48. Bölüm
Hande Simay / KANDELEN / HEM YARAYIM HEM BIÇAK, HEM KURBANIM HEM CELLAT ( Part 2 )

HEM YARAYIM HEM BIÇAK, HEM KURBANIM HEM CELLAT ( Part 2 )

Hande Simay
handsimy

Bölümleri yayınlarken bir karışıklık oldu kusura bakmayın part 1 bir sonraki bölümde iyi okumalar :)

Birkaç gün sonra: 16 Mart 2018:

"Azat, ne yapıyorsun burada tek başına?" Azat şüpheli görünmemek için elindeki cam tüple ilgilenmeye devam etti.

"Hiç, bir işim vardı onunla uğraşıyordum." Çınar şaşkınlıkla dondu kaldı.

"Lan, Azat bak doğruyu söyle yetiştireceğimiz bir ödev mödev yoktu değil mi? Öyleyse bittim ben oğlum. Bu sefer net geçirmez o kadın beni dersten. Of of, işin gücün yoksa bir sene daha tıp oku valla çekilecek bir çile değil ya."

"Çınar, sakin ol ödev falan yok. Dediğim gibi bu sadece benim ödevim sizlik bir şey yok." Çınar elini göğsüne koyarak derin bir nefes verdi.

"Öyle desene be oğlum, bende bir şey var zannettim. Bu sene sınıfı geçmem valla pamuk ipliğine bağlı Azat. Kalırsam her ihtimalle her şeyden kalırım." Azat anlamayarak arkadaşına baktı.

"Nasıl yani?"

"Lan, tıp fakültesinde sınıfı geçemediğimi bir düşünsene valla bütün sülalem varlığımı reddeder. Tonla para ödüyorlar zaten bana." Azat, Çınar'ın yanına gelerek gülümsedi.

"Bunun farkında olman güzel Çınar."

"Nesi güzel be oğlum, kalacağım diyorum sana." Azat elindeki ince deney tüpünü çaktırmadan cebine koyarak laboratuvardan çıktı Çınar'ı beklemeden.

"Geliyor musun, işim bitti benim."

"Ne çabuk?"

 

 

Dersi biten Azat yorgunlukla boynunu esnetti. Kafasını sola çevirince 2.5 saattir uyuyan arkadaşını görünce onu da uyandırdı Azat. "Çınar kalk ders bitti, gidiyoruz. Çınar?" Azat gülümseyerek Çınar'a biraz daha yaklaştı. "Çınar kaldın oğlum kalk artık." Gürültülü bir şekilde ayağa kalkan çocuk amfideki kalan bütün herkesin dikkatini çekti.

"Hocam, hocam valla bir daha uyumam, isterseniz dersinizde en öne otururum ama yalvarırım hocam beni bırakmayın bu dersten. Hocama hayatım biter, mezun olamadan cesedim çıkar bu üniversiteden, hocam yapmayın, kurbanınız olayım geçirin beni şu dersten!" Azat dayanamayarak bir kahkaha attı. Çınar Azat'ın omzuna vurarak konuştu. "Ne diye gülüyorsun lan sende!" Çınar yalvararak hocasının yanına doğru koşmaya başladı. "Hocam bıraktınız mı şimdi beni? Hocam lütfen yapmayın yalvarıyorum ya!"

"Çınar salak mısın evladım ne bırakması? Rüyanda mı gördün anlamadım ki? Ama bir daha dersimde uyursan karışmam ona göre."

"Yok yok ne uyuyacağım bir daha. Boğazıma değnek bantlar gelirim bir daha sizin dersinizde uymam hocam."

"Sınırdasın Çınar, geçtiğin anda bırakırım haberin olsun."

"Tamam siz merak etmeyin hocam o iş bende." Hoca da sınıftan ayrılınca kalan birkaç kişi ve Çınar ve Azat da sınıftan çıktı. "Ulan it hepsi senin yüzünden! Rezil oldum herkese Azat ya!" Azat güldü.

"Ben mi dedim oğlum git de bağır, çağır, ortalığı kaldır diye? Neyse iyi oldu boş ver. Bir daha Duygu Hoca'nın dersinde uyumazsın olur biter."

"Uyursam öldür beni Azat, benden sana tam yetki kardeşim." Azat durdu.

"Ne oldu, niye durdun? Azat?" Çınar, Azat'ın gözünün önünde elini salladı. "Azat, iyi misin sen?"

"Ne?"

"Transa geçtin oğlum birden bir şey mi oldu?" Azat kuru bir sesle cevap verdi.

"Yok, dalmışım öyle boş ver hadi gidelim artık…"

 

 

Eskimiş, yıpranmış, eski güzelliğini ve ağırlığını kaybetmiş çocukluğunun önünde dururken bu büyük konağı incelemeye devam etti Azat. En son 8 yıl önce burada bulunan Azat, 8 yıl sonunda tekrar evine dönmüştü. Eskiden girilmesi imkansız olan bu kale gibi konak, şimdilerde evsizlerin uğrak noktası olmuştu. Adımları ritmik bir düzende hareket ederek eskiden çiçek bahçesinin olduğu, şimdilerde ise boş bir kaldırımdan ibaret olan bu yapının önünde durarak yere baktı. Annesinin ölümüyle yataklara düşen konak, bozulan çiçek bahçesiyle son nefesini vermişti adeta. Acele etmeden içeriye girerek elindeki fenerle evi incelemeye devam etti Azat. O buraya gelmeden önce emriyle birlikte onun dışında evde kimsenin bulunmamasını sağlamıştı kendince. Sonuçta kendi evinin başkaları tarafından istila edilmesini kimse istemezdi.

Ayakları ilk önce merdivenleri bularak ilk katta bulunan salonu es geçti. Merdivenleri tek tek tırmanarak babasının odasının kapısının önünde durdu Azat. Bir nefes vererek kapıyı açtı ve tozlu odanın içine girdi. Oda her ne kadar babasının olsa da bir zamanlar annesi de burada kalıyordu babasıyla. O zamanlarda girmesi neredeyse yasak olunan bu oda şimdilerde bütün şehre kapılarını ardına kadar açıyordu. Dağılmış yatak, parçalanmış gardırop, tozlanmış halı ve açık olan cam odanın en yeni versiyonunu oluşturuyordu. Vakit kaybetmeden odadan çıkan Azat kendi odasına doğru yol aldı. Babasının odasının aksine kapıları sonuna kadar açık olan bu oda onu karşılamakta gecikmedi.

Elindeki ışığı yere tutuğu an onlarca fotoğrafla karşılaşan Azat eğilerek tek tek fotoğraflara bakmaya başladı. Bunlar onun fotoğraflarıydı. Kimisi annesiyle, kimisi babasıyla, kimisi ise halalarıyla olan fotoğraflar bütün odaya saçılmıştı. Azat dikkatini çeken bir fotoğrafı eline alarak baktı boş bir ifadeyle. Sanki elinde tuttuğu fotoğraftaki çocuk kendi değil de başkasıymış misali incelemeye devam etti fotoğrafı. En sonunda ise ayağa kalkarak elindeki fotoğrafı yere bıraktı ve sessizce çıktı odasından. Merdivenlerden aşağı inerek es geçtiği salona tekrar geldi Azat. Tam da tahmin ettiği gibi salondaki tek kişi kendisi değildi. Salonda onun dışında balkonda arkası dönük bir şekilde duran bir kadın vardı.

"Erken gelmişsin." Kadın yavaşça önünü döndü.

"Bu gerçekten sensin ha?"

"Başka biri ben olabilir miydi?" Kadın sessizce gülümsedi.

"Neden, bunca yıl sonra?" Azat derin bir şekilde nefes aldı.

"Zamanı gelmiştir belki de olamaz mı?"

"8 yıl sonra mı?"

"Aynen öyle 8 yıl sonra." Azat yanındaki koltukta duran şalı alarak kadının yanına geldi. "Dışarısı soğuk, üşürsün." Kadın burnundan güldü.

"Unutmamışsın."

"Unutabilir miydim ki?" Kadın şala bürünerek dalgalı denizi izledi.

"Onun ölüm yıldönümünde seni buraya getiren şey ne oldu Azat?"

"Ayaklarım desem kötü bir espri olurdu değil mi?"

"Muhtemelen." İkisi de sustu. Gözleri karanlık geceyi ve denizi izledi.

"Deniz bile isyan ediyor ha?" Kadın güldü:

"Sen mi, yoksa o mu?"

"Oldukça açık değil mi?" Kadın sustu, Azat konuştu.

"En son ne zaman geldin buraya?" Kadın dudak büktü.

"Babanın öldüğü zamanlarda olması lazım. Zaten baban her şeyi ayarlayıp gitmişti. Biz geldiğimizde ev çoktan terk edilmişti." Kadın koklayarak sordu. "Sen de kokuyu alıyor musun, sanki onun ölümüne inat varlığı buradaymış gibi burnuma kamelya kokuları geliyor."

"Hiç almayı bırakmadım ki."

"Mayıştırıcı bir koku var evde."

"Ölüm kokusudur o hala." Kadın anlamayarak yiğenine baktı.

"Ne demek istedin?" Azat gözlerini baktığı denizden çekmeden konuşmaya devam etti. "Bunca yıldır bu kokuyu hiç solumamış olman son derece garip."

"Ne?"

"Ölümü gördüğüm ellerindeki kokunun burnuna ulaşmaması çok garip."

"Ne saçmalıyorsun Azat?"

"Az daha dur, birazdan anlarsın." Kadın sendeleyerek Azat'ın koluna tutundu.

"Ne yaptın bana?"

"Ben mi?" Kadın baygın gözlerle Azat'a baktı. "Her şeyi yapanın sen olmasına rağmen bunu bana mı soruyorsun hala?" Kadının burnundaki kanın Azat'ın eline damlaması üzerine Azat nihayet bakışlarını kadına çevirdi. "Ölüyorsun hala kokusunu hissetmiyor musun?"

"Ölüyor muyum?" Azat kadının kolunu bırakmasını zorladı. Kadın öksürerek yere düştü. Azat kadına tepeden bakarken evdeki bozulan her şeyin aksine balkonda kalan iki sandalyeden birine oturdu.

"Bir laf vardır bilir misin? İnsan yaşattığını yaşatmadan ölmezmiş derler. Bende bugün bunu anlamana yardımcı olmak istedim Hülya hala. Merak etme daha konuşmamın sonuna kadar yaşamak için vaktin var. Yine de çektiğin acının içinde beni dinlemeye çalış olur mu çünkü ben bugüne kadar çok sustum." Kadın kan kusarken Azat'a baktı.

"Aahh, ne verdin bana!"

"Nasıl öldürüldüğünü bilmeye hakkın var bence de haklısın. Ama ondan önce daha zamanımız var. Sana biraz kendimden bahsetsem sorun olmaz değil mi hala?" Kadın nefes almaya çalışırken inledi. "Ben Azat Erdemir. 13 Mart 1999 yılında Antalya'nın tam merkezinde sayılacak bu koca konakta doğdum. Çocukluğumu 10 yaşına kadar bu koca konakta küçük bir nokta gibi geçirdikten sonra annemin şuanda bulunduğumuz balkondan atlaması üzerine kaybettim. Sonrasında ise zaten hayatımdaki varlıkları bir televizyondan farksız olmak üzere olan sizler de beni terk ettiniz. İlk önce babam sonra sırasıyla ikiniz. En sonunda size dayanamayan babam almaya çok geç kaldığı bir kararla beni de yanına alarak İstanbul'a götürmeye karar verince sonunda bu koca konaktan bende ayrılmak zorunda kaldım."

Azat etrafı inceledi. "Burada yalnızız e sende yabancı sayılmazsın. Dur sana bir şey itiraf edeyim Hülya hala." Kadın tırnaklarıyla boğazını tırmalarken Azat onu umursamadan konuşmaya devam etti. "Antalya'dan babamla birlikte İstanbul'a gideceğimiz gün gördüğün, pardon şu anda yerde kıvranmakla meşgulsün kusura bakma, göremediğin o denize babamı itmem sonucuyla ailemin son üyesini de kendi ellerimle denizin dibine yollayınca hem evsiz, barksız hem de annesiz, babasız, beş parasız, tanımadığım bu haritada bölgesi küçük ama içi son derece büyük olan bu şehirde bir başıma, yapayalnız bir şekilde sokaklarda kaldım." Kadın kulaklarını tutarak acı içinde bağırmaya devam etti.

"Biri konuşurken kulaklarını kapamak son derece büyük bir saygısızlık halacığım." Azat yerinden kalkarak kadının kulaklarındaki ellerini çekmeye zorladı. "Ah, kanıyor muydu? Nasıl da acımıştır şimdi ama benim hatırıma birazcık daha dayanabilirsin değil mi?" Azat yerden kalkarak oturduğu yere tekrar oturdu. Kadın yaşlı gözlerle yalvararak Azat'a bakmaya devam etti.

"Öldür beni." Azat bir kahkaha patlattı.

"Merak etme öldürüyorum zaten seni. Neyse en son nerede kalmıştık? Hah, sokaklara düştüğüm zamanı anlatıyordum değil mi? İşte ondan sonra ise birkaç ay o kış soğuğunda inşaat köşelerinde yatıp kalkarak para kazanmaya ve ölmemeye çalıştım. Yanımda belki sizler yoktunuz ama bana sizden çok değer veren bir sürü kişi vardı sağ olsunlar."

"Yeter."

"Yeter mi? Şimdiye kadar sadece 11 yıllık hayatımı anlattım ne yeteri?"

"Yaşadığını bilmiyorduk, seni babanla birlikte öldün sandık. Bunun için bizi suçlayamazsın."

"Biliyor musun bunu söylemek için epey bir geç kaldın Hülya hala." Kadın karnını tutarak bir çığlık attı.

"Ne verdin bana!" Azat bir nefes bıraktı dışarıya doğru.

"Anlaşılan çok çabuk sıkıldın benden. Neyse sana verdiğim zehir tahminimden önce öldürecek seni. O halde sen ölmeden nasıl öleceğini açıklasam iyi olur değil mi?" Kadın karnını tutarak inledi. Almaya çalıştığı sık nefesler yüzünden suratı kıpkırmızı kesilmişti. "Ben bir tıp öğrencisiyim şuan 2. sınıfta okuyan ve biliyor musun derslerim de sandığının aksine bayağı bir iyi. E, durum böyle olunca dinlediğim derslerden bir şey kapmış olsam gerek dersin birinde zehirli çiçekleri ve etkilerini gördüm. Görünce de ne yalan söyleyeyim aklıma sen geldin. Bende çalışmalara başlayarak kamelya çiçeğinden bir koku zehri ürettim. Balkona geldiğimde üstüne örttüğüm o şal getirdi seni bu hale. Yalnız iyi dayandın, kendine haksızlık etme. Zehir tek tek içindeki bütün damarları patlatarak bir iç kanamayla ölmeni sağlıyor sevgili halacım. Yarım saat, bir saat arası bir öldürme etkisine sahip ve şuanda tam yarım saat geçti bile."

"Ölümün için çok uğraştım özel ve güzel olabilmesi için. Konuşmanın başında da söylediğim gibi insan yaşattığını yaşamadan ölmez derler. Bende bunu sana kanıtlamak istedim. Sen bundan 8 yıl önce annemi öldürmüştüm tam bu balkonda. Bende şimdi seni öldürüyorum annemin ismini aldığı çiçekle tekrar bu balkonda."

Azat konuşmasını bitirince kadının hareket etmediğini görünce yere eğildi. "Konuşmamın sonunu dinlemeden ölmüş olman çok yazık Hülya hala." Kadının açık gözlerini kapatarak geriye çekildi Azat. Cebindeki telefonu eline alarak bir numarayı tuşladı. "Buradaki işim bitti Ruhsal, diğer kadını hallettiniz mi?" Telefonun ucundan Ruhsal'ın sesi geldi.

"Hallettik bahçedeyiz, içeri mi gelelim sen mi dışarıya çıkarsın?"

"İçeriye gelin son bir işim daha var benim." Ruhsal "tamam" diyerek telefonu kapatınca Azat tekrardan eğilerek ölmüş kadının cesedini kucağına aldı ve korkuluklara yöneldi.

"Onu senin kollarına gönderiyorum anne, bu da sana yaptığım son iyilik işte." Kadını kollarından bırakarak denize doğru düşüşünü izledi Azat. Birkaç dakika sonra eve giren adım seslerini duyunca önüne döndü.

"Kadın burada."

"Sandalyeye koyun." Azat'ın emriyle kadının cansız bedeni sandalyeye koyuldu. "Burada başka bir işimiz kalmadı siz çıkabilirsiniz."

"Sen gelmiyor musun?"

"Üst katta bir şeyi bırakmam lazım, siz gidin geliyorum ben." Ruhsal, diğer adamları da alarak evden çıkınca Azat da dediği gibi üst kata doğru ilerledi. Kendi odasının önüne gelince içeriye girerek biraz önce gözüne çarptığı toplu aile fotoğrafını aldı. Cebinden çıkardığı çakmağı alarak kendisinin durduğu sol taraf yerine diğer sağ tarafı yakmaya başladı. Alev elinde hızla ilerleyerek sonunda fotoğrafın solunda kalan kendisine de ulaşınca Azat elindeki fotoğrafı yere bıraktı. Sırayla yanan bütün fotoğraflar eşliğinde arkasına son kez bakarak çıktı odadan.

Bir kişiyi yakarsan en sonunda ateş sana da sıçrar kendini de yakarsın. Azat'ın durumu da buydu aslında. Azat en sonunda kendisini de yakmıştı diğer herkesle. Belki bedenen o evden sağ çıkmış olabilirdi ama ömrünün neredeyse yarısını, bütün çocukluğu yanarak can veriyordu bu evde. Dumanlar yükselirken arabaya binerek evden uzaklaştı Azat. 8 yıl sonunda halalarından intikamını acı bir şekilde almıştı asıl her şey şimdi başlıyordu. Azat seçimini yapmıştı. O bütün dünyada kanun olan bir şeytan olarak anılan bir ölüm olmayı seçmişti kendince. İlk kurbanı denizde bulunan bu katilin diğer kurbanları da peşi sıra denizde bulununca halk ona "deniz katili" unvanını vermişti. Korkulan olmuştu sonunda Azat içindeki aydınlığı yakarak azat etmiş ve karanlığına tamamen teslim olmuştu…

 

Evett, hepinize merhaba. Bölümü biraz geç attım şimdiden kusura bakmayın. Malum bayram telaşıyla yazacak çok az vakit buldum onda da beklediğimden fazla yazınca maalesef bölüm 2 parta çıktı.

Bu attığım 2 bölümle birlikte artık Azat'ın geçmişini yazmayı bitirmiş oldum. ( Tahminimden fazla fazla uzun oldu ama olsun :) ) Yazarken hem bende hem de sizde soru işareti kalmasın istediğim için bu kadar uzun oldu. Eğer bölümleri kısaltsaydım ya da bazı şeyleri yazmasaydım bilgiler kafanıza net oturmazdı. Bu şekilde Azat'ı iyice tanımış olduk.

Bu 6 bölümün kısaca yorumunu yapmam gerekirse zaten 6 bölümün hepsinde de Azat'ın doğumundan, nasıl bir katil olduğuna kadar detaylı bir şekilde iyisiyle, kötüsüyle okumuş olduk. Sırayla Azat'ın ailesini ve sokak çevresini tanıdıktan sonra Asaf'la tanışması üzerine kendine orada da çevre kuran Azat en sonunda üniversite yıllarında da edindiği arkadaşlıklarıyla da tanışmış olduk. Azat'ın genel olarak yaşantısı kolay bir yaşantı değil ve buna itafen çocuk yaşındaki aldığı hatalı kararlar da onu bir çıkmaza sürüklemiş oldu zamanla. Bunu Azat'ı savunma açısından söylemiyorum. Elbette yaptığı çoğu şey kesinlikle doğru değil. Yine de bu ikisinin bilincinde olarak okumanızı tavsiye ederim.

Geçmişi anlatırken eklediğim bazı karakterler 2. kitapta da rol oynayacak. ( İzer ve Yahya'yı kesinlikle 2. kitapta da göreceğiz .) Geri kalan karakterler için bir şey söylemek şimdilik çok erken.

Kısaca bir şeyi daha açıklayayım. İlk kitabın ilk bölümlerinde Azat'ın ağzından okurken Azat bölümün birinde ( sanırım ya 2 ya da 3. bölümde olması lazım. ) Telefonunda hiç numara olmadığı, hiçbir arkadaşının olmadığı hakkında bir kısımda söz ediyor. Bu kısımda Azat'ın söylediği şey tutuklanmadan hemen önceki zaman diliminde olduğu için böyle bir replik var. Azat halalarını öldürdükten sonra Asaf'ın yönlendirmesiyle her gün birini öldürmeye başlayınca yavaş yavaş hem kendinden hem de zamanla bütün arkadaşlarından uzaklaşıyor ve sonunda yapayalnız bir şekilde kalıyor.

 

HAZİRAN'DA GÖRÜŞÜRÜZ :)

Bölüm : 03.04.2025 16:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...