İnsan yaşattığını yaşamadan bu dünyadan göçmezmiş derler. İyi ya da kötü her şey bizi bulmuyor mu aslında? Şuan hayatımda yaşananlar bu sözün doğruluğuyla doğru orantılıydı. Dün Türkiye'de köklü bir değişikliğe gidilerek herkesi şok etmişlerdi. Kimse beklemiyordu aslında böyle bir kararı. Birden bütün televizyon kanalları canlı yayın vererek idam kararını bütün Türkiye'ye ondan sonra da da dünyaya açıklamıştı. Açıklanan karardan sonra da yine canlı yayında 5 katmanlı bir liste yayınlandı. Son katmanda çeşitli kişilerin adı yazsa da ilk katman sadece 2 kişiye özeldi.
O an bunu duyunca son katman ve ilk katmandaki farkları sorguladım uzun bir süre. Ne farkı vardı ilk katman ve son katmandakilerin? İlk aklıma gelen sıra numarasıydı. Biri ilk sırada öteki ise son sıradaydı. Farklılıklardan biri ise katmanlardaki şahıs adediydi. 5. katmanda toplam 50 kişi varken bu ilk katmana doğru gidildikçe azalıyordu ki zaten ilk katmanda Azat ile ben vardım; namı diğer deniz katili ve kahraman. Sonra kategorideki katmanların neye göre ayrıldığı hakkında düşündüm biraz. Ha uyuşturucu taciri, ha terörist, ha organ mafyası, ha katil hepsi de yaşayanlara zarar vermiyor muydu sonuçta? O zaman kategoriyle birbirimizden ayrışmamızın nedeni neydi? Bir çete üyesinden katil olmaz mıydı ya da bir teröristten uyuşturucu taciri?
En sonunda ise renklere takıldı gözüm. Bizi ayrıştıran renklere. İnsanlığın ilk var olduğu zamandan bu yana renkleri kullanarak ayrışmamış mıydık zaten? Bunun temeline de siyahla beyazı koymuştuk her zaman. Hatta buna bide isim vermiştik şuanda tüm dünyanın temel sorunlarından biri olan ırkçılık demiştik. Nedenine de şu şekilde bakabiliriz aslında. Beyaz nettir, ön plandadır, temizdir, sakinlik, huzur vericidir, iyilik timsali ve kucak açandır içinde bütün renkleri bulundurur. Bu nedenle beyaz bütün renklerin anası olarak bilinir bir nevi. Siyah ise boşluktur, kötülüktür, hiçliktir, yokluktur, siliktir hatta zamanla o kadar sıradanlaşmıştır ki bir şeyden kurtulmak ya da dikkat çekmemek için çoğunlukla günlük hayatta siyahı kurtarıcı olarak görmeye başlamışızdır. Fakat bu ikisinin de bir ortak noktası yok mudur diye soracak olursanız elbette vardır.
İkisi de sadece yanılsamadan ibarettir. İnsanoğlu bu yanılsamalara yüklemiştir pek çok anlamı ama siyah ve beyaz gerçeklikte sadece gölgeden ibarettir. İki renkte gerçeklikte yoktur. O zaman nasıl olmayan bir şeyi görüyoruz biz değil mi? Bunun nedenini bu dünyaya bağlıyorum ben. Şuanda da bir nevi yalan ve sahte bir dünyanın içinde değil miyiz? Hepimiz ana dünyaya gitmek için adına kıyamet dediğimiz günü beklemiyor muyuz? Bu dünya da aslında bir yanılsamadan ibaret değil mi? İşte bu yüzden gölgelerimize bu kadar çok anlam yüklüyoruz çünkü bir gölgede yaşıyoruz ışıkta değil.
Adımı o listede gördüğüm andan beri gözümü dahi kırpmadan bütün gece bunları düşündüm. İyi miydim yoksa kötü müydüm bilmiyorum ama bende herkes gibi ölüme mahkumdum işte. Üzülmedim aslında sadece anlayamadım bir an. Neden ikimiz de bu kadar zıt bir amaca hizmet ederken aynı yere konmuştuk? Nasıl bütün ülkede "kahraman" olarak anılırken bir anda son derece tehlikeli bir seri katile dönüşmüştüm? En çok bunu anlamıyordum aslında. Bütün sorumlusu ben miydim yaşananların? Sanırım insanların değişimli bir varlık olduğunu henüz tüm gerçekliğiyle karayamamıştım galiba. Dün herkesin övgüyle bahsettiği bir kadınken bir gecede herkesin nefretle bahsettiği bir seri katil oluvermiştim. Bütün televizyon haberleri, sosyal medya mecraları, çeşitli spikerler, gazeteciler, doktorlar, siyaset adamları ve daha sayamadığım nicesi bizi konuşuyordu, ikimizi. Artık bende bir kaçaktım ülkemde. Yakalandığım yerde alıkonulup direk idam edileceğimden bahsediyordu herkes. Kendi inandığım yolda giderken ben nerede yanlış yapmıştım o zaman? Tek başıma çıktığım bu yolda artık ben bile kendimi koruyamazdım.
Aslında bahsettiğimde tam olarak buydu. Sonunda Azat ile beraber yalnız kalmıştık koca dünyaya karşı ikimiz ama yine de dünyaya karşı sen ve ben gerçek dünyada olamazdı, kaybederdik şimdi olduğu gibi.
Geceden bu yana çok fazla kişi aramış yahut mesaj atmıştı ama hiçbirine dönmek gelmedi içimden. Sabah ise kalkıp sesimi çıkarmadan işime gitmiştim direk. Artık daha dikkatli davranmam gerekiyordu. Haklı davamdan elbette ki vazgeçmeyecektim ama artık kesinlikle hiçbir hata yapmamam gerekiyordu. En ufak bir hatam ile kendimi ele verirsem sonum ölüm olurdu.
5 GÜN SONRA:
Günler çok çabuk geçmişti. Her şey gözümüzün önünde çok hızlı bir şekilde oluyordu. Kimsenin karışma hakkı yoktu. Herkes dışarıdan izleyiciydi olanlara. Televizyonlarda sadece idam tahtasında asılı olan ip ve idam edilmek üzere olanların yüzleri gösterildi asılmadan önce. İdamlar halka açık yapılmadı çocuklara kötü örnek olunmasın diye. Ölenlerin ölümünü sadece sayılı devlet adamları ile orada çeşitli görüntüleri çekmek için bulunan az sayıda gazeteciler izledi. Ülkede suç oranı şu 5 günde %95 oranında azalmıştı. Bizim karakol bile sessiz sakin bir yer olmuştu. Hırsızlar hırsızlık yapmıyor, kimse kimseyi neredeyse gasp etmiyor, herkes kendi işine bakıp kimseyle laf dalaşına bile girmiyordu. Ülkede sessizlik hakimdi.
Bizim işimiz ise benim öldürüp açığa çıkarttığım şu şef bozuntusunun çetesinin köklerini kazıyıp yok etmekti. Ülkedeki polislerin her biriyle internet aracılığıyla çeşitli gruplara bölerek bir toplantı düzenlemişlerdi. Her şehre ve ilçeye belli görevler verilerek okul önlerindeki polis sayısı artırılmış ve kantinler sıkı denetim altına alınmıştı. Sırayla karakollar olarak bölgemizdeki okulların önünde devriye geziyorduk ya da okullara kısa bir konferans vermeye gidiyorduk.
Uzun yıllar sonra bir nebze de olsa huzur gelmişti ülkeye. Halktan insanlar coşkuyla sabahlara kadar sevinç naraları atıyordu sokakta. Uzun kutlama konvoylarındaki araba kornaları susmuyordu tüm ülkelerde. Bense yeni yeni kendime geliyordum işte. İdam kararı için mutluydum aslında ama bir yanım tedirgindi. Yayınlanan listelerdeki adamlar teker teker yakalanıyordu.
Azat ise bu yaşananlara meydan okuyordu resmen. Günlük işlediği cinayet sayısı yükselmişti şu 5 günde. Hatta ülkedeki o %5'lik suç oranının baş sebebinin Azat olduğuna bile yemin edebilirdim. Bunun için kendisini aramıştım ama bana sadece karışmamam gerektiğini öldürdüğü kişilerin ölümü hak ettiğini söylemişti. Hala benimle birlikte çalışıyor gibi görünüyordu. Öldürdüğü cesetleri her gün İstanbul'un farklı noktalarındaki deniz kenarına bırakıyordu ve sonrasında bütün kirli, pis işlerini medya aracılığıyla halka aktarıyordu sanki bunu ben yapmışım gibi.
Aslında çok da şikayetçi değildim, iyi de yapıyordu ama yine de bu durumda öldürmeye devam edip devlete meydan okuması da çok tekin bir iş değildi. Bunun için bugün Kayra ile konuşmaya gidecektim evine. Şirkette işi çok yoğundu şu sıralar. Onun için müzayededen aldığımız maddeyle yeni çıkardığı ürünleri piyasaya sürmeye hazırlanıyordu yarın akşam. Konunun acil olduğumu söylediğimde onca işine rağmen benimle konuşmayı kabul etmişti evine gelmem şartıyla. İşten çıkıp ona gidecektim bugün.
"Sahra?" Kafamı kaldırıp gelene baktım. Gelen Nihat abiydi.
"Efendim abi."
"Kusura bakma rahatsız mı ettim seni?"
"Yok abi estağfurullah, buyur."
"Bizim karakola yakın okulu bugün ben denetleyecektim Esra ve Tuna'yla ama Esra'nın bir işi çıktı izin alıp gitti."
"Ne zaman gitti, yeni mi?"
"Biraz önce görmedin mi?"
"Yok, dalmışım sanırım."
"Esra yerine işin yoksa sen gel diyecektim, tabii müsaitsen?"
"Olur, gelirim ben ne zaman gidilecek?"
"Şimdi."
"Hemen mi?"
"Evet."
"Tamam, ceketimi ve çantamı alayım gidelim o zaman."
"Tamam sağ ol Sahra."
Polis arabasından park ederek okulun kapısının önüne doğru yürüdük. Sanırım bugünlük görevimiz kantini kontrol ederek okul kapanana kadar okulun önünde devriye gezmekti. Zaten öğlen gelmiştik. Maximum çocuklar okuldan çıkana kadar 3-4 saat daha buradaydık.
"Tuna, Sahra siz ikiniz kantini denetleseniz olur mu? Bende bir müdürün yanına gideyim."
"Olur abi de müdürle niye konuşmaya gidiyorsun ki?" Eliyle boş güvenlik kulübesini gösterdi Nihat abi.
"E, baksanıza kulübe boş anlaşılan okulun bir güvenliği yok bu büyük bir eksiklik." Tuna kafa salladı ve ikimizin yerine konuştu.
"Haklısın abi sen git müdürle konuş, biz Sahra'yla kantini hallederiz değil mi Sahra?"
"Aynen abi sen git öyleyse hallederiz biz Tuna'yla." Nihat abi okulun merdivenlerine doğru yönelirken bizde Tuna'yla okul bahçesindeki kantine doğru yürümeye başladık.
"Araba aldığını söylemedin galiba kimseye henüz?"
"Esra'ya da söyledim." Hafifçe gülümsedi.
"Senden daha çok sevinmiştir araba almana."
"Öyle." Kantine kadar konuşmadan yürüyerek kantinin önüne geldik. "Merhabalar, kolay gelsin."
"Buyurun, hoş geldiniz, kime bakmıştınız?"
"Veli değiliz biz Tuna ile kendimi işaret ettim. Polisiz. İzin verirseniz kantini denetlemeye geldik."
"Ha, öyle mi pardon, ben veli sandım sizi."
"Sorun değil."
"Buyurun içeri geçin." Görevli kadının kapıyı açmasıyla kantinden içeri girdik. Çok da büyük bir kantin değildi içerisi.
"Tuna sen şu soldakilere baksan bende sağdakilere baksam olur mu?" Onayladığını belli edercesine kafasını salladı ve sol tarafa doğru gitti.
"Ders yeni başladı. İyi ki şimdi geldiniz yoksa tenefüste öğrenci dolup taşar buralar."
"Eee, haliyle dersten tek kurtuluş yolu ya kantin ya bahçe ya da tuvalet oluyor. Öğrencilere de çok görmemek lazım." Kadın güldü. Gözlerimle raflardaki abur cuburları inceledim. Elim uzun şekerlere gitti. "Bunlar hala satılmaya devam ediyor mu ya?"
"Çok seviyor onu çocuklar bizde üreten fabrikalardan getirtmeye çalışıyoruz." Gülümsedim.
"Benim küçüklüğümde de vardı bunlar. Tabii o zamanlar 50 kuruşa satılırdı tanesi. Şimdi ne kadar oldu?"
"Tanesi 10 TL."
"Haliyle üstünden çok zaman geçince fiyatları artmış. Gerçi bizim zamanımızda da 50 kuruş da iyi paraydı şimdi."
"Şeker tadı güzel olunca fiyatı umursamıyor ki öğrenciler. Paraları yoksa yazdırıp yazdırıp gidiyorlar velileri ödüyor genelde."
"Yazdırma daha devam ediyor mu ya hem lise değil mi burası?"
"Ne yapayım, abla yazar mısın diyorlar, bende kıramıyorum işte."
"Sanırım bazı şeyler hala bıraktığım gibi." Dikkatlice ürünlerin hepsini kontrol ettim. Görünürde tehlikeli, sağlıksız herhangi bir şey görünmüyordu. Hijyen açısından da iyiydi. Sadece benim zamanıma göre fiyatlar artmıştı o kadar. İşim bitince Tuna'ya döndüm.
"Tuna, sen ne yaptın?" Seslenince bana doğru döndü.
"Burada her şey olması gerektiği gibi. Herhangi bir şey yok, normal."
"Burada da öyle."
"Öğle arası için neler satıyorsunuz?"
"İsteğe göre değişiyor. Tost, döner, çiğköfte dürüm, köfte ekmek, hamburger gibi şeyler." Çalan zil sesiyle kadına gülümsedim.
"Zil de çaldı öğrenciler gelir şimdi tutmayalım biz daha fazla sizi. Kolay gelsin."
"Sağ olun, size de kolay gelsin." Tuna'yla kantinden çıktık. Merdivenden inen çocukları izlerken konuştum. "Şimdi ne yapıyoruz?"
"Bilmem Metin abiyi beklesek mi? Aslında bayağı da oldu gidip baksak mı ki?"
"Olur, içeri girelim o zaman" dedikten sonra susup merdivenlere merdivenlere yöneldik ikimizde. Girişteki nöbetçi öğrencinin yanında durduk. "Kolay gelsin, müdürünüzün odası nerede acaba bu katta mı?" Sakız çiğneyen genç oğlan seslenmemizle telefondan kafasını kaldırıp bize baktı.
"2. kata çıkıp sağa dönün, üstte yazar zaten."
"Tamam teşekkür ederiz." Çocuk umursamadan tekrar elindeki telefona döndü. Biraz uzaklaşınca konuştum. "Okullara telefon getirmek serbest hale gelmiş anlaşılan?"
"Eee, biz liseden mezun olalı neredeyse 7-8 yıl oldu biz gideli eski düzen kalmamış anlaşılan."
"Yine de bizim dönemi tercih ederim. Okula gizli sokulan telefonun tadı bir başka oluyordu. Sahi Tuna sen hiç telefon getirip yakalattın mı?"
"Ben liseyi özel okulda okumuştum o yüzden bizde birkaç takık hoca dışında kimse karışmazdı telefona."
"Yakalatmadın mı hiç yani?"
"Sadece bir kere tarih öğretmenime yakalatmıştım."
"Nasıl aldın peki?"
"Alamadım ki."
"Nasıl yani?"
"Bütün sınıfın önünde telefonu kırıp paramparça hale getirip çantasına atmıştı da ondan."
"Şikayet etmedin mi?"
"Bizim okulda o hocaya karşı gelemezdin. Müdür bile korkardı o kadından amlayacağın çok despot bir tipti."
"Ailen ne dedi?"
"Ne diyecek, kırdıysa haklıdır dedi."
"Telefonsuz mu kaldın bir dönem yani?"
"1 haftalığına telefonsuz kalmıştım. Sonra abim yenisini almıştı.
"Abin mi vardı, daha önce hiç duymamıştım.
"Bahsetmemişimdir de ondan."
"Ben sadece 2 kardeşin var diye biliyordum."
"2 de abim var."
"5 kardeş miydiniz yani?"
"Öyle de denilebilir."
"Bak müdürün odası bu galiba. Müdürün kapısının önüne gelince konuşmamız bitti. Girelim mi ki? Tuna kolundaki saate baktı.
"Ders zili çalacak birazdan. Çalsın, çıkmazsa öyle gireriz içeriye."
"İyi o zaman ben bir tuvalete gitsem olur mu, hemen gelirim zaten."
"Tamam, bende burada bekliyorum seni, gelince beraber gireriz içeri." Merdivenlerden inerek giriş katında rastgele bir öğrenci durdurdum.
"Pardon, tuvalet nerede acaba?"
"Valla bir 3. katta var birde bodrumda. Bodrumdakine gidin bence çünkü üst kattaki kalabalıktır şimdi."
"Tamamdır teşekkürler. iyi dersler." Bir kat daha aşağı inerek bodruma indim. Etraf karanlıktı. Sağıma soluma baktım. İlerideki koridorda tuvalet tabelası görünüyordu. Yürüyerek koridorun sonuna gittim. Önünde durduğum tuvaletin kapısını açarak içeriye girdim. İçerisi boştu. Kabinlerden birine girerek işimi hallettim ve ellerimi yıkayarak çıktım lavabodan. Tam yukarı doğru çıkacakken gözümün kapısı açık olan soyunma odasına takılmasıyla durdum.
Donarak sadece kapısı açık odaya baktım. Işığı açıktı. Kabinler boştu büyük ihtimalle kimse yoktu içeride ama ben iki kişi görüyordum çoktan. 17 yaşındaki Sahra sırtı dönük karşımda duruyordu. İçeriden sesler geliyordu. Birkaç adım geriye gittim.
"Hayır, hayır, seni öldürdüm ben Seni öldürdüm. Sesini duymam imkansız." Sırtı dönük 17 yaşındaki ben içeriye doğru bir adım attı. Öne doğru adım atarak durdurmaya çalıştım onu. "Gitme!" Elimi öne uzattım. Kendi kolumu tutmaya beklerken boşluğa düştü elim. Tekrar kendime baktım. Öylece duruyordu girişte. Bir adım daha attı sonra. "Gitme oraya!" Önüne geçtim. Ellerim boşlukta yukarı kalktı ve kendi omzuma dokundum. "Hey, beni duyuyor musun, gitme!" Kızın gözleri kabindeydi. "Hayır, hayır, hayır bakma oraya! Olmaz bir kere daha yapamazsın!" İçeriden bir ses yükseldi. Onun sesiydi.
"Ahhh, lanet !"
"Sus! Öldün sen! Seni ben öldürdüm!" Önümdeki kendim beni görmezden gelerek cevap verdi.
"Ne oldu ?" Omuzlarından tutup onu sarstım.
Gitme! Gitme kartı falan düşmedi, gitme! Yine orada yokmuşcasına önümdeki kendim içimden geçti ve kabine doğru ilerledi. Sonra o lanet ses tekrar yankılandı kulaklarımda.
"Sahra ?" Ellerimle kulaklarımı kapattım.
"Yapma!" Dinlenmedim ve olay akışına göre yaşanmaya devam etti.
"Efendim, ne oldu ?"
"Bir gelebilecek misin buraya ?
"Yanına mı, neden ?"
"Ya kartım düştü."
"Yalan söylüyor! Kartı düşmedi yalan söylüyor!" "Nereye" dedi diğer ben. Gözlerimi kapattım.
"Giderin içine."
"Salak mısın nasıl alayım onu ben ?"
"Ya kızım sen alırsın işte."
"Alamam, alamayız, lütfen!" Nefeslerim hızlanmıştı. Bu anı neden tekrar yaşıyordum ki ben?
"Offf, Cihat offf. Giyindin mi üstünü bari ?"
"Giyinmedi! Girme, giyinmedi o! Yine o zıkkımın kontrolü altında yapma! Hayatını mahvetme yeniden!"
"Sahra, Sahra?" Biri bedenimi sallıyordu. Titriyordum ve ağlıyordum. İçeriyi bir çığlık sesi sarmıştı. Şuan ben mi çığlık atıyordum yoksa kabindeki diğer kendim mi bilmiyordum. Bedenim çevrildi ve Tuna'yı gördüm buğulu gözlerimle.
"Sahra, iyi misin kendine gel!" Tuna'nın ellerinden kurtulup geriye doğru bir adım attım ve elimle kabini gösterdim.
"Yardım et bana!"
"Ne oldu?"
"Tuna yardım et!" Tuna endişeli gözlerle beni izlerken kapısı açık boş kabine baktı.
"Sahra o kabin boş, orada bir şey yok."
"Var! Ben varım orada, o var!"
"Kim var?" Elleriyle yüzümü tuttu. "Bana bak ve sakin ol tamam mı?" Delirmiş gibi Tuna'yı göğsünden ittim.
"Kurtar ondan beni!"
"Kimden Sahra, ne diyorsun anlamıyorum." Bir anda kabinden ağlayarak öteki ben çıktı ve odanın çıkışına doğru koştu. Onun peşinden giderken birden önümdeki kapı kapandı ve bedenim ters döndürülerek kapının arkasına bastırıldı. "Sahra her ne gördün bilmiyorum ama şu an burada kimse yok." Tuna'nın yüzüne baktım. Elleri iki yanıma dayanmış bir şekilde beni kapıyla kendi arasına kıstırmıştı. Bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Birden girdiğim transtan çıktım ve gerçekliğe geri döndüm.
"Tuna?"
"Şükür ki cevap verdin, iyi misin?" Kafamı kapıya bastırarak sakinleşmeye çalıştım. "Biraz önce... delirmiş gibiydin." Nefeslenerek, konuşmadan ona baktım. Bir anda bacaklarımdaki tüm güç geri çekildi ve bayılacak gibi oldum. Tuna bunu fark eder etmez hemen tek eliyle belimi tuttu. "Sahra, iyi misin!" Tuna beni yönlendirerek soyunma odasındaki banklardan birine oturtacakken onu durdurdum.
"Olmaz, burası olmaz. Çıkalım buradan!"
"Tamam... buradan çıkalım o zaman." Tuna beni okuldan çıkararak bahçedeki bir banka oturttu. "Bekle burada bir su alıp geleyim ben." Tepkisiz bir şekilde bankta oturmaya devam ettim. Kısa süre sonunda Tuna elinde bir pet şişe suyla geldi. "Al iç şunu." Elindeki suyu alarak kapağını açıp içtim suyu. Ellerim hala titriyordu. Tuna'nın elini elimde hissedince ona döndüm. "İyisin, bir sorun yok. Daha demin sanırım halüsinasyon gördün. Sanırım o oda sana geçmişinle alakalı bir şeyi hatırlatmış olmalı." Cevap vermedim. Biraz kendimi toparladıktan sonra hissiz bir şekilde öylesine bir soru sordum.
"Nihat abi nerede?"
"Müdürle konuşuyor hala. Sen uzun süre gelmeyince bende içeri girdim. Meğer müdür Nihat abinin bir tanıdığıymış. Ben içeri gelince çıkmak istedi ama konuşmaları bölünmesin diye devam etmelerini söyledim sonra da senin yanına indim işte."
"Saat kaç?"
"1 saat var okul çıkışına. 3.50'de çalıyormuş zil. İstersen bir taksi çağırayım senin için eve git."
"Yok, kalırım 1 saat daha."
"Emin misin iyi görünmüyorsun?" Elimi çektim Tuna'nın elinin altından.
"İyiyim, teşekkür ederim, ilk defa yaşadığım bir şey değil merak etme."
"Nasıl yani bunu her zaman mı yaşıyorsun?"
"Hayır, sadece belli anlarda işte."
"Sahra bu çok tehlikeli bir durum. Herhangi bir yardım aldın mı bir psikologdan bununla alakalı?" Almadım desem iyice üsteleyecek ve endişelenecekti bu yüzden yalan söylemeye karar verdim.
"Aldım ama hemen geçecek bir şey değilmiş. Çok sık da yaşamıyorum zaten."
"Yanında birilerinin olması lazım bu tip krizlerde. Hiç yalnız kaldığında geçirdin mi böyle bir kriz?" Sahte bir şekilde burnumdan güldüm.
"Pek çok kez."
"Nasıl başa çıktın peki?"
"Biraz zor oluyordu tabii ama geçiyor işte bir şekilde." Sustuk ikimizde. Ne ben konuştum ne de Tuna. Sanırım kafamı toparlamam için bana zaman vermek istiyordu kendince...
Zilin çalmasıyla oturduğum banktan kalktım. Nihat abi de merdivenlerden inerek bize doğru geliyordu.
"Çocuklar kusura bakmayın, konuşmaya dalmışım. Bütün görevi size yıktım gibi oldu."
" Yok abi estağfurullah Sahra'yla oturduk bizde zaten." Nihat abi gülümsedi.
"Buldunuz mu kantinde herhangi bir şey? Gerçi müdürünü tanırım buranın öyle yasak ürünlerin satışına izin verebilecek bir adam değil kendisi."
"Yok abi bulamadık."
"İyi o zaman arabaya geçelim o halde." 3'ümüzde arabaya doğru yürüyerek arabanın önüne geldik. Arabanın kapısını açarak direk içeriye bindim konuşmadan. Merkeze gidene kadar da başımı cama yaslayarak yolu izledim sadece. Okulla merkezin arası yakındı zaten. 10 dakikaya varmıştık. Arabadan inerek karakola girdim. Tuna peşimden geldi.
"Sahra, eve erken git istersen bugün." Hafif kısık gözlerle Tuna'ya baktım.
"Saat kaç? 16.20."
"Gerek yok, çok bir şey kalmamış zaten iş bitimine."
"Peki sen bilirsin. Bir şeye ihtiyacın olursa masamı biliyorsun." "Teşekkür ederim" diyerek hafifçe gülümsedim Tuna'ya. Masama doğru geçerek oturdum.
Karakoldan çıkıp karakolun arka bahçesine doğru yürüyordum. Eve gitmemiş onun yerine iş çıkışını beklemiştim. Zaten eve diye izin alsam da gideceğim yer evim değil Kayra olacaktı.
Bugün onunla ve en önemlisi Azat'la yüz yüze konuşmam gerekiyordu. O ikisi gerçekten kafalarına ne eserse onu yapıyorlardı. İş ciddiydi ama onlar yakalanmak için ekstra çaba gösteriyor gibiydiler. Azat, Kayra yardımıyla işlediği cinayetlerin sayısını günlük 3'e çıkarmıştı. İstanbul'da deniz katili yüzünden günlük 3 ceset bulunuyordu denizlerde. İşin kötüsü bu beni de etkiliyordu çünkü benim taktiğimi kullanarak öldürüyorlardı insanları.
Aslında teknik olarak buna karşı değildim, işin doğrusunu söylemek gerekirse işimi bile kolaylaştırıyorlardı ama bu şu anda atılabilecek bir adım değildi.
Evet harekete geçip koşmak iyiydi ama düşene kadar. Çamurlu bir bataklıkta koşuyorduk yakalanmamak için ama düştüğümüz anda batacağımızı da hesaba katmalıydık.
"Sahra?" Tuna'nın seslenmesiyle durdum. "Eve mi gidiyorsun?"
"Evet eve gidecektim, bir şey mi söyleyecektin?"
"Yok sadece merak ettim, daha iyi misin?"
"İyiyim korkma, dediğim gibi nadir de olsa arada oluyor böyle şeyler." Endişeli gözler ve gülümseyen dudaklarıyla bana baktı.
"İyi git eve de dinlen o zaman, yarın görüşürüz." Gülümsedim
"Görüşürüz. Haa, bu arada Tuna bu yılbaşı partisi yarın değil mi kesin?"
"Yılbaşı partisi?"
"Barış'ın ayarladığı mekanda yarın için toplanacağız ya hepimiz." Hatırlamaya çalıştı.
"Ha Barış şu Mirza'nın yakın arkadaşıydı değil mi?"
"Aynen, başka bir karakolda çalışıyor oda."
"Aklımdan çıkmış tamamen, malum olanları biliyorsun."
"Doğru, sende haklısın. Eee, geliyor musun?"
"Geliyorum. Tamam o zaman yarın görüşürüz."
"Görüşürüz Sahra." Arabama binerek arabayı çalıştırdım malum daha gideceğim uzun bir yolum vardı. Evi neden şehir dışında olmak zorundaydı ki?
"Hoş geldiniz." Beni Kayra'nın yakın koruması Kadir karşılamıştı bahçede.
"Hoş buldum, Kayra ile Azat evde mi?"
"Kayra Bey henüz gelmedi, malum işleri çok yoğun şu sıralar."
"Ne zaman gelir?"
"Yolda olması lazım, gelir yarım saate."
"Tamamdır."
"Eve geçin isterseniz siz."
"Olur." Eve doğru yürüyerek eve girdim. Ceketimi kapıdaki hizmetliye verdim.
"Azat nerede?"
"Azat Bey odasında, isterseniz çağırabilirim."
"Sorun değil ben çıkarım. Kayra geldiğinde orada olduğumu söylerseniz sevinirim."
"Tabii." Merdivenlerden çıkarak 2. kata çıktım. Gerçekten bu eve bir asansör şart. Azıcık nefeslenerek Azat'ın kapısının önünde durdum. Kapıyı çaldım. Biraz bekledikten sonra kapı açıldı.
"Sen miydin, ne zaman geldin?"
"Yeni geldim. Kayra yokmuş, o sırada seninle konuşayım dedim."
"Ne hakkında?"
İçeriye mi geçeyim yoksa başka bir yerde mi konuşalım? Birkaç adım çekilerek geçmeme izin verdi. Odasını daha önce görmemiştim. Benim kaldığım odaya benziyordu planı ama daha bariz daha büyüktü.
"Kolun nasıl, daha iyi mi?"
"Günden güne iyileşiyor işte."
"Ne oldu?"
"Ne ne oldu, sen ne yaptığının farkında mısın Azat?" Umursamazca konuştu.
"Ne yapmışım?" Üstüne doğru yürüdüm sinirle.
"Azat, bak ben oldukça ciddiyim. Benimle oyun oynama, en önemlisi de beni hafife alma." Üstüne doğru yürümeye devam ettim ve ayakucunda durdum. O ise sadece beni izliyordu. Üstüne gitmeme rağmen bir adım da olsa yerinden kıpırdayıp geriye gitmemişti. "Bak bu söylediklerim ciddi, dalga geçme."
"Dalga geçmiyorum sadece her zaman ne yapıyorsam onu yapıyorum."
"Yapma işte, her şey aynı değil şuan çok dikkatli davranmalıyız. Sana bunu telefonda da söyledim ama o zaman da beni aynen böyle geçiştirdin. Listeyi gördün Azat. İlk sıradayız, ilk! Bunun ciddiyetinin farkında mısın sen?" Dudak büktü ve o bu sefer benim üzerime gelmeye başladı.
"Yani?"
"Ne yani? Yakalanırsak kurtuluşumuz yok, özellikle sen yakalanırsan seni affetmezler. Hiç mi kendini düşünmüyorsun sen?" Onun gibi olduğum yerde kalmaya çalıştım ama oldukça fazla üzerime gelince geriye gitmek zorunda kaldım. Sinirli bir sesle bağırdım. "Azat ne yapıyorsun, üstüme gelmeyi kes derhal!" Kapıya dayanan sırtım ile geriye doğru atacak başka adımımın olmadığını anlayınca durdum. Ayak ucuma kadar üzerime gelip durdu. Dizlerim dizlerine değiyordu.
"Senden fırsat kalmıyor ki kendimi düşünmeye."
"Ne?" Ellerini kaldırarak kafamın iki yanında sabitledi sonrasında ise kafasını eğerek boyunu boyumla eşitledikten sonra ise gözlerimin içine baktı.
"Diyorum ki sen beni o kadar düşünüyorsun ki benim kendimi bu kadar düşünmeme gerek kalmıyor." Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Söylesene aşık mı oldun sen bana?" Söyledikleriyle kalbim hızlandı.
"Hayır." Çaktırmamalıydım, kendimi ona kaptırmamam konusunda ikna etmiştim, ona direnebilirdim. "Ne münasebet, aşık falan değilim sana."
"Eee ne diye seni öpmeme izin verdin o zaman?" Kahretsin, her anlamda köşeye sıkıştırmıştı beni. Kendimi toparlayarak küçümseyici bir gülümseme yerleştirdim yüzüme ve cevap verdim.
"Ne o şaşırmış gibisin, ağır mı geldi öpücüğüm?"
"Açıkçası gerçekten şaşırdım. Karşılık vermeni beklemiyordum." Yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı. Kafamın iki yanındaki elini kollarıma indirerek bileklerimi hafifçe sıktı. "Bizimkisi sadece bir öpücüktü gerçek bir öpüşme değil Sahra. Bu yüzden ağır gelmedi ama görüyorum ki sende birkaç şey değiştirmiş gibi. Dikkat et de çekilme bana bağımlılık yaparım sana." Güldüm.
Ya Azat o kadar iyisin ki, uyarılarını kesinlikle kâle bile almayacağıma emin olabilirsin.
"Öyle mi?" Yüzü dudaklarıma santimler kala durdu. Benimle oyun oynuyordu çünkü ona karşı bir şeyler hissettiğimi anlamıştı pislik herif. Bakışları ilk önce dudaklarıma kaydı ondan sonra da gözlerime odaklandı. Benimle gerçekten oynuyordu bu adam ama hayır, benim bedenim benim kontrolümdeydi. Yavaşça kafasını eğerek dudaklarıma yaklaştı boşluğu kapatmak için.
"Azat, ne yapıyorsun" diye fısıldadım.
"Test ediyorum."
"Çekil şuradan." Bileklerimi ellerinin arasından kurtarmaya çalıştım fakat bırakmadı. "Azat, ben test edeceğin biri değilim, çekil önümden." Güldü.
"Bu arada aklıma gelmişken sorunun cevabını bana söylemedin kış çiçeği?"
"Hangi soru?"
"Hatırlar mısın yoksa hatırlatayım mı?" Kafamda o günkü diyaloğumuz yankılandı.
"Sorunun cevabını aldın mı?"
"Aldım."
"Tabii ki sorduğu soruyu hatırlamıştım. Seni ilgilendirmiyor, bırak beni."
"Öyle mi ama cevabını almak için beni kullandın yani bu durumda bence beni de çok yakından ilgilendirir yanlış mıyım?"
"Azat, Sahra orada mısınız?" Kapının diğer tarafından Kayra'nın sesinin gelmesiyle ikimizde sustuk. Bileklerimi salmasıyla geri çekildi ve ondan kurtuldum.
"Sen balkona geç." Kafa sallayarak balkona geçtim. Azat ise ardımdan Kayra için kapıyı açtı.
"Kusura bakma geciktim, ne zaman geldin?"
"Sorun değil, az önce geldim bende zaten."
"Otursana. Balkondaki sandalyelere oturduk."
"Nasıl gidiyor, bayağı yoğun galiba?"
"Biraz öyle gibi, son kontrolleri yapıyorum. Sağ olsun Kadir bana çok yardımcı oluyor."
"Gördüm o karşıladı beni kapıda. Ben gönderdim eve yanımdaydı bütün gün. Yarın akşam da piyasada satışa çıkacak işte. Son kontrollerini yapıyoruz."
"Sizin işler nasıl, yoğun mu?"
"Aslında son olanlardan sonra neredeyse hiçbir şey yapmıyoruz diyebilirim."
"Doğru, son bir haftada suç oranı idam kararı ile oldukça azaldı."
Kayra cinayetleri durdurmanız lazım.
"Neden bir sorun mu var?"
"Azat'a da söyledim bu öyle hafife alınabilecek bir iş değil. Yakalanırsak kaçışımız yok direk öldürülürüz."
"Merak etme ben ölmem."
"Bende aynısını dedim ama cevabı duyuyorsun Sahra."
"Kayra bu öyle değil. İçimde bir his var yakalanacağımızla ilgili. Görmüyor musun Asaf çok sessiz, siz cinayetlere devam ediyorsunuz bir taraftan idamlar son hızıyla devam ediyor. Sıra bize gelmeyecek mi sanıyorsun?"
"Asaf'ın sessiz olduğu doğru. Açıkçası bu beni bile şaşırttı." Bizi dinleyen Azat tekrar konuştu.
"Asaf zamanını bekler. Sonrasında ise hamlesini yaptığı an karşı taraf için oyun sonu zili çalar." Kayra düşünceli bir ses tonuyla konuştu.
"Ne planlıyor olabilir sence?"
"Çok şey."
"Her ne olursa olsun üstesinden geleceğimize eminim."
"Umarım öyle olur."
"Bunun için mi gelmiştin?"
"Telefonda dinlemeyince yüz yüze görüşmek daha iyi olur gibi hissetmiştim ama yanılmışım."
"İyi madem buraya kadar geldin bir yemek yiyelim de öyle git. Vaktin var mı?"
"Sanırım biraz daha kalabilirim ama sonra gitmem gerekiyor. Malum yarın iş var."
"Tamamdır..."
Asaf Arşın'ın anlatımıyla:
"Efendim misafiriniz geldi, ne yapalım?"
"İçeri al."
"Tamamdır." İstifimi bozmadan gelen misafirimi bekledim. Arkamdan gelen ayak sesleriyle geldiğimi anladım ve ayağa kalktım.
"Hoş geldin, otursana."
"Hoş buldum Asaf Bey. Elimi sıkarak geri çekildi." Oturduğum koltuğa geri oturdum.
"Ne yaptın hallettin mi?"
"Hallettim bir pürüz çıkmadı."
"Şüphelenmedi değil mi senden?"
"Yok, ruhu bile duymadı zaten sizin değiştirmem için verdiğiniz madde oldukça benzer bir ürün olduğu için bırakın onu, koca şirket bile şüphelenmemiştir."
"Sen yine de dediğimi yapıp madde analizlerinde çıkan sonuçları değiştirdin değil mi?"
"Değiştirdim Asaf Bey, her şey yolunda."
"İyi, güzel."
"Asaf Bey size bir soru sorabilir miyim efendim?"
"Cevaplayabileceğim bir soruysa sor."
"Kayra Bey'in o maddeyi müzayedede almasına izin verdiniz. Bende size o maddeyi getirerek işinizi kolaylaştırmış oldum. Sonuçta Kayra Bey bayağı yüksek bir meblağ ödedi o maddeye öncelikli amacı maddeyi sizin almamanızı sağlamaktı ve öyle de yaptı. Sonrasında da bildiğiniz üzere sahip olduğu ilaç şirketinde maddeyi değerlendirmeye çalıştı kıymetli bir hammadde olarak. O madde hala onda dursaydı büyük ihtimalle şirketi uzun yıllar idare ederdi çünkü sizin de bildiğiniz üzere son derece etkili bir madde. Peki siz o maddeyle ne yapmayı düşünüyordunuz?"
"Maalesef bunu cevaplayamam ama o maddeye Kayra'dan bile fazla ihtiyacım olduğu doğru. Kayra başka bir maddeyle de ilaç üretebilir ama ben sadece o maddeyle ipleri elimde tutabilirim."
"Peki efendim, sorduğum soru için beni bağışlayın lütfen."
"Sorun değil, özür dilemene gerek yok Kadir tabii haddini aşmadığın sürece."
"Benden başka bir isteğiniz var mı efendim?"
"Yok Kadir gidebilirsin şimdilik."
"Peki efendim iyi günler."
"Kadir?"
"Efendim Asaf Bey?"
"Bu Kayra'nın piyasaya sürdüğü ilaç ne zaman satışa çıkacaktı?"
"31 Aralık'ta."
"Yani yarın?"
"Evet efendim."
"Tamam gidebilirsin."
Kadir çocukluğundan bu yana benim gözetimim altında büyüyen çocuklardan biriydi. Onu İstanbul'un kenar mahallelerinin birinden bulmuştum şans eseri. Oldukça sadık bir çocuktu. Onu o yaşadığı çöplükten çıkarınca bana sonsuz bir sadakatle bağlanmıştı. Bu zamana kadar çok işimi gördü Kadir. Sonrasında ise daha 17 yaşındayken Karamanların inine sokmuştum onu. İlk başta en büyük abileri Cihat Karaman'ın yanında çalışan korumalardan biriyken sonrasında aklını kullanarak Cihat için pek çok yararlı işler yapmıştı. Cihat ise Kadir'in yaptıklarını fark edince onu yakın korumalarından biri yapmıştı. Kadir o zamanlar hem benim ajanım hem de Cihat Karaman'ın yakın korumasıydı. Yıllar sonra Cihat Karaman ölünce Kayra, Kadir'i yanına aldı koruma olarak. Normalde Kadir'e verdiğim görev icabı Kaya ile yakınlaşması gerekiyordu ama Kayra'nın dikkatini çekmişti bir kere. Sonrasında Kayra ile de fazlasıyla iyi işler yapınca Kayra da abisi Cihat gibi onu yanından ayırmaz olmuştu. Başlarda pek bir işe yaramayan Kadir son günlerde elime öyle bir koz vermişti ki bu kozla şuan bütün Karamanların ipini çekebilirdim.
Kadir gidince tekrar işime döndüm. Malum daha yapılacak pek çok işim vardı. Elime telefonumu aldım. İhtiyacım olan numara önümdeydi. Planımın ikinci ve en önemli aşamasını devreye sokma zamanım gelmişti. Kayra Karaman'a kafayı takan işinde iyi bir polis memuru dikkatimi çekmişti. Bende onu biraz araştırmıştım bu sebeple. Ona bir iyilik yapıp istediğini vermenin tam sırasıydı şuan. Malum ilaç satışa sunulmadan önce bu denli büyük bir olay ile şirket batma aşamasına bile gelebilirdi. Telefonuma dokunarak numaranın üstüne bastım. Kayra Karaman'ın işini sadece Nihat Karat bitirebilirdi ve ben ona bu konuda yardım edecektim.
Telefon çaldı. Kendimi belli edemezdim o yüzden başka bir telefondan başka bir numarayla ses değiştirici kullanarak aradım. Numaram gizliydi ama yine de önlem almakta fayda vardı. Telefon tam kapanacağı sırada açıldı.
"Alo?"
"Nihat Karat elimde seni ilgilendiren bir iş var."
"Kimsin?"
"Kim olduğum önemli değil asıl sorman gereken kimin için seni aradığım. Kimsin diye sorusu tekrarladı.
"Yanlış soruyu soruyorsun polis. Benim kim olduğumu boş ver de sana kimi ele vereceğimi söyleyeyim."
"Tekrar soruyorum kimsin ve beni neden aradın?"
"Elimde Kayra Karaman'ı bitirmeni sağlayacak bir koz var desem?" Sustu.
"Nedir?"
"Yarın satışa çıkaracağı ilacın içeriğini gidip incele Nihat. İnceledikten sonra onun hakkında istediğini yapabilirsin. İster tutukla, ister hapse tıktır, istersen de idam ettir orası beni ilgilendirmez ama hallet işini."
"Kimsin ve bana bunları neden söylüyorsun?"
"Öylesine biriyim işte. Senden herhangi bir karşılık beklemiyorum. Sadece onu hallet, yapabilir misin?" Tekrar sustu.
"Eğer yalan söylüyorsan-"
"Ben yalan söylemem polis, git ve dediğimi yap aksi takdirde ona yakalaman için başka şansın olmayabilir." Telefonu kapatarak koltuğa koydum. 2. aşamanın ilk kısmı da tamam. Geriye kalan tek şey Kayra Karaman'ın tutuklanması.
"Asaf Bey üstten haber geldi efendim." Hızla ayağa kalktım.
"Ne haberi?"
"Efendim geliyorlar."
"Türkiye'ye mi?"
"Evet, size bildirmemizi istediler."
"Kim dedi bunu sana?"
"Levi, sözcüleri."
"Kaç kişiler?"
"Şuan 4 kişi geliyorlar 2'si kadın, 2'si erkek."
"Gelenler kim belli mi?"
"Sizin tanıdığınızı söylediler."
"Dimitri, Pavel, Anna ve Kira geliyor olmalı. Ne zaman geliyorlar?"
"Bu gece Türkiye'de olacakları söylendi."
"Bu kadar erken gelmelerini beklemiyordum ama bir yönden de gelmeleri iyi oldu."
"Efendim ne yapalım, karşılamaya sizde gelecek misiniz yoksa biz mi gidelim?"
"Bu insanlar önemli kişiler. Biz burada onlar sayesinde buradayız biliyorsun. Onlarla bizzat ben ilgileneceğim. Doğrusu bu kadar fazla kişinin gelmesini beklemiyordum. Muhtemelen bir süre buralarda olacaklar ve onlarla ilgilenmek durumundayız gidene kadar."
"Maddeyi almaya gelmemiş miydiler efendim?"
"Hayır, gelme nedenlerini sadece elimizdeki maddeye bağlayamayız. Onların dikkatini büyük ihtimalle bir zamanlar bizimle birlikte olan biri çekti ve o kişiyi çok iyi tanıyorsun Ruhsal."
"Azat için mi geldiler yani?"
"Tahminlerim o yönde. Muhtemelen onu tekrar kullanmak istiyorlar."
"Neden?"
"Azat ile çalıştılar çünkü daha önceden."
"İyi de bu sefer kim için onu istiyorlar ki?"
"Bunu biz bilemeyiz Ruhsal belki de sadece Azat'ın işini bitirmeye geldiler. Biliyorsun Azat sadece Türkiye de değil dünyada da tehlikeli bir kimliğe sahip. Belki de İnterpol'le iş birliği yaptılar ve onu geri getirmek için geliyorlardır kim bilir."
"Ama siz zaten onun işini bitirmeye uğraşmıyor musunuz efendim?"
"Öyle, onu ben yarattım Ruhsal ve inan bana karşımdaki kim olursa olsun eninde sonunda onun fişini çeken de yine ben olacağım."
"Azat kolay lokma birisi değil onu yakalayamazlar asla onlarla iş birliği yapacağını düşünmüyorum."
"Emin ol bu dünya üzerindeki yaşayanlar arasında en ikna edici özelliğe sahip insanlar olabilir o dördü.
"Azat'ı kullanmalarına öylece izin mi vereceksiniz efendim?"
"İşleri biraz karıştırmaktan zarar gelmez elbet. Ayrıca olur da onu İnterpol'e teslim etmek için buraya geliyorlarsa bile bu benim işime gelir. Sonuçta bizim de amacımız onu etkisiz hale getirmek. Yine de her ihtimale karşı Azat için belirli planlarım var tabii ki de."
"Peki kız?" Güldüm.
"O en kolayı. Ona bir şans verdim benimle olması için ama o karşı tarafı seçerek karşımda yer aldı. Onun için de planlarım var elbet. Ayrıca misafirlerimizin hemen gitmelerini istemeyiz değil mi, onlar bize lazım neticede. Biraz vakit geçirsinler Türkiye'de bakalım."
"Bu bir felaket olmaz mı?"
"Bizim için değil ama başkaları için yeni bir dönem başlayacak Ruhsal. İşler git gide ilginçleşiyor bakalım neler olacak?"
Evett, bu bölümde bitti ilk kitabin finaline kaldı son bir bölüm!!! Şaka maka ilk kitabı neredeyse bitirdim be. Bu bölümde fazla açıklama yapmıcam hepsini bir sonraki bölüme bırakıyorum şimdilik ama yine de birkaç şey söylemeden geçemeyeceğim.
1.'si Bu Rusya'dan gelen kişiler Asaf'ın Asaf olmasını sağlayan yegane kişiler. Asaf'ın bütün bağlantıları bu adamlar.
2.'si ise Bundan birkaç bölüm önce müzayede kısmında değinmiştim zaten Azat da bir zamanlar müzayedeye kiralık katil olarak katılmıştı ve bu Rus çetesiyle de o şekilde bir iş yapmış bulunmakta.
3.'sü Azat ile bu Rus çete üyeleri önceden tanışmış durumda değil Azat içlerinden sadece Kira'yı tanıyor. O da sözcü gibi bir şeydi zaten. Azat'a sadece yapacağı işleri söylemek için onunla görüşüyordu.
4.'sü kitaba yeni katılan "Ruhsal" karakteri ile ilgili ( isim bir anda öyle aklıma geldi daha önce bir yerde görmedim tamamen benim uydurmam yani.) Ruhsal, Asaf'ın en yakın adamlarından biri hatta direk en yakın adamı bile diyebiliriz. Bu kitapta ilk defa okudunuz kendisini 2. kitapta daha etken bir karakter olacak bizim için.
5.'si bu bölümün başında kullandığım karakter kartlarını bütün karakterler için yaptım. Onları da kitabın içindeki bölümlere dağıtacağım. Dağıttıktan sonra bu bölümün bu kısmına hangi bölümde karakter kartı var yazarım bakmak isteyenler bakabilir.
Onun dışında şimdilik söyleyecek bir şeyim yok. Bir sonraki bölümde son bombaları patlatıp ilk kitabi bitireceğim. O zaman bir dahaki bölüme dek hoşça kalın...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.99k Okunma |
376 Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |