17. Bölüm

17.Bölüm

ysmztrk
fymavili

Keyifli okumalar

[]

 

Çatalı kahvaltı tabağının üzerinde bir ileri bir geri ilerletiyor arada ucuna takılan bir şey olursa ağzıma atıyordum. Bu sefer şansıma peynir bulaşmıştı. Çok keyifsiz kalkmıştım bu sabaha. Okul ile birlikte kahvaltı yapıp daha sonra kayak alanına gitmek için toplanmıştık. Ben hariç herkesin neşeli halleri arada gözüme çarpıyordu. Ben ise neden mutsuz olduğumu bile bilmiyordum. Bizimkilerde oldukça mutluydu okulla yaptığımız tatilden.

Ömrümde ilk kez tatile çıktığım için benim de mutlu olmam gerekmiyor muydu?

Çatalın ucuna bulaşan krem peyniri ağzıma atıp yedim hemen. Şöyle bir masaya göz gezdirdiğim de benim gibi Ada'nın da dalgın hali gözüme çarptı. Onda da bu aralar bir şey vardı ama hiç konuşmaya fırsat bulamamıştık.

 

Aklıma dün ile ilgili görüntüler düştüğünde yutkunma hissi yine baş göstermişti. Sarp'ın odasında bizimkileri beklerken bana söylediği cümle sonrası çok saçmalamış bir anda kendimi odadan dışarı atmıştım. Çok şükür ki çıkmam ile Ada'yı görmem büyük bir şanstı.

Hala aklıma geliyordu dedikleri. Ne demek istemişti bu çocuk bana?

Mümkünse benden başka hiçbir şey sevme.

Allah'ım aklıma geldikçe çığlık atasım geliyordu.

Benden mi hoşlanıyordu ki? Onu da anlayamıyordum. Sürekli dalgacı olduğu için neyi ciddi söylediğini de kestiremiyordum.

Offf delireceğim düşünmekten.

Sıkıntı ile kafamı tabağımda kaldırıp karşıya bakınca Deniz ile göz göze gelmiştik. Bana bakan kahverengi gözler düşünceliydi. Bursa'ya geldiğimizden beri sürekli gözleri üzerimde ve düşünceli olması beni üzüyordu. Ben ona tüm cesaretim ve gerçeklerim ile gitmişken beni iten de oydu.

Seviyordu. Seviyordum.

İstiyordum. İstemiyordu.

Bir sebebi olmalıydı ki zaten sormuştum ama ısrarla söylemiyordu. O zaman neden bana sürekli bakıyordu? Beni neden gereksiz bir heyecana sürüklüyordu? Göz göze geldiğimiz her dakika canımın acıyacağını düşünmüyor muydu?

 

Neden, neden,neden diye bir sürü soru sorabilirdin ama cevabı olmayan sorular beni yoruyordu. Bırakmıştım. İstemiyorsa istemiyordur ama böylede bakmaması için konuşmam gerekiyordu galiba.

"Nisan."

İsmimin seslenilmesi ile bakışlarım Ali'yi buldu.

"Efendim?"

"Odalara geçip hazırlanılım diyorduk da sen daldın galiba. İyi misin?"

Elimdeki çatalı tabağın kıyısına bırakıp arkama yaslandım.

"İyiyim. Olur çıkalım."

Benden de onay alıp toparlandı herkes. Erkekler odasına gitmiş biz de Naz ve Ada ile odamıza çıkmıştık. Odaya girer girmez yatağıma oturdum. Naz dolaptan giyeceklerine bakarken Ada da benim gibi yatağına oturmuştu. Benim isteksizliğim belli değildi de Ada'nın isteksizliği nedendi?

 

"Ada."

Seslenmem ile bakışları bana döndü.

"He gülüm."

Gülümsedim söylediği kelime ile. Bu aralar böyle kelimelere takmıştı kafayı.

"İyi misin durgun duruyorsun?"

Benim sorum ile bir iki saniye bana bakıp kendini bir anda sırt üstü yatağa attı. Ben ne olduğunu anlamadığım gibi dolaptan başını kaldıran Naz da anlamadı.

 

Yerimden kalkıp Ada'nın yanına gittim. Üstten ona bakıp yüzünü kapattığı ellerini kenara çektim.

"Ne oldu?"

"Nisan ya ben galiba boku yedim."

Söylediği şey Naz'ın da dikkatini çekmiş olmalı ki yatağın diğer tarafına geçip o da üstten Ada'ya baktı.

"Neden öyle dedin şimdi? Ne oldu?"

 

Ada yatakta dikleşip sırtını yastığa yasladı. Bir yatakta oturan bana bir de diğer tarafta ayakta bekleyen Naz'a baktı.

 

"Nisoş ben böyle bir salaklığı nasıl yaptım ya?"

 

Mızıktayarak konuşan Ada ile hiçbir şey anlamıyordum.

 

"Ya çatlatmasana ne oldu?"

 

"Nisoş ben galiba birinden hoşlanıyorum."

 

Dediği cümle ile öylece baktım. E bunda sorun olan kısım neydi?

 

"Eee?"

 

"Eeesi galiba o benden hoşlanmıyor."

 

Sevdiği kişi onu sevmiyordu. Arkadaşımda benim kaderimi paylaşıyordu demek ki.

 

"Ali mi?"

 

Ayakta bekleyen Naz'ın dediği ile Ada yerinde dikleşip Naz'a baktı.

 

"Sen nereden biliyorsun?"

 

Ali mi?

 

Ada, Ali'den mi hoşlanıyordu.

 

Şu bizim Ali'den.

 

"Ali mi?!"

 

Şok içinde bakıyordum Ada'ya.

 

Naz Ada'nın diğer tarafına oturup bize baktı.

 

"Katılıyorum ama sorun yok değil mi?"

Ada kafasını iki yana sallayıp bana baktı. Bende hala idrak edemiyordum ama bende sıkıntı yok amaçlı kafamı salladım.

 

"Çünkü çok belli ediyorsun. Sürekli gözün onda. Nasıl diyeyim ben dikkatli bakmadım size ama arada gözüme çarpınca anladım."

Ada ağlama sesi çıkarıp yüzünü kapattı. Gerçekten Ali'den hoşlanıyordu.

"Sen fark etmedin mi Nisan?"

Naz'ın sorusu ile kafamı iki yana salladım. Ben kendimden bile haberim yokken etrafa nasıl dikkat edeyim diyemedim tabiki.

 

"Ada sen cidden Ali'den mi hoşlanıyorsun?"

İdrak edemiyordum galiba.

"Nisoş yaptım öyle bir salaklık niye yüzüme yüzüme diyip duruyorsunuz ya?"

 

"Ya dur bir saçmalama. Çok şaşırdım çünkü."

Ellerini yüzünden çekip bana baktı.

"Sen Ali ile çok yakınsın. Biliyor musun birinden hoşlanıyor mu var mı konuştuğu birileri?"

 

Ben Ali'yi tanıdığım günden bu zamana kadar bir kızla sevgili olduğunu hiç görmemiştim. Ali'den hoşlanan çok olmuştu ama Ali asla kimseyle konuşmamıştı. O kadar yoğun bir hayatı vardı ki belki de zaman bulamamıştı bu gibi işlere.

 

"Hayır Ali'nin hiç sevgilisi olmadı. Bildiğim kadarıyla da şu anda da yok."

Ada'nın dediklerim ile resmen yüzü aydınlanmıştı.

"Kimseyle mi olmadı?"

İki yana salladım başımı.

"Yaaa."

 

Ada dan beklemediğim bir hareketle hülyalı hülyalı tavana baktı. Ada gerçekten iyi değildi.

"Ama bence Ali'de senden hoşlanıyor."

Naz'ın söylediği ile bende Naz'a döndüm. Nasıl bu kadar emin konuşabiliyordu?

"Nasıl?"

Naz sıkıntı ile soluklanıp kendini Ada'nın yanına yatak başlığına yasladı. Şimdi ikisi de karşımda duruyordu.

 

"İnsan bazen kendine ilaç olamıyor ama etrafına olabiliyor. Kendinde belki ömür boyu fark edemediği her şeyi başkasında hemen fark ediyor. Senin Ali'ye olan bakışlarını gördüm ama Ali'nin de sürekli sana sataşıp seninle konuşma çabalarını gördüm. Sanki seni sinir etmekten çok hoşlanıyor gibi. Bazı erkekler bu şekilde yaklaşır karşı tarafa. Çünkü içindeki olan duyguları karşıya nasıl aktaracağını bilemeyip senin ile bu şekilde diyalog kuruyor. Ama mesela benim ile çok saygılı konuşuyor hiç bana samimi davranmıyor. Ya da Nisan'a yaklaşırken hep bir sevgi ile yaklaşıyor ve konuşuyor. Sana gelince hep bir kavga çıkartma konusu. Ya saçını çekiyor ya sana çirkin diyor ve bazende sana uyluyor."

 

Naz'ın cümleleri ile dikkatlice ona baktım. Naz acı çekiyordu. Kendine merhem olamıyordu ama etrafında olup bitenlere oluyordu. Ki söylediği şeylerde çok haklıydı. Ali hiç kimseye durup dururken sataşan biri olmamıştı. Etrafındaki herkes ile samimiydi ama nedense Ada'ya gelince değişik bir hale bürünüyordu.

"Sende Karan'dan hoşlanıyorsun."

Bir anda ağzımdan çıkan cümle ile ne dediğimi bende algılayamamıştım. Naz kocaman açılan gözleri ile bana baktı.

"Ne?"

Naz'ın şaşırma nidası ile elimi ağzıma kapattım. Ada ise sanki olağan bir şey söylemişim gibi bakıyordu. Ya da Ali'yi düşünüyordu. Emin olamamıştım o an.

"Sen nereden biliyorsun?"

Ben daha açıklama yapamadan Ada girdi konuşmaya.

 

"Çok belli ediyorsun sürekli etrafindasın. Sürekli konişmak için bir konu aray-"

Bir anda aydınlanmış gibi bize baktı.

"Lan biz nasıl bir salağız?"

Ne dediğini anlamıyordum. O da bunu anlamış gibi devam etti.

"Herkes birine diyor sen şundan hoşlanıyorsun diye. Biz mal mıyız niye anlamıyoruz."

Çok haklıydı. Denizden hoşlandığımı da Ada bana fark ettirmişti.

"Biz gerçekten malız."

Ada'nın sürekli bize mal demesi onunda şaşkınlığından geliyordu.

 

"Nisan kimden hoşlanıyor ki?"

 

Naz'ın sorusu ile ona döndüm. Her şeyi gören Naz bunu görememiş miydi?

 

"Deniz"den."

 

Ada'nın bir anda söylemesi ile bacağına bir şaplak attım. Ne diye söylüyordu şimdi?

 

"Ben diğer çocuk sanmıştım."

 

Naz'ın sessiz cümlesi ile ona baktık. Ada bacağını ovarken Naz'a döndü.

 

"Hangi çocuk?"

 

Gerçekten hangi çocuktan bahsediyordu bu kız?

 

"Dün kayboldugun çocuk vardı ya. Yeşil gözlü böyle yakışıklı bir şeydi. Adını hatırlamıyorum."

 

Gözlerim kocaman açıldı.

 

Sarp'ı mı diyordu bu kız?

 

Sarp ne alakaydı şimdi?

 

"Yok artık!"

 

Ada'da inanamamış gibi bakıyordu.

 

"Yok öyle bir şey." dedim hemen.

 

Naz da düşünceli bir şekilde omuz silkti.

 

"Ben yanlış anladım belki de." deyip ayağa kalktı. "Hadi hazırlanılım bizi beklerler."

 

Öylece içime bomba bırakıp gitmişti. Ada da bir süre benim şaşkın halime bakıp güldü.

 

"Hadi hadi bırak düşünmeyi hazırlanalım."

 

Sadece kafamı salladım.

 

Onlar hazırlanmaya başlayınca el mecburi bende kalkmış giyeceğim şeyleri ayarlanmıştım. Kıyafetleri ayarlarken, giyerken hala Naz'ın dedikleri dönüyordu kafamda.

 

Ben Sarp'tan hoşlanmıyordum.

 

Hem nesinden hoşlanacaktım. Dalgacı pisliğin tekiydi. Tek yaptığı benim ile dalga geçip sinirimi bozmaktı.

 

Naz saçmalıyordu.

 

Kızlarla hazırlanıp çıktık odadan. Odadan çıkar çıkmaz gözüm yan taraftaki odanın kapısına gitti. Acaba hastaneye gitmiş miydi? Merak ediyordum ama gidip sormaya da çekiniyordum. Hele dün olandan sonra belki yüzüne bile bakmayabilirdim.

 

Kızlarla asansöre binip aşağı inmiştik lobide okuldan bazı kişiler vardı. Etrafa göz gezdirdiğimizde bizimkilerde kapıya yakın bir yerde bizi beklerken bulduk. Yanlarına gittiğimizde Timur hemen konuşmuştu.

 

"Kızlar ağaç olduk aha şimdi de meyve vereceğiz neredesiniz siz ya?"

 

Ada memnuniyetsizlik barındıran sesi ile Timur'a döndü.

 

"Aaa evet sen gerçekten meyve vermişsin armut mu bu?"

 

Adanın dalgacı hali ile Timur da kolunu Ada'nın omzuna atıp saçlarını karıştırmaya başladı. Bu halleri komik olduğu için gülmüştük. Ve gülmeyen tek bir kişi vardı ki o da benim biricik arkadaşım Ali'ydi. Kaşlarını çatmış önündeki ikiliye bakıyordu. Kafamı çevirdiğimde Naz ile göz göze geldik. Kendinden emin duruşu ile gözleri sanki 'dediğimde haklıymışım bak' diyordu. Gerçekten haklıymışsın Naz ne diyelim. Hayırlı olsun.

 

Ada ve Timur'un kısa süren arbedesi sonunda dışarı çıkmış kayak yerine gelmiştik. Bir sürü kişi vardı ve o kadar güzel kayıyorlardı ki hayran olmuştum. Ben bilmiyordum kaymayı ve benim gibi Ada'da bilmiyordu.

 

"Yardım edeyim mi?"

 

Karan'ın yanıma gelip söylediği ile heyecanla başımı salladım. Canıma minnetti. Bir süre bana bacaklarımı, ayaklarımı ve ellerindeki çubuklarla nasıl ilerlemek gerektiğini göstermişti. Düşündüğümden çokta zor değildi. Sadece çubuklar biraz zorluyordu ve ayağımdaki kızaklar gerçekten çok ağırdı.

 

"Öğreniyorsun." Karan'ın söylediği ile genişçe gülümsedim. Yapması ne kadar uğraştırsa da bir o kadar da eğlenceliydi. Keşke daha önce de bu hissi tadabilseydim.

 

"Bu ne ya. Elime vermişler iki çubuk. Yok kayarken batır, yok ilerlerken ayağını şöyle yap. Yok mu poşet kardeşim."

 

Adanın bir anda yükselmesi ile şaşkınca bakmıştık. Anlaşılan ben kadar bile sabredememişti arkadaşım.

 

"Gel buraya çatlak gel. Bir şeyi de becersen şaşırırım."

 

Ali'nin Ada'ya yaklaşıp arkasına geçmesi ile Ada sanki kazık yutmuş gibi kalakalmıştı. Bir de Ali elini tutup çubuğu nasıl kullanması gerektiğini anlatırken gözlerini kocaman açması yok mu? Geç karşısına sabaha kadar çekirdek çitleyerek izle.

 

Ali'nin anne tarafı Kayserili olduğu için her sene giderler ve ziyaret ederlerdi. Her gittiğinde de Erciyes dağına gittiklerini ne kadar çok eğlendiklerini söylerdi. O anne konusunda benden çok şanslıydı. Her zaman yanında olmuştu Ali'nin. Bu yüzden kayma konusunda zorluk yaşamıyordu.

Onları izlemeyi bırakıp Karan'a döndüm elindeki telefonda bı şeyler yapıp bana dönmüştü.

"Kendin kayabilir misin?"

"Niye noldu?"

"Otelde az bir isim var. Halledip geleceğim. "

"Bir şey yok değil mi? Geleyim istersen."

Dediğim ile gülümseyip yanıma geldi. Anlımdan öpüp önüme gelen iki üç teli elinin içi ile geriye itti.

"Sen ben gelene kadar sakin sakin kay. Ben gelince beraber kayarız."

 

Dediği ile kafamı sallayıp gitmesine baktım bir süre. Sonra önüme döndüm ve tek başıma ne kadar kayabileceğimi düşündüm. Timur ve Naz çoktan kayarak ortalıktan kaybolmuştu. Ali de hala Ada'ya nasıl kayması gerektiğini öğretiyordu. Yani kısacası tek tabanca hareket edecektim.

 

Elimdeki çubuklarla Karan'ın gösterdiği gibi yavaş yavaş ilerletmek için kullandım. Çok şükür ki kaydığım yer çok eğimli değildi de rahatça kayabiliyordum. Bir süre deneme yapıp sonunda kaymaya başlamıştım. İlerledikçe yüzümdeki gülüş aynı oranda büyüyordu.

 

Ben sakin sakin kayarken aniden birinin yanımdan hızla geçmesi ile korkmuş olduğum yere düşmüştüm. Ayakta gidemediğim yolu ne hikmetse götümün üstüne düşünce oturarak gider olmuştum. Canım acımamıştı ama oturur şekilde bir süre kaymıştım. Yanımdan hızlıca kayan kişi ilerde durmuş ben tarafa bakıyordu. Kaya kaya yanına kadar gitmiş bacağına değen kızaklarım ile durmuştum.

"Az önüne baksana. Senin yüzünden düştüm."

 

Benim hemen çemkirmem ile elini uzatmıştı. Yüzünden kocaman bir gözlük ve burnunu kapatan da bir montu vardı. Bu yüzden göremiyordum kim olduğunu. Ama ben bir şey söyleyip ses etmemesine sinirlenmiş uzattığı elini tutmadan ayağa kalkmıştım. Eldivenlerime biriken karları silkerken kaşlarım çatışktı.

"Sana hep diyorum sakarsın diye de inanmıyorsun ki."

 

İşittiğim ses ile yan tarafındaki kişiye döndüm hemen. Ben dönünce gözündeki büyük gözlükleri çıkartıp kafasının üstüne doğru kaldırdı. Yeşil gözleri kısıp bana bakarken ben öylece suratına baktım.

"Ben niye her gittiğim yerde seni görüyorum ya."

Bana kocaman sırıtarak bakan kişi Sarp'tan başkası değildi. Yani kos koca Türkiye'de bana çarpa çarpa yine Sarp çarpmıştı.

"Bilmem beni çekiyorsun galiba."

Sinirden karların üzerinde tepinsem çok mu abartırdım?

"Bence sen beni takip ediyorsun."

Dediği ile öylece baka kaldım. Yok karların üzerinde tepinsem çokta abartmış olmam.

"Manyak mısın sen. Neyini takip edeceğim ya."

"Bilmem belki yakışıklılığıma kapılmış olabilirsin."

Tam bir ego yığını olmasının yanında birde ukalaydı. Dediğini umursamadım. Anlına baktım hemen hala dünkü gibi bir bant vardı anlında.

"Sen hastaneye gittin mi?"

Benim konuyu değiştirmem ile yine kocaman güldü.

 

"Gittim. Gitmesem sakar bir kızın gazabına uğrarım diye korktum. "

 

Sabır ya rabbil alemin sabır.

 

"Sana bir şey olmaz taş kafasın zaten. Ama biraz daha konuşursan gerçekten kafanı ben yaracağım."

 

"Haşin kız seni."

 

Beni dinlemeyip yine alay etmesi ile arkamı döndüm. Ben bu çocukla uğraşmazdım. Ben arkamı dönüp ilerleyince peşime takılıp gelmeye başladı.

 

"Noldu sinirlendin mi?"

 

"Evet. Biraz daha konuşursan daha çok sinirlenip üzerine atlayacağım."

 

"Çok vahşisin sen. Aldım başıma belayı desene."

 

Ne belası diyordu bu manyak? Gerçekten farklı bir dilde konuşuyor olmalıydı ki anlayamıyordum.

İlk geldiğim yere zar zor geldiğim de Sarp'ta ördek yavrusu gibi peşime takılmıştı. Yere oturup ayağımdakileri çıkartmaya başladım.

 

"Noldu niye çıkartıyorsun?"

 

Onu umursamadım. Her seferinde sinirimi bozup duruyordu. Dün dedikleri de aklımdan çıkmıyordu. Birde Naz'ın saçma konuşması vardı ki canım buna da çok sıkılıyordu.

 

"Hey sana diyorum."

 

Kafamı kaldırıp tepemde bana bakan Sarp'a döndüm.

 

"Sana ne."

 

Terslememe alışmış gibi yine güldü. Koparacaktım ağzını yeminlen.

 

Ayağımdaki kızakları zar zor çıkartıp yerlerine götürdüm. Bunları yaparken hala peşimdeydi. Sonra da Ali'nin olduğu tarafa gittim. Hala Ada'ya kaymayı öğretiyordu. Ama galiba o kadar zorlanıyordu ki Ada, her an Ali'nin kafasında destek çubuğunu kurabilirdi.

 

Benim geldiğimi fark etmemiş oldukları için seslendim.

 

"Ali, Ada."

 

Bana döndüler ikisi de.

 

"Ben kafe bölümüne gidiyorum haberiniz olsun."

 

"Niye?"

 

Ali'nin sorusu ile arkamdakini söylemek vardı ama ellerimi havaya kaldırdım.

 

"Çok üşüdüm." dediğim ile Ali'nin yüzü yumuşadı. Çok çabuk üşüdüğümü bilirdi.

 

"Tamam dikkatli ol."

 

Kafamı sallayıp arkamı döndüm. Hala arkamda durması canımı sıkıyordu. Onu umursamadan yanından geçip gittim. Gittim gitmesine ama o da ayağındakileri çıkartmış peşime takılmıştı.

 

Otelin kafe kısmına geçip boş masalardan birine oturdum. Önümdeki sandalye çekilip oda karşıma oturmuştu. Yoktu kurtuluş.

 

"Senin işin gücün yok mu? Ne diye peşimde geziyorsun?"

 

Ellerini masanın üzerine koyup bana doğru eğildi. Yeşil gözlerinde haylaz parıltılar vardı.

 

"İşim gücüm sensin. Bende işimin gücümün peşindeyim."

 

Böyle açık açık net bir şekilde ima ettiği şeyi anlamamak imkansızdı. Altından arayacağım kadar imalı söylüyordu cümlelerini. Galiba Naz haklıydı bu çocuk benden hoşlanıyordu. Ama sorun şu ki ben Sarp'tan hoşlanmıyordum ve ilerde olabilecek haksızlıkların önünü kapatmam gerekiyordu. Eğer biraz daha bana alışırsa kalbi kırılabilirdi.

 

Söylediği cümlelere cevap vermedim. Daha doğrusu ne diyeceğimi bilememiştim. Masaya gelen garsonda bir nevi kurtarıcım olmuştu. Ben bir sıcak çikolata, Sarp'ta çay istemişti. Siparişlerimiz gelene kadar ikimizden de ses çıkmamıştı. Bu da benim işime gelmişti.

"Kendinden biraz bahsetsene."

Sarp'ın konuşması ile bakışlarım ona döndü. Önündeki çaya şeker atmadan içmeye başlamıştı. Ben asla şekersiz içemezdim o çayı. Sonra söylediği cümleyi düşündüm.

"Niye?"

Sorgulamam canını sıkmış gibi ters ters baktı.

"Sadece sohbet etmeye, seni tanımaya çalışıyorum. Niye her şeyi sorguluyorsun?"

"Beni niye tanıyasın ki?"

"Niye tanımayayım?"

Derin bir soluk çektim. Gereksiz sorguyu bir kenara bıraksam iyi olacaktı. Normal bir şekilde sohbet edebilirdim.

 

"Aslında gördüğün kadarım. On yedi yaşımdayım, lise öğrencisiyim. Başka, mavi rengi çok severim aslında beyaz rengi de çok severim. Lise bitince hukuk kazanmayı planlıyorum. "

 

Ben öyle dalmış konuşurken ellerini önünde, masanın üzerinde birleştirmiş hafif bir gülümseme ile bana bakıyordu. Yüzünde ilk defa ukala olmayan bir gülüş vardı. Daha samimi hissettiren türden bir gülüş.

 

"Kaç yaşındasın?"

 

"On yedi dedim ya yaşlandın galiba beni takip edemiyorsun. Nisan 28 de on sekiz olacağım." dediğimde güldü.

"Çok gıcıksın. Demek ki ismini oradan aldın?"

Sorar gibi konuştu. Aslında hiç bilmiyordum nereden geldiğini. Eskiden yaşadığım aileme sürekli sorardım onlarda denk geldi öyle koyduk derlerdi. Ama anneme hiç sormamıştım.

 

"Aslında bilmiyorum. Ama olabilir."

 

Merakla bana bakmaya başladı.

 

"Senin ile ilgili çok şey duymuştum. Mahir amcalar gerçekten çok tanınan sevilen insanlar. Senin kaybolduğun ile ilgili çok şey duymuştuk. Yıllarca seni aramaları ve her sene senin için yapılan bağışlar. Kimse seni görmüyordu ama ismini hep duyuyordu. Ben aslında nasıl bir hayat yaşadın çok merak ediyorum. "

 

Üzerime bir ağırlık oturmuştu. Yıllarca beni aradıklarını biliyordum. Benim ve ailemin hayatını resmen çalışmışlardı. Hak etmediğimiz acıları yaşamıştık.

 

"Normal bir hayat yaşadım."

 

Sesimi olabildiğince stabil tutmaya çalışıyordum. Bunları birine anlatacak kadar kendimi hazır hissetmiyordum.

 

"Demek hukuk fakültesi düşünüyorsun. Senden güzel bir savcı olurdu. Karış taraftaki adamı çenen ile döverdin."

 

Beni anladı mı yoksa öylesine mi konuştu bilmiyordum ama konuyu dağıtması beni mutlu etmişti.

 

"Sen bana geveze mi diyorsun?"

 

Kaşlarımı çatmış ona bakıyordum. Bana doğru eğilip işaret parmağını iki kaşımın ortasına koyup yukarı doğru kırışan anlımı düzeltti.

"Erken yaşlanacaksın çatma şu kaşlarını."

Kendimi geri çekip dokunuşundan kaçmıştım.

 

Ellerimi önümdeki kupaya sarıp bir yudum içtim. Gerçekten çok güzel bir tadı vardı çikolatanın. O'da çayını yudumlamaya başlamıştı.

 

"Peki sen?"

"Ne ben?"

"Kendinden bahsetsene."

Çayını bitirip yana doğru kaydırdı.

 

"Yirmi bir yaşımdayım. Bilgisayar mühendisliği okuyorum. Aslen Ankaralıyım. Benim en sevdiğim renkte mavi hatta böyle parlak mavileri çok severim. "

 

Gözlerimin en içine bakarak söylediği son cümle ile acaba dedim benim gözlerden mi bahsediyor. Öyleyse eğer hafiften bir sıcaklık basmıştı.

 

"Demek bilgisayar mühendisliği okuyorsun. Hazırlık sınavı seni çok zorladı mı?"

 

Bütün her şeyi, imaları geride bırakıp sınavı ön plana koymuştum. Sadece altı ay kalmıştı ve beni korkutmuyor değildi.

 

"Aslında zor olmadı. Ben sadece çıkmış sorular üzerinden gittim. Zaten lisede haftada bir deneme yapılırdı. Beni zorlamadı bu yüzden."

 

Alt yapısı güzel olmalıydı yoksa en yüksek bölümlerden birini nasıl kazanacaktı ki?

"İstersen sana yardımcı olabilirim."

Merakla bakan şimdi bendim.

"Nasıl?"

Bizimkiler ile sana ders çalıştırabiliriz. Tabi istersen."

 

İsteyebilirdim tabii ki ama acaba abimler sorun çıkarır mıydı? Ne zaman yanıma bir erkek yaklaşsa ya da konusu açılsa kaşları çatılıyordu hepsinin.

 

Ben öylece düşünürken masada yine sandalye çekme sesi yankılandı. Hilmi, Baran ve Murat'ı görmeyi beklemiyordum.

 

"Kanka o kadar acıktım ki her şeyi yiyebilirim."

 

Hilmi sarı saçlarını dağıtarak bize doğru döndü. Tip olarak bana çok benziyordu mavi gözleri ve sarı saçları ile yakışıklı biriydi. Murat da kafasındaki bereyi çıkartıp masaya koymuş ellerini ovuyordu.

"Bende her şeyi yiyebilirim. Kurt gibi açım."

"İti an-"

Sarp'ın cümlesini yanında oturan Baran ensesine vurarak yarıda kesmişti.

"Anlamadım kanka?"

Sarp ters ters bakıp tekrar konuştu.

"Lafının üstüne geldiniz diyorum."

Baran aldığı cevapla sırıttı.

"Bende öyle düşünüyordum. Nasılsın Nisan?"

Sarp'ta olan ilgisi bana dönünce nazikçe tebessüm ettim.

"İyiyim siz nasılsınız?"

Eliyle yanımda oturan ikiliyi gösterdi.

"Bunlarla nasıl iyi olunabilirse o kadar iyiyiz."

 

Aralarında ki atışma aslında çok tatlı bir alışmaydı. Tıpkı Timur ve diğerleri gibi.

 

Hilmi ve Murat açlığa dayanamamış olmalılar ki hemen sipariş vermişlerdi. Bende sabah çok bir şey yiyemediğim için İskender söylemiştim.

"Kanka acaba bende mi İskender söyleseydim ya?"

Hilmi köfte tabağı sipariş vermişti ama bunu o kadar çok düşünmüştü ki elinde olsa tüm menüyü yiyebilirdi.

"Doymazsak onu da yeriz ne dert ediyon."

Murat'ın rahat cümlesine katılmış olmalı ki kafasını salladı.

"Hayvansınız yemin ederim."

Sarp'ın cümlesini hiç takmamış gibi gülmeye başladılar.

 

"Bunu kurban bayramında kocaman danayı yiyen Sarp mı söylüyor. Güldürme beni."

 

Söylediği şey ile bende gülmüştüm. Sarp benim de gülmem ile bana döndü. Gözlerini kısmış ters ters bakıyordu.

 

O an cebimdeki telefon çalmaya başlamıştı. Cebimden çıkarıp ekrana baktığımda Karan'ın aradığını gördüm.

"Alo?"

"Neredesin Nisan? Ali'ye üşüdüm demişsin ama bulamadım seni."

Kafamı refleks olarak kapıya doğru dönüp konuştum.

"Otelin kefesine gelmiştim. Sizde gelsenize otururuz."

"Tamam geliyoruz."

Karan ile telefonu kapatınca Sarp'a döndüm.

"Arkadaşlarım da geliyor sorun olur mu?"

"Yok ne olacak otururuz."

Kafamı salladım. Çok geçmeden bizimkilerde gelmişti. Elimi salladığımda masası kişilere bakmışlar ama yine de yanımıza gelip oturmuşlardı.

Karan anlamaz bir şekilde masadakileri baktı. Neden yan yana olduğumuzu merak ettiği belliydi.

"Bizde kafe de karşılaştık öyle oturalım demiştik."

 

Karan söylediklerim ile kafasını sallayıp bana döndü. Eliyle dağılan saçlarımı düzeltmiş anlımdan öpmüştü.

"Yoruldun mu?"

Aslında hiç yorumlamıştım. Aksine hala enerji doluydum.

"Hayır yorulmadım."

Cümlem ile bana gülümseyip masadakilere döndü. Bende döndüğüm de Sarp ile göz göze geldim. Karan ve bana bakıp duruyordu. Neden öyle baktığını anlamadığım için kafamı ne var der gibi salladım. Bir süre daha bakıp diğerine döndü.

 

Masadakiler birbirleriyle konuşurken oldukça kalabalık durduğumuzu fark ettim.

"Bu arada tanışamadık ben Hilmi. Siz?"

Hilmi'nin Ada'ya uzattığı eli Ali havada kapıp sıkmıştı.

"Ali kardeşim."

Hilmi bir Ada'ya bir Ali'ye bakıp kafa salladı.

"Anladım birader. Memnun oldum."

Ne anladı anlamamıştım ama Ali'nin yaptığı hareketle Ada resmen havalara uçacak gibiydi. Güldüm bu haline. Tam bir aşk kuşu olmuştu. Bu kişinin Ali olması da beni çok mutlu etmişti.

 

Bir diğer fark ettiğim şey ise Murat'ın oldukça ilgili bakışlarının Naz üzerinde olmasıydı. Ama Naz hiç oralı değildi çünkü ara ara bakışları Karan'ın üzerinde duruyordu. Kardeşimin Naz'a karşı ne hissettiğini bilmiyordum ama öğrensem iyi olacaktı.

Bizim verdiğimiz siparişler gelince arkadaşlarım da sipariş vermişti.

"Sen nasılsın?"

Karan'ın ilgisiz sesi ile bakışlarım karşıma sorunun muhatabına döndü. Sarp kendisine yöneltilen soru ile önce bana sonra Karan'a baktı.

"İyiyim."

Karan anladım der gibi kafasını sallamıştı.

Herkesin yemeği gelince sessizce yemekler yenilmişti. Ara sıra edilen sohbetlerden sonra tuvalete gitmek için izin istedim.

 

Tuvalete girip işlerimi halletmiş ellerimi yıkıyordum. Yüzüme yapışan bir kaç tek saçları suyla geriye itip yüzüme de şu çarptım. Ellerimi peçeteyle silip dışarı çıktığımda aynı anda erkekler tuvaletinde çıkan Deniz ile karşı karşıya gelmiştim. Beklemediğim için yüzümde şaşkınlık vardı. Aynı şekilde onun da yüzü şaşkın duruyordu.

"Nisan."

Yutkunmadan edemedim. Ne hissettiğimi bile anlayamadığım için artık ona nasıl davranmam gerektiğini de bilemiyordum.

"Efendim?"

Yutkunarak bana baktı.

"Nasılsın?"

"İyiyim. Sen?"

Bir süre durup konuştu.

"İyiyim."

Anladığımı belirtmek için kafamı salladım. Daha fazla burada durmak istemediğim için yönümü kafeye dönüp konuştum.

"Ben gitsem iyi olur. Görüşürüz."

Ondan bir cevap almadan ilerleyecekken kolumdan tutmuştu. Tutuşu sert değildi. Geriye döndüğümde elimi nazikçe çektim. O da zorluk çıkartmadan geriye çekilmişti.

 

"Ben özür dilerim."

Beklemediğim özür ile öyle baktım yüzüne.

"Ne için?"

Sıkıntı ile soluklandı.

 

"Seni üzdüğüm için. Ben seni üzmek istemedim Nisan. İyi olanın bu olduğunu düşünüyorum. Kalbimden geçenlerle dilimden geçenler aynı değil ama beni anlamanı istiyorum. "

 

Ben Deniz'i gerçekten anlıyordum. Ve artık olamayız cümlesi beni çok germeye başlamıştı. Sürekli onun dilinden geçen bu cümleler canımı yakıyordu ve buna artık son vermem gerekiyordu.

 

"Deniz ben seni anlıyorum. Sebebi ne ya da neden böyle düşünüyorsun bilmiyorum ama demek istediğini anlıyorum. Böyle olması gerekiyorsa böyle olur. Sürekli aynı şeyleri konuşmaya gerek yok. Üzüldüm mü evet. Kırgın mıyım biraz. Ama kırılmaya hakkım var mı bilmiyorum bile. Arkadaş olarak kalsak daha iyi olur. Ve rica ediyorum artık bu konuyu açmaya gerek yok. Ne kadar belli etmek istemesem de senden hoşlanıyorum ve sürekli aynı şeyleri duymak canımı acıtıyor. Kapatalım konuyu."

 

Cümlelerim oldukça açık ve netti. Saklayacak bir şeyim de yoktu ondan. Beni anladığını umuyordum bu konuşmadan.

"Nisan ben-"

"Hayırdır bir durum mu var?"

Deniz'in cümlesini kesen soru ile bakışlarımız koridor başında duran Sarp'a döndü. Yüzünde nadir görülen ciddiyet ile bize bakıyordu. Kaşları çatılmış, yeşil gözleri kısılmıştı.

 

"Hayır yok. Bir şey mi oldu?" dedim. En azından artık yoktu. Odama girince bir posta ağlamak istiyordum sadece.

"Kalkıyorduk. Gelmeyince merak ettim."

Kafamı anladım der gibi salladım ve Deniz'e döndüm.

"Görüşürüz."

Kafasını salladığında Sarp'a doğru adımladım. Bir süre arkamdaki Deniz'e baksa da yanına gelince yeşilleri bana dönmüştü.

"Emin misin bir şey olmadığına?"

Anlamsızca ona baktım. Yok dediysem yoktu niye uzatıyordu ki?

"Yok dedim ya."

Sert çıkan sesim ile kaşlarını çatarak bana baktı. Daha fazla sorguya çekilmek istemediğim için arkamı dönüp kafeye girdim. Herkes toparlanmış üzerini giyiyordu. Yanlarına gittiğimde Karan montumu sandalyeden alıp bana doğru adımladı.

 

"Hadi gidelim biraz dinleniriz. Sonra da beraber yine kayarız."

 

Yüzüme sahici olduğunu düşündüğüm bir gülümseme koydum. Ne kadar sahici olduğunu bilmiyordum ama hemen yanında duran Ali'nin bana tuhaf tuhaf bakmasından pekte sahici olmadığını anlamıştım. Benim tek bir mimiğimden her şeyi bilirdi o.

 

Karan'ın yardımı ile montumu giymiştim. O sırada Sarp da gelmiş sert suratı ile kimseye bakmadan montunu giymişti.

 

Kafeden dışarı çıktığımızda her iki grupta vedalaşmıştı ama hızlıca kafeden çıkan Sarp kimseye bakmamıştı. Derdi neydi bu çocuğun?

 

Ben, Ada ve Naz ile odamıza giderken Ali, Timur ve Karan da kendi odalarına gitmişti. Girer girmez ilk ben duş almış sonra da Ada girmişti. Saçlarımın nemini havlu ile alırken oda çıkmıştı duştan. Kenarda eşyalarını hazırlayan Naz, Ada'nın çıktığını görünce arkasından oda girmişti.

 

Yatağında oturmuş saçlarımı kuruturken istemsizce Deniz'i düşünüyordum. Bu kadar kolay kabullenmek benlik bir durum değildi ama konu Deniz ile aramdaki mevzu olunca diretmemiştim. Gerçi diretsem ne olacaktı ki yine aynı cümleler kuracaktı bana karşı.

"İyi misin sen?"

Ada'nın sorusu ile üzgünce ona baktım. Omuzlarım bile düşmüştü. Benim mahsun halimi görünce hemen yanıma yatağa oturdu.

"Ne oldu?"

"Deniz ile karşılaştık."

Merakla eee demişti.

"Benden özür diledi."

"Sebeb?"

Beni istemiyor deyip ağlayasım geldi ama tuttum kendimi.

 

"Beni üzdüğünü bunu hiç istemediğini ama olmayacağımızı söyledi. Zaten söyledin üç kere yetmiyor mu?"

 

Ada kaşlarını çatıp bana döndü.

 

"Abarttı bu da olamayız olamayız. İstemiyorsan ne kızın dibinde dolanıyorsun. Değişik bir şey ya. İyi hoş dediğimiz üç gün gitmiyor ha?"

 

Deniz iyi biriydi ona şüphem yoktu. Şu son iki aydır sadece bana değil herkese olabildiğince kibar davranıyordu. Ama insan düşünüyordu işte. Neden beni istemiyor diye?

"Boşver kuşum sen önündeki seçeneklere bak. Allah var kötü çocuk değil Deniz ama bu işler birazda cesaret ister. O olmayınca gerisi gelmiyor maalesef. "

 

Haklıydı. Az cesaretli olsa sorunu ortadan kaldırabilirdik.

"Peki şu Sarp ne ayak. Her yerde dibinde. Pistte soracaktım ama aklım Ali de olduğundan aklıma gelmedi."

O halini gözümün önüne getirip güldüm.

"İnan onu gördüm. Alık alık çocuğa bakıyordun. " Ters ters bana bakmaya devam ederken sorusuna cevap verdim.

"Bilmiyorum niye her yerde onun ile karşılaşıyorum. Mıknatıs gibi her gittiğim yerde o var. "

 

Harbiden öyleydi ama itiraf etmeliyim ki çokta rahatsız olmuyordum. Sadece dünkü itirafından sonra çok yan yana gelmek istemiyordum.

"Gerçekten sana ilgi duyuyor olabilir mi?"

Ada'nın sorusu ile öylece baktım. Öyle bir şey varsa ne yaparım diye düşündüm.

"Yok ya." dedim emin olamayarak. Değildir ya.

"Bilemedim."

Ada yataktan kalkınca öylece baktım yatağa. İlgi duyuyor olabilir miydi bana?

Eğer öyle bir şey varsa ne yapardım?

Sarp'a öyle bir şey hissetsem neyse de hissetmediğim için içime bir sıkıntı dolmuştu.

"Gönül işleri hiç kolay değilmiş."

Kendi kendime mırıldanıp kafamı yastığa koydum.

Allah'ım sen bana sabır ver ya.

Şimdi de Deniz bitti Sarp'ı düşünmeye mi başlayacaktım.

Sarp'ın bana ilgisi olmasın diye ettiğim dua ile gözlerimi kapattım.

Uyursan her şey geçerdi.

Sadece biraz uyumam lazımdı. Sonra dimdik yine sahalarda olacaktım.

 

[][]

 

Bölüm sonu

 

 

 

Bölüm : 19.06.2025 22:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...