30. Bölüm

*30* Gerçekler

Melis Dreamer
happy_dreamer

 

Asker tekrar konuşmama fırsat vermeden omzuma çarparak hızla yanımdan geçtiğinde söylediklerinin şokuyla put gibi olduğum yerde dikili kalmış haldeydim. O mu gelmişti? Kaden... Beni artık tamamen unuttuğundan neredeyse emin olduğum ejderha... Benim için tekrar geri dönmüş olamazdı değil mi? Hayır bu çok saçmaydı, onun olma ihtimali yoktu eminim ki askerlerin gördükleri şeyin mantıklı bir açıklaması vardı... Ama ya oysa?

 

"Hayır şimdi olmaz." gözlerimi sıkıca yumarak girdiğim ikilemden çıkabilmek için başımı hızla iki yanıma salladım. Eğer korkup kaçarsam William'ı görme şansımı tamamen kaybedebilirdim. Şu an hiç olmadığım kadar cesur olmalı ve evlilik yeminimi ettiğim adamı bulmalıydım!

 

Kararlı bir şekilde gözlerimle etrafı tararken bir yandan da her ne kadar ayaklarım geriye doğru gitmek istese de yürümeye devam ediyordum. Onunla karşılaşmaktan gerçekten de çok korkuyordum. Çünkü eğer kaçan askerin söylediği gibi bir ejderha geldiyse gelen ejderhanın Kaden olmasından başka seçenek yoktu. Elbette askerlerin gördüğü şey başka bir canlı veya yaratık da olabilirdi sonuçta burası mahzendi ve etrafı aydınlatan sıra sıra dizilmiş meşaleler dışında bir şey yoktu. Loş olduğu kadar rutubetli olan bu ortamda askerlerin yanılma payı azımsanamayacak kadar yüksekti. Ancak gördükleri kocaman ejderhadan veya yaratıktan kaçıyorlarsa da her türlü içinde bulunduğum durum benim için tehlike demekti.

 

'Katherine sen ejderhayla baş etmeyi başarmış kızsın! Bir avuç dolusu korkak mahzen görevlisi askerin kaçtığı şeyle baş edemeyecek misin yani?! ' iç sesimin konuşmasından aldığım cesaretle adımlarımı hızlandırırken artık karşıma ne çıkarsa çıksın pes etmemekte kararlıydım. İç sesim haklıydı ben kocaman bir ejderhayla baş etmeyi başarmıştım. Şimdi karşıma çıkabilecek her ne ise bir ejderhadan daha kötü olamazdı. Gelen Kaden'sa da bana zarar vermesine izin vermeden bir şekilde kurtulma yolunu bulurdum!

 

"Hey çıkar beni buradan!" düşüncelerim arasında duyduğum ürkütücü ses yüreğimi hoplatırken korkudan ağzımdan kaçan tiz çığlığa engel olamamıştım. Ortamın verdiği ağır gerginlikle birlikte başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde demir parmaklıkları sanki çıkabilecekmiş gibi zorlayan bir tane yaşlı adamla karşılaştım. Yüzündeki dehşete düşmüş ifadeyle kaçan askerlerden hiç bir farkı yoktu. Demek ki şimdi burada gerçekten de bir yaratık vardı ve ben ona neredeyse yaklaşmak üzerindeydim. Tanrım yoksa ben aptallıkla cesaret arasında ki ince çizgiyi geçmiştim de haberim mi yoktu?

 

Endişeyle ne yaptığımı sorgularken aniden önümde beliren ve beni yakalamak için uğraşan elle neye uğradığımı şaşırarak geriye sıçradım. İrkilerek önümde ki elden kafamı çekerken gözlerim elin sahibine kaydı. Pejmürde bir halde saç ve sakalı birbirine karışmış yaşlı adam kafasını ve vücudunu demirliklere yaslayarak beni yakalamak için çabalıyordu.

 

"Sana diyorum kaltak çıkar beni buradan!" kendinden geçmiş halde tekrardan haykırdığında korkuyla bir kaç adım daha geriye çekildim. Onu umursamamaya çalışarak yoluma devam ettiğim sırada başka sesler de yükselmeye başlamıştı. Sağımda ve solumda bulunan hücrelerin içinde ki insanlar demirlere yaslanarak onları çıkarmam için bana yalvarıyor, küfrediyor, hakaret ediyor ve hatta demir parmaklıkları tekmeleyip yumruk atıyorlardı.

 

İşittiğim şeylerin yükü bana fazla gelirken eteklerimi elimde toplayarak ayağıma dolanmayacak konuma getirdikten sonra tüm gücümle koşmaya başladım. Hayatım boyunca duymadığım küfürler ve hakaretler her yerden yükselirken kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. Ben daha önce şahsım üzerine edilen küfrü duymayı bırak yanımda kötü söz söyleyen bile olmamıştı. Şu an yaşadığım durum benim için inanılmaz derecede alışılmadıktı.

 

"William neredesin?" nefes nefese kalmış halde bağırırken olanca gürültünün arasında sesim küçük bir mırıltıdan ibaret çıkmıştı. Onu bulabilmek için koşarken bir yandan da gözlerimle parmaklıklara yaslanıp el kol hareketleri yapan adamların yüzlerine bakıyordum. Hiç biri o değildi...

 

Anlık dalgınlıkla geçtiğim bir hücrenin tuhaf durumunu fark ettiğimde duraksayarak alel acele geri döndüm. Bağırışların arasında alıp verdiğim derin solukları duyamasam da kalbimin hızlı atan sesi kulaklarımda yankı buluyordu.

 

"Aman tanrım!" gördüğüm dehşet verici yıkım karşısında ellerimi açık kalan ağzıma koyarken gözlerim dehşetle aralanmıştı. Hücrenin tamamen yıkılmış duvarından içeriye sızan dolunayın parlak ışığı mahzenin loş olan ışığında göremeyeceğim bütün görüntüyü net bir şekilde gözlerime sunuyordu.

 

Ölü bedenlerin arasında dolaşan gözlerim yerde duran beyaz mendile takıldığında ellerim titremeye başlamıştı. İstemsizce ayaklarımla mendile doğru ilerlerken beynim bir şey düşünemese de vücudum bu duruma titreyerek tepki veriyordu. Yerde parçalanmış halde yatan cesetlere bakmadan mendilin yanına vardım ve onu yavaşça ellerimin arasına aldım. Düşündüğüm kişiye ait olmaması için içimden tanrıya yalvarırken elimde kan ve tozla kaplı duran mendilin ön yüzünü çevirdim.

 

"Hayır!" diye mırıldandım gördüğüm ay ve yıldız işlemesinden sonra. Sıkıca yumduğum gözlerimde biriken ılık göz yaşları yanaklarıma doğru yol alırken mendili sıkıca tutarak göğsümün üzerine bastırdım. Bu mendil William için bizzat kendi ellerimle işlediğim nişan hediyemdi.

 

"Hayır bu doğru olamaz!" tekrardan kabullenemez bir halde mırıldanırken korkudan bakamadığım cesetlere kaydı gözlerim dehşet içinde. Onu yerde yatan askerlerin arasında görürsem dünyamın başıma yıkılacağını bilsem de kendime engel olamamıştım.

 

"Şükürler olsun." ciğerlerimde biriken havayı derin bir nefesle dışarı bırakırken onu burada bulamamış olmamın verdiği rahatlıkla gülümsemeye çalıştım. Eğer ölü bedenlerin arasında yoksa bu hala yaşama ihtimali olduğunun anlamına geliyordu. Çabucak oluşan geniş boşluktan kendimi dışarı atarak yürümeye başladığımda tek düşüncem sevdiğim adamı sağ salim bulmayı başarabilmekti.

 

"William!" diye haykırırken avucumun arasında sıktığım mendille koşar adımlarla yürüyordum. Aniden duyduğum bağırış sesleri irkilmeme sebep olsa da onu bulma umuduyla hızımı kesmeden seslerin geldiği yöne doğru koşmaya başladım. O sırada ayın bulutların arasına girmesi sonucu ortalık göz gözü görmeyecek kadar karanlık bir hal almıştı. Hızımı kesmeden yürümeye devam ettiğim sırada sert bir şeye çarpmamla geriye doğru savrulmuştum.

 

Ağzımdan dökülen çığlıkla birlikte yere düşmeyi beklerken belime dolanan güçlü kollar beni son anda kurtarmıştı. Anın şokuyla kolların sahibine tutunurken istemsizce ona sıkıca sarılmıştım. Hissettiğim güçlü kolların varlığıyla yumduğum gözlerimi aralarken ay ışığı girdiği bulutların arasından kendini tekrar belli etmeye başladı. Çok iyi bildiğim parlak keskin yeşiller ay ışığının altında güzelliğine güzellik katmış bir halde hemen dibimdeyken nefesimi tutmuş ona bakıyordum. Sabahtan beri bulabilmek için bin bir zahmete katlandığım ve başına bir şey gelmesinden ölesiye korktuğum adamın şu an kolları arasındaydım!

 

"William sen yaşıyorsun!" sevinçli haykırışımdan hemen sonra sıçrayarak kollarımı boynuna dolarken yaşadığım mutluluk kelimelerle tarif edilemeyecek kadar fazlaydı. Onun sapasağlam bir şekilde kollarını hiç bırakmayacakmış gibi belime sarması hayatımda yaşadığım en paha biçilmez andı.

 

"Ben iyiyim güzelim merak etme." yumuşacık sesiyle konuştuğu anda göz yaşlarıma hakim olamayarak ağlamaya başladığım. Belimde sarılı duran bir elini çekerek saçlarımın arasına koydu. Dudaklarını başımın üzerinde hissederken elini beni rahatlatmak istercesine saçlarımın arasında dolaştırmaya başlamıştı.

 

"Katherine, ne olursa olsun seni benden almalarına izin vermem!" bazı kelimelerinin arasında başıma minik öpücükler kondururken sesi dudaklarını başıma yasladığı için boğuk çıkmıştı. Konuşmasından sonra bir prensese yakışmayacak şekilde burnumu çekerken yüzümde oluşan buruk tebessümle az da olsa geri çekilerek ona baktım. Ancak hala kollarım sıkıca boynuna dolanmış haldeydi.

 

"Biliyorum William izin vermezsin." gözlerim gözlerine kenetlenmişken derince yutkunarak elini kaldırdı ve incitmekten korkarcasına yavaşça getirerek yanağıma koydu. Elinin sıcaklığını yanağımın yüzeyinde hissederken içim kıpır kıpır olmuştu.

 

"Ancak ne olursa olsun senin benden gitmene de izin vermem, veremem..." bakışlarında aniden endişe kırıntıları belirirken neden böyle düşündüğünü anlayamamıştım. Yine de kafamı sallayarak onayladım. Ondan gitmek isteyen kimdi ki? Ben onu seviyordum ve bu sevginin ne olursa olsun her koşulda devam edeceğinden de emindim.

 

"Biliyorum William, zaten ben de ne olursa olsun senden gitmeyeceğim." kararlı bir sesle konuşurken daha deminden beri yeni fark etmeyi başardığım şey üzerinin çıplak oluşuydu. Bir an için şaşırsam da nedenini önemsemeyecek kadar sevdiğim adama odaklanmış haldeydim. Benim söylediklerimden sonra gözlerinin içinde ki parıltıyla yüzünde oluşan büyüleyici gülümseme görülmeyi değerdi. Ancak bir an sonra dudaklarında oluşan gülümsemesi düz bir çizgi halini alırken endişelendiğini görebiliyordum. Sanki bir şeyi söylemek istiyor ancak söyleyemiyormuş gibi bir hali vardı. Tahminlerim doğruysa eğer Kuzey İmparatorluğu'yla ilgiliydi konuşmak istediği konu.

 

"Miniğim benim sana söylemem-" dikkatimi onun konuşmasına vermişken aniden duyduğumuz sesle birlikte konuşması yarım kalmıştı. Etrafımızı saran bir sürü askerle neye uğradığımı şaşırırken önlerinde duran kuzenimi görmemle şaşkınlığım bir kat daha artmıştı.

 

"Katherine senin onun yanında ne işin var?!" Edward'ın da afalla makta benden aşağı kalır yanı olmasa da daha çok korkmuş görünüyordu. Ne için korktuğunu tam olarak anlayamasam da bunun yanımda ki adamın bana zarar vermesinden kaynaklandığını sanmıştım. Tek bir tane silahı bile olmayan William'ın bu kadar adama karşı bir şey yapamayacağını farz edersek endişesi yersizdi. Asıl toplanmış bu kadar adam William'a zarar verebilirdi! Aklıma gelen düşünceyle hızla William'ın önüne geçerek kendimi onun önüne siper ettim.

 

"Ona zarar vermenize izin vermeyeceğim!" Askerlere karşı sert bir şekilde bağırırken beni anlamalarını umuyordum. William'ı yine yaka paça tutarak zindana atmalarını istemiyordum. Bu sefer aynı durumun yaşanmasına kesinlikle müsamaha göstermeyecektim!

 

"Katherine! O şeyin yanından uzaklaş hemen!" Edward'ın sesi içine kaçmış gibi çıkarken onu hiç bu kadar korkmuş halde görmediğime emindim. Hatta bu korkmuş ifade yalnızca onun yüzünde değil karşımda bulunan bütün askerlerin yüzlerinde benzer şekillerde vardı.

 

"Ne oldu?" karşımda ki insanların yüzlerinin neden kireç gibi olduğunu anlamaya çalıştığım sırada boynumda ki kolye yanar gibi ısınmaya başladı. Acıyla yüzümü buruştururken elimi elbisemin üzerinden kolyeye bastırdım. Lanet olsun yine mi?! Cidden bu kolyenin derdi neydi? Neden sürekli yanıyormuşçasına ısınıp duruyordu?

 

"William sen ne-" ona dönerek neler olduğunu soracağım sırada kocaman bir pençeyle karşılaşmak kesinlikle aklımın en ücra köşesinde bile yoktu. Ağzım şaşkınlıktan hafifçe aralanmışken pençenin ait olduğu canlıyı anlayabilmek için düz bir şekilde kafamı yukarıya doğru kaldırdım... Karşılaştığım parlak yeşillerle başımdan aşağı kaynar sular dökülürken öylece kaldım.

 

"K-Ka-Ka-Kaden" kekeleyerek de olsa zorla ismini söylemeyi başarırken ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi kayan yer ve daha sonrasında hissettiğim ağırlıkla birlikte bacaklarım beni taşıyamaz bir hal almıştı.

 

"Katherine!" gürültülü çıkan sesi adımı haykırırken bedenim pürüzlü ve bir o kadar da sıcak olan yüzeyin üzerine düştüğünde kendimi tamamıyla karanlığa teslim etmekten başka elimden gelen bir şey olmamıştı.

 

BÖLÜM SONU

Bölüm : 20.02.2025 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...