Tüm hakları saklıdır.
Öncelikle merhaba, sevgili okurlar. Bu askeri kurgu, adı üstünde tamamen kurgu olup, hiçbir gerçeği yansıtmamaktadır. Bilgi eksikleri, yanlış bilgiler olabilir fakat "KURGU" olduğu için fazla ciddiye almamanızı umuyorum. Küçük düzeltmeler yapılabilir ama akışı etkileyecek değişimleri yapmayı uygun görmüyorum. Tüm sahneler ütopik olarak ele alınmıştır. Keyifli okumalar dilerim.
Bölüm Şarkıları
Fam0uz- Nightcrawler
Fam0uz- Killer-Slowed
Deprezz- Vois sur ton Chemin
Mc Delux - Se Voce Nao Quer Passa a Vez
Deduplüman- Sen Bilmezsin
Sertap Erener- Aşk
-İyi okumalar-
''Memur Bey, bunlar ne anlar adam alıkoymaktan küçücük Üniversite öğrencisi kızlar.''
''Yirmi bir yaşındayız biz.'' Dedi pişkin Rüya. Lazer kadar keskin bakışlarla kafamı usulca ona çevirdim. Sessizce omuzlarını kaldırıp olduğu yere sinerken az önceki pişkinliğinden eser kalmamıştı.
''Asena Hanım, beş tane koca adamı alıkoyacak kadar büyükler ama.'' Diyen başkomisere melül bakışlar attım. ''Ayrıca boyları da benden uzun.''
''Siz kısasınız.''
''Siz kısasınız.''
''Siz kısasınız.'' Süha ve rüyayla birlikte benim de ağzımdan çıkan sözler sonucunda odada bulunan herkesin şoke dolu hatta dehşet dolu bakışlarını fark etmemiz bir oldu.
''İstersen bırak ben halledeyim.'' Kulağıma fısıldayan Alparslan ile tüylerim ürperdi. Yandan bir bakış atarken kafasını usulca uzaklaştırdı benden.
Kimsenin duyamayacağı fakat sadece Arslan'ın anlayabileceği bir tonda, ''Askeri kimliğinle mi yoksa sadece Arslan olarak mı?'' bunu sorarken tek kaşımın havaya kalkmasına engel olamamıştım. ''Umarım bende olmayan özelliğinden bahsediyorsundur.'' Son sözlerim bu olurken sahne senin dercesine elimi ortaya uzatarak buyur işareti yaptım.
Alparslan kısa bir süre bakışlarını bende kilitlese de söze girerken nihayet bakışlarını benden çekip konuşmaya başlamıştı.
''Öncelikle kendimi tanıtayım, pek fırsatım olmadı.'' Diyen Alparslan'a dehşetle bakan bu sefer bendim. Ani refleks ile bir de Yusuf'a baktım. ''Malum kadınlardan pek sıra gelmedi.'' Diye devam eden Alparslan sonucu Yusuf gülmemek için dudaklarını ağzının içine yuvarladı. Sinirle ellerimin yumruk olmasına hâkim olamadım. Bana çok konuşan kadın muamelesi yapmıştı!
''Yüzbaşı Alparslan Uluer.'' Başkomiser duyduğu isim ve ismin önündeki rütbeyi duyunca hızlıca ayağa kalkarken Alparslan tokalaşmak için elini uzatmıştı bile. Bu davranışına karşın sadece göz devirmekle yetindim. Bende eski Asker Asena Serez, adımın önünde rütbe de yok kimliğimin de bir önemi yok. Memnun oldum.
''Komutanım, kusura bakmayın. Kimliğinizi baştan söyleseydiniz,'' diyerek dişlerini sıkarken kafasını çevirip göz ucuyla yanındaki polis memuruna baktı. Muhtemelen sorgulamadan içeri aldığı için sinirlenmişti ona. Başta bilmesi gereken şeyi sonradan öğreniyordu.
''Biz normal vatandaş kimliğimizle olayı çözersek-'' dememe kalmadan cümlemi bitirmeme izin vermedi Arslan. Kafasını ani bir manevra ile bana çevirip gözlerimin içine bakarken, ''Benim askerimin kardeşleri.'' Dedi. Göz temasını usulca keserek tekrar komisere döndü. Tokalaşma bitince ellerini çekip tekrar yerine oturdu.
''Astsubay kıdemli çavuş Miran Miroğlu. Kızlar onun ikiz kardeşleri.''
''Asena Hanım?''
''Ablalarıyım.'' Diye atladım ışık hızında.
''Siz ailecek tanışıyorsunuz galiba?'' Sana ne be adam! Bu da ne meraklı çıktı. Tabii buldu Yüzbaşı'yı bırakır mı hiç.
''Öyle, çocuklarım onlar benim.'' Gözlerim elimde olmadan irileşirken çenemi yine tutamadım.
''Miran senden sekiz yaş küçük sadece.'' Ortam aniden buz keserken yeniden Alparslan artık bana yalvaran gözlerle bakıyordu. İçimden tamam senden ne nazlı çıktın diye söylenirken iyi ki bunun içimden yapıyorum diyerek şükrettim. Yoksa Alparslan kızlarla birlikte beni buradan kapalı cezaevine bile gönderirdi. Şu an ki gerginliğinden bunu yapabileceğine olan inancım çok fazlaydı.
''Sonuca gelecek olursak kızların böyle bir şey yapmalarının illaki vardır bir sebebi.'' Dünya yanda umurlarında olmayacak o ikiliye baktım. Süha belki bir şeyler söyler umuduyla gözlerimi ona diksemde nafile. Ne bakıyorsun dercesine kafa salladı. Bende sen ne diye bakıyorsun dercesine kafa sallarken komiser araya girdi.
''Komutanım, inanın ki benim elimde olsa sizi burada bir dakika tutmam. Fakat beş tane kocaman adam var ortada ve hepsi darp edilip bu iki kız tarafında alıkonmuş. Doğal olarak şikayetçiler.''
''Buradalar mı?'' diye sordum.
''Buradalar ama pek görüşmeye mecalleri olduğunu söylememem.'' Yüzünü buruşturarak söylediğine göre durumları cidden iyi değildi. Belki bir posta dövsem şikâyeti geri çekerlerdi diyeceğim ama zaten kızlar o sebepten buradalardı. Kime çekiyordu bunlar hiç bilmiyorum!
''Yine de bir şansımızı denesek, belki vazgeçerler.''
''Asıl onları tutuklamanız lazım.'' Diye patladı Rüya. Süha ona ne saçmalıyorsun gibi bakışlar atıp kolunu mıncırırken Rüya acıyla yüzünü buruşturup kolunu Süha'nın elinden kurtardı.
''Ne diyorsun sen? Çıkar ağzındaki baklayı yoksa fena olacak, bir sürü insanı saatlerdir oyalıyorsunuz.'' Diye patlamaktan alıkoyamadım kendimi.
Rüya mahcup bakışlar atarken Süha sıkıntı dolu bir nefes verip ne olacaksa olsun diyerek arkasına yaslandı.
''Anlatmak istediğin şeyler mi var kızım?'' diye sordu Başkomiser.
''Evet,'' derken kafa salladı Rüya. Biraz kendini öne doğru itip rahat pozisyondan çıkarken yüzünü huzursuz bir ifade kapladı.
''Biz aslında hastaneye Cesur ve Bilal'i görmeye gitmiştik.'' Diye söze girdiğinde, ''Abiler kurabiye oldu herhalde.'' Diye lafı yapıştırmadan duramadım. Konu belli olmuştu biraz ama olay ve sonucu hala çok merak ediyordum.
Rüya bana korku dolu bir bakış atarken devam et dercesine elimi salladım.
''Hastaneye geldik tam asansöre bindik, bizimle birkaç erkek daha bindi. Normalde hiç yapmayız ama dinleyesimiz tuttu ve sohbetlerini dinledik çünkü dikkatimizi çekmişti.''
''Ne tür bir sohbetti bu?'' nereye bağlanacaktı çok merak ediyordum açıkçası.
''Kız arkadaşlarına bakan lavukları nasıl paket ettiklerini anlatıp gülüşüyorlardı. Bir mekânda sarkıntılık etmişler güya biri kelmiş.'' Diyerek parmaklarıyla oynadı gözlerini kaçırırken. ''Bizde Cesur abi olduğunu düşündük o an.'' Sıkıntıyla elimi alnıma götürüp kafamı eğdim. Sonunda ne çıkacaktı artık merak dahi etmiyordum.
''Sonrasıyla inanın hiç ilgilenmiyorum.'' Dedim kendimi tutamayıp.
''Devam et kızım.'' Diyerek destekledi Komiser benim aksime. Anlaşıldı, bu adam beni sevmemişti. Bende onu.
''O an biraz daha dinledik ineceğimiz katta inmek yerine onlarla otoparka indik. Onlar hala olan olayla dalga geçiyorlardı en son nokta artık 'direksiyonu bir kırdım bunlar bir uçtu' diye hönkürerek gülmesi oldu.''
''Kızım durmadan anlatsana şunu.'' Diye çıkıştım. Rüya sertçe yutkunup Başkomisere döndü tekrar.
''Süha ile birbirimize baktık o an. Çok da düşünmeye vaktimiz yoktu aslında bir an da oldu her şey. Onlar arabaya binmek üzereydi ki Süha'nın bildiği bir bayıltma tekniği ile sırayla bayılttık hepsini. Arabaya sığdırmakta zorlandık zaten koca koca adamlar biz onlara darp uygulayacak kadar güçlü değiliz.''
''Kendi adına konuş.'' Diye araya girdi Süha. Öyle mi dercesine tek kaşımı kaldırdım.
''E kim dövdü bunları kızım o zaman?'' diye sordu Başkomiser.
''Buraya kadar anlattıktan sonra inanın ki ben dövmüş olsam gururla söylerdim ama biz dövmedik. Ama bilmiyoruz biz sadece ağaçlara bağlayıp gittik.''
''Birde ağaçlara mı bağladınız?'' diye sordum dehşet içinde.
''Abla süs olsun diye adamları kaçırmadık sonuçta. Ya ölselerdi?'' diye sordu Süha inatla.
''Sana ne kızım!!'' diye çıkıştım. ''Ölürse vatana ölmezse bana mı yar olur dedin?''
''Asena.'' Arslan'ın uyarıcı ses tonu ile hışımla ayağa kalkıp odadan çıktım. Cinnet geçirmeme ramak kalmıştı. İki saat ortalıktan kaybolmaya gelmiyordu. Bunları bırak iki saati iki dakika bile ortalıktan kaybolsan iç savaş başlatacak insanlardı.
Karakoldan biraz uzaklaşıp hemen bir sigara yaktım. Öfkemi söndürecek bir eylem değildi ama şu an yapabileceğim tek şey buydu. Fazlası da gelirdi elimden ama bu gecenin vukuatıyla öne çıkan başka isimler varken bana düşmezdi.
Yaklaşık on beş dakika sonra kapıdan sırayla çıkan elemanlara baktım. Gerçekten halletmişti. En önde Alparslan arkasında Yusuf vardı. Ve diğer çömezlerde korkuyla onu takip ediyordu.
Yaslandığım ağacın gövdesinden ayrılıp birkaç adım atarak ağaçlık alandan çıkararak kendimi belli ettim. Alparslan zaten orada olduğu biliyormuş gibi tepki vermeden otoparka doğru ilerlemeye devam ederken yolum Süha ve Rüya ile kesişti. Ben durunca onlarda otomatik onlarda durdu. Rüya, mahcup bir şekilde kafasını yere indirirken Süha tam aksini yaparak şaşırttı beni. Tek kaşım elimde olmadan çoktan yer çekimine meydan okumuştu bile.
''Bu pişkinlik nereden geliyor tam olarak?''
Süha gözlerini kaçırıp etrafa bakarken, ''Abla,'' diyen sesini duydum Rüya'nın. Bu sefer bakışlarım ona kaydı. ''Bizim gerçekten kötü bir niyetimiz yoktu.''
''Adam alıkoymanızda ne gibi bir kötü niyet arayabilirim ki eminim bu suçu herkes iyi niyetinden işliyordur. Ama merak etmeyin alsalardı sizi içeri hâkim karşısında giyerdiniz bir takım elbise iyi halden yırtardınız; sonuç olarak kötü bir niyetiniz yoktu onlar biraz oksijen almak istedi o kadar.''
''Oha, ilk defa bu kadar uzun konuşmanıza şahit oldum.'' Aniden duyduğum sesle arkama çevirdim kafamı. Yusuf, şaşkınlıktan o harfini oluşturmuş ağzıyla bana bakıyordu.
''Bir turda seni haşlamayım, çekil şuradan!'' onu da es geçip Alparslan'ın arabasına doğru ilerledim. İçine yerleşmiş tahminimce beni bekliyordu tabii ki de asla bozuntuya vermeden yan koltuğa hızlıca yerleştim. Kapıyı kapattığım an araba hareket haline geçerken kemerimi taktım tek gözüm ona kaymak için çaba gösterirken.
Sessiz başlayan yolculuğumuz beni rahatsız etse de inat etmiştim konuşmayacaktım o herhangi bir tepki verene kadar. Bir erkeğin daha prensesliğini çekecek durumda değildim. Koskoca yüzbaşı trip atacak başka kadın bulsundu. Ya da bulmasındı. Ne işi var hem başka kadınla? Asker adamın karıyla kızla ne işi olabilir ki?
Neyse, sosyal medyada canlı yayın açmasından daha iyidir.
Eve mi yoksa hastaneye mi gidiyoruz bir fikrim yoktu. Yolculuk cidden sessizce devam ediyordu. Ara sıra göz ucuyla ona baksam da onun asla bana bakma gafletinde bulunduğunu bile görmedim. Ben ne yapmıştım ki şimdi durduk yere.
Onun evinin olduğu sokağa girdiğimizde kalbimde bir şeylerin hareketlendiğini hissettim. Amına kodumun kelebekleri! Gece gündüz hiç bilmiyorlar. Yedi yirmi dört mesai mi olurmuş canım?
Araba durunca ikimizde mekanik hareketlerle araçtan indik. Alparslan susmaya yemin etmiş gibiydi. O önde ben arkasında ilerlerken soğuktan buz tutmuş olan merdivenleri fark ettim. Alparslan gayet temkinli bir şekilde bina girişinin üç basamağını çıktığı an adımımı attığım an ayağımı bilerek kaydırıp düşürdüm kendimi. Lakin bu düşüş planladığım bir düşüş değildi.
Ağzımdan çıkan feryatla birlikte gözlerim irileşti. Bacağımdan hızlı bir alev geçip anında buz gibi bir soğukluk oluştuğunda bazı şeyleri idrak etmekte geciktiğimi fark ettim.
''Asena!'' Alparslan sesimi duyduğu an bana dönmüş koca iki adımda yanımda bitmişti. Görmeyi beklediği şey tam olarak neydi bilmiyorum ama ağzı şoktan kapanmak bilmiyordu.
''Sanırım bacağım koptu.'' Dedim acılı bir ses tonuyla. Alparslan eğilip beni kaldırmaya çalışırken diz kapağımdaki acıyla yüzü buruştu. Ya bir şeyler kopmuştu ya da kırılmıştı. Keşke bu aptal planı yapacağıma Arslan'ın kafasını kırsaydım. Canım çok acıyordu!
''Duruyor bacağın.'' Dedi ciddi ciddi.
''Şuradaki bacak benim değil mi yani?'' diye sordu ağlamaklı ses tonum peşimi bırakmazken. Alparslan neyden bahsettiğimi bilmiyormuş gibi elimle gösterdiğim yöne doğru baktı. Umarım cidden bacağımı gösterdiğimi düşünmemiştir sadece elimle gösterdiğim için bir reflekstir bu yoksa ona da bir kafa filmi çekmemiz gerekebilirdi.
''Ne saçmalıyorsun sen!'' diye azarladı.
''Arslan, götüm dondu soğuktan.'' Götümdeki buzun dondurucu soğuğu kanımı dondurmak üzereydi. ''Hem sen neden bana kızıp duruyorsun bana?'' diye sordum beş yaşındaki bir çocuk alınganlığında. Alparslan bir kolunu bacaklarımın altından geçirirken diğer koluyla sırtıma destek verip kucakladı beni en nihayetinde.
Eve girmek yerine tekrar arabaya doğru gitmeye başladık.
''Bir saatten fazladır ağzımı bile açmadım sana.'' Dedi. Bir yandan da arabaya yaklaşıp kilidini açtı. Beni temkinli bir şekilde koltuğa bırakıp kemerimi takmak için önüme eğildi. Kemeri yerine oturtmadan önce, ''Bende onu diyorum işte. Sessizliğinle sıçtın ağzıma.'' Kemerin yerine oturma sesi nokta gibi cümlemin sonuna eşlik etmişti. Alparslan elini çekmeden öylece yakın mesafeden suratıma baktı.
''Cidden ağzın çok bozuk senin.''
''Prenses, peri olduğumu da hiç söylemedim zaten.'' Bu söylediğim üzerine geri çekilecekken durup aniden bana baktı. Gözleriyle bir şeyleri söylüyor gibiydi fakat ben bir eşek olduğum için anlamadım tabii ki. Göz kontağını kesmeden kapıyı suratıma çarpıp kapattıktan sonra seri adımlarla kendisini de arabaya atıp hızlıca çalıştırdı.
''Biz en iyisi hastanede birkaç oda kiralayalım böyle zırt pırt gidince şoke olmasınlar.''
''Niye öyle dedin şimdi? Bilerek mi kırdım ben bu bacağı?'' dedim tüm çirkefliğimle.
Bilerek kırmamıştım gerçekten bilerek düşürdüm kendimi ama bilerek kırmadım o kadar da manyak değilim. Ucundan azıcık manyaklık alabilirim ama yok gerçekten henüz o kadar delirmedim. Alparslan'ın kafasını kırma ihtimalim kendi bacağımı bilinçli kırma ihtimalimden daha yüksek.
''Ben sana bilerek mi kırdın dedim? Ayrıca kırıldığından eminsin yani?'' Omuz silktim Munzur bir şekilde.
''Şimdi diğer bacağımı da ben kıracağım o olacak?''
''Sen hayırdır? Niye sinirlendin bu kadar?'' Dedi bir yola bir bana bakarken. O kadar hızlı kullanıyordu ki arabayı sürekli sağa ve sola savruluyordum oturduğum yerde. En son kapının üstündeki tutma kısmına tutundum. Hastaneye mi gidiyorduk of Road yapmaya mı belli değil. Başka bir yerlerimizi de kaza yaparak kırmasaydık bari.
''Neye sinirleneceğim ki ben bende sinir falan yok hepsini aldırdım!'' ses tonum aksini söylüyordu ama.
Alparslan bana cevap vermek yerine birkaç dakika sadece sustu. Bir elim bacağımda sürekli ovup duruyordum. Belki de bu sinirim gerginliğim acıdan dolayıydı. Herkes sinir hastası olacak değildi yani.
Işınlanmış gibi kendimi birden hastane bahçe kapısında bulunca ben daha kendimi toparlamadan Arslan inip kapıma geldi. Hiçbir şey söylemeden kemerimi açtım ne yapacağını bildiğim için işini zorlaştırmak yerine kolaylaştırdım. Alparslan beni tekrar kucağına alıp acil kapısında içeri girdi.
Bizi gören hemşireler yanımıza gelince dizimin üstüne düştüğümü söyleyip konuşmama dahi izin vermedi. Suratına baktığımda aklından geçenleri okumak fazla zordu. Hemşirenin yönlendirmesiyle beni bir yatağa bıraktı.
''Doktor Bey birazdan gelir. Siz hastaya kayıt açmak için şuraya geçebilirsiniz.'' Dediğinde Alparslan bana baktı.
''Kimlik yok yanımda.'' Diyerek dudak büzdüm.
''Söyle numarasını.'' Dediğinde bir yere not edeceğini düşünsem de sadece dinlemekle yetindi. Kafa sallayıp danışmaya doğru gidişini izlerken doktorun gelmesiyle bakışlarımı ondan çektim.
''Şikâyetiniz nedir?''
''Merdivenden çıkarken düştüm, dizimin üstüne.'' Diyerek sol bacağımı gösterdim.
Doktor bıyık altından gülerek, ''Genelde merdivenden inenler düşer siz çıkarken düşmeyi nasıl başardınız doğrusu merak ettim.'' Doktora bilerek düştüm demektense Arslan'ın götünü keserken düştüm desem daha makul kaçacağından tam ağzımı açıyordum ki Arslan geldi.
Alparslan doktora kısa bir bakış atarken doktor eliyle bacağıma baskı uyguladı.
''Acı var mı böyle?'' kafa salladım. ''Evet.''
''Sıyıralım eşofmanınızı.'' Dediğinde tam uzanıyordum ki Alparslan'ın iri elleri buna mâni oldu. Ellerimi nazikçe itip eşofmanın paçasını diz kapağımın yukarısına doğru sıvadı. Gözlerine baksam da o bana bakmayarak çatık kaşlarla doktorun hareketlerini izledi. Görünürde bacağımda hiçbir şey yoktu. Doktor eliyle birkaç kez daha baskı uyguladığında acı dolu inlemelerle karşılık verdim. Ben inledikçe Alparslan sertçe solup alıp veriyordu.
''Yani sandığımdan fazlası olduğunu sanmıyorum.'' Diyen doktora Arslan ile aynı bakışlardan attık. Doktor oluşan sessizlikle birlikte bize bakarken gözündeki gözlüğü düzeltip, ''Kırık yok ama yine de bir röntgen çekelim sorun ne görelim.'' Dedi. Omuzlarım rahatlamayla çökerken doktor geçmiş olsun dileyerek yanımızdan uzaklaştı. İki dakika sonra gelen hemşire röntgen için gerekli evrağı getirip bize verdikten sonra Alparslan beni tekrar kucakladı.
''Tekerlekli sandalye vere-''
''Gerek yok.'' Hemşirenin teklifini nazikçe reddedip röntgen için ilerlemeye devam etti. O dümdüz karşısına bakarken ben onun yeni çıkan sakallarını izlemeye koyuldum. Konuşmazsa konuşmasındı, bende sapık gibi onu izlerdim.
Röntgen vesaire derken bütün işlerimiz yarım saatte bitmişti. Kırık yoktu doktorun dediği gibi ama sadece küçük bir çatlak ve zedelenme vardı. Bacağımı krem uygulayıp sarıp reçete verdikten sonra istirahat etmem gerektiğini söyledi. Kesinlikle uyacağım kuralları söylemişti.
Arslan yine kimseye bırakmadan beni kucaklarken ben bu durumda hiç şikayetçi değildim açıkçası. Hatta sanki tüm ömrüm böyle geçmiş gibi rahattım.
Arabaya tekrar geçtiğimizde artık ne kadar yorulduğumu fark ettim. Saat gecenin üçü olmuş hatta geçiyordu bile.
Arslan, sessizliğini aşmasa da yüz hatları artık biraz daha yumuşaktı. En iyisi kendi haline bırakmak diye düşünüp bende sessiz moda geçtim. Eve kadar yine beni kucağında taşımıştı.
En nihayetinde içeri geçip beni koltuğa bıraktığında ayağımdaki postalları çıkarıp kenara bıraktı. Dizlerimi tutup uzanır vaziyete girip arkama bir yastık koyduktan sonra yere diz çöküp sırtını uzandığım koltuğa yasladı. Bu tavrın sebebini çözemesem de yan dönüp onun çehresini izlemeye koyuldum. Evin salonunda sadece turuncu renkte soluk bir abajurun ışığı vardı.
Neredeyse on dakika boyunca hiç konuşmadık. O sustukça bende sustum. Aramızda hep sözlü veya fiziksel savaş oluyordu. Çoğu zaman bakışlarımızla bile birbirimizi yiyip bitiriyorduk ama onu tanıdığımdan beri ilk defa sessizliklerimiz arasında bir savaş oluyordu. Ama işin garip yanı ne o benim derdimi biliyordu ne de ben onun. Konuşsak çözülür müydü bilmiyorum bile. Çünkü sorun neydi onu dahi bilmiyordum.
''Arslan,'' diye fısıldadım. Arkasında ne diyeceğimi hesaba katmamıştım. Sadece seslenip dikkatini çekmek istemiştim. Usulca kafasını çevirdi.
''Bir şey mi istiyorsun?'' Kaşlarım çatıldı. ''Sana seslenmek için illa bir şey mi istemem gerekiyor?''
''Hayır demen yeterliydi.'' Beklemediğim bir cevaptı işte bu. Göğsümün sıkışmasına engel olamadığım acı bir oksijen doldu ciğerlerime.
''Eve bırakmalıydın beni.'' Dedim, kırgınlıkla bezenmiş sesimle. ''Evdesin işte.'' Dedi anında. Uzun sürmeyen bir sessizlik daha bıraktım araya.
''Evimden bahsediyordum.'' Derken sesim haddinden fazla düşünceli çıkmıştı. Bunun nedenini çok iyi biliyordum ve eminim o da anlamıştı.
''Evin neresi biliyor musun?'' cevap vermedim. Anladığını biliyordum zaten. Sessizliğim bir cevap olarak gitti ona. Evim neresi bilmiyordum.
''Yaşadığını hissettiğin her yer evindir aslında. O yüzden soruyu hep yanlış sorarlar,'' derin bir nefes aldığında omuzları hiddetle inip kalktı. Elim, temiz ense tıraşına gitmemek için zor bir uğraş sergilemeye başladı. Tüy kadar hafif bir şekilde dokunmaya çalıştım hissetmemesi tek temennimdi.
''Doğru soru, yaşadığını hissediyor musun olacak. O zaman cevapta değişir.'' Kaşlarımı çattım anlamayarak.
''Ya cevap yine değişmezse?'' birkaç saniye cevap vermedi. Sonra vücudunu usulca bana çevirdi. Bir elini koltuğa yaslarken elleri tam göğsümün altına kadar uzanmıştı ama üzerime ki kıyafet parçası tüm sıcaklığını hissetmeme engel oluyordu.
Karanlığında altında parlayan mavi hareleri tam gözlerimin içine bakarak beni mahvetti. İnsanların gözlerine bakmak zorunda olmaktan nefret ediyordum. Ama onun gözlerine bakmaya bayılıyordum. Mahvoluşumda bundandı.
''Ait olmadığını hissettiğin hiçbir yerde durmazsın sen.'' Bana benim gibi konuşması kalbimdeki bazı şeyleri hareket geçirdi. ''Ama kabullenmediğin sürece hiçbir şeyin önemi yok. Evinin olup olmadığının bile.''
''Sorun ne Arslan?'' ağzımdan çıkan soruya sonunda engel olamamıştım. Hem korku dolu bir soruydu hem de cesaret. Korkmak benim için zor imkanlar dahilinde olan bir şeyken ilk defa bir soruyu sorarken çekinmiştim. Bu da korktuğumun kanıtıydı. Küçük bir kanıtı.
''Sorun benim.'' Ne? Anlamsızca kaşlarımı çattım.
''Arslan ne demek istiyorsun anlamıyorum.'' Derken sesim beklediğimden daha gür çıkmaya başlamıştı. Çünkü ima ettiği şeyi bilinçaltım az çok idrak etmek üzereydi.
''Kimliğim, bende var olan asıl benliğim ve beni Yüzbaşı yapan diğer her şey Asena. Senin için bir sorun, gördüm.'' Yine sıkıntılı bir nefes aldı. O kadar derin nefesler alıyordu ki içi içine sığmıyordu neredeyse. Nefesinin şiddetinden omuzları kalkıyor, göğsü inip kalkıyordu gözle görülür bir şekilde. Belki de bu konuşmayı yapmak için henüz hazır bile değildi.
''Onu da nereden çıkardın?'' diye sormaktan öteye gidemedim. Kendime bile açmadığım açmak dahi istemediğim konulardan biriydi bu. Hislerimi ve davranışlarımı etkilemesine izin vermemek için açmıyordum. Yoksa her şey toz bir pembe bulutun üstünde hissettirdiği için değil.
''Karakolda, oradaki bana olan bakışların. Sorunu kendin çözmeye çalıştın, başarısız olunca devreye girmemden rahatsız oldum. Ve en son bana söylediğin şey, normal bir yaklaşım değildi.'' Değildi.
Dilim her zaman herkese karşı sivriydi ama henüz birkaç saat önce olanların üstüne yapacağım bir davranış değildi. Belki de onu tamda rahatsız eden nokta buydu. O olayın üstüne böyle bir tutum sergilememi beklemiyor olduğu aşikardı ama bilinçli bir hareketim olduğu konusunda da diretemezdi.
Dudaklarımı ıslattım ilk önce. Kuru bir yutkunma geçti boğazımdan. Ne diyeceğimi ne gibi bir açıklama yapacağımı bilmiyordum. Ya cesurca duygularımı dile getirecektim ya da gizli kalmaya devam etmesi için yalanlar söyleyip onu kandıracaktım.
Hala koltukta olan elinin üstüne elimi koydum. Bir kolu tamamen koltukta tam önümde seriliydi. Bu bana olan teslimiyetinin zayıf ve kör bir noktasıydı. Bana kızarken bile oldukça yakınımdaydı. Kızdığı şeylerin cezasını, benden uzak kalarak kendine değil yakınımda kalarak bana kesiyordu. Tam Arslan'a göre bir hareketti.
''Sandığın gibi bir amacım yoktu. Sana karşı duygularımda hep açık oldum. İlk tanıştığımız andan itibaren, sevmedim sevmediğimi gösterdim. Kızdım, kızgınlığımı gösterdim bu davranışımı inkâr edemem ama orada sana karşı herhangi bir tavrım yoktu.'' Sustum söylediklerimin ikna edici olması açısından. Tam olarak doğruyu söylemiyordum ama kimse buna yalan diyemezdi. Bende dahil.
''Şimdi ise gösterdiğim her duygunun tam tersini yaşamaya başlamışken sana yine öyle bir tavırla geliyor olmamda seni rahatsız etmiş olmalı ki, haklısın.'' Bakışlarının bir an yumuşadığını hissetsem de tam olarak gardını düşürmedi. Elinin üstündeki elim öylece duruyordu. Hiçbir hamlede bulunmadan sadece orada durmasına izin veriyordu. Bu da basit bir kızgınlıktan fazlası olduğunu gösteriyordu. Arslan bana kırılmıştı.
Gözlerimi kapattım kısa bir an. Ona bu tarz şeyleri açıklamak hep zor mu olacaktı?
''O an Cesur ve Bilal'e hem çok kızgındım bu kadar dikkatsiz olup canlarını hiçe saydıkları için hem de korkmuştum. Tüm duygularım birbirine girmişken kızların haberi gelince daha çok sinirlendim. Bir yandan çocuğum bildiğim askerlerim bir yandan daha yeni varlıklarını kabul ettiğim kardeşlerim.'' İçten bir konuşma olduğunu kabul etmeliydi. Elimden gelenin fazlasını yapıyordum şu an onun için. ''Onların şehitliğini görmediyse bu gözler dümdüz araba kazasıyla da bu kadar kolay ölemezler!'' diye hiddetlenirken yattığım yerde çoktan doğrulmuştum.
''Bir dakika bir dakika.'' Sakin sesiyle tüm dikkatimi ona verdim. Kaşları çatılmış, onun da tüm odağı bendeydi. ''Ne askeri? Ne şehitliği? Asena, neyden bahsediyorsun sen?''
İşte şimdi sıçtık kızım!
''Arslan,'' diyerek dudağımı ısırdım sinirle. Artık ne düşünüp ne konuştuğumun bende farkında değildim. Böyle basit bir hatayı yapacak kadar kendimi kaybetmiştim.
''Onlar ve sen,'' demekle yetindi. Ardından koca bir sessizlik oluştu aramızda. Ne diyeceğimi bilemedim. Bir şeyi toparlamaya başlamışken arkadan başka bir şeyi dağıtmıştım. Arslan'da benimle birlikte olduğu yerde toparlanmıştı.
''Askerler.'' Diye fısıldadım. ''Öylelerdi en azından.'' Bu sefer derince nefes alan kişi ben oldum. ''Artık değiller.'' Canımın acısını umursamadan dizlerimi kendime çekip tamamen toparlandım. Arslan ise hala yerde ayak ucumda öylece bana bakakalmıştı. Gözlerim koca bir boşluğa dalmışken, ''Hepsi benim yüzümden.'' Dedim. Daha sonra bunu içimden milyoncu kez kendime söyledim. Hepsi benim yüzümdendi. Benim o pis inadım yüzünden! Burnumun dikine gitmem yüzündendi! Bunlar bana hiçbir şey kazandırmadığı gibi çokta şey kaybettirmişti.
''Sen?'' diye sordu. Cevap olarak dudaklarımdan koca bir hıçkırık çıktı sadece. Kafamı dizlerime gömüp ağlamaya başladım. Dudaklarımdan çıkan feryatlara bir bir şahit oldu Arslan. İki elinin de ayak bileklerimi sardığını hissettim. Daha sonra da sıcak nefesini saçlarımda.
''Asena,'' fısıltısını işitsem de tepki vermedim.
Uzun sayılmayacak kadar öylece ağladım. Ağlamalarım iç çekişlere döndüğün kafamı kaldırmaya cesaretim yoktu. Ama sustuğumu fark eden Arslan'ın ellerinin ayak bileklerimden çözülüşünü hissettim. Sonra bir hareketlilik daha oldu ve ben kendimi bir an da Arslan'ın kucağında buldum. Pozisyonumdan faydalanıp beni kucaklamıştı. Yüzüm boşlukla karşı karşıya kalırken utancımdan onun yüzüne bakmaktansa kafamı boynuna gömüp acizliğimi gizleyebildiğim kadar gizledim.
Yatak odası olarak tahmin ettiğim bir yere girdi. Sırtım yumuşak yüzeyle buluşunca bu tezimi doğruladım. Anında yan dönüp kendimi tekrar gizlerken yatağın diğer tarafı da çöktü. Arslan'ın iri cüssesinden dolayı resmen olduğu tarafın çukuruna doğru kaydım. Arslan'da bunu bekliyormuş gibi anında beni kolları arasına çekti. Tepkisizliğim devam ediyordu. Kollarını sımsıkı etrafımda sarıp yüzümü tekrar boynuna gizlememe izin verdi. Karanfil kokusuyla karışık erkeksi kokusu tüm ciğerimi esir almıştı ve ben artık oksijen yerine sadece bu kokuyla solunum sistemimi çalıştırmaya karar vermiştim.
Koca bir devin en görünmez yerinde kalmışım kadar güven vericiydi Arslan'ın kolları. Bir uçurumun kıyısında olup, asla o başrolün ölmez dendiği dizi karakteri gibiydim. Herkes bir ihtimal belki diye aklından ölümü geçirse de şahsıma, 'O başrol, ölemez' denmiş kadar güven vericiydi. Ama ölüm hep ensemdeydi. Bir rüzgâr fısıltısında, o uçurumun kenarında beni itmek için bekliyordu lakin ben korkmuyordum. Başroller ölmediği için değil, ölmeden önce evimi bulduğum için.
Gecenin sabahında Arslan'ın susmak bilmeyen telefonu sayesinde uyanmıştık. Cihangir Albay acil göreve emriyle sabahın yedisinde herkesi karargâha toplamıştı. Tabii ki Cesur ve Bilal yoktu. Bunun açıklamasını kimin yaptığına dair de çok düşünmeye gerek yoktu. Arslan bir kez daha ev sahipliğimi layıkıyla yerine getirmişti.
Karargâhta ise bir adet ortalığı birbirine katan Cihangir albay vardı. Aslı'nın dosyası beklenen bir şekilde bizden alınmıştı. İçimizdeki bölücülerin sayısı git gide artıyordu. Albayın da sinirlendiği şey buydu. Yoksa hepimiz oldukça hazırlıklıydık Aslı'nın dosyasının bizden alınmasına. İki iki dört çok hazırlıklıydık.
''Yerleştirdin değil mi?'' Arslan olumlu anlamda başını salladı.
''Evet, komutanım. Çalışıyor, dinleme odasından şu ana dair herhangi bir çağrı olmadı. Anlaşılan her şey şu an çok olağan gidiyor ama her an tetikte olmalıyız.''
''Fark etmemeleri gerek. Biz onlardan istediğimizi alana kadar kimse fark etmemeli yoksa batarız, biliyorsunuz değil mi?'' Cihangir albayın sesi artık o kadar kin ve öfke doluydu ki bizim bile içimiz ürperiyordu.
Bahsettikleri şey ise Aslı'nın boynundan hiç çıkarmadığı bir kolyesine takılan küçük bir chip'ti. Alparslan, sorgu odasında ona gaz vererek bayılmasını sağlamış ve kolyesine bir dinlenme cihazı görevini üstlenen hem de konumunu kolayca bulmamamızı sağlayacak olan küçük bir chip. Kurcalanmadığı sürece asla bulunamayacak kadar küçüktü. Ama temkinli olmakta fayda vardı. Bulunursa direkt olarak bizden bilineceği aşikardı.
''Zaman daralıyor. Bir an önce küçük itleri toplamamız gerek.''
''Benden istediğiniz tüm hazırlıkları tamamladım. Her şey hazır, sadece tek bir emrinize bakar o üç adamı toplamam.'' Cihangir albayın gözü bana ilişti bu sefer. Sıkıntılı bir bakış olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi.
''Sorun nedir albayım?''
''Ekibinde üç kişi yok. Birinin kıçında füze patladı, diğeri iki şarlatan ise hastaneye kolları bacakları sarılı yatıyor.'' Öfkesi sesine yansıdığı an kendisini susturdu. Benim ise bakışlarım yere indi suçluluk duygusuyla.
''Sorun sen değilsin.'' Dedi, hislerimi anlamış gibi. Alparslan ile kısa bir göz teması kursam da tüm odağımı albaya ilettim. ''O haylazların daha dikkatli olması gerekirdi. Anneleri gibi sürekli peşlerinde gezemezsin sonuçta hepsi tahsilatlarını bitirmiş,'' diyerek durakladı ve Alparslan'a küçük bir bakış attı. ''Koca adam olmuş yetişkin insanlar. Sende onları kafana takmayı bırak. Benim bahsettiğim şey ekibindeki kişi sayısı bu kadar azken o planları nasıl uygulayacağın.''
Köylerden toplamam gereken üç muhtar vardı. Hepsi bölücü, terör yanlısı tipte, aradığımız tehlikeyle yakinen ilgilenen adamlardı. O yüzden büyük balığa gitmemiz için küçük balıkları avlamamız gerekiyordu. Bir şey bulamasak bile alıkoymamız gerekiyordu ki bağlantılarını tek tek çökertip onları zor duruma sokabilelim. Köşeye sıkıştıklarında ise tek tek hepsini yerin dibine gömmekti. Ben yakma taraftarıydım daha çok. Dirileri ne işe yarıyordu ki ölüleri yarasındı.
Sertçe boğazını temizledi albay. Ardından büyük tahtaya ilerleyip eline kalemlerden birini alarak sırayla birkaç isim yazdı.
Ökkeş Payiz, Hawar Sadun, Zozan Rezan, Roni Kurwa.
Roni isimli şahsı parantez içine alarak kadın diye ekledi.
''Ökkeş, herkesin yakından tanıdığı, artık ayak altında gezen bir haysiyetsiz. Yerini biliyoruz ama farklı şehirde. Alınıp bize gönderilmesi tek umudum, eğer Aslı da olduğu gibi dosya elimizden alınırsa Ökkeş ile ondan alacağımız ip uçları da elimizden gider demektir bu.''
''Bize sandığınız gibi yardımcı olacak mı?'' diye soran
''Bize sandığınız gibi yardımcı olacak mı?'' diye soran Arslan'a baktım. Albay ise bana bakıyordu. Aslında albaya söylemem gereken şeyi söylesem şu an ki toplantı çok daha verimli olacaktı ama Arslan'ın gözü önünde azar yemek istemiyordum.
''Laleş Çet davası da bizden alındı artık değil mi?'' diye araya girerek konuyu değiştirdim. Şu an için ikisinin de çoğu şeyi bilmemesi daha doğru olurdu. Uygun bir zamanda Albay'a bilmesi gereken durumu yani Arslan'ın asıl kimliğimi öğrendiğini anlatıp hemen ardından da Arslan'a bilmesi gerekenleri anlatıp bir daha bu konu üzerinde Albay'a soru sormasını engelleyecektim.
''Hayır bizde, dosya bizde ama hakkında henüz tutuklama kararını çıkaramadık. Aslı'da olduğu gibi korunuyor. O ikisini koruyanlar hem kimse aynı kişi. Yoksa aynı yerden iki farklı kadın için bu destek gelmezdi. İkisi de kilit noktalar için ayrı önem taşıyor.''
''Birisi bölücülerin biricik avukatının yeğeni, hem de basit bir avukat değil. Kazanamadığı dava sayısı bir elin beş parmağından az.'' Diyerek tekrar araya girerek endişemi belirttim.
''Laleş'i o gün elimizden kaçırmasaydık eminim ki birden fazla adım ileride olacaktık çocuklar. Ama yapabileceğimiz tek şey, bu tahtada yazan isimleri teker teker çökertmek. Bunların, birer şebeke olduğunu unutmayın. Hepsini aynı gün içinde almalıyız, bağlantı halindeler en ufak bilgi sızdırılmasında hepsini elimizden kaçırır ve başladığımız noktaya geri döneriz.''
''Ve bu bizim için hiç de iyi olmaz.'' Albay'ın yerine sözleri tamamlayan Arslan oldu.
''Hawar Sadun, Irak- Türkiye arası bağlantı kuruyor. Ökkeş döneminde onunla çalışıyordu yani bu adam Ökkeş'ten sonra almamız gereken en önemli kişi. Sırayla gidersek en doğru yolu bulmuş olacağız. Hepsinin bir seviyesi birer görevi var. Unutmayın, onlar tehlikeli değil, siz tehlikelisiniz.''
''Ökkeş'i alırız. Sadun'a dair bildiğim yakın kollar var. Onun da olduğu yerden sessizce alırız. Ama diğer adam ve kadın için bir fikrim yok.'' İlk iki isimde geçmişten anılarla doluydu. Onları benden iyi tanıyacak kimse yoktu.
Artık sona yaklaştığımızı hissettiğimde tenimde bir ürpertinin kol gezmesine engel olamadım.
''Zozan Rezan, doğu bölgesindeki kollardan biri. Birçok suç kaydı olan eylemci bir tip. Normal halktan birisi olduğu için onu da almanız kolay ama epey ses getirir. Çünkü sosyal medya üzerinde birçok propaganda ve ayaklandırma çalışmaları yürüttüğünden tanınan biri.''
''Kadın biraz sorunlu. Sahte kimlik kullanıyor belli ki çünkü asıl kimliğini tespit edebilmiş değiliz. İyi yerlerde saklanıyor olmalı çünkü en son altı ay önce Ankara'da görülmüş. Ruh gibi, nerede olduğu belli değil ve epeydir ses alınamıyor.''
Albay ile bir yandan bunları konuşurken önümüzdeki dosyalardan söylediği bilgilere eş değer fotoğraflarına bakıyorduk.
''Operasyon hazırlıklarına başlayalım mı?'' diye sordu Arslan. Toplantı bitmişti çünkü.
Albay kafa salladı. İkimizde oturduğumuz yerde toparlanırken Albay çıkmadan önce bize seslendi.
''Çocuklar,'' ikimizde kapının eşiğinde ona çevirdik vücutlarımızı. ''Allah yardımcınız olsun.'' Gözlerine bakarak içten bir şekilde gülümseyip yürümeye devam ettim.
Arkamdan ise Arslan'ın sert ayak sesleri geliyordu. Yürüdüğümüz koridor bu ayak sesleri ile yankılanırken Arslan'a ithafen, ''Bir saate herkes hazır olmalı.'' Dedim.
Tam odamın önüne geldiğimizde kapıya yöneliyordum ki Arslan kolumdan tutarak durdurdu beni.
Her baktığımda beni farklı bir evrendeymiş gibi hissettiren çelik mavisi gözleri tam gözlerime bakıyordu. Her zaman önceliği buydu. Gözlerimin en derinine bakıyordu.
''Asena, bilmem gerekenleri operasyondan önce bilmeliyim. Seni,'' diyerek kısa bir an duraksadı. ''Bizi, nelerin beklediğini önden kestirmeliyim. Anlıyorsun beni değil mi?''
Anlıyordum. O bana böyle bakarken nasıl anlamazdım.
''Gel,'' diyerek odama girdim. Onun odasına nazaran daha küçük bir odam vardı. Elimdeki dosyayı masaya bırakıp masamın önünde olan berjerlere oturdum. Arslan'da tam karşıma geçtiğinde konuya nereden girip, nasıl devam edeceğimi şu ana kadar düşünmemiştim ama artık gerçeğimden kaçmak istemiyordum. Çevremdekilerden gizlemek istemiyordum, yargılanmaktan korkmuyordum.
''Yıl 2020, görevde beşinci senemdi.'' Hızlı bir giriş olduğu için derince bir nefes aldım. Arslan ise bir an gözlerini benden ayırmadan dikkatlice dinliyordu. Onun bu meraklı haline gülümsemeden edemedim.
Öne doğru eğildim, dirseklerimi dizlerime verip Arslan ile mesafemi kısalttım. Gözündeki o kahverengi lekeyi görebilecek kadar yakındım artık.
''Gerçekten askersin.'' Dedi Arslan. Sanki bu durum onu büyüleyecek kadar olağanüstü bir olaydı. Verdiği tepki tekrar gülümsememe sebep oldu.
''Değilim, artık değilim.'' Kafamı yere eğdim gözlerimin dolduğunu hissederek. ''Tim ile yani çocuklarla her zamanki gibi görevden göreve gidiyorduk. Ökkeş'in peşindeydik ta o zaman bile.'' burnumu çekme gereği hissederken Arslan oturduğu yerde kıpırdandı.
Koltuktan kalkıp aramızda duran orta sehpaya oturdu birden. İri cüssesinin kaldırabileceği güçte olduğunu pek sanmıyordum ama Arslan tabii ki bunu umursayacak birisi değildi. Bir eli usulca elime kayarken beklemeden tutup kendisine doğru çekti. Bu hareketi tüm bedenimin titremesine neden olmuştu ve beni tüm duygusallığımdan uyandıran bir hareket olduğunu itiraf etmem gerekirdi.
''Hala anlatmak istemezsen hemen şu an vazgeçebilirsin.'' Demesi bile onun nasıl bir insan olduğunun kanıtıydı. Deli gibi merak etmesine rağmen göz göre ondan bir şeyleri gizlememe hala izin verebileceğini söylüyordu.
Olumsuz anlamda kafa salladım. Anlatacaktım, artık içimde tutmak istemiyordum. Dağa taşa haykırmaktan onlara dönüşmüştüm.
''Yine kör gecenin bir vakti Ökkeş'i almaya gittik. Tuzağa düşürdü bizi. Amatör falan değildim, Salih Albayım o kadar güveniyordu ki bana,'' Dudaklarımı ısırdım sinirden.
''Bende kendime güvenmeyi abarttım. Gözüm o kadar kararmıştı ki, öncesinde elde ettiğim her başarı bana ego olarak geri döndü. Asla temkinli biri olmadım, her şeye atlayan, her cengaverliği yapan bir toydum. Ama aynaya baktığımda tam tersini görüyordum, beni bitirende bu oldu.'' Gözümden yere bir damla yaş düştüğünde Alparslan elini çeneme uzatıp nazikçe başımı kaldırdı. Bense ağlamamak için kendimi deli gibi sıkıyordum.
''Asena,'' sesi uyarır tondaydı. Aldırış etmedim.
''Boş özgüvenden başka bir şey yoktu bende. Ökkeş'i almaya gittiğimizde güzel bir oyuna getirdi bizi. Daha doğrusu beni. Onu almaya gittiğimde o benden asıl alan oldu. Destek ekiple gitmiştim bunu yaparken güya işimi garantiye alacağımı düşünmüştüm ama olmamıştı. Götürmeseydim onları böyle bir tehlikede olmayacaktı.'' Sertçe burnumu çektim. Ağlamıyordum ama burnumu çekmeye engel olamıyordum. İçim ağlamaya devam ediyordu çünkü.
''Sivil rehineler varmış. Ekibi üçe bölmüştüm. İlk ulaşan ben olacaktım güya ama onu bulduğum an düştüğüm tuzakları bir bir önüme serdi. Meğerse geleceğimi biliyormuş, onunla çok kez karşılaşmıştık benim onu tanıdığım kadar o da beni tanıyor aslında.''
''Sonra ne oldu?'' diye sordu Arslan. Artık o da beni asıl yaralayan kısmı merak ediyordu.
''Sonra, böldüğüm askerlerim rehine oldular. Karşı karşıyaydık artık. Askerlerime silah doğrultmuş sayıca fazla şerefsiz vardı. Sonra sivil rehineler olduğunu söyledi. Tüm çıkış yollarımı tıkamıştı. Ya rehineler ya askerler dedi, arkadaki diğer askerlerime güvendim. Onlar belki rehineleri kurtarır sandım ama onda da kandırıldım. Biliyordu sivillerin peşine düşeceğimi.'' Derin bir nefes aldım. Şimdi bu söyleyeceğim şey için güce ihtiyacım vardı.
''Şehit vermedik ama,'' diyerek sustum. Gözlerim ışık hızında dolarken Arslan, ''Şş, tamam.'' Diyerek beni kendine çekti tamamen. Kendimi sıkarak içime içime ağladım.
''Senin suçun değildi.'' Kafamı sallamaya çalıştım. Benim suçumdu.
''Tüm siviller öldü. Emri ben verdim.'' Arslan, saçlarımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalıştı. Neredeyse kucağında bir vaziyetteydim.
''Böyle olacağını bilemezdin, kimse bilemezdi. Bende bilemezdim, o yüzden kendini suçlamayı bırak.'' Nefes alabilmek için ondan uzaklaştım biraz.
''Peki sen ne yapardın?'' diye sormadan edemedim. Arslan aynı durumda ne yapardı merak ediyordum.
Arslan kafamı iri koca elleriyle iki yandan tutarak yüzümü yüzüne yaklaştırdı. Kucağındaydım ama yüzlerimiz yine de aynı hizada değildi. Ben ona hala aşağıdan bakıyordum fakat aramızda beş santimden fazlası yoktu. Baş parmağıyla elmacık kemiğimi nazikçe okşarken bir damla göz yaşım tam parmağına isabet etti. Göz yaşım tam onun parmağına tutundu ve akmayı bıraktı.
Gözleri yine beni mahveden cinsten bakıyordu.
''Asena,'' fısıldarken gözüme ne kadar seksi geldiğini hiç konuşmuş muyduk? Bunun için özel bir zaman dilimi ayarlamam gerekebilirdi. Gözlerim yüzünde bir tur atarken yine en sevdiğim kısımda durdu, gözünün içindeki o kahverengi lekede.
''Ben olsam çoktan onları da kendimle birlikte yakmıştım.'' Söyledikleri kaşlarımı çatmama sebep olurken durumu fark edip hızlıca açıklamaya başladı. ''Sen o kadar güçlüsün ki; yakmadın, yıkmadın. Kinini, öfkeni tüm o gaddar duygularını ateşinle en derine gömdün. Bu benim onlarla kendimi yakmamdan daha büyük bir hareket.'' Kendini de ikna etmek istercesine kafasını iki yana salladı.
''Ben olsam sadece bunu yapabilirdim. Sen benden çok daha fazlasını yaptın, bu acıyla, bu pişmanlıkla yıllarca yaşadın. Ve çok da ağır bir bedel ödeyerek.'' Söyledikleri daha fazla ağlamamı sağlamıştı. Sessiz hıçkırıklarla içim yana yana ona ağladım.
Bu sefer kafamı alıp bağrına basmadı. Sakinleştirmek için saçlarımı okşamadı. Ağlamama izin verdi ama sanki acılarımı hafifletmek hatta yaralarımı iyileştirmek istercesine her bir göz yaşıma öpücükler kondurdu. Bense aldırış etmemeye çalışarak ağlamama devam etmek istedim ama büyücüydü ki bir bebeğe ihtiyacı olan şeyi verdiğinde susması gibi aniden ağlamalarımı kesip, sakinleştirmişti beni. Ama yine de durmadı. Burnumun ucunu, elmacık kemiklerimi ve ıslak kirpiklerimi dahi öpücüklere boğdu. Öptüğü yer darbe almışım gibi izini öyle bir bırakıyordu ki aynı yeri tekrar tekrar öpüşünü hissediyordum. Karnımdaki kelebekler ise çoktan neye uğradıklarını şaşırmıştı. Bir tarumarın söz konusu olduğunda ise hemfikirdik.
''Arslan,'' diyerek fısıldayan ben oldum bu sefer. Öpücükleri durmadı. Çeneme uzandı, oradan dudak kenarıma derken en can alıcı noktamdan vurdu beni. Soluksuz bırakacak kadar uzun süre dudaklarını dudaklarıma bastırdı. İlk baskısı ne kadar sert olsa da giderek yumuşattı bu baskıyı. İçimdeki tüm sızıyı bu şekilde kendine alır gibi sadece öyle içine çekti beni. Ve ben emindim ki bunu asla zevk için yapmamıştı. Ruhuma şifacı olmak için yapmıştı.
Dudaklarını zor güç benden ayırırken çok fazla uzaklaşmadan kısa ama sert bir öpücük daha kondurdu. Yetmedi ki yine dudak kenarıma ve oradan çeneme doğru geri saydı. Eli rahat durmazken beni kalçalarımdan tutarak kendine yapıştırdı tamamen.
''Arslan.'' Sesim az önceki miyavlamaya göre oldukça telaşlı çıkmıştı. Odaya birinin girme ihtimaline karşı tedirgin olmuştum.
''Kimse 'gir' emrini almadan giremez.'' Ve bu söylediğine çok kolay kanalize oldum. Kucağında debelenmeyi bırakıp alınlarımızı birbirine yaslayarak soluklandık. İkimizin de gözleri kapalıydı. O mavi gözleri kapalıydı ama ben hala bir okyanusun kıyısında onun karanfil kokusuyla özgürlüğün tadını alıyordum.
''Daha anlatmadığım çok şey var.'' Diye mırıldandım ne kadar anın büyüsünden çıkmak istemesem de.
''Biliyorum.'' Dedi. ''Artık benimle savaşmak yerine sevişme eylemine geçtiğin için epey zamanımız olduğunu düşünüyorum.'' Söylediği şeyle gözlerim kocaman oldu. Anında anı bozup kafamı ondan uzaklaştırdığım gibi kaslı koluna sertçe vurdum.
Arslan'da aniden gözlerini açıp şaşkınlık akan gözleriyle bana baktı bir de koluna.
''Bu neyi şimdi?'' diye sordu şaşkınlığı elinden bırakmazken.
''Edepsiz edepsiz konuşuyorsun!'' diye azarladım sanki ben çok edepten anlayan biriymişim gibi. Bu söylediğime tıpkı o da benim gibi hayrete düştü.
''Ben mi edepsizim?''
''Yok ben!'' diye de daha da üste çıktım.
''Evet, sen öylesin. Benden daha edepsizsin ve sevişmek kelimesi seni rahatsız etti öyle mi?''
Çocuk gibi omuz silktim. Verecek mantıklı bir cevabım yoktu.
''Ben onu cinsel açıdan söylememiştim ki. İnsanların duygusal bağları da bir tür sevişmedir. Hepsinin kökü sev'den gelmiyor mu sonuçta?''
Bu adam şeytana papucunu ters giydirirdi.
Bunca işin arasında ne yaptığımızı fark ederek hızla kucağından kalktım.
''Hadi hadi! Odana, git timi topla. Bugün büyük gün.''
Alparslan ellerini dizlerine vurarak hulk gibi irileşti birden odanın içinde. Yani sadece ayağa kalkmıştı.
''Destek ekipte aşacağım yanımıza.''
Önümdeki dosyalardan kafamı kaldırıp ona baktım. O ise çoktan kapıya yönelmişti bile.
''Fazla kalabalık olmamıza gerek yok. Hepsini almamız kolay olacak.'' Dedim her zamanki özgüvenimle.
Alparslan, dudak kenarıyla bana kısa bir gülüş atıp odadan çıktı. Yani bu demekti ki, benim sözlerimle değil onunkiyle olacak işti.
Yaklaşık yarım saatten biraz fazla bir zamandan sonra karakoldan ayrılmıştık. İlk hedefimiz Ökkeş'ti. İlçe köylerden birinde yerini tespit etmiştik. Uzun zaman sonra ondan gelen ilk ihbardı. Bu durum beni heyecanlandırmaktan çok kaygılanıyordu. Yeni bir pusu bizi bekliyor olabilirdi. Uzun zamandır izini belli etmeyen adam bir anda açık adresini bulunacak kadar kolay hale getirmişti işleri.
Yanımda zırhlı aracı süren Enver'e baktım göz ucuyla. Cesur olmadığı için Enver geçmişti şoför koltuğuna. İtiraf etmeliyim ki kimse Cesur kadar güven verici oturmuyordu o koltukta. Ama tabii ki konumuz bu değildi. Benim askerlerim her zaman güven doluydu. Yokken bile varlardı benim için.
''Uzun zaman sonra ilk karşılaşmamız olacak. Ama ifadenizden anladığım kadarıyla pek heyecanlı değilsiniz.'' Derin bir nefes aldım Enver sözünü bitirdiğinde.
Arkada yolculuk eden Öfke timine baktım aynadan. Kimseden çıt dahi çıkmıyordu. Normalde göreve gidiyoruz diye heyecandan çeneleri açılırdı. Onların da benden farkı yoktu fakat ilk defa onlardan çok farklı duygular içindeydim. Tedirgindim. Onlar ise yüzleşme yaşayacakları için fazla hazırlıksızlardı. Çünkü Ökkeş'i gördükleri an öfkeden deliye döneceklerini biliyordum.
''Yıllarca peşinde koştuk. Hepsi bu an için miydi?'' diye sordum Enver'e. Gözünü yoldan ayırıp bir an bana baktı. Tekrar ciğerlerimi derin bir nefes ile doldurdum. İçimdeki sıkıntı yol kısaldıkça artıyordu.
''Yolda dikkatli ol Enver.'' Dedim. En önde biz gidiyorduk. Arkada Arslan ve timi vardı. En arkada ise küçük bir destek ekibi. Hava desteği ise karargâhta hazır bekliyordu.
''Sanmıyorum, çok temiz.'' Dedi, Enver. Gittiğimiz yol asfalt bir yoldu ama yolun benden tarafı uçurum, Enver'den tarafı ise kayalarla bezenmiş bir dağdı.
''En fazla ne olabilir ki diyorsun yani. Kır direksiyonu sağa, sorun yok.'' Ecelimizi bekleyerek yaşıyorduk her günümüzü. Ölmek için harika bir zamanlama olurdu.
''Köyün girişine yedi kilometre var. Olsa çoktan olurdu bir şey.'' Dediğinde bu sefer ona ben baktım. Kafamı tekrar çevirdiğimde ise yolun kenarında çarmıha gerilmiş insan bedeni görmemle bağırdım.
''Dur! Enver, dur!'' Enver ani bir frenle arabayı durdurduğunda kimseden ses çıkmadı. Enver'in de benim gördüğüm şeyi görmesiyle ikimizde aynı anda araçtan indik. Hemen arkamızda ise acı bir frenle Alparslan ve timi durmuştu.
Uçurumun kenarında çarmıha bağlanmış iri bir erkek bedeni vardı. Yaklaştıkça göğsünden akan kurumuş kanları fark ettim. Soğuğun sert ayazı çoktan kanını dondurmuş olmalıydı.
''Sikeyim! Bu da ne böyle?'' Yusuf herkesin iç sesi olmuştu.
''Bu konuyla alakalı ne düşünmemiz gerekiyor?'' diye sordu Alparslan. Çarmıha gerilmiş olan bedene yaklaştım iyice. Yüzü kandan seçilmezken bağrını delip geçen çarmıhtan dolayı yırtılan gömleğinin cebindeki kartı fark ettim. Hızlıca alırken onun bir kart değil, kimlik olduğunu anladım.
''Emin Çelik.'' Diye sesli okudum ismini. Hiçbir şey çağrıştırmazken kimliği elimden aldı Arslan. Ardından kimliği Yusuf'a uzatıp, ''Baktır şuna!'' diye sertçe emretti. Ardından telsizini alıp bizden uzaklaşırken Albaya haber verdiğini anladım.
''Ne yapalım bunu komutanım?'' diye sordu, Bahadır. Ona ters bir bakış atsam da gerçekten ne yapmamız gerektiğini bende bilmiyordum. İsim hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Ölüm şekli korkutucuydu ama bu da sanki asıl mesele bu değilmiş gibi geliyordu. Yine de onu orada bırakmak istemedim, sivil insanların bu görüntüye tanık olmasına gerek yoktu.
''Destek ekibe söyleyin, alsınlar bunu buradan.'' Diyerek Arslan'a doğru yürüdüm.
''Anlaşıldı, Albayım.'' Arslan geldiğimi fark ederken telsiz ile olan görüşmesinin bittiğini fark ettim.
''Ne dedi Albay?''
''Cesedi alın dedi.'' Kafa salladım. ''Aldım zaten,'' dudaklarımı ağzımın içine yuvarladım ve ardından, ''Arslan,'' diye mırıldandım. ''Sence bu ne demek olabilir? Benim aklıma hiçbir şey gelmiyor da.'' Alparslan kısa bir bakış attı arkama. Timdeki herkes adama daha fazla zarar vermeden indirmeye çalışıyorlardı. Bahadır'ın, ''Elim götüne girdi! Elim götüne girdi!'' söylenmelerinden bunu anlıyordum.
''Ne düşünmemiz gerekiyor, inan bende bilmiyorum.'' Eliyle sırtıma hafifçe dokunup yürümem için yönlendirdi. Daha sonrasında adamı indirme işini bitirip tekrar yola devam ettik.
Enver olduğumuz yerden usulca uzaklaşırken herkes tekrar aynı sessizliğe bürünmüştü. Daha bir kilometre gittiğimizi düşünürken bir çarmıha daha geçirilmiş ceset görmemiz ile tekrar durduk.
''Komutanım,'' dedi Enver uyarır tonda. ''Tuzağa çekiliyoruz.'' Onu dinlemeden indim. Hemen arkamızda duran araçtan inen Arslan ise, ''Asena!'' diye seslense de tepki vermedim. Hızlıca kafası arkaya düşmüş, tam karnından çarmıha oturtulan adama baktım tersten. Bunun da yüzü kanlar içinde seçilmeyecek kadar pisliğe batmıştı. Aynı kıyafet aynı duruş. Tuzaktan çok daha fazlası vardı.
Gömleklerin bile aynı olduğunu fark edip düğmeleri patlamış yakasını çekip cebini yokladım. Elime değen şeyi çıkardığımda yine bir kimlik olduğunu fark ettim.
''Emin Koca.'' Arslan'a uzattım kimliği. Kısa bir süre inceleyip adama baktı doğru olup olmadığını lakin adamın yüzünü tespit etmemiz için yüzündeki kurumuş kanları yıkamamız gerekiyordu. Yusuf kimlik tespiti için tekrar araca doğru ilerlerken, ''Emin ismiyle ilgili birini karşımıza aldık mı hiç?'' diye sordu Enver.
''Hayır,'' dedim anında. ''Olsa bile kimsenin canice ölümüne sebep olmadım.'' O geceki siviller dışında. Sanki içimden geçeni anlamış gibi gözlerimin içine baktı Alparslan. Bakışıyla sormak istediği soruyu anladım. O geceye ait böyle bir sivil ismi var mıydı? Diye soruyordu. Diğerlerine çaktırmamaya çalışarak olumsuz anlamda kafa salladım. Olsa bilirdim. İşkence olsun diye her birinin ailesini araştırıp vicdan azabı çekip ölmeyi planlamıştım çünkü. Ama yoktu. Emin adında kimseyi tanımıyordum.
''Bunu da alın. ''diye emretti Alparslan. Destek ekip ve tim adamı indirirken Alparslan tekrar Albay'a haber verdi. O sırada telsizimden gelen Albayın sesi ile elime aldım. Uzaktan Alparslan ile göz göze gelirken ona doğru yaklaşmak yerine herkesten uzaklaştım birkaç adım.
''Asena?''
''Buyurun Albayım.'' Dedim anında. ''Soracağım soruyu biliyorsun, değil mi?''
''Evet,'' uzaklara doğru çevirdim gözlerimi. Uçurumun uçsuz bucaksızlığına baktım birkaç saniye. ''Ama yok. Emin adında tanıdığım kimse yok.'' Sesim haddinden sert çıkmıştı. Çünkü yoktu.
''Asena, bu iş yine seninle alakalı gibi geliyor bana.'' Dudaklarımı kemirdim istemsizce. Yine benim yüzümden birilerinin canı yansın istemiyordum.
''Kimseye bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Ökkeş'i istediniz, onu alıp geleceğim.'' Ardından telsizi kapatıp cevap dahi vermesini beklemeden belime taktığım gibi maskemi yüzüme geçirdim.
''Herkes araçlara!'' diye bağırdım. Alparslan gerginliğimi anlamış olmalı ki tepki vermeden o da aynı şekilde bağırdı.
''Enver yavaş git.'' Dedim. Enver dediğimi yapıp oldukça yavaş giderken ileride bizi bekleyen bir ceset daha olduğuna artık ikna olmuştum. Tamda dediğim gibi, bir kilometre daha gitmeden yeni bir ceset daha vardı çarmıha gerilen.
Araçtan inmeden, ''Alın gelin şunu, kimliğini bana getirin.'' Dedim. Benim yerime Alparslan inmiş kimliğe bakıp uzaktan kafasını sallamıştı bana. Kimliği getiren Bahadır'a göz kırpıp kimliği elime aldım. Emin Özcan. Etti üç Emin.
Ne anlamam gerekiyordu? Neyi yakalamam gerekiyordu bilmiyordum. Oldukça sinirlenmiştim. Kilometre başı ceset toplayacaktık resmen.
Tekrar yola çıktığımızda Enver'de artık olayı anlamış olacak ki yavaş gidiyordu. Yine ileride bizi bekleyen bir çarmıh olduğunu fark edince sıkıntıyla gözlerimi kapattım. Aynı şekilde ben inmeden aldılar adamı. Elime kimliği geldi. Emin Gündoğdu. Sıkıntıyla kimlikleri elime vurdum.
Onu da çarmıhtan indirip arkadaki araca yüklediler. Lakin artık ilerleyen her kilometre başında bulduğumuz cesetler sığmıyordu. Toplam yedi tane aynı isimde ama farklı soy isimlere sahip bambaşka adamların cesetlerini toplamıştık. Kimlik taramasında ise normal vatandaş olduklarını tespit edip örgütle bir alakaları olmadığını, hepsinin işinde gücünde hatta şehir merkezinde yaşayan ailesi olan insanlar olduğunu öğrenmiştik. Sonuç olarak öğrendiklerimiz hiç ama hiç hoşumuza gitmemişti.
Kalan cesetleri ise Alaca timi araca alırken köyün girişinde Enver durdu.
''Artık ceset yok sanırım. Köye giriyoruz, sivillerin ortasında yapamazlar.'' Onu onaylayan mırıltılar çıkardım.
''Artık basma zamanı, Enver.'' Enver zevkle vitesi attırıp gaza yüklendi. Arkamızdan aynı hızda gelmeye başlayan iki zırhlı araçla köyün toprak yolu toz duman içinde kalmıştı. Kafama kameralı kaskımı geçirip tamamen tanınmaz bir görünüme girdim. Enver zaten kafasında takılı olan kaskını tamamen yüzüne indirip daha da basmaya devam etti. Arkada, Öfke timinden ise şarjör kontrolü sesleri geliyordu. Aynadan arkaya baktığımda ise Alparslan'ında yüzüne kamuflaj puşi geçirdiğini görmek gülümsememe sebep oldu.
O gözleri hala görüyor olmak büyük şerefti.
''Şu aradan gir.'' Telsizden gelen Arslan'ın sesi ile Enver ters bir bakış attı telsize. Ardından tepki ister gibi bana baktı ama sessiz kaldım. Tepki vermediğim için sertçe boğazını temizleyip Arslan'ın dediğini yapıp sağa döndü. O yolu bizi köyün içinde köy gibi bir yere götürürken dağlara doğru arşınlıyorduk. Küçük bir dağın arkasına kadar uzanan bu yolun sonu kulübe gibi bir evin önünde durmuştu. Kapıda kimse yokken teker sesleri son bulup yerini sessizliğe bırakmıştı bile.
Beklemeden silahımı kavradığım gibi aşağı indim. Ses çıkarmasını dahi beklemeden kapıyı sertçe bırakıp eve doğru yaklaştım lakin kolumda hissettiğim temasla durup beni durduran kişiye baktım. Alparslan'a.
''Sakin olmakta fayda var.'' Temkinli olmam konusunda uyarır bir bakış attı. Aramızdaki kartların artık açık olduğunu henüz kimse bilmediği için sadece bu konu üzerinden bakışlarla anlaşabiliyorduk.
Kolumu sakince bırakıp önde ilerledi. Kapıya çoktan ulaşan iki isim vardı. Bahadır ve Yusuf. Evin arkasına ise Alaca timinin kalan üyeleri geçti. Bukre bir camın altında siper alırken Niyazi iki camın arasındaki duvara yaslanarak tetikte bekliyordu. Fatih ve Ufuk ise benim arkamdaydılar. Bu emiri Arslan'dan aldıklarına adım kadar emindim. Serdar ise Alparslan'ın tam arkasından ilerleyip etrafı kolaçan ediyordu.
Küçük evin iki basamak merdivenini çıktı Arslan. Ardından Serdar çıktığında güvenli alan olduğunu tespit edip bende peşlerinden ilerledim.
Ufuk ve Fatih bana o kadar yakınlardı ki silahımı kavramıyordum bile. Rahatlık mıydı? Güven miydi? Bilmiyordum. Ama içimde bir korku olmadığı aşikardı.
Alparslan bir şey fark etmiş gibi kapıyı usulca ittirirken kapı küçük bir dokunuşla bile arkaya doğru açıldı. Anında silahını doğrulturken kimseden ses çıkmadı. Kurşun sesi bile.
Alparslan bir iki adım atıp içeri girdiğinde ne gördüğünü anlamaya çalışıyordum. Daha fazla beklememek adına ve bu sessizliğe son vermek için hızlı adımlarla içeri girdim. Alparslan'ın iri cüssesi görüş alanımı tamamen kapatsa da direkt yanında saf tuttuğuma göğsümün ne ara bu kadar inip kalktığını anlayamamıştım ta ki karşımda göreceğim yüzün kim olduğunu anlayana kadar.
''Hoş geldin Yedi Emin.''
Hello okurlarım!!!!!
Ne çok özlemiştik değil mi? Ayy ben en son Tunceli'ye gittiğimde bölüm atıyordum. Ahahahaha. Zaman ne kadar hızlı geçiyor ama sanki daha dün Tunceli'den gelmiş gibiyim ama o dönemden bu döneme kadar çok şey yaşadım aslında. Sizde de şey oluyor mu? Pandemiden sonra hayat durdu sanki. Belli bir akışın içinde herkes kayboldu. Zaman 2020 de durdu. Sonrası yok. Bende öyle en azından. Bu son 4 yıl hiç yaşanmamış gibi geçiyor ama ne çok şey yaşandı aslında. Çok garip. Bunun büyüsünü çok merak ediyorum aslında.
Neyse konumuza dönmeden önce herkesten özür dilerim. Sizleri bu kadar beklettiğim için. Beni buraya geri getiren ise ''Neredeyse kurguyu unutacağım'' mesajları oldu. Çok korktum. Yani böyle bir heyecana atılıp bu şekilde unutulmak korkuttu beni. Oysa ki beklediğimden fazla dönüş almışken emeğimi çöpe atmak istemedim göz göre göre. Uzunca bir aradan sonra toparlandım geldim ve buradayım. Umarım hepte burada olurum. Eski formuma kavuşmuş gibi hissediyorum, bomba bir bölüm oldu gibi hissediyorum.
Sizce nasıldı bölüm?
Beklentilerinizi karşıladı mı?
Yedi Emin' bilenler var mı?
Sizce Asena'ya böyle seslenen kim?
Ve neden böyle sesleniyor sizce?
Tüüüüm tahminlere açığım ama onaylamam baştan diyeyim ahahahaha
Bölüm kelime sayısını ortalama tutmak istiyorum. Eskiden 10 bin diye yırtardım kendimi 500 sayfalık kitap formatında olmuşuz arkadaşlar. Tek kitap formu derken seri olacak haberimiz yok. Yani 20. Bölüm de final dedik ama 20. Bölüme kadar 2 kitap formunda olacağı şimdiden belli. Neyse sağlık olsun.
Güzel yorumlarınızı, oylarınızı bekliyorum. Ama en çok satır arası yorumlarınızı merak ediyorum. Büyük bir hevesle okuyup cevap verebileceğim kadar cevap vereceğim. Normalde bölüm 2 gün önce gelecekti fakat o akşam işim çıktı tamamlayamadım. Dün de annem dünkü tv dizilerini hiç sevmediği için film izleme gecesi yaptık zamanımı ona ayırdım. Nasip bugüneymiş.
Sözünde durmamak deyince de ben!!! Ahahshahdjsmdlsl Aslında Cesur benim erkek versiyonum keşke öyle bir arkadaşım olsaydı ama ben kesin ona yanlışlıkla aşık olurdum ahjdaşflalsl
Neyse çok konuştum. Sizleri çok seviyorum çokta öpüyorum ve desteklerinizi bekliyorum. Sağlıcakla kalın!!! 🦋🦋🦋🦋💙💙💙
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
5.77k Okunma |
885 Oy |
0 Takip |
16 Bölümlü Kitap |