16. Bölüm

Bölüm -16- “Kelebeğin Öldüğü Gün”

Esra Nazlım
esrarizim

"Rütbeni alabilirler, ordudan kovabilirler ama askerliğini alamazlar. Askerlik, rütbe ve elbise değil, ruhtur."

 

Hüseyin Nihal Atsız

 

 

 

 

 

Bölüm -16- "Kelebeğin Öldüğü Gün"

 

 

 

 

Hayatta herkes bir şey öğretir insana. Mesela bana en çok ihtiyaç duyduğum kişi kimseye ihtiyacımın olmadığını öğretti. Başka birisi aşk diye bir şeyin olmadığını, aşkın bir hastalıktan ibaret olduğunu öğretti. Karmanın olduğu bu dünyada hayat her zaman karşımıza bize ders niteliğinde olacak insanları çıkarırdı. Eğer sen o sınavı verememişsen karşına hep o konuda seni hataya sürükleyecek insanlar çıkardı. Önemli olan hatalarının bedelini ödemek değil, onun hata olduğunu bilmekti.

 

Zaten hiçbir hatanın geri dönüşü olmadığı için ödenen bedelinde bir hükmü yoktu.

 

Bu hayatta bana birçok şey öğretilmişti. Birçok konu da öğrenmeye zorlanılmış bazı konularda ise öğrenmeye gayret göstermiştim. Bu gayret gösterdiğim konular ise dostluktu.

 

Boynumda pas tutmuş koca bir zincirle geldiğim bu şehirde çiçekli elbiseli bir kızın benimle arkadaş olmayı beklediğini söyleseler gülmekten yerlere yatardım. Birinin bunu bana söylemeye cesaret edeceğini dahi düşünmezdim zaten. Söylemedi de. Bizzat tanışmakla yazılmıştı bizim kaderimiz.

 

Birçok konuda zıttık Ece'yle. O rengarenkti ben ise o renklerin hepsini içine hapsetmiş siyahtım. Çiçekli böcekli şeylere bayılır, sürekli kahve içerdi. Çoğu zaman dağ yürüyüşü yapıyorum diye kapıma gelecek kadar çılgın, gece duyduğu küçük bir tıkırtı sesine kadar korkup ağlayacak kadar da hassastı. Nasıl yapıyordu bilmiyorum ama ikisinin arasında kurduğu dengeyle aramıza öyle bir bağ kurmuştu ki onu merak edecek bir arkadaşa dönüşmüştüm.

 

Şimdi ise neden bu kadar merak ettiğimin sebebini öğrenmek üzere ona gidiyordum. Koştuğum için nefes nefese kalmıştım ama sırtımdaki yanma hissi nedendi bilmiyorum. Çoğu zaman korku nedir bilmez, hiçbir adımını sağlam atmayacak kadar boş vermiş biriyken Ece'ye yaklaştıkça tempom düştüm. Adımlarım serileşse de kalbimin çarpıntısı bir an olsun nabzımı düşürmedi.

 

Bahçede bir bankın üzerinde gördüğüm beden Ece'den başkasına ait değildi. Gördüğüm görüntüde hiç hoş değildi.

 

''Ece!'' dudaklarımdan firar eden ismi duyan askerler geldiğimi fark edince kenara çekilmişti. Üzerine örttükleri kamuflaj ceketin altından sarkan çıplak bacaklarına ilişti gözüm. Mosmordu.

 

Göz bebeğimin irileştiğini hissettim o an. Bir şey düşünmek ve hissetmek çok zordu.

 

''Ece.'' Bu sefer sesim fısıltıdan ibaret hava da asılı kalmıştı.

 

Hemen yanında diz çöküp yüzüne düşmüş ıslak saçlarını kenara çektim. Yüzündeki morlukları görmek kalbime bir yumru oturturken patlamış dudağı ve burnunun dibinde birikmiş kan bu hayatta ilk defa vücuduma korku salmıştı.

 

''Nasıl gelmiş buraya?'' diye sordum anında başımdaki askerlere. ''Kim getirdi, gördünüz mü?''

 

''Hayır, yürüyerek geldi. Zaten gelişinden bir şeyler olduğunu anladık ama sandığımız gibi bir durum çıkmadı.'' Dedi içlerinden uzun boylu olanı.

 

Yüzüne bakarak dinlemiştim onu konuşması boyunca. Dudaklarımın arasından sızan soğuk hava boğazımı kurutmuştu. Yutkunma gereği hissederken bakışlarım tekrar rengi solmuş Ece'ye kaydı.

 

Duyduğum haberden sonra odadan fırladığım için Albayda dahil olmak üzere herkes peşimden gelmişti lakin yanı başımda duran Enver'i göz hapsine aldım. Yüzünden ne düşündüğünü anlamak zordu ama gördüğü durum karşısında yüzünü buruşturmadan edememişti.

 

''Ambulansı aradınız mı?'' diye sordu, Alparslan.

 

''Evet,'' dedi bir diğer asker. ''Asena hanımın ismini sayıklarken bayıldı.'' Konuşan askere döndüm ışık hızında. Dilim tutulmuş gibi hiçbir şey diyemiyordum.

 

Tekrar Ece'ye dönüp yüzünü hafifçe sarstım. ''Ece, uyan. Buradayım, geldim.'' Desem de Ece'den herhangi bir tepki gelmedi.

 

''Kıyafetleri,'' diyerek sustu yine uzun boylu olan. ''Baya kötü durumdaydı, üşüyor olmalı.'' Demesiyle ben üzerine örttükleri ceketi sadece kendim görebileceğim şekilde kaldırıp baktım. Yırtık elbiseden tüm vücudu gözüküyordu neredeyse. Aynı esna da Enver ceketini çıkarıp Ece'nin açıkta kalan bacaklarını örterken arkadan biri daha ceketini uzattığında yine bir kamuflaj ceket olması gözümden kaçmamıştı. Enver o ceketi de diğer ceketin üstüne örttüğündeyse ambulansın sesi dolu kulaklarıma.

 

Yaklaşık bir dakika sonra içeri alınan ambulans ile gelen ekip Ece'ye ilk müdahaleye başlamıştı. Üzerindeki ceketi kenara çeken kadın uzman gördüğü görüntü ile kafasını çevirip tuhaf bir bakışla baktı bana. Dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım bir şey diyemeyerek. O da üstelemeyip tekrar üzerini örterken ceketin altından Ece'nin kolu tam önüme düşerken kolunda gördüğüm iğne izleri ile bir süre yutkunamadım. Kolunu ellerimin arasına aldığımı fark eden Uzman Ece'nin kolunu elimden alıp dikkatlice incelerken hepimizin aklına o korktuğumuz şey gelmişti.

 

''Hastayı hemen ambulansa alalım. Gerekli müdahaleye orada devam edeceğiz, çabuk çabuk!'' diye bağırmasıyla hemşire bir kızla irice bir erkek Ece'yi dikkatlice sedyeye yerleştirdi.

 

Gördüğüm görüntü gözümün önünden gitmezken put gibi dikili kalmıştım ayakta. Onlar Ece'yi kaldırıp götürürken hala bilinci kapalıydı. Yüzüne bile büyük gelen hava maskesiyle önümden geçip ambulansa yerleştirdiler.

 

''Komutanım,'' Enver'in sesi ile daldığım ambulans kapısından ayırdım gözlerimi. Ambulans tekrar sirenlerini açarak bahçeden çıkıp giderken koluma dokundu Evren.

 

''Komutanım?'' bu sefer sesi biraz daha endişeli çıkarken tek dediğim şey, ''Araba.'' Kelimesi olmuştu.

 

Enver ışık hızında yanımdan uzaklaşırken arkamda birçok hareketliliğin oluştuğunu hissettim. Herkes bir şeylere koştururken fısıldamalar ve kendi aralarında konuşmaların uğultusu kulağıma geliyordu ama ben hareket dahi edemiyordum.

 

Ece'nin durumu kötüydü ama bu durumdan ziyade beni karanlığa çeken başka bir şey vardı zihnimin derinliklerinde. O da Ufuk'tu.

 

''Asena?'' Alparslan'ın dudaklarından dökülen adımla ürpermiştim. Kendime geldiğimi fark ederek yanımdan geçip önümde durdu. Bakışlarındaki durgunluğun anlamını biliyordum.

 

''İyi olacak, endişe etme.'' Dediğini duysam da bir tepki veremedim. ''Araba.'' Diye yineledim kendimi.

 

Ufuk dolaşıyordu zihnimde bir de Ece. Ufuk'un baygın halleri, Ufuk'un komadaki halleri. Hastanede tuttuğumuz nöbetlerimiz... hepsi birer toz gibi yapışmıştı zihnimin duvarlarına. Ve bugün Ece'ye olanlar sayesinde ortalığın tozu kalkmıştı.

 

Alparslan durumumdan endişe eder gibi bakarken başımın döndüğünü hissettim. Kendi etrafımda dönmeye başladığımda görmek istediğim tek yüz Ufuk'tu. Bir kez daha döndüm hızlıca etrafımda fakat Ufuk yoktu.

 

''Ufuk.'' Diye mırıldandım. ''Ufuk, nerede?'' içeri gitmekte olan Albayın peşinde olan üniformalılar Alparslan'ın askerleriydi. Benim değildi, onundu.

 

''Asena, iyi misin sen?'' koluma dokunan sert ellerin sahibini ittim. Tek istediğim Ufuk'u görmekti.

 

Beynim bunca zaman bana oyun mu oynuyor, anlamam lazımdı. Ufuk o gece komadan uyanmış mıydı gerçekten öğrenmem lazımdı. Beynimin çevirdiği oyunu bozmam lazımdı.

 

''Ufuk!'' diye sertçe söylenirken bir kez daha kolumu tutmak isteyen kişiden kurtardım kendimi.

 

''Komutanım!'' Kulağıma ilişen Cesur'un sesiyle durdu adımlarım.

 

Gözlerindeki telaşla yaklaştı bana. Gelip iki omzumdan kavradığı an yakasına yapıştım aynı anda.

 

''Cesur,'' diye inledim dişlerimi sıkarak. Gözlerim dolduğu için bulanık görmeye başlıyordum. ''Ufuk.'' Çıktı ağzımdan sadece. Gerisini onun anlamasını bekledim.

 

''Burada, iyi Ufuk.'' Dedi beni telkin etmek için ama görmeden inanmazdım. Deli gibi kafamı iki yana salladım.

 

''Ona götür beni, görmem lazım. Ufuk'u görmem lazım, bu oyunu durdurmam lazım.''

 

Nefes nefese kollarına bıraktığımda kendimi midemin bulanmasıyla başımın dönmesi aynı anda oldu. Zemin'in ise ayağımın altından kaymasıyla bilincimin tamamen gitmesi bir oldu.

 

Etrafımda dönen hareketliliği ve sesleri hissedebiliyordum ama sesler bir uğultudan ibaretti. Nerede olduğumu bilemeyecek kadar derine inmişti zihnim sanki. Olmak istediğim yerin burası olduğunu hissetmeyerek aralamaya çalıştım gözlerimi.

 

''Uyanıyor sanırım.'' Dedi, ince bir kız sesi. Tanıdık gelmesiyle kaşlarımı çatmaya çalıştım.

 

Buraya ait değildim. Burada olmamalıydım.

 

''Asena Hanım?'' dedi yine aynı ses. Gözlerimi hareket ettirerek bir kez daha açmaya çalışırken tek bir seferlik yakaladığım boşluktan yüzüme yakın olan kahverengi bir çift göz ile karşılaştım.

 

''Uyandı mı?'' tok erkek sesi yüzümü buruşturmama sebep olmuştu.

 

''Uyanmaya çalışıyor, Komutanım.'' Dedi yine ince ses. ''Sanırım bir travma yaşadı.''

 

''Komutanım,'' diyen bir erkek sesi ilişti kulağıma. Bu ses hem o kadar yakın hem de o kadar uzaktan geliyordu ki yakın olduğu için mi fısıltı gibi gelmişti yoksa uzak olduğu için mi ayırt edememiştim.

 

Gözlerimi son gayret ile tekrar açmaya çalıştım. Gözlerime vuran ışık işimi zorlaştırsa da yüzüme eğilmiş olan güler yüzlü bir erkek kafası ışığımı keserek beni büyük bir dertten kurtarmıştı.

 

Gördüğüm yüz ise o kadar tanıdıktı ki anında zihnim gerçekleri kabul etti.

 

''Ufuk?'' ismi çıktı dudaklarımdan. Ağzımın zehir tadı midemi bulandırsa da bozuntuya vermedim. Gözlerimi olabildiğince açık tutmaya çalıştım.

 

''Buradayım,'' dedi, Ufuk. Bu sefer gözlerimi bilinç kaybından değil rahatlamanın verdiği hissin huzuruyla kapatıp derin bir nefes aldım.

 

''Komutanım, buradayım. İyiyim, iyisiniz.'' Konuşmaya devam etti. Tekrar gözlerimi açtığımdaysa yine gülümseyerek bakmaya devam ediyordu.

 

Bilincim tamamen yerine gelirken omzuma koyduğu ele tutundum sıkı sıkıya. ''Buradasınız,'' diye fısıldarken ondan çok kendimeydi bu kelime.

 

''Komutanım,'' cıvık ve yılışık sesin sahibini çok da uzakta aramadım.

 

Kafamı sola çevirdiğimde en son kollarına bayıldığım Cesur'u gördüm. Sırıtarak bana bakıyordu.

 

''Siz öyle kollarıma atınca kendinizi kıskanan arkadaşlar oldu.''

 

''Ne kıskanacağız olum seni!'' diye çıkıştı Bilal. ''Alt tarafı keşke ben tutsaydım dedim. Ne var bunda? Senin boyun bir doksan sekiz! Kadını aldın havaya kaldırdın, yüksek yer tabii oksijeni azaldı kadının bir saattir ayıltmaya çalışıyoruz.''

 

İstemsizce gülümserken Cesur bu anı yakalayıp, ''Heh işte, böyle komutanım. İnsanın komutanın bayılması da kötüymüş. Ne yapacağımızı şaştık valla vurulsanız falan nasıl müdahale edeceğimizi biliyoruz ben size açık kalp ameliyatı bile yaparım ama bayılana ne yapılacağını öğretmediler.''

 

''Uzun cümleler kurup yormasak kadını.'' Diye bir ses duyuldu arkalardan.

 

Bir hastane odasında ve oldukça kalabalık olduğumuzu ise yeni fark ediyordum.

 

''Kim o ya? Çocuk mu aldınız içeri?'' dedi, Bahadır.

''Çocuk dediğin çocuk verir eline.'' Diyen patavatsız ise bizim ekipten değildi şaşırtıcı bir şekilde ama benim kanımdandı.

 

Miran'ın kafasına sert bir şaplak indi arkadan.

 

''Sağ ol.'' Dedi ince sesin sahibi olan Bukre. Miran'a vuran ise Fatih'ten başkası değildi.

 

Aynı mahallede de doğup, büyüyüp üstüne bir de aynı yerde görev yapmalarına rağmen bazen didişseler de hatta genellikle didişseler de çoğu zaman birbirlerini kollamalarına şahit oluyordum. Bu da onlardan biriydi.

 

''Dua et hastanedeyiz, daha yeni iyileştin sende. Yoksa yapacağımı bilirdim sana.'' Diye söylenmeye başladı, Fatih. Miran ise suçluluk bile duymazken aradan sızıp iki adımda yanımda bitti.

 

''Ablam!'' gereksiz bir nameyle Cesur'u ittirip üzerime abandığı gibi sarılmaya çalıştı fakat yatıyor pozisyonda olduğum için sarılmaktan ziyade boğuyor gibi olmuştu.

 

''Alın şu sülüğü üstümden.'' Diyebilmeyi başardığımda Ufuk onu ittirip nefes almamı sağladı.

 

Aklıma gelen asıl isim ile bakışlarım oda da birini aradı lakin bulamadı.

 

''Ufuk,''

 

''Efendim, Komutanım?''

''Enver nerede?''

 

''Bilmiyorum komutanım, sizi buraya getirdiğimizde beş dakika durup çıktı odadan henüz gelmedi.'' Anladım dercesine kafa salladım.

 

''Ece,'' diye mırıldandım keyifsizce. Kimseden ses çıkmazken hepsinin benimle ilgilenmekten Ece'yi sormayı akıllarına bile gelmediğini anlamıştım.

 

Yatakta apar topar hareketlenip kalkmaya çalışmam sonucu herkesten bir, ''Dur, ne yapıyorsun Komutanım.'' Yükselmesine karşılık tepki vermedim. Kolumdaki serumu dikkatlice çıkarırken kanamaması için kolumu katlayıp etimle birleştirdim. Çocuk gibi sızlanmanın sırası değildi.

 

''Ece'ye götürün beni.'' Dedim yerdeki botlarımı giymeye çalışarak. Giyemediğimi fark eden Miran eğilip giyinmeme yardımcı oldu.

 

 

''Teşekkür ederim,'' diye mırıldandım. Miran ayaklanıp sorun yok dercesine gözlerini kırptı.

 

''Hadi çıksın herkes.'' Dedi, Alparslan. Kendi timine söylediğini fark ettiğimdeyse kısa bir bakışma geçti aramızda.

 

Yine de dengemi korumak için koluma giren Miran ve Cesur ile ruhum daraldı. Alparslan ise gözlerini benden kaçırıp timiyle beraber odadan çıktığında sabahki konuşmalar bir bir zihnimin derinliklerinden kalbime doğru sızdı. Bu kaçak bir sızıntıydı. Yine her zamanki gibi halının altına süpürdüğüm her şey olur olmadık anlarda tam karşıma çıkıyordu. Ve bu, motor becerilerimi etkileyecek kadar kuvvetli bir şeydi.

 

''Yürüyebiliyorum.'' Desem de ne Miran bıraktı beni ne de Cesur.

 

''Sen bırakabilirsin, ben tutuyorum ablamı.'' Dedi Miran, Cesur'a. Bakışları kıskançlık doluyken gözlerimi devirdim bu durum karşısında.

 

''Ben de tutuyorum,'' diyerek kısa bir es verdi devamında ne diyeceğini bilememiş gibi. ''Komutanımı.'' Diye tamamladı cümlesini.

 

''Ama ben ablamı, tutuyorum.'' Dedi, Miran inatla. Bu esna da çoktan odadan çıkmıştık bile. Kapının önünde sıraya girmiş Alaca timini görünce bir an duraksadım. Başımda beklemelerine gerek yoktu.

 

''Sokacağım ablana şimdi!'' sesiyle refleks olarak Cesur'a delici bir bakış attım. Sesli söylediğini fark edip özür dileyen bakışlar attı ama üzerinde durmak istemediğim bir konuydu. O ağzına hayali bir fermuar çekip sessizleştiğinde Alaca timine döndüm tekrar.

 

Durup Alparslan ile göz göze gelmemeye çalışarak, ''Alaca timi,'' diye seslendim. Göz hapsine sadece Yusuf ve Serdar'ı alırken devam ettim. ''Geldiğiniz için teşekkür ederim ama gidebilirsiniz, beklemenize gerek yok. İyiyim.''

 

Yusuf ve Serdar bana değil de tepki olarak Alparslan'a bakmıştı. Alparslan ise benden cesurca davranarak direkt olarak bana bakıyordu. Mavi gözleri çelikliğini kaybetmiş ve sadece puslu bakıyordu. Böyle olunca bana kızgın mı kırgın mı olduğunu anlamak zor oluyordu.

 

''Alaca timi emirlerini benden alıyor, sizden değil.'' Sesi yükseldi, Alparslan'dan. Sözlerinin canımı ne kadar yakacağını hesaplamamış gibi çok düşünmeden söylemişti bunu.

 

 

Canımın yandığı nokta ise Alparslan'ın bana böyle bir cümle kurması değildi. Emirleri benden alacak bir vasfımın olmamasıydı. Durumu aramızdaki ilişkiden dolayı kişiselleştirmek istemiyordum.

 

Dudaklarımı ıslatma gereği duyup sadece, ''Peki.'' Diyerek önüme döndüm.

 

Cesur ve Miran ile tekrar yürümeye başladığımızda arkamızdan Ufuk ve Mert'te geliyordu. Kafamın uyuşukluğu giderken asansöre binip farklı bir kata gelmiştik.

 

''Odaya alınmış öğrendiğim kadarıyla.'' Dedi, Miran. Küçük bir bakış attım ona.

 

''Enver Komutanım da buradaymış.'' Diyen Cesur'la bakışlarımı baktığı yöne çevirdim.

 

Bir odanın tam karşısında olan ikili koltukta oturuyordu. Bacaklarını ayırmış, kafasını ellerine almış bir vaziyetteyken oldukça düşünceli gözüküyordu.

 

''Enver.'' Diye seslendim biraz daha yaklaştığımızda. Sesimi duymasıyla hızla kafasını kaldırıp bizi fark etti.

 

Yüzünde minik bir telaş dalgası peydah olurken ayaklanıp bize doğru geldi.

 

''Komutanım, uyanmışsınız.'' İyi olduğumdan emin olmak istercesine baştan aşağı süzdü beni.

 

''Evet.'' Bende ona kısa bir bakış attım. ''Senin ne işin var burada?'' diye sorma gereği duydum.

 

Kötü bir amaçla sorgulamıyordum aslında sadece herkes yanımdayken Ece'yi yalnız bırakmak istememesinin sebebini merak etmiştim. Çünkü aramızda herkese karşı en soğuk tutumu olan tek kişi Enver'di. Bu davranışı şaşırmama neden olmuştu.

 

Gözlerini kaçırarak ensesini kaşıdı. ''Yani belki bir şeye ihtiyaç duyarlar diye bir de siz uyandığınızda neden ilgilenmediniz diye kızmamanız için.'' Sonra bu açıklamayı aslında kendine yapmış gibi bakışları yere düştü.

 

 

''Evet, bunun için buradayım.'' Ağzının içinde söyledikleri az önceki açıklamasını destekleme niteliğindeydi. Ya da kendini buna ikna etmeye çalışıyordu.

 

''Peki,'' dedim, içimdeki şüphe kırıntısıyla. ''Tamam, öyle olsun. Durumu nasıl? Doktorlar bir şey dedi mi?''

 

Üzgün bir bakış attı soruma karşılık. Dudaklarımdan derin bir soluk verdim sıkıntıyla. Ayakta durmak zor gelirken Miran güven vermek istercesine kolumu uyarı niteliğinde sıktı.

 

''Ne dedi doktor?''

 

''Ortada bir darp olduğu açık dedi. Kaburgasında çatlaklar mevcut, bir de ayak bileğinde.''

 

''Bu kadar mı?'' diye sordum şaşırarak. Bundan daha kötü bir haldeydi. Darp olduğunu anlamayacak kadar da aptal değildim zaten. Kızın ağzı yüzü kurumuş kanla doluydu.

 

''Enver,'' diye uyardım devam etmesi için.

 

''Kanında yükse dozda uyuşturucu tespit edildi. Neredeyse onu ölüme götürecek kadar, doktor daha önce hiçbir kan testinde uyuşturucu madde olmadığına kanaat getirdi çünkü zaten düzenli kan bağışında bulunan biriymiş.''

 

Sadece darp ile bu durumda olmayacağı da aşikardı. Gördüğüm şeyle zaten böyle bir şeyin olduğunu anlamıştım. Hiçbir duyduğumu şaşırtmıyordu beni. Her şeyi bizzat kendim görmüştüm.

 

''Uyandı mı peki? Durumu nasıl, ne diyor doktor?'' en azından iyi olduğunu duymaya ihtiyacım vardı. Uyanmalı ve o ela gözlerini açık görmeliydim. Sonra da onu bu hale getirenin kim olduğunu öğrenip Allah'la hızlı bir görüşme yaşatmalıydım.

 

''İyiye gittiğini söyledi doktor. Ama şu an için stabil, henüz uyanmadı.'' Dediğinde anladım dercesine kafa salladım.

 

''Ben yine de yanına girmek istiyorum.''

 

''Doktora sormamız gerek, hallederim ben.'' Diyerek kaçarcasına uzaklaştı, Enver yanımızdan.

 

Onun gidişinin üstüne az önce oturduğu sandalyelerden birine oturdum. Miran'da anında benimle otururken Cesur yine ağzının içinde söylenmişti.

''Ne diyorsun bilader ağzının içinde!'' diye çıkıştı en sonunda dayanamayarak.

 

Cesur sanki durumdan bir habermiş gibi eliyle kendini gösterdi şaşırarak.

 

''Kim, ben mi?''

 

''Burada shrek sen olduğuna göre.'' Cesur'un delici bakışları bana değse de Miran'ın kardeşim olduğu gerçeği bu bakışın ötesinde bir şey yapamadı. İkisiyle uğraşamayacak kadar da doluydu zihnim.

 

''Bak dua et, komutanımın kardeşisin,'' diye yükseldi, Cesur.

 

''Öyle olmasa ne olacaktı? Ne yapacaktın?'' Miran çok yanlış kişiye kafa tutuyordu.

 

Cesur hayatımda gördüğüm en kıskanç erkekti. Timde kimsenin onunla olduğundan daha samimi olmasını kaldıramayacak kadar hem de. Sevdiği birini başka bir sevdiğiyle bile paylaşmazdı. Söz konusu benken bile Enver'e kafa tuttuğu oluyordu. Ben yoksam da Enver için diğerlerine kafa tutuyordu.

 

''Onu bilemeyiz çünkü genelde ne yapacağımın sınırını bende kestiremiyorum.'' Dedi gıcık bir tonlamayla. Miran bana çevirdi bakışlarını.

 

''Ne?'' diye sordum.

 

''Abla, bir şey demeyecek misin?'' dedi, çocuk gibi.

 

''Ne diyeyim, Miran? Uslu dur oğlum mu diyeyim bir doksan sekiz adama. Oğlum öyle yapma gözlerin öyle kalacak mı diyeyim eşek kadar adama.''

 

''Bak onu doğru dedin işte abla,'' diyerek Cesur'a sinsi bir bakış attı. ''Eşek.'' Dediğinde Cesur atik bir şekilde Miran'ın yakasına asıldı tek eliyle. Bu hareketiyle ayağa kalkmak zorunda kalan Miran'a alttan bir bakış attım. Kendisi kaşınmıştı.

 

''Abla!'' diye ciyakladı Miran. Onları tanımıyor ve görmüyormuş gibi davranırken hali eşgalimin epey kötü gözüküyor olduğuna emindim.

 

''Neymiş, ablan olması bir şeyi değiştirmiyormuş.'' Cesur'un tehditvari sesine karşılık alttan bacağına vurdum dayanamayarak.

 

''Normal şartlarda ikinizi de alıp birbirinize çarpardım gayet iyi biliyorsunuz, değil mi?''

 

Cesur, Miran'ı usulca geri bırakıp gözleri bendeyken çekiştirdiği yakasını eliyle düzeltip son kez sertçe yakasına vurup Miran'ı geri yerine oturttu.

 

''Aferin.'' Dedim, onu takdir ederek. En azından kaldırdığı gibi geri oturtacak kadar da beyefendiydi.

 

Cesur bunun karşılığında gururlu bir duruş sergilerken koridordan geçen bir hemşireyle göz göze geldi. Sarışın ve oldukça seksi olan hemşire cilveli bir bakış atmıştı Cesur'a. Miran ile aynı an da birbirimize dönerken göz ucuyla Cesur ve yanından geçene kadar göz kontağını kesmeyen seksi hemşireye baktık yaşlı teyze merakıyla.

 

Cesur hemşire tam yanından geçerken geldiği yönden gittiği yönü takip ederek sağdan sola doğru topuklarının üzerinde döndü. Sanki hiç kası yokmuş gibi hemşirenin geçeceği süre boyunca şişirdiği göğsünü bırakınca nefes nefese kalarak dizlerine tutundu.

 

Cesur hem cüsse olarak hem de görünüş olarak dikkat çekiyordu. Temiz bir yüzü vardı, bakımlarını aksatmazdı hiçbir zaman. En leş halimizde bile her zaman parfüm kokan biriydi. Aralarında en iri yarısı da oydu. Enver ile yarışır cinsten olsa da tek fark Enver'in sağlıklı bir vücudu varken Cesur oldukça şişkin biriydi. Kas dağılımları oldukça farklıydı. Bir keresinde kolu yetişmediğim için sırtını kaşıyamamış, kaşıntıdan ölmemek için gecenin bir vakti Bilal'in evine gitmişti.

 

Bu görünüşün üstüne bir de giyindiği dar ve siyah olan üniformalar eşlik ediyordu. Bu da onu daha dikkat çekici bir hale getiriyordu. Dikkat çekiciliği inkâr edilemezdi.

 

''Şovcu.'' Diye söylendi, Miran. Cesur yakalanmış olmanın verdiği şaşkınlıkla jet hızında bize döndü.

 

Ne yapacağını bilemeyerek elini kolunu her yerine sürterken ağzımın kenarıyla güldüm.

 

''Utanma olum,'' diye devam etti, Miran. ''Yiğidin malı meydanda olur da biz çıkalım istersen, ablama ayıp oluyor. Komutanın sonuçta.''

 

Miran'a yandan bir bakış attım gülmemek için kendimi sıktığımı fark ederek.

 

Cesur ise utangaçlık dolu sesiyle konuştu. ''Komutan benim komutanım, sana ne?''

 

''Ne biçim adamlarla çalışıyorsun ya.'' Diyerek bana döndü, Miran. ''Havlamadan konuşamıyor şuna bak, pitbul.''

 

Cesur hırlayarak üstüne abandığında Miran, ''Hoşt!'' diyerek yakama yapıştı.

 

''Biraz daha susmazsanız yoğun bakımlık ederim sizi!'' tehdidimle ikisi de sus pus olmuştu. Miran çocuk gibi kollarını göğsünde birleştirip arkasına yaslanırken Cesur koridorda volta atmaya başladı.

 

Birkaç dakikalık sessizlikten sonra koridorun başında görünen Enver ile ayaklandım. Yanıma geldiğinde sordum hızla.

 

''Ne oldu? İzin verdiler mi?''

 

''Evet, girebilirsin ama çok kalmamamız konusunda uyardılar.'' Kafa salladım anında. Tek temennim uyanmasıydı.

 

Onları arkamda bırakıp usul adımlarla odasına doğru gittim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde ilk gördüğüm görüntü ölü gibi yatan zayıf bir beden olmuştu. Kapattığım kapının önünde kaldım bir süre. Adımlar gidip gitmemek arasında kararsız kalmıştı. Bunun kimseye faydasının olmadığını düşünüp yatağına doğru yaklaştım.

 

Yüzünde yine oksijen maskesi takılıydı. Alnında ve yüzündeki morluklar hala yerini koruyordu. Sol el bileğindeki sargıya kaydı gözlerim. Oradan da alçıda olan ayak bileğine gitti gözüm. Yüzü oldukça solgun gözüküyordu. Gözlerinin altının halkası o kadar genişti ki bir morluktaydı ki başka birisi görse ölü olduğunu düşünürdü.

 

Onu böyle görmek içimde bir şeylerin tetiklenmesine neden olurken dolan gözlerimi tavana diktim ağlamamak için. Onu bu hale getirenler elbet cezasız kalmayacaktı. Bu konu için elimden geleni yapacaktım ama onun yaşadığı bu acıları ve travmayı nasıl silip atacaktım hiçbir fikrim yoktu. Olacağını bilsem bunları hiç yaşanmamış kılardım. Gücümün buna da yeteceğini bilsem zamanda geriye gider bunların olmaması için her şeyi yapardım.

 

Serumun olduğu eline uzandı elim. Teni oldukça soğuktu. Üşümesi canımı acıttığı için parmaklarını sardım sıkıca ısıtmak isteyerek. Birkaç dakikanın geçtiği sessizlikten sonra aklımdan geçen tek düşünce hala ona bunu yapanları bulmaktı.

 

Ece'nin baktıkça sinirlerimi hoplatan yüzünden çektim bakışlarımı. Enver fazla durmamam konusunda uyarmıştı. Tam ayaklanıp elini bırakıyordum ki Ece'den gelen acı dolu inlemeyle durdum. Arkamı döndüğümde acıyla buruşan yüzünü gördüm.

 

''Ece.'' İsmini ona yaklaşarak fısıldamıştım. Tepki vermezken tekrar seslendim. ''Ece, buradayım. Yanındayım.'' Başka ne diyeceğimi bilememiştim. Tek istediğim güvende olduğunu bilmesiydi.

 

Bir inleme daha döküldü dudaklarından. Ardından bir şeyler dedi ama anlamadım. Ağzında maske olduğu için dediklerini daha zor duyuluyordu. Kapıyı kontrol ederek dikkatlice maskeyi ağzından çektim. Ece bu sayede rahatlamış gibiydi. Kirpikleri açılmak için üstün bir çaba gösteriyordu.

 

''Zorlama kendini, beni duyuyorsan yeterli.''

 

''As,'' dediğinde gerisi gelmedi. Konuşmakta güçlük çekmesinin bilincinin hala açılmamıl olmamasına yordum.

 

''Zihnin çok bulanık, biliyorum. O yüzden kendini konuşmak için zorlama, beni duy yeter.''

 

Kafa sallamaya çalıştığında istemsizce gülümsedim. Bir çocuk gibi yardıma muhtaç görüntüsü tekrar gözlerimi doldurmuştu. Ece, hayatımda gördüğüm en narin kadındı. Hayata karşı güçlü bir duruşu vardı ama bu güç fiziksel bir güç değildi. Kendi gibi bir kadına bile karşı koyamayacak kadar hassastı. Ellerim sarı saçlarına gitti. Bir abla şefkatiyle okşadım acısını dindirecekmiş gibi.

 

''Asena,'' zorda olsa ağzından çıkan ismimle yatağın kenarına oturup ona eğildim.

 

''Ece,''

 

''Neredeyim?'' Sorduğu ilk soru bu olurken saçlarını okşamaya devam ediyordum.

 

''Güvendesin, tek bilmen gereken bu.'' Dedim. Zorlu bir yutkunma geçti boğazından. Yine aynı ısrarla gözlerini açmaya çalışsa da engel oldum.

 

''Şş, açma gözlerini demedi mi ben sana?'' sesimi sert tutmaya çalıştım. ''Hastanedeyiz eğer merak ettiğin buysa. Ve iyisin, gayet iyisin sadece çok uykunun olduğunu söyledi doktor. Uyu tamam mı?''

 

Dediklerimi tüm uysallığıyla dinledi. Son soruma kafa sallamaya çalıştığında gülümsedim göremeyeceğini bilsem de.

 

''Güzel, şimdi uyumaya devam ediyorsun. Bu sayede uykunu alıp hemen uyanabilirsin, merak etme yanındayım.''

 

Dediğimi yapıp ses çıkarmadı. Tekrar uyuduğunu fark ettiğimde maskesini tekrar yüzüne indirdim. Yüzüne izi çıkmasına rağmen bunu yapmak zorundaydım.

 

Her zaman bizi tutsak eden birçok zorunluluklarımız vardı. Benimse şu an ki zorunluluğum Ece'ye neler olduğunu ve buna kimlerin sebep olduğunu bulmaktı.

 

Ece'yi uykuya bırakıp odasından çıktım. Kapıda ise içeri girerken bıraktığım üçlü aynı şekilde bekliyordu. Çıktığımı gören Enver'in bakışları bana kitlenirken koca iki adımda yanıma geldi. Cesur ve Miran'da yine çekişmeli bir şekilde sohbet ederken odadan çıktığımı fark ettikleri an susmuşlardı.

 

''Komutanım, durumu nasıl?'' Enver'in ilk defa birini merak etmesine şahit olmuyordum elbette ama merak ettiği kişiler listesinde Ece'nin olmasına takılmamak elde değildi. Genelde tim dışında merak edeceği kimse yoktu. Bir de kendi ailesi ve çevresi dışında.

 

''İyi, iyi olacak. Öyle olmak zorunda.'' Dedim karanlık bir sesle. Enver kuşkuyla yüzümü izledi.

 

''Uyandı mı, komutanım?'' diye soran ise Cesur'du. Sorusuna karşılık Enver'in bakışları ona değse de bizden uzaklaşıp pencereye doğru ellerini yasladı. Hal ve hareketleri bana yabancı geldiği için bu durumu yadırgar olmuştum.

 

''Uyanır gibi oldu ama vücudu çok yorgun, dinlenmesi gerek.'' Kafa salladılar. Miran'ın üzgün ifadesine karşılık yanağına dokundum şakasına.

 

Cesur bu hareketime karşılık gözlerini devirmekle yetindi. Benim derdim bir tane değildi ki, bin taneydi.

 

''Cesur,'' dediğim an, ''Efendim?'' demesiyle kısa bir şok yaşadım.

 

''Sen burada kal, kuş uçmayacak. Hatta güvenliği artıracağım, yanına Mert'i de göndereceğim. Aynı hemşire girip çıkacak içeri başkası gireceği zaman doktora kimliğini onaylatmadan içeri almıyorsun, gerekirse kaba güç kullan ama bu dediklerimin aksi bir duruma dönüşmesine izin verme!''

 

Cesur hiçbir dediğime karşılık mimik oynatmadan emrime itaat ederek kafa salladı.

 

''Emredersiniz, Komutanım!'' dedi sadece gür sesiyle. Onun bu tavrına Miran küçümser bir bakış attığın da yine tip tip birbirlerine bakmalarından yine bir savaşın çıkacağını anlayıp, ''Hadi gidelim.'' Dedim.

 

Miran yine aynı şekilde koluma girdiğinde Enver sessizce yanımızda yürümüştü. Aklından geçenleri okumak istediğim tek an buydu. İlk defa Enver'in içsel hesaplaşmalarını merak ediyordum. Çünkü genelde Enver'in sıkıcı bir yapısı olduğu için onun yerinde olup onu anlamayı hiç istemiyordum. Dediğim gibi, sıkıcıydı.

 

Alaca timinin kantinde olduğunu öğrenip yanlarına indiğimizde Öfke Timi de onlara eşlik ediyordu. Neredeyse üç masayı birleştirip oturuyorlardı. Önlerinde yemek yediklerine dair izler gördüğümde Miran sesli bir isyanda bulundu.

 

''Hain kaltaklar! Bensiz yemek yemişler, sekiz saattir açım!'' dedi, ağlamaklı bir sesle.

 

''Sızlanma çocuk gibi sende oturunca yersin şimdi.''

 

''Bu kadar haksızlığı nasıl koyacağım bavula!" Kinci bir çocuk olduğunu kabul etmem gerekirdi. Bir tek bana karşı böyle tavırları yoktu.

 

 

 

''Afiyet olsun.'' Dedi, Miran ima dolu sesiyle.

 

Fatih masadaki çöplerin altından bir poşet daha çıkardı. ''Size de aldık.''

 

Miran ışık hızında kolumdan çıktığı gibi Fatih'e doğru koştu.

 

''Allah'ına kurban senin ya! Acımdan ölmüştüm, ablam ne yemek veriyor ne aş.''

 

Ulan konu yine ne ara bana gelmişti.

 

''Bir dahaki sefer elimden yemek değil dayak yiyeceksin.'' Diyerek oturmam için bana sandalye getiren Enver'e teşekkür dolu bir bakış attım.

 

Masada herkes tamken tek olmayan kişi, Alparslan'dı. Gözlerimin direkt olarak neden onu aradığını bile bilmiyordum. O ise beni görmek istemiyor olacak ki gitmişti. Ama alaca timinin burada kalmasının da bir anlamı yoktu.

 

''Her şey için teşekkürler, saatlerdir burada bekliyorsunuz. Zorunda değildiniz.'' Dedim, birden konuya girerek.

 

''Olur mu öyle şey, Asena Hanım.'' Dedi, Bukre.

 

Bazen tim içinde o kadar sessiz kalıyordu ki varlığını unutuyordum. Genelde bu koca adamların arasında ses çıkarmak zor olduğu için Bukre'ye diyecek bir şeyim yoktu. Bunca zaman onlara sessizce katlanması bile bir mucizeydi.

 

''Siz iyi olun da. Gerisi önemli değil.'' Diye devam etti.

 

''Operasyon kadının etrafında dönüyor, o yoksa işte yok diyemiyor. Yalakalık yapıyor.'' Diye söylenen Niyazi ile Öfke timinin tüm bakışlar ona döndü.

 

Bakışları fark eden Niyazi, ''Şey yani, bizim için kıymetli biri olduğundan. Onun yanında olmayacağız da kimin yanında olacağız.'' Diyerek köşesine sindi.

 

Bunun üzerine kimseden çıt çıkmazken Mert'e seslendim.

 

''Mert, şu yemeklerden kap birini, Cesur'un yanına git. İkinizde bir sonraki emrime kadar oradan ayrılmıyorsunuz, diğer detayları Cesur anlatır sana.''

 

Mert, tam dediklerimi onaylayıp gidiyordu ki Enver ayaklandı.

 

''O otursun biraz, benim Cesur'la işim var. Ben gelince o gider.'' diyerek yemeklere uzanıp bir tane aldı. Ne işi olduğunu merak eden bir ifadeyle yüzüne baksam da o bana bakmadan yemeği aldığı gibi gitmişti.

 

Hepimiz arkasından garip garip bakmakla yetindik. Normal değildi, hiç kimse normal değildi. Havasından mı suyundan mı bilmiyorum ama buraya geldiğimizden beri hiçbirimiz normal değildik. En çok da ben.

 

ENVER

 

 

Enver kaçarcasına uzaklaştığı kantinden çıktıktan sonra direkt olarak asansörlere yöneldi. Bu yaptığına kendisi de inanmıyordu fakat düşünüp mantıklı karar vermesi saatlerini alacaktı. Bu yüzden aklına geldiği an kendine düşünme fırsatı dahi tanımadan yapmıştı bunu. Çünkü istiyordu.

 

Cesur'un bulunduğu yere geldiğinde ayaklarını iki metre boyunca uzatmış bir vaziyette tavanı izlediğini gördü. Keskin nişancı olduğunu kanıtlayan yetenekleri sayesinde kadrajına dahi girmemiş olan Enver'i fark ettiğinde, Enver bu duruma kaşlarını kaldırdı. Ne kadar didişseler de Cesur'un işinde harika olduğunu kimse inkâr edemezdi. Bu mükemmelliğin de bir bedeli olduğunu düşünüyordu, Enver. Ya da Cesur'un yaşadığı acı kaybın bir sonucuydu dönüştüğü kişi. Bir sonraki kayba kadar da değişecek gibi durmuyordu.

 

''Komutanım?'' Cesur'un ses tonu sorgular cinstendi.

 

Enver elindekinin nimet olduğunu düşünerek son anda savurmaktan vazgeçtiği yemeği Cesur'a uzattı.

 

''Ne bu?''

 

''Yemek işte oğlum, al zıkkımlan.'' Sevgi sözcükleri falan pek duyamazdı Cesur, Enver'den. O yüzden şaşırmadı, gocunmadı. Aldı yemeği elinden ve eyvallah dercesine kafa salladı.

 

Enver tepki vermezken aklı başka yerdeydi.

 

Cesur bir yandan yemeğini açarken bir yandan da Enver'e sorgulayıcı bakışlar atmaya devam ediyordu.

 

''Siz neden geldiniz? Mert gelecekti.''

 

Enver ise bu durumu üstünlük yeteneğiyle idare etti.

 

''Sana açıklama mı yapacağım bir de!'' diye azarladı. Cesur'un ayranı çalkalayan eli hava da kalırken Enver'de sesinin fazla çıktığını fark edip boğazını temizledi. ''Kimsenin dırdırını çekemeyeceğim, kafa dinleyim diye geldim.''

 

Anladım dercesine kafa salladı, Cesur. Enver yine aynı pencereden dışarıya bakarken Cesur'u ne yapıp edip göndermesi gerekiyordu. Tek düşündüğü buydu. Cesur'un yanında yaparsa kırk yıl dilinden düşemez hatta herkese manşet olurdu. Enver'in hiç istemeyeceği bir şeydi bu.

 

Cesur ise her şeyden bir haber yemek yemeye devam ediyordu. Acıktığı için hızlı yiyordu ve bu da Enver'in işine geliyordu. Aniden aklına gelen plan ile heyecanla son lokmasını yiyen Cesur'a yaklaştı.

 

Babacan bir tavırla yanına oturduğunda Cesur'da bu duruma şaşırdı.

 

''Ee hadi doyduysan bize bir çay al da gel.'' Dedi, sertçe Cesur'un omzuna vurarak.

 

Cesur ise ağzında son lokmasını çiğneyerek garip bir ifadeyle Komutanına bakıyordu.

 

''Siz çay içmezsiniz ki.'' Dedi, işinde profesyonel olan Cesur. Enver ise ilk defa onun böyle dikkatli olmasından nefret etmişti.

 

''Sıçtığımız bokun rengini de biliyor musun lan?'' diye çıkıştı, Enver. Cesur ise anlamsız bakışlara devam etti ona bakmaya.

 

''O kadar da izlemiyorum her hareketinizi. Bunun için her yediğinizi takip etmem gerekir.'' Dedi, ciddi ciddi. Ardından eklediği şey ile Enver'in dünyası tersine döndü.

 

''Mesela, Habeşi.'' Diyerek yüzünü buruşturdu. ''Her gün o kadar acı yiyor ki, bok niyetine kütük sıçtığına eminim onun.''

 

Enver öğürmemek için kendisi sıktı. ''Bize ne olum milletin bokundan! Kalk git midemi bulandırma.''

 

''Nereye gideyim komutanım? Asena komutanım şuradan şuraya gittiğimi görse topuğumdan vurur beni.'' Cesur'un söylediklerinde haklı olduğunu biliyordu, Enver. Ama itaat edecek günü bulduğu için sinirlenmesi normaldi.

 

''Tamam o zaman Cesur, git ve içecek bir şeyler al. Dilim damağım kurudur burada.''

 

''Aşağıdan çocuklara söyleyin getirsinler. Ben şuradan şuraya gitmem.'' Dediğinde oldukça ciddiydi.

 

Enver böyle olacağını tahmin etmediği için başka bir plan düşünmemişti. Cesur buradan gidecek gibi değildi. Enver'in ise Cesur'un yanında yapmak istemiyordu. Sadece beş dakika odasına girip çıkacaktı.

 

Bir an yan gözle Cesur'u kesti. Beş dakika için bacağına sıksa değer miydi? Diye düşündü. Daha yeni kazadan kurtulduğunu düşünerek bu fikirden vazgeçti.

 

''Ben beklerim hadi sen git diğerlerinin yanına. Baya eğleniyorlardı.'' Dedi son koz olarak. Çünkü aklına başka hiçbir şey gelmiyordu.

 

Cesur ise komutanın derdini bir türlü anlamıyordu. ''Yok,'' dedi. ''Olmaz. Asena Komutanım beni buradan başka yerde görürse kulaklarımdan tavana asar. Sizin yanınızda tembih etti, sizde beni yakmaya çalışıyorsunuz.'' Diyerek kafasını deli gibi iki yana salladı.

 

Enver sıkıntı dolu bir nefes verdi. Doğru diyordu, kadın yanında tehdit etmişti kendisi de ısrarla git diyordu.

 

Aradan geçen sıkıcı on dakikanın ardından Cesur futbol konuşmaya başlamıştı ama farklı takımlar tuttukları için tartışmaktan normal sohbet edemiyorlardı.

 

O sırada bir cankurtaran gibi olaya dahil olan hemşire girdi araya.

 

''Kusura bakmayın, biraz daha sessiz olur musunuz acaba? Hastalar rahatsız oluyor.'' Uyarıyı yapan kadına kısa bir an baktığında muzip bir ifade takındığını fark etti.

 

Cesur, ''Pardon, hanımefendi. Tabii ki daha sessiz oluruz, siz isteyin ben ses tellerimi komple sökerim.'' Dediğinde hemşire cilveli bir gülüş bahşedip tekrar hemşire odasına girmişti.

 

O an Enver'in kafasında bir ampul yandı.

 

''Güzel kadınmış.'' Dedi, sahteden. İncelememişti bile. Çünkü dikkatini başka bir şey çekmişti.

 

''Sen ne diyorsun, dokunsam yakacak beni.'' Cesur'un hülyalı sesiyle doğru yolda olduğunu düşündü, Enver.

 

''Ee git konuş.'' Dedi, Enver dostane bir tavırla. Huyuna gitmeye çalışıyordu. Yoksa asla görev başında bir kadınla fingirdeşmesine müsaade edecek birisi değildi.

 

Cesur ise o kadar çok beğenmişti ki kadını, Enver'in normal şartlarda buna izin vermeme ihtimalini bile aklına getirmedi. Ya da getirmek istemedi. Çünkü kanı kaynıyordu resmen.

 

''Ne diyeceğim ki?'' dedi, Cesur masumca.

 

Enver omuz silkti. ''Git kalbim falan ağrıyor de, muayene ettir kendini. İstersen ellet her yerini.'' Abarttığını düşünerek daha fazla devam etmedi.

 

Cesur emin olmayarak komutanına baktı destek istercesine. Enver ise Cesur'a yüksek doz özgüven aşılamaya yemin etmiş gibiydi.

 

''Yakışıklı çocuksun Allah var. Boy, pos endam hepsi sende. Bir adımında yer titriyor, sence kızda biraz titremesin mi?''

 

Cesur'un özgüvenle sarsıldı omuzları. Kendinin bildiği şeyleri başkasından duymak hoşuna gitmişti ve bu da özgüvenini tavan yapmasına yardımcı olmuştu.

 

Cesur'un ellerini dizlerine vurarak ayaklanmasıyla Enver hedefine ulaşmış olmanın verdiği etkiyle sırıttı. Bu nadir bir andı. Cesur ise bunu fark edemeyecek kadar heyecanlanmıştı. Stresini atmak ister gibi olduğu yerde zıplayıp yaylandı. Omuzlarını birkaç kere arkaya atarak kaslarını esnetti.

 

Son kez komutanına dönerek neşeyle sırıttı. ''Bak gidiyorum.'' Dedi, sanki çok büyük bir tehlikeye gidiyormuş gibi.

 

Enver olumlu anlamda kafa salladı. ''Git aslanım git. Hafızalara kazı kendini ben seni tam burada bekliyor olacağım.''

 

Cesur ise aldığı son gazla birlikte otuz iki diş sırıtarak hemşiresine doğru yola koyuldu.

 

 

Cesur'un kapıyı tıklayıp hemşireyle burun buruna gelmesinden, hemşirenin etrafı kolaçan edip Cesur'u içeri almasına kadar keyifle izledi Enver. Sonunda nihai amacına ulaşmıştı.

 

Hız kaybetmeden asıl amacına ulaşmak için Ece'nin odasına girdi. Hızlı bir görüş olduğu için sese uyanan Ece gözlerini açmakta zorlanmıştı yine.

 

Enver onu rahatsız etmemek için hatta belki de yakalanmamak için sessiz adımlarla ona yaklaşmıştı. Ama Ece'nin zaten uyandığından haberi yoktu.

 

Ece kimin geldiğini göremese de yanına gelecek tek kişinin Asena olduğunu bilmenin verdiği gerçekle onun ismini sayıkladı.

 

''Asena?'' Enver'in ayakları yatağın tam dibinde durduğunda kızı uyandırmış olduğunu düşünerek içinden bir küfür savurdu.

''Sen misin?'' diye ısrarcı oldu, Ece.

 

Enver ne diyeceğini bilemeyerek susarken Ece serumlu olan elini kaldırıp Enver'e doğru uzattığında eli pantolonuna temas etti.

 

Enver aldığı temasla tüm vücudu gerilmişti. Boğazından sert bir yutkunma geçerken Enver'in eli istemsizce Ece'nin eline uzanmıştı çünkü dokunduğu yer doğru bir nokta değildi.

 

Enver stresten anında terlediğini hissetti. Çoktan odaya girdiğine pişman olmuştu bile. Ece ise eline değen elin sıcaklığıyla ürperdi. Kendi elleri buz gibiydi ve bu da Enver'in dikkatinden kaçmamıştı.

 

Ece inatla bu kişinin Asena olduğunu düşünerek tutan eli bırakmadı. Parmakları iri eli sararken Asena'nın elinin bu kadar büyük olup olmadığını da sorgulayacak kadar berrak değildi zihni.

 

''İyiyim ben.'' Dedi, Ece. Konuşmakta ısrarcıydı. ''Ama gözlerimi açmakta zorlanıyorum, sanki üstünde bir ağırlık var.'' Derken gözlerini hala açmak için uğraşıyordu.

 

Enver sesi içine kaçmış gibi hiçbir tepki veremiyordu. Çünkü pişman olmuştu. Sadece bunu yapmak istemişti ve yapmıştı. Gerisini asla düşünmemişti. Ece'yi görmek istemişti.

 

Ece'nin aniden dudaklarının titrediğini fark etse de elinden bir şey gelmedi. Ardından gözünden bir damla yaş süzüldü şakağına doğru. Bu görüntüyü görmek Enver'in hoşuna gitmemişti.

 

''Her şeyi anlatacağım sana. Zaten başta anlatmama hataydı, eğer anlatsaydım.'' Duraksadı. O sırada ağlamaya devam ediyordu. ''Böyle olmazdı.''

 

Nasıl? Sorusunu içinden sormuştu Enver. Açıkça sormaya niyeti yoktu. Çünkü Ece her şeyi anlatacağını söylemişti. O yüzden kaçıp gitme fikrini tamamen sildi hafızasından.

 

Ece, Asena'nın zaten suskun biri olduğu için konuşmadığını hatta ona kızdığı için konuşmadığını düşünerek anlatmaya başladı.

 

''Adı Mustafa.'' Enver'in duyduğu ilk şey bu olurken kaşlarını çatmadan edemedi. Hikâyeye böyle başlayacağını düşünmemişti çünkü.

 

Devam etti, Ece. ''Bir yıl önceye kadar dört yıllık bir ilişkimiz vardı. Her şey güzel gidiyor sanıyordum ama beni aldattığını öğrendim.'' Ece, anlattıklarına üzülüyor gibi ağlamaya devam ediyordu.

 

Birkaç kez burnunu çekip devam etti. Enver ise nefes bile almadan onu dinlemeye ant içmişti.

 

''Ben aldattığını öğrenince ayrılmak istedim. Kabul etmedi, yediremedi. Hem suçlu hem güçlüydü ama ben her şeye rağmen onu terk ettim. Sandığım gibi olmadı, peşimi bırakmadı. Kendini affettirmek için şekilden şekle girdi ama bir kez soğumuştum. İstemedim.''

 

Derin bir nefes aldı yetmiyormuş gibi. Uzun konuşmak onu yorsa da inat etmişti, anlatacaktı her şeyi.

 

''Beni artık son dönemlerde o kadar çok rahatsız etmeye başlamıştı ki ailemle konuştum, tayinimi istedim ve buraya geldim. Ailem ise aynı şehirde taşındılar ki onları da bulup rahatsız etmesin, benim yerimi öğrenmeye çalışmasın.''

 

Enver'in eli yumruk olurken çenesi kaskatı kesilmişti. Asla böyle bir hikâye hayal etmemişti. Ece'ye olanlar canını sıkmıştı ama şu an duydukları canını sıkmaktan öteye gider olmuştu.

 

''Sonra buraya geldim işte. Bir yıldır sesi çıkmıyordu, peşimi bıraktı sandım. Ne telefondan rahatsız ediyordu ne de ailemi. Kurtuldum, bitti sandım. Ama yanılmışım.'' Diyerek ağlamasını sürdürdü. Her bir damla yastığı ıslatıyordu.

 

Ece, tuttuğu elin parmaklarını sıktı güç almak istercesine. Ara sıra gözlerini açmaya çalışsa da hem ağladığı için hem de gözüne aldığı darbeden dolayı bunu başaramıyordu. Canı yansa da anlatmaya devam etti.

 

''Üç gün önce çat kapı evime geldi. Nasıl buldu, bilmiyorum. Kapıyı açtığımda onu göreceğimi bilseydim o evden bir ömür çıkmaz yine açmazdım.''

 

Enver sonrası için meraktan çıldırmak üzereydi. Elini tutan parmakların soğukluğu bir türlü geçmezken diğer eliyle Ece'nin elini kavrayıp tamamen avucunun içine aldı. Bunu sadece ısıtma iç güdüsüyle yaptığına inandırdı kendini.

 

''Kapıyı açtığım an üstüme saldırdı. Silahı vardı, karşı koyamadım. Ağzımı kapattı sıkı sıkı. Bağırıp çağıramadım. Sonra bayıltmış beni, sesim soluğum tamamen kesilince evden nasıl çıkardı bilmiyorum bile. Gözümü açtığımda kulübe gibi bir evdeydik. Derme çatma, pislik içindeydi.''

 

Enver devam et dercesine Ece'nin elini sıktı. Ece'nin ise soluklanmaya ihtiyacı vardı.

 

Neyse ki devam etti. ''Orada iki gün boyunca onunla savaştım. Karşı koymaya çalıştım, gitmek istedim. Konuştum, anlattım hatta güzelce ama anlamadı ya da anlamak istemedi. Hastalıklı gibiydi, öfkeden gözü dönmüştü. Sevgiye dair hiçbir şey yoktu onda. Ben her karşı çıkışımda bir tokat yedim suratıma. Bu tokatların yerini zamanla yumruk aldı. Sanki bundan keyif aldığını yeni keşfetmiş gibi daha da ileri gitti, tekmelerle sopalarla dövdü.'' Ece'nin alt dudağının şiddetle titremesi konuşmaya devam etmesine engel oldu.

 

Daha fazla devam edemeyerek sustuğuna oda da tek duyulan ses Ece'nin hıçkırıklarıydı. Enver ise ne yapacağını bilemeyerek yatakta sarsılarak ağlayan kadını izledi. Ne acısını dindirebilirdi ne de yaşadıklarını unutturabilirdi. Ama yine de yapabileceği bir şey vardı. Ona bunu yapanı bulmak.

 

Ece birkaç dakikalık ağlamanın ardından nefesini düzene sokup göz yaşlarını silerek boştaki eliyle gözlerini kapattı. Tavandan gelen ışık ağladığı için canını yakıyordu.

 

''Hala burada mı bilmiyorum. Beni dövdükten sonra aşırı içmişti, uyuşturucuya başlamış, bana da zorla yaptı. 'Çok eğleneceğiz' dedi, karşı koyamadım. Zaten acıdan elim kolum kalkmıyordu bile. Koltukta sızdığını fark ettiğim an kendimi zorladım, sabaha kadar dişimi sıktım. Hava aydınlandığı an kaçacaktım. Beni öldürse bile kaçmaya çalışacaktım ve en azından denedim diyecektim ama bundan fazlası oldu. Kaçmayı başardım, dağ tepe yol ne varsa yürüdüm. Şehirde olmadığımızı biliyordum, o kulübenin şehir merkezinde olmasına imkân yoktu. Bende mantık yürüterek ana yola doğru yönümü bulmaya çalıştım, Allah yardım etti de ana yoldan ziyade seni buldum, Asena.'' Diyerek tekrar ağlamaya başladığın da Enver daha fazla duramadı.

 

Ece'nin eli, Enver'in elinden kayıp boşluğa düşerken Enver bir an olsun bile düşünmeden odadan çıkıp gitti. Ece ise ne olduğunu anlamadı.

 

''Asena?'' diye seslense de yaklaşık on beş dakikadır olduğu gibi çıt çıkmadı. Kapı sesinden gittiğini düşündüğü kişi ise Asena değildi.

 

Enver hırsla asansör düğmesine basarken Cesur'un hemşire odasından çıkması bir oldu. Cesur komutanını deli gibi düğmeye abanırken gördüğünde, ''Nereye komutanım?'' diye seslendi.

 

Enver dişlerini sıkarken, ''İşim çıktı. Yanına Mert'i yollarım birazdan.'' Dediğinde asansör nihayet gelmişti.

 

Cesur'un başka bir şey demesine zaman kalmadan asansöre binip zemin katın düğmesine basmıştı bile.

 

 

ASENA

 

Ne için yaşarsan, onu örterlerdi üstüne. Biz vatanı için yaşayan bir avuç faniydik.

 

Hiç vaktim olmadı. Birini gerçekten tanımaya, gözlerine uzun uzun bakmaya, sesindeki titremeyi ezberlemeye. Biri beni sevdi mi, ben birini sevdim mi, bilmiyorum. Düşünmeye fırsatım da olmamıştı.

 

Ne için yaşarsan, onu örterler üstüne. Ben vatan için yaşadım. Başka hiçbir şeye yer bırakmadan, hiçbir boşluk bırakmadan. Aşka zamanım yoktu, çünkü aşk insanı savunmasız yapardı. Kendi içimi dinlemeye zamanım yoktu, çünkü düşünmek tereddüt getirirdi. Durdum mu, hiç sanıyorum. Koşarken, savaşırken, düşerken hep ileri baktım.

 

Ve şimdi ise buradayım. Kimse adımı fısıldamıyor. Bir ses duyuyorum, rüzgâr mı? Dua mı, yoksa hiç söylenmemiş bir veda mı? Bilmiyorum.

 

Ama önüme serilen şeye bakıyorum. Uğruna yaşadığım şeye, şimdi beni sarıyor ve anlıyordum.

 

Ne için yaşarsan, sonunda onun içinde kayboluyordun.

 

Hastanenin kapısında çıktığım gibi kısa bir göz taramasıyla etrafa bakındım. Aradığım şeyse belliydi. Gittiğini sandığım Alparslan'ın hala burada olduğunu öğrenmiştim. Bukre'nin ona kahve götürme arzusuyla öğrenmiş ve şimdiyse elimde bir kahve bir de çayla ona uzaktan bakıyordum.

 

Derin bir nefes aldım cesaretimi kontrol altına almak için. Alparslan'ın tüm duygularımı mahvetme gibi özel bir gücü vardı. Konu ne zaman o olursa olsun duygularımı kontrol edemiyordum. Bu olumlu anlamda değildi. Ne zaman adı zihnimden geçse her şeyden kopuyordum, sanki sadece o ve ben varmış gibi bir huzur kaplıyordu bedenimi. Bu his güzel olduğu kadar beni rahatsızda ediyordu.

 

Son kez cesaretimi kırmaması için fazla düşünmeden adımlamaya başladım. Düşünsem yapamazdım çünkü.

 

Hastanenin sol tarafında bir bankın üzerinde oturuyordu. Onu ikinci defa sigara içerken görüyordum. Daha önce içmediğini gösteren birçok ipucu yakalamışken şimdi içtiğini görmek beni şaşırtıyordu. Ben ise sigaradan tiksindiğim bir dönemde olup az ve öz içiyordum.

 

Geldiğimi fark ederek usulca bakışları beni bulduğunda zamanın biraz daha yavaşladığını hissettim. Karnımda aniden oluşan yanma hissiyle ise nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum.

 

Yanına ulaştığımda ne diyeceğimi bilemeyerek boş boş yüzüne baktım. O ise sessizce bankta yana kaydı ve oturmam için alan açtı. Aramızda bir karıştan fazla mesafe bırakıp aynı sessizlikte yanına oturdum ve karton bardakları aramızdaki boşluğa bıraktım. Kahve bardağı ona daha yakındı.

 

Havanın eksilerde olduğu bu günlerde vücudum asla ısınmıyordu. Dişlerimi birbirine bastırmayı bırakıp titrememi durdurdum.

 

''Durumu nasıl?'' ilk sessizliği bozan o olurken kendime içimden bir küfür savurdum. Ne yaparsam yapayım, kalbini de kırsam ağzına da sıçsam yine bana gelen ilk o oluyordu. Ve bu da daha kötü hissetmem için yeterli bir sebepti.

 

Çayımı elime alırken stresimi azaltıp normal davranmaya çalışıyordum. ''İyi,'' dedim tek düze bir sesle. Ardından çayımdan küçük bir yudum aldım. ''Henüz konuşamadım, uyuyordu.''

 

Anladım dercesine kafasını salladığını gördüm göz ucuyla. ''Ona ne olduğu konusunda bir fikrin var mı? Normal şeyler olmadığı kesin.'' Sadece Ece'yi konuşacağını sinyalini veriyordu bana.

 

Çünkü bizim konuşmamız gereken tüm konuları bu sabah karın altına gömmüştüm. Bu gerçek içimde küçük bir yangına daha sebep oldu. Ne istediğini bilmeyen dengesiz bir kadından daha ileriye gidemiyordum.

 

''Bir iş olduğu kesin ama bunu Ece uyanmadan öğrenemeyiz. Peşini bırakacağım bir konuda değil zaten.''

 

Eline kahvesini alırken dümdüz karşıya bakıyordu. Bense arsız gibi kafamı çevirip kahve içişini seyrettim.

 

''Sabahki konuşmam için,'' diye geveledim. Konuya nasıl başlamam gerekiyordu bilmiyorum ama onunla bu konuyu doğru bir şekilde konuşmam gerekiyordu.

 

Belki de sabah o soruyu sormasaydı her şey daha kolay olurdu.

 

''Konuyu kapattığımızı sanıyordum.'' Sustum dediğinin üzerine. Mantıklı bir açıklamam elbette ki yoktu.

 

Bakışlarım kırgınca çayıma düştü. Sıcaktı ama avucumun içinde soğumaya da devam ediyordu.

 

''Buraya gelmeden önceki gün timle beraber her gün yaptığımız şeyleri yapıp onlarla vakit geçiriyordum.'' Diyerek konuya girdim. Her şeyi en başından tüm hislerimle anlatmamın daha doğru olacağını düşündüm.

 

''Ertesi gün bambaşka bir şehirde ve tüm geçmişimde içinde bulunduğum o üniformalara artık dışarıdan bakacağımı bilmiyordum.'' Bu sefer önüne bakan bendim. Şimdiyse o bana bakıyordu. Hissediyordum.

 

''Geldiğim gün, üç yıl boyunca aklımın ucundan bile geçirmeye cesaretimin olmadığı gerçekle yüzleştim.'' bu hikayedeki en zorlandığım konu buydu. Askerliğime son verildiğinde bile canımın bu kadar yandığını sanmıyordum.

 

''Karargâha geldiğimde ise kaçtığım gerçeklere kendi ayaklarımla geldiğimi anladım. İnsan kaçmak istediği şeyin esiri oluyormuş meğerse. Benimse kaderimde tamamen tutsak olmak varmış.''

 

''O gün,'' diye söze başladı. Dudaklarıma götürdüğüm karton bardağın kenarını dişlerimin arasına alıp sıkıştırdım o konuşmaya başlayınca.

 

''Gördüm seni. Kim olduğundan, geleceğinden asla haberim yoktu. Her şey gizli tutuluyordu, benden bile.'' sözlerinin sonunda gözlerime baktı. Bardağı usulca dudaklarımdan çektim.

 

Karanlığın ortasında tek ışık kaynağı onun gözleriydi sanki.

 

''Yağmur yağmıştı o gün. Dışarıyı izlerken de birden kapıdan koşarak çıkıp bahçenin ortasına çöküp ağlamaya başladın.'' Kahvesinden büyük bir yudum alıp dudaklarını tekrar araladığında büyük bir buharda konuşmasının dalgalarına karışmıştı.

 

''Kim olduğunu bilmiyordum dediğim gibi ama sen öyle ağladıkça bazı şeyleri anladım. Evine dönmüştün ama artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştın.''

 

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde hızla başımı kendin önüme çevirdim. Belli etmemek içinse soğumuş olan çayımdan bir yudum aldım hızlıca.

 

''Bu hayattaki en zor şey, hatıralarda yaşayan birini gerçekte bulamamaktır, Asena.'' Acıyla gözlerimi kapattım. Acıtan sözleri değil, hissettirdikleriydi.

 

Anlaşılmak için çırpınmadığın yeri bulmalı insan, derlerdi. Alparslan'ın en nefret ettiren özelliği de buydu. İyi olan her şey gibi hissettirmesiydi.

 

''Ben seni buldum ama hala arıyorum.''

 

''Arslan,'' diyebildim sadece. Ne diyeceğimi nasıl devam edeceğimi bilmiyordum bile.

 

Kendimi toparlamak adına kafamı geriye atıp gökyüzüne baktım ama pustan başka bir şey yoktu.

 

''Buraya sadece bir görev için geldim ve geliş amacımın sadece onunla sınırlı kalmasını istiyordum.'' Onun canını acıtmamaya çalışıyordum.

 

''Senin de bir heves uğruna bu hikâyede yanmanı istemem.''

 

''Heves olsan çoktan biterdin.'' Arından bana baktı ifade edemeyeceğim bir şekilde. Bu bakış elimdeki her şeyle savaşırım hissini alıp götürdü benden.

 

''Seni öptüğüm için pişman değilim.'' Dedim tek solukta. ''Hislerim konusunda söylediklerimse benden uzak durman içindi. Sürekli saçmalayıp durduğumu biliyorum Arslan ama olmaz. Ben sevgiden anlayan bir kadın değilim, ben birinin kalbinde bağ bahçe kuracak o sevilesi kadın değilim.''

 

Gerçekleri söylemenin verdiği heyecanla bardağı bıraktım. Yerimde duramayarak ayağa kalktığımda Arslan alttan bir bakış attı bana. Ona doğru yaklaşıp üstten bir şekilde bakmaya başladım.

 

''Dışarıya çiçek vaat etmedim ama içeride çiçeklerden mezarlarım var. Dışarıya umut veriyorum ama içeride umutları toprağa veriyordum. Dışarıya gülümseyip mutluluk saçtığım söylenemez ama içeride ağlayıp topraklarımı suluyorum.'' Saçlarımı hırsla geriye attım çekiştirerek. ''Ölüyüm ama yaşıyorum, Arslan.''

 

Önünde diz çöktüm ne yapacağımı bilemeyerek. ''Ben o kadın olamam. Ben birçok şey olamam çünkü hiçbir zaman o kadın olamadım. Sen beni sularsın ama gün sonunda bir avuç kuru topraktan bir şeyle karşılaşmazsın. Bazı çiçekler bazı topraklarda olmuyor işte.''

 

Gözlerinde kopan bir şeyler gördüm sözlerimden sonra. Aramızdaki o ince bağın kopuşu muydu yoksa bazı şeylerin kurtuluşu muydu anlamıyordum ama gözlerinde gördüğüm ve hissettiğim duygu bu sefer ondan çok benim canımı yakmış gibiydi.

 

''Benden ne istersen yapardım, Asena.'' Kirpikleri titrerken gözlerini kapattı birkaç saniye. Puslu mavilerini görememek içimdeki yıkımları ikiye katlamıştı.

 

''Ama gitmek istediğim ve gitmem gereken yolun farklı olduğunu söylüyorsun.''

 

''İkimiz içinde doğru olan bu.'' Ardımda bıraktığım herkesin benim için değil kendisi için yaşamasını istiyordum. Bu yüzden o kadın değildim. Kimsenin bir şeyi olamayacak kadar acıyı seviyordum. Bu his, onların hiç var olmamasından daha kötü değildi.

 

Çünkü bazen merhem yaradan daha çok acı verirdi. Arslan'ın da sevgisi de beni iyileştirecek tek şeydi. Ve ben ilaç kullanmayı istemeyecek kadar alışmıştım bu yaraya.

 

 

''Ne kadar uzak durursan dur benden, bir adım arkanda olacağımı bil.'' Anlamsızca sözleri üzerine ayaklanıp gitmesi beklediğim bir hamle değildi.

 

Şaşkınca ne yapacağımı bilemez bir ifade ile gidişini seyrettim. İçimden bir ses ise artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacağını söylüyordu. Kendi topuğuma sıkmışım gibi bir tedirginlik ise çoktan kalbime oturmuştu.

 

Çalan telefonumun sesi kulaklarıma yeni dolarken dakikalardır Arslan'ın arkasından gittiği son noktaya bakmayı kesip aramayı cevapladım.

 

''Efendim, Cesur?''

 

''Komutanım, arkadaşınız uyandı.'' Aldığım haber ile zihnim resetlenmişti.

 

''Tamam kapat, geliyorum.'' Diyerek hızlıca aramayı sonlandırıp koşar adımlarla içeri girdim.

 

Asansörün boş olmasıyla içine girip düğmesine bastım. Tam kapılar kapanmak üzereyken gördüğüm beden ile seslensem de kapılar çoktan kapanmıştı. Enver'in jet hızıyla nereye gittiğini merak ederek telefonumu çıkarsam da asansörde çekmediği için geri cebime attım. Koskoca adamların peşinde koşturacak değildim elbette.

 

Ece'nin bulunduğu kata geldiğimde Cesur'u tek başına volta atarken buldum. Arkasını dönmesiyle beni gördü.

 

''Komutanım,''

 

''Uyandı dedin, durumu nasıl? Doktoru çağırdın mı?'' diye sordum telaşla odasına doğru giderken.

 

''Evet, zaten içeriden bir şeylerin devrilme sesiyle hemen odaya daldım. Bir baktım uyanmış küçük hanım, eliyle etrafa dokunurken klima kumandasını düşürmüş.''

 

Durup ters ters ona baktım. ''Doktor ne dedi, Cesur? Sence şu an benim merak ettiğim şey neyi devirdiği mi?''

 

''Haklısınız, komutanım. Doktor ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi olduğunu söyledi.''

 

Gitmek üzereyken duyduğum saçma cümle ile adımlarım tekrar durdu. ''Gerçek bir doktor olduğuna emin misin?'' diye üsteledim.

 

Omuz silkti masumca. ''Evet, üzerinde beyaz önlük vardı.'' Ona garip bakışlar atmaya devam ettim. ''Bu yeterli bir sebep yani seni doktor olduğuna ikna etmesi için?'' diye sordum kaşlarım alayla havalanırken.

 

''Siz böyle sorunca bilemedim şimdi.'' Sinirlerimi bozmaya devam ediyordu.

 

Onu boş verip hızlıca odaya daldığımda bu sefer Ece'yi gözleri açık bulmanın verdiği hisle gülümsedim.

 

''Ece?'' sesimi duyar duymaz bakışları bana düştü. ''Asena?'' dedi, hevesle. Soluğu direkt yanı başında adım.

 

''Nasılsın? Uyandın sonunda.'' Dedim neşeyle. Onu iyi hissettirmek için ekstra çaba sarf ediyordum.

 

''İyiyim, sadece ağrılarım var ve sanırım yatmaktan sırtım ağrıyor.''

 

''Dinlenmelisin, doktorunla özel olarak konuşacağım.''

 

Kaşlarını çatar gibi oldu. ''O neden?''

 

''Doktorluk belgesini görmem gereken konular var.'' Dediğimde gülümsedi. ''Neyse, ağrıların dışında herhangi bir sorun var mı? Nasıl hissediyorsun?''

 

''İyiyim dediğim gibi. Ama hastanede olmak ne kadar iyi olabilir ki.'' Diyerek dudak büzdü.

 

Doğru zaman mıydı bilmiyorum ama öğrenmezsem çatlayacağım için dudaklarımı kemirmeyi bırakıp, ''Ece,'' diye mırıldandım.

 

''Efendim?'' dedi, tüm uysallığıyla. Sesi oldukça yorgun çıkıyordu. Serumlu olan elini okşadım güven vermek istercesine.

 

''iyi hissediyorsan cevapla sadece,'' diyerek girdim konuya. ''Seni bu hale getirenlerin kim olduğu hakkında konuşmak ister misin? Anlatman gereken şeyler olduğuna eminim.''

 

Ece, yastıkta kafasını geriye çekerek tuhaf bir bakış attı bana. ''Az önce anlattım ya.'' Dedi.

 

Bu sefer garip bakış sırası bana geçmişti. Anlamayarak kaşlarımı çattım şaşkınlıkla.

 

''Ece, ikinci kez geliyorum yanına. İlk geldiğimde bilincin neredeyse kapalıydı, iki dakika bile durmadım yanında.''

 

''Az önce elimi bırakıp bir anda giden sen değil miydin?'' diye sordu hala anlam veremeyerek. ''Ben sen sandım. Kimdi o halde?''

 

Kafamda dönen düşüncelerin olma ihtimaliyle arkamdaki kapıya baktım bir şeylerin yerine oturmasıyla. Sonra usulca Ece'ye döndüm.

 

Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallarken, ''Ben olmadığım kesin.'' Diye mırıldandım hayret içinde.

 

Ece anlamsız bakışlarına devam ederken o kişinin kim olabileceğini düşünmeye başlamıştı bile. Benim ise kim olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti.

 

Tüm oklar tek bir kişiyi gösteriyordu.

 

Enver.

 

 

<><><><><><>

 

 

 

Hello okur kuşlarım. Nasılsınız?

 

 

Umarım herkes iyidir. Bende iyi sayılırım bu bölümü erken yazdım ama siz ne zaman okursunuz bilmiyorum ama aşağı yukarı 1 haftanız falan var. Neden erken yayınlamadığıma gelirsek bir düzen tutturmaya çalışıyorum. Bende en az sizin kadar okur olduğum için yeni bölüm beklemek ne demek çok iyi biliyorum. Erken yazıp yayınlamama nedenim stok yapmak. Şimdi bu bölüm bittiği an yeni bölüme başlayacağım ama onu da yine vakti geldiğinde okuyacaksınız çünkü çalışıyorum, yoğun bir tempom olacak ve ramazan ayına girdik malum. Bu arada herkese Hayırlı Ramazanlar, dilerim. Hem oruç olup hem çalışmak tüm enerjimi alacağı için buranın aksamasını istemiyorum. O yüzden erkenden bölüm hazırlayıp stok yapabilirim. Mesela 2 bölüm elimde hazır olması beni rahatlatır ama eğer gücüm yeterse 3 bölüm olacak şekilde stok yapacağım o zaman hem siz bayram edersiniz hemde ben.

 

 

Bu aralar çok satır arası yorumlarınızı göremiyorum eski demeyimde ilk bölümlerde ismini gördüğüm devamlı okurlarım sanki burayı terk etmiş gibiler. Umarım yanılıyorumdur, buralarda bir yerlerdedirler. Onun dışında aramıza yeni katılan herkese minnetlerimi iletirim. Destekleriniz için çok teşekkür ederim.

 

 

Satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı esirgemeyin benden. Çokça öpüldünüz.

 

🦋❤️‍🔥❤️‍🔥

 

 

Sosyal medya hesapları;

 

Tiktok: blackhell86

Kişisel tiktok: dayanamiyah

İnstagram: guzyarasiwatty

Kişisel instagram: esrarizim

Bölüm : 10.03.2025 14:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...