Heyooooooo bebeklerim, nasılsınız? Okullar başladı, nasıl gidiyor? Sizin için yeni bir dönem başladı, alıştınız mı? Yorumlarda yazın konuşalım. Daha önce gelemediğimiz için kusura bakmayın lütfen, yazar kişiniz yatak döşek hastaydı anca toparlandı bölümü düzenleyip paylaşabiliyor. Çok konuşmadan bölüme alıyorum sizi, pek olaylı bir bölüm değil ama olsun, başımıza gelmeyen kalmayacak nasıl olsa ^^ (yirminci bölümden sesleniyorum, ben sizin kanınızım beni sevmek zorundasınız)
Keyifli okumalar, umarım beğenirsiniz bol bol yorum yapıp beni mutlu etmek isterseniz hayır demem haberiniz olsun...
•∆•
Ne zaman kendimi yalnız hissetsem şarkılara sığınmıştım. Söyleyemediğim ne varsa onlarda gizlenmişti sanki. Bazılarının sadece melodisi bile atamadığım çığlıkların göğsüme yaptığı baskıyı alıp götürüyor gibi gelmişti çoğu zaman. Yanımda kim olursa olsun bir süre sonra müzik dinleme ihtiyacı hissediyordum. Feryal'le aynı evin içinde yaşadığımız aylar boyunca bile böyle hissettiğim olmuştu. Karşımdaki adamla konuşmasak dahi kafamın içini sadece bir bakışıyla susturuyordu. Bu benim hiç olmadığım kadar dehşete düşmeme sebep olsa da ondan bakışlarımı çekememiştim. Şimdiyse bakışlarım altın bakışlarına mıhlanmış, gözlerimi kırpmadan onu izliyordum. Kafamın içi susmuştu yine. Cümleleri yüzünden mi yoksa bakışı yüzünden mi dumura uğramıştım bilmiyordum.
Hiç beklemediğim anda hiç beklemediğim şeyler söylüyor, beni gafil avlıyordu. Daha sevgili olalı yirmi dört saat olmamışken evlilik ve çocuktan bahsetmesi belki şaka amaçlıydı ama kalbim kulaklarımda atarken yaptığının şaka olup olmadığını anlayacak durumda değildim. Sözlü dile getirmesi gerekiyordu. Aramızda oluşan sessizlik uzadıkça gerginliğim artıyordu. Neden gerildiğimi de bilmiyordum ya, neyse. Merih sessizliği boğazını temizleyerek bozdu. "Şaka yaptım, yavrum. Şaka. Mavi ekran vermen için çok erken." Alayla kurduğu cümleyle tek kaşımı kaldırdım. Öyle miymiş?
Hâlâ göğsümde duran kediyi nazikçe ellerimin arasına alıp zarar gormeyecegi bir yere, yani koltuğun boş kısmına, koydum. Arkamda kalan yavru düşmesin diye koltuğun kenar kısmına kırlenti düzgünce yerleştirdim. Sakin hareketlerle önüme dönüp hiç beklemediği anda Merih'e saldırdım. Neresine geldiğini bilmediğim tokat darbelerimle şaşırıp kal gelen adamın arada bir saçına da fazla acıtmadan asılıyordum. "Sen benimle dalga geçersin ha! Bak bakalım şimdi kim kimle dalga geçiyor! Pis hain. Daha sevgili olalı ne kadar oldu da hemen çocuk yapmaya geçelim?" Her kelimenin sonunda nefeslenip koluna bacağına vuruyordum.
Ona zarar vermediğimin farkındaydım çünkü kendine geldiği gibi kahkaha atıp pasif agresif tavrımla eğlendiğini fazlasıyla belli etmişti. Beş dakika boyunca ben ona vurmuş o ise kahkahalarla gülmüştü. Her temasımın ardından ona daha da yaklaştığımı dizlerimin üstünde havaya kalkmış gözlerine yukarıdan baktığımda anlamıştım. Bu kadar dip dibe olmayı beklemediğim için anlık afallamış, Merih fırsat bu fırsat diyerek ellerimi tuttuğu gibi arkamda birleştirmişti. Herhangi bir tepki veremeden bileklerimi aynı hizaya getirip tek eliyle kelepçelemesi gücünü bir kez daha gözler önüne sermişti. Tek eliyle bileklerimi tutacağını hiç düşünmemiştim. Onu hafife almıştım. Bileklerim sol elinde hapisken sağ eliyle önüme düşen saçlarımı geriye itti. Çok yakındık. Öyle ki aramızda milimler vardı.
O milimleri aşıp çenesini göğüs kafesime yaslaması kalbimi tekletti. Yavru kediyi yatırdığım gibi göğsüme sinince içimden bir şeyler koptu sanki. Çenesini olduğu yere biraz daha bastırdı. Emindim, kalbimin atışlarını hissetmekle kalmayıp duyuyordu.
Fazlaydı. Bu yakınlık bana çok fazlaydı. Ama Merih öyle düşünmüyor olacak ki kafeslediği bileklerimi kullanarak beni biraz daha kendine çekti. Dudaklarım sarı saçlarına sürtününce yutkundum. Dışardan bakanların iç içe geçmiş iki vücut yerine tek vücut göreceği kadar yakındık. Yutkunuşumla Merih başını hareketlendirip boynumu öpmüş, yanağını öptüğü yere sürttükten sonra göğsüme yaslamıştı. "Bu hissi tatmadan ölmek bana yakışmazdı." Ölüm kelimesini onun ağzından duymak canımı sıkınca ellerimi hareket ettirmeye çalışıp ondan kurtulmak istedim. Halbuki artık ondan kurtuluşumun olmadığını biliyor olmam lazımdı. "Şşş, dur yerinde yavrum."
Ağzımı açıp tek kelime edemez hâle gelmiştim. Neden böyle olmuştu ki şimdi? Kalbim olduğu yeri terk etmek ister gibi hızlı hızlı çarparken başımı eğip hâlâ dudaklarıma sürtünen sarı saçlarını öptüm. Öpüşümle iç çekişi aynı anda oldu. Ellerimi bırakmış kolları belimi sarmıştı. Merih doğru söylüyordu. Bu hissi tatmadan ölmek ona yakışmadığı gibi bana da yakışmazdı. Kollarımı omuzlarına sardım. Hiç hareket etmeden, sessizce, kaç dakika öyle durduk bilmiyordum. Dizlerim uyuşup karıncalanmaya başlayınca istemeye istemeye çıktım kollarının arasından. Hemen yanına yerleşip erkeksi yüzüne bakmaya başladım.
Gözlerinin içi kızarmıştı. Bana yansıtmamaya çalışıyordu ama yorgun olduğunu ve kafasını bir şeylerin kurcaladığını saklamaya çalıştığını çoktan anlamıştım. Aklı hâlâ sabah yaşanan olaydaydı büyük ihtimalle. Hareketimle koltuktan çıkan ufak sesle yavru kedi huysuzca mırıldanmıştı. Arkama dönüp baktığımda düşmesin diye koltuğun kenarına koyduğum kırlentin üzerine yerleşmiş olduğunu gördüm. Sanırım biz sessiz sedasız dururken uykusu gelmiş ve kırlenti kendine yatak yapmıştı. Huysuzca mırıldanmasının sebebi uykusunu bölmüş olmamızdı muhtemelen. Gülümsedim. Merih'in yanından kalkıp uykusuna kaldığı yerden devam etmeye çalışan yavruyu kırlentle birlikte yavaşça kaldırıp iyice koltuğun iç kısmına gelecek şekilde bıraktım. Başına da belli belirsiz bir öpücük bırakınca Merih'in elinden tutmuş ve ayağa kaldırmıştım.
O istemese bunu asla başaramayacağımı herkes biliyordur, değil mi?
"Kalk hadi, biraz odana geçip dinlen. Konuşuruz sonra yine." Sözlerime itiraz etmemiş sağ elimi bırakmadan odasına doğru ilerlemişti. Kapısının önüne gelmemizle durmuştum. "Üstünü değiştir ve uyu sen, tamam mı? Ben de kendime sıcak bir şeyler yapacağım." Regl kramplarım olur olmadık zamanlarda geliyordu ve beni iki büklüm yapıyordu. Onun yanında olursam sürekli hareket etmemden dolayı rahat edemezdi. Sözlerimi duymazdan gelip elinin arasında duran elimi sıktı. Beni peşinden sürükleyerek odasına sokması ve ardımızdan kapıyı kapatması anlık gelişmişti.
Daha ne olduğunu anlamama fırsat vermeden ikimizi de yatağına yönlendirmiş ağzımı açıp bir şey söylememe müsade de etmemişti. Örtüsünü açtığı yatağın içine önce oturmamı sonra da uzanmamı sağlamıştı. Kurulu bebek gibiydim. Ona karşı gelemiyordum. Üstünü bile çıkarmadan arkama geçmiş belimden tuttuğu gibi sırtımı göğsüne yaslamıştı. Üzerimize örtüyü çekerken boğuk sesiyle konuşmuştu. "Dinlenmemi istiyorsan eğer kokuna ihtiyacım olduğunu da biliyorsundur, yavrum." Artık biliyordum.
"Merih, rahat olmazsın böyle ben çok hareket ederim, rahatsız ederim seni." Umursamadı, diğer kolunu yatakla boynum arasından geçirip, kolunu yastığım yaptı. Derin bir iç çektim. O bana sıkıca sarılmışken boşta kalan ellerimi başımın altındaki koluna sardım. Hiçbir şey olmamış gibi sarmaş dolaş olmamız belki çok saçmaydı, oturup uzun uzun konuşmamız gerekiyordu belki de. Ama buna ihtiyacımız vardı. Sessizliğe. Birbirimize. Ben daha çok taze, evim sandığım yerden kovulmuştum. Bundan daha önemlisi Barbaros denen herif benimle uğraşmaya devam ediyordu. Beni sevdiklerimle tehdit etmişti. Başka zaman olsa yapmayacağım bir şey yapmış ona boyun eğmiştim.
Durulmak yerine benimle uğraşmaya devam ediyordu. Ve bunu öyle acımasızca yapıyordu ki, aklım almıyordu. Yavru aklıma gelince gözlerim doldu. Yazık günahtı, ne istemişti küçücük canlıdan? Burnumu çektim. Düşünceler önü alınamaz bir şekilde beynimin kilitli odalarından kaçışıp ordan oraya savrulurken Merih'i bugün apar topar çağırışım gözümün önüne geldi. İşi olup olmadığını sormadan onu yanıma çağırmam çok düşüncesiz bir hareketti ama o an mantıklı düşünecek halde değildim.
Burnumu çektim tekrar ve başını saçlarıma yaslayıp ses çıkarmadan bekleyen Merih'e döndüm yavaşça. Bir şey söylemeden kollarımı beline sarıp kolunu yastığım yaptım yine. Bakışlarımı boynunda tutup, "İş işten geçti biliyorum ama özür dilerim, çok düşüncesiz davranıp işin olup olmadığını sormadan yanıma çağırdım seni." Diye mırıldandım. Konuşmadan önce kollarını iyice etrafıma sarıp beni kendine çekti. Dudakları alnımla saçım arasında bir yeri kendine mesken edinirken ardı ardına baskılı öpücükler bıraktı. İç çektim. Barbaros'u düşünüp huzursuz olan bedenim onun bana bahşettiği öpücüklerle gevşeyip, huzur bulmuştu. Konuşmaya başlamasıyla gözlerimi boynundan çekip gözlerine çıkardım.
"Senin o iç çekişine, sana, kurban olurum ben yavrum. Benden başkasını aramak aklının ucundan bile geçmesin zaten. Ne olursa olsun beni ara. Bana güven. Sen bana güvenip beni aramışken işimi gücümü bırakıp gelmeyecektim de ne yapacaktım? Herkesin yardımına koşarken sana sırtımı mı dönecektim? Onu bir kere yapmak zorunda kaldım Zümra. Bir daha olmaması için elimden gelenin fazlasını yapacağımdan emin ol."
Sesi yorgunluğunu ele vermeyecek şekilde net ve kararlı çıkmıştı. Kurban olacakmış, bana. Bu cümlenin üzerimdeki etkisi yanaklarıma sıcaklık yüklenmesine sebep olurken konuşmanın başında gözlerimi saniyelik kaçırmış ardından dediklerini pür dikkat dinlemiştim. Biliyordum. Elinden gelenin fazlasını yapacaktı. Ama yaparken kendini yıpratmasını istemiyordum. Onunki de candı. O yüzden usulca başımı sallamış, ufak ufak kendini belli eden sakallarının üzerinden çenesini öpmüştüm. Başımı geri çekmeden boyun girintisine sokmamla kollarının biri belimi diğeri omuzlarımı sıkıca sardı. Saçlarımın arasına bıraktığı öpücüklerden sonra başını yastığa yaslayıp kendini uykunun kollarına bıraktı. Ben öylece gözlerimi kapatmış ara ara kasıklarıma giren sancıyı yok saymaya çalışıyordum. Ne kadar süre geçtiğini bilmediğim bir sürenin sonunda gözlerimin de kapalı olmasıyla uykum gelmiş ve kendimi Merih'in kollarında huzurlu bir uykunun içine bırakmıştım.
•∆•
Gözlerimi açtığımda ilk fark ettiğim şey sessizlikti. Merih ne zaman kalkıp gitmişti anlamamıştım. Yatağın içinde cenin pozisyonunu almış yüzümün yarısını yastığa gömerek uyandığımdan beri boşluğa bakıyordum. Saat kaçtı? Merih ne zaman gelirdi? Bunlar hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ayaklanıp önce lavaboya geçmiş, ihtiyaçlarımı giderdikten sonra Merih'in odasına tekrar girmiştim. Dağılan yatağı toplayıp telefonuma bakmadan önce salona geçtim. Merih gitmeden yavru kedi için aldıklarını yerleştirmişti gördüğüm kadarıyla. Kedi artık kırlent üzerinde değil ona alınan gri yatağın içinde uyuyordu.
Sanırım Merih bilmeden huy olarakta bana benzeyen kediyi bulmuştu. Uyuyan kediye gülümseyip salonda saatin olup olmadığını arayan gözlerim zamanla alakalı hiçbir şey bulamayınca ayaklarımı misafir odasına çevirdim. Çantamdan telefonumu alıp saate ve bildirimlere bakarken önceden yerini bildiğim mutfağa girdim. Hava sonbaharın etkisiyle erken kararmaya başlamış, insanlar bulundukları zaman dilimini tahmin edemez olmuştu. Ankara'nın kasvetli havalarını sevdiğim için bu durum bana garip gelmese de eski iş arkadaşlarım her zaman bu durumu garipsiyordu. Ben iki ayda alışmışken onlar yıllardır alışamamıştı. Sanırım garip olan bendim. Çünkü öyle çabuk alışmıştım ki bir gün olsun Feryal'in söylediklerini duyacağım aklıma bile gelmemişti. Onunla olan arkadaşlığımız benim açımdan daha çok kardeşlik gibiyken ona göre böyle değildi demek ki. Neden böyle olmuştu?
Feryal'in attığı mesajlara hiç bakmadan Merih'in yarım saat önce attığı iki saat sonra evde olacağını bildiren mesaja kalp bıraktıktan sonra telefonu mutfak masasının üzerine gelişi güzel bıraktım. Evde yemek olup olmadığını kontrol ederken karşıma çıkan makarna tenceresi Merih'in hâlâ daha kendini öğrenci sandığı kanısına varmamı sağlamıştı. Gözlerimi devirip mutfağı biraz karıştırmanın ardından neyin nerde olduğunu öğrenmiş bir şekilde dolaptan aklımdaki yemekler için gerekli olan malzemeleri çıkardım. Hızlıca mercimek çorbası, sebzeli bulgur pilavı ve kızarmış tavuk yapmak için kollarımı sıvadım. Koskoca şefsin bunları mı yapacaksın gerçekten diye soranlarınız olacaktır, kendini makarnayla doyuran bir adamın midesine önce ev yemeği girsin istediğim için bunları yaptığımı bildirmek isterim. Üstelik hem koskoca şef değildim hem de antin kuntin yanarlı dönerli bir şeyler yapmam için fazlaca enerjiye ihtiyacım vardı.
Kendime eziyet etmeyi sevdiğimden bu sefer yemek yaparken şarkı açmamıştım. Feryal'in söylediklerini kafamın içinde döndürüp duruyordum. Merih'in bana kurban olması bile olanları geri plana atmama yardımcı olmuyordu. Feryal yanlış zamanda yanlış kişiye karşı gardını almıştı. Bugün yaşananlardan sonra sözleriyle batırdığı dikenler canımı hiç olmadığı kadar yakmıştı. Kırılmıştım. Hayır, paramparça olmuştum. Beklemiyordum. Düşünceler etrafımı çepeçevre kuşatırken yemekleri yakmadan pişirmeyi başarmıştım. Telefonumu alıp saate baktıktan sonra yemeklerin altını kısık ateşte bırakmaktan vazgeçip kapattım. Merih'in gelmesine fazla bir vakit kalmamıştı.
O gelmeden masayı kurup kurmama konusunda kararsız kalmıştım ama yorgun olduğu gerçeğini hatırlayınca kararsızlığım hemen uçup gitmişti. İki kişilik servis açıp Merih gelene kadar uyanıp evin içini dolaşmaya çıkan kediyi sevmeye karar verdim. Kaybolmasın diye mutfağın kapısında miyavlamasından sonra gidip açık kapı var mı diye bütün evi dolaşmıştım. Küçücük bir şeydi, kaybolursa bulmamız zor olurdu gibi hissetmiştim. Salona geçip kedinin burda olup olmadığını kontrol ederken oyuncaklarının içinde olan çıngıraklı balığın kuyruğuna vurup ses çıkarttığını ardından da sesin tam olarak nerden geldiğini anlamak için başını balığa yasladığını gördüm. Daha önce size kedilerin şapşallığından bahsetmiş miydim?
Yaptığı işe ben salona girince ara verip kulaklarını dikerek beklemeye başladı. Yanına gidersem suratını öpe öpe bitirmekten korktuğum için koltuğa geçip oturmuş, telefonumun kamerasını açtığım gibi daha sonra izlemek ve Merih'e göstermek amacıyla videosunu çekmeye başladım. Bu iş kapı zilini duyuncaya kadar devam etti. Telefonu koltuğun üzerine bırakıp kediyi kucakladım. Merih'i birlikte karşılama fikri ve vereceği tepkiyi düşünmek heyecanlı heyecanlı kapıyı açmaya gitmeme neden oldu. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Kapıyı açtım. Merih'in yorgun gözleri önce bana bakmış hemen sonra tek elimle tutup göğsüme bastırdığım kediye değmişti. Yüzünde oluşan gülümseme içimi kıpır kıpır etti.
Kapıyı biraz daha açıp, "Hoşgeldin," derken kapı kolunu bırakıp kediyi iki elimle Merih'in yüzüne doğru kaldırdım. "baban geldi kız. Hoş geldin, desene." Yavru sanki dediğimi anlamış gibi iki kere miyavlayınca Merih apartmanın içinde gözlerimi yuvalarından fırlatacak büyüklükte kocaman bir kahkaha attı. Kahkaha atması çok güzeldi fakat sadece bana gülse olmaz mıydı? Yüzümde donan gülüşü düzeltmeye çalışırken dışardan bakanlar yüz felci geçirdiğimi düşünebilirlerdi. Kediyi tekrar göğsüme bastırıp içeri geçmeye çalışırken gözlerimi deviriyordum. Çalışırken diyordum çünkü Merih hızlıca ayakkabılarını çıkarıp içeri girmesinin ardından kapıyı kapatmış ve ondan uzaklaşmamam için dirseğimden tutup beni kendine çevirmişti.
"Hoş buldum, yavrularım." Derken kedinin başını okşadıktan sonra öpmüş, ona olan bakışlarımı görünce de kıkırdayıp, "Çok hoş buldum." demeden önce benim yanağımı okşayıp öpmüştü. Acaba ona 'hanım hanım bunlar benim yavrularım' dedirtebilir miydim? Önce kediyi öpmesini bir tık kıskanmış olsam da gözlerine kadar ulaşan gülüşüne bakıp iç çekerek onu izlemeye devam etmiştim. Aslında ben de yanağını öpmek istiyordum ama çoktan üstündekileri çıkarıp askılığa asmaya başlamasıyla bu isteğim suya düşmüştü. "Üzerimi değiştirip geliyorum. Eve yayılmış yemek kokularına bakılırsa benim sevgilim yemek yapmış, hemen onlardan yiyip sevgilimle vakit geçirmek istiyorum." Onu başımla onaylayıp salona geçtim.
Kediyi yatağına bırakıp üzerime yapışan tek tük tüylerini tüy toplayıcıyla topladıktan sonra ellerimi yıkayıp mutfağa geçtim. Yemeklerin sıcaklığına bakıp kaselere çorba doldurdum. Sevip sevmediğini bilmiyordum ama sevgilisinin elinden zehir olsa içmek zorundaydı artık. Kendi kendime sırıttığım sırada mutfağa üzerine eşofmanlarını geçirmiş bir şekilde giren Merih'le elimdeki kaseleri masaya bıraktım.
"Geç otur hadi. Bakalım beğenecek misin yemeklerimi?" Hiçbir şey söylemeden oturup eline kaşığını aldı. "Ellerine sağlık, güzelim benim." Karıştırdığı çorbadan bir kaşık içmesiyle kaşığı tekrar kaseye daldırması arasında saliseler vardı. İşte hiçbir şey yemeye fırsat bulamamıştı muhtemelen. İkinci kaşığı da içmesiyle hâlâ ayakta olduğumu fark edip, "Otursana yavrum, niye-" derken yanaklarına kondurduğum öpücükle lafı yarıda kesilmişti. "Afiyet olsun, yakışıklım." Öpücüğümle afallayan Merih sözlerimle fabrika ayarlarına geri dönerek dondu kaldı. Kahkaha atma sırası bana geçmişti. Onun bu hallerine gülerken yerime oturup çorbamdan bir yudum aldım.
Gerçekten güzel olmasının yanı sıra Merih'in beğenmesi ve hâlâ mavi ekran vermiş şekilde öylece durması iyiden iyiye keyfimi yerine getirmişti. Öyle ki bugün yaşanan her şeyi sanki hiç yaşamamıştık. Doldurduğum kaşığı dudaklarıma doğru götürürken yandan bakışlarımla çaktırmadan Merih'e bakmaya çalışıyordum. Mesajlaşırken yazdığımda eli ayağı birbirine giren adamın yakışıklı kelimesini direkt ağzımdan duyması onun açısından pek iyi bir şey değildi sanırım. Üstelik hiç insaf etmeden yanaklarından da öpmüştüm. Keşke hafif buseler bırakmak yerine koklayarak öpseydim.
Merih silkelenip kendine gelince ilk işi ona bakıp bakmadığımı kontrol etmek olmuştu. Anında gözlerimi önüme çevirip biten çorbamın kasesini elime alıp ayaklandım. Kirli kaseyi tezgahın kenarına bırakıp arkamı dönüp yemek tabağını elime aldım. Kendime biraz bulgurdan birkaç parça da tavuktan koyup tabağımı masaya bırakmış yerime oturmadan önce tezgahın önünde dikilen Merih'i arkadan alıcı gözle süzmüştüm. Gerçekten kocamdı. Aman, kocamandı. Ben yemek alırken Merih'te çorbasını bitirmiş ona da servis etmeme izin vermeden ayağa kalkmıştı. Arkası dönük adamı incelerken kendimi fazla güvende hissediyordum.
İlla kollarının arasında olmama gerek yoktu. Onun varlığını hissettiğim her an etrafımı saran güven duygusu beni afallatıyordu. Kim olduğunu bilmediğim günlerde bile attığı mesajların üzerimde garip bir etkisi vardı. Ona, önünü ardını düşünmeden güveniyordum. Sonunda Merih yerine oturmuş, yemeğin geri kalanını sessizlikle geçirmiştik. Mutfağı beraber toparlayıp demliğe çay suyu koyup altını yakarak salona geçtik. Merih'le konuşmamız gereken o kadar şey vardı ki soracağım sorular birbirine girmişti. Nasıl çıkacaktım kafamın içinde büyüyen curcunadan? İçimin sıkılmasıyla aldığım nefesi üfleyerek geri verdim. Sessizlik uzadıkça düşünceler içinde boğuluyorduk. Kaç dakika geçtiğini bilmiyordum ama aklıma demlemediğimiz çay suyu geldi.
Merih'e hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp mutfağa geçerek kaynayan suyla çayı demlemiş, gerisin geri yerime gelmiştim. Oturduğum koltukta kollarının arasına iyice sokulduğum adamın da yaslandığım göğsü derin bir nefesle yükselmişti. Merih'in de canı sıkkın olunca salona çöken kasvetli hava iyice canımı sıkıp hissedeceğim huzuru haram kılmıştı.
"Nerden başlayacağız bilmiyorum ama konuşmamız gerekiyor, Merih." Sıkıntılı sesim hoşuna gitmemiş gibi omuzlarıma sardığı kollarını sıkılaştırarak beni biraz daha kendine çekmiş, yüzüne yaklaşan başımın üstünden öpmüştü. Boynundan yükselen kokusunu içime çekerek başımı omzuna yasladım. "Sigarayla poz verip 'her şey ne biçim oldu ya' yazarak story atmama çok ama çok az kalmış gibi hissediyorum, sevgilim. Ki ben, senin sevgilin olan ben, yani çilli Zümra, yavrun, güzeller güzelin, sigara içmeyi sevmiyorum. Sevgilin olduğunu söylemiş miydim?" Ne diyordum ben Allah aşkına? Büyük saçmalıyordum. Bilmeden sarhoş falan mı olmuştum acaba? Merih'in attığı kahkahayı hem duyuyor hem de göğsüne yaslı olduğum için hissediyordum. Söylediklerimin çoğunu çoktan unutmuştum. Yanaklarımın kızardığını hissettiğim için asla başımı yaslı olduğu omzundan kaldırmadan boynuna doğru usul usul iyice yanaştırdım. Ne yaptığımı fark etmemesi için içimden dua ediyordum.
Ama tabi, ettiğim dua anında reddedilmişti.
"Güzeller güzeli sevgilim, çilli Zümra'm, benden utanıp saklanmak için bana mı sokuluyor yoksa?"
Evet. Ondan utandığım halde saklanmak için yine ona sığınıyordum. Sesinden keyif akıyordu. Kelimelerinin arasında bastırmaya çalıştığı ama asla bastıramadığı erkeksi kıkırtıları dudaklarının arasından arkasından atlı kovalıyormuş gibi kaçıyordu. Göğsümün en derininde, onu misafir ettiğim oda ona olan sevgimden isyan ederek 'sen çık, buranın yeni sahibi Savcı artık' dercesine beni kapı dışarı etmeye çalışıyordu. Kalbim gümbür gümbürdü. Cidden. Her şey ne biçim oldu ya. Hangi ara onu kalbimin sahibi yapmıştım, hangi ara benden bir parça olmuştu, bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı. O da, freni patlamış kamyon gibi son sürat ona doğru önü alınamaz bir şekilde savrulduğumdu. Eğlenen halleri kalp atışlarımı hızlandırmış, aldığım nefesin sekteye uğramasına neden olmuştu.
Sakinleşmek için usul usul nefeslenip cılız sesimle konuştum. "Sus." Kendimin bile zor duyduğum bu mırıltıyı duymuş olacak ki hoşuna gittiği barizken konuşmaya başladı. "E ama konuşmamız lazım diyen sen değil miydin yavrum? Şimdi niye susturuyorsun?" Cevaplamama izin vermeden konuşmasına devam etti. Duyduklarım aniden boynundan kopmamı, gözlerim ve ağzımın eş zamanlı olarak kocaman açılmasını sağladı. "Hayır madem susturacaksın bari öperek sustur da boynumda hissettiğim dudaklarının sıcaklığını dudaklarımın arasında da hissedeyim."
Ağzım açık Merih'e bakarken kulaklarıma kadar kızardığımdan emindim. Hatta yanaklarım artık morarma evresine geçmişti. İçime kaçan sesimi bulup çirkef çirkef konuştum. "Sana diyecek bir şey bulamıyorum ben! Arsız mısın be adam!" Hiç beni takmadan sırıtarak yüzümdeki dehşetle karışmış utanç ifadesine uzunca bir süre baktı. Bense daha fazla dayanamayıp ışıl ışıl parlayan gözlerinden bakışlarımı kaçırdım. Kaçırdığım bakışlarımla dişlerini göstererek sırıtan adam gülüşünü küçültmüş aklımı başımdan alan hoş bir tebessüme çevirmişti. Kaçamak bakışlarla izlediğim yüzü tekrar boynuyla omzu arasına sokulma isteği uyandırınca o isteği göz ardı edemedim. Kaldırdığım başımı uykudan yeni uyanmış bebek mahmurluğuyla aynı yerine yerleştirdim. Burası artık benim evimdi. Yuvamdı. Bir gün burdan kovulursam eğer, işte o zaman gerçekten köksüz kalırdım.
Saat gece yarısına gelirken biz sarmaş dolaş öylece duruyorduk. Konuşmaya nerden başlayacağımı bilmiyordum ama içimi en huzursuz eden soruyu sorup kurtulmak istiyordum. Alacağım cevaba göre ya biraz olsun iyi hissedecektim ya da düştüğümüz bataklıkta dibe batacaktım. Üstelik Merih olmasaydı tek başıma olacaktım. Bunca huzursuzluk en yakınım ve öğrencileri huzurlu hissetsin diyeydi ama artık bana ihtiyacı yoktu. Neyse. Her şey gittikçe sarpa sararken bu mevzuyu şimdi düşünmeyecektim. "Yemek yediğimiz gece olanlar ve sonrasında konuştuklarımızı daha detaylı şekilde konuşabilir miyiz? Aklıma takılan bazı şeyler var. Mesela, kanıtları neden tekrar istemediniz? Yeterince olayın içine girmiş, o herifin gözüne batmıştık ki zaten biz?"
İçine çektiği hava bu sefer göğsünü huzurla doldurmamıştı. Konu nerden bakarsak bakalım o kadar iğrençti ki, nefes bile aldırmıyordu. Söyleyeceklerini iyice anlamam için ona yaslı olan gövdemi gövdesinden ayırmış tamamen gözlerinin içine bakmamı sağlamıştı. Meraklanmıştım. Öyle ciddi bakıyordu ki, tek bir saniye bakışlarımı ondan ayırıp başka bir yere bakmam mümkün değildi. Bakışlarındaki ciddiyetin arasına karışmış endişeyi saklayamaması merakımı arttırırken bütün dikkatimin onda olduğunu anlaması için pür dikkat ona odaklanmıştım. Hafifçe başımı salladım. Bu onun için konuşmaya başlama işareti olmuştu sanırım.
"Zümra, video olsun mesajlar olsun arşivden silinmemişti. Denemişlerdi ama silememişlerdi. Onlar silindiğini zannediyordu sadece. Bizimde böyle bilmeleri işimize geldi açıkçası. Bozmadık, uyduk kurdukları oyuna. Eğer uymayıp ortalığı karıştırsaydık şu an bu kadar rahat hareket edip açık vermezlerdi. Peşinde olduğumuzun farkında olmadan yaptıklarıyla bizi arkalarındaki kişiye götürmelerini bekleyeceğiz sadece. Kedi mevzusunu da bir süre kapatacağız o yüzden. Eve getirdiğimizden haberdardır çoktan. Ama başka bir kedi olduğunu bildiklerini sanmıyorum. Hasta kedi de yaşayacak ama biz öldü göstereceğiz. Birkaç gün sonra onu da hallederiz plan yapıp. O şerefsiz herif seni korkuttuğuyla kalmayıp yapacaklarına devam edecektir zaten, biz de hiçbir şey olmamış gibi yaparak yavrunun yaşaması için uğraşacağız. Allah'ın izniyle de yavru savaşacak ve yaşayacak." Duraksamadan kurduğu cümlelerle anladığımı belli edercesine başımı salladım.
İnşallah. İnşallah, yaşardı. Sağ elini kaldırıp avucunu sol yanağıma yaklaştırdı. Yardımcı olmak maksadıyla başımı avuç içine doğru eğdim. Söyleyecekleri bitmemişti ve ne söyleyecekse şimdiye kadar söylediklerinden daha çok canını sıktığı gerilen bedeninden anlaşılıyordu. Tenimde hissettiğim ondan yayılan gerginlik bedenimin kasılmasına neden oldu. Gerildiğimi hisseden Merih dudağımın kenarına değen baş parmağını hareketlendirip bulunduğu bölgeyi hafifçe okşadı. Sol koluyla belime sarılarak aramızda açılan mesafeyi biraz olsun kısarken konuşmaya devam etmesiyle dumura uğradım. Benim aklımdan çıkan detayla tehdit mi edilmişti?
"Avukat Açelya videonun gizli çekim olduğunu öne sürerek müvekkilinin istediği takdirde seni dava edebileceğini söyledi."
Çokta bir yerlerimdeydi! Etseydi ya o zaman? Niye susmuştu? Sinirden beynimin uyuşmaya başladığını hissettim. Bu kadının ne zaman ismi geçse içimde oluşan huzursuzluğu görmezden gelemiyordum. Özellikle bugün olan konuşmadan sonra şimdiki adımları nasıl olur kestiremiyordum. Kabullenip boş mu verir yoksa Barbaros gibi karşıma çıkıp tehdit mi eder ikileminde tek başıma boğulmaya ara verip derin bir nefes aldım. Bakışlarımı kısıp Merih'in sakinlik sinmiş gözlerine bakarken kuyruğuna basılmış kedi gibi tıslarcasına konuşmuştum. Sinirlenmiştim. "Niye bunu o akşam söylemedin Savcı Ilgaz Merih Çelen?" Sırtıma sarılı kolu bedeninin kasıldığını anlamama yetti. Gerilmişti. Bir müddet sadece gözlerimin içine baktı. Sanki böyle ikimizin de sakinleşeceğinden emindi. Bu durum canımı sıkıyordu. Çünkü, haklıydı. Sakinleşiyordum. Omuzlarım yenilmişlikle çöktü. Karşısında sinirli durmak çok zordu.
"Yavrum sonucunu düşünmeden, biz daha ne olduğunu anlamadan Dinçer'in boğazına sarıldın. Eğer bu durumdan haberin olsaydı anında Açelya'yı parçalardın." Haklıydı. Gözüm kararmıştı sinirden. Yaptıklarımın sonuçları umrumda değildi o an. "Ayrıca sende de ne deli kuvveti varmış, zor ayırdım adamdan seni." Bunu söylerken eğlendiğini hiç gizlemememişti. Dudaklarında şekil alan tebessüme bakarken homurdandım. "Sinir oluyorum sana."
"Yalan söyleme. Aşıksın bana bir kere. Öyle aşıksın ki evlenme teklifi bile ettin bana, naabeeer?" Keyiften dört köşe olarak konuşmasına sinir olacaktım ki son kelimeyi uzata uzata söylemesiyle kahkaha attım. Adama sevgili olmadan evlenme teklifi yapmıştım. Yanlışlıkla yapmıştım ama olsun. İnanın hiç beklemediğiniz anda oluyor kuzum. Hâlâ gülerken sinir olacağını bilerek konuştum. "Evet demeyerek şansını kaybettin. Daha da evlenmem seninle."
"Kız Zümra, tövbe de çabuk."
•∆•
İlahi bakış açısı,
Karanlığın içinde kötülüğün gizlendiği izbe kulübede sabah saatleri...
Genç kadın kapattığı telefonun ardından gözlerini önündeki pencereden baktığı ormandan alıp arkasındaki koltukta gelişi güzel oturan adama çevirdi. Dudaklarında sinsi bir gülüş oluşurken kısılmış gözleri kötülükten doğmuş laciverte çalan koyu mavi gözlere tutunmuştu. Dudakları sanki çok üzgünmüş gibi bükülürken alay akan sesiyle konuştu. "Ilgazcık az önce benden ayrıldı. Çok üzgünüm, ne yapacağım şimdi. Ah! Onsuz hayat nasıl geçecek? Kahroluyorum!" Cümlesi bitince ikilinin iğrenç kahkahaları bulundukları odada yankılandı.
Barbaros sağ ayağını dizinden kırıp ayak bileğinin dış kısmını sol dizine yaslarken kollarını genişçe açarak bir kolunu koltuğun sırt kısmına diğerini de kolçağına yasladı. "Ah, tatlım, bu çok korkunç! Artık yaşamanın bir anlamı kalmadı!" İkili alaylarına devam ederken bir süre sadece sebepsiz kahkaha attılar. Delirmiş olmalılar.
Sonunda amansızca atılan kahkahaların durulmasıyla salonu sessizlik esir aldı. Bu durum fazla uzun sürmezken Barbaros denen adam yerine iyice yerleşerek yüzüne şeytani gülümsemesini kondurdu. Aklında dönen tilkilerin haddi hesabı yokken olacakları düşünmek ona inanılmaz derecede haz veriyordu. Hiç ummadıkları bir anda hayatlarını mahvedecekti.
Gülümsedi. "Onları can evlerinden vurup, vahşice katledeceğim."
•∆•
Barbaros ve Açelya çıksa da bi rahat nefes alsak diyor musunuz? Ben diyorum ama gidişatı bildiğimden elimden uykular haram oldu demekten başka bi şey gelmiyor...
Bölümle ilgili aklınıza takılan her şeyi ister yorumlarda ister WhatsApp kanalında sorabilirsiniz. Ben bu sıralar tiktok hesaplarımda daha aktifim kitabımız büyüsün diye uğraşıyorum birazcık...
Ve paylaşımlarımda Tabut/Kanadı Yamalı Serçe olsun Gölün Ardında olsun spoi verdiğimde oluyor, takip ederek destek olursanız çok sevinirim. Sizleri seviyorum ve beklettiğim için özür diliyorum.
Yeni kapağımızı beğendiniz mi? Öncekini hatırlıyor musunuz? Unutanlar için WhatsApp ya da Instagram kanadiyamaliserce hesabından paylaşabilirim, yorumlarda belirtin lütfen, düşünceleriniz benim için çok değerli ve önemli merak ediyorum ne düşünüyorsunuz?
Bu satıra izinizi bırakmayı unutmayın efenim.
Kişisel sosyal medya hesaplarım;
Instagram: esrayanar15
Twitter: esoyanar
Tiktok: esrayanar15
Kitaplar için kullandığım sosyal medya hesaplarım;
Instagram: kanadiyamaliserce, esonunkaleminden
Tiktok: night.and.lake, tabutkanadiyamaliserce, golunardindaofficial
Bu hesapları takip ederek bana ulaşabilir, kitaplarımla alakalı paylaştığım gönderileri görebilirsiniz. Beğendiğiniz kısımları #tabutwattpad etiketiyle paylaşıp beni mutlu etmek isterseniz hayır demem bu arada. Profilimden diğer kitaplarıma göz atıp düşüncelerinizi benimle paylaşmanıza da hayır demem.
11.09.2025 20:15
Okur Yorumları | Yorum Ekle |