19. Bölüm

18

Esra Yanar
esrayanar

 

 

Selam çukulatammmm, bölümü düzenlemeden paylaşıyorum, yanlışlar için kusura bakmayın şimdiden. Veeeee yorumlarda buluşalım tmm mı

 

 

•∆•

Yorgunluktan gözleri kapandığı sırada Merih'i odasına göndermek için kırk takla atmam gerekmişti. Çay eşliğinde yaptığımız sohbet ikimize de yetmemişti ama gece yarısını epey geçmişken daha fazlasına uykusuz gözlerimiz dayanamazdı. Sabah erkenden işe gidecek olan Merih ise uyumamak için diretiyordu. Çenem sayesinde galip geldiğim savaştan göğsümü gererek çıkarak mutfağa geçtim. Kirli bardakları makineye dizerken Merih'in lavaboya girdiğini gelen seslerden anladım. Dolan makineyi çalıştırıp ellerimi yıkadıktan sonra mutfaktan çıkarak kalacağım misafir odasına yol aldım. Yanıma aldığım eşyalar içinden pijamalarımı bulup giydikten sonra yatağa geçmekten vazgeçip Merih'in yanına gitmeye karar verdim. Onunla uyumayacaktım ama çok öpesim gelmişti. Odasının önüne sakin adımlarla ilerleyip fazla sesli olmayacak şekilde kapısını tıklattım. "Gel güzelim." Dudaklarım gerilip ufak bir gülüşe ev sahipliği yaptı anında. Kulpu tutup hafifçe araladığım kısımdan başımı içeriye uzattım sırada, "Müsait misin?" Diye sorup bakışlarımı odanın içinde gezdiriyordum nerde olduğunu, ne yaptığını anlamak için. Yatağının kenarında oturmuş elindeki telefonda bir şeylerle uğraşıyordu. Üzerini değiştirmişti. Siyah atlet ve siyah eşofman altıyla olduğundan daha genç gözüküyordu. Normalde de yaşını gösteren bir adam değildi ama bu haliyle iyice çıtır çerez olmuştu. "Müsaitim yavrum, gel hadi yanıma."

Hiçbir şey söylemeden tam önüne gelene kadar yürüdüm. Oturduğu yerden yüzümü görebilmek için başını kaldırmış meraklı gözlerle beni izliyordu. Duygularını tamamen gizleyebilen bir adam olduğunu ilk karşılaştığımız günden beri biliyordum ama yalnız kaldığımız an ne var ne yoksa önüme seriyordu gözleri. Duruşu sayesinde yüzü komple meydanda duruyordu. Ellerini yanlarından arkaya doğru atmış vücudu hafif bir açıyla geriye meyletmişti. Bütün ağırlığını kollarına yükleyişiyle kasları gerilmiş, çok ince olmayan damarlarını ortaya çıkarmıştı. Kollarındaki kıvrımlara dalıp gittiğimi fark edip boğazını temizledi. Bakışlarımı kaçırdım. Odasına önceden gelmemişim, oturduğu yatakta onunla beraber uyumamışım gibi incelemeye aldım. Bu halimin uzunca bir süre devam etmesini istemediğimden geliş amacımı hatırlayıp hâlâ aynı pozisyonda duran Merih'in dizlerine avuç içlerimi bastırarak üzerine doğru eğildim. İfadesinin donuşunu anbean izlerken onu şaşırtıyor olmak sıkıntıyla boğuşan kalbimi ferahlatıyordu. Ona yaklaşıyor olmam nefeslerini hızlandırırken kendini çabucak toparladı. Normal seyrine dönen nefesleriyle beni izleyen adamın yanaklarını koklayarak öptüm. "İyi geceler, sevgilim."

Dizlerindeki ellerimle kendimi geriye atıp ayaklanacağım vakit yatağa yasladığı kollarını çekip belime sardı, gitmeme izin vermemişti. Dikleştirdiği vücudu yüzlerimiz arasında resmen mesafe bırakmamıştı. Sıcak nefeslerini yüzümde hissetmek derince yutkunmama, yutkunuş sesimin sessiz olan odada yankılanmasına sebep oldu. Memnuniyetle homurdanıp burnunun ucunu burnumun ucuna sürttü. Bebekleri güldürmek için yaptığımız bu harekete onun tarafından maruz kalacağımı hiç düşünmezdim, hazırlıksız yakalanmıştım. Bu kadar yakınlık öldürecekti beni. Düşüp bayılacaktım şimdi kollarının arasında. Burnunu geriye çekmeden önce yok denecek kadar az gözüken yara izine değdirip dudaklarını bastırdı. Ardından dudaklarını çekip burnunu sürte sürte gerisin geri burnuma getirip aynı hareketi tekrarladı. Az önce öptüğünün aksine tarafa geçerek öptü bu sefer. Öpücükleri beni mayıştırıp kedi gibi mırlamama neden olmasın diye insan üstü bir çaba sarf ediyordum şu an.

Yüzünü geri çekti sessizliği boğuk sesiyle bozup kollarını gevşetti. "İyi geceler yavrum ama yine kaçak oynuyorsun, öyle öpüp sonra gitmek yok artık." Kollarının arasından çıkmama izin vermesi işlevini kaybeden beynim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Kaskatı kesilmiştim. Ben yanaklarını öpüp arkama bakmadan kalacağım odaya kaçmayı planlamıştım ama Savcının kanatları etrafımı kuşatıp planlarımı bozmuştu. Bence üzerine eğildiğim sırada afallaması da oyundu. Beni gafil avlamak için avcı kılığını kenara bırakmış av olmuştu. Asıl avı kapana girince de üstünde eğreti duran av maskesini çıkarıp atmıştı. Sinirle homurdandım. "Kurnaz avcının av olduğunu düşünmek benim aptallığımdı."

Sinsice sırıtmasını görmemle kaşlarımı aynı anda çattım. "Bazen asıl avı yakalamak için tilki olmak gerekir güzelim. Üstelik sen benim sadece avım değil dönüp dolaşıp geleceğim kürkçü dükkanımsın."

 

 

 

 

•∆•

 

Gece yerini gündüze bırakmaya hazırlanırken bir karmaşa yaşanmış, gökyüzü boğuk gri renginden bir türlü vazgeçememişti. Havanın kasveti alışılmışın dışında bir şekilde ruhumu boğuyordu. Uzandığım yatakta bakışlarımı cama çevirmiş gördüğüm kadarıyla dışarısını seyretmeye çalışıyordum. Kaç saat uyuduğumdan bihaberdim. Saatin kaç olduğunu da bilmiyordum ama içerisi havalansın diye iki dakika açayım dediğim camın ardından yüzüme vuran soğuk hava hâlâ sabahın çok erken saatlerinde olduğumuzu düşünmemi sağlamıştı. Yatağa tekrar geçmeden önce perdeleri açık bıraktım. Kasvetli havaya ek olarak içimi kemiren korkunç bir his vardı. Sanki canımı temelinden sarsan bir şey olacaktı. Geldiği zaman hep üst üste geliyordu zaten kötü olaylar ama bu sefer hemen karşımdaki odada uyuyan adamın varlığı bile bana iyi gelmiyordu. Aksine şu an onun varlığı boğazımı düğümlüyordu. Ona bir şey olma düşüncesiyle boğuşurken kapattığım camın ardından duyulan rüzgarın sesi kendimi olacak kötü olaylara hazırlamam için sertçe uyarılar gönderiyordu sanki.

Olmuyordu. Yaşadığımız bunca olayı geride bırakıp bir türlü düzlüğe çıkarmıyorduk. Ne kadar kötü ihtimal varsa kafamın içinde yerlerini almış içten içe çürümeye başladığımın temelini atmışlardı. Nasıl yapacaktık? O adamla karşı karşıya kalıp tehdit edilişim bile dün yaşadıklarım göz önünde bulundurulunca hiçbir şeymiş gibi geliyordu. Barbaros denen herifin yapabileceklerinin sınırı olmadığını görüp korkmuş, Feryal'den duymayı beklemediğim sözler işitmiştim.

Dünü takvimden silmek istiyorum.

Bedenim ürperdi. Yerimden kalkmak ve Merih'in kollarının arasına girmek isteyen tarafımı görmezden gelmek bir süre sonra çok zor gelmeye başladığından dağınık yatağı düzeltip odadan çıktım. Lavaboya geçip işlerimi sessizce hallettikten sonra yavru kedinin ne yaptığını merak ettiğimden adımlarımı salona yönlendirdim. Sesi soluğu çıkmayan kediyi koltuk altlarında bile bakınıp bulamayınca mutfağa, orda da bulamayınca diğer odalara bakmaya başladım. Kapımın bütün gece kapalı olduğundan emin olsam bile şüpheye düşüp kaldığım odayı kontrol ettim. Bütün bu süreçte pisi pisi demeden kedi aramak çok eksik hissettirmişti.

Hiçbir yerde yoktu. Barbaros'un her şeyi öğrenerek buraya gelip onu bulduğunu düşünmek nefesimi sekteye uğrattı. İhtimaliyle elim ayağım birbirine dolanırken dün yaşadığım şeyler bir bir kafamın içinde film kasedi gibi oynamaya başladı. Akmak için an kollayan yaşları başımı geriye atıp yukarı bakarak geriye gönderdim. Tek bakmadığım yer Merih'in odası kalınca, "Umarım ordasındır küçük yaramaz," diye fısıldayarak hızlı adımlarla kapısına varıp nefesimi titrekçe bırakarak kapısını araladım. Bakışlarımla odayı taradıktan sonra ela harelerimi Merih'in yatağına çevirdim.

Gördüğüm görüntüyle kalbim kasıldı. "evin içinde evini mi buldun?"

Birkaç küçük adımla odanın içine girip kapıyı ardımdan kapattım. Merih bir kolunu yastığın altından geçirmiş yüz üstü yatarken havanın soğukluğuna aldırmadan gece üstündekini çıkarmış Tarzan gibi üstü çıplak uyuyordu. Yapılı sırtı ve omuzlarını izlemedim bir süre. Kayıp yavruysa hemen yüzünün yanında yastığın boş kısmında mırlaya mırlaya uyurken Merih'in parmaklarına başını yaslamıştı.

Büyük ihtimalle Merih gece uyanınca yanına almış başını severek uyutmuştu. İşte bunu gerçekten kıskanmıştım. Görüntünün tatlılığı yüzümde büyük bir tebessüme yol açtı. Parmak uçlarımda yürüyüp yatağa yaklaştım. Keşke telefonum yanımda olsaydı da bu anı kaydedebilseydim.

Elimden gelseydi bu ana hapsolmak isterdim, baktığım adamın içime işlediği huzurla bir ömür yaşamak.

Yatağın başlık kısmına geçip kediyi uyandırmadan tüylerini sevdim biraz. Merih çıkardığım adım seslerine uyanmamıştı. Uyanmaması için ekstra özen gösteriyordum ama. Kedi de büyük ihtimalle beni Merih sanıyordu. Öyle sanmaya devam edebilirdi. Huzursuzlanıp huysuzluk yaparak Merih'i uyandırması yerine beni o sanması gayet kabul edilebilirdi şimdilik.

Bakışlarımı yavrudan çekip kendi yavruma çevirdim. Yani Merih'e. Gözlerim yüzünde asılı kaldı. Ona içimden yavrum dediğimi bilseydi benimle epey dalga geçeceğinden oldukça eminim. Bakışlarımı uzun bir süre kapalı gözlerinde, dolgun dudaklarında, benimkinin aksine gayet düzgün sıralanmış kirpiklerinde gezdirdim. Kalbim sevgiyle kasıldı. Ona olan hislerim gün geçtikçe önünü kesemediğim bir hızla artarken bu durum beni en az Barbaros'un yapacakları kadar korkutuyordu.

Onu daha ne kadar tanıyordum ki, tam şu an göğsümde uyutmak istiyordum?

Saçları alnına doğru dökülmüştü. Uyurken sürekli karıştırıp darmadağınık yapması benim de saçlarıyla oynama isteğimi körüklüyordu. Keşke onunla uyusaydım ama çok erkendi.

Hafifçe kıpırdandı. Elimi hâlâ sevdiğim kediden anında çekip bir adım geriye attım yakalanacağım korkusuyla. Beni burda görünce sapık gibi onu dikizlediğimi düşünür müydü? Halbuki daha gözlerimi bedenine değdirmemiştim.

Korkudan tuttuğum nefesimi ağır ağır bırakıp ela gözlerime hareket et emri verip çenesinden boynunda ay gibi parlayan adem elmasına, adem elmasından kaslı göğsüne, ordan da sıkı kaslarla süslediği karnına çevirdim. Bir kolu yastığın altında olduğu için görüş açım kısıtlıydı ama gördüklerimde içimi kıpır kıpır etmeye yetmişti. Yunan heykeli gibi adamdı mübarek. Giydiği kıyafetler kesinlikle vücudunu çok iyi sergilemek dışında çok iyi de saklıyordu. Karnında gezinen bakışlarımı daha aşağılara çevirme isteğimi belinde duran yatak örtüsü engelledi, ki şu an örtüye minnettardım. Kendimi sapık röntgenciler gibi hissetmeme engel olmuştu. Hormonlarım regl yüzünden tavan yapmıştı. Evet, bütün suç regl oluşumundu. Tamam sevgilimdi ama ilk günden bu kadar dikizlemek yanlıştı. Çok yanlıştı.

İçimde gezmeye başlayan huzursuz hisler bakışlarımı tekrar yüzüne çıkarıp huzurlu ifadesini görmek istememe neden oldu fakat Merih hareket edip yatış pozisyonunu değiştirince çektiği kolunun altında saklanan kaburgasındaki yara izini gördüm. Kalbim burkuldu canının yandığını düşününce. Aklımı yitirdim sandım. Daha kendime ne yapıyorsun diyemeden bir dizimi yatağa bastırarak üzerine eğilip yarasına dokundum.

Merih bu anı bekliyormuş gibi bileğimden yakaladığı gibi beni iyice yatağa çekti. Hangi ara sırtım yatağa değdi hangi ara Merih'le dudak dudağa geldim anlamadım. Dehşetle açılan ağzımı Merih'in sıktığı çenesi ve alev alev yanan gözleriyle bana baktığını fark eden beynim sayesinde kapattım. Koyulaşan gözleri yırtıcı bir hayvan edasıyla beni izliyor, yanlış bir hamle yapıp ona beni parçalaması için fırsat vermemi bekliyor gibiydi.

Aynı anda o kadar fazla şeyi hissetmek damağımı kuruttu, dilimle dudaklarımı ıslatıp derince yutkundum.

Yaklaştı. Nefesi nefesime karışırken ne diyeceğimi bilemediğim birkaç dakikanın sonunda hipnozdan çıkar bir edayla irkildim. Kendime gelmeye çalışıp, içinde kaybolduğum gözlerinden bakışlarımı kaçırdım. Yakınlığı aklımı en yakın uçurumdan aşağıya atmışım gibi hissettiriyordu. Salaklaşmıştım.

Dudaklarımı açıyor, cümle kuramadığım için geri kapatıyordum. Benimle birlikte aynı hareketleri tekrarlaması sağlığım açısından hiç iyi değildi. Ölecektim burda.

"Ben, şey, şey işte, ne yapıyordum da buraya geldim ya," diye kısık sesle mırıldandım. Koluma değen patiyle biraz olsun burda olma nedenim aklıma geldi. "he, kediye baktım da, evet, evet kediye baktım ama yoktu salonda, mutfakta da yoktu tahmin edersin ki. Sonuçta burada, seninleymiş." Cümlemin sonunda sesim içime kaçtı. Eğilip dudağımın kenarına ufak bir buse kondurmuştu çünkü. Titredim. Ve emindim ki titrediğimi gördü, hissetti.

"Bebeğim, bana temas ettiğinde mi hissettim sence ben seni? Kapı açıldığından beri uyanığım. Bakışlarını üzerime dikip beni izlerken uyumam mümkün mü? Değil."

Uykusundan yeni uyanmışken çıkan boğuk ses tonu içimde bir yerlerde kıyameti kopartmak için an kolluyordu resmen. Deliriyordum. Düşünme yetimi kaybetmiştim. Üstümdeki etkisinin farkında olarak dudakları kıvrıldı. İki yanımdan yasladığı kollarını şınav çekme pozisyonuna getirerek beni kollarının arasında kafesledi. Göğsümün içinde heyecandan kafesin demir parmaklıklarına kanatlarını çarpa çarpa uçan serçeden haberi var mıydı? Yaralanmayı umursamadan kendini demirlere atıyordu.

Bedenime temas eden hiçbir uzvu yoktu. Sırtımı yatağın boş kısmına bastırdım. Parmaklarımla uyandığımda üstün körü düzelttiğim saçlarım gece üzerine örttüğü örtüye yayılmıştı. Bacaklarını birleştirip dizlerini dizlerimin hizasına yatağa iyice yerleştirdi. Üzerimde dirsekleri sayesinde yükselmiş, yukarıdan aşağıya bana doğru bakıyordu. Alev bakışları hâlâ sönmemiş, beni cayır cayır yakmak için harlanıyordu. Alttan titreyen bakışlarla artık dudaklarımdan çok burnuma yakın olan dudaklarına bakmamak için kendimle savaşıyorum. Biliyordum çünkü. Bir kez baksam dizginlerimizi kaybedecektik.

Yan duruşum onu rahatsız edecek bir hale sokmuyordu ki gayet rahat bir şekilde, zorlanma belirtisi göstermeden, kıpırtısız bana bakıyordu. Bakışlarımın titrediğine emindim, çok heyecanlıydım ve kendimi aptal durumuna sokacak şeyler yapmaktan çok korkuyordum.

Üstelik regl krampları çeken, hormonları tavan yapmış biri olarak onun sadece varlığıyla uyarılmış hissediyordum. Doğru düzgün sevgilim olmamıştı bu zamana kadar çünkü önceliğim her zaman farklıydı, kariyerimdi, işimdi. Merih her şeyi yoluna koyduğum bir zaman diliminden sonra, hayatım tekrar tepetaklak olmuşken varlığını önüme sermişti ve ben bu sefer önceliğim olarak onu listenin başına koymak istemiştim.

Buna ise dün korkudan ne yapacağımı bilmediğim bir anda ona sonsuz güvendiğimi fark etmemle karar vermiştim. Ölüm vardı ve dönemeyeceğim tek yolun ölüm olduğunu biliyordum. Çok erken yaşta öğrenmiştim.

Sevdiğim birine onu sevdiğimi söyleyemeden ölecek olma düşüncesi beni kapana kısılmış gibi hissettireceğinden hislerimi kendime saklamaz söylerdim. Sanırım o yüzden ağzımdan çıkanları kulağım duyduktan bir süre sonra idrak edebilmiştim. Dur durak bilmeden rezil oluyordum resmen.

"Merih ne yaşansın istiyorsun? Heyecandan bayılayım mı kollarında? Çok sevmekten öldü diyecekler sonra hakkımda."

Ben söylediklerimin şokuyla bir karış açık ağzımla ona bakarken bu sefer durmadı. Eğilip alt dudağımı iki dudağının arasına alıp içine çekerken bütün vücudum elektrik akımına kapılmış gibi ardı ardına titremeye başladı. Sıcak dudakları heyecandan kuruyan dudaklarımı sırayla içine çeke çeke öperken olayı kavramam uzun sürdüğünden ufacık ısırıp ona karşılık vermem gerektiğini hatırlattı bana. Dudaklarım sözsüz emriyle harekete geçti, üst dudağını onun bana yaptığı gibi dudaklarımın arasına hapsedip öptüm.

İstediği karşılığı alan Merih'in dudakları dudaklarımın üzerinde arsız bir gülümsemeyle gerildi. Farkında olmadan kıkırdadım. Sarhoş gibi hissediyordum. Beynimin içinde gri bir sis bulutu vardı ve zevkle beni ele geçirmiş gibiydi. Kasıklarımda toplanan şehveti görmezden gelmek eziyet gibiyken bacaklarımı dizlerimden kırıp kendime doğru çekerek birbirine bastırdım. Hareketimi hisseden Merih ağzımın içine doğru öpüşmemizi kesmeden inledi.

Onu deli gibi istediğimin farkına varmış mıydı?

Yatakta sere serpe duran kollarımı kaldırıp boynuna sardım. Parmaklarım ensesindeki saçlarına dolanıp usulca asılırken onu kendime çekerek aramızdaki boşluğu sıfıra indirmeye çalışıyordum çaresizce. Boğazıma tırmanan hislerle daha fazla dayanamayıp dudaklarının arasına inledim.

Merih sonraki dakika ellerini belime sararak pozisyonumuzu değiştirdi. Şimdi o yatağın başlığına sırtını dayarken ben kucağında ata biner gibi duruyor ve ona birazcık da olsa yukardan bakıyordum. Göz bebekleri bir ton daha koyulaşmıştı. Ondan farkım olmadığına emindim. Dudakları öpüşmemizin etkisiyle şişip kızarmış, daha dolgun duruyordu. Onu sürekli öpmek, öpe öpe bitirmek istiyordum.

Ve bunu yaptım. Dudaklarımızın ayrılmasına iki saniye dayanabilmiştim. Alt dudağını dişlerimin arasında ezerken belimdeki elleriyle beni iyice kendine çekti. Kasıklarımda kaynayan hislerim ona sürtünmemi istiyor, beynimin gerisinden yükselen uyuşukluk hareketlerimi yönetmemi engelliyordu. Ellerim saçlarının arasında, çıplak kollarında gezinip karnına indi. Sıkı kaslarına dokunmak keyifle mırıldanmama neden oldu. Parmak uçlarım şu an bu halde olmamızın asıl sebebine, kaburgasındaki yaraya değince, duraksadım. Merih duraksadığımı fark edince geri çekilip ne olduğunu anlamak isteyen gözlerle gözlerime baktı.

Ona bir şey söylemedim, düşünmedim bile, cevabı eğilip yarasını öperek dudaklarım zaten vermişti. Anladığını da sırtımı dikleştirip tekrar gözlerine bakacağım pozisyona geldiğimde yüzünde görmüştüm. Gözleri şimdi şehvetle değilde şefkatle bakıyor, dudakları arsızca değil içtenlikle gülümsüyordu. Aramızdaki çekim böylece dağılırken aklım yeni yeni geriye geliyor, bulunduğumuz konumu gözüme sokuyordu. Kucağındaydım. Ve daha fazlasını isteyen tarafım hâlâ bangır bangır bağırıp neden durduğumu sorguluyordu.

Tutku yerini utanç duygusuna bırakıp defolurken yanaklarımın kıpkırmızı olduğunu ancak anlayabiliyordum. Dışardan bakıldığında da görüldüğüne emindim çünkü Merih'in gülüşü yine arsızlığa evrilmişti.

Kızarmış yanaklarımı öpüp, "Günaydın güzelim," derken kulağıma yaklaştırdığı dudaklarından çıkan sesi oldukça keyifli geliyordu. "hiç bu kadar güzel bir sabaha uyanmamıştım. Teşekkür ederim."

"Günaydın." Mırıltımın kediden farkı yoktu. Boğazımı temizleyip yanaklarını tüy hafifliğinde öpüp bakışlarımı kaçırdım. Ellerimin hâlâ karın kaslarının üzerinde olduğunu ise o an fark edip arkamda birleştirdim. Bir an önce kucağından kalkmam ve odasını terk etmem gerekiyordu. Ayaklarımın uyuşuklukla karıncalanmasıysa evrenin bana bir taraflarıyla gülerek cevap veriyor oluşundandı kesinlikle.

Boğazımı yutkunarak ıslatmaya, bozulan nefesimi düzene koymaya çalışırken asla ona bakmıyor, görmeyen bakışlarımı odasında gezdiriyordum. Gözlüğüm yokken zaten flu gördüğümden şu an gözüme inen perde yüzünden hiçbir şey görememeyi dert etmiyordum. Dudaklarımı gayri ihtiyari yaladım, öpüşmemizin etkisiyle şişip uyuşmuştu. Merih'in bedeninin kasıldığını hâlâ kucağında oluşum yüzünden bacaklarımın iç kısmında hissettim. Açık olan bacaklarımı hareket ettirebilseydim birbirine bastırırdım ama şu anda öyle bir lüksüm yoktu.

Bünyeme fazla gelen hislerin içinde boğuşurken Merih elini uzatıp yanağımı avuçladı. "Şu yanaklara bak. Elma gibi kıpkırmızı oldun resmen yavrum. Ben şimdi seni ısırmadan nasıl durayım?" Arsızdı bu adam.

"O senin problemin Merih, kalk hadi kahvaltı yapalım. Hem saat kaç hiç bakmadım ben kediyi arıyorken, sonra kendimi burda buldum. İşe geç kalacaksın."

Sırıtarak beni izlerken normal rengine döndüğüne emin olduğum yanağımdan makas alıp, "Emin ol kalktım yavrum," dedi. Yarım bıraktığı cümleyi, "her anlamda." Diyerek bitirince yeniden utandım.

Sayesinde an itibariyle tartılınca altmış kilo gelen kocaman bir kırmızı elmaydım.

 

 

 

 

•∆•

 

Birlikte hazırlayıp yaptığımız kahvaltıdan sonra Merih üzerini değiştirip hızlıca evden çıktı. Söylediğine göre geç kalmamıştı ama ben yan yana durduğumuz süre boyunca utandığımdan onu evden göndermek için türlü yollar arıyordum. Ya da bir kez daha üzerine atlayıp öpmekten, işe geç kalmasına neden olmaktan korktuğum için de olabilirdi. Bilmiyordum. Giderken dudaklarımdan ufak bir buse çalmış öyle gitmişti.

Onu gönderip mutfağı toplamadan önce yavruyu kontrol etmiş Merih'in aldığı oyuncaklarla oynadığını görmüştüm. Şimdiyse yapacak başka işim olmadığından boş boş koltukta oturup, kapalı televizyon ekranını izliyordum. Merih varken her şey daha kolaydı belli ki. O gidince unutmak istediğim tüm kötü olaylar çoktan kronolojik sırasına göre kafamın içinde dönmeye başlamıştı.

Düne kadar her şeyi birlikte atlattığımız yakın arkadaşımı tanıdığımı düşünürdüm. Kendimi geri plana atıp onun için savaşırken dün duyduğum cümlelerden sonra kemiklerimi kıran bir pişmanlıkla dolup taşıyordum.

Benim kimsem yoktu. Annem ve babamı ortaokul mezuniyetimden dönüşte trafik kazasında kaybetmiş, abimiyse annem ve babamdan çok daha genç bir yaşta vatan uğruna şehit vermiştim. O gün eğer abim amcamın arabasında olmak yerine babamın arabasında olsaydı başıma gelecekleri düşünmek bile istemiyordum. Kolum kanadım olmuş, benden sonsuza kadar gitmeden önce beni koruyup kollamıştı.

Onu da kaybedince kimsesiz kalmıştım işte.

Akrabalarım vardı. Annemde babamda tek çocuk değildi ama abimi kaybettikten sonra tek başıma yaşamam onlara çok anormal gelmiş olacak ki sürekli beni biriyle evlendirmek istemişlerdi. En sonunda yaptıkları canıma tak edince hepsini reddetmiş, Feryal'in yanına gelmiştim.

Feryal çağırmıştı. Yaşadıklarımı detaylı bilmese de bir şeyleri biliyordu. Hâl böyle olunca dün duyduklarım yüreğime öyle ağır geliyordu ki. Ölmek istiyordum. Boğulduğum denize elini uzatıp beni kurtarmışken tereddüt etmeden elimi bırakmasını kaldıramıyorum. Gözlerim doldu. Kimsesizlik dört bir yanımı sarmış, sabah heyecandan kanatlarını kafesin demir parmaklıklarına çarpan serçenin boynunu bükmüştü.

Hiç kimse istenmediği yerde durmayı kendine yediremezdi.

Ben de yedirememiştim.

Eğer Barbaros belası olmasaydı gider otelde kalırdım çünkü daha önce Merih'in evine gelmiş olsam da herkesin oturttuğu bir düzeni vardı. Onu rahatsız etmeyeceğimi biliyordum. Bilmek kafamın içinde dönen olumsuz düşünceleri susturmuyordu. Şimdi bile Feryal'in kalbimi kırdığı gerçeğinden sonra düşündüğüm ilk şey 'acaba çok erken mi öpüştük?' oldu.

Yetişkin insanlardık. Birlikte olmak ve olmamak tamamen ikimizin karar vereceği, herhangi birinin söz sahibi olmadığı bir mevzuydu.

Tıpkı Feryal ve Dinçer'in ilişkilerinin beni ilgilendirmediği gibi.

Hayatımız Barbaros girince normal seyrinden çıkıp bambaşka bir yola sapınca ikimizde yönümüzü şaşırmıştık. Ben her şeyimi ona göre ayarlarken onun yalancı bir adamla sevgili olmasına sessiz kalamamıştım. Eğer Dinçer ona doğruyu söyleyip öyle sevgili olsaydı yemin ederim gıkım çıkmazdı. Yaşadıklarımı, korkumu sakince anlatırdım. Çünkü Merih'in yanıma gelmesiyle bütün korkum uçup gitmişti, sakinleşmiştim. Gerçekten bütün günümü anlatır, kritiğini yapardık.

Dinçer benim dostum değildi ama düşmanım da değildi. Sevgilimin yakın arkadaşıydı ve her şeye rağmen aynı ortamda olmak sorun olmazdı. Onun varlığını bir şekilde görmezden gelir, huzursuzluk çıkaracak bir şey yapmazdım. Yalan söylediğini bildiğimden ona karşı soğuk olmam benim tarafımdan bakıldığında gayet mantıklı görünüyor.

Ama Feryal'in beni olanlardan sonra merak edip aramaması, Dinçer'in ona gerçekleri söylemeden sevgili olduklarını düşünmek, Barbaros'un küçücük bir kediye eziyet çektirecek kadar cani olması üst üste gelmişti.

Başka zaman olsa yanımızda biri varken söylemeyeceğim şeyleri söylemiştim. Ben de insandım. Herkes kadar benimde hata yapma lüksüm olmalıydı ama bana bunu çok görüyorlardı. İlk fırsatta evim sandığım yerden kapı dışarı edilmiştim.

Sinirliydim ve canını sıkmıştım. Sinirliydi ve canımı yakmıştı. Bunun gerçekliği kırık kaburgamın ardından dışarı taşıyordu sanki.

Oturduğum yerden kalktım. Uyuşan bedenimi birkaç hareketle esnetip mutfağa geçerken aklımda dolabı kontrol edip tatlı yapmak vardı.

O kadar çok huzursuz hissettiğim şey vardı ki tam olarak yabancısı olmasam bile yabancısı sayıldığım bir evde rahatça dolaşmak beni huzursuz eden son şey bile değildi.

 

 

 

 

•∆•

 

Buzdolabına koyduğum borcamın içinde ıslak kek vardı. Üstünü hindistan ceviziyle süsleyip yeterince soğuduktan sonra dinlenmesi için buzdolabına koymaya karar vermiştim.

Ellerimi yıkayıp dağıttığım mutfağı toplarken kapının zili çaldı. Çalan zille duraksarken bakışlarım mutfağın camından görünen havaya kaydı. Akşam olmasına az kalmış gibi görünüyordu. Merih işten erken mi gelmişti acaba?

Parmaklarımdan damlayan su taneciklerini sandalyenin arkasına asılı havluyu alarak sildim ve aynı yerine astım. Hızlı adımlarla mutfaktan çıktım sonra. Merih geldiyse eğer çok fazla bekletmek istememiştim. Delikten bakmadan açtığım kapının arkasında gördüğüm yüzlerle afallarken bir an bakmadığıma pişman oldum.

Dinçer kapının önünde açılmasını beklerken hemen arkasında Feryal vardı. Feryal'in yanındaki adam ise yanıma gelmesi için bizzat ulaşıp mesaj attığım adamdan başkası değildi.

Abimin en yakın arkadaşı, şehit düşmeden önce beni emanet ettiği Pusat Teğmen, yüzünde sıkıntılı bir ifadeyle bana bakıyordu.

 

 

 

•∆•

 

 

 

KİSS GELDİ KİSS GELDİ AAAAAAAAAAAĞĞĞ ÇOK GÜZELLERDİ İMDAT

 

 

Bölümle ilgili aklınıza takılan her şeyi ister yorumlarda ister WhatsApp kanalında sorabilirsiniz. Ben bu sıralar tiktok hesaplarımda daha aktifim kitabımız büyüsün diye uğraşıyorum birazcık...

 

 

Ve paylaşımlarımda Tabut/Kanadı Yamalı Serçe olsun Gölün Ardında olsun spoi verdiğimde oluyor, takip ederek destek olursanız çok sevinirim. Sizleri seviyorum ve beklettiğim için özür diliyorum.

 

 

Yeni kapağımızı beğendiniz mi? Öncekini hatırlıyor musunuz? Unutanlar için WhatsApp ya da Instagram kanadiyamaliserce hesabından paylaşabilirim, yorumlarda belirtin lütfen, düşünceleriniz benim için çok değerli ve önemli merak ediyorum ne düşünüyorsunuz?

 

Bu satıra izinizi bırakmayı unutmayın efenim.

 

Kişisel sosyal medya hesaplarım;

Instagram: esrayanar15

Twitter: esoyanar

Tiktok: esrayanar15

 

Kitaplar için kullandığım sosyal medya hesaplarım;

Instagram: kanadiyamaliserce, esonunkaleminden

Tiktok: night.and.lake, tabutkanadiyamaliserce, golunardindaofficial

Bu hesapları takip ederek bana ulaşabilir, kitaplarımla alakalı paylaştığım gönderileri görebilirsiniz. Beğendiğiniz kısımları #tabutwattpad etiketiyle paylaşıp beni mutlu etmek isterseniz hayır demem bu arada. Profilimden diğer kitaplarıma göz atıp düşüncelerinizi benimle paylaşmanıza da hayır demem.

 

 

03.10.2025 19:07

 

 

 

Ve Sena'mın, bebeğimin doğum günü bugün, iyi ki doğdun bebeğim. Seni seviyom çok.

 

 

Bölüm : 03.10.2025 19:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Esra Yanar / TABUT/ Kanadı Yamalı Serçe / 18
Esra Yanar
TABUT/ Kanadı Yamalı Serçe

1.18k Okunma

194 Oy

0 Takip
19
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...