Gözlerimi zorla açtım, çok kötü üşüyordum. Hava aydınlanmaya başlıyordu. Ben şu an yatağımda olmam gerekirken, üvey ailem yüzünden bir gölün kenarında uyanmıştım. Hazal'ın yaşayacağı her şeyi ben yaşıyordum. O kadar yorgundum ki artık dayanamıyordum. Ne olurdu benim de güzel, beni seven, koruyan bir ailem olsaydı? Bu hayatı yaşamayı ben seçmedim, kaderimi o adam belirledi. Hayatımı mahvetti, hâlâ da ediyor. Ama buradan kurtulursam Kenan Bey'le konuşacağım, her şeyi anlatacağım. O adamı mahvedeceğim. Kendi kızı için beni mahvetti, onu kurtardı ama beni öldürdü.
Ayağa kalktım, yürümeye başladım. Ama başım dönüyordu ve çok kötü titriyordum, galiba ateşim vardı. Bir gece buz gibi havada gölün başında uyudum. "Hayata bak be, ne güzel, değil mi?" diye düşündüm. Şu an ne yapacağımı bile bilmiyordum, öylece yürüyorum. Çok yorgunum, üşüyorum. Halimi görseniz ölmüş de yeniden dirilmiş dersiniz, o kadar perişan durumdaydım. "Hayır, bu orman nasıl bir ormansa yürü yürü bir yola bile çıkmıyor," diye söylendim. En son bir uçurumun kenarında buldum kendimi. "Sizce bu bir işaret mi?" diye düşündüm. "Atlayıp kurtulsam mı bu dünyadan?" Bir adım attım, bir adım daha... En sonunda ucunda durdum.
Yıldırım Ailesi ve Kaan'ın Dönüşü
Yıldırım ailesi perişan bir hâlde salonda oturuyordu. Tam bir gün olmuştu Gökçe kaçırılalı. "Acaba aç mı, susuz mu, üşüyor mu?" diye düşünüyorlardı. Hepsinden önemlisi, "Yaşıyor mu?" diye soruyorlardı kendilerine. Hiçbiri bir şey bilmiyordu, herkes kafayı yemek üzereydi. Gökçe'ye bu kadar alıştıklarının farkında bile değillerdi. Oysa Hazal bir gider, bir ay gelmese hiçbirinin umurunda bile olmazdı. "Ne ara bu kadar alışmışız?" diyorlardı. Demek ki kardeşlik, evlat olmak böyle bir şeydi. Hepsi şu an çok pişmandı ama fayda etmiyordu. Gökçe şu an nerede, hiçbiri bilmiyordu. Dün arayan adam bir daha aramadı.
Sonra kapı çaldı. Hepsi birbirine baktı, "Acaba gelen Gökçe olabilir mi?" diye. Kapıya koştular. Kenan Bey kapıyı açtı. Gelen Gökçe değildi.
"Oğlum!" diye bağırdı Leyla Hanım. Evet, gelen en büyük abi Kaan'dı. Kardeşini bulmak için gelmişti. Leyla Hanım oğluna sarıldı, ağlamaya başladı. "Oğlum, aldılar onu bizden. Yeni bulmuştuk biz onu. Ne olur, bul kardeşini," diye yalvardı.
Kaan öylece duruyordu, annesine sarılamıyordu. Kokusunu çok özlemişti ama yapamıyordu. En sonunda annesi ondan ayrıldı. Kaan, Güney'e ve Erdem'e baktı. Gideli beş yıl olmuştu ve sadece onlarla konuşuyordu, diğerleriyle konuşmuyordu. Beş yıl önce Hazal yüzünden kimseye bir şey demeden gitmişti ve onlar dışında hiç kimseyle konuşmamıştı. Erdem ve Güney de abilerinin kendilerine baktığını fark edince dayanamadılar, birbirlerine sarıldılar. Hasret gidermek istiyorlardı ama şu an hasret zamanı değildi. Kaan onlardan ayrıldı ve Poyraz'a baktı.
"Kamera kayıtlarını izledim," dedi Kaan. "Sonra birkaç tane sokak kamerasına ve uydu görüntülerine baktım. Ormana kadar gidiyor, oradan sonrası yok. Birkaç adam görevlendirdim, şu an ormanı arıyorlar. Biz de gidelim, hadi."
Erdem ve Leyla Hanım dışında herkes araçlara bindi. Ormana doğru gidiyorlardı.
"Para için sonra yeniden aradılar mı?" diye sordu Kaan.
"Hayır," dedi Kenan Bey.
"O zaman iki ihtimal var," dedi Kaan. "Ya Gökçe onlardan kaçtı, şu an onu arıyorlar ya da..."
"Ya da?" diye sordu Poyraz.
"Boş ver. Biz şu an ilk ihtimali düşünelim," dedi Kaan.
Ormana gelmişlerdi. Hepsi başka başka yerlere dağıldı, aramaya başladılar ama hiçbir iz yoktu. Sanki yer yarıldı da kız içine girdi. Kaan, en büyük abi, normalde bir daha Türkiye'ye dönmem diyen adam, sırf Gökçe için gelmişti. Hâlâ nasıl oldu, kendi bile bilmiyordu. Erdem ve Güney söyleyince her ne kadar kabul etmese de onu araştırmıştı. Çok güzel bir kızdı; çalışkan, zeki, bir sürü birinciliği olan bir kızdı. Aynı Kaan gibiydi. Kaan'ın da okul hayatı böyleydi, sabahlara kadar ders çalışır, notları hiç 90'ın altına düşmezdi. Kaan o zaman düşündü, "Eğer bizi ayırmasalardı nasıl olurdu?" diye. Sonra, "Ne düşünüyorum ben?" dedi. "O da aynı Hazal gibi olacak, aileyi bir daha parçalayacak, iyice bölecek." Kendine şu soruyu sordu: "Ben neden buraya geldim? Annem ağladığı için mi yoksa içimdeki bu his yüzünden mi?" "Ne hissi bu? Korku mu? Gökçe'ye zarar gelecek diye mi korkuyorum?" Ama bu duygu uzun zamandır yoktu, şimdi de olmayacaktı. Artık onun Erdem ve Güney dışında bir ailesi yoktu. Onlar Kaan'ı dinlemeyerek çok büyük bir hata yapmışlardı, hepsi bunu ağır bir biçimde ödedi ama artık çok geçti.
Geçmişe Dönüş: Kaan'ın Gidişi
5 yıl önce…
Kaan her zamanki gibi şirketten okula gidiyordu, kardeşlerini almak için. Her zaman o alırdı kardeşlerini. Kaan, Erdem'i ve Güney'i aldı ama hâlâ Hazal yoktu. Hep geç çıkardı ama hiç bu kadar kalmazdı. Sonra Kaan okula girdi, "Acaba bir şey mi oldu?" diye. Hazal'ı gördü, yanına gitti. Hazal biriyle konuşuyordu. Normalde olsa asla dinlemezdi ama içinden bir his ona "Dinle," dedi sanki ve durdu, dinlemeye başladı.
"Ya baba, yapma böyle. Bak zaten onlar beni seviyor, bana zarar vermezler," diyordu Hazal.
"Kızım biliyorum ama korkuyorum. O adam kim ki benim kızıma ceza veriyor?" diye cevap verdi adam.
"Baba, altı üstü telefonu aldı, boş bir şey yüzünden. Sen merak etme beni," dedi Hazal.
"Al sen bu telefonu, bununla idare et ama sakın sözde baban olacak adama gösterme. Ve sana verdiğim ilacı Kaan'ın içeceğine koy ki o aileden bir kişiye daha zarar ver," dedi adam.
"Sen merak etme babam, ben hallederim. Ve bütün suç o Meryem denilen kadında kalacak. Sen sana dediğimi yaptın, değil mi?" diye sordu Hazal.
"Yaptım kızım, bugün gelip alacaklar. Sen merak etme," dedi adam.
"Tamam baba, ben gideyim artık. Sözde abim merak eder sonra," dedi Hazal.
Kaan bunları duyduktan sonra ne yapacağını şaşırdı. "Nasıl şimdi? Hazal onun kardeşi değil mi? O zaman o adam neden 'baba' diyordu? Kimdi o adam? Hazal bana ne yapacak?" diye düşündü. Hızla arabaya doğru gitti, bindi. Biraz sonra Hazal da bindi ve yola çıktılar. Kaan eve gelince odasına çıktı. Akşam her şeyi ailesine anlatacaktı. Hazal uyuyunca yemek yedi, odasına çıktı. Güney ve Erdem'i de odadan gönderdi. Babasına duyduğu her şeyi anlattı.
"Oğlum, saçmalama," dedi Kenan Bey.
"Baba, ben duyduğumu anlatıyorum," dedi Kaan.
"Yalan söyleme Kaan, böyle bir şey olamaz. Tamam Hazal biraz deli dolu ama bu çok saçma bir şey. Bir daha sakın bu konuyu açma," dedi Kenan Bey.
"Ama baba..." dedi Kaan.
"Kaan, dedim! Bak, sakın! O benim kızım," dedi Kenan Bey.
"Senin kızın değil baba," dedi Kaan.
Kenan Bey daha fazla dayanamadı ve Kaan'a vurdu. Kaan babasına baktı.
"Sen bana nasıl vurursun baba?" diye sordu.
"Kardeşin hakkında doğru konuş, o benim kızım," dedi Kenan Bey.
"Çok pişman olacaksın baba, hem de çok," dedi Kaan.
Kaan o gün evden çıkıp gitti ve bir daha gelmedi. Kenan Bey ve Leyla Hanım çok aradı ama Kaan hiçbirine dönmedi. Poyraz, Polat ve Kerim de o gün "Hazal öyle yapmaz abi," deyince Kaan o gün onlara da küstü. Erdem ve Güney dışında bir daha kimseyle konuşmadı.
Günümüze Dönüş ve Kaan'ın Pişmanlığı
"Ah be baba, o gün bana inansaydın şu an bu hâlde olmazdık." Hava kararmak üzereydi ama hâlâ bir iz yoktu. "Nerede bu kız?" diye soruyordu Kaan. "Koskoca ormanda nasıl bulacağız?" Ama şundan çok korkuyordu: "Umarım Gökçe o adamlardan kaçmıştır." İkinci seçeneği, her ne kadar "kardeşim değil" dese de kendisi de istemiyordu.
Yazarın Notu
"Evet arkadaşlar, bir bölümün daha sonuna geldik. Nasıl oldu? Sizce ne olacak? Gökçe'ye? Hikâye devam edecek mi, yoksa etmeyecek mi, bu size bağlı. Ne olsun? Oy verip yorum yapar mısınız? Bir de takip edin. Sizi seviyorum, iyi geceler."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |