Keyifli okumalar
[]
Elindeki çekici masaya bırakıp tekrar döndü bana. Tek yaptığım sadece yattığım yerden onu izlemekti.
Babamı!
Bu kelimeyi her kullandığımda ağzımda sanki ısırgan otu varmış gibi hissediyordum. O kadar yakıcı bir kelimeydi. Sevmiyordum baba kelimesini. Ne karşımdaki adama yakışıyordu bu sıfat ne de benim ağzıma.
"Beni bilirsin normalde bu kadar ince çalışmam üzerinde. Hatta iki çarparım bana yeter. Ama bu sefer beni çok sinirlendirdin."
Alaylı bir şekilde gülmek istedim ama vücudumu yönetmediğim için sadece bakıyordum. Çok sinirlendirdin demesi de komik olan konuydu. Eğer bir kız hayatında acı çekiyorsa ve buna dayanamıyorsa kaçmak istemesi en doğal konuydu. Bende artık dayanamadığım için evden kaçacaktım. Tabi eğer komşumuz olan bir amca olmasaydı.
Her şey hazırdı aslında. Tek yapmam gereken, eşyalarımı alıp evden çıkıp gitmekti. Öyle de olmuştu. Saat gece üçü gösterirken hazırladığım sırt çantam ile evden sessizce çıkmıştım. O sırada güvenlik görevlisi olan ve evine dönen komşulardan biri beni görüp babamı aramış. Ne büyük bir iyilik yapmış bana. Babam sanki eliyle koymuş gibi bulmuştu beni. Kaçma girişimim de böylece son bulmuştu. Asıl korktuğum eve gidince ne olacağı olmuştu.
Şimdi ise beni önce güzelce dövüp bu odaya atmış üzerine hareket edemeyim diye bir iğne ile beni etkisiz hale getirmişti. Artık vurduğu yerler yalama yapmıştı. Acıyordu ama artık dayanabiliyordum. Acı eskisi kadar acı vermiyordu vücuduma.
"Ee bende beni bu kadar sinirlendiren sana bir cevap vermem lazım diye düşündüm. "
İyi bok yedin!
Nefret etmiyordum artık ondan çünkü o benim için bir hiçti. Bırak baba olarak görmeyi insan olarak bile görmüyordum. O etten kemikten bir şeytandı. İblisin ta kendisiydi.
"Ama merak etme seni öldürmeyeceğim. O zevki sana tattırmam."
Ne zevkti ama. Zevk mevk hiç bir şey kalmamıştı ki bende. Tek bir amacım vardı o da okuyup gitmekti. Zaten nasıl olduğunu anlamadığım şekilde okula gitmeme karışmıyordu. Ondan dolayı üniversite kazandığım sene reşit olacağım seneydi ve ben bu evi bırak bu şehirden yapabilirsen ülkeden bile gidecektim. Çünkü bu şehirde bana yardım edecek tek bir insan evladı yoktu. Gerçi bir Ali vardı. O da hayat ile mücadele ediyordu.
Dikkatim yine eline aldığı bir şey ile dağıldı. Ne olduğunu göremiyordum. Bana ne yapacağını da bilmiyordum. Çaresizce yere yatmış izliyordum onu. Yattığım zemin betondan oluştuğu için yediğim soğuğun da haddi hesabı yoktu. Yaz ayı olabilirdi ama beton her zaman üşütürdü. Bu odayı hiç sevmiyordum. Penceresiz, ışıksız, soğuk ve korkutucu bir odaydı.
"Bakalım sana neler yapabiliriz?"
Elindeki şeyin ne olduğunu göremediğim için ne yapacağını da bilemiyordum. Merak ve korkuyla onu izlerken bir anda bacağıma giren keskin ağrı ile inledim. Sesim çıkmıyordu. Vurduğu şey neydi bilmiyordum ama vurduğu yeri çok fena acıttığı bir gerçekti.
İnlemelerim hoşuna gitmiş gibi kos koca adam gülmeye başladı. Ona bakamıyordum artık çünkü gözlerim dolmuş ve her yer bulanık görünüyordu. Gözlerimden akan yaş kulağıma doğru yol alıyordu. Kesik kesik nefes alıyordum. Artık nefes almak bile yük olmuştu.
"Ohooo e senin sesin çıkmıyor. Nasıl olacak şimdi."
Sadistçe kurduğu cümle ile dişlerimi sıktım. Bir gün kendime yemin ediyordum ona bunların hepsini ödetecektim. Onun bana yaptığı her şeyi tek tek üzerinde deneyecektim. Böyle benim alamadığım nefesleri boğazına dizecektim ve bana yalvaracaktı.
Ben acı ile düşüncelerime dalmışken tekrar vurdu bacağıma. Bir ses koptu bacağımdan. Kırılmamıştı ama bir şeyler olmuştu. Sesimin çıkmaması boğazımı yakıyordu. Çığlık atmak, boğazım yırtılana kadar bağırmak istiyordum. Atamadığım çığlıklar boğazıma dizilmiş beni boğuyordu. Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Ölecek gibi hissettim.
"Sadece bir kaç aciz inilti mi yani. Ben senin çığlıklarını dinlemek istiyordum."
Bu cümleler sadece bir caniden çıkabilecek sözlerdi. Karşısındaki insanı öldürmek isteyen hasta ruhlu bir bendenden çıkabilirdi bu cümleler. O bir katildi. Öldürmüyordu ama yaşarken ölümü tattırıyordu.
"Neyse ben sana çığlık attırmasını bilirim. Belki o zaman bu evden kaçmanın ne kadar zor bir şey olduğunu anlarsın."
Ve o gece daha nicelerini yapmıştı bedenime.
[]
Yaşarken ölmek ne demekti?
Bir karşılığı var mıydı bir yerlerde?
Küçük bir çocuktum ben. Küçücük ağzı daha süt kokan bir çocuk. Şiddetle tanışmak için daha çok küçük olan bir çocuk. Yaşadıklarımı hiçbir şekilde hak etmediğimi biliyordum. Ama bu bir şeyi değiştirmiş miydi? Hayır değiştirmemişti.
Hayata karşı kaç sıfır geride başladım bilmiyordum. Elimde sadece yaşamak için bir umutla çırpınıp duruyordum. Ne anlatabiliyorum ne de anlayabiliyordum. İlk dayağımı çok küçük bir çocukken yemiştim. Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum ama çok küçük olduğumu hatırlıyorum. Okula gidiyordum. Anaokulu o zamanlar kırmızı önlükle gittiğimiz zamanlardı. Herkesin elinde beslenmesi heyecanla okulun yolunu tuttuğu o zamanlar bende çok heyecanlıydım. O günü hiç unutamıyorum. Kırmızı önlüğüm, siyah külotlu çorabım ve ablamın eskisi olan spor ayakkabılarım. Okula gideceğim için heyecanla kalkmış giyinmiştim üstümü. Annem geç kalktığı için beslenmemi bile kendim hazırlamıştım o küçük halimle. Gerçi bir kaç zeytin ve ekmekten oluşuyordu. Ama bu bile heyecanımı gölgelememişti.
Okula gittiğimde herkes heyecanla annesinin ve ya babasının elini tutmuş sınıflara gidiyordu. O küçük yaşımda bu görüntü çok oturmuştu minik kalbime. Yine olsun dediğimi hatırlıyorum. Okula başlıyordum o yüzden hiçbir şey sorun değildi.
Sınıfa girdiğimde öğretmenimiz gelmiş tek tek hepimiz ile tanımıştı. Çok güzel geçen saatlerde oyunlar oynamış, dans etmiş, şarkılar söylemiştik. Ne kadar eğlenmiştim o gün. Bütün gün gülmekten çenem ağrımıştı. Öğle yemeği zamanı geldiğinde herkes yemeğini önüne almış yiyordu. Bende açıp yemeye başlamıştım. Hiç unutmuyorum diğer öğrencilerden bir kız elinde renkli renkli kurabiyeler vardı. O zaman ismini bilmiyordum ama büyüdükçe öğrenmiştim. O kurabiyeler makorondu. Nasıl öve öve annesinin yaptığını anlatıyordu. Tadını çok merak etmiştim.
Eve gittiğimde anneminde bana yapmasını istemiştim. Hayır uğraşamam demişti. Ağlamıştım belki acır da yapar diye. Benim ağlama sesime dayanamayıp mutfağa gelen babam hiç umursamadan sinirle yüzüme tokat atmış, iteklemişti. Benim ile mi uğraşacakmış. Şımarık velet demişti bana.
O ilk tokatı hiç unutamıyorum. Hala o tokat attığı yer sızlıyordu. Şimdi geriye dönsem o minik Nisan'ın elinden tutup sarılsam keşke. Ne o tokatı hak etmiştim ne de onun devamında gelen diğer tokatları. Kan kokusu ilk zamanlarda midemi bulandırır bakamazdım. Zamanla o kan kokusuna bile alışmıştım. En kötüsü de oydu işte.
Acıya ve kana alışmak.
Düşündükçe daha çok ağrıyan başım ile elimi anlıma koydum. Peşimi bırakmıyordu geçmiş. Nasıl kurtulacaktım ben bu kabuslardan. Her gün sıçrayarak uyanmaktan yorulmuştum. Artık geceleri bırak gün içinde de uykuya dalsam görüyordum.
Şimdi ise hiç yeri olmayan otobüste görmüştüm bu kabusu. Dün gibi hatırladığım bu anı rüyalarıma girecek kadar acı bir olaydı.
Başımı kaldırıp otobüsteki diğer insanlara baktım. Bazıları uyuyor, bazıları telefon ile uğraşıyordu. Kaç saat olmuştu yola çıkalı hatırlamıyordum. Uludağ gezisi için okulun tuttuğu otobüsteydik.
Dün heyecanla bavulumu toplamıştım. İlk kez bir tatile gidecektim. Ali, Ada, Karan, Timur ve Naz ile sabah buluşup okula gitmiştik. Aslında Deniz ve arkadaşını da çağırmıştık ama onlar ayrı bir şekilde gitmişti okula. Şimdi ise herkes otobüste bir an önce Bursa'ya gitmek istiyordu. Yol çok uzun değildi 3 saatlik bir yolumuz vardı.
Yanımda uyuyan Ali'ye baktım. Onun hala yanımda olması çok mutlu hissettiriyordu. O benim küçüklüğümden kalan tek temiz anımdı.
Bir önümüzde Naz ve Karan oturuyordu. Aslında Karan yanıma oturmak istiyordum ama Naz ben daha Karan'ın yanına oturmadan oturduğu için sorun etmemiş arkalarına geçmiştim. Ne diyebilirim ki kardeşime aşık bir insan vardı karşımda. Ada ve Timur ise tekli koltuklarda arka arkaya oturuyordu. Denizi ve arkadaşını göremiyordum çünkü onlar arka taraflara geçmişlerdi.
Deniz'i en son o davette ve karneleri alırken görmüştüm. Artık her geçen günde onu görmek canımı acıtmıyordu. Evet onun ile bir şeyler oluruz diye düşünmüştüm, kalbimin ritmini bozmuştu ama istenilmeyen yerde de duracak değildim ben. O kadar gurursuz olamazdım.
Zaten dün karnelerimizi aldıktan sonra da Uludağ gezisi için heyecandan yerimde duramamıştım. Gülümsemeye çalışarak Ali'nin omzuna koydum başımı. Ali huzur demekti benim için. Başımı omzuna koyduğumu anlamış gibi O'da benim başımın üzerine koydu başını.
Devam eden yolu izleyerek Ali'nin omzunda yatmaya devam ettim. Bir şey düşünmek istemiyordum. Sadece dışarıyı izlemek istiyordum. Soğuk olan hava da rüzgar sert esiyor olmalı ki ağaçlar yana yatmış şekilde duruyordu. Dağlar, tepeler görünüyordu her yerde. Çok güzel bir manzaraydı. Huzurla gülümsedim.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum otobüsün yavaşlaması ile geziden görevli olan coğrafya hocasının sesini duydum. Hemen Ali'nin omzundan kaldırdım başımı. Ali de gelen seslerden sonra gözlerini açmıştı.
"Evet arkadaşlar kalacağımız otele geldik. Her öğrenci üç kişi olacak şekilde kalacak odalarda. Herkes odasına yerleştikten sonra lobide buluşalım neler yapacağımızın planını yaparız. Kesinlikle gruptan ayrı hareket etmiyorsunuz. "
Herkesden onaylayan sesler çıktıktan sonra otobüsten inmiştik. Otobüsün yanında şoför inmiş herkese bavulları dağıtıyordu. Bavulları almış otele girmiştik. Biz Ada, ben ve Naz aynı odada kalacaktık. Timur, Karan ve Ali'de bir odada.
Odanın numarasını ve anahtarı alıp çıktık odalara. Otel öyle abartılı bir mekan değildi ama yine de lüks bir yerdi. Zaten gezi yapacağımız öğrencilerin hepsinin hatırı sayılır bir zenginlikte olduğunu biliyordum. Öyle yerel bir otele gitmeyeceklerini tahmin etmiştim.
Kızlar ile odaya çıktığımızda açtım kapısını. Odada üç tekli yatak, iki koltuk, büyük bir gardolap, tuvalet, banyo ve küçük bir mutfak tezgahı vardı. Ada, bavulunu odanın ortasında bırakıp koşarak duvar kenarında olan yatağa atladı.
"Ben bunda yatacağım. "
Ada'nın haline gülmüştüm. O da benim gibi ilk kez tatile çıkıyordu. Naz da bavulunu odanın kenarına koyup bana döndü.
"Hangi yatakta yatmak istersin?"
Yataklara baktım. Biri pencere kenarında bir de iki yatağın ortasında duruyordu. Benim için fark etmiyordu.
"Fark etmez."
"Ben ortada yatayım o zaman pencere kenarında uyuyamıyorum. Olur mu?"
Kafamı salladım. "Olur."
Yatakları hallettikten sonra bavulları boşaltmıştık. Daha fazla zaman harcamadan odanın anahtarını alıp çıktık odadan. Aşağıya gitmemiz gerekiyordu. Asansöre yönelip gelmesini bekledik. Ada da bu sırada otelin her bir köşesine bakıp yorum yapıyordu. Naz bize göre sessizdi.
Biz asansörü beklerken yanımıza üç tane daha kişi gelmişti. Bize göre oldukça sesli bir şekilde konuşup, şakalaşıyorlardı.
"Ya oğlum gülerken vurmasana ya. Kaç yaşında adam oldun şunu oğrenemedin."
İsyan ve acı ile konuşan kişi ile arkadaşı da konuşmuştu.
"Lan Murat süt çocuğu musun. İki vurunca ağlıyorsun. Dur emziğini getireyim."
"Lan ben seni!"
Ben daha ne olduğunu anlamdan koluma çarpılması ile duvarda buldum kendimi. Kolumun acısı ile yüzümü buruşturdum. Fena çarpmıştım.
"Sen kör müsün be. Kıza nasıl çarptın."
Ada'nın sert sesi ile acıdan kapattığım gözlerimi açtım.
"Ben özür dilerim istemeden oldu. İyi misiniz, yardımcı olayım. İsterseniz hastaneye gidelim "
Kafamı hayır anlamında salladım. Naz da yanıma gelip elimi tuttu.
"İyi misin Nisan?"
"İyiyim sorun yok."
Karşımda bana endişe ile bakan kişilere karşı hafif tebessüm ettim.
"Gerçekten bir sorun yok."
Karşımda üç tane adam vardı. Bizden çok büyük durmuyorlardı ama boy ve cüsseleri onları bı tık büyük gösteriyordu. Kolumun bu kadar acıması çok normaldi. Bana çarpan kişi bana doğru üflese uçabilirdim.
"Tekrardan özür dilerim. İstemeden oldu."
"Sorun değil iyiyim."
Asansörün zili çalınca geldiğini anlamıştık. Bende toparlanıp dik bir konuma geldim. Ada yine de bana çarpan çocuğa ters ters bakarak koluma girdi. Bu hali gerçekten çok komikti. Gelen asansörün kapısı açılınca önce biz kızlar sonra da diğerleri binmişti. Hepimiz asansöre binmiş kapanmasını beklerken bir anda bir el girdi iki kapının arasına. Ben o elin sıkışacağını düşünürken açılmıştı kapı.
"Beni bekleyin demedim mi oğlum ya."
Duyduğum ses ve gördüğüm yüz ile yok artık diyecektim az daha. Yeşil gözleri ve benim gözlerim birleştiğinde onun da şaşırdığını kalkan kaşlarından anlamıştım. Elini çekip asansöre bindiğinde önümde Ada olmasına rağmen sanki karşı karşıya gelmişiz gibi gözlerini benden çekmiyordu. Benim de çektiğim söylenemezdi. Ne işi vardı burada?
"Seni burada görmeyi beklemiyordum sakar kız."
Yine aynı lakapla bana seslenmesi hem diğerlerinin ilgisini çekmiş hemde beni sinirlendirmişti.
"Ben sakar değilim duydun mu. Bana aynı şeyi deyip durma."
Sert çıkan sesim ile yine bir gülüş durdu dudaklarında. Her şeye gülüyordu. Ada'nın koluma hafif dokunması ile bakışmayı kestim.
"Noluyor kız burada?"
Derin bir nefes çektim içime. Bende anlasam.
"Anlatırım sonra."
Asansörün ses ile herkes indi. Biz lobiye doğru ilerlerken yanıma gelen Sarp ile gözlerimi devirdim.
"Ne var?"
"Yine çok neşelisin." Gülerek kurduğu cümle ile yerimde durdum ben durunca o da durup bana döndü.
"Ne senin benimle derdin ya? Çarpıştık bitti gitti uzatmasan mı artık?"
Uzun olan boyu yüzünden kafamı kaldırarak konuşmak zorunda kalıyordum. Bir adım yanıma yaklaşıp kafasını bana doğru eğilince geriye çekildim.
"Bir derdim yok sakar kız."
"E niye her gittiğim yerde seni görüyorum. "
"Bursa'ya giriş yasağı mı var?"
Bu sefer ben alayla gülüp konuştum.
"Nisan'a yaklaşma yasağı var. Her gittiğim yerde benimle konuşmak zorunda değilsin."
Gözlerini kısıp elini havaya kaldırdı. Ben ne yapmak istediğini anlayamadığım için öylece bakarken, eliyle omzumdaki sarı tutamları geriye doğru attı.
"Tüh bende yasakları çiğnemeyi çok severim."
Sinirle kendimi geri çektim. Ben geri çekilince yerinde dikleşip göz kırptı bana. Ukala şey!
Sinirle onu arkamda bırakıp beni bekleyen kızların yanına gittim. Naz ve Ada oldukça merakla bana bakıyorlardı. İkisinin de koluna girip lobide toplanan kişilerin yanına doğru adımladım. Ada bu yaptığıma bir şey dememisti ama Naz ona bu şekil yaklaşmama şaşırmış olmalıydı.
Etrafa bakan bizimkileri gördüğümde hemen onlara doğru çekiştirdim kızları. Ali bizi görünce eliyle Karan'ın omzuna koyup bize doğru döndürmüştü. Onlarda bizi arıyordu galiba.
"Nerede kaldınız kızlar ya?"
Timur isyan ederek konuşunca Naz ona cevap vermişti.
"Yerleşmek uzun sürdü."
Ali, koluna girdiğim Ada'yı geri itekleyip yanıma gelmiş kolunu omzuma atmıştı. Ada şaşkın şaşkın ona bakarken bende şaşırmış bir şekilde Ali'ye baktım.
"Ne yapıyorsun lan hödük?"
Ada'nın sinirli sesiyle umursamaz bir şekilde konuştu Ali.
"Kankamın koluna girdim sana ne."
Ali'nin bu şekil konuşmasına şaşırmıştım. Benim bildiğim Ali kibar, nazik biriydi. Bir kızla böyle konuşmayı bırak konuşturmazdı bile.
Ali'ye doğru dönüp kafamı salladım.
"Ne oluyor sana."
Bana dönüp sıkıntı ile gülümsedi.
"Yok bir şey ya. Bak hoca çağırıyor hadi gidelim. "
Beni de beraberinde götürüp herkesi arkasında bıraktığında bir şeyler döndüğünü anlamıştım. Şimdi yeri ve sırası olmadığı için sornaya bıraktım. Kalabalık gruba biraz daha yaklaştığımda bir çift kahverengi gözle göz göze geldim. Bana sıcak bir tebessüm gönderdiğinde şaşırmadım desem yalan olurdu.
Deniz de olan gözlerim coğrafya hocasının konuşması ile bölünmüştü.
"Evet arkadaşlar iki günlük güzel bir gezi olması dileğiyle. Öncelikle yemek mi yiyelim yoksa kayak mi yapalım?"
Çoğu kişiden 'kayak' kelimesi yükselmişti. Heyecanla gülümsedim. İlk defa kayak yapacaktım. Bizim mahallede eskiden arkadaşlarla tepsi, poşet veya kızak ile kayardık ama ilk defa böyle büyük ve kalabalık bir yerde kayacaktım.
"Heyecanlandın mı?"
Ali'nin cümlesi ile ona baktım. Heyecanla gülümseyen bana kahkaha atmıştı.
"Bu kadar belli etme ya?"
"İlk defa kayağa geliyoruz Aliş. Normal değil mi heyecanlı olmam."
Diğerlerine bakmak için kafamı çevirdiğimde Timur'un kamera açıp video çekmesi, Karan'ın ondan kaçmaya çalışmasını görmüştüm. Ada yanımızda Ali'ye ters ters bakarken Naz da sıkıntı ile etrafa bakıyordu.
"Hadi o zaman herkes kayak için malzemelerini alsın. Pistte görüşürüz. Rica ediyorum kendinize dikkat edin."
Herkes heyecanla konuşup dışarı çıkmaya başlamıştı. Bende heyecanla ileriye doğru atıldım. Bizimkilerde peşimden geliyordu. Dışarı çıktığımız
da ne kadar soğuk ve karlı bir hava olsa da güneş ışığı da kendini göstermişti. Bu güzel görüntüyle cebimden telefonu çıkartıp fotoğraf çektim. Gözüme gelen güneş ile çok güzel görünmüştüm.
Neşeyle telefonu tekrar yerine koyup malzemeleri alacağımız yere ilerledim. Karan da yanıma gelip neyi almam gerektiğini göstermişti. O benim hazırlanmama yardım ederken diğeri de hazırlanıyordu. Ada da benim gibi nasıl giyinmesi gerektiğini bilmediği için ona da Ali yardım ediyordu. Ama ikisi de o kadar suratsızdı ki gören düşman sanardı. Ada'yı kesinlikle kenara çekip konuşmam gerekiyordu.
Hepimiz sonunda hazırlanıp kaymak için teleferiğe binmiştik. Yukarıdan o kadar güzel görünüyordu ki her yer hayran hayran bakmaktan kendimi alamıyordum. Karan daha önce buraya geldiği için tek tek bana anlatıyordu. Teleferikten indiğimizde o kadar yüksekti ki bir an korkmadım desem yalan olurdu.
"Bu ne lan. Ben asla kayamam buradan. Poşet yok mu poşet?"
Ada'nın kurduğu cümleyle Timur havaya kaldırdığı kamerayı indirip somurttu.
"Video çekeceğim ve estetik olmasını istiyorum. Ama sen arkadan 'poşot yok mo poşot' diye bağırınca olmuyor adacık."
Ada önünde onu taklit eden Timur'un ensesine bir tane yapıştırınca bunu beklemeyen Timur'un elinden kamera düşmüş kaygan yerde aşağı doğru yuvarlanmaya başlamıştı. Timur da dahil hepimiz şok içinde aşağı doğru yuvarlanan kameraya bakıyorduk. Gözden kaybolan kamera ile Timur acı çeker gibi bir ses çıkartmıştı.
"O... Giden...benim... kamera...gitti."
Tek tek konuşan Timur ile Ada elimi ağzına koyup korkuyla gözlerini açmıştı. Hiçbirimiz böyle bir şey olmasını beklemediğimiz için şaşkındık.
"Timur ben çok özür dilerim. Gerçekten isteyerek olmadı."
Timur olduğu yere dramatik bir şekilde çökünce olayın biraz ciddi olduğunu kavramıştık.
"Abartma oğlum yine alırsın ya. Kameradan bol ne var."
Karan'ın cümlesiyle bize dönen Timur, üzgün sesiyle konuştu.
"O öylesine bir kamera değildi. Kaç aydır en önemli anlarımı çektiğim kameraydı. Anneannemin beni hatırladığı video bile vardı. Yeğenimin ilk yürümesi, sizinle güzel videolarım."
Söyledikleri ile içime bir ağırlık çökmüştü. Gerçekten onun için önemli bir şeydi o kamera.
"Tamam sakin ol. Şimdi hepimiz aşağı inip ariycaz ve bulucaz onu."
Timur, Ali'ye bakıp konuştu.
"Nasıl bulucaz. Aşağı gitti, gözden kayboldu. Nereye gitti onu bile göremedik . Belki de kara battı."
Karan yere çömelip Timur'un omzuna elini koydu.
"Tamam oğlum sakin ol hepimiz ayrılıp buluruz. Bulan da telefondan haber etsin diğerlerine."
"Timur merak etme altı kişiyiz elbet buluruz. Olmadı okuldakilere de söyleriz hep birlikte ararız."
Naz'ın cümlesi ile hepimiz onayladık. O da kafasını sallayıp çöktüğü yerden Karan yardımı ile kalktı.
"Tamam o zaman bulalım. "
Herkes bir kenarı gösterip oraya doğru ilerlediğinde tepede sadece Ada ve ben kalmıştık. Ya bari plan yapsaydık da öyle ayrılsadık.
"Ya Nisan ben bunlarla kaymayı bilmiyorum ki ne yapacağım. "
Bende bir ayağımdakilere bir Ada'ya baktım sıkıntı ile. Bende bilmiyordum ki.
"Yavaş yavaş gideriz. Olmaz mı? Kamerayı aramazsak Timur'a ayıp olur."
"Biliyorum da bu kadar yüksek olduğunu fark etmemiştim çok korkuyorum."
Aşağı doğru baktığımda ona hak verdim. Yanımızdan aşağı giden herkes sanki roket takılmış gibi uçuyordu.
"Tamam o zaman sen burada bekle bir şey olursa herkese haber verirsin."
Ada pek istemese de kabul etmişti. Bende önüme dönüp gıdım gıdım ilerlemeye başladım. Kendimi çok sıkıyordum ama mecburdum. Buradan kendimi salarsam büyük ihtimalle diğer tarafa tek gidişlik bilet alırdım.
Yanımdan ilerleyen herkes oldukça profesyonel görünüyordu. Kamerayı bulur bulmaz bende öğrenecektim bu kayma işini. Ben sakin sakin elimdeki sopayla yere çakıp ilerlerken ayağımın biranda kayması ile çığlık atmış aşağı doğru hızla kaymaya başlamıştım. Düşmediğim gibi o kadar hızlı ilerliyordum ki beni gören kenara çekilmek zorunda kalıyordu. Korkudan gözlerin dolmuş hala çığlık atıyordum. Gerçekten bu olmak zorunda mıydı?
Ben çığlık atarak aşağı doğru giderken dengemi kaybetmiş bir anda ayağımdakiler birbirine girmişti. Karın içine düşmeyi beklerken bir anda belimden tutulup çekilmem ile şokla gözlerimi kapattım. Kalbim deli gibi atıyordu. Korkudan kendimi kasmış, titriyordum.
"Tuttum seni."
Sıkıca kapattığım gözlerimi yavaş yavaş açarken artık kaymadığımı sabit bir şekilde karın üzerinde durduğumu fark ettim. Çok şükür ki düşmemiştim. Belimdeki kolun baskısı ile merak içinde beni tutan kişiye döndüm. Yeşil gözlerini bana dikip merakla bakan Sarp'tı bu. Anın heyecanı ile yutkundum.
"İyi misin bir şey oldu mu?"
Bana sorduğu soruyla tekrar ona baktım. Yüzlerimiz çok yakındı. Dudaklarının arasından çıkan sıcak hava dumanı yüzüme vuruyordu. Hala üzerimde olan korku ile sadece başımı salladım.
"Kızım kaymayı bilmiyorsun niye tek başına Tarzan gibi kara indin. Ya ben olmasaydım. Ciddi şekilde yararlanacağını düşünmüyor musun?"
Bana sinirle kurduğu cümleler canımı sıkmıştı. Sanki keyfimden indim ben kara.
"Bağırma bana."
"Bağırtma sende."
Sinirle belimdeki elinin üzerine koydum elimi. Çekmeye çalıştığımı fark edince daha sıkı sarıldı belime.
"Bıraksana. Bakarım ben başımın çaresine."
"He oldu bırakayım da düş."
"Sana ne ya hödük müsün sen. Bırak diyorum."
Dediklerimi duymamış gibi yine o meşhur gülümsemesini taktı dudaklarına.
"Hödük ha. Sevdim bunu."
Sinirle kapattım gözlerimi. Allah'ım beni mi sınıyorsun?
"O kadar şey dedim buna mı takıldın sen?"
"Huyum kurusun işime geleni duyuyorum sadece."
Gerçekten sınanıyor olmalıydım yoksa bunun bir açıklaması olamazdı.
"Sen niye hep dibimdesin benim ya. Demedim mi ben benden uzak dur diye?"
"Bende uzak durmuyorum dedim. Hem." dedi bulunduğumuz hale bir göz atıp. "Teşekkür edeceğine hala nankörlük ediyorsun. İyi ki dibindeymişim yoksa hastanelerde sürünecektin."
"Bir düşmeyle ölmem merak etme sen."
Dediklerim ile kafasını biraz daha eğip daha çok yaklaştı bana.
"Ediyorum ama ne yapacağız?"
Dediklerine anlam veremiyordum. Yeşil gözlerini öyle bir dikiyordu ki gözlerime ne yapacağımı bilemedim o an. Şu an zaten onu düşünemezdim. Yakınlığının verdiği rahatsız edici konumdan uzaklaşmak için başımı geriye çekip aşağı doğru baktım.
"Bırak beni işim var. "
"Ne işi söyle bakalım."
Hala onun sayesinde ayakta durmak canımı sıkıyordu. Mahallede kayarken hiç bu sıkıntılar olmuyordu. Ne güzel tek başımıza kayıyorduk.
"Arkadaşımın kamerası düştü aşağılara yuvarlandı. Onu arıyoruz. Bende bu yüzden piste indim zaten."
"Bir kamera için mi yani?"
Sinirle tekrar ona baktım.
"Bir kamera değil o. Arkadaşım için çok önemli."
Anladığını belirtmek için başını salladı.
"Peki nasıl arayacaksın? Bıraksam düşeceksin farkındaysan."
Ne yazık ki doğru söylüyordu. Belimdeki elini bıraksa belki olduğum yere direkt düşecektim.
"Bak ne diycem. Beraber arayalım."
Dedikleri ile başımı itiraz etmek için salladım.
"Gerek yok ben hallederim."
"Ne inat çıktın ya. Yardım edeyim sana işte. Merak etme canını sıkacak bir şey söylemem."
Kararsız bir şekilde gözlerine baktım. Yeşil hareleri evet dememi bekler gibi bakıyordu. Gözlerimi ondan çekip aşağıya doğru baktım. Buradan sittin sene sağlam çıkamazdım ben. Kesin düşer bir yerimi yaralardım. Sıkıntı ile tekrar Sarp'a döndüm.
"Tamam."
Bunu dememi bekler gibi güldü bana. Bence gülmek için yer arıyordu. Diğer elini de belime atıp yönümü aşağıya döndürdü. Bir eli belimde diğeri ile elindeki sopayı tutuyordu.
"Hazır mısın sakar kız?"
Kulağımın dibindeki dudakları ile yutkundum. Yakınlığı sinirimi bozmuştu.
"Az uzak dur."
Söylediklerini duymadan cevap vermem onu yine güldürmüştü.
"Bulalım bakalım şu önemli kamerayı. Sıkı tutun."
Cümlesi biter bitmez karda aşağı doğru kaymaya başlamıştık. Tek başıma bu kadar iyi kayamazdım buna çok eminim. Sarp o kadar profesyonel kayıyordu ki hayran kalmıştım. Diğerli gibi hızlı da gitmiyordu. Tamam hızlıydı ama yine de etrafı izleyebiliyordum.
O beni yönlendirirken bende yerlere kamera var mı diye bakıyordum. Artık ağaçlık kısımlara gelmiştik ama ortalıkta hiçbir şey görünmüyordu. Nereye gitmişti bu kamera. Sarp düşmemem için belimi daha sıkı tuttuğunda gariptir ki kendimi güvende hissediyordum.
"Emin misin buralarda olduğuna. Epeyi yol gittik."
Bağırarak konuşması ile bende bağırdım.
"Bilmiyorum ki nereye gittiğini."
"Samanlıkta iğne olayına döndü bu olay."
Haksız değildi. Bir de gerek olmamasına rağmen bana yardım ediyordu. Biraz daha ilerlediğimizde iki ağacın arasında yerde bir şey takıldı gözüme. Kamera mıydı emin değildim ama merakla Sarp'a bağırdım.
"Bak orada bir şey var. Bakalım."
Sarp bizi o yöne doğru ilerletip daha sıkı tuttu beni. Yaklaştıkça heyecanlanıyordum. İki ağacın yakınına geldiğimizde zorda olsa yavaşlayıp durmuştu. Merakla yerdeki şeye baktım. Gerçekten de Timur'un kamerasıydı bu.
"Sarp bulduk."
Heyecanla ona dönüp konuşmuştum. Bu heyecanım ile bana tebessüm etti. Belki de yüzünde ilk kez ukala olmayan bir gülümseydi bu. Daha fazla vakit harcamadan Sarp'tan ayrılıp yere eğildim.
"Dikkat et."
Uyarısını göz ardı etmiştim. Yerdeki kamerayı elime aldığım da mutluydum. Tam doğrulacakken ağaçtan üzerime doğru gelen bir şey ile çığlık atıp geriye sıçramam bir olmuş ve maalesef dengemi kaybedip yere düşmüştüm. Kendim ile birlikte Sarp'ı da düşürmüştüm.
Yere düşmemizin etkisi ve yerin kaygan olmasıyla beraber aşağı doğru yuvarlanmaya başladık.
"Nisan!"
Sarp ellerini kafamın etrafına sarıp beni koruma altına alırken hızla yuvarlanmaya ve kaymaya devam ettik. Anın korkusu ile çığlık atıp duruyor ve ağlıyordum. Ne kadar yuvarlandık bilmiyorum ama yüksek bir yerden düşmemiz ile canım çok acımış, o acıyla da inlemiştim.
Sonunda durduğumuzda Sarp üzerime denk gelecek şekilde yatıyorduk yerde. Üzerimdeki ağırlığı oldukça fazla geliyordu bana. Zorlukla elimi omzuna koyup sarstım.
"Sarp."
Sarp benim ona seslenmemi bile takmayıp hareketsiz bir şekilde üzerimde yatıyorken içimi endişe kaplamıştı.
"Sarp kalksana."
Hiçbir şekilde ses çıkmıyordu ondan. Korkuyordum. Ya bir şey olduysa?
"Sarp duymuyor musun beni?"
Hala ses çıkmıyordu. Üzerimde hareketsiz bir şekilde yatması beni çok korkutuyordu. Bu şekilde yatarak bir şey yapamayacağımı anladığımda bütün gücümü toplayıp üzerimden itmeye çalıştım. O kadar ağırdı ki neredeyse hareket bile etmemişti. Ama mecburdum. Tekrardan gücümü toplayıp ittim. Biraz hareket ettirdiğimde yerde kayarak altından çıkmaya çalıştım. Zar zor altından çıktığımda yere yüz üstü yatan Sarp'a bakakaldım.
"Sarp!"
Sırt üstü yatırmak için kolundan tutup kendime doğru çektim. Ağır olduğu için zor olmuştu ama sırt üstü yatacak şekle geldiğinde biraz da olsa rahatlamıştım. Sarp gözleri kapalı öylece yatıyordu. Kumral saç tutamlarının kıyısı kırmızı kana bulanmıştı. Şokla elim ağzıma gitti.
"Bir şey oldu bir şey oldu. Sarp uyan lütfen."
Yanına çöküp elimi yanağına koydum. Kesinlikle hareket etmiyordu. Ne yapacağımı şaşırmış, aklımı da çalıştıramıyordum.
"Sarp uyan lütfen."
Ne sesim ona ulaşıyordu ne de hareket ediyordu. Gözlerimden yaşlar tek tek akmaya başladı. Gözümden düşen bir damla yaş yanağına düştüğünde ne yapacağımı bilemeyerek başımı omzuna koyup ağladım.
Korkunun verdiği durum ile ağlamadan duramıyordum. Omzumda ağladığım beden hafiften hareket ettiğinde hemen kafamı kaldırdım. Gözleri açık değildi ama yüzü buruşmuş şekilde inlemişti.
"Sarp bana bak. Aç gözlerini lütfen."
Buruşturduğu yüzü ile hafiften gözlerini açıp bana baktı. Yeşil gözlerini gördüğümde derin bir nefes çektim ciğerlerime. Çok şükür ki bir şey olmamıştı.
"Umarım bu göz yaşları benim içindir sakar kız."
Duyduğum cümle ile yüzümde bir gülümseme geçti. İyidi.
Gözleri tamamen açıldığında bana baktı.
"Daha çok bakışmak isterdim de. Birilerini aramamız lazım. "
Söyledikleri ile hemen kendime gelip cebime attım elimi. Cebimin içindeki telefonu çıkarttığımda hemen açma tuşuna bastım. Çok şükür ki telefonuma bir şey olmamıştı. Hemen en son arama olan Ada'nın üzerine tıkladım.
Telefon kulağımda, gözlerim Sarp'ın üzerindeydi. O da bana bakıyordu yattığı yerde. Telefon çaldı çaldı tam kapanmaya yakın açıldı.
"Nisan. Allah aşkına neredesin sen. Diğerleri geldi sen yoksun ne kadar aradık seni."
Susmadan konuşan Ada ile gözlerimi kapattım.
"Ada dur lütfen. Yardıma ihtiyacımız var."
"Ne yardımı, kim var yanında? Bir şey mi oldu?"
Ada yine ardı ardına konuşurken araya girdim.
"Ada biz Sarp ile birlikteyiz. Sabah asansörde gördüğün çocuk. Kamera ararken bir yerden düştük. Sarp yaralı bende onu tek başıma kaldıramam. Lütfen diğerlerine de söyle bize yardım etsinler. "
"Tamam tamam neredesiniz peki?"
"Bilmiyorum ama konum atarım hemen."
"Tamam at hemen bende diğerine söyleyim."
"Tamam."
Aramayı sonlandırıp WhatsAppa girdim. Bulunduğumuz konumu mesaj olarak attım Ada'ya. Bu işi hallettiğim için gülerek cebime koydum telefonu. Hala yattığı yerden bana bakan Sarp'a döndüm.
"Birazdan bulurlar bizi. Merak etme sende iyi olacaksın."
Yeşil gözleri ile hala bana bakan Sarp elini yavaşça kaldırıp ona doğru eğilen benim saçlarımdan bir tutmanı eline aldı. Ben yaptığı ile öylece ona bakarken o hiçbir şekilde bakışlarını benden çekmiyordu. Ne yapmaya çalıştığını anlamadığım gibi ortamda oluşan rahatsız edici sessizlikte canımı sıkmıştı. Biz öylece bakışırken söylediği cümleler ile kalbimin hızlı atması bir olmuştu.
"Merak etmiyorum sakar kız. Yanımda sen varsın sonuçta."
[]
Bölüm nasıldı?
Hikâye akışı umarım bozuk değildir.
Hepiniz seviliyorsunuz💙✨
Okur Yorumları | Yorum Ekle |