46. Bölüm
Hande Simay / KANDELEN / DENİZ'DEN AZAT'A

DENİZ'DEN AZAT'A

Hande Simay
handsimy

Medyadaki Cansu Ara'nın modeli iyi okumalar :)

2.5 Ay Sonra:

Doğdun ev kaderindir derler. Nasıl bir evde doğup büyüdüysen hayatında o şekilde şekillenir derler gelecekte. Bundan tam 3.5 ay önce Azat bu kaderi kabullenmemek için terk etmişti evini. Küçük yaşına rağmen yaşadıkları olaylar onun sınır kotasını doldurmuştu o evde. Gerek halaları, gerek babası, gerek ise annesinin depresif halleri onu çıkamayacağı bir çıkmaza sürüklemişti. O da artık hepsine hayır diyebilmek için sokaklara atmıştı kendini. Kaçmıştı bir nevi.

Bundan pişman değildi. Tanımadığı bu şehrin sokaklara ailesinin yapamadığını yapıp sahip çıkmıştı ona. Aileyi, dostluğu, kardeşliği, paylaşmayı, çalışmayı, hayata dair bildiği ne varsa hepsini sokaklar sayesinde öğrenip yaşamıştı. Bir kardeşi olmuştu bu sokaklarda. Onu ilk gördüğü anda dudaklarından dökülüvermişti adı. "Melek kız" demişti kardeşine. Doğmamış kardeşinin yerini bu sokaklar doldurmuştu adeta.

Sonra Cansu ablası ve en iyi arkadaşı Yahya ile tanışmıştı Azat. Cansu ablası ona hem ev, hem kardeşi ile kendine anne olmuştu şu kısacık sürede. Melek'e birlikte bakıyorlardı onun dışında da sırayla çeşitli işlerde çalışıp para kazanıyorlardı ikisi de. Şu 2 haftadır Yahya da dahil olmuştu Azat'ın hayatına. 2 hafta önce Azat'ın yağmurlu bir günde babasından kurtardığı bu çocuk şimdilerde hem Cansu'ya hem de Azat'a büyük bir yardım kaynağı olmuştu. Artık 3 kişi oldukları için daha fazla işte çalışıp para kazanabiliyorlardı.

Azat arada sırada da olsa vakit buldukça İzer'in tanıştırdığı çocuklarla da görüşüp İzer'in durumunu öğreniyordu onlardan. Azat'ın bıçakladığı çocuk ölmemişti şansına. İzer o yüzden sadece 3 yıl bir ceza almıştı yaralamadan. Yaşından ötürü hafifletilmiş bir ceza olsa da Azat, İzer'in onun için yaptığı bu büyük fedakarlığı asla unutamazdı. Daha bu sokaklarda yeniyken İzer sahip çıkmıştı Azat'a. Ne bildiyse öğretmeye çalışmıştı Azat'a. En önemlisi İzer, Azat'ın içindeki o karanlığa çekilip yutulmamasını sağlamaya çalışmıştı kendince.

İzer bunu Azat'a dövüşmeyi öğretirken fark etmişti gözlemleyince. Bazen Azat kendini o kadar çok kaptırıyordu ki bu da onda kendini kapatmaya yol açıyordu. Bazen kimseyi duymuyor, görmüyor fark etmiyordu dövüşürken. Karşısındakini bile unutuyordu. Gözleri o kadar boş bakıyordu ki İzer bile Azat'ın içindeki bu boşluğu gördükçe ürperiyordu o an.

Odaklanma sorunu yaşıyordu kendi içinde. Beyini oyun oynuyordu Azat'a. Dövüştüğü kişiyi bir süre sonra içinde yüzleşemediği kişilere çeviriyordu beyni. Bir keresinde İzer sırf bu yüzden bayılmıştı Azat ile dövüşürken. Gözlerini açtığında Azat'ı normal halde görse de dövüşürken içine girdiği an onu içine çekerek kör ediyordu. İçinde yüzleşemediği gerçekler gün yüzüne çıkınca korkunç ve durdurulamaz birine dönüşüyordu Azat. Bu durumu korkutmamak için elbette ki Azat'a söylememişti İzer ama ceza evine girdiğinden beri aklı hala Azat'ta kalmıştı. İzer elinden geldiğince çabuk çıkması gerektiğinin farkındaydı Azat için. Eğer İzer vaktinden önce çıkamayıp geç kalırsa Azat'ı bundan sonra kimse toparlayamazdı bu Azat'ın karanlığının zaferi olurdu…

 

 

"Deniz! Deniz! Deniz! Deniz kalk bi ya!" Azat sabaha yine başında onu dürtükleyen Yahya'nın sesiyle başladı bu seferde.

"Ne var oğlum yine?"

"Şükür ki uyandın! Azat gözlerini kapattı Yahya'dan gelen yüksek ses ile. Sabah sabah bu kadar sesini yükseltmeyi nasıl becerebiliyorsun? Hayır bu kadar cazgır olmanda büyük bir efor gerektirir. Sahi hiç yorulmuyor musun Yahya?" Yahya kucağındaki bebeği Azat'ın kollarına tutuşturdu.

"Yoruluyorum tabii, yorulmaz mıyım hiç Denizciğim?"

"El kadar çocuk mu seni yoruyor Yahya? Pes artık, daha küçücük bir bebek o."

"4 aylık dev bir bebek o Deniz. Şu bebekteki hareket enerjisi ve sindirim sisteminin çabukluğu beni her seferinde o kadar hayrete düşürüyor ki anlatamam."

"Sadece 2 haftadır buradasın Yahya."

"Bende onu diyorum ya Deniz. Sadece 2 haftadır buradayım ve daha şimdiden bütün kazancımı onun boklayıp pisleteceği bezler dışında hiçbir şekilde harcayamadım ben. Sahi neden polise gidip kayıp ihbarı vermediniz ki 2.5 aydır? Görüyorsun 3 kişi bir oluk ama yine de ona bakamıyoruz işte."

"Sen öyle düşünebilirsin değil mi Melek kız? Melek kız benim kardeşim bir kere. Bende onun abisiyim gördüğün üzere. Hem bırakan bırakıp gitmiş zaten. Geri alacak insan ne diye o soğukta el kadar bebeği bırakıp gider ki? Onu bizim karşımıza Allah çıkardı. O bize Allah'ın misafiri. Ne diye başka birine ne teslim edeyim ki?"

"Bak söylüyorum cidden takıntılısın sen bu bebeğe, normal değil bu."

"Normal veya değil sana ne Yahya. O benim Melek kızım bir kere."

"Aman iyi tamam. Ne yaparsanız yapın. Neyse Melek kızın altını boklamış leş gibi kokuyor abisi. Bir zahmet değiştiriver diye uyandırdım seni."

"Değiştiririm tabii, ne var oğlum sen yapmıyor musun sanki her gün? Gören de 11 yıldır seni sıçmıyor sanacak."

"Aynı şey mi Allah aşkına Deniz?"

"Niye sen altın sıçıyorsun da bizim mi haberimiz yok? Öyleyse bok mok diye iğrenmem oğlum ben. Altın altındır satar yeriz parasını."

"Ha ha çok komiksin Deniz." Azat bezleri işaret etti kafasıyla. "Melek'in bezini bir de ıslak mendil paketini getirsene Yahya." Yahya Azat'ın işaret ettiği dolaba doğru yürüyerek bir adet bez ve ıslak mendil paketini Azat'ın önüne koydu.

"Hiç iğrenmiyor musun Melek'in bezini değiştirirken?" Hayır anlamında kafasını salladı Azat.

"Cansu abla işe mi gitti?"

"Evet sabah erkenden temizlik için bir eve gitti, ikindiye doğru gelirim dedi." "Melek ne zaman uyandı" diye sordu Azat? "1 saat falan oldu sanırım." Azat bezi bağlarken kafasını kaldırarak Yahya'ya baktı.

"Hadi ya 1 saat Melek'le ilgilendin mi cidden?"

"Evet."

"Ne oldu bugün özel bir gün falan da benim mi haberim yok?"

"Cansu abla gece uyumadığını söyledi o yüzden bekledim seni. Melek kokutmasaydı biraz daha beklerdim ama dediğim gibi sindirim sistemi çok iyi çalışıyor bu çocuğun." "Uyudum ya gece ben, nasıl uyumamışım" diye şaşırarak bir soru yöneltti Yahya'ya Azat. "Bilmem Cansu abla öyle dedi. Ayrıca bazı geceler gözün açık bir şekilde yattığın yerden kalkarak sadece duvarı izliyorsun farkında değil misin?"

"Duvarı mı izliyorum? Hayır hiç duvar izlediğimi hatırlamıyorum."

"Uyurgezer falan mısın yoksa Deniz?" Azat aklını yoklayarak daha önce böyle bir şey yaşayıp yaşamadığını hatırlamaya çalıştı kendi aklınca.

"Hayır önceden yoktu böyle bir şey. Uyurgezer olamam. Hem adı üstünde uyurgezer diyoruz ben gezmiyorum ki." "Haklısın" diyerek sustu Yahya. Melek'in bezini değiştiren Azat kirli bezi Yahya'ya verdi. "Hava nasıl?"

"Bulutlu, yağmur yağacak gibi."

"Bezi poşete bağlayıp kapının kenarına koyalım o zaman. Şimdi çıkarsak Melek hastalanabilir." Yahya kafasını sallayarak bezi Azat'ın elinden alarak beyaz bir poşete koyup bağladı. "Sütünü içti mi Melek?"

"Sabah gitmeden Cansu abla mama yapıp içirdi."

"2 saat geçmiş acıkmıştır. Tut Meleği de sütünü hazırlayayım ben. Uyku vakti de gelmiş zaten baksana elleri gözlerinde."

"Aman sen dur Azat. O kucağında tuttuğun bebek bana gelince cin kesiliyor mübarek. En iyisi mi sütünü ben hazırlayayım, sende onunla ilgilen. Aynı abisi gibi o da bir tek sende duruyor."

"Tabii bana benzeyecek Melek kızım" diyerek gülümsedi Azat. Bebek sanki onu anlıyormuşcasına keyifli sesler çıkararak Azat'a baktı. Bu ikisi gerçek kardeş olmayabilirdi ama aralarındaki bağ gerçeği aratmayacak türdendi…

 

 

Cansu işten çoktan gelmiş ve karavandaki ocakta birlikte yemek hazırlayarak yere sofrayı hazırlamışlar ve çoktan yemeklerinin sonuna gelmişlerdi. İşten geldiği gibi bu 3 çocukla ilgilenen kadın onlara zevkle bakıyordu. Bu 3 çocuk ona kocaman bir aile olmuştu.

Tam 1 senedir sokaklardaydı Cansu. Çoğu evsiz insan ilk başta ona farklı gözle baksalar da İzer ile tanıştıktan sonra hayatı düzene girmişti Cansu'nun. O zamanlar 16'sında bir geç olan İzer, Cansu'nun annesinin, babasının hatta kocasının göstermediği ilgiyi göstermişti kendisine.

İlk başta parklarda ya da banklarda geceyi geçiren Cansu, İzer'in yardımıyla bu eski karavanı bulup içine yerleşmişti. Fazla bir eşyası da yoktu zaten. Bir sırt çantasına sığıyordu bütün eşyaları. Karavana yerleşince onun için daha kolay olmuştu her şey.

Çeşitli evlere temizliğe giderek bazen de geceleri kağıt toplayarak geçinmeye çalışıyordu Cansu. Daha 20'sinde olan bu kadın ailesinin zoruyla gelen görücüye verilmişti. Çok beklemeden hemen düğünü de yapılınca koca evine gönderilmişti apar topar. Kocası işsizdi Cansu'nun. Arada canı isterse birkaç inşaata gider çalışır onun dışında ailesi verirdi parasını. Eve sarhoş gelirdi hep. Kocası eve gelince gitmesi için dua ederdi sessizce içinden. Evlendikten bir yıl kadar sonra ise kumara başlayınca kocası işler iyice katlanılamaz bir boyuta gelmişti Cansu için.

Zamanla Cansu'nun düğündeki biriktirdiği para ve altınlar, eski külüstür arabaları en sonunda ise bu oturduğu derme çatma ev gitmişti üstlerinden. Kocasıyla 17 yaşında evlenen Cansu 2 sene evli kalabilmişti. Onun için sınıra dayandığı nokta ise artık kaldıkları evi de adamlar basıp kırıp dökmedik eşyasını bırakmamaları olmuştu. Cansu en sonunda kaçmak zorunda hissetmişti kendini. Elinde kalan son parası ve birkaç parça kıyafeti sırt çantasına tıkıştırarak bir gece ansızın terk etmişti hayatını.

O günden bu yana da tam bir senedir sokaklarda yaşıyordu işte. Bundan tam 2.5 ay önce ise elinde bir bebekle kapısına dikilen Deniz'le tanışmıştı Cansu. Deniz kendisini İzer'in gönderdiğini söyleyince Cansu, Deniz'i hiç sorgulamadan kabul etmişti karavanına. Deniz'in kucağında getirdiği bebeği de sanki kendi evladı gibi sahiplenmişti kadın. Belki yaptığı evlilikten bir çocuğu olmamıştı ama anneliği tatmıştı Melek'le Cansu. Deniz ona çok bağlıydı. Cansu bunun nedenini sorunca çocuk sadece annesinin karnında kız kardeşinin doğmadan önce öldüğünü ve Melek'te onu gördüğünü söylemişti. Cansu'da üstelememişti. Sonuçta kimsenin hayatı kolay değildi. Elbette ki bu çocukta zor şeyler yaşamıştı kendince diye düşünmüştü…

 

 

"Yahya, giyinmedin mi hala? Bekleye bekleye gün bitti oğlum."

"Geldim Deniz, geldim. Ne diye erken hazırlanıp geçiyorsun ki bir köşeye? Azcık oyalan da bana da vakit kalsın birazcık."

"Giyeceğin alt tarafı bir ceket bir pantolon birde uzun kollu değil mi? Giyin çık işte."

"Saçımızı da mı taramayalım Deniz?"

"Erkek değil misin sen, kız gibi ne uğraşıp duruyorsun şu horoz ibibiği gibi saçına?"

"Kıvırcık oğlum bir kere benim saçım, seninki gibi düz değil yani öyle yataktan kalktığım gibi çıkayım."

"Hah, gidiyor musunuz ablam?"

"Gidiyoruz abla, Melek uyudu mu?"

"Uyudu uyudu çok şükür."

"İyi biz çıkalım da kapıyı kapat, üşümesin Melek." Cansu gülümsedi.

"Camdan bebek gibi davranma ona Deniz, çok güçlü bir kız o bir kere. Bak gör büyüyünce sana bile toz yutturur demedi deme."

"Bir büyüsünde o zaman bakarız çaresine." Cansu Azat'ın saçını karıştırdı.

"Şuna bak sen büyümüşte küçülmüş gibi gelmişsin bu dünyaya Deniz." "Sonunda bana katılan biri" diye sesini yükseltti Yahya. Cansu Yahya'nın omzuna elini koydu. "Yine de bu büyük çocuğa sahip çık sen Yahya. Her şeye potansiyeli var bunun."

"Aynı yaşta değil miyiz biz Yahya'yla Cansu abla? Ne diye beni onun gibi birine emanet ediyorsun ki? Bakarım ben kendi başımın çaresine." Cansu Yahya'ya göz kırptı. Yahya'da anladığını belirtircesine hafiften kafasını salladı.

"5 adım solumda yürüyorsun Yahya yoksa karışmam ona göre."

"Niye otistik misin arkadaşım?"

"Evet sana otistiğim Yahya var mı bir diyeceğin?" Cansu Azat'ın kafasına vurdu hafifçe.

"Düzgün konuş arkadaşınla Deniz."

"Ama abla?"

"Aması falan yok Deniz, sizi ikinizde birbirinize sahip çıkıyorsunuz anlaştık mı?" İkisi de anladıklarını belirtircesine kafa salladılar kadına. "Hah şöyle, azıcık söz dinleyin bakalım biraz." Azat kendisiyle beraber Yahya'yı da çekiştirdi.

"Hadi gidelim artık biz, yeterince geç kaldık zaten değil mi Yahya?"

"Tamam dikkat edin bakalım." İki çocuk da kafalarını salladılar.

"Görüşürüz abla…"

 

 

"Aman dikkat et aslanım sıcak bu poşetler."

"Sorun değil usta hallederim ben."

"Tamamdır Aslanım, adresin neresi olduğunu biliyorsun zaten." Azat biliyorum dercesine kafa salladı.

"Ben götürüp gelene kadar sen diğer siparişi hazırlayıver usta."

"Diğer siparişi de Yahya'ya verdim aslanım, o götürecek." "Gitti mi çoktan" diye sordu Azat şaşırarak. "Hızlı çıktı bugün, biraz önce gitti o."

"Bende gideyim o zaman usta izninle." Azat bisiklete binerek siparişi teslim edeceği eve doğru gitmeye başladı. İzer'in tanıştırdığı Yasin ustanın yanında çalışıyordu ikisi de sabahları. Yasin usta 1 ay önce eve servis hizmetini yapmaya başlayınca Azat ve Yahya garsonluktan, kuryeciliğe geçiş yapmışlardı. Garson olarak onların yerine 2 kişi daha girmişti bu kahvaltıcı dükkanına. İşler iyi gidiyordu şimdilik. Azat ve Yahya öğlene kadar Yasin ustanın yanında çalıştıktan sonra karavana, Cansu ablalarının yanına gidiyorlardı.

Karavanda da ya Yahya ya da Azat, Melek'in başında beklerken diğeri çeşitli işlerde çalışmaya gidiyordu. Cansu bazen çocuklardan birini yanında yardımcı olarak da götürdüğü oluyordu. Bugün Yahya kalacaktı Melek'in başında. Azat ise mahalleden tanıştığı bir çocukla sahildeki midyeci bir adamın yanına gidip çalışacaktı akşama kadar. Azat'ın mahalleden sınırlı sayıda arkadaşı vardı. İzer'in gidişi Azat'ı çok değiştirmişti. Önceden kimseyle laf atmayan çocuk şimdi mahallenin kavgacı çocuğuna dönüşmüştü. İstisnasız her gün muhakkak bir kavgaya karışırdı Azat. Kavga etmesi için bir sebebi olmasına gerek yoktu onun kanaatince. Zayıf olan ezilirdi her zaman. Yaşadığı hayat ona bunu öğretmişti çoktan…

 

 

Azat zili çalarak birkaç adım geri attı kapı açılıncaya kadar. Çok geçmeden 10 saniye sonra sipariş getirdiği evin kapısından bir kadın göründü. "Siparişi getirdim abla" dedi Azat poşeti öne doğru uzatarak. Kadın Azat'ın elinden poşeti alarak eliyle beklemesi için bir işaret yaptı.

"Bekle parayı getireyim evladım." Azat kafasını salladı olumlu bir şekilde. "Al bakalım 20 lira değil mi?"

"20 abla." Azat parayı alarak cebine koydu.

"Kolay gelsin evladım ustana da selam söyle."

"Aleykümselam abla söylerim, iyi günler."

"İyi günler evladım." Azat merdivenlerden inerek bisikletine doğru gitti. Hava soğuk olmasına rağmen güneşli tarafı onu kurtarıyordu bugün. Azat bisikletine binerek dükkana doğru sürmeye başladı. Bisikletin tepesinde olmayı seviyordu. Konaktayken yapabildiği sınırlı aktivitelerden biriydi bisiklet sürmek. Şimdilerde ise ekmek kapısı oluvermişti onun için. İstanbul sokaklarında bisiklet sürerken bir anda arkasında hissettiği baskı ile öne doğru savrulup düştü Azat. En son hatırladığı arabadan inen bir adamın ona tepeden bakarken gülümsemesiydi.

 

 

"Çarpmanın etkisiyle kafasını yere çarptığı için bir baygınlık geçirmiş, endişelenecek bir şey yok."

"Teşekkür ederim."

"Ne demek, bir şeye ihtiyacınız olursa haber vermeniz yeterli, geçmiş olsun." Azat duyduğu bir kadın sesiyle gözlerini yavaşça açtı. Etrafını incelerken yanı başındaki koltukta oturan adam dikkatini çekti.

"Uyandın mı genç adam?" Azat gözlerini kısarak adamın kim olduğunu anlamaya çalıştı.

"Kimsiniz siz ve ben neden hastanedeyim? Melek, Melek nerede?"

"Melek kim onu maalesef tanımıyorum genç adam. Arabamla birden sana çarptığım için bayıldın. Bende seni hastaneye getirdim." Azat kalkmaya çalıştı.

"Gitmem gerek benim."

"Melek'in yanına mı? Sen nereden biliyorsun" diyerek adamı sorguladı Azat.

"Az önce sen söyledin ya."

"Ben mi söyledim?" "Dinlen biraz, Melek kim bilmiyorum ama şuanda onu düşünmek yerine kendini düşünmen daha iyi olur" dedi adam. Azat adamı dinlemeyerek doğruldu.

"İyiyim ben, Meleğin yanına gitmem gerek. Yahya tek başına bakamaz ona."

"Doktor Bey bakar mısınız?" Adamın seslendiği doktor Azat ve adamın yanına geldi.

"Hastamız uyanmış galiba gördüğüm üzere."

"Nasıl hissediyorsun, ağrın sızın var mı?" Azat yalan söyleyerek doktora baktı sinirle.

"Yok benim bir şeyim. Eve gitmem lazım benim."

"Hadi ya, o kadar iyi hissediyor musun kendini gerçekten?"

"Evet, şimdi izin verirseniz gitmem gereken bir evim var benim." Azat'ın yanında oturan adam doktora baktı.

"Bu gece burada kalsa daha iyi olur sanki ama illa taburcu olmak isterseniz sizi burada zorla tutamam." Azat konuştu aceleyle.

"İyiyim, bir şeyim yok benim." Adam konuştu.

"İyi bakalım o zaman, taburcu edebilirseniz iyi olur." "Tabii, siz hazırlanın ben çıkışınızı yaparım" diyen doktor odadan çıktı. "Sende kimsin" diye sordu Azat. "Önce üstünü değiştirelim genç adam." Azat adamın elindeki torbaya baktı. Daha önce halasının ona aldığı marka poşetlerinden birisinin aynısıydı. Azat torbanın içindeki kıyafetlere baktı.

"Bunlar benim kıyafetlerim değil. Kıyafetlerim nerede?"

"Kıyafetlerin düşmenin etkisiyle hasar görünce yenisini aldım. Kabul edersen çok memnun olurum." "Eski kıyafetlerim nerede" diye sorusunu tekrarladı Azat. "Montun ve uzun kollun burada ama pantolonun yırtıldığı için giyilebilecek bir durumda değil. Sana verdiğim torbadaki kıyafetlerden birini giymen senin için daha iyi olur delikanlı." Azat pes ederek torbayı eline aldı.

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim ve senden özür dilerim genç adam. Niyetim sana çarpmak değildi ama bir anda oldu."

"Sorun değil bende hızlıydım zaten." Azat elindeki torbayla tuvalete girerek üstünü değiştirmeye başladı. Yanılmamıştı. Bu kıyafetler eskiden giydikleriyle aynıydı. Gözü duş başlığı ile kesişti bir anda. Ne zamandır banyo yapmıyordu. Mahalledeki hamama vakit ve para buldukça haftadan haftaya gidiyordu Yahya'yla. Hızlıca en azından kafamı yıkayabilirim diye düşündü Azat. Fakat o sırada eline değen başının arkasındaki bandaj bu fikirden vazgeçmesini sağladı. Sanırım bugün de yıkanmamam gerekecek diyerek kıyafetleri giyindi Azat. Kendine çeki düzen verdikten sonra banyodan çıkan çocuk adamın yanına gitti tekrardan. "Kıyafetler için teşekkür ederim ama bu kadar lüksüne gerek yoktu."

"Beğenmene sevindim genç adam." Elini önemsizce salladı. "Bunlar önemsiz bez parçaları, bunun için mahcup olmana gerek yok. Bir özür maiyetinde düşün lütfen." Azat başını salladı.

"Şu anda neredeyiz?"

"Hastanedeyiz."

"O anlamda değil hangi mevkideyiz?"

"Bu halde eve tek gitmeyi düşünmüyorsun değil mi genç adam?" "Onu düşünüyorum" diye cevap verdi Azat. "Bisikletinin arka kısmı kullanılabilecek bir durumda değil genç adam. Onun yerine seni ben bırakmayı teklif ediyorum."

"Gerek yok, yürürüm ben, sıkıntı değil."

"Fatih'e gitmeyecek misin?"

"Evet, oraya gideceğim."

"İyi ya işte evim oralarda giderken seni de bırakırım." Azat'ın gözü cama takıldı. Çoktan akşam olmuştu bile. Yanında sadece en son kurye olarak gittiği kadının 20 lirası vardı ama yine de onu harcamak istemiyordu. Geriye ise istemese de tek bir seçenek kalıyordu.

"Peki, sizinle geleceğim."

"O halde gidelim…"

 

 

Azat yolculuk boyunca arabada konuşmadan oturdu. Adam onu konuşturmaya çalışsa da sade ve tek kelimelik cevaplar vererek geçiştirmeyi tercih etti adamı. Herkese güvenmemeliydi Azat. Özellikle zenginlere karşı daha dikkatli olmalıydı kendince. Araba durunca eli kapı koluna uzandı Azat'ın.

"Tekrar senden özür dilerim genç adam. Bisikletini en kısa sürede sana teslim edeceğim." "Buna gerek yok" dedi Azat arabadan inerken. "Kendimi daha rahat hissederim." Adam Azat'a bir kart uzattı. "Bu benim numaram, ne zaman bir şeye ihtiyacın olursa çekinme, sadece araman yeterli. Sana her konuda yardımcı olacağıma emin olabilirsin genç adam." Azat sadece kafasını sallamakla yetindi ve arabadan indi. Arabadan iner inmez araba hareket ederek Azat'ı geride bıraktı. Azat üstündeki sokak lambasının aydınlattığı ışıkla elindeki karta bakarken adamın adını gördü. "Mehmet Altınok." Gözleri fal taşı gibi açıldı bir anda. O an İzer'in bu adam hakkında kendisini uyardığı sözler beyninde yankılanmaya başladı tek tek.

"Bir adam var. Yeni dadandı İstanbul'a. Önceden adını duyuyorduk ama İstanbul'da değildi kendisi."

"Onun da mı çetesi var?"

"Var var ama bizim gibi değil. Onun çetesi bizimki kadar masumane değil."

"Adı ne bu adamın?"

"Mehmet'ti galiba. Bizim gibi çocukları sokaklardan toplayıp satıyor o adam."

"Satıyor mu, nereye?"

"Nereye denk gelirse. Aman bücür benli bensiz dikkatli ol. Şuan bizim mıntıkada değil ama bu gelmeyeceği anlamına gelmez. Çok güçlü bir ikna kabiliyetinin olduğunu söylüyor herkes."

"Tehlikeli bir adam yani?"

"O adam tehlikenin ta kendisi bücür. Tehlike bizzat o adamdan türeme bir terim."

 

 

"Deniz! Neredesin sen! Aklım çıktı! Neden bu kadar geç kaldın?" Azat arkasında Cansu'nun sesini duyunca ürpererek elindeki kartı cebine attı. Şimdilik bu adamla tanıştığını saklamaya karar verdi. "İyi misin se- Kafana ne oldu! Deniz cevap versene bana!" "Hastanedeyim" diye cevap verdi Azat. "Hastane mi, ne hastanesi?" Yahya da karavandan çıkarak yanlarına geldi.

"Deniz, ne zaman geldin?"

"Hastanedeymiş Deniz, Yahya."

"Hastane mi ne oldu?" "Bisikletle kaza yaptım" dedi Azat. "Nerede" diye sordu Yahya.

"Siparişi verdikten sonra dükkana gidiyordum o ara adamın biri gelip arkadan çarptı. Bayılmışım sanırım gözümü hastanede açtım."

"Niye bize haber vermiyorsun ablam, sabahtan beri öldük meraktan." Cansu durdu birkaç saniye. "Öldün sandım, karakola hakkında kayıp ihbarı vermek için gidiyordum şimdi."

"Buradayım işte, bir şeyim yok benim."

"Kim bıraktı peki seni buraya?"

"Bana çarpan adam bıraktı, bisikletim hurdaya çıkmış öyle söyledi."

"Boş ver bisikleti, alırız yenisini değil mi Yahya?"

"Alırız tabii."

"Geçin içeriye hava iyice soğumuş zaten…"

 

 

Azat ile Yahya karavanın önündeki duvarda oturup denizi izliyorlardı. Cansu, Melek'i uyutmuş ve yanında uyuyakalmıştı. Yahya da bunu fırsat bilerek Azat'ı dışarı çıkartmıştı. İlk önce konuşmaya Azat başladı.

"Hayırdır, sen sadece önemli bir şey söyleyeceğinde beni çağırırsın bu duvara." Yahya burnundan güldü.

"Doğru, haklısın." "Eee, ne söyleyeceksin" diye sordu Azat. "Boş ver ne söyleyeceğimi daha var onun zamanı."

"Götüm donarken dışarıda bu şekilde oturmak bana pek de romantik gelmiyor Yahya maalesef."

"Otur işte oğlum, düşündüğün gibi seni buraya ilanı aşk etmek için çağırmadım. Ayrıca korkma ne kadar yakışıklı da olsan tipim değilsin Deniz." İkisi se sustu ve denizin dalgalarının çıkardığı sesi dinledi. "Sokaklara nasıl düştün Deniz" diye bir soru yöneltti Yahya, Azat'a. Azat derin bir nefes aldı.

"Ne diye merak ettin?"

"Hiç anlatmadın daha önce merak ettim öyle işte." Azat dudak büktü.

"Pek merak edilecek ilgi çekici bir geçmişim yok. Artık olanlar bana o kadar sıradan geliyor ki hatırlamayı değil unutmayı tercih ediyorum."

"Bu yüzden mi herkese her şeye karşı nefretin?" Azat Yahya'ya döndü.

"Senden, Cansu abladan ve Melek'ten nefret etmiyorum bu yeterli değil mi senin için?"

"Bende onu soruyorum ya zaten. Diğer herkes senin için neden bu kadar kötü? Neden bütün çıkan kavgalarda seni görüyor ve duyuyorum asıl bunu merak ediyorum ben."

"Mahalledekiler iyi dövüşemiyorlar da ondan."

"Kendini göstermeye mi kavga ediyorsun o zaman?"

"Bilmem, öyle mi anlaşılıyor?"

"Madem öyle her zaman böyleydin ne diye senin adın mahallede son 2.5 aydır bu şekilde duyuluyor, 2.5 ay önce neredeydin Deniz? 2.5 ay önce de mi böyleydin yoksa İzer abinin hapse girmesiyle mi başladı her şey?" "İzer'i nereden biliyorsun" diyerek bir soru yöneltti Yahya'ya Azat. "Cansu abla söyledi."

"İzer hakkında ne biliyorsun?"

"Pek bir şey değil, sadece Cansu abla ve senin onu tanıdığını biliyorum. Bide birkaç kere amcamın dükkanına geldi işte o kadar."

"Neden öyle sordun o zaman sanki bir şeyler biliyormuş gibi?"

"Mahalle küçük biliyorsun, birkaç çocuktan duydum parça parça şeyler işte."

"Ne dediler sana?"

"Boş ver onların ne dediğini doğrusunu sen anlat bana onların bölük pörçük, toplama bilgileriyle ilgilenmiyorum ben." Azat ne cevap vereceğini bilemedi. Yahya'yı seviyordu. İzer gittikten sonra ona en iyi gelen sayılı kişilerdendi hatta. Ama yine de geçmişini sadece İzer'e anlatmışken başka birine daha anlatabilir miydi bilmiyordu. Yahya cevap beklercesine sustu. En sonunda ise Azat da pes ederek geçmişini tek tek ortaya döktü Azat…

 

 

Azat konuşmasını bitirdiğinde Yahya o kadar şaşırmıştı ki konuşamadı bir süre. Daha doğrusu bu durumda ne denir bilemedi bile. Yine de bir şeyler demesi gerektiğinin farkındaydı Yahya.

"Yani şimdi sen Azat Deniz Erdemir'sin hani şu Erdemir'lerin 2 ay önce gömdüğü çocuğu olan Azat Deniz Erdemir?"

"Deniz, sadece Deniz'im."

"Vay anasını hayata bak televizyon kanallarına senaryo olarak versen arka sokakları geçer yemin ederim bu dizi. Cansu abla biliyor mu peki?"

"Hayır şu ana kadar bir sen birde İzer biliyor beni."

İzer abi de sağlam adammış cidden. Çıktıktan sonra beni mutlaka kendisiyle tanıştırmalısın Deniz. Bu arada sana artık nasıl seslenmeliyim?"

"Normal adımla seslenmen yeterli."

"Peki A-"

"Tam ismimi kullanmıyorum Yahya. İlk kez tanıştığımız gibi Deniz'im ben, sadece Deniz anladın mı?"

"Tamam Az- Pardon sadece Deniz."

"Sen bana bir şey söyleyecektin Yahya?"

"Haa, doğru ya seni onun için çağırdım buraya. Bugün sen yokken amcam geldi bizim buraya." "Karavana mı" diye sordu Azat. "Evet, karavana."

"Senin bizimle yaşadığını öğrendi yani?"

"Evet, öğrendi."

"Ne dedi peki?" Yahya konuşmayarak sustu. "Söylesene Yahya ne dedi?"

"Yarından itibaren sizinle birlikte kalmamı istemediğini ve onun evine gelmemi söyledi artık."

"Peki yengen, o istemiyordu hani seni?"

"Amcam bunu öğrenmiş."

"Neyi, yengenin seni istemediğini mi?" Yahya kafa salladı.

"Amcam babamın beni evden kovduğunu öğrenmiş. Şu 3 haftadır düzenli bir şekilde bakkala gidemiyordum ya oradan işkillenip babamın evine beni ziyarete gitmiş. Babam da sarhoş kafayla beni kovduğunu söylemiş. Amcam da bunu yengeme anlatınca yengem bana bakamayacağını söylemiş. Bunun üzerine amcam, yengemle büyük bir kavga etmiş."

"Eee, sonuç ne şimdi?"

"Amcam, yengemden boşanma kararı almış."

"Ne, senin için mi?"

"Hem evet hem de hayır ama kavgalarını başlatan sebep benim. Yengem sıkıntılı bir kadındı zaten. Kendi çocuğu olmayınca bize de üstten bakardı hep. Amcamın bize sevgi göstermesini istemezdi hiç. Hatta elinden gelse bütün yiğenlerinin hiçbirini amcamla görüştürmezdi. Defalarca kez kavga ettiler bunun için. Anlaşılan amcamın kotası dolmuş yengeme karşı o da kendince böyle bir karar almış."

"Peki baban ne olacak?"

"Babam, amcamı benim vasim olarak atamış amcamın isteği üzerine."

"Hadi be, olaylara bak sadece 3-4 saattir yoktum ortada." Yahya güldü. "Gidiyorsun şimdi ha sende" dedi buruk bir şekilde gülümseyerek Azat. "Sanırım öyle" diye karşılık verdi Yahya.

"Deniz s-"

"Olmaz Yahya bırakamam." "Ne diyeceğimi nereden anladın" diye sordu Yahya, Azat'a. "Benimle gel demeyecek miydin?"

"Evet ama nereden bildin?"

"Boş ver gelemem zaten. Azat başıyla karavanı işaret etti. Onları bırakamam. Artık İzer çıkana kadar onlar bana emanetler. Yahya üstelemeyerek anladığını belirtircesine kafa salladı Azat'a.

"Seni biliyorum ve bu yüzden ısrar etmiyorum dostum ama yine de her zaman senin için yanımda bir yer olduğunu bil." Azat elini Yahya'nın omzuna koyarak sıktı.

"Sağ ol Yahya, sağ ol…"

 

 

24 Aralık 2010: ( 1 ay sonra ):

"Abim, Meleğim, güzel kızım benim. Uyandın mı sen? Acıkmış da benim bebeğim uyanmış mı?"

"Al bakalım Deniz." Cansu elindeki Melek için hazırladığı biberonu Azat'ın eline verdi. "Deniz?"

"Efendim abla?"

"1 ay sonra Meleğin aşısı var biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum abla bir sorun mu var?"

"Sağlık ocağındaki danışman değişmiş diye duydum. Önceki danışman benim arkadaşım olduğundan kimlik falan istemeden geçiriyordu beni bir sıkıntı olmuyordu."

"Şimdiki geçirmez mi diyorsun yani?"

"Bilmiyorum ki birkaç gün önce duydum bende danışmanın değiştiğini işte. Meleğe bir kimlik çıkartmamız lazım."

"Onun yerine eski danışmanın nereye gittiğini öğrensek?"

"O da bir ihtimal ama nereden bileceğiz canım?"

"Senin kimliğin yok mu abla sen kendini gösterme bahanesiyle git sağlık ocağına orada da yeni danışmana eskisinin nereye gittiğini sor olmaz mı?"

"İyi dedin bak, olmazsa öyle yapayım ben." Cansu Azat'ın elindeki biberonu aldı. "Maşallah nasıl da iştahlı iştahlı içti benim kızım. Deniz, şu biberonu tezgaha koyuver ablam." Azat elindeki biberonu tezgaha koydu.

"Abla senin bugün bir işin yok değil mi?"

"Yok ablam, ne oldu bir yere mi gideceksin?"

"Şöyle bir Yahya'nın yanına uğrasam diyorum. Her zaman o bizim yanımıza geliyor, gittiğinden beri hiç gidemedik yanına."

"Doğru diyorsun ablam, git bak bakalım nasılmış Yahya." Cansu, Meleği kucağına alarak ayaklarını bağdaş yaparak oturdu.

"Ben bakarım Meleğime değil mi kızım?" Azat gülümsedi.

"Tamam ben çıkıyorum o zaman. Eksik bir şey var mı?"

"Yok ablam, dikkat et kendine yeter." Azat tam karavanın kapısını kapatmak üzereyken Cansu'nun sesini duydu.

"Deniz, ablam çok geç kalma tamam mı?"

"Tamam abla hadi görüşürüz…"

 

 

Azat karavandan ayrılarak Yahya'nın amcasının dükkanına doğru gitmeye başladı. 1 ay olmuştu Yahya, amcasına taşınalı. Okuluna da gidiyordu artık düzenli. Okuldan sonra ise amcasının yanında çalışıyordu akşama kadar. Hal böyle olunca ne Azat, Yahya'yı görebiliyor ne de Yahya, Azat'ı görebiliyordu. Bugün nihayet Yasin usta dükkanı birkaç günlüğüne memlekete gittiği için kapatınca boşa çıkmıştı Azat da. O süre zarfında Cansu, Azat'ın çalışmasına izin vermemiş ve dinlenmesini söylemişti.

Azat mahalledeki çeşmenin önüne gelince futbol oynayan çocukları gördü. Onlar pek sevmezdi Azat'ı. Azat'ın da hisleri karşılıklıydı onlara karşı. Tam yanlarından geçerken duyduğu sese aldırmadan yürümeye devam etti. Bugün kavga istemiyordu.

"Pişt, lan baksana buraya Deniz! Gördünüz mü lan bebeyi öğrenmiş artık bizimle aşık atmaması gerektiğini. Deniz!" Azat gözlerini kapatarak yürümeye devam etti ta ki biri omzunu tutup onu önüne çevirene dek. "Artık bizi duymamaya mı karar verdin lan ödlek?" Azat bıkkın bir bakış attı.

"Bak Vedat, bugün her anlamda izin günümdeyim oğlum çok kalınma almayayım seni ayağımın altına." Çocuk güldü.

"Duydunuz mu arkadaşlar, ayağının altına alırmış beni şu dal parçası bedeniyle. Kimsin sen oğlum beni ayağının altına alacakmışsın var mı sende o yürek?" Azat çocuğun elini omzundan çekti yavaşça.

"Yok sen akıllanmıyorsun Vedat bak valla ya. Dövmeyeyim, bir günde şu Vedat'ın canını acıtmayayım, ailesiyle muhatap olmayayım, arkadaşlarının önünde Vedat'ı rezil etmeyeyim dedikçe sen kendin kaşınıyorsun bilmem farkında mısın Vedat?" Çocuk gürültü bir şekilde kahkaha atınca diğer çocuklarda ona eşlik etti. Çocuk, Azat'ı serçe ittirince Azat bir adım geri gitti.

"Kaşınıyorum lan gel de kaşısana beni Deniz!" Bir kadının Azat'ı tutup kendine çevirmesiyle Azat daha neye uğradığını şaşırmadan yediği tokat yüzünden şok olmuştu bir anda.

"Kavgacı pislik yine mi bizim çocuklara bulaşıyorsun sen? Bir geberip gidemedin bizim mahalleden!" Azat ses çıkarmadan kadının bütün hakaretlerini dinledi. Kadın Azat'ı kolundan tuttuğu gibi sürüklemeye başladı. "Yürü gidiyoruz. Seni şikayet edeceğim artık ne yapıyorlarsa yapsınlar sana içeride, yürü!" Azat ilk defa kadına direnerek yürümeyi bıraktı. "Yürüsene pislik! Ne oldu korktun mu polisten?" Azat konuşmadan durdu ve kadına baktı boş gözlerle. "Neden durdun yürüsene!" Kadın Azat'ın kolunu asıldıkça asıldı fakat Azat yerinden bir milim dahi kımıldamadı. "Yürü dedim sana!"

"Gelmeyeceğim!" Öyle bir bağırdı ki yer yerinden inledi sanki. 3 aydır bu mahalleye kök söktüren çocuk ilk defa dövülürken tepki göstermişti çünkü. Döverken de dövülürken de son derece sessiz bir çocuktu Azat. Çocukların ailelerinin bilerek kendisini dövmesine izin verir hiçbir direnme göstermezdi. Şimdi ise sonunda o da sabrının sınırına gelmişti. Aslında hayır, haksızlığa karşı direniyordu o. Bugün kimseyi dövmemiş ya da dövüşmemişti. Bu yüzden karşı çıkmak onun en büyük hakkıydı. "Kimseyi dövmedim ben! Oğluna söyle bana sataşmayı bıraksın aksi takdirde bir dahaki karşılaşmamızda oğlunu ölü bulursun!" Azat kimseye aldırmadan oradan uzaklaştı. Bu sefer Azat'ı kimse durdurmadı dövmek ya da sataşmak için ta ki köşeyi dönünceye dek…

"Sen?"

"Evet, ben. Daha önce tanıştığımız için o kısımları atlamaya ne dersin genç adam?"

"Mehmet Altınok."

"Vay, soyadıma kadar benden bir habersin demek ha?" "Ne istiyorsun" diye sordu Azat sinirle. Henüz sakinleşmeye fırsatı olamamıştı çünkü.

"Bir şey istemiyorum." Sonlara doğru iyice mırıldandığı için bir şey duyamadı Azat. "En azından şimdilik."

"Ne diye geldin o zaman?" Adam kenara çekildi ve arkasındaki bisikleti Azat'a gösterdi.

"Bende bir emanetin vardı onu vermek için geldim sana." Azat kendi bisikletinin yanından bile geçemeyen son derece iyi bir bisikletle karşı karşıyaydı. "Şaşırmış gibisin ha?" Azat hızlıca toparlandı.

"İyi de bu benim bisikletim değil ki?"

"Biliyorum. Bisikletin çarpmamın etkisiyle bayağı pert olmuştu bende onu kullanamazsın diye yenisini almak istedim sana."

"Teşekkür ederim fakat zahmet etmişsin buraya kadar bu bisikleti istemiyorum."

"Neden, beğenmedin mi yoksa?" Azat adamın sorusunu cevaplamadan devam etti.

"Bu bisikleti kabul edemem."

"Israr ediyorum."

"İstemediğimi belirttim."

"Israr ediyorum Azat Deniz Erdemir. "Azat gözlerini kısarak adama doğru yaklaştı.

"Ne dedin az önce?"

"Duymadın mı, halbuki bayağı da yüksek sesle söylemiştim. Bağırmamı ister misin bu sefer daha yüksek bir sesle." Azat adama sinirle baktı.

"Ne istiyorsun?" Adam güldü.

"Şimdilik sadece bisikleti kabul etmeni. İsteklerim ayak üstünde söylenmeyecek kadar önemli benim için. Bugün izinli olduğunu duydum o yüzden bana ayıracak vaktin vardır diye umuyorum Azat Deniz?"

"Tek bir isim."

"Anlamadım?"

"Tek bir isim" diye tekrarladı Azat.

"Özel bir nedeni mi var Azat Deniz?" Azat gittikçe sinirleniyordu karşısındaki bu adama. Adam gerçekten de tehlikeli bir psikopattı. Azat ne kadar çabuk kurtulsa iyi ederdi bu adamdan.

"Evet, son derece özel bir nedeni var sana söylemeyeceğim türden." Adam elini çenesine koydu.

"Dur tahmin edeyim. İki ismini birden sadece ailen kullanıyordu değil mi Azat Deniz?" "Tek bir isim" diye bağırdı Azat.

"Ayrıca bu seni ilgilendirmez."

"Peki haklısın, bu beni ilgilendirmez." adam konuşmadan önce durdu. "Azat. Sana uygun olanı bu. Azat dememde bir sakınca yoktur umarım?" Azat seslice nefesini dışarıya bıraktı.

"İstediğin tek bir isim yeterli bana hitap etmem için. Yine de olur da yanımızda ikimizden başkası olursa Deniz'i kullanıyorum ona göre."

"Tamam aklımda tutarım Azat. Şimdi neden benimle gelmiyorsun? Ne de olsa seninle konuşacak çok fazla konumuz var ha?"

 

 

Yan taraftan gelen martılar ve denizin dalga sesi ortamdaki tehlikeli sessizliği bastırıyordu adeta. Azat adamın arabasına binerek gideceğe yere gitmeyi kabul edince adam onu çokta uzakta olmayan deniz kenarında bir kafeye getirmişti.

"Aç mısın, bir şeyler yer misin?" Azat hayır dercesine kafasını salladı.

"Gerek yok, bir an önce gitmem lazım zaten."

"O zaman bir şeyler iç. Bak buranın portakal suyu en iyisidir. Antalya'nınkiyle ayırt edemezsin."

"İçmeyeceğim."

"Peki sen bilirsin." Adam elini kaldırdı.

"Pardon buraya bakar mısınız acaba?" Erkek bir garson yanlarına gelerek gülümsedi.

"Buyurun sipariş mi verecektiniz efendim?"

"Bize 2 portakal suyu lütfen."

"Tabii hemen getiriyorum." Garson gittikten sonra Azat sordu.

"Madem beni dinlemeyecektin ne diye bir şey ister misin diye sordun o zaman bana?"

"Benim istediğim belliydi yine de değiştirme şansın vardı fakat sen bana güvenmeyi tercih ettin."

"Sana güvenmedim, bir şey istemediğimi söyledim."

"Bu da bana güvendiğin anlamına gelir Azat." Azat uzun süre sonra birinin ağzından diğer adını duyunca garipsemişti adını ama yine de belli etmemeye karar verdi. Adama bir soru yöneltti Azat konuşmayacağını anlayınca.

"Benden ne istiyorsun ve beni nereden tanıyorsun?"

"Çok mu acelen var? Tek tek sormak yerine hepsini bir anda önüme yığarsan sadece istediklerime cevap veririm ona göre Azat." Azat sorusunu yineledi.

"Beni nereden tanıyorsun?"

"Sonunda anlaşmaya başladık ha? O halde cevap vereyim. Türkiye küçük bir ülke Azat ayrıca Antalya sadece küçük ülkemizin daha da küçük olan bir şehri sadece. Küçük yerlerde herkes herkesi tanır özellikle zenginler zenginleri daha iyi tanır."

"Antalyalı mısın yani?"

"Hayır, İstanbulluyum ama bir dönem Antalya'da kalmışlığım var."

"Babamı mı tanıyordun yani?"

"Sadece babanı değil Azat, ben her birinizi tanıyorum buna ölen annen ve ilgisiz halaların da dahil. Hatta evinizde kaç hizmetli var onu bile biliyorum senin için söylememi ister misin?" "0" dedi Azat.

"Artık yok."

"Doğru cevap." Azat adamın sustuğunu görünce diğer sorusuna geçti.

"Benden ne istiyorsun?"

"Gelelim asıl soru ve cevaba. Lafı dolandırmayı sevmiyorsun bu oldukça güzel. Şimdiden seninle iyi anlaşacağız gibi görünüyor Azat. Kısaca söylemek gerekirse senden seni istiyorum Azat." Azat anlamayarak yüzünü buruşturdu.

"Nasıl?"

"Bildiğin. Senden benim olmanı istiyorum yani daha da açıklamam gerekirse senden benim için çalışmanı istiyorum Azat."

"Ne için?"

"Şimdilik buna tam karar vermedim o yüzden buna cevap vermek yalan söylememe neden olur ama merak etme her iki tarafın da kazanacağı bir anlaşma yapmak istiyorum ben." Garsonun bıraktığı portakal suları masadaki gergin ortamı biraz olsun durağanlaştırdı. Adam gülümseyerek konuştu. "İçsene, içtiğin an bana hak vereceksin emin ol." Azat bıkkın bir şekilde portakal suyunu içmeye başladı. Adama hak vermek istemese de gerçekten hayatında içtiği en iyi portakal sularından olabilirdi bu. "Güzel değil mi?" Azat kafa salladı. "Ben kazanacağımı nereden anlayacağım peki" diye sordu Azat. "Benim istediklerimi yaptığın sürece bende sen benden ne istersen yapmaya hazırım Azat." "Her ne istersem mi" diye tekrarladı sorusunu? "Biraz klişe bir cevap olacak ama evet, her ne istersen yapmaya kabulüm."

"Kabul etmezsem ne olur peki?"

"İnan bana kabul edeceğine o kadar eminim ki bunu hiç düşünmedim Azat."

"O halde hızlıca düşünsen iyi olur."

"Ovv, sinirlendin galiba."

"Kabul ediyorum sinirlenince apayrı birine dönüşüyorsun Azat ve bunu sevdiğimi itiraf etmeliyim. Az önceki o bağırışın bile içinde ne denli bir öfkenin biriktiğinin kanıtı inan bana. Bu öfkenin boşa gitmesi yazık olur bence. Sence de öyle değil mi Azat?"

"Ne yapayım adam mı döveyim 7/24?" Adam güldü.

"Bu da bir seçenek tabii ama ben dengeden yanayım. İntikam içindeki öfkeyi dengeli kullanmanın en büyük yoludur Azat bunu hiçbir zaman unutma." "İntikam alacağım biri yok" dedi Azat. Adam öne doğru eğilerek ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Her zaman intikam alınacak birileri vardır Azat. Sadece bunu istemene bağlı."

"Ne demek istiyorsun?"

"Sana 2 teklifle birden geliyorum. Sana bir intikam şansı veriyorum çocuk bizzat halaların tarafından alacağın. 2.'si ise sana bir hayat garantisi veriyorum kardeşinle birlikte. İkinize de çok iyi hayat şartları sunabilirim ve ikinizde ömrünüz boyunca rahat bir şekilde yaşayabilirsiniz inan bana."

"Neden halalarımdan intikam almamı bu kadar çok istiyorsun ki?"

"Halalarını sakın hafife alma Azat, özellikle de Hülya halanı. O iki kadın da inan bana sana göründüklerinden daha tehlikeli olabilirler." Azat cevap vermedi. Buradan bir an önce gitmek istiyordu. Adamın teklifi elbette ki ilgisini çekmişti ama sokaklar Azat'a, İzer'den bir emanetti. Ayrıca İzer, bu adam hakkında Azat'ı defalarca kez uyarmıştı. Öteki yandan Cansu ablası ve Yahya vardı onları bırakıp gidemezdi. Biten portakal suyu ile masadan kalktı Azat.

Tam teklifi kabul etmeyeceğini söyleyecekken adam tarafından susturuldu. "Hemen cevap vermeni istemiyorum senden. Kartım hala sende duruyor mu?" "Evet, kartın bende" dedi Azat. "Güzel sana 1 hafta mühlet. Bir hafta içinde ya da sonunda bana bir cevap vermen için beni aramanı istiyorum. Bana cevabını o zaman bildirirsin olur mu?"

Azat, adamın teklifini kabul etti. Yol boyunca bu sefer ikisi de konuşmadılar. Hava kararmaya başlayınca Azat, adamdan kendisini evine bırakmasını istedi. Adam, Azat'ın dediği gibi Azat'ı karavanın önüne bırakıp gitti fakat Azat karavanın önüne gelince durduğu ağlama sesleriyle direk karavana koştu.

Melek çığlık çığlığa ağlıyordu. Defalarca kapıyı çaldı Azat. En sonunda kapı açılmayınca camı kırarak içeriye girince Meleği tek başına yerde ağlarken buldu. Cansu evde değildi. Kapıyı kilitleyip Meleği de bırakıp gitmişti. Azat direk Meleği kucağına alıp sakinleştirmeye çalıştı. "Şştt, geçti kızım, geçti, buradayım ben. Korktun mu sen seni terk edip gideceğimizden? Korkma Meleğim asla seni terk edip gitmem. Bir daha seni kaybedemem." Azat Meleği de alarak dışarı çıkıp etrafa baktı. Beklemeye başladı. 1 saat,2 saat, 3 saat. Cansu bu kadar geç kalmazdı. Her zaman en geç 8'de evde olurdu. Saat çoktan 10'a geliyordu. Beklemeye devam etti Azat…

 

 

Bir sonraki gün:

Azat karavandan bir yere ayrılmayarak bütün gün Cansu'yu bekledi ama Cansu o günde gelmedi.

 

Bir sonraki gün:

Azat, Yahya'nın yanına giderek durumu anlattı ve Yahya'nın amcasıyla birlikte Cansu için karakola gittiler. Hem Yahya hem de amcası Azat'ın, Cansu bulunana kadar karavanda kalmamasını söylemiş olsa da Azat belki bir umut gelir diye asla karavanı terk etmedi. Cansu onu terk etmezdi Azat bunu biliyordu…

 

5 gün sonra:

Günlerden 29 Aralık günü, saat akşama doğru 7'ye gelirken sonunda Cansu'nun acı haberi Azat'a ulaşmıştı. Sadece Azat'a da değil; bütün Türkiye Cansu Ara'dan bahsediyordu.

Cansu Ara. 20 yaşında daha hayatının baharında olan bu genç kız kocası tarafından tam olarak gövdesine 27 darbe alarak bıçaklanarak öldürülerek deniz kenarına bırakılmıştı. Polislere gelen bir ihbar üzerine Cansu'ya ait bulunan kadın cesedi tüm Türkiye'de büyük bir acıya sebep olmuştu.

Katili ise Cansu bulunduktan tam 3 gün sonra karakola teslim olarak suçunu ihbar etmişti. Kendisiyle birlikte cinayet silahını da karakola getiren bu katil Cansu'nun kocası olduğunu söylemişti. Nedeni sorulduğunda ise Cansu'nun ondan kaçıp evi terk etmesi üzerine çok sinirlendiğini ve kendini kontrol edememesi üzerine onu bulduğunda öfkesine yenik düşerek defalarca kez bıçakladığını itiraf etmişti.

2 gün sonra mahkemeye çıkarılan Cansu'nun kocası Furkan ağırlaştırılmış müebbet cezası ile ceza evine gönderilerek suçu kesilmişti. Azat ise bu haberi ancak bir sonraki gün gazetlerin ilk sayfasında Cansu'nun gülümseyen resmini görünce öğrenmişti. İlk başta kabul etmek istememişti ama gerçekten kaçsa da Cansu'da, Azat'ın etrafındaki herkes gibi teker teker ölenlerden birisiydi sadece.

Artık iyice kabullenmişti. O lanetliydi, istenmeyendi. Kimle tanışıp hayatına alırsa o kişi ellerinin arasından kayıp gidiyordu sırayla. Bu olaydan tam 1.5 hafta sonra ise Azat kararını vermişti artık. Etrafındaki kalan herkesi korumalıydı. Kimse onun yüzünden ölmemeliydi. Azat buna artık bir dur demek zorundaydı. Bunun için bir telefon kulübesi bularak elindeki kartın numarasını tuşladı Azat. Telefon 2. çalışta açıldı.

"Dinliyorum Azat."

"Teklifin hala geçerli mi?"

"Sana her zaman kapımın açık olduğunu söylemiştim Azat."

"O zaman teklifini kabul ediyorum…"

 

 

Evett, hepinize merhabalar. Sanırım ayarlayamadığım için korktuğum gibi bölüm 2 parttan oluşacak gibi gözüküyor. 1 bölüm daha Azat'ın geçmişini yazmam gerekiyor.

Bu bölümde de Azat için önemli olan diğer 2 karakterle daha tanıştık. Aslında Yahya ile ilgili bir bölüm vardı ilk kitapta o bölümde hem Yahya'nın geçmişini hem de şimdiki halini zaten yazmıştım. Cansu'dan ise sadece bahsetmiştim.

Neden kitaptaki herkes ölüyor demeyin çünkü zaten Cansu'nun öleceği ilk kitapta belliydi :)

Bu bölümde ayrıca Azat ile Asaf'ın nasıl tanıştığını da öğrenmiş olduk.

Şimdi ise diğer bölümde son olarak Azat'ın, Asaf'ın yanında geçirdiği yılları, Azat'ın halalarından aldığı intikamı ve deniz katilinin doğuşunu da öğrenmiş olacaksınız. ( Yazabilirsem Azat'ın üni yıllarından da bir kesit yazmak istiyorum. Katil olmayan normal bir Azat Deniz Erdemir'i okumak için güzel bir seçenek olur fakat bölüm çok uzun olmazsa. Buna söz veremiyorum maalesef. )

Şimdilik bu kadar bir sonraki bölüme dek hoşça kalın...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 24.03.2025 22:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...