13. Bölüm

9 bölüm

Gökçe deniz korkmaz
gokcedeniz

 

Gökçe'nin Anlatımı

Sabah uyandığımda Poyraz yanımda uyuyordu. Yavaşça yataktan kalktım, odadan çıkıp kendi odama gittim. Banyoya girip günlük rutinimi yaptıktan sonra, giyinme odasına geçip okul üniformamı giydim. Zaten birkaç gündür gitmiyordum.

Tam odadan çıkacakken kapı çaldı. Çantamı alıp kapıyı açtım, karşımda Poyraz vardı.

"Bir şey mi oldu?" diye sordum.

"Hayır, seni göremeyince merak ettim. Bence bugün de gitme, hem bugün cuma. Biraz daha yat, pazartesi gidersin," dedi.

"Merak etme, ben kendi başımın çaresine bu yaşıma kadar ne olursa olsun kendim baktım, bundan sonra da öyle olacak. Okula da gideceğim, kendimi iyi hissediyorum," dedim.

"Ama..."

"Aması yok, gideceğim dediysem gideceğim," dedim ve merdivenden inmeye başladım. Spor yapmaya gerek yoktu sanırım, çünkü bu merdivenden günde altı yedi kere inip çıkıyordum. Yemek odasına gittiğimde herkes oradaydı. Geçip yerime oturdum.

"Kızım, keşke kalmasaydın. Bugün de dinlenseydin," dedi Leyla Hanım.

"Ben kendimi iyi hissediyorum. Bugün okula gitsem daha iyi, hem bayağı geri kaldım," dedim.

"Peki kızım, ama kötü olursan söyle, gelip seni alırım," dedi.

"Tamam," dedim.

Kenan Bey'in "Afiyet olsun," demesiyle kahvaltıya başladık. Tabağıma biraz bir şey koydum. Sonra Poyraz yanıma geldi ve biraz daha yiyecek ekledi. Tam "Ben bunların hepsini bitiremem," diyecektim ki, "İtiraz yok, bu tabak bitecek. Meryem Abla, Gökçe'ye vişne suyunu da getirir misin?" dedi.

Meryem Abla vişne suyunu getirdi. Poyraz, o gün attığı tozdan yine koydu ve yerine geçti. Ben de tabağımdakileri yedim, sonra vişne suyunu içip Güney ve Erdem'e baktım. Onlar çoktan bitirmişti, beni bekliyorlardı. Ben de bitirince Güney babasına döndü.

"Baba, biz kalkalım mı? Benim sınavım var ilk ders. Ona geç kalmak istemiyorum," dedi Güney.

"Tamam oğlum," dedi Kenan Bey.

Biz kalktık, gidip elimizi yıkadık. Tam çıkacaktım ki Kenan Bey yanıma geldi, bana bir kart ve biraz para uzattı.

"Gerek yok Kenan Bey, bende var," dedim.

"Kızım, kart bütün çocuklarımda var. Para da senin okul harçlığın," dedi.

"Gerek yok," dedim ama zorla elime tutuşturdu. Aslında param yoktu ama öyle demiştim. Neyse, zaten o kartı kullanmayacaktım, parayı da zor durumda kalmadığım sürece harcamayacaktım.

Aradan beş dakika geçti, okula geldik. Ben ve Erdem kendi binamıza, o da kendi binasına doğru gitti ama bize bayağı uzaktaydı, o yüzden biraz daha arabayla gidiyordu. Biz Erdem ile okulun içine girdik. O zaten ilk katta olduğu için rahattı ama ben yine dördüncü kata çıkmak zorunda kalıyordum. Dediğim gibi, spor ihtiyacım yoktu. Dördüncü kata gelince sınıfa gittim. Bugün erken geldiğimiz için yerime geçtim. Telefonumu çıkarıp kulaklığımı taktım ve kafamı sıraya koydum.

Aradan bir dakika geçti, yanımda bir hareketlilik hissettim. Biri kulaklığımı çıkardı. Kim diye baktım, Ege'ydi.

"Çok yüksek sesle dinliyorsun, zararlı," dedi Ege.

"Anladım. Sana ne bundan? Kulaklığımı verir misin?" dedim.

Ege bana geri verdi, telefonumdan sesi kıstı. Tam bir şey diyecektim ki kafasını sıraya koydu. Sabır çekip müziği kapattım, zaten zil çalmıştı, birazdan hoca gelirdi. İki dakika sonra hoca geldi. İlk ders matematikti ve en nefret ettiğim dersti. Bakın, sevmediğim değil, nefret ettiğim ders.

Hoca yoklama almaya başladı. Bana gelince durdu.

"Sen yeni öğrenci olmalısın, niye üç gündür gelmiyorsun?" dedi hoca.

"Hastaydım hocam," dedim.

Bana değişik baktı. Ben bu kadını sevmedim, kesin gıcık biriydi.

"Poyraz Yılmaz neyin oluyor?" dedi hoca.

İşte şimdi ne diyeceğimi bilemiyordum. "Ağabeyim mi desem, tanımıyorum mu desem?" Hayır, sana ne, niye soruyorsun?

"Kızım, cevap versene, dilini mi yuttun?" dedi.

Bunu deyince sınıftaki birkaç kişi güldü. Ne diyeceğim ben şimdi? Of! Ben daha onları kabul etmemiştim ki. Ama sırf bu kadına haddini bildirmek için cevap verecektim. "Hayır, sana ne insanların özel hayatından?"

"Ağabeyim, hocam. Ama bundan size ne?" dedim.

Bunu deyince sınıftaki herkes şaşkın gözlerle bana baktı. Sanki ne demiştim ki? Doğruydu, bundan ona neydi? Bu benim hayatımdı.

"Sana geldiğin yerde terbiye öğretmediler anlaşılan," dedi.

"Yoo, gayet güzel bir terbiyem var ama siz insanların özel hayatına karışarak terbiye öğrenmelisiniz," dedim.

"Sen kime ne dediğinin farkındasın değil mi? Okulun sahibinin kızı olman sana ceza vermeyeceğim anlamına gelmez," dedi.

"Ne ile ilgili ceza vereceksiniz? Özel hayatıma karışııp beni terbiyesiz yerine koyduğunuz için mi?" dedim.

"Seninle teneffüste görüşeceğiz, Gökçe," dedi.

Bir şey demeden yerime oturdum. "Hayır, sana ne? Sen kimsin ki bana karışıyorsun?" Yoklama alma bittikten sonra tahtaya bir soru yazdı. Bana döndü.

"Gel çöz bakalım. Dilin çalışacağına beynin çalışsın," dedi.

Tahtaya gidip soruya baktım. Basit bir logaritma sorusuydu. Her ne kadar matematik dersini sevmesem de sınavlarından hep yüksek not alırdım. 100 dışında bir not alırsam babam bana vuruyordu. Çünkü bir keresinde matematik sınavından 95 aldım diye bana vurdu. "Neden çalışmadın o sınava? Sen bizi rezil ediyorsun. Sen benim kızım olamayacak kadar aciz birisin," deyip bana zincirle vuruyordu.

"Kızım, çöz şu soruyu. Yoksa bilmiyor musun? Daha demin bana o kadar laf saydın. O lafları öğrenene kadar ders çalışsaydın, şu an bu soruyu çözerdin," dedi.

Ona ters bir bakış atıp soruyu çözdüm. Sonra yerime geçtim. Sonra bana döndü, "Ben sana yerine geç dedim mi? Gel çabuk buraya!" dedi.

Sabır dileyerek geri tahtaya çıktım. Yine bir soru yazdı, onu da çözdüm. Sonra bir daha yazdı, onu da çözdüm derken bütün bir ders bana soru çözdürdü. Ama bilmediği bir şey vardı: Ben matematik yarışmasında birinci olmuştum. Okullar arası bir yarışmaydı. Sırf ailemin gözüne girmek için o yarışmaya katıldım. Birinci oldum ama hiçbir işe yaramadı.

Düşünmeyi bırakıp lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkadım. Tam çıkacaktım ki üç kız önümü kesti. Kızlardan biri, "Bundan sonra seni Ege'nin yanında görmeyeceğim," dedi.

"Anlamadım," dedim.

"Kıt mısın? Bundan sonra seni Ege'nin yanında göremeyeceğim. Onun yanından kalkacaksın," dedi.

"Sana bundan ne? Sen kimsin ki bana karışıyorsun?" dedim.

"Kim olduğumu görmek ister misin, emin ol bundan. Bundan sonra seni Ege'nin yanında görmeyeceğim yoksa seni bu okuldan attırırım," dedi.

"Hadi ya, nasıl olacakmış o?" dedim.

"Kızım, benim babam bu okulun müdürü," dedi.

"Bana ne bundan?" dedim.

Aslında ona "Senin baban bu okulun müdürü ise benim babam da bu okulun sahibi," demek vardı ama diyemedim. Çünkü o beni kızı olarak kabul etmedi, ben de onu babam olarak kabul etmedim. Tam çıkmak için hamle yapacaktım ki diğer iki kız kolumu tuttu.

"Bırakın kolumu!" dedim.

Kızlar bana bakıp güldü. Tam bana vuracaklardı ki kolumu tutan kızlardan kurtuldum. Diğer kızın kolunu tutup ters çevirdim.

"Sen kimsin ki bana vurmaya kalkışıyorsun?" deyip kolunu bıraktım. Aslında onun bana yaptığını yapabilirdim ama kavga etmeyi sevmiyorum. Kendimi korumak için birkaç hamle öğrenmiştim ama kendimi üvey babamdan koruyamadım bir türlü. Onu görünce korkuyor ve titriyordum. Kim beş yaşındaki bir çocuğa sırf dışarı çıktı diye vurur ki?

 

11 Nisan 2012

 

Gökçe henüz beş yaşındaydı. Dışarı çıkması yasaktı. O zamanlar Gökçe'nin üvey annesi markete gitti. Gidince kapıyı açık bıraktı, bile bile, sırf Gökçe dışarı çıksın diye. Gökçe annesinin gittiğini ve kapının açık bırakıldığını görünce kapıyı kapatmak için kapıya doğru gitti. Tam o sırada bir çocuk ona seslendi:

"Gel parka gidip oynayalım," dedi çocuk.

"Olmaz, babam kızar," dedim.

"Niye ki?" dedi.

"Bilmiyorum, dışarı çıkmam yasak," dedi.

"Ama ben senle oyun oynamak istiyorum. Hadi gel," dedi.

"Olmaz, babam bana vurur," dedim.

Çocuk tam bir şey diyecekti ki Gökçe'nin babası olacak adam geldi. Gökçe'nin gözleri doldu.

"Senin ne işin var dışarıda? Bu kapı neden açık? Ben sana 'Dışarı çıkma, erkeklerle konuşma,' demedim mi?" dedi üvey baba ve Gökçe'ye sert bir tokat attı.

"Baba, yapma, ne olursun," dedi Gökçe.

"Sen nasıl açtın o kapıyı? Nereye gidecektin, ha? Yoksa kaçacaktın değil mi? Sen benim başıma bela mısın?" dedi üvey baba.

"Baba, annem markete gitti, kapıyı açık unuttu. Ben de kapatmak için gittim, yemin ederim," dedim.

"Sus, seni küçük orospu, sus!" dedi ve daha hızlı vurmaya başladı. En son hırsını alamayıp kemeri çıkardı ve Gökçe'ye hiç acımadan, gözünü bile kırpmadan sabaha kadar vurdu.

 

Günümüz

 

Gökçe ağlamamak için kendini zor tuttu. Sınıfa gitti, yerine geçti. Kafasını sıraya koydu, kendini şu an zor tutuyordu. Yanına biri oturdu, Ege'ydi. Kokusundan tanıdı. Kendine has bir odun kokusu vardı ve çok güzel bir kokuydu.

"İyi misin?" dedi Ege.

"İyiyim," dedim.

"Emin misin? Gözlerin öyle demiyor ama," dedi.

"Eminim," dedim.

Ege daha fazla zorlamadı. Aradan birkaç dakika geçti, hoca sınıfa geldi. "Hay Allah, zaten dersten nefret ediyordum, bu hoca yüzünden iyice ettim." Tam yine beni tahtaya çağırdı. "Takmış bana bu iyice," deyip ayağa kalktım.

"Bir şey mi dedin kızım?" dedi hoca.

"Yok hocam," dedim.

"Ben de öyle düşündüm. Şimdi gel tahtaya şu soruyu çöz," dedi.

Sesim fazla çıkmadan söylenmeye başladım. "Sanki ben öğretenim, arkadaş. Sen o konuyu anlatmadan bana soruyu nasıl çözdürüyorsun ki?" diye söylene söylene tahtaya geldim.

"Kızım, az sesli söyle de herkes duysun," dedi.

Ege bana sırıtarak bakıyordu, anlaşılan ne dediğimi duymuştu. Ben de ona gülümsedim ve soruyu çözdüm. Hoca bir soru daha yazdı, tam onu çözecektim ki kapı çaldı.

"Gir," dedi.

Gelen nöbetçi öğrenciydi.

"N'oldu kızım?" dedi hoca.

"Hocam, müdür Gökçe'yi çağırıyor," dedi nöbetçi öğrenci.

"Ne yaptın kim bilir? Hadi git," dedi.

Ben sabır dileyerek çıktım sınıftan. "Bu günlerde sürekli sabır diliyorum, umarım bir gün patlamam," diyerek müdürün odasına geldim. Kapıyı çaldım, "Gir," sesiyle içeri girdim. İçeride bana teneffüste sataşan kızlar vardı ve ağlıyorlardı.

"Sen kimsin ki benim kızıma vuruyorsun? Bu okulun sahibinin kızı olman kimseye vuracağın anlamına gelmiyor," dedi müdür.

"Ben kimseye vurmadım," dedim.

"Bir de yalan söylüyorsun," dedi.

"Ben yalan söylemem," dedim.

"Eminim öyledir. Bakalım ailen gelince ne yapacaksın?" dedi.

Ben tam bir şey diyecekken kapı açıldı, Poyraz ve Leyla Hanım gelmişti. Ben onlara bakarken müdür konuşmaya başladı.

"Kusura bakmayın Poyraz Bey, sizi rahatsız etmek istemedim ama Gökçe bugün Pınar, Pelin ve Esra'ya vurduğu ve kendisi inkâr edip yalan söyleyince sizi çağırdım," dedi.

"Ben kimseye vurmadım," dedim.

"Hâlâ yalan söylüyorsun," dedi.

Tam cevap verecektim ki içeri iki kadın daha girdi. Biri Pelin'in, biri Esra'nın yanında durdu. Kadınlardan biri, yani Esra'nın annesi, "Kim vurmuş benim kızıma? Sen mi?" diyerek üstüme geldi. Leyla Hanım önüme geçti.

"Benim kızım kimseye sebepsizce kavga etmez. Etmişse bir sebebi vardır," dedi Leyla Hanım.

"Ha yani senin kızın masum, bizimkiler suçlu," dedi biri.

"Sabır çektim, çeke çeke valla sabır da kalmadı."

"Ben yalan söylemiyorum. Ben onlara vurmadım, onlar yalan söylüyor," dedim.

"Kes sesini! O, senin büyüğün, az saygılı ol!" diye bağırdı.

"Sen kimin kardeşine bağırıyorsun, ha?" dedi Poyraz.

"Poyraz Bey, hem burada bir baba hem de müdür olarak bağırmaya hakkım var. Hem siz demediniz mi 'Erdem ve Gökçe'nin de bu okuldaki diğer öğrencilerden farkı yok, gerekirse ceza verin,' diye?" dedi.

"Dedim ama 'Bağır' veya 'Suçsuz yere hakaret et,' diye demedim," dedi Poyraz.

Yanlış duymadım değil mi? Az önce Poyraz beni savundu. Evet, evet, savundu. Tam o sırada yine kapı çaldı. Gelen bizim sınıftaki bir kız öğrenciydi.

"Dışarı çık Fidan, şu an işimiz var. Ne diyeceksen sonra dersin," dedi müdür.

"Hocam, Gökçe doğru söylüyor. O kimseye vurmadı," dedi Fidan.

"Kanıtın var mı?" dedi müdür.

"Var hocam," dedi Fidan.

 

Bölüm : 22.12.2024 12:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...