunda onu gördüm. Oradaydı! Dikkatli bir şekilde baktığımda şatonun altında askerleri yakmakla meşgul olduğunu görebilmiştim. Askerlerde ona karşılık olarak silahlarıyla ateş açmaya çalışıyordu.
"Ekselansları bu şekilde bekleyecek miyiz?"
Derken sesimin hararetli bir şekilde çıkmasını engelleyememiştim. İkisinin de bakışları bana dönerken prens derin bir nefes alarak bana söylendi.
"Biliyorum Katherine beş dakika daha ver."
"Aşağıda sizin askerleriniz yanıyor ama!"
Ben ondan daha fazla askerlerini umursuyordum sanırım. Masumlara zarar vermeyeceğini bilseydim belki de bu plana dahil olmazdım bile.
"Pekala şöyle bir karara vardık. Sen ejderhayı krallıktan uzak bir yere peşinden götüreceksin."
Sonunda konuşmaları bitmişti ve bana dönerek açıklamada bulundu. Sanki kolay bir şey istemiş gibi davranıyordu.
"Ama bunu nasıl yapacağım?"
Endişeli bir şekilde konuştuğumda prens benim yanıma gelmişti.
"Basit bineklerimizden birini alacaksın ve onunla gidebildiğin kadar hızlı gideceksin."
"Pekala."
Kabul etmek dışında başka seçeneğim yoktu.
"Gel benimle."
Hızlı bir şekilde yürüyerek bir kaç kat aşağı indiğimizde beni ata benzeyen ancak at olmadığı fazlasıyla belli olan bir canlının önüne getirdi. Ata göre daha farklı görünüyordu ve yeşil rengindeydi.
"Ben buna binemem." dedim ürkerek.
Prens ise o sırada inanamaz gözlerle bakıyordu.
"Peşinde tonlarca ağırlığa sahip bir ejderha var ve sen yalnızca attan biraz farklı diye bu hayvandan mı korktun?"
Ses tonu fazlasıyla iğneleyiciydi. Söylediklerinde haklıydı bunu biliyordum. Ama yine de bu şekilde kaba bir tavır sergilemesine gerek yoktu.
"Pekala pekala bunun için vakit yok."
Onunla tartışmak yerine dik bir şekilde baktığım sırada beni tutup at benzeri hayvanın üzerine bindirdi. Bir an için korkarak ne yapacağımı bilemedim. Tamam daha öncesinde ata binmiştim. Ama bu hayvan at değildi!
"Korkma ve onun at olduğunu hayal et yalnızca."
Durumuma acımış olacak ki beni teselli etmeyi deniyordu. Ne kadar da düşünceli biriydi ama (!)
"Ben nereye gideceğim şimdi?"
Bana kısa bir bakış attı ve at benzeri hayvanın kulağına eğilerek bazı sözler fısıldadı. Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım doğrusu.
"O gideceği yeri biliyor merak etme."
Dediğinde bir an için şaka yaptığını düşündüm. Ancak fazlasıyla ciddi görünüyordu.
"Orada olacağım."
"Pekala" diyerek mırıldandığımda kenarda bekleyen hizmetçiye,
"Ahırın kapısını açın." dediğini işittim kendi dilinde. Sonrasında ise kapı açıldı ve at ben daha bir harekette bulunmadan dört nala koşmaya başladı. O kadar hızlı koşuyordu ki yuları sıkıca tutmasaydım yere düşebilirdim.
Korkudan ne yapacağımı bilemezken sadece üstünde oturmuş olduğum bineğin gitmesine izin verdim. O sırada askerlerle savaşan ejderha beni gördü ve bir an için parlak yeşil gözleri büyüdü.
"Katherine!" bağrışı gök gürültüsü kadar güçlüydü.
Ancak ben ise arkama bakacak cesareti bulamıyordum. Hem ejderhanın öfkeli yüzünü görmek istemediğim için hem de küçük bir dikkat dağınıklığında düşüp boynumu kırma ihtimalini göze alamadığım için bu şekilde önüme bakmaya devam ettim.
Önüme dikkatli baktığımda kocaman bir hendeği gördüm. Ancak sanırım bu at çakması hayvan görememişti. Yularını durması için sertçe çektiğimde hiç bir işe yaramadı. Hala daha dört nala koşmaya devam ediyordu!
"Dursana be hayvan!"
Bağırarak yularını tüm gücümle asıldım ancak nafileydi. Beni kesinlikle dinlemiyordu, sanki büyülenmişti de hiç bir şey onu gitmesi gereken yerden alıkoyamayacaktı.
"Ah hayır!"
Yaşadığım büyük panikle birlikte hem bağırıyor hem de hayvanın yularını çekiştirmeye devam ediyordum... ve beklenen oldu kocaman boşluğa doğru sıçradığında gözlerimi sıkıca birbirine bastırdım. Bu anı görmeyi istemiyordum.
Gözlerim kapalıyken havada süzüldüğümüzü hissettim. Bu durum yalnızca bir kaç saniye sürmüştü belki ama bana saatler geçmiş gibi geldi. Düşmeyi beklediğim sırada bineğin yere bastığını belli eden sert sarsıntıyı hissettim.
Tanrım başarmıştı!
"Aferin sana ya, bizi öldürtmedin."
Mutlulukla birlikte başımı arkaya çevirdiğimde peşimden hızla uçmakta olan ejderhayı gördüm. Bize yetişmesi an meselesiydi. Daha deminki atlayış yüzünden onun da endişelendiğini tahmin edebiliyordum.
Az daha koştuğunda ise sık ağaçların bulunduğu bir alana geldik. Oraya gireceğini sandığım sırada aniden yavaşlamaya başladığını fark ettim ve sonrasında tamamen durdu. O kadar mutlu olmuştum ki hemen inerek kendimi çimlerin üzerine attım. Neredeyse yere ayak bastığım için mutluluktan yeri öpecek duruma gelmiştim.
Sonrasında ise ejderhanın peşimden gelmekte olduğunu idrak edebildim. Lanet olsun! Bir tehlikeyi atlatıp diğerine geçiyordum. Bu kadar aksiyon bünyeye zarardı gerçekten!
Ejderha yakınıma indiğinde ben hala daha kendimi toparlamaya çalışıyordum. kaçtığımı sanıp bana kızacağını düşünmüştüm ancak o bunun yerine bana özlem dolu gözlerle baktı.
"Katherine benim prensesim!"
Ejderha mutlu bir şekilde pençesini uzatarak beni kavradığında herhangi bir tepki vermeden beni pençesine almasına izin verdim. İtiraf etmem gerekirse onu gördüğüm için ben de mutlu olmuştumm.
"Neden böyle bir şey yaptın?"
Derken sesi hafif azarlar tonda çıktı. Ben de diyordum ki ejderha bana kızmadı bu durum hiç normal değil.
"Askerleri öldürmeni istemediğim için seni uzak bir alana çekmeye karar verdik."
Diyerek açıklama yaptığımda ejderhanın bakışları bir anda değişti. Acaba Bernard'dan bahsetmesem daha mı iyi olacaktı?
"Kiminle?"
Ne diyeceğimi bilemez bir halde gözlerine baktığım sırada kızmaya başladığını fark ediyordum. Beni kaçıran biriyle iş birliği yaptığımı öğrenirse daha fazla kızabilirdi o yüzden bir şey diyemedim.
"Benimle tabi ki."
Duyduğum tanıdık sesle birlikte bakışlarımı ejderhadan alıp Bernard'a çevirdiğimde ağaçların arasından çıka gelmekte olduğunu gördüm. Harika bir bu eksikti zaten! Ejderha şimdi onu kızartmaya kalkarsa şaşırmayacaktım.
"Eski dostum uzun zaman oldu."
Ejderha onun sesini duyduğunda daha fazla öfkelenirken aynı saniyeler içinde hırlamaya da başladı.
"Ben senin dostun değilim Bernard!"
Tıslarcasına konuştuğu sırada onun kimseyi yakmadan buradan gidebileceğimize dair inancım kalmamıştı.
"Cık cık cık darılırım ama böyle söyleme."
Bernard'ın için her şey bir oyun gibiydi. Daha yarım saat önce benim yanımda hayıflanan Bernard şimdi mutluluktan havalara uçacak kadar neşeliydi.
"Sen benim olanı kaçırmaya cüret ettin."
Ejderha sonunda onun bu tavırlarına daha fazla dayanamadı ve korktuğum o tepkiyi verdi.
"Sana bedelini ödeteceğim."
Alevlerin gelmekte olduğunu, yukarıya çıkan güçlü turuncu ışıkla birlikte fark ettiğim sırada beni tutan pençesini elimle kavrayarak haykırdım.
"Hayır Kaden yapma."
"Katherine sen karışma!"
Kırmızıya dönen gözleri benimle buluşurken bana öfkeyle bağırdı ve yine alevlerinden zarar görmemem için beni yanından uzaklaştırdı. Hayır bir kez daha birini yakmasına izin vermek istemiyordum. Bunca zahmete boşuna mı katlanmıştım ben?!
"Bakalım kim kime bedel ödetecek."
Endişeli bakışlarım Bernard'a yöneldiğinde Bernard oralı bile değil gibiydi. Yüzünde bir sırıtış vardı yalnızca. Ancak bu fazlasıyla sinsi bir gülümsemeydi. Sanki yapacağı şeyden önce keyif almak istiyor gibi bir hali vardı.
"Askerler şimdi!"
Aniden ağaçların arasından çıkan bir dolu askerle birlikte neler olduğunu anlayamazken ejderhanın alevi yükseldiği yerden çıkmak üzereydi. Tam o anda ellerinde tuttukları taşları bize doğru çevirerek kaldırdıklarında taşlar parlak bir ışık yaymaya başladı.
Kaden'dan acı bir çığlık yükselirken korkuyla gözlerimi askerlerden alarak ejderhaya çevirdim. Alevleri çıkmadan yok olmuştu bile.
"Kaden neler oluyor?!" diye bağırdım.
Endişeden neler olduğunu anlayamamıştım bile ejderhanın bağırışı daha da yükseldiğinde gözlerimi korkuyla birbirine bastırdım. Ya ona bir şey olursa?
Sırtımın çimenlerle buluştuğunu hissederken gözlerim hala sımsıkı kapalı bir şekilde duruyordum. Ejderhanın acı çekmesine yüreğim el vermiyordu. Sanki gözlerimi açmazsam bu acı bitecekti.
Üzerime yığılan ağırlıkla birlikte bir an için gözlerimi araladım ve başımı hafifçe kaldırarak neler olduğunu anlamaya çalıştım. Üstümde uzanmakta olan çıplak bir erkeğe ait vücutla birlikte gözlerim kocaman açıldı. Bir an için çığlık atmayı istesem de dudaklarımı sıkıca birbirine bastırarak çığlığımı yuttum. Çıplak bir erkeğe ait olan vücudun sahibi kafasını kaldırdığında ise parlak yeşil gözleri benim gözlerimle buluştu.
"William!"
Bölüm Sonu
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
9.29k Okunma |
1.23k Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |