* * *
Bir koşu banyoya geçip önce yüzümü, gözümü temizledim ve dişlerimi fırçaladım. Berbat ötesi görünüyordum; gece hiç bir bakım yapmadan uyumuştum ve yüzüm, gözüm, saçlarım bir birine girmişti. Gecenin körüne kadar beni hapsettiği yetmezmiş gibi, bir de sabahın köründe kalkıp buraya gelmişti yüzsüz.
Dişlerimi de fırçaladıktan sonra saçlarımı taradım ve hemen odama geri döndüm. Elbisemi çıkarıp gardırobumdan mini bir kot etek ve ince askılı, straplez tipli siyah dar bluzumu alıp üzerime giydim. Dolabın alt kısmındaki kutuda gördüğüm o şekilli çoraplar da "Beni giy, Hande, beni giy" diyordu adeta. Hemen onu aldım ve aynaya bakarak pis pis sırıttım. Bakalım, Tufan Bey kıskanacak mı? Belki de onu başka şekilde kendimden soğutup uzaklaştırabilirdim. Belli ki laftan anlamıyordu. Şimdi aklımda çok güzel şeyler vardı.
Gül desenli file çorabımı da giydikten sonra aynanın karşısına geçip kendime maskülen bir makyaj yaptım. Sert yüz hatlarına sahip değildim; yuvarlak bir yüzüm vardı. Ancak makyajla kendime çok daha sert bir ifade verebilir, nişanlım Tufan'a hain bakışlar atabilirdim. Gözlerime siyah göz kalemi ve ince uzun bir eyeliner çektikten sonra kırmızı rujumu sürdüm. Boynuma ucunda gitar olan kolyemi takıp hazırlanmayı bitirdim. En son, odadan çıkmadan önce siyah botlarımı da giyip telefonumu alarak çıktım.
"Görelim bakalım, Tufan Bey," diye söylenerek merdivenlerden iniyordum. Bakalım el mi yaman, Hande mi?
Merdivenlerden inip salona girdiğimde asi bir tavır içerisindeydim ama aynı zamanda hiç bir şey olmamış gibi davranacaktım. Masaya oturdum oturmasına ama uzun ve derin bir sessizlik oluştu. Ardından başımı tabağımdan kaldırıp etrafa baktım; Tufan karşımda oturuyordu. Annem, masanın başında oturan babamın yanında oturuyordu ve Berke de sol tarafımda, annemin karşısında oturuyordu. Hepsinin yüzlerine öylece baktım. Sabah saatlerinde pek süslenmeyen, bunun için kendinde takati bulamayan biriydim. Daha çok öğleden sonra ya da akşam gideceğim yerler varsa süslenirdim. Bu yüzden ev ahalisi pek bir şaşırmıştı ama Tufan, hiç bir tepki vermeden hafifçe tebessüm etti ve "Günaydın Hande," dedi.
"Günaydın," deyip gözlerimi devirdim. Babam ve annem tarafına hiç bakmak istemiyordum çünkü bana neden öldürücü bakışlar attıklarının az çok farkındaydım. En iyisi hiç bakmamaktı. Her şey yolundaymış gibi kahvaltımı yapmaya başladım. Ancak sessizlik, babamın konuşmaya başlamasıyla birlikte bozuldu. Keşke hiç bozulmasaydı.
"Hande, bu halin ne kızım?" diye sorunca ona doğru dönüp, "Ne varmış halimde baba? Gayet normalim. Bugün rock 'n' roll konsepti yaptım, kötü mü olmuş?" diye sordum.
"Yok kızım," dedi sert bir ifadeyle. "Güzel olmuş da, sanki biraz fazla mı güzel olmuşsun sabah sabah?" dedi.
Düşündüğümün aksine sadece şaşkın görünüyorlardı. Evet, beni bu saatlerde bu halde görmeye alışkın değillerdi. Üstelik umuyordum ki bunu Tufan’ı kendimden soğutup uzaklaştırmak için yaptığımı anlamazlardı. O zaman bokoto yemişişko, eyvahko!
Tufan'a baktım. Bu halimi hiç garipsememiş gibi gayet pozitifti, ama bu taraftan bakıldığında yine aynı suratsızlıkla, meymenetsizlik ile kahvaltısını yapıyordu beyefendi.
Sanırım biraz daha bir şeyler yapmam, onu çıldırtmam gerekiyordu. Galiba bu iş makyajla ve kıyafetle olmayacaktı. Acaba tavır olarak da biraz daha mı fazla abartsaydım? Ancak bunu annemlerin yanında yapamazdım; onların anlamayacağı şekilde yapmam gerekiyordu.
Kafamda bir ampul yandı ve harekete koyuldum. Sağ bacağımı masanın altından karşımdaki Tufan'a doğru uzattım ve içimden "Yediğin içtiğin boğazında kalsın," derken, gülümseyerek ayakkabımın burnuyla bacağını okşamaya başladım. Bunu hisseder hissetmez yediği lokma boğazına tıkandı ve öksürmeye başladı. Bu haline güldüm. Annem hemen su uzattı ve "Helal" diyerek sırtına vurdu, "İyi misin evladım?" diye sorunca Tufan suyu alıp içti ve boğazını temizledikten sonra, "İyiyim, Gül Hanım, teşekkür ederim," dedi.
Hahaha, yediğin içtiğin boğazında kalsın derken keşke başka bir dilekte bulunsaydım, Tufan Bey. Mesela bir kubura filan düşmeni, aaah keşke!
"Helal, helal," dedim masum bir ifadeyle. Şimdi o da bana kötü kötü bakıyordu. "Gerçi bizim evimizde haram lokma yok ama, biri haram mı sokuyor evimize acaba? Anlamadım gitti..." diye dudaklarımı kıvırarak, omuzlarımı kaldırdım.
Bu defa babam öksürdü ama bu bir uyarı öksürüğüydü.
"Sana da helal olsun baba," dedim imayla.
"Sağ ol kızım," dedi ama "sus kızım" der gibi dedi bunu.
Annem araya girip, "Aa, Tufan oğlum, senin çayın bitmiş," diyerek bana döndü, "Hadi kızım, nişanlının fincanını dolduruver."
"Anne, ben ve çay doldurmak, ne alaka?" deyip arkama dönerek, "Nurcan Teyze, Ayşen, neredesiniz? Tufan Bey'in fincanı boş kaldı ama ya!" diyerek tekrar önüme döndüm.
Evet, yine ölüm sessizliği vardı sofrada. Babamın gözü seğiriyordu, annemin de çenesi. Tufan'ın da kim bilir neresi seğiriyordur şimdi... Neyse.
Annem hemen yalancı bir gülümsemeyle toparlamaya çalıştı. "Aa, Hande kızım, niye öyle söylüyorsun?" diyerek Tufan'a döndü. "Hande çok güzel çay demler, hatta çok güzel Rus salatası ve köfte de yapar. E tabii tüm gün ders çalışıyor, pek fazla yemekle içli dışlı olmadı ama elinin lezzeti de vardır yani; tembel değildir benim kızım."
"Ah anne ah... Beni övmenin, beni yüceltmenin sırası mı şu an?" diye geçirdim içimden.
"Anneciğim, neden yalan söylüyorsun? Müstakbel kocama yalan söylemeye gerek yok bence. Hem onun da hakkı nasıl bir kadınla evleneceğini bilmek. Öyle değil mi? Doğrusu elimden hiç bir şey gelmez; ne temizlik yaparım ne yemek... Kendi çayımı koymaktan bile acizim. Ancak ders çalışıyorum işte, bir de fıldır fıldır gezerim, çok severim gezmeyi."
Babam tekrar öksürerek lafımı böldü. Yoksa kendimi çok daha betimleyip, manyak bir kız olarak anlatmaya devam edecektim. Fakat babam, bakışlarıyla lafımı ağzıma tıktı. Anladım ki burada daha fazla kendimi rezil etmeye devam edemeyeceğim. Bu yüzden, "Ben derse gecikiyorum, size afiyet olsun. İlk ders sınavım var," diyerek masadan kalktığım sırada,
Annem yine atladı ve "Dur kızım, Tufan oğlum götürsün seni. Beraber gidin," dedi.
Tufan da sanki annemi kırmamak için "Evet efendim, ben götürürüm," dedi.
Annem beni boş verip ona doğru döndü ve "Ama şu 'efendim'dir, 'teyze'dir, bu lafları kaldıralım aradan. Ben seni artık annen sayılırım oğlum, bana 'anne' de," dedi.
Tufan hemen "Peki anne," deyince, kusmamak için kendimi zor tuttum. Acaba annesi Mücella Hanım da beni böyle şeyler için zorlar mıydı? Ya da babası Suat Amca? Kesinlikle yapmam. Ne onlara 'anne' ya da 'baba' derim, ne de bu pisliğe 'kocam'.
Tufan bana sert bakışlar atarak "Hadi, Hande, beraber çıkalım," dedi. Onlara "Afiyet olsun," dedikten sonra, masadan beraberce kalkıp mecburen evden onunla birlikte çıktım. Tufan, kapının önünde uzun paltomu görüp onu hemen alarak bana getirince, "Ben kısa montumu giyecektim," dedim. Ancak Tufan, "Bence bunu giy, sağlığın açısından çok daha iyi olur." dedi ve bakışlarıyla başka şansım olmadığını gösterdi.
Ne de olsa çıkarırım veya önünü açarım diye düşünerek, onun benim için tuttuğu paltoya kollarımı soktum. O, paltoyu omuzlarıma bıraktıktan sonra arkadan sarılarak belimin kemerini bağlayınca, bir an gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Onun bu yakınlığı karşısında vücudum kaskatı kesildi; dudaklarını yanağımda, nefesini yüzümde hissettim ancak öpmedi. "Böyle daha iyi oldu, uşütmeni istemem, sen bana lazımsın..." diyerek paltomu bağladıktan sonra uzaklaştı. Bir an sanki kalp krizi geçirecektim.
O uzaklaştıktan sonra kalp atışlarım yeniden normale döndü ve yeniden nefes almaya başladım. Hızlı adımlarla kapıdan çıkıp dışarıda durup bekledim. Ona diyeceklerim vardı; içeride bizimkilere itiraz edememiştim ama ona gayet de itiraz edebilirdim. Onunla bir yere gitmek, bir şey yapmak zorunda değildim.
Kapıyı kapattıktan sonra dönüp bana baktığında "Hadi gidelim," dedi. Ancak "Dur bir dakika," diyerek onu durdurdum ve sert bakışlarımı gözlerine diktim. Kıstığı mavi gözleriyle bana bakıyor, bir şeyler söylemememi bekliyordu. Uzun bir sessizliğin ardından, "Seninle gelmiyorum," dedim. "Ben okula tek başıma gideceğim ve sen de beni rahat bırakacaksın. İçeride annem ve babama üzülmesinler diye öyle konuştum, yoksa seninle bir dakika bile vakit geçirmek istemiyorum. Kaldı ki beni velim gibi okula bırakmak zorunda değilsin. Ben de seninle gitmek zorunda değilim."
Bir anda elini belime sardı ve beni kendine doğru çekince bedenlerimiz bir birine tosladı. Yine nefesim kesildi, kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Bu yakınlık beni derbeder ediyordu. Sert esen rüzgâr saçlarımı onun yüzüne doğru savurdu ve o kesikin bakışları gözlerindeyken tüm soğukluğu ve sertliğiyle, "Beni deli etme, Hande!" dedi fısıldayarak. Ama bir fısıltı ancak bu kadar büyük bir fırtınayı andırabilirdi. "Şimdi benimle mi geliyorsun yoksa içeriye girip ailene gerçekten ne söylemek istediğini mi açıklayayım?"
Aklıma dün gece bunu söylediğimde yaşananlar geldi ve gözlerim doldu. "Sen ne kadar iğrençsin bir adamsın," dedim tükürür gibi. "Bir de beni tehdit mi ediyorsun? Senin yüzünden dün gece babam bana tokat attı," dedim ve o an bakışlarını yüzümde gezinirken buldum. Yüzünde az da olsa bir şaşkınlık ifadesi belirdi; dudağımın kenarındaki iz artık onun için daha açıklayıcıydı.
"Bu izi baban mı yaptı?" diye sordu.
Onu kendimden itmeyi çalışarak, "Senin yüzünden," dedim ve o nihayet beni bırakınca paltomun önünü düzelttim, saçlarımı toparlayıp geriye doğru attım. "Nasıl istersen. Beraber gidebiliriz, ama bil ki bizim bu birlikteliğimiz uzun sürmeyecek."
Bir şey söylemedi, hiç bir tepki vermedi. Sanki yine robota bağlamıştı ve öylece buz gibi dolanıyordu. Beraber arabaya bindik. Arabayı çalıştırırken bile bizim eve bakarak dalıp gitmişti. Acaba ne düşünüyordu, çok merak ediyordum.
Onun ve ailesinin yaptığı bu hatanın bedelini benim ödemem hiç adil değildi...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |