Tuna, hizmetli kadının yanına yürüyerek önünde durdu. "Gelir gelmez neden bana haber vermedin?"
"Haber vermeye fırsatım olmadı efendim, Ebru Hanım yeni geldiler çünkü." Tuna sinirle gülümseyerek yumruklarını sıktı.
"Bir daha olmasın. Biliyorsun hazırlıksız yakalanmayı hiç sevmem. Bir dahakine hazırlıksız yakalandığım anda sende ölümüne hazırlıksız yakalanırsın haberin olsun." Kaşlarımı çatarak adımladım ve kolundan tuttum uyarı niteliğinde.
"Kadını bırak, yeni geldi diyor duymuyor musun?" İlk önce tuttuğum eline sonra da yüzüme baktı.
"Seni ilgilendirir mi?"
"Benim yanımda ya da bensiz fark etmez hiçbir kadına bu şekilde davranamazsın Tuna Aslan. Sırf erkek ve güçlü olman seni bir kadını aşağılayacağın, tehdit edeceğin bir durumun içine kesinlikle sokamaz." Eliyle çalışanına gitmesi için hareket yaptı.
"Sen gidebilirsin. Birkaç saniye daha gözlerimin içine bakarak arkasını döndü ve yürümeye başladı. Ebru’yla tanışmak istiyorsan gel, istemiyorsan da odana çık sen bilirsin…"
Elimdeki ceketimi yatağımın üstüne koyarken odadaki dolaba ilerleyerek kıyafetlerimi aldım. Aslında buraya gelemeden önce çoktan eşyalarım yerleştirilmişti ama kendi eşyalarımı istediğimden ötürü burada kalmaya başlamamdan 3 gün sonra Tuna’yla birlikte evime gidip kendi eşyalarımı almaya karar vermiştim. Elime kışlık bir eşofman ve örgü bir kazak alarak hızla üstümü değiştirerek son kez aynada kendime baktıktan sonra saçlarımı gelişigüzel bir topuz yaparak odadan çıkmıştım. Katta çalışan hizmetli kadını durdurup gülümseyerek sordum.
"Kolay gelsin, Tuna aşağıya indi mi acaba?" Kadın dediklerime anlam veremeyince elimle alnıma vurdum.
"Çok pardon, Kaya’yı soracaktım size birden ağzımdan öyle çıkıvermiş işte." Karşımdaki kadın gülümsedi.
"Kaya Bey, biraz önce aşağıya indiler Sahra Hanım. Dilerseniz sizi salona götürebilirim."
"Yok, salonun yerini biliyorum, teşekkür ederim." Kadın başıyla beni onayladıktan sonra tekrar işine dönünce merdivenlerden inerek salona doğru ilerledim.
"Neden buraya geldin? Sana benimle herhangi bir sorunun olursa telefondan iletişime geçmen gerektiğini söylediğimi sanıyordum?"
"Telefonlarıma cevap verseydin, evine kadar gelmezdim zaten Kaya. Farkında mısın benim kocam tutuklanmış ama sen umursamazca bana neden evine geldiğimi soruyorsun."
"Kardeşimin tutuklandığından haberim var Ebru. Hem ne zamandır Kayra’ya bu kadar önem veren biri oldun ki sen? Hatırlatırım evliliğiniz bir kâğıt üstündeki imzadan ibaret. Siz Kayra’yla gerçek karı koca bile değilsiniz." Salona girmemle kesilen hararetli sohbet ile gözler bana döndü. Ebru, Tuna’ya bakarak kim olduğumu sorguladı. "Sahra’yla tanış. Kendisi yakın bir arkadaşım aynı zamanda da iş ortağım olur."
"İş ortağın?" Kadın ayağa kalkarak elini bana uzattı.
"Ebru, Ebru Karaman. Kayra’nın karısı oluyorum." Gülümseyerek elini sıktım.
"İsminizi çok duydum Ebru Hanım, hoş geldiniz." Tuna’nın oturduğu koltuğun diğer köşesine yerleşerek oturdum.
"İş ortağın neden seninle aynı evde kalıyor Kaya?" Tuna umursamazca cevap verdi.
"Ben öyle istediğim için." Kendimi rahatsız hissederek açıkladım.
"Aramızda düşündüğünüz gibi bir ilişki yok sadece zorunluluktan ötürü burada kalıyorum diyelim." Kadın tek kaşını kaldırdı.
"Öyle mi, ne gibi önemli bir zorunluluk?"
"Seni ilgilendirmeyen işlere burnunu sokma Ebru. Kayra’ya gelecek olursak o tamamen benim kontrolüm altında. Merak etme kocanı sağ salim hapisten çıkartacağım."
"Kocamın üzerinde bir idam cezası olduğunu da bilerek söylüyorsun değil mi bunları?" Tuna sıkkın bir şekilde nefes aldı.
"Buyur çıkart çıkartabiliyorsan kocanı hapisten o zaman Ebru. Her şeyin bir zamanı vardır. Unutma zamanından önce ne kadar çabalarsan çabala hiçbir çiçek açmaz."
"Çiçeği açtırayım derken soldurtma da." Kadın uzun bacaklarını bacak bacak üstüne atıp koltuğa yerleşti iyice. "İyi kurtaracağın çiçek açana kadar buralardayım o zaman."
"Ne?" Tuna gülmeye başladı. "Ciddi misin? Eğer bu bir şakaysa hiç yeri ve zamanı değil haberin olsun Ebru."
"Gayet ciddiyim, Kayra’yı kurtarana kadar seninle burada kalıyorum."
"Evimde bir baldız istemiyorum." Tuna’nın dedikleriyle kıkırdadım.
"Çok pardon."
"O halde kocamı çabucak kurtarsan iyi edersin Kaya…"
Kapıdan taşınan valizleri görünce ağzım açık kaldı. "Ben az önce 12 bavul mu saydım yoksa bana mı öyle geliyor?"
"O saydığın kalan bavullarımın yarısı tatlım."
"24 bavul mu?" Yanımda oturup soğuk kahvesini yudumlayan kadına baktım. "Bu bavulların hepsini toplamında kaç arabayla getirdiniz ki?" Kadın güldü.
"İlk öncelikle rahatsız olmayacaksan sız siz ekini kaldırsak daha iyi olabilir sanki tatlım. Soruna cevap verecek olursam hepsi 1 arabaya sığdı ama öyle küçük arabalardan düşünme."
"Peki hepsinin içinde kıyafet mi var acaba?"
"Çoğunluğu kıyafet ama kıyafet dışında da çok şey olduğuna emin olabilirsin tatlım."
"Bavulların hepsini ilk kattaki boş kalan hizmetli odasına yerleştirin." Merdivenden inen Tuna’nın sesiyle ona bakmaya başladım.
"Hayırdır, beni hizmetli odasında mı misafir etmeyi düşünüyorsun Kaya?"
"Beğenmediysen şimdi gidebilirsin, asla gitmene karşı çıkmam Ebru."
"Bavullarımın hepsi 2. kattaki kocamın odasına taşınacak haberiniz olsun. Kocamın odasında kalmama da laf etmezsin herhalde?" Tuna sinirle kadının karşısında dikildi.
"Azrail’in ecelin daha gelmedi diye canını almayı falan reddetti de Kaya halleder diye mi geldin evime sen? Bu ne biçim bir özgüven patlaması?" Kadın güldü.
"Ben her zaman böyleydim Kaya unuttun mu? Sana veya bir başkasına karşı korkak bir pısırığın teki olduğum nerde görülmüş ki?" Tuna’nın bakışları beni buldu.
"Mert ve Nesrin’in yanına gidiyorum akşama dönerim. İkiniz de evde oturup hiçbir yere çıkmıyorsunuz ben gelene kadar."
"Evine tasmayla bağladığın köpeğin miyiz de öyle bir üslupla konuşuyorsun sen ikimize? İstersem gider 2 gün sonra gelirim istersem 2 ay evinden bahçeye bile adım atmam sana mı kaldı benim nereye gidip gidemeyeceğim?" Tuna kadının üstüne eğilerek konuştu.
"Sabrımı çok zorluyorsun Ebru, sana karşı olan iyi niyetimi yok etme ettiğin laflarla."
"Bu sözlerinin bana sökmediğini kaç kez tartışmıştık acaba seninle Kaya?"
"Geldiğimde lütfen gözüme gözükme." Tuna son sözünü söyledikten sonra bana bakmadan salondan çıktı.
"Eee, nereye gitmek istersin tatlım?"
"Hah, iyi oldu valla havuzu doldurtmanın aklıma gelmesi. Hiç değilse bu sıkıcı evde yapabileceğimiz sınırlı aktivitelere bir yenisi daha eklenmiş oldu sayende." Sırtımı şezlonga yaslayarak dizlerimi karnıma çektim. Tuna gittikten sonra Ebru, bir yerlere gidelim diye tutturunca onu evde tutabilecek tek şeyin havuz olduğunu düşündüğüm için bu teklifi sundum ona. Tam da tahmin ettiğim üzere bu fikrimi destekleyen kadın çalışanlara havuzu doldurmaları için talimat verince buradaydık işte. "Eee, hadi gelmiyor musun?" Gülümseyerek kafamı salladım.
"Teşekkür ederim, iyiyim ben böyle."
"Hem fikri verip hem de mızıkçılık yapman hiç hoş değil tatlım."
"Gerçekten, bugün biraz yorgunum. Hem akşamları yüzmeyi pek uygun bulmuyorum ben."
"Deniz, kum, güneş sevenlerden misin yani?"
"Daha çok yazın yüzmeyi sevenlerdenim." Ocak ayında İstanbul soğuğunda suya girecek kadar kafayı sıyırmamıştım henüz. Elindeki kahvesini yudumlarken bana baktı.
"Seni burada zorla mı tutuyor o şerefsiz?"
"Şerefsiz?" Tuna’dan bahsettiğini anlayınca güldüm. "Hayır, kendi isteğimle kalıyorum." Tuna’yla aramızdaki hukuku henüz yeni tanıştığım birine söyleyemezdim. "Kaya’nın da dediği gibi sadece bir iş ortağıyız."
"Öyle mi nasıl bir iş ortaklığı peki bu?"
"Bizimki karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan bir ortaklık." Kahvesini yudumlarken konuştu. Bugün içtiği 5. bardağıydı.
"Bütün ortaklıklar zaten karşılıklı çıkar ilişkisine dayanmaz mı tatlım?" Zoraki bir şekilde gülümsedim. İçimden bir ses bu kadına güvenebileceğimi ama henüz çok erken olduğunu söylüyordu bana.
"Kocanın çıkarılması için yardım edeceğim Kaya da bana yardımına ihtiyacım olduğu bir konuda yardım edecek hepsi bu."
"Anladım, peki ne zamandan beri karşılıklı şekilde kurulan ortaklıklarda birinin evinde kalınıyor istekli olarak?" Lanet olsun, köşeye sıkışmıştım işte.
"Ben istediğimden bu yana Ebru, senin için bir sorun mu var?" Arkamda Tuna’nın sesini duymamla derin bir oh çektim.
"Sen ve gereksiz derecede gizli şu işlerin ve iş ortakların bende çok büyük bir merak etkisi yaratıyor Kayacığım." Tuna, yüzünü buruşturdu.
"Fazla merak iyi değildir Ebrucuğum."
"Var mı kocamdan bir haber?"
"Biraz önce konuştum geldim, atlet don istedi senden. Bizzat karım Ebru getirsin yarın görüşüme diye de ekledi. Te Allah’ım ya."
"Düzgün sorduğum soruya düzgün cevap ver Kaya Karaman. Karşında bir kadın var."
"Verdiğim cevaptan bir sonuç çıkaramayacak kadar geri zekalıysan diyeceğim hiçbir şey yok sana Ebru." Tuna bana doğru döndü.
"Konuşmamız lazım."
" Kocam ile ilgili mi?"
"Ebru! Yüzmene odaklan. Ayırca bilmem farkında mısınız ama ocak ayındayız daha. Ne diye havuzu doldurttunuz ki?"
"Bana sorma, iş ortağının fikriydi." Tuna bana bakınca omuz silktim.
"Evde durun demiştin, aklıma başka bir şey gelmedi." Bana kafa sallayarak eliyle evi gösterdi.
"Odama geç, konuşmamız lazım…"
"Buyur." Odasından içeri girerken arkamdan girip kapıyı kapattı. "Geç, otur istediğin yere." Yatağın ucuna oturarak konuşmasını bekledim. Kendisi de sandalyeyi çekerek aramızda biraz mesafe bıraktı ve karşıma oturdu.
"Azat hakkında bir gelişme mi var?" Kaşlarını kaldırdı.
"Neden direk Azat’ı sordun?"
"Kayra ile ilgili olsa karısının yanında söylersin diye düşündüm çünkü."
"Ebru, Kayra’nın karısı değil."
"Kâğıt üzerinde fasıllarını geçelim çünkü sen öyle görmesen de ikisi de evliler." Aklıma geleni direk sordum. "Sahi, o ikisi ne zamandır evliler?"
"2 sene oldu."
"Herhangi bir düğün yapmadınız mı?"
"Ebru kendi isteğiyle gelinlik giyeceğim diye tutturunca gelinlik giydi ama evde bir nikah gerçekleştirdik sadece."
"Burada mı oldu nikah?"
"Hayırdır, kardeşimi kendine mi alacaksın, ne bu ilgi?"
"Kayra’yı seviyorum elbette ama âşık olacak derecede değil."
"Doğru unutmuşum, Azat varken kardeşim biraz sönük kalıyor onun yanında."
"Hey, ben öyle bir şey demedim."
"Azat hakkında bir bilgim yok Sahra. İkisinin de idam tarihi açıklanmadı henüz. Bu da biraz olsun hala vaktimiz var demektir."
"Vaktimiz var derken?"
"Aramızdaki köstebekten bahsediyorum. Kayra ve Azat’ın yeri belli zaten. Bizim için asıl önemli olan Kadir ve Ruhsal şu anlık."
"Ruhsal mı?"
"Ruhsal’ı tanımıyor musun?" Beynimi hatırlamaya zorladım. Ruhsal, Ruhsal, Ruhsal?
"Senden bir şey daha isteyebilir miyim?
"Tabii nedir?"
"Beni deniz kenarına kadar taşıyabilir misin?"
"Beni buraya bırak." Adam sözümü ikiletmeden beni yere bıraktı.
"Başka bir isteğiniz var mı efendim?"
"Yok, teşekkür ederim gidebilirsin"
"Evet, Ruhsal’ı hatırlıyorum galiba." Dediklerimle beni onaylamak için kafa salladı.
"Kendisi bizzat Asaf Arşın’ın sağ kolu olur." Asaf’ın adını duymamla huzursuz oldum. "Bir an önce idam tarihleri belirlenmeden bu ikisinin de icabına bakmalıyız yoksa onları kurtarırken bu sefer yanan biz oluruz." Bacaklarımı bağdaş kurarak oturuşumu düzelttim.
"Peki ne öneriyorsun?"
"İlk önceliğimiz Kadir. Kadir’le bizzat sen ilgileneceksin Sahra. Bende kendi yöntemlerimle Ruhsal’ın icabına bakacağım."
"Kadir’i ben mi halledeceğim? İyi ama nasıl?"
"Merak etme tek olmayacaksın. Yanında Ebru da olup sana yardım edecek."
"O kadının bana ne gibi bir faydası olabilir ki?"
"Ebru’yu pek sevmesem de gücünü küçümseyemem Sahra. En az Azat ve senin kadar becerikli hünerlere sahip o da."
"O da mı bir katil?"
"Hayır, o sizin gibi bir katil değil. O bir yönetici yani bir çeşit oyun kuran da diyebiliriz."
"Bilmece gibi değil de anladığım dilden konuşsan diyorum?" Ebru’yu övmeye katlanamıyormuş gibi yüzünü ekşitti.
"Gerektiğinde çok ikna edici bir kadına dönüşebiliyor bu kadarını bilsen yeterli."
"Bu yüzden mi ikisinin de aynı evde yaşamasına karşıydın?"
"Hayır, buna karar veren ben değildim bizzat Kayra’dı. Ebru’yu şaşırtıcı bir şekilde ikna ederek bunu kabul etmesini sağladı. Hala nasıl anlaştıklarına pek bir anlam veremesem de Ebru’nun bu hayatta dinlediği tek kişi bizzat kardeşimin ta kendisi Sahra."
"Garip. Yine de istesen de istemesen de Ebru hakkında bana daha fazla bilgi vermelisin Tuna."
"İstanbul hatta Türkiye’de görüp görebileceğin en köklü ve güçlü kadın mafyaların başında gelir kendisi."
"Kadın mafya? Bir dakika şu 40 ağaç vakalarının şüphelileri olup da bir türlü bulunamayan mafyadan mı bahsediyorsun?" Kafa sallayarak beni onayladı.
"Ta kendisi."
"İstanbul’daki en ünlü bar ve meyhanecilerin sahibini 40 tane söğüt ağacına asarak boyunlarına da ölüm sebeplerini 40 sayfa olacak şekilde tek tek el yazısıyla yazıp her bir öldürdüğü adamın boyunlarına asmışlardı değil mi?"
"Öyle, hatırlarsan o zamanlar sadece kadın olduklarını biliyorduk haklarında. O olaydan sonra da göze çarpan başka bir olaya katılmadıkları için davanın üstü kapanmıştı bir şekilde hatırlıyorsun değil mi?"
"Hatırlıyorum tabii ki de. Kadını gördüğüm anda direk tebrik edeceğim aklımda bulunsun o halde."
"Kendisi sizin aksinize dediğim gibi bir oyun kurucu. Bizzat organizasyonu kurar ve adamlarını daha doğrusu düzgün bir tabir mi bilmiyorum ama kadınlarını organize ederek olaydan profesyonelce ayrılmayı başarır bugüne kadar berbat edip batırdığı bir işi olmadı kendisinin."
"Vay be, onunla çalışmak çok güzel olacak benim için öyleyse."
"Bugün değil ama yarın kendisiyle Kadir hakkında bir organizasyon yaparsınız. Nasıl olsa Kayra kurtarılana kadar evimde kalacak kendisi."
"Sen ne yapacaksın peki?"
"Orası bende, siz kendi işinizi halledin yeterli."
"Peki öyle olsun. Bu arada Tuna sana bir şey soracağım."
"Sor."
"Azat’ın kız kardeşi ne olacak?"
"Kız kardeşi derken? Azat’ın kız kardeşi ölü değil mi?" Dudaklarımı düz bir çizgi haline getirdim.
"Değilmiş."
"Ne demek değilmiş?"
"Asaf kandırmış herkesi. Kızı saklamış bugüne kadar."
"Bak sen?" Oturuşunu dikleştirdi merakla. "O halde kız şu anda Ruhsal’ın elinde olmalı." Kafa salladım.
"Aynen öyle.""
"O halde şimdilik Azat ve Kayra’yı kurtarana kadar kızı geri planda tutalım. Zaten Azat yaşadığı sürece kız kardeşini öldürmek gibi bir halt edemezler. Yapacak olsalardı çoktan halletmişti bugüne kadar Asaf."
"Peki, tamadır o halde. Bu arada bir şey daha sorabilir miyim?"
"Ne hakkında?" Sorup sormama konusunda çekindim birkaç saniye. "Senin hakkında."
"Cevaplayacağım hakkında söz veremem."
"Nesrin ve Mert senin nasıl kardeşin oluyor?" Durdu birkaç saniye. Cevaplayıp cevaplamama arasında kalmıştı belli ki.
"O ikisi öz kardeşim değiller tahmin ettiğin gibi."
"O nasıl oluyor?" Kayra ile Cihat abim öz kardeşti aynı anne babadandılar yani ama benim annem farklıydı. İkisiyle sadece ortak noktam babalarımızın aynı olmasıydı. Annemin başka bir evliliği daha vardı babamdan ayrı. Detayları sorma sorsan da söyleyemem. Nesrin ve Mert de oradan kardeşim yani anlayacağın."
"Tuna Aslan peki?"
"Annemin bana koyduğu isimdi Tuna. Babam ise Kaya ismini tercih etmişti adımı telaffuz ederken. İki tarafta da ayrı bir şekilde çağrılırdım işte."
"Peki Nesrin ve Mert, Kayra ile yüzümü buruşturdum adını söylerken Cihat’ı biliyorlar mı?"
"Hayır, ne Kayra ile Cihat abim Nesrin ile Mert’i biliyor ne de Nesrin ile Mert, Cihat abimle Kayra’yı biliyor."
"Zor olmuyor mu bu şekilde senin için?"
"Hayır, aksine iki taraf arasındaki denge benim kaçış noktam oluyor çoğu zaman." Gözlerimin içine baktı konuşmaya devam etmeden önce. "Bu arada Ebru’nun yanındayken bana Tuna olarak seslenmesen daha iyi olur."
"Tamamdır, dikkat ederim." Yataktan kalkarak kapıya doğru yöneldim. "Başka konuşacağımız bir şey yoksa odama gitsem daha iyi olur." Kafa salladı.
"Yok, iyi geceler."
"Sana da." Odadan çıkıp kendi odama doğru yöneldim. Odama girer girmez kendimi doğruca yatağıma bırakmamla dışarıdaki ay ışığıyla göz göze geldim.
"Acaba şu anda ne yapıyorsun Azat Deniz Erdemir?"
"Günaydın." Kahvaltı masasında Tuna’yı tek görünce şaşırdım. "Ebru nerede?"
"Günaydın. O bu saatlerde kalkmaz. Saat 11- 12 civarında eder kahvaltısını." Sandalyeye oturarak masadaki ekmek selesine uzandım.
"Bugün işten sonra bir yere gidecek misin?"
"Evet, seni bırakır sonra da evden çıkarım büyük ihtimalle."
"Ne zaman geleceksin?" Başını kaldırarak bana baktı.
"Bir sorun mu var?" Hayır anlamında başımı salladım.
"Hayır, sadece merak ettim."
"Ebru’yla yalnız kalacaksın diye mi bu endişen?"
"Sadece sordum Tuna, altında bir anlam arama." Omuz silkti.
"Peki öyle olsun…"
Tak. Masama koyulan bir bardak kahveyle gelen kişiye baktım. "Nihat abi?"
"Nihat abi tabii ya! Hiç görüşemiyoruz Sahra Hanım?"
"Buradayım ya abi her gün."
"Onu demiyorum, lafı hemen çevirme."
"Ya abi durumları biliyorsun işte, kimseyle görüşemiyorum ki."
"Şaka yapıyorum, şaka. Gel azıcık bir dinlen. Sabahtan beri harıl harıl iş görüyorsun maşallah."
"İyi geleyim madem." Elimdeki kahve bardağını da alarak terasa çıktık Nihat abiyle.
"Eee, anlat bakalım ne var ne yok?"
"Valla ne olsun abi, durumlar bildiğin gibi işte. Çalışıyoruz sürekli. Sen ne yapıyorsun?"
"İyilik be kızım."
"Elçin ablalar nasıl?"
"İyi o da şükür."
"İyi gördüm ama seni."
"Öyle mi, aynıyım aslında."
"Ooo, bizsiz tersta kahve keyfisi ha?" Selim ve Mirza kapının önünde bize bakıyordu elindeki kahve bardaklarıyla. "N’aber gençlik?" Nihat abi güldü. "Niye güldün abi, sende yaşlanan ama genç kalanlar değil misin?"
"Ne genci be oğlum, 50 olduk şunun şurasında."
"Sahi, ne zaman 50’ye giriyorsun abi?"
"Mart’ın 29’unda."
"50’ye dayadık merdiveni diyorsun yani?" Selim’in telefonunun çalmasıyla ekrana takıldı gözüm. "Efendim Nergis’im." Mirza’ya doğru fısıldadım.
"Ne zamandan beri Nergis, Nergisim oldu?" Mirza güldü.
"Çok değil be, yeni oldular. Flört gibi bir şeyler ama hala."
"Tuna’nın korkusunadır o." Hepimiz güldük. Selim eliyle telefonun hoparlörünü kapatarak sinirle sordu.
"Ne diye gülüyorsunuz be? Nergis’imle konuşuyoruz şurada."
"Az ötede konuş be o zaman oğlum."
"Tamam Nihat başkan!" Elini kafasına dayayarak selam verdikten sonra gitti. Birkaç adım sonra da geri arkasını döndü. "Tuna gelirse söyleyin." Kıkırdadım.
"Tamamdır bende o iş." Dirseğimle Mirza’nın koluna vurdum.
"Ahh, acıdı be Sahra."
"Yalancı. Nasıl gidiyor" diye sordum imalı imalı.
"Ne nasıl gidiyor?" Nihat abinin kuşkulu bakışıyla Mirza utandı.
"Hayat be abi. Neyi soracak başka?" Nihat abi tek kaşını kaldırdı inanmayarak.
"Demek hayat ha?" Mirza yalvarırcasına bana bakınca ağzıma görünmez bir fermuar çektim. Birden terasın girişinde Tuna’yı görmemle Selim’e baktım.
"Eyvah!" Nihat abi Mirza’nın kolundan tuttu.
Elleme bakalım ne yapacak?"
"Buluşuruz tabii Nergis’im. Buluşmaz mıyız? Şu sıralar işler yoğun gibi biraz ama hallederiz fıstığım olur mu bugün yarın." Tuna kulağını telefona dayayarak konuştu.
"Bugün yarın bir yere gitmek yok, otur oturduğun yerde ben geleceğim yanına." Size yemin ediyorum Selim hayatının en büyük şokunu yaşadı o an. Durdu öylece. Arkasını da dönemedi utancından. Biz ise gülmemeye çalışırken çoktan kahkahayı basmıştık bile.
"Nergis’im yani Nergis öfff aman Nergis Hanım iyi günler dilerim efendim." Selim telefonu kapatarak önüne döndü. "Tuna?" Başka bir şey diyemeden öylece kalakaldı Tuna’nın önünde.
"Nergis Hanımla ne diye konuşuyordun Selimcim? Nergis Hanımı iyice tanıyor musun sen acaba?"
"Tanımaya çalışıyordum Tunacığım."
"Nergis Hanım’ın iki de abisi olduğunu belirtmemi de ister misin Selimciğim?"
"Artık 3 oldu, Nergis Bacım dünya ahiret gardaşımdır Tuna’m ya."
"Bende tam onu söylüyordum işte."
"Kime?"
"Nergis’e." Tuna, Selim’in yüzüne bakınca Selim kendini düzeltti. "Nergis Hanım’a ya karıştırmışım işten güçten işte. Malum çok yoğunuz ya şu sıralar."
"Karıştırma Selim." Tuna gözlerini Selim’den ayırmadan yanımıza doğru geldi.
"N’aber Tuna?" Nihat abi, Tuna’nın sırtını sıvazladı.
"İyilik abi, senden n’aber?"
"Çalışıyoruz paşam işte, iş güç ne olsun." Tuna elindeki telefonu bana doğru uzatınca anlamayarak yüzüne baktım.
"Benim telefonumun sende ne işi var?"
"Sessize almayı unutmuşsun, çalıyordu yanına getireyim dedim."
"Kim aramış?"
"Yahya diye biri."
"Yahya mı?"
"Tanımıyor musun?"
"Hayır, hayır tanıyorum ama aramasını beklemiyordum." Tuna’nın elindeki telefonumu alarak yanlarından ayrıldım. Yahya, Azat’ın mahalleden arkadaşıydı. Bir sorun olmadan kesinlikle arayacağını düşünmüyordum. Terastan ayrılarak karakoldan çıkarak arka bahçeye doğru giderken Yahya’yı aradım.
"Alo Sahra?"
"Yahya, sen misin?"
"Evet, benim. Nasılsın?"
"İyiyim teşekkür ederim, sen nasılsın?"
"Bende iyiyim sağ ol. Hayırdır bir şey mi oldu?"
"Müsait miydin?" Etrafıma baktım. Görünürde kimse yoktu.
"Müsaidim, müsaidim n’oldu bir şey mi oldu?"
"O zaman gün içinde yanıma uğrayabilir misin senin için sorun olmazsa?"
"Yanına derken, mahalleye mi?"
"Evet, evet seninle oturduğumuz yere, dükkânın önüne işte." Birkaç saniye düşündüm.
"Şu anda orada mısın?"
"Evet, dükkandayım."
"Tamamdır ben bir 1 saate yanındayım…"
Karakoldan izin alarak kimseye haber vermeden direk bir taksiye atlayarak Azat’ın eski yaşadığı mahalleye gelmiştim. İş çıkışı gidemezdim çünkü Tuna tek gitmeme izin vermezdi arabam yanımda olmadığından ötürü. Bir de her zamankinden fazla ilgisi beni sıkmaya başlamıştı artık. Onun için onlar terastayken hemencecik izin alarak kendime bir taksi bulmuş ve direk atlayarak mahalleye gelmiştim. Mahallenin içinde yürüyerek sola saptım ve marketi görünce direk içeri girdim. "Yahya?"
"Geldim!" Yahya bir odadan çıkarken gülümseyerek yanıma geldi. "Hoş geldin."
"Hoş buldum."
"Ya, kusura bakma seni de hemen apar topar çağırdım öyle."
"Yok, estağfurullah sorun değil. Bir şey mi oldu?"
"Seni, Deniz için önemli olan biriyle tanıştırmak istiyorum. Kendisi mahalleye geri geldi 15 sene sonra." Kaşlarımı çattım.
"Kim bu mahalleye geri gelen arkadaş?"
"Benim."
Arkamdan duyduğum ses ile kapının önündeki adama baktım. Yaşça benden büyük siyah, gür saçlı, epey uzun boylu bir adam duruyordu önümde. "Merhaba, siz kimsiniz acaba?" Adam Yahya’ya baktı.
"Sorun yok, o Deniz'in tarafında. Ona güvenebilirsin." Adam adımlayarak önümde birkaç adımlık mesafe bırakarak konuştu. "İzer ben. Deniz’in mahalledeki abisiydim…"
Marketin önündeki masaya oturmuş, Yahya’nın içmemiz için getirdiği elmalı sodadan içiyorduk. "Benimle ne için görüşmek istemiştiniz acaba İzer Bey?"
"Siz, Deniz’i tutuklayan polislerden biri misiniz?"
"Hayır, yani maalesef onu tutuklayan polislerden biri değilim ben."
"Tutuklanmadan önce hiç görüşmediniz mi?" Yahya’ya çevirdim bakışlarımı.
"Azat’la görüştüğümü de nereden çıkardın?"
"Bilmem farkında mısın ama konuşmaların ve bakışların seni ele veriyor Sahra."
"Ne varmış konuşmalarımda?"
"Gözlerin özlemle bakıyor adını söylediğimizde. Sanki ağlayacakmışsın gibi parlak ama ağlamaktan uzak bakıyorsun." Bir ben Azat hakkındaki duygularımdan emin değildim herhalde. Diğer herkes bana hep aynı şeyleri söylüyordu ne hikmetse bu konuda.
"Bu konu hakkında konuşmasak?"
"Yahya güldü, sorun yok. Umarım seni rahatsız etmemişimdir?"
"Sorun değil, çevremdeki herkes bunun hakkında konuşuyor zaten."
"Bu arada." Söyleyip söylememek arasında kaldım ama yine de bilmelerinin doğru olduğunu düşündüğümden söylemeye karar verdim. "Yahya."
"Efendim?"
"İlk geldiğimde bana Meleği sormuştun hatırlıyor musun?" Yahya kafasını salladı.
"O bebeği Deniz öldürmüş olamaz."
"Bende aynısını dedim abi de…"
"Hayır, bunu kanıtlamam için illa polis olmama gerek yok. O çocuğu ben verdim Deniz’e." İzer’in bakışları beni buldu.
"Bizim bücürü ne kadar tanıyorsun o kadarını bilmem ama Deniz asla emanetlerine kötü davranmaz. O bebeği ben emanet ettim Deniz’e. Öyle bir durum olduysa bile kendini o bebeğin önüne siper eder; yine de onu asla yaşadığı müddetçe zarar vermelerine izin vermezdi."
"Şeyy…" Derin bir nefes aldım. "Melek yaşıyormuş zaten." İzer sakinliğini korurken Yahya’nın ağzı açıldı şaşkınlıkla.
"Nasıl?"
"Ne nasıl? Tabii ki yaşayacak. Ne kadar değişirse değişsin, içindeki bücür yanını atamaz o kerata."
"Bücür?" Yahya güldü.
"İzer abimin, Deniz’e taktığı lakap." Kafa salladım.
"Değişikmiş."
"Bücür işte." Elimi yukarı kaldırarak gösterdim.
"Boy olarak mı bücür diyorsunuz acaba?" Adam dudaklarını büktü.
"Hayır, yaşça benden küçüktü o zamanlar, o yüzden."
"Meleğin yaşadığını nasıl öğrendin Sahra?"
"Azat’ın tutuklandığı gece. Kendisi beni arayıp haber verdi kardeşim yaşıyormuş diye."
"Eee, peki Melek nerede şimdi?" Kafamı eğdim suçlulukla.
"Asaf’ın elinde."
"Asaf mı?" İzer yumruklarını sıkarak masaya vurdu. "Ulan o it ölmemiş miydi?"
"Öldü, öldü. Bizzat gördüm öldüğünü."
"Eee, kız Asaf’ta dedin?"
"Yani Asaf’ın adamlarının elinde demek istemiştim."
"Alamaz mısınız peki?"
"Almaya çalışıyoruz ama kızı kurtarmak açıkçası Azat’ı kurtarmaktan daha da tehlikeli."
"Asaf öldüyse ortada tehlike mehlike kalmamıştır." İzer’in sinirle söylediği cümlelere karşılık konuştum.
"Maalesef Asaf Arşın’ın ölmesi tehlikelilik açısından pek de bir şeyi değiştirmedi."
"O da ne demek?" Yahya’nın sorusuyla ona doğru döndüm.
"İnanın açıklamak isteyip, açıklayamayacağım çok şey var maalesef. Ama şunu bilin ki Meleğe kaldığı yerde en iyi şekilde bakılıyor."
"Bakar tabii it. Deniz’i, Melek sayesinde bağladı kendine. Melek, Deniz’in tasmasıyken öldürebilecek cesaret yok onlarda."
"Deniz cidden idam edilecek mi Sahra?" Sustum.
"Bilmiyorum ama kendimizi öyle olmadığına iknaa etmek zorundayız Yahya…"
Taksiye binmiş Tuna’nın evine doğru giderken konuştuklarımızı düşünüyordum İzer ve Yahya’yla. İzer detaylı bir şekilde Azat’la olan geçmişini anlatsa da maalesef pek bir faydası olmamıştı benim için. İzer’le tanışmak güzeldi elbette. Azat’ın küçükken iyi bir ailesi olmayabilirdi ama yaşadığı hayat Asaf dışında ona en iyi insanları çıkartmıştı çoğunlukla. Yahya’yı biraz zorlamamla ağzından aldığım itiraf sonucu Azat ile tekrar tutuklanmadan birkaç kez görüştüklerini de öğrenmiştim bugün. Yahya’ya bu bilgiyi neden bana vermediği hakkında kızsam da Azat’ın sıkı tembihlemesi üzerine bana söyleyemediğini anlamıştım bir noktada. Şimdi ise kafamda bin bir soruyla eve dönüyordum işte. Telefonumun titremesiyle ekrana baktım kim arıyor diye. Tuna. Telefonu açarak kulağıma götürdüm.
"Efendim?"
"Sahra neredesin?"
"Eve doğru geliyordum, bir şey mi oldu?"
"Neyle geliyorsun?"
"Taksiyle."
"Ne kadar mesafe var evimle aranda?"
"Bilmem bir 10 dakikası vardır ama rahat."
"İn taksiden."
"Ne?"
"Sahra taksiden in." Sinirle söylediği cümlelere karşılık kaşlarımı çattım.
"Sebep?"
"Sahra in dediysem in işte. Bekle almaya geliyorum seni indiğin yerde." Tuna manyak mısın sen?
"Taksiye bindim geldim diyorum, in diyorsun."
"Sahra eğer evime taksiciyle gelirsen taksiciyi ölmüş bil."
"Yok sen ciddisin?" Fark ettiklerimle dehşete düştüm.
"Abi, taksiyi kenara çeker misin?" Taksici anlamayarak bana baktı aynadan.
"Gideceğiniz yere 5-6 dakikalık bir mesafe kalmıştı ama?"
"Yok abi, durdur sen taksiyi." Taksici taksiyi durdurunca parasını vererek taksiden indim. Tam 5 dakika sonra yanıma gelen Tuna ile burnumdan soluyordum sinir içerisinde. "Sen ruh hastası mısın benim başıma? Ne için yaptığın bu tavırlar?" Onun da benden farkı yokmuşçasına üzerime doğru yürüdü sinirle.
1Aranıyorsun, aranıyorsun Kardelen Sahra Aktaş! Her yerde harıl harıl aranıyorsun! Asıl sen manyak mısın da dışarıda elini kolunu sallayarak onun bunun yanına gidiyorsun?" İşaret parmağımı göğsüne bastırarak ittirdim sertçe.
"Bana bak! Benim nereye gidip gitmeyeceğim seni ilgilendirmez tamam mı!" Geriye gitmeyince neredeyse dibine girdim. "İstediğim yere gider, istediğim kişiyle buluşur, istediğim vakitte de gelirim! Sen kim oluyorsun da bana bu şekilde bir muamelede bulunuyorsun! Tasmayla bağladığın köpeğin miyim lan ben senin!" Birden belimden tutmasıyla beni araba kaputuna yatırması bir oldu. Elinin teki dudaklarımı kapatırken diğer eli de güçlü bir biçimde beni arabaya bastırıyordu. Üzerime eğilerek konuştu.
"Bugün, bir fotoğraf aldım birinden e mail yoluyla ve bil bakalım kiminle alakalıydı?" Cevap veremediğimi anlayınca konuştu. "Yakalandın Kahraman. 24 saat içinde kimliğini açıklamazsan kendini ülkede aranan baş seri katil olarak bil!"
Azat Deniz Erdemir’in Anlatımıyla
Yoğun bir baş ağrısıyla gözlerimi yorgunca açtım. Yaşıyordum. Gülerek öksürmeye başladım. Yaşarken cehennemi tattığım için ölmek haramdı galiba bana. Oturduğum duvar kenarında yavaşça kafamı hareket ettirmeye çalışır çalışmaz inledim. Kafamın içi o kadar çok zonkluyordu ki bu bende kafamı duvarlara vura vura intihar etme isteği uyandırıyordu şu anda. Aldığım nefes bile beynimi daha çok zonklatıyordu. Ne zamandır baygındım bilmiyordum. Galiba gün algımı kaybediyordum yavaş yavaş.
Çektiğim acı ile en azından bir gün baygın kaldığımı düşünürsek burada geçirdiğim 2. Haftama girmiştim bile çoktan. Burası Alcatraz’dan çok farklıydı. Evet, 5 yıl boyunca hiç güneş ışığını, gökyüzünü ve hücrem dahilinde hiçbir yeri göremeyen ben en azından orada işkence görmüyordum kaldığım zamanlarda. Buradaki gibi bir idam mahkûmu da değildim o zamanlar. Halsiz bedenimi oynatmaya çalışsam da felci hastalardan farkım yoktu şu anda. Ağrılarımın geçmesi için üşenmeyip gücümün yettiğince hapishanedeki herkesi öldürebilirdim gözümü dahi kırpmadan. Kuruyan dudaklarımı tükürüğümle ıslatmaya çalıştım elimden geldiğince. Sonra da duvara yaslanmaktan uyuşmuş sırtımı oldukça yavaş hareketlerle dakikalar sonra duvardan çekerek oturur pozisyona geldim.
Sahra, Kayra, Melek kızım ve Asaf iti ne durumdaydı hiçbirini bilmiyordum ve 2 haftadır karanlık hücremde bunları düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Melek kızım yaşıyordu ama beni öldürmüştü zihninde. Abisiydim ben onun. Beni nasıl unutabilirdi? Hatırlayamaz mıydı bir daha? Çektiğim acıdan değil ama bunun düşüncesi gözlerimi doldurdu o an. Çok acı çekmiş miydi beni unuturken? Çok ağlamış mıydı bensiz? Kafamı yere eğince hissizleştiğimi hissettim bir anda. Sonrası ise karanlık…
"Ne çok uyudun Azat Deniz Erdemir. Kalk artık, seni görende öldüğünü düşünecek." Adım sesleri ve birkaç konuşma duyarken yeni yeni ayılıyordum. Gözlerimi aralamam ile kuru olan boğazım ile öksürmeye başladım. "Hele şükür ki uyandın be deniz katili. Ne yalan söyleyeyim endişelendirdin bizi. Nefesin o kadar cılız geliyordu ki bir an öldüğünü düşünüp bir hastane odasına bile götürttürdüm biliyor musun seni. Şükür ki korkulacak bir şeyin yokmuş. E durum öyle olunca kendi kendine düzelirsin diyerek tedavini yaptırtmadan buraya getirttim seni. Ama harbi sağlam adammışsın valla. Başkası olsa şimdiye gebermişti ellerimde."
Öksürüğümü yeni durdurabilirken çıkmayan sesim ile sordum. "Kaç gün?" Konuşmamla tekrar öksürmeye başlayınca öğürmeye başladım.
"Ne kaç gün? Haa, eğer mahkumluğunu soruyorsan 14 gün oldu. 14 gündür idam edilmeye mi geldin, uyumaya mı geldin çözemesem de sonuç itibariyle 14 gün oldu." Sandalyeye kelepçeli ellerime çevirdim gözlerimi. O kadar susamıştım ki su için ölebilirdim resmen. Yine de direnmeliydim. Zayıf düşmemeliydim. "Dur dur geberip gideceksin susuzluktan şimdi." Dudaklarıma dayadığı suyu büyük bir açlıkla içtim. Birkaç saniye sonra suyu geri çekti. "Bu kadarı yeter. Sonuçta elimizdeki bir mahkumsun değil mi?" Aşina olduğum sandalyesine oturdu. "Nasıl da acıkmışsındır şimdi? Malum en son ki yemeğini tutuklanmadan önce yedin." Kaşlarımı çattım. Garip bir şekilde çok fazla açlık hissetmiyordum. Ya açlığa alıştığımdan ya da umursamıyordum hepsi bu. "Burada, bizimle bulunduğun süre boyunca hiçbir zaman yemek yiyemeyeceksin Azat." Şaşkınlığıma engel olamayarak kafamı kaldırıp yüzüne baktım.
"Beni öldürmeyeceğini söylemiştin?"
"Ahhh Azat, sen ve senin şu saçma salak tavırların. Sana yemek vermeyeceğiz demedim ki sadece öleceğin zamana kadar yemeğini kolundan serumlarla vereceğiz. Öyle hemen sevinme ha. Yediğin serumlar sadece seni hayatta tutacak kadar minimum seviyede olacak. Bu süreç boyunca bir kere haricinde sana hiçbir zaman yemek vermeyeceğiz. O da idamından bir gün önce olacak. Sana bunun sebebini açıklamamama gerek yok herhalde değil mi?" Güldü. "Bakalım o güne kadar hem fiziksel hem de psikolojik olarak nasıl etkileneceksin merak ediyorum." Kafasıyla beni işaret etti. "Zaten vücudundaki kas oranın seni o güne kadar yemek vermesek dahi fazlasıyla idare ettirir. Onları yapmakla doğru bir seçim yapmışsın, onlar senin yaşam sigortan olacak bundan sonra."
Oturduğu sandalyeden kalktı. "Bu arada az daha açıklamayı unutuyordum. Biliyor musun sana artık öyle ağır işkenceler yapmamaya karar verdim. En son ki yaşadıkların beni o noktada durdurmaya yetti ölmemen için. Üzerindeki işkence uygulamalarımızda birkaç köklü değişikliğe gidelim diyorum sende ne dersin?"
"Ne zaman?" Yanıma gelerek yüzünü yüzüme eğdi.
"Anlamadım?"
"İdam günüm?"
"Biliyor musun Azat bunu senden daha çok öğrenmek adına merak ettiğimi bilmeni isterim ama ne yazık ki belli değil maalesef. Ama üzülme idamına kadar en iyi şekillerde ağırlayacağım seni burada." Sesli bir şekilde nefes aldı. "Şimdi bundan konuşmayalım. Malum seninle konuşacak daha mühim konularımız var değil mi?" İçimdeki cılız merakla gözlerimi ona odakladım. "Yöntemlerimizde köklü bir değişikliğe gideceğimi söylemiştim, oradan devam edelim müsaadenle. Uyandığından beri sormadın ama yine de ben söyleyeyim senin yerine. Oturduğun sandalye bir elektrikli sandalye. Fakat diğer elektrikli sandalyelerden bariz bir farkı da var. Bu sandalye uyku uyanıklık durumunu tespit edebiliyor kendince. Övünmeyi pek sevmem ama bu bebek bizzat benim eserim." Kalktığı sandalyeye tekrar yerine oturdu.
"Gel seninle biraz sohbet edelim Azat. Rusların uyku deneyini bilir misin?" Ne saçmalıyorsun dercesine yüzüne baktım. "Hemen benden nefret eder gibi bakma suratıma, sohbet ediyoruz seninle şurada. Bende gidersem kalakalırsın kendinle tek başına. Tek başına kalmak ne kadar iyi gibi görünse de bir haftaya kalmaz delirirsin şu odada."
"Deli bir insanı delirtemezsin."
"Deli olduğunu mu düşünüyorsun?"
"Sence çok mu aklım yerinde gibi görünüyorum amınakoyayım." Güldü.
"Bu şekilde düşünüp konuşman bile seni hala aklı başında psikopat da olsan bir insan yapar Azat. Sen deli görmemişsin deli. Neyse konumuza geri dönelim. Rusların şu sözde uyku deneyinden bahsediyorduk değil mi?" Sıkıntılı bir şekilde nefes verdim.
"Gerçekten bu kadar boş musun?"
"Efendim?"
"Bir efsane hakkında diyorum, boğaz patlatacak kadar geri zekâlı bir adam mısın?"
"Psikopat insanlarla konuşmayı severim Azat ve sen bunun için kesinlikle biçilmiş bir kaftansın kesinlikle.
"Psikopat insanlarla, psikopatça işlenen deneyleri mi konuşursun yani?"
"Evet, tam da şu anda yaptığım gibi." Durdu birkaç saniye. "Çok garip ve ilgi çekici değil mi ama?"
"Gerçek değil."
"Yine de ilgi çekici olmadığını söyleyemezsin." Yorgunluktan kapanan gözlerimi açık tuttum zorla." 2. Dünya Savaşı dönemlerine tekabül etmesi lazım. Ruslar tarafından savaşta esir edilen 5 kişiyi bir odaya toplayarak oldukça basit gibi görünen bir uyku deneyinden bahsediyorlar esirlere. Tam bir ay boyunca hiç uyumadan kalan esirleri salacaklarını da söyleyince esirler bu durumu sevinçle karşılayarak bir avuç ahmak misali hemencecik kabul ediyor. Bu 5 esiri bir odaya alarak odanın içi sözde bir gazla dolduruluyor ve esirlerin uyunmaması sağlanıyor.
İlk 3 gün hiçbir sorun çıkmasa da 3 günden sonra fragman sona ererek asıl film başlıyor ve mahkumlar bir ayı deviremeden kendilerini katlediyorlar. Bu deneyi gerçekleştiren bilim adamları ise gördüklerine dayanamayarak intihar ediyorlar sözde. Hatta bazı rivayetlere göre de bu esirlerden bir tanesi tam 29 gün boyunca uykuya direnerek artık neredeyse özgürüz diyerek ölüme gözlerini kapatıp sonsuz bir uykuyla mükafatlandırılıyor. Oldukça acıklı bir hikâye değil mi Azat?"
Anlattıkları ile asıl olarak ne demeye çalıştığını anlayınca kaskatı kesildim. Bu deneyi… üzerimde deneyeceklerdi. Siktir, siktir, siktir! "Sonrasında ise bununla ilgili deneylerin ardı arkası kesilmedi tabii. Hatta şu andaki Guinness Dünyalar kitabındaki en güncel bilgiye göreyse, Amerika’daki bir genç kendince bu deneyi gerçekleştirerek tamı tamına 11 gün uyumadan kalabiliyor." Boynunu esnetti.
"İnsan gerçekten de sınırlarını her geçen saniye zorlayabilen bir varlık. Ne mükemmel değil mi Azat?"
"Ne o, üzerimden yeni rekoru da sen mi kırmayı planlıyorsun yoksa?"
"Bingo! Çok ama çok doğru bir tespit Azat. Madem neyi kastetmek istediğini anladın bizim deneyimizin ne gibi koşullarda gerçekleştirileceğinden bahsedeyim sana." Kafasıyla oturduğum sandalyeyi işaret etti. "Şu anda oturmuş olduğun o sandalye hakkında biraz önce dediklerini hatırlıyorsun değil mi Azat? Beynine takacağımız bantlar sayesinde o sandalye bu durumu kontrol edecek ve uyuduğun anda şak verdiği elektroşok ile tekrar uyanacaksın. Bu şekilde aslında üzerinde iki deneyi birlikte uygulayacağım üzerinde. Uyumadığın her bir gün ile hafızalarını senden alarak onları yok edeceğim. Tabii bildiğin kadarıyla insan hafızası sadece uyku sayesinde yok edilmez. Bunun için sana çeşitli radyo dalgaları da vereceğim. Bu sayede zihnin sana oyun oynayarak hafızalarından emin olmamanı sağlayacak. Bende bu şekilde kendine ait hatırladığın anıların çoğunu silerek geri kalanını da kendi isteğime gire değiştireceğim."
Sinirden vücudumu bir sıcaklığın sardığını hissettim.
"Bunu yapamazsın!"
"Hah, öyle bir yaparım ki Azat, gerçekliğine karşı sen bile şaşarsın."
"İzin vermem! Üzerimde katiyen böyle bir deney yapmana izin vermem duydun mu beni!" Kelepçeli ellerimi sandalyenin demir kollarından çıkarmaya çalıştım.
"Demiri mi parçalayıp geçeceksin? Herkül müsün sen? Ya da bak ne diyeceğim. Eğer sen bu sandalyeden kurtulmayı başar, yemin olsun seni bizzat kendi ellerimle serbest bırakacağım Azat."
"Yapamazsın dedim, duydun mu!"
"Enerjini boşa harcama Azat, malum bu enerjin sana epey bir lazım olacak. Bu süreçte görmüş olduğun bu odada kalacaksın. Yemeğini daha önce de dediğim gibi bizzat ben gelip değiştireceğim. Burada kaldığın müddet boyunca gördüğün tek insan yüzünün ben olmasını sağlayacağımdan da emin olabilirsin. Tuvalet olayını da sana takacağımız sunta ile halledeceğiz merak etme. Bu arada beni o kadar da cani belleme canım. 5 günden 5 güne bir seni gelip yürüteceğim, sonrasında ise 3 saatlik bir uyku serüvenin olacak merak etme. İdam tarihine kadar bu şekilde devam edeceğiz. İdam günün geldiğinde ise merak etme sana büyük bir hediye vereceğim. Ne olduğunu az çok tahmin etmişsindir, yanılıyor muyum?"
Çaresiz bir sinirle kollarımı çekiştirme çalıştım.
"Buradan kurtulacağım duydun mu beni! Ant olsun buradan kurtulup ilk önce seni sikeceğim lan! Seni ibreti alemin gözü önünde öldürerek her bir parçanı sülalenin evine göndereceğim teker teker! Yemin olsun her bir parçanı intikamım uğruna kullanarak boşa gitmemeni sağlayacağım duydun mu!" Ellerimi çektiğim acıdan ötürü bağırarak çekiştirip, kurtulmaya çalıştım. "Hepinizi öldüreceğim. Dünyanın en büyük insan katliamını bu hapishanede gerçekleştireceğim ve her birinizi ellerimle kıymaya çevirerek tanıdığınız kim varsa zorla yedirttireceğim!"
"Ağğğğğh," kan içinde kalan ellerimi çekiştirmeye devam ettiğim sırada yanıma gelerek omzuma sapladığı iğneyi saplamadan önce son kalan gücümle bilek kemiklerimi kırarak kelepçeden kurtuldum ve arkamı dönerek adamın boğazına yapıştım. Dehşet içinde gözlerini büyüten adam boğazındaki ellerimi çekmeye çalıştı.
"Bu imkânsız!" Çektiğim acı ile hala bayılmama şükrederken bir yandan da gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Tıkanmıştım resmen ve nefes alamıyordum. Bileklerim ise berbat bir haldeydi. Acıdan kontrolsüzce titreyen ellerimin güçsüzlüğünden faydalanarak omuzuma sertçe iğneyi sapladı. Sıktığım dişlerim daha fazla dayanamamış olacak ki köpek dişlerimin kırılmasıyla dişlerimi bağırarak serbest bıraktım. Hızla güçten düşen bedenim ve dönen kafam ile sıktığım boğazı bırakarak ayaklarımdan bağlı olduğum sandalyeye geri düştüm. Boğazını sıkmamla öksüren adamın duvara dayanması gördüğüm son şey olurken Hareket ettirip açamadığım göz kapaklarımla pes ettim ve ölmeyi beklerken karanlığa çekildim…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.99k Okunma |
376 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |