Nasılısnızzz
Şimdi öncelikle bu bölgede çok içime sindiği için sınır biraz yüksek olucak çünki uzın zaman harcadım ve bence hak etti.
SINIR: 45 OY/ 65 YORUM (GERÇEKTEN HAK EDİYOR.)
BAŞLAYALIM BAKALIM SİZ BEĞENECEK MİSİNİZ
🍷
🍷
Herkes uyuduktan sonra her zaman olduğu gibi Mourir penceremde belirdi.
Karanlık olduğu için onu tam göremiyor olsam da ay ışığı onu az da olsa aydınlatıyordu ve garip görünüyordu.
Nefes alıp verişi dahi kulağa ürpertici geliyordu ve bana bakmak yerine pencerenin kenarına oturmuş vaziyette dışarı izlemekle meşguldü.
Birkaç saniye sonra nefes alışları acıya dönüştüğünde dayanamayıp ayağa kaktığım gibi koşarak ışığı açtım.
Korkuyordum.
Mourir kaşları çatık bir şekilde bana bakarken ben korka korka ona yaklaştım. "Neyin var? "
Sırıttı ve hiçbir şeyi yokmuş gibi odama indi ve ben o sıra beyaz gömleğinin kanlar içerisinde olduğunu fark ettim.
Ben çığlık atmak için ağzımı bile açamamışken Mourir bir eliyle belimi tutup bir eliyle ağzımı kapadı. Kulağıma eğildi. "Benim kanım değil" diyerek gülümsemeye devam etti.
Bir gün karnında bıçak ile gelip gülümseyerek "bir şeyim yok" derse şaşırmam her halde çünkü beni sanki öyle bir senaryoya hazırlıyormuş gibi hissediyorum.
Ben yine de emin olmak için gömleğin düğmelerini çözmeye başladığımda "Tamam bende özledim biraz hızlı olmuyor mu? " diyerek dalga geçmeyi de ihmal etmedi.
Ona bakıp göz devirdiğimde beni uzaklaştırdı. "Başkasının kanı dedim." o kaçmaya çalışırken bu sefer kolundan tutan ben oldum.
Ben ciddi dururken Mourir tıpkı filmlerde ki gibi kolunu çekiştirip "Ayy bırak kolum acıyor." diyerek dalga geçmeye devam etti.
O benden kaçarken bu sefer pantolonun altına zorla sıkıştırmaya çalıştığı gömleğin de kesik gördüm.
Yani gömlekte onun da kanı vardı.
"Mourir gömleği çıkar.! "
Başta şaka yaptığımı düşünmüş olmalı ki gülmeye çalıştı sonrasında ciddi olduğunu anladığında ağzını açtığı anda "Sana üstünü çıkar dedim" diyerek konuşmasını engelledim.
Eli kalan düğmelere gittiğinde bir çocuk gibi dudağını büzerek teker teker açmaya başladı. Kesik yere bir kaç düğme kala omzumdan itip "Utanıyorum, bakma" dedi ve benim dönmemi bekledi.
Hazar'a o kadar laf etmesine rağmen ondan daha çocukça davranabiliyor ki bazen de onun o çocuk ruhu ortadan kayboluyor. Ruhsuz bir şeye dönüşüyor.
Ben söylene söylene arkamı dönerken bir kaç saniyede yapacağı işi dakikalara döktü.
Parmağıyla omzuma vurup ona dönmemi istedi ve ben dönerken "ufak bir çizik" diye mırıldandığını duyuyordum.
Ben yaraya baktığımda ağzım açık kalmışken onun bu kadar rahat hareket etmesi daha çok şaşırtmaya başladı.
"Sen gerçekten iyi değilsin. Boydan boya kesmişler seni"
Kaşları çatıldı ve önünü kapatırken "Beni kesmek o kadar kolay değil" dedi.
Bu şey demek oluyor galiba; Sen bir de diğer adamı gör.
Haa, eğer bunu söylemeye çalışıyorsa diğer adamın yaşadığından emin olamam.
"Sen gerçekten şaka gibi bir adamsın yaa"
Onu zorla yatağa attıktan sonra hızlı adımlara banyodan ilk yardım çantamı getirdim.
Kullanmayı bilmiyorum, ama Mourir tarif ederse belki yaparım.
Okulda ki o ilk yardım derslerinden kaçmamam gerekiyordu.
Yatağa yanına oturduğum oflamaya başladı. "Ben buraya beni boğmaya çalış diye gelmedim."
"Seni boğmuyorum, yardım etmeye çalışıyorum."
Benim yapamayacağımı anladağında kutuyu açıp sargı bezi çıkardı, üstüne benim çıkardığım tentürdiyotu sürüp yaranın üstüne koydu ve yaralı bandını kenarlarına yapıştırdı.
"Evet, bitti. İçin rahatladı mı? İstediğin oldu mu? " diye kızmaya başladığında bende ters ters ona bakmaya başladım. "Bugün gün boyu bir şeyler saklıyordun benden" dedim ama bunu söylemek garip hissettirdi.
Bende saklıyordum.
"Aşkım bir şey sakladığım yok sadece oyun oynadık."
Yüzümü ellerinin arasına aldığında kendimi daha da kötü hissettim ama sonuçta henüz bir anlaşma yapmadım diye düşünerek kendimi avuttum.
"Nasıl bir oyun bu? "
"Şöyle; Sinir olduğun, nefret ettiğim, sana ihanet eden birini alıyorsun." dedi ve cebinden bir bıçak çıkardı ve "Bir bıçak ona ve bir bıçak sana" diyerek bana da bir bıçak verdi. "Sonrasında ölümüne dövüşüyorsun ilk ölen kaybeder."
Mourir yanımda olduğuna göre kazanmış oluyor galiba.
"Mourir yarın isteme varken gidip adam öldürmek üstüne yaralanamazsın. Beni düşünmüyor musun? "
Kaşları tekrar çatıldı ve bıçağı arka cebine sokarken "İstemeye çıplak gelmiyorum, kimse yarayı görmez"
Haklı. Şuan kendimi haklı çıkarmak isterdim ama adam haklı yani.
Bugün ki konuya nasıl girebilirim diye düşünürken Mourir beni belimden tutup kalddırarak bacağına oturttu. "Sen hayırdır?" deyip göz kırptığında hâlâ toparlamaya çalışıyordum.
Konuyu babasına getirmenin bir yolu yok. Hayatımızda ki hiç bir şey ona bağlı değil.
"Senin için endişelendim sadece" diye geçiştirdiğimde dudağının kenarı kalktı. "Kimi kandırıyorsun sen."
Anlayacak.
Bir daha yüzüme bakmaz.
"Bugün Hazar ne dedi biliyor musun? "
Kafasını salladı.
"Evlenince beni alın ekstra bir uğraşa gerek yok." dediğimde Mourir gözlerini kısıp gülümsedi. "Çocuk istemiyoruz deseydin"
Ne demek çocuk istemiyoruz.
Ay ben bugün gerçekten kafayı yiyorum.
"Sen çocuk istemiyor musun?" diye korkuyla sorduğumda bu sefer gülümsemesi büyüdü. "İstiyorum ama cücenin bize gelmesine gerek yok daha güzelini yaparız."
Öhöm... Bunu beklemiyordum.
Boynumu öptüğün de belki babasının konusuna yaklaşırım diye devam ettim.
"Bence sende Hazar gibi biriydin."
"4 yaşında biri için çok zeki ama ben 6 yaşımdan sonrasını hatırlıyorum."
"Çocukluk fotoğrafların var mı?"
Budur ya, babasına bağlamak bu kadar kolaymış.
Ben ne kadar zeki, harikulade bir insanım bee
Mourir bu sefer şüpheyle bana baktı ama "yok" dedi ve "kapat şu konuyu" diye bana kızmaya başladı ama ben bir kere konuya girmenin bir yolunu buldum. Bırakmam.
"Babanı buldun mu peki? "
"Maya kes sesini artık" beni kucağından yatağa oturtup ayağa kalktı. "O adam şuan Türkiye'de ve buradan cehenneme bile inse onu bulup çıkarıcam."
Benim konuşmama izin vermeden pencereye gitti.
Ben çok büyük bir hata yaptım.
🌺🌺🌺
Sabah olur olmaz yataktan fırladım ve aşağı indim.
Yarın akşam isteme var ve tüm evi tek başına temizlemeye başlamıştı, temizlikten çok savaşa benzese de benim acile şu evden kaçma gerekiyor.
Temizlik yapmak eziyetten başka bir şey değil.
Milyoner bir kadın neden evine yardımcı almak yerine tüm evi kendi temizler ki
Mazeret yıllardır aynı: İçime sinmiyor.
İçime sinmiyor diyet birgün kendini öldürecek Allah korusun ama ben bu işte yokum.
(Maya'nın kıyafeti)
Hızla kıyafetlerimi giymiş evden kaçmak için an kolluyordum.
Ve önümden tanımadığım bir kız geçti.
Bu kim diye düşünürken salonda beyaz önlüklü orta yaşlı bir kadın daha geçti.
Temizlik yapıyorlar. Annem kabul etmiş, temizlik yapmak zorunda değilim artık.
İçimde kelebekler uçarken mutfağa koştum ve çay içen annem ve babama el sallayıp "ben çıktım" diye bağırıp koşarak dışarı çıktım.
Koşmaya devam ettim çünkü annemin eve gir deyip arkamdan koşması an meselesi.
🌺🌺🌺
Evden çıktıktan sonra çok olay oldu ve nereden başlayacağımı bilmiyorum.
Ben Mourir'in evine gidiyordum ve onun birileriyle bir arabaya bindiği gördüm.
Zorla değildi ama ben merak edip onlara seslendim ama beni duymadıkları için ayda yılda bir kullandığım kendi arabamı kullanmanın zamanı geldi diye düşündüm.
Sorun şu; Ben araba kullanırken dikkatimi bazen kaybedebiliyorum bu yüzden her kullandığımda mutlaka birine ve bir yere çarparım.
Kırmızı, spor arabayla dikkat çekmeden onları takip etmeye başladım.
Sonra telefonum çaldı, yola odaklanma ya çalıştım ama telefon aynı tonda çalmaya devam ederken yanıma uzanıp telefonumu almak istemiştim ama yanlışlıkla frene basmış olacağım ki araba hızlandı ve ben direksiyon dan elimi çektim.
Bu da takip ettiğim arabaya uçmaya neden olmuştu.
Merak etmeyin ölen yok, yaralanan ise ben oldum çünkü emniyet kemerini takmayı unutmuşum ve kafam cama yapıştı ve bir ufak kan geldi o kadar.
Kamu spotu olarak kemerlerinizi bağlamayı ve benim gibi bir şoförün arabasına binmemeye özen gösterin.
Kamu spotu bitmiştir.
Sonrasında ise Mourir'den azar, arabada ki diğer adamların kafama silah doğrultması, Mourir'in onları ikna etmesi, benim başıma yara bandı bulmaya çalışırken benimle tekrar kavga etmesi, beni mi takip ediyordun fassı, açıklamam, ne için o adamlarla gittiğini sormam, tekrar kavga, barışma, Mourir'in beni de gideceği yere götürmesi ve KAPANIŞ.
Şuan ise akşam 5 olmak üzere yani altı saattir bu saydıklarım oluyor.
Araya Ekrem olayını da sıkıştırmaya çalıştım ama o bunu anlamış olacak ki asla girmeme izin vermedi.
Şimdi ise bir toplantı beklemek zorundaydım.
Depo gibi bir yerde karanlık, nemli, sigara ve nargile kokusu olan sessiz bir yerde tam karşımda daha önce görmediğim bir adamla, Mourir bir şeyler konuşuyor.
Sırf ben anlamıyayım diye de Fransızca konuşuyorlar.
Mourir "Je ne peux même pas abattre 3 millions d'oiseaux. (3 milyona kuş bile vurmam)" dedi ve adam kahkaha attı.
"Mourir, tu n'as jamais changé. Tu repousses les limites, souviens-toi que ta corde est dans ma main ! (Mourir hım değişmemişsin. Sınırları zorluyorsun, ipin benim elimde unutma.) "
Bu sefer gülme sırası Mourir'e geçmişti. Elinde ki bıçakla oynarken birden masaya sapladığında ben korkudan sandalyemde yana kaçmıştım ki adam buna tepki vermedi.
Korksana lan!
"Du changement ? Personne ne peut me changer, je continuerai comme je le sais. S'il reçoit 15 millions de dollars, lui aussi. (Değişmek? Beni kimse değiştiremez ben bildiğim yoldan giderim. 15 milyon dolar o da işine gelirse)"
Adamın gözleri büyüdü ve ne dediyse o sinir tüm vücuduna yayıldı tabi biraz da kızardı.
"Tu n'vas pas le tuer, tu vas juste laisser un mot. Tu en veux trop. (Adamı öldürmeyeceksin sadece not bırakacaksın. Çok fazla istiyorsun.) diye bağırdı ama Mourir geri adım atmadan arkasına yaslandı.
"J'en veux encore moins. Mon travail n'est pas d'assassiner un homme, je suis sûr que je ne serais pas aussi généreux si je l'avais déjà tué. (İşim adam öldürmek mektuplaşma değil, zaten eğer adamı öldürseydim emin ol bu kadar cömert davranmazdım.") dedi ve ayağa kalktı.
Bir anlasam bu gavur dilini her şey daha rahat olacak.
Bir deyim var hani fransız gibi dinliyorum derler ya acaba Fransa'da da sizi Türk gibi dinliyorum diyorlar mı?
Adam bana yaklaştı ve benim yanımda olan ve benim yeni fare ettiğim kasayı açtı ve içinden bir çanta çıkardı.
Dolar kokuyor. Bu kokuyu nerede görsem tanırım.
Çantayı bana uzattığında başta Mourir'e baktım ama o da tepki vermeyince almama kararı aldım.
" Maya? Beni tanımıyor olabilirsin ki daha önce tanışmadık ama ben namını çok duydum." dedi ve elimi tutup kibarca parmklarımı öptü.
"Siz kimsiniz? "
"Ben yalnızca bir insan evladıyım bir özelliğim yok eğer isim olarak soruyorsanız Michel diyebilirsiniz." dedi ama ses tonu alay yoktu ama çok yavaş ve vurgulayarak konuşuyordu.
Şey gibii... Çeto, şu Çukur dizisinde ki kel bir adam vardı ve çok oyuncuydu ve kesinlikle şuan aynı tonda konuşuyorlar.
"Memnun oldum Michel, daha sık karşılaşmak dileğiyle" dediğimde Mourir tıpkı beklediğim gibi dişlerini sıktı ve göz devirdi, adam ise "Dilek gerçekleştirmeye bayılırım mutlaka görüşeceğiz, kim bilir belki düğününüzde yanınızda olurum."
"Mutlaka beklerim." dedim ama nedensizce şuan yüzümde tekinsiz, psikopatça bir gülümseme var gibi hissediyordum.
Adam, Mourir'e çantayı uzattı. "Je m'attendais à une situation plus dure, alors ils m'ont dit qu'il ne fallait pas croire les visages vraiment angéliques ( Daha sert birini beklerdim, bana öyle anlattılar demek ki gerçekten melek yüzlülere inanılmamalı) dedi.
Mourir el sıkışırken " Cette apparence peut faire tourner vos poumons en 5 minutes Böyle görğndüğüne bakma ciğerini 5 dakika da sökebilir.) diye de ekledi ve bana doğru bir kaç adım attıktan sonra tekrar adama döndü.
"Tout va bien ce soir.(Bu gece iş tamadır) " dedi ve ben önde o arkamda dışarı çıktık.
Merakla konuştuklarının anlatılmasını bekliyoruz, daha çok ben bekliyorum çünki siz zaten konuştuklarını biliyorsunuz.
Arabanın önüne geldiğimizde tekrar bir azar işitmek üzere olduğumu anlamak çok zamanımı almadı.
"Eve gidiyorsun, hemen! " dedi ve arabanın kapısını açtı, binmemi bekledi.
"Hiçbir yere gitmiyorum."
"Gideceksin" dedi ve tehditkâr bir şekilde bana yaklaştı.
"Gitmem." dedim tıpkı onun gibi ona doğru bir adım attım.
Kafalarımız çarpışması gerekirdi ama benim kısa boyum yüzünden o bana üstten bakıyordu ve ben onun dibinde olduğum için kafamı biraz kaldırmış yukarı bakıyordum.
Kaputun üstüne çıkarsam boyumuz eşitlenir diye düşündüm ve yaptım bakışmayı kesip kaputun üstüne çıkıp oturdum ve alınlarımız birleşti ve Mourir benim tüm ciddiyetini bozarak gülmeye başladı.
"Güldük eğlendik eve git, oyun parkına gitmiyorum." dedi alayla ve saçlarımı karıştırdı ve arabanın üstünden indirdi.
Savaş başlattı.
Karnına birden yapıştırdığım yumrukla nefesini tuttu birkaç saniye ve elini karnına koydu. Bunu beklemiyordum aslında boylarımızı eşitlemeye çalışıyordum ama bu eğilmiyor.
"Senin oyun parkına gitmen gerekiyor benim değil. Az önce adamla ne konuştunuz bilmiyorum ama sana verdiği işi senden daha hızlı yapabilirim."
Bakın biz buna halk arasında yürek yemiş diyoruz. Yapamam ama geri adım da atamayacağım.
Çantayı salladı ve "15 milyon dolar" dediğinde gözlerim büyüdü. Dolar kokusu alıyorum demiştim.
"Fransa büyükelçisi Türkiye'de ona bir not bırakmam gerekiyor benden önce yaparsan bu paranın iki katı senin olur. " dedi ve elini uzattı.
"Burak'ı ben alırım."
Sırıttı "Yanlış seçim, Lucas benim" dedi ve beni kenara iterek arabaya bindi.
Sonrasında camı açıp "Tabi önce adamı bulman lazım, notu ben mail atarım." dedi ve gaza basarak beni bırakıp gitti.
Bazen gerçekten ben kaşınıyorum. Hayır, adam yıllardır kiralık katil, ben neyime güvenerek ona meydan okuyorum ki?
30 milyon dolar var ucunda, denemeden vazgeçemem.
Ben taksi çevireceğim sırada Michel bir kaç adamıyla dışarı çıktı ve soru soran gözlerle bana baktı.
"Maya? Gittiniz sanıyordum."
Fırsat bu fırsat. Bana yardım edebilir.
"Michel aslında seninle konuşmak istiyordum" dedim tatlı bir ses tonuyla ve birkaç adımda yanına vardım. "Dinliyorum." dediğinde yanında ki adamı diğer tarafa gönderip koluna dokundum. "İşi ben yapmak istiyorum. Aslında denemek istiyorum."
O da tıpkı Mourir gibi güldü ve "Maya bu iş senlik değil, Mourir bunu halleder." dedi ve koluna girip onun arabasına doğru yol almaya başladık. "Yalnızca adamın yerini söylemen yeterli" dedim.
Arabasının kapısını açan adama " Ajoutez le lieu et l'heure (Yeri ve zamanı at) " dedi ve arabasına bindikten sonra "Bırakalım istediğin yere" dedi ve teşekkür ettiğimde telefonuma yer ve zaman yazan mesaj geldi. "Orada olucak" dedi ve adamlarıyla beraber gittiler.
Ama bu çok kolay oldu.
🌺🌺🌺
Ben kesinlikle kaşınıyorum. Ben nerden girdim bu işe yaa
Evet, Burak'a olanları anlattım ve çok net bir biçimde reddetti.
Mourir de Lucas'ı almıştı çünki Meral burada değil ve Lucas hem teknoloji de hem de çatışmada çok iyi. Burak da iyi ama götünü kanepeden kaldırmıyor.
"Bak sadece partnerim ol. Her şeyi ben halledeceğim. "
Elindeki silahı silerken "Hayır, Maya senin işin olmayan şeylere karışma."
"30 milyon dolar diyorum. Paylaşırız."
"Abim işine karışılmasından nefret eder."
"Mourir bana bunu teklif etti. " dediğimde nihayet yüzüme baktı ve silahını arkasına yerleştirirken "Davete katılmak o kadar kolay değil, benim bir saatlik işim var, davetiye bulursan gelirim." dedi ve gitti.
Bu da birini öldürmeye gidiyor. Silahla ne işin olabilir.
Tamam bu da tamam şimdi sırada davetiye almakta.
Topal Necati geldi aklıma ve bu yeterli bir isim. En son şu mavi kartlar yüzünden biraz mesafe girdi aramıza bana yardım edebilir.
Babam yaşında adamdı ama hâlâ işlerini çocuklarına devretmemiş kendi bakıyordu.
Telefon birkaç çalıştan sonra sekreter tarafından açıldı.
"Beni Necati Bey'e bağlayın."
"Kim arıyor diyelim efendim."
"Maya"
Birkaç dakika sonra telefonum tekrar çaldı ve heyecanla açtım. "Maya? Uzun zaman oldu."
"Necati Abi boşver sonra hasret gideriz yardım gerekiyor." dediğimde telefonun karşısında bir oğlana sesi duyuldu. "Dur tahmin edeyim başını yine belaya soktun."
"Hayır ya bana şu elçilik davetine bir davetiye gerekiyor. Ayarlayabilir misin? Fransız büyükelçisi davet veriyormuş."
"Sen yine ne çeviriyorsun bilmiyorum ama arkanı toplamam. " dedi tehtid edercesine sonrasında ise "Bilemiyorum. Zor ama denerim." dedi ve telefonu yüzüme kapatmadı ve benim kapatmamı bekledi.
Ya şu adama o kadar yok korkunç biri, yok zalim biri diyorlar ama hiç öyle değil.
🌺🌺🌺
Eve geçip bir elbise seçip hazırlanana kadar telefonum çalmaya başlamıştı bile.
(Maya'nın kıyafeti)
Daha farklı bir şey giyebilirdim ama ne tür bir davet olduğunu bilmiyordum. Ve rahat hareket etmeliyim her an her şey olabilirdi.
"Aloo"
"Maya davetiyen hazır ama hâlâ nedenini açıklamadın."
"Büyükelçiye bir mesaj bırakmam gerekiyor." derken bir yandan da saçımı yapıyordum.
"Onun etrafındaki adamları geçmek kolay olmaz" dedi alayla ve bende bunun farkındaydım.
"Benim hazırlanmam lazım daha sonra uğrarırım" der demez hızla kapattım ve ayağa kalkıp aynanın önünd kendime baktım.
Her zaman ki gibi parlıyorum.
Aşağıdan sesler geldiğinde Burak geldiğini anladım ve koşar adımlarla aşağı indim.
Annem tek kaşı havaya kalkmış "nereye gidiyorsun" der gibi bakarken gidip takım elbise giyen Burak'ın koluna girdim ve "Davet'e gidiyorum. Ölebilirim, dönmeye bilirim, başıma ne gelir hiçbir fikrim yok, belaya koşuyorum." diyerek alay ederken annem ayağında ki terliği havaya atıp elinde tuttu. "Erken gel"
🌺🌺🌺
Geniş salon, altın işlemeli dev avizelerle aydınlatılmıştı. Tavan o kadar yüksekti ki, insan başını kaldırmaya cesaret edemiyordu. Bir kalenin içindeymiş gibi ağır ve ezici bir ihtişam vardı. Ama buradaki tek tehdit bu değildi.
Çünkü etrafımdaki herkes, tehlikenin vücut bulmuş haliydi.
Siyah takım elbiseli adamlar, ellerindeki kristal kadehleri hafifçe sallayarak birbirlerine sinsi gülümsemeler atıyorlardı. Kadınlar, uzun gece elbiseleriyle zarif ama ölümcül yılanlar gibi süzülüyordu. Her biri bir sırrın, bir ihanetin ve belki de bir cinayetin sahibi gibiydi.
Ve bu ortam çok hoşuma gidiyordu.
Ama planım başkaydı Fransız büyükelçisini bulmalıydım.
Ve bunu yapmanın bir yolu vardı. Burak'a dönüp "Ben avımı buldum, sen kafana göre takıl" dedim ve omzuna vurduktan sonra onun tanımadığım insanlara doğru yürüdüğünü gördüm.
Odanın diğer ucunda, masmavi gözleriyle salona hâkim olan adamı gördüm. Charles Fontaine. Büyükelçi. Hedefim.
Mourir'n benden önce hedefe ulaşmasına izin vermezdim.
Ama büyükelçinin etrafı duvar gibiydi. Silahlı adamlar, danışmanlar, iş dünyasının yüzleri… Ona doğrudan yaklaşmak imkânsızdı. Yani şuan güzelliğiyle yapılacak hiçbir iş yok.
İşte bu yüzden onu bana getirmeliydim.
Derin bir nefes aldım, gözlerim hızla salonu taradı ve bir fırsat aradım. Ve sonra onu buldum.
Büyükelçinin eşi, Sabine Fontaine
Zarif, kırılgan ve çoktan birkaç kadeh fazla içmişti. Tühh işte gerçek avım.
Neden bilmiyorum ama içimde ki şeytan uynamış gibi hissediyordum ve kahkaha atasım vardı.
Ciddi ortam var diye olabilir.
Hedefin kendisi yerine, zaafına oynamak en eski yöntemdi.
Ve en etkili olanı.
Abim öğretmişti.
Sabine'nin yanına sessizce süzüldüm. Göz göze geldiğimizde ona sıcak bir gülümseme ile yanaştım.
"Bu geceki elbiseniz harika. Vintage mi?"
Kadın, iltifata aç gözlerle parladı. Kadehini kaldırdı, hafifçe bana döndü. "Ah, evet! Dior’un 90’lardan bir tasarımı. Senin elbisen de harika, tanışıyor muyuz?"
Elbisemin harika olduğunu biliyordum bee!
Şimdi doğru cümleyi seçmeliydim. Ne çok doğrudan, ne çok belirsiz ki burada ki silahlar bana dönmesin.
Şarabımdan bir yudum aldım. "Belki de tanışmalıyız." dedim.
Sabine meraklanmıştı. Ve işte, ilk kapıyı açmıştım.
Dakikalar içinde onun güvenini kazandım. Gülüşler, hafif dokunuşlar, sohbet arasında düşen gizli bilgiler, aile konuları, kocasıyla sorunları... Ve sonunda, Sabine bana en büyük ödülü sundu.
"Gel, kocamla tanışmalısın!"
Elbette tanışmalıydım. Zaten planım buydu.
Eheheh
Beni büyükelçiye doğru götürürken kalbim normal bir ritimle atıyordu. Gerçek bir casus, heyecanını hissetmez.
Daha çok heyecanlanırım diye düşünüyordum.
Ama içimde bir his vardı. Bunu fazla kolay başarmıştım.
Ve bir şeyler ters gidiyordu. Evet saatlerdir buradayım ama yine kolay olmuştu.
Tam Charles Fontaine ile göz göze geldiğimde… bir gölge, kalabalıkta belirdi.
Bir çift göz. Beni izliyordu.
Mourir, Büyükelçinin kulağına bir şey fısıldadıktan sonra kimse fark etmeden bana göz kırptı.
Mourir geleli on dakika bile olmadı ve şimdiden bitirmiş olamaz.
Gözümde bir pankart belirdi; BÜYÜKELÇİNİN CEBİNE KİM DAHA ÖNCE ULAŞACAK ve ben bu yazıya yakın bile değildim.
Mourir'in gözlerindeki oyunbaz parıltıyı yok sayarak yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim.
Sabahtan beri takındığım bu sahte gülümseme yüzünden çeneme ağrı girmişti.
Ama içim içimi yiyordu.
Mourir benden önce ulaşamazdı.
Ve ufak bir sorum vardı. Herkes Fransızca konuşur ye düşündüğümden Burak'ı getirmiştir ama herkes Türkçe konuşuyordu yarımda olsa öğrenmişler.
Helal olsun valla.
Büyükelçinin zarif ama bir o kadar da dikkatli eşi Sabine beni ileri itti, ve elçiye götürdü.
Mourir'e karşı ölçülü bir gülümsemeyle eğildi.
"Sevgilim, konuklarınla çok vakit geçirdin. Belki de biraz salona karışmalısın?"
Büyükelçi kaşlarını kaldırdı ama itiraz etmedi. Sabine’in sözleri talep değil, bir emirdi. Ve bu davette asıl gücü elinde tutan oydu.
Doğru avı buldum.
İşte fırsat diye düşündüm.
Büyükelçi ayağa kalkarken ben de aynı anda hareket ettim. Masadaki peçeteye zarifçe dokundum ve çantamdan çıkardığım küçük mektubu içine sıkıştırırken el çabukluğuyla avucuma aldım. Tam cebine bırakmak için doğru anı bekliyordum.
Ama o sırada…
Mourir de beni izleyip aynı şeyi yapıyordu.
Ya ama bilerek benimle oynuyor yaa
Elinde bir mendil vardı ve büyükelçinin ceketine nazikçe dokunarak sahte bir samimiyetle düzeltiyordu.
Ağlarım şurada ha, ben boşuna mı hazırlanmıştım.
İkimiz de aynı anda hamle yaparsak şüphe çekeriz. Biri diğerine üstünlük sağlamak zorundaydı ve Mourir üstünlüğü sağlamıştı bile
Sabine Fontaine gözlerini kıstı. Bizi izliyordu.
Tam hamlemi yapacakken, Sabine aniden koluma girdi.
Hiiii! Yakalanacaktım. Ömrüm hapislerde geçecekti, orada çürüyüp ölecektim.
"Ah, sevgili bayan..." Bir an tereddüt etti. İsmimi bilmiyordu.
"Maya." diye atıldım hızla, sahte bir isim söylemek isterdim ama düğünüme çağıracağım ayıp olmasın.
"Maya, gelin benimle," dedi zarif bir gülümsemeyle. "Bayanları bu kadar yalnız bırakmak ayıp olur."
Damarlarıma soğuk bir öfke yayıldı. Tam hamleyi yapacakken sahadan çekilmek zorundaydım.
Ve kendimi bittikten ajan gibi hissetmeye başlıyordum.
Ama gitmeden önce başımı çevirip Mourir'e baktım. Ben sana evde gösteririm.
O hâlâ büyükelçinin yanındaydı ve gülümseyerek bana göz kırptı ikinci kere ve ben de başımı salladım "evde görürsün" dercesine zaten o anlamıştır.
Bu savaşı kazanmış olabileceğini mi sanıyordu? Aslında kazandı da çünkü bir türlü yaklaşamıyordum elçiye.
Sabine Fontaine’in ince kaşları hafifçe kalktı. Beni dikkatle süzüyordu.
Sonra koluma hafifçe dokunarak salondaki bir grup kadına doğru yönlendirdi.
“Ah, Mayacım, seni tanıştırmam gereken bazı şahane hanımefendiler var.”
Şohono honomofondolor vor.
Gıcık kadın yaa, düğünüme falan da çağırmıyorum bu kadın yüzünden görevinden oldum.
Resmen işkence çektirmek istiyordu ve ben bu işkenceye hazır değildim
Beni içlerine aldılar. Ve işte o an başladı, intihar etmek istememe neden olacak sözleri.
Kadınların kibar gülüşleri, abartılı hareketleri, hiç bitmeyen gereksiz sohbetleri.
Mücevherlerden bahsettiler.
En iyi terzilerin nerede olduğundan.
Kocalarının yeni iş anlaşmalarından.
Kimin hangi davete nasıl hazırlandığından.
Kimin işinin ne zaman biteceğinden.
Kocaların maaşlarıyla hava atmaları.
Ve ben… sadece gülümsedim. Çenem çıktı ama sadece kibarca gülüyorum ve arada onlar gibi sahte kahkahalar atıyordum.
Bir saat geçti.
Sonra bir saat daha geçip gitti ve kaçmanın asla bir yolunu bulamadım.
Br suikast girişimiyle uğraşmak bile şu an daha keyifli olurdu. Gerçekten yaa, keşke adamları toplayıp burayı basmış olsaydım. En azından aksiyon olurdu.
Başım hafifçe zonklarken, birden sırtımda bir el hissettim.
“Affedersiniz, Maya'yı biraz ödünç almam gerekecek.”
Başımı kaldırdım. Kurtarıcım! Burak, ben buraya onunla gelmiştim tabi yaa
Burak, gecenin bu çilesini anlamış olmalı ki beni zarifçe kolumdan çekip aldı ve yol boyunca benimle dalga geçecekti.
Kadınlar şaşkın bakışlarla ona döndüler ama Sabine sadece hafifçe gülümsedi. "Düğün için erken haber ver ki Fransadan dönelim"
"Tabi ki" dedim ve kibarca hepsi ile vedalaştım.
Ben hayatım boyunca bu kadar nazik biri olmamıştım.
Zaman da geçmiyordu ki bu kadınlarla, hem Mourir de çoktan gitmişti.
Burak ve ben salondan çıkarken çıplık sesleri duyuldu ve biz aniden arkamızı döndüğümüzde Büyükelçinin yerde baygın yattığını ve etrafını insanlar çevrelemeye başlamıştı.
Bu da Mourir'in imzasıydı.
Bölüm nasıldı??
Çok uzun bir bölüm oldu hem ben Whatsapp kanalından biraz paylaşmıştım ama artık daha uzun alıntılar Paylaşacağım.
Hepinizi çok öpüyorum ve kaçıyorum 😌💅🏻💅🏻💅🏻🎀🎀🎀💗💗💗💗
(Kanala katılınızz)
WhatsApp'ta Kızarmış Kestanelerle Bugün kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029Vb2qjA505MUdjFdXHb1T
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
82.59k Okunma |
8.89k Oy |
0 Takip |
65 Bölümlü Kitap |