Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.
ON YEDİ EYLÜL (II)
30. BÖLÜM: “GÖLGE”
⚖️
“Sanrılar, gölgelerde peyda olurken sancılar, bedenlerde veda olur.”
Dudaklarımın kuruluğunu hissetmemi sağlayan ilk çırpınışım yutkunduğum sırada meydana gelirken omuzlarımdan belime kadar tüm sırtımı kaplayan sancı yüzünden neredeyse çığlık atacaktım. Gözlerimi açmaya çalışıyordum fakat başıma sarılan bez parçası yüzünden hiçbir şey görememiştim. O bez parçası kafama öylesine sıkıca bağlanmıştı ki burnum bile sızlıyordu.
Belki de fiziksel olarak ilk defa bu kadar acı çekiyordum.
Dudaklarım titremeye başladığında çırpınışlarımın manasız olduğunu yeni kavrıyordum çünkü ellerim ve kollarım da bağlanmıştı, tıpkı gözlerim gibi. Her bir yanım öylesine canımı yakıyordu ki kalbimdeki deprem, göğüs kafesimi acıttığında bunu önemseyememiştim bile.
Burnumu çektim, gözyaşlarım yanaklarıma ulaşamadı bile.
“Kimsin?” diye sorduktan sonra başımı sağa ve sola doğru çevirdim. Kapkaranlıktı. “Kimsiniz?” diyerek sorumu yinelediğim an etraftan ses gelmeyince birkaç saniye duraksadım. “Kimse yok mu?” diyerek sesimi yükselttiğimde bacaklarımı hareket ettiremediğim için kalbimdeki çarpıntı daha da büyüdü. Sesli bir şekilde, korku dolu hıçkırıklarla ağlamaya devam ettim.
Dişlerim birbirine değdiğinde çıkan ses yüzünden daha da gerildim ve umarsızca beklemeye devam ettim. Ayakkabımı zemine değdirip nerede olduğumu anlamaya çalıştım fakat görmeden imkânsız olduğunun da farkındaydım.
Sesimin yankısından ötürü kapalı bir alanda bulunduğumdan emindim; ayakkabım zemine sürtündüğünde kaygan bir zemin olmadığını, sanki eski bir arsadaymışım gibi ve asla yenilenmemiş, parkeler konmamış gibi kusurlu bir zemin olduğunu anlamıştım.
“Kimse yok mu?” diye bağırdığımda, sesim bu kez öfkeli çıkmıştı. “Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz benden ya?” Sesim daha da yankılanınca içinde bulunduğum kapalı alanın genişliğini hayal etmeye çalıştım.
Nedense oldukça büyük bir depodaymışım gibi gelmişti, öyle hayal etmiştim.
Üç ya da dört dakika sonra oldukça ilerimden bir ses işittim; bu ses, yedi adımdan ibaretti ve öyle de kalmıştı.
Ölecekmişim gibi hissediyordum.
HÂKİM BAKIŞ AÇISI – EMNİYET
On beş dakikadır endişeli simalarla emniyetin her köşesinde dolanan polis memurları ve Cumhuriyet Savcıları, bu kez çok yakından tanıyor oldukları bir kadın için uğraş veriyorlardı.
Mir Beyaz’ın elinde tuttuğu karton bardağın içerisindeki su, on beş dakikadır bekliyordu; bu bardağı ona kriminal ekibinden Umay getirmişti, sırf sakinleşebilmesi için.
Umay, az önce onu çağıran Cumhuriyet Savcısı Varan Alp Çakmak’a açıklama yapmak için sandalyeye otururken Erkin de meraklı bakışlarını Umay’ın üstünden pek esirgememişti.
“Şimdi savcım, siz bana Miray’ın tehlikede olduğunu söylediğinizde ben peşinden ilerleyip arka bahçeye yürüdüm ama bana kendisinin peşindeki kiralık katilin bundan vazgeçtiğini söyledi.” Umay, azar yemekten korktuğu için tane tane ve kibar bir dille anlatıyordu her şeyi.
Mir Beyaz, karton bardağı masaya bıraktı ve “Ne durumdaydı? Nasıldı?” diye sordu peş peşe. “Ayrıca ne zaman gelecek bu İBB kayıtları?” Her yeri dağıtıp, bağırıp çağırmak istese de odanın içinde devletin savcıları vardı, kendisini teskin ediyordu bir şekilde. “Yani ne zaman gelir savcım?” Titreyen ellerini yumruk hâline getirdi.
Erkin, göz ucuyla Varan Alp’in endişeli bedenini izlerken “Biz nereden bilelim komiser?” diye sorup Umay’a döndü. “Umay sen anlatır mısın? Miray ne durumdaydı ya da bir şey fark ettin mi? Emniyetten çıkarken peşine biri takıldı mı? Gördün mü?”
Umay biraz çekinerek “Ağlıyordu,” dedi sesini incelterek. “Katilin peşinde olduğunu unutmuş…” dedi ne diyeceğini bilemeyerek ve biraz daha düşündü. “Sanırım sevgilisiyle arasında bir problem vardı ama pek anlayamadım.” Umay, cümlesini bitirir bitirmez Erkin, dehşet bir ifadeyle Varan Alp’e döndü ama Varan Alp yalnızca gözlerini üstüne diken Mir Beyaz’a bakmakla meşgul olduğundan Erkin’i fark edemedi. “Yalnız olduğunu söyledi…” diye devam etti Umay.
Mir Beyaz ayağa kalktıktan sonra iki adım atarak Varan Alp’in karşısında durdu. “Sen ne yaptığını sanıyorsun ya?” diye hesap sormaya başlayınca Erkin, Mir Beyaz’ın kolunu kavradı ama Mir Beyaz hemen geri çekti. “Savcım bir dakika!” dedi Erkin’e sertçe. “Mesleğimizde yerimizi biliyoruz, saygımız sonsuz ama benim kardeşimin canını yakan kişiye hesap soruyorum şu an.” Varan Alp’e tekrardan döndü. “Ne yaptın ona da…” Biraz daha yaklaşıp tam karşısında durdu. “Tek başına döndü eve? Bir de peşinde kiralık katil olmasına rağmen yalnız bırakmışsın onu. Bu ne biçim bir iş ya? Senin vicdanın var mı gerçekten?”
“Komiser bir dur!” Erkin, Mir Beyaz’ın kolunu kavrayıp geriye doğru çekti. “Hesap sorma zamanı mı şu an? Sana ne ya onların ilişkisinden?” Biraz daha geriye ittirdi. “Çık, sen dâhil olmayacaksın aramaya. Çık!” Odanın kapısını işaret edip daha gür bir sesle bağırdı. “Ya çık diyorum! Duymuyor musun?”
Mir Beyaz’ın beyninde çakan şimşekler, gözlerini yumup sakinleşmesine epey engel olmuştu. “Benim kardeşim! Pardon ama sizin neyiniz oluyor?” diye bağırdı Mir Beyaz.
Erkin, meslek hayatında bu kadar bağırışa çağırışa ilk defa bu sene denk gelmişti. “Ulan çık!” diyerek kapıyı işaret etti. “Emir anlaşılmadı mı?” Bedenin kapıya doğru çevirdi.
“Bırak, kalsın,” dedi Varan Alp, sonra da masadaki sandalyelerden birine geçti.
Erkin, sorusunu yineledi: “Emir anlaşılmadı mı, komiser?”
Mir Beyaz, çaresiz kaldığından dolayı “Anlaşıldı,” diyerek istemeyerek de olsa odadan çıktı. Fakat bu, kardeşini aramayacağı anlamına gelmiyordu.
Umay, oluşan tatsızlıktan dolayı ayağa kalkıp “Savcım benimle işiniz bittiyse çıkayım mı ben de?” diye sorunca Erkin, öfkeli bedenini Umay’a doğru çevirdi. Umay’ın, Erkin’in attığı bakıştan sonra ödü kopmuştu.
“Otur,” dedi Erkin, sandalyeyi işaret ederek. “Ne dedi Miray başka? Anlat.”
Erkin, Varan Alp’e döndüğünde eliyle yüzünü kapayıp yalnızca masaya baktığını fark etti.
Umay anında cevap verdi: “Savcım başka bir şey söylemedi. Ona eve gidince mesaj göndermesini istedim ama sanırım unuttu,” dedi çaresizce. “Ama yemin ederim ki başka bir şey söylemedi. Sadece ağlıyordu ve yalnız kaldığını söyleyip duruyordu. O kadar.”
Varan Alp, alnına dayadığı parmaklarıyla sol şakağını ovup masaya bakmaya devam ederken “Nereden alıp götürmüşler onu?” diye sordu. Aslında Teoman söylemişti ama sanki aklından uçup gitmişti bu bilgi. Kafasını toparlayamıyordu.
Erkin, Umay’a çıkmasını işaret ettikten sonra Umay anında ayağa kalkıp odayı terk etti. Daha sonra sandalyeye yerleşen Erkin, Varan Alp’in omuzuna elini yerleştirdi.
“Sakın kendini suçlama.”
Varan Alp, omuzunu geri çekerek “Nereden alıp götürmüşler?” diye sorusunu yineledi. “Benimle iş dışında muhatap olma.”
Erkin, duyduğu son cümleden sonra kalbinde bir acı hissetti ve bozularak başını öne doğru çevirdi. Birkaç saniye sonra “Babasının lokantası mı ne varmış… Biliyorsundur sen. Oradan,” dedi sessizce.
“Saat kaçmış?” Varan Alp, kimin kaçırdığını çözmek istiyordu, hem de hemen.
Erkin bozuk bir sesle “On ikiye geliyormuş herhalde,” dedikten sonra boynunu sıkan kravatını biraz gevşetti. “Gece yarısıymış.”
“Gece yarısı dükkânın önünde ne işi vardı ya bu kızın?” diyen Varan Alp’in aklına kamera kayıtları geldi. “Kamera kaydı yok muymuş?”
Erkin kafasını olumsuz anlamda salladı. “Dükkânın içinde varmış ama dışarıda yokmuş.”
Bu tedbirsizlik için öfkelenen Varan Alp, sinirle ayağa kalktı. “Söyledin mi, baktılar mı mobese kayıtlarına?” diye sordu sertçe.
Erkin, başını kaldırarak “Söyledik herhalde…” dedi neredeyse fısıldayarak. “Ne diye kızıyorsan… Sanki ben kaçırdım.”
Varan Alp, Erkin’e cevap verme gereği duymadan abisinin odasından çıkıp büronun ortasına kadar yürüdü. Mobese odasına göz ucuyla baktıktan sonra bir polis memuruna doğru eğilip “Baksana,” dedi.
“Buyurun savcım.”
Varan Alp, masanın üstünde duran tükenmez kalemi alıp not kâğıtlarından birine dükkânın adresini yazdı. “Bu adrese git, olay yeri incelemeden de bir kişi gelsin seninle.” Polis memuru şaşkındı çünkü ilk defa böyle bir görev gelmişti. Hevesle kâğıdı eline aldı. “Ama acele et. Dükkânın içindeki görüntüleri istiyorum, dışarıda kamera yokmuş ama o alanı da kriminalden gelen arkadaş incelesin. Tamam mı?”
“Emir anlaşıldı Sayın Savcım.”
Polis memuru koşa koşa bürodan ayrıldı.
Mobese odasının önündeki hareketlenmeyi fark eden Varan Alp, başını tamamen o yöne çevirdi. Abisi Teoman, ona gelmesini işaret etmişti.
Mobese odasında hem Teoman hem de Mir Beyaz vardı, görüntüler de apaçık ortadaydı; Miray’ı bindirdikleri araba, Erkin’in ablası Feyza Gümüşpala’nın öldürüldüğü gün hastaneden ayrılan arabayla aynıydı.
Yani Miray’ı Boratlar değil, 17 Eylüllülerin seri katili kaçırmıştı.
Bir anda mobese odasına giren Korhan Amir, “Ne oluyor?” diye sordu endişeyle. “Duyduklarım doğru mu?” Arkasından da Sarp geldi. “Miray’ı kim kaçırmış?”
Mir Beyaz dişlerinin arasından “Melek’in katili,” dedikten sonra büyük adımlarla mobese odasını terk etti.
“Hayda…” dedi Teoman, elini ensesinin arkasına değdirerek. “Bak bu da Miray gibi fevri, ortalığı karıştıracak diye korkuyorum.” Mir Beyaz’dan bahsediyordu.
Korhan Amir, “Peki nasıl anladınız? O araba mı var yine?” diye sorup görüntüleri oynatması için polis memuruna televizyonu işaret etti. Görüntüler oynayınca “Ohoo…” dedi elini sallayarak. “Ne kadar rahat bir şekilde girip çıkmış mahalleye.”
“Bu kaçırılma olayı planlı mı sizce?” diye sordu Sarp, televizyona odaklanarak. “Çünkü arabanın, tam Miray dışarı çıktığında dükkânın önüne doğru gitmesi bana planlı olduğunu düşündürttü.”
“Ya da zaten Gebze’deydi araba…” dedi Varan Alp sessizce. “Abi birine bakmanı istiyorum, Miray’ın karşı apartmanında oturan bir doktor vardı… Unuttum adını…”
“Eee?” dedi Teoman, kaşlarını çatarak. “O ne alaka Varan Alp? Yani savcım…” diyerek Korhan Amir’e döndü. Amirinden çekinmişti.
Varan Alp, “Dediğimi yapar mısınız komiser? Araştırın onu,” dedi abisine.
Teoman “Tabii savcım…” diyerek mobese odasından çıktı.
Sarp, Varan Alp’in endişeli bedenini incelerken onunla göz göze geldi ve hemen gözlerini kaçırdı. Korhan Amir o sırada hâlâ görüntüleri inceliyordu ve kısık gözleriyle içinden küfürler edip duruyordu.
“Amirim araç ne yazık ki ara sokaklardan ilerleyerek izini kaybettiriyor. Belli ki gittiği yer Kocaeli içerisinde bir bölge,” diye açıklayan polis memuru da söylediğinden pek emin değil. “Sayın Savcım ben belirli saatlere göz attıktan sonra size haber edeceğim ama aracı değiştirmiş olması kuvvetle muhtemel.”
Korhan Amir, Varan Alp’e dönerek “Savcım, Miray babasının lokantasının önünden mi alınmıştı? Eğer öyleyse…” diye sordu merakla. “Bence de planlı.” Gözleri Sarp’a doğru döndü. “Ama o saatte dükkânın önüne gideceğini kim, nereden bilebilir ki?”
“Az önce söyledim ya,” dedi Varan Alp, bıkkınlıkla. Eğer biraz daha bu şekilde eli kolu bağlı dursaydı delirecekti. “Karşı komşusu var, doktor. O olabilir.”
Sarp’ın kaşları iyice çatıldı. “Yani ne kiralık katil ne de 17 Eylül katili.” Aklına yatmamıştı. “Allah Allah ya…”
“Nereden biliyorsun? Belki de katil odur,” diyen Varan Alp, herkesten her şeyi beklerdi.
Fakat Sarp, HTS kaydını kontrol ettiği Doktor Cevat’ın şüpheli olmadığını biliyordu. “Ama Ceyda Savcım bana Doktor Cevat’ın HTS kaydına baktırmamı istedi, ben de baktırdım.” Varan Alp, beklemediği bu cümle sonrası Sarp’ın söylediklerini kaşlarını çatarak dinledi.
“Nasıl yani? Ne zaman?”
Sarp “Dün,” dedi kısaca. “Sizin haberiniz yok muydu?”
Varan Alp bıkkın bir nefes verip “Peki doktorun HTS’sine baktırmasını kim istemiş? Hayırdır?” deyince Sarp omuz silkti.
“Hiçbir fikrim yok.” Teoman’ın aracının içini ve dışını fotoğrafladığını Ceyda Savcı kimseye söylememesi konusunda tembihlediği için sustu. “Adliyeye uğradığımda HTS emri verdi, ben de baktırdım; Doktor Cevat’ın telefon sinyali bütün gün Kocaeli içinde gözüküyor.”
Varan Alp birkaç saniye bekledikten sonra ceketinin iç cebinden telefonunu çıkararak Ceyda’nın numarasını tuşladı.
“Alo,” dedi, Ceyda iki saniye içerisinde telefonunu açınca. “Ceyda neredesin sen?”
Ceyda büyük bir hevesle “Adliyedeyim. Başka nerede olacağım?” dedi gülerek. “Niye sordun?”
“Emniyete gelmen lazım.”
Ceyda, Varan Alp’in kısa cümlelerinden sonra merakla sormaya başladı: “Kesin kötü bir şey oldu, değil mi? Ne oldu ki? Yoksa bir 17 Eylüllü daha mı cinayete kurban gitti?” Alt dudağını ısırdı.
Varan Alp, büroda gördüğü ilk boş masaya oturduktan sonra “Yok. Cinayete kurban gitmedi,” dedi kısaca. “Ama kaçırıldı.” İçi sıkılmıştı ve canı yanıyordu. “Miray yok. Katil… Kaçırmış. Araçlar uyuştuğu için 17 Eylül davasına giriyor yani senin gelmen lazım.”
Ceyda hayatının şokunu yaşamıştı. “Miray mı? Daha dün adliyedeydi…” Hemen eşyalarını toparlamaya başladı. “Tamam. Geliyorum hemen. Sen gereken emirleri verirsin ben gelene kadar.”
Varan Alp, telefonu kulağından çekip masanın üstüne bıraktı.
O sırada Sarp, elini havaya kaldırarak “Savcım bakar mısınız?” dedi az ileriden. Büronun diğer ucundaydı ve herkes o masanın başına toplanmıştı. “İBB, görüntüleri elimize ulaştırdı. Bakıyoruz.”
Varan Alp büyük adımlarla Erkin’in, Sarp’ın ve Mir Beyaz’ın toplandığı masaya doğru ilerledi. Sarp, görüntüleri geriye sararken Varan Alp, bilgisayarın yanına ulaşmıştı. Herkes ekrana kilitlenmişti ve İBB’den gelen kamera görüntülerini izliyorlardı.
İlk görüntü, M7 Mahmutbey-Mecidiyeköy metro hattında, Çağlayan Metro İstasyonu’na aitti. Miray ağır adımlarla turnikeye ilerledikten sonra akbilini basıp geçmişti. Arkasından gelen hiç kimse de şüpheli de görünmüyordu, herkes gayet normal bir şekilde yürüyordu.
“Ne yapalım?” diye sordu Sarp, savcılara doğru dönüp. “Miray’ın arkasından, turnikeden geçenlerin en son nerede kart bastığını sorgulatayım mı savcım?”
Erkin, “Dur, daha sonra nereye biniyor?” diyerek ileriye sarmasını işaret etti.
“Sonra M2 Yenikapı-Hacıosman hattına geçiyor, Mecidiyeköy durağından,” dedi polis memuru, ileriye sararak. “O da burada, izleyebilirsiniz.”
Polis memuru ekrana tekrar tıklayınca herkes masaya daha da eğilip Miray’ın turnikeden geçişini izledi.
Mir Beyaz oflayarak “Delireceğim ya…” dedi bıkkınlıkla.
Erkin, başını Mir Beyaz’a doğru çevirerek “Komiser sessiz ol. Yoksa yine kovarım seni,” dedi tehditkâr bir sesle.
“Savcım gördüğünüz gibi M2 hattına geçtiğinde Çağlayan’dan geçerken arkasından turnikeye kart basan kimse, M2 metrosunda basmamış. Bu yüzden metrodan itibaren takip edilmediğini düşünüyorum. Ama yine de size Marmaray görüntülerini de izlettireyim.”
Diğer kaydı açtığında Miray’ın Marmaray istasyonunda kart bastığı ana baktı herkes. Turnikeden geçtikten sonra ne M2 hattında arkasından gelen biri ne de M7 hattında gelen biri yok gibi gözüküyordu. Yani istasyonlarda takip edilmemişti.
Mir Beyaz başını kaldırarak “Eee?” diye sorduğunda herkes eğildiği yerden geri çekildi.
Sarp, Varan Alp’i işaret etti. “Savcım bence sizin de dediğiniz gibi, Kocaeli’de bulunan biri tarafından takip ettirildi.”
Erkin, Varan Alp’e dönüp “Eee? Kimden şüpheleniyorsun sen?” diye sorunca Varan Alp’in aklına tek bir isim geliyordu.
“Tabii ki doktordan. Şu cerrah mıdır nedir?”
Erkin kaskatı kesildi. “Cerrah mı?” Sertçe yutkundu. “Ne alaka ya?” Miray’la sakladığı bir sır daha ortaya çıksaydı Varan Alp onu evrenden silerdi herhalde… Korkmuştu. Ama bu sır sayılmazdı ki…
Sarp araya girdi: “Ceyda Savcım dün, Fırat’ın ifadesini alırken benden Doktor Cevat Aslan’ın HTS kaydına baktırmamı istedi. Baktırdım ama 16 Eylül’de ve 17 Eylül gece yarısında bütün gün ev içerisinde çıktı kaydı. Yani Kocaeli’de. O yüzden şüpheli olarak ifadesini almadı Ceyda Savcım.”
Erkin bu kez duruşunu dikleştirip “Tüm gün mü?” diye sorup başını kaşıdı. “Allah Allah…”
Miray’ın söylediğine göre bu Cevat denilen herif, Kaleli Hastanesi’ne gitmemiş miydi?
“Emin misin komiser?” diye sordu Erkin, Sarp’a dönerek. “Tüm gün evde miymiş?”
Mir Beyaz tam neden bu kadar sorguladığını Erkin’e soracaktı ki Varan Alp lafı ağzından aldı: “Sen bir şey mi biliyorsun Erkin?”
Erkin bu kez içinde tutamadı: “Ben o adamı 16 Eylül’de hastanede görmüştüm,” diyerek kısmen yalan söyledi. Görmemişti ama zaten kayıtlarda da vardı. “İsterseniz Kaleli Hastanesi’nden kayıtları isteyelim ki zaten ablam için aldığımız eski kayıtlarda vardır.”
“Hemen bakayım mı savcım?” diyerek ayağa kalkan polis memuruna Erkin ve Varan Alp aynı anda emir verdi:
“Çabuk,” dedi ikisi de aynı anda.
Sarp şaşkınlıkla “Telefonunu evde bırakmış o zaman…” dedi şüpheli bir sesle. “Sizce katil, doktor olabilir mi?”
“Hani katil kısa saçlıydı?” diye sordu Mir Beyaz, beyni yanında. “Hani sesi inceydi? Ya ne oluyor? İyice karıştı mesele…” Kafayı yemek üzereydi. “Savcım siz Adem babamın dükkânının önüne memur gönderdiniz mi? İnceleselerdi…”
Varan Alp, “Ben gönderdim iki kişi,” diyerek masanın önünde boş kalan sandalyeye oturdu. Ayakta duracak mecali kalmamıştı.
Teoman, elinde laptopla büroya girdikten sonra “Varan Alp… Savcım,” diyerek dosyaları havaya kaldırdı. “Doktor Cevat’ın GBT’si pek temiz çıkmadı.”
Laptopu masanın üstüne attığında Sarp, Mir Beyaz ve Varan Alp anında laptopa doğru eğilirken Erkin, beyninden vurulmuş gibiydi.
Leman Hanım da işin içindeydi… Üstelik Behzat Bey, Leman Hanım’ın onu aldattığını düşünüyordu.
“Allah kahretsin…” dedi sessiz bir şekilde.
Leman Hanım ve Doktor Cevat, bunun için mi tartışmıştı gerçekten?
“Adam yaralama…” dedi Mir Beyaz yüksek bir sesle. “Adamı yaralayıp bir de üstüne kendisi ameliyat mı etmiş? Sonra adam bundan şikâyetini geri çekmiş. Bu ne ya?”
Erkin’in suratı kireç gibiydi. “Hemen Cevat Aslan’ı emniyete alalım. Ekipler, çalışmış olduğu hastaneye gidip getirsinler,” diyerek Teoman’a emir verdi.
Teoman, “Emir anlaşıldı,” diyerek derhâl bir ekip görevlendirmek için arkasını dönüp yürüdü.
Varan Alp, laptoptan kafasını kaldırıp Erkin’e döndükten sonra “Bizden altı yaş büyük,” diyerek Erkin’e doğru iki adım attı. “Tamam da yangınla ne bağlantısı var ki?”
Erkin kafasını olumsuz anlamda salladı. “Bağlantısı falan olamaz. Ölen tek bir kişi var, o da küçük bebek… Semiha Ertürk’ün bebeği. Zaten kadın kafayı sıyırmış ve başka bir akrabası yok.”
Mir Beyaz yanaklarını şişirip nefesini verdikten sonra “Acaba biz doğum yapan anneleri buraya mı toplasak? Yani kurumdaki hamile kadınları…” diyerek kollarını göğsünde bağladı. “Yoksa imkânsız bu olayı çözmek.”
“Kurum içerisinde bir temizlik görevlisi varmış zamanında ama o da istifa etmiş. Seneler sonra kanserden ölmüş, şüpheli bir ölümü de yok. 2008’de. Bu yüzden sorgulamadım,” diyen Erkin derin bir düşünceye daldı. “Bununla alakalı değildir herhalde.”
Mir Beyaz, “Onu da katil öldürmüş olmasın?” diye sorup iç çekti. “Ulan bu ne biçim bir bulmaca ya? Labirent gibi…”
“Dedim ya komiser, kanserden ölmüş diye…” diye tekrarladı Erkin.
Varan Alp tekrardan dayanamayıp sandalyelerden birine oturdu ve öylece zemine baktı.
Aradan dakikalar geçti, araştırmalar devam etti.
Aradan bir saat geçti, araştırmalar devam etti.
İki saat geçti, mola verdiler, hiçbir şey bulamadılar.
Üçüncü saatte Ceyda Savcı, emniyete zar zor gelmişti çünkü adliyede son anda işleri çıkmıştı.
Ceyda’ya tüm bilgiler verildiğinde, neredeyse akşam olmak üzereydi.
Teoman, telefonunu kapattıktan sonra odanın içinde sadece kardeşi olduğu için “Varan Alp,” dedi kardeşine, adıyla hitap ederek. “Çay iç bari, için ısınsın. Bir şey yemezsen beynin çalışmaz.” Varan Alp sadece duruyordu, oturuyordu ve düşünüyordu. Hiçbir şey yapmak istemiyordu. “Duyuyor musun beni?”
Abisine başını hafifçe çevirdi. “Cevat mı sence?” diye sordu.
Teoman, telefonunu havaya kaldırıp “Sen de böyle yapma Varanım…” deyip ayağa kalktı. “Seray sabahtan beri sadece ağlıyor, Bengü anne desen hastanede, sakinleştirici vermişler…” İkisi de oflamaya başladı ve bir süre sessiz kalmışlar. “Kimse ayakta duramıyor, sen yapma bari.”
“Adem amca ve Koray neredeymiş?” diye sordu Varan Alp, ayağa kalkıp. “Biliyor musun?”
Teoman alt dudağını ısırdı. “Onlar daha yeni öğrendiler meseleyi.” Elini havada salladı. “Koray evde galiba Miray’ın telefonu şarjdaymış, emniyete getirecek ama Adem amca nerede, bilmiyorum. Muhtemelen Bengü annemin yanına gitmiştir, hastaneye. Seray evden çıkamıyor ya… Bengü annemin yanında Mir Beyaz’ın annesi var, Biran teyze. Ama babam nerede, bilmiyorum.”
“Ben şunu anlamıyorum.” Varan Alp, işaret parmağını iki kez şakağına bastırdı. “Miray niye gecenin bir vakti dükkâna gidiyor? Hayır, gitti diyelim. Ortalıkta nasıl kimse olmaz? Nasıl bu kadar kolay bir şekilde alıp kaçırırlar kızı?”
“Neden dışarı çıktığını ben de anlamadım…” diyen Teoman, kendince teori üretmeye çalışsa da aklına hiçbir şey gelmemişti. En son “Belki canı sıkılmıştır, lokantaya gitmek istemiştir,” dedi ve dudaklarını büzdü. “Olamaz mı?”
Varan Alp pek derin olmayan bir nefes aldıktan sonra “Telefonunu da evde bırakmış,” dedi sessizce.
“Bekle. Görgü tanığı, Cevat, polis memurları… Hepsi tek tek emniyete geliyor. Burada olurlar birazdan, ne olup bittiğini anlarız,” dedi abisi de. Yan yana durdular. Teoman, kardeşinin hâlini iyi göremeyince “Bak Varanım, biz sakin olmak zorundayız,” dedi sertçe. “Biz bulamazsak kimse bulamaz Miray’ı. Tamam mı?”
Bedeni sağlam dursa içi titriyordu Varan Alp’in. “Böyle bir durumda nasıl sakin olunabilir ki abi? Psikopatın teki dadanmış, sevdiğim herkesi teker teker elimden alıyor. Böyle iş mi olur? Dalga mı geçiyor bizimle?” Sağ eli istemsizce havaya kalktı.
Varan Alp, son cümlesini bitirmeden odanın kapısı aniden açıldı. Sarp, “Savcım, Cevat getirildi ve dükkâna gönderdiğimiz polis memurlarının elinde bilgiler var. Görgü tanığının ifadesini de şimdi alacağım. Geliyor musunuz?” diye sordu.
Teoman da Varan Alp de hiçbir şey söylemeden Sarp’ın peşine takıldılar.
“Cevat’ın ifadesini Ceyda Savcım alacak, ifade odasındalar şu an. Beş dakikaya geçer savcım. Biz de izleme odasına geçeriz. Korhan Amirim, Ceyda Savcı ile ifade alacağını söyledi,” diye açıkladı Sarp. “Görgü tanığı benim odamda.”
Varan Alp’in görevlendirdiği polis memuru bir anda önlerinde belirince Varan Alp, karşısında durdu ve konuşmasını bekledi. Polis memurunun ilk saha görevi olduğu için çok heyecanlanmıştı.
“Sayın Savcım,” dedi genç adam, olay yeri incelemeden gelen ekip arkadaşını işaret ederek. “Biz bir şeyler bulduk. Nasıl kaçırıldığı hakkında bilgi var elimizde.”
Sarp, Teoman ve Varan Alp can kulağıyla dinlerken Ceyda da yanlarına geldi. Polis memuru heyecanla anlatmaya başladı: “Sayın Savcım kamera görüntülerinde kaçırılan şahıs Miray Lalezar’dan önce dükkâna giren ve hararetli bir şekilde soru soran bir çocuk var.” Elindeki tableti ortaya doğru uzattı, Varan Alp de bu kişinin Koray olduğunu fark etti. “Savcım bu şahıs çıktıktan on iki dakika sonra Miray Lalezar içeriye yavaş yavaş giriyor ve mutfağın önünde duruyor, sanırım içeriyi dinliyor. Ruh hali başta olağan gözükürken duyduklarının şokuyla sendeleye sendeleye kendisini dışarı atıyor. İçerinin görüntüleri bu kadar savcım.”
“Dışarıda neler yaşanmış?” diye sordu Teoman hemen.
Ceyda, tableti eline alıp görüntüleri dikkatle izlerken olay yeri inceleme ekibinden bir polis memuru, “Masa…” dedi sessizce. “Masanın üstünde tırnak izleri tespit ettim, o masanın hemen altında da anahtar.” Delil poşetini kaldırıp anahtarlığı gösterdi. “Kuvvetle muhtemel kayıp şahsa ait. Fakat asıl sıkıntı, masanın üstündeki belirsiz sıvıydı, bu da eter oluyor. Şahıs, eterle bayıltılmış ve alıkonulmuş. Eterden önce de boğuşmuş gibi görünüyor. Bıraktığı izlerin yönü, dükkâna doğru; muhtemelen kim olduğunu görmedi. Alıkoyan kişi, şahsı arkasından yakalayıp bayıltmış.”
Ceyda, tableti polis memuruna uzattıktan sonra “Tamamdır, siz gidin,” dedi. “Varan Alp, önce görgü tanığının yüz yüze ifadesini dinleyip sonra Cevat Aslan’ın ifadesini alalım, diyorum. Barodan bir avukat çağırdık, o gelene kadar oyalanırız.”
“Tamam,” dedi Varan Alp, sonra da hep beraber Sarp’ın odasına girdiler.
İfade alacak polis memuru, bilgisayarın başında bekliyordu; görgü tanığı da orta yaşlı bir kadındı.
“Merhaba, Binnaz Hanım.” Ceyda, Sarp’ın masasının arkasındaki sandalyeye yürüdü. “Sözlü ifadenizi alacağız, yine de avukat isterseniz talep etme hakkınız var. Bunu belirterek başlayalım. Ama kısa sürecek.”
Binnaz Hanım, “Yok…” dedi çekingen bir sesle. “Zaten ben çok az şey gördüm.”
“Tamamdır.” Ceyda, polis memurunu kontrol ettikten sonra odadaki herkese tek tek baktı. Çok kalabalık bir ortamdı. “Binnaz Hanım, Miray Hilde Lalezar’ın alıkonulduğunu görmüşsünüz, doğru mudur?”
“Doğru.”
“Peki alıkoyan kişiyi tarif edebilir misiniz? Bir kadın ya da erkek, kilolu ya da zayıf… Bu şekilde.”
Binnaz, Ceyda Savcı cümlesini bitirir bitirmez “Erkekti, erkek,” dedi tok bir sesle. “Ne zayıf ne şişman ama boyu Miray’ınkinden uzundu. Hemen kucağına aldığını gördüm, sonra da arabasına taşıdı. Kafasında siyah bir şapka vardı, simsiyah giyinmişti. Koşa koşa arabasına ilerledi, sonra Miray’ı arka kapıdan içeriye soktu. Ben uykuluydum biraz, dalgınım diye dikkat edemedim, sanki film izliyordum. Vallahi kaçırıldığını bilseydim kafasında tencere patlatırdım onun,” dedi büyük bir nefretle.
Ceyda sesli bir nefes verdikten sonra “Saat kaç civarıydı?” diye sordu.
“On iki ya da on iki çeyrek…” dedi Binnaz, tam emin olamayarak. “Dükkânın ışığı açıktı ama... Normalde Adem on bir gibi kapatır. Tam anlamadım neden on ikiye kadar açık olduğunu.”
Ceyda, sol kaşını havaya kaldırdı. “Adem dediğiniz, Miray Hanım’ın babası mı?”
“Evet,” dedi kadın.
“Peki Miray’ı, kaçıran kişinin kucağında görmeden önce dışarıdan dikkat çekici sesler duydunuz mu? Kavga gürültü sesleri ya da araba sesi? O araç bütün gün orada mıydı sizce?” Ceyda bir yandan aracın görüntüsünü telefonundan açarken diğer yandan da kadını dinlemeye başladı:
“Ya işte ben uyuyordum, uyumasam zaten hep salonumdayım, illa duyarım,” diyen kadın, Ceyda’nın uzattığı telefona doğru baktı. “Bu araba mıydı, emin değilim.” Biraz daha düşündü. “Vallahi ben sadece üstten gördüm, ondan herhalde pek tanıyamıyorum.”
Ceyda kafasını salladı. “Peki Binnaz Hanım, sağ olun. Tekrardan çağırabiliriz ama şimdi çıkabilirsiniz.”
“Tamam,” diyen kadın, ifade odasından çıktıktan sonra onu bekleyen oğlunun yanına vardı. Sonra da emniyetten çıktı.
On beş dakika içerisinde de Erkin, Varan Alp, Mir Beyaz, Sarp ve Teoman, izleme odasına geçtiler. Cevat, sorgu odasındaydı ve cam aynanın hemen arkasında onu izleyen savcıların ve polis memurlarının farkında değildi. Sadece duruyordu ve masanın üstüne bakıyordu.
Bir dakika sonra da Cevat’ın baroca atanan avukatı geldi, yanına oturup ona kısaca bilgiler verdi. Bir iki dakika önce zaten yine konuşmuşlardı.
Ceyda Savcı ve Korhan Amir, ifade odasına girdiklerinde Cevat, kaşlarını kaldırarak içeri girenleri inceledi. Daha sonra Korhan Amir ayakta kalıp kollarını göğsünde bağlarken Ceyda Savcı, Cevat’ın tam karşısına oturdu.
Beş dakika sonra “Cevat Aslan…” dedi Ceyda, önündeki dosyayı incelerken. “Buraya neden getirildiğini biliyor musun?”
Cevat dudaklarını büzdü. “Vallahi hiçbir fikrim yok.”
Ceyda, karşısındaki adamın ruh hâlini anlamaya çalışırken “Miray Hilde Lalezar’ı nereden tanıyorsun?” diye sormaya başladı.
Cevat’ın kaşları çatıldı. “Ölmedi, değil mi?”
“Soruma cevap verin,” dedi Ceyda, sertçe. “Miray Hanım’ı nereden tanıyorsunuz?”
Sarp, Cevat’ın yüz ifadesinden bir şeyler saklayıp saklamadığını anlamaya çalışırken Teoman, Cevat’tan pek bir şey çıkmayacağını düşündüğü için öylece dinliyordu; Mir Beyaz her an aynayı kırıp içeriye geçekmiş gibi bakarken Erkin ve Varan Alp, bu adamdan büyük bir şüphe duyduğundan dikkatlice ve dehşet bakışlarla içeriyi izliyorlardı.
Cevat Aslan, “Miray Hanım, bizim karşı komşumuz. Bengü ablamın kızı. Bengü abla ve annem, bizi bir ara pek yakıştırdılar ve ben de Miray Hanım’ı beğendim. Annem sürekli evlen, evlen diye darladığı için istemsizce Miray Hanım’dan hoşlanmaya başladım. Sonra da bir iki kez yüz yüze konuştuk ama kendisi pek istekli değildi. Bir kez annelerimizin zoruyla randevuya çıktık, orada da alenen beni reddetti. Ben de o konuşmadan sonra kendisiyle sadece karşılaştığımızda muhatap oldum. Ama bana bilgi vermeniz lazım. Merak ettim. Umarım kendisine bir zarar gelmemiştir,” deyip merakla karşısında oturan savcıya baktı.
Ceyda, Cevat’ın söylediklerinden sonra “Peki, 16 Eylül 2027’de bütün gün evde miydiniz?” diyerek HTS dökümünü, masanın üstüne sertçe fırlattı. “Yoksa Kaleli Hastanesi’nde miydiniz?”
“16 Eylül…” dedi Cevat, dudaklarını büzerek. “Kaleli Hastanesi’ne sadece bir kez gittim. Tarihi hatırlamıyorum.”
Ceyda, Cevat’ın yalan söylediğinden adı gibi emindi. “Hoşlandığınız kadın televizyonlarda, haberlerde çıkıyor…” dedi sertçe. “Arkadaşı doğum gününde ölmüş, bütün ülke 17 Eylül diye ayaklanmış ama sizin haberiniz mi yok beyefendi?” Ses tonu yükselmişti. “Yalan söylemeyi bırakın ve neden telefonunuzu evde bırakıp Kaleli Hastanesi’ne gittiniz, onu söyleyin. 17 Eylül cinayetlerini siz mi işliyorsunuz? Ha?”
“Hayır elbette.” Cevat Aslan gerilerek yutkundu. “Bu çok asılsız bir suçlama.”
Ceyda hayretle “Asılsız bir suçlama mı?” diye sordu. “Görüntüleriniz var hastanede ama HTS kaydınız evden çıkıyor. Önceden adam yaraladığınızı düşünürsek bu suçları işlemeniz olağan. Öyle değil mi? O hâlde kendinizi aklayın.”
“Bakın, savcım,” dedi Cevat, titrek bir nefes verdikten sonra. “O adam yaralama mevzusu yanlışlıkla oldu. Zaten yaralanan kişiyle ben onu ameliyat edince sarılıp barıştık. Ben aklandım ve ceza yemedim. Bununla ne alakası var? Kaleli Hastanesi mevzusuna gelince de orada bir kadınla tartıştım…”
Erkin, bu kişinin Leman olduğunu biliyordu; geri kalan herkes bu olaydan bihaberdi.
“Ama o kadınla tartışmamın sebebi geçmişe dayanan bir mevzu. Bu konunun 17 Eylül’le alakası yok. Ha ben size o gece nerede olduğumu ispatlarım, o ayrı bir mesele ama darıldım.”
Ceyda kaşlarını çattı. “Laubaliliği kesin. Neredeydiniz?”
“İstanbul’a gelmişken Kız Kulesi’ni ziyaret ettim. Yani saat on iki gibi oradaydım. Cinayet saatini de 00.00-00.30 arası diye duymuştum. Hani haberlerde çok lafı geçiyor ya…”
“Telefonunuz niçin evdeydi o hâlde?” diye sordu Ceyda. “Gizlemeniz gereken bir olay mı bu? Açıklayın.”
“Telefonum sürekli kapanıp duruyordu, bozuktu o ara. Ben de evde bıraktım.”
Ceyda’nın kaşları çatıldı. “Sene olmuş 2027, telefonunuzu niçin evde bırakır ki bir insan?”
“Dedim ya, bozuktu.”
“Bir tamir ettirseydiniz keşke…”
Cevat bıkkın bir nefes verdi. “Hemen hastaneye geçmem gerekiyordu, ayrıca isterseniz cinayet saatinde nerede olduğuma bakarsınız. Onun dışında açıklama yapmayacağım çünkü özelime girer.”
İzleme odasındaki hareketlenme, Mir Beyaz’dandı. “Bu adam yapmamış.”
“Evet,” diye katıldı Sarp. “Bakalım yine de kayıtlara.”
Erkin’in kaşları çatıktı. “Zaten gay gibi gözükmüyor.” Herkes gözlerini kısarak Erkin’e garip bir bakış attı. Erkin, üstüne değen bakışları fark edince “Ya hani katil gay gibiydi ya ondan dedim…” diye açıklamaya çalıştı. “Ses tonu falan da inceydi, ondan bahsediyorum.”
Varan Alp ilk defa konuştu: “Bu adamın sakladığı bir şeyler var…” Kafasını olumsuz anlamda salladı. “Hastaneye neden gittiğini saklıyor. Belli ki bir halt yemiş.”
“Savcım bence bu adam cinayet işleyecek biri değil ama çok salak, saf birine benziyor,” diye ekledi Sarp. “Saf demeyeyim de… Ailesiyle yangındakilerin bağlantısı da yok, insan sorguluyor alakasını. Tetikçilik yaptı, desek… Neden yapsın ki? Doktor sonuçta.”
Erkin’in aklına sadece Leman Hanım geliyordu bu yüzden delirmek üzereydi. Bir aldatma meselesi başına neler getirecekti, kim bilir. Ya da Leman Hanım gerçekten bir şeyler karıştırıyordu… Akşamları dışarı çıkması, arkadaşlarıyla resim çizmesi… Bunlar pek şüpheli aktivitelerdi.
İfade odasındaki avukat, “Bu kadar mı savcım?” dedi, Ceyda ayaklandığında.
“Evet,” dedi Ceyda da. “Beyefendi nerede olduğunu ispatlarsa çıkabilirsiniz. Var mıdır bir tanığınız? Çok emin konuştunuz.”
Cevat ayaklandı. “Tanığım yok ama toplu taşıma kullanmıştım. İspat sayılır herhalde…”
Ceyda gözlerini devirerek “Tamam…” dedi bıkkın bir sesle. “Korhan Amir, sen baktırırsın arkadaşlara. Sonra bana bilgi geçersiniz.”
“Emir anlaşıldı Sayın Savcım,” diye cevapladı Korhan Amir.
MİRAY HİLDE LALEZAR
Dudağıma değen bardaktaki suyu içmemek için zor direnmiştim çünkü kimin içirdiğini bilmiyordum. Ona dokunamıyordum, kokusunu alamıyordum, sesini duyamıyordum… Kimdi bu lanet kişi?
Korkum azalmıştı çünkü burada dura dura sıkılmaya başlamıştım.
Artık buradan gitmek istiyordum.
İçtiğim sudan sonra azıcık da olsa kendime gelip sesli bir nefes aldım. “Bak,” dedim beni duyduğunu bilmenin sevinciyle. “Lütfen bana neden burada olduğumu söyle.” Dayanamıyordum. “Kaç saattir buradayım? Delireceğim ya!”
Sesi soluğu çıkmadı ama adım sesi gelmediğinden hâlâ burada olduğunu anlayabiliyordum.
“Sen Boratlardan mısın? Eğer öyleyse beni duruşma gününe kadar burada tutacağını söyle. Neden sesin çıkmıyor?”
Konuşmadı.
Korkuyordum.
Beni öldürmekten vazgeçmemişler miydi bunlar?
“Bak, eğer beni öldürmeyeceksen bunu bileyim! Son dakikalarımı geçiriyormuş gibi hissediyorum!” Daha da öfkelendim. “Yeter artık!”
Bir anda bel kısmımda parmağını gezdirmeye başladı ve ürküp kendimi ondan geri çekmeye çalıştım. Neredeyse sandalyem devrilecekti.
“Sapık mısın be sen?” diye sordum dehşetle. “Bırak beni! Psikopat!”
Dünden beri onun dokunduğu yere sancı girip duruyordu. O dokunacağı için miydi yani?
Bir anda kulaklarıma dijital bir ses gelmeye başladı. Televizyondan ya da hoparlörden geldiğini düşünüyordum.
“Miray.” Ağzımın beş karış açık kalmasının sebebi, bu sesi tanıyor olmamdı. Bu ses, katil benimle telefonla konuşurken çıkan robot sesiydi. Beni 17 Eylüllülerin katili mi kaçırmıştı? “Yoksa beni tanıyamadın mı? Boratlar da kimmiş?”
Kaskatı kesildim. “Hani 17 Eylül’e kadar öldürmeyecektin beni? Ne değişti?”
“Bu kadar geri zekâlı olduğunuzu akıl edememişim. Beni bulamadınız.”
Psikopat…
“Seni bulmamız için beni kaçırman şart mıydı?” Dişlerim titrediği için birbirine çarpıp duruyordu. “Ne istiyorsun?”
“Bu kez onlar denesin şansını. Bakalım bulabilecekler mi?” Kahkaha sesi. “Baybay tatlım…”
Bu ses, bir kadına ait gibi görünüyordu ve benim aklıma gelen tek bir kişi vardı.
HÂKİM BAKIŞ AÇISI, EMNİYET
Akşam saatleri, emniyetteki kalabalığın azalmasına sebebiyet vermişti fakat bu kez de Miray’ın ailesi elinden bir şey gelmediği için kendisini emniyete attığından ortalık pek sakin değildi. Bengü Hanım her seferinde ağlayıp duruyordu, Koray ablasını evde yalnız bırakıp babasının yanına gittiği için kendisini suçluyordu ve Adem Bey sadece öylece duruyordu; Seray, bebeğiyle beraber emniyet köşelerinde süründüğü için tamamen mutsuzdu, depresyonda gibiydi ama yanında Teoman olduğu için psikolojisini koruyabilmişti.
Mobese görüntüleri, mobese odasında tekrardan izlendi; arabanın nereye gittiğini bulmaya çalıştı ekip ancak imkânsızdı. Ara sokaklara giren araç, onu takip ettiklerinden o kadar emindi ki bilerek ara yollara sapıp Miray’ı alıkoymuş gibiydi.
Varan Alp, ensesini ellerinin arasına aldığında odada yalnızdı. En son Melek öldüğünde bu kadar acı çektiğini hissetmişti ve durumu hiç iyi değildi. Ağlamak istiyordu, ağlayamıyordu; delirecekti. Elinde hiç kanıt yoktu, kendisini işe yaramaz gibi hissediyordu ve nasıl sakin olunur, bilmiyordu. Sakin olmak da istemiyordu.
Ona kırgın olabilirdi fakat aynı zamanda âşıktı da.
Mir Beyaz nefes alamıyormuş gibi hissediyordu ve süt annesinin omuzuna kafasını dayamış, yalnızca bekliyordu.
Hiç kimse iyi değildi, herkes kahrolmuştu.
Ayakta durabilen iki isim vardı: Erkin ve Ceyda. Onlar herkese nazaran daha iyi durumdaydı ve kafalarını kaldırmadan Miray’ın telefon bilgilerini bekliyorlardı; baz istasyonundan alınan veriler ve telefon trafiğine baktıklarında da Miray’ın en son Jack Ogün Yılmaz adlı kişiyle telefonla konuştuklarını saptamışlardı. Nedenini sorgularlarken içeriye Sarp girmişti.
İfade odasında üç kişilerdi: Sarp, Erkin ve Ceyda.
“Savcım.” Sarp, Ceyda’ya bakarak söylemişti bunu. “Jack Ogün Yılmaz, Miray’ın son davası Efnan Keskin cinayetinde tanıklık yapmış. Kendisi, 17 Eylül 1998 doğumlu.” Sarp, bu bilgilere ulaşmıştı. “Cinayet saatlerinde zaten bu sene, emniyetteydi; önceki senelerde de başka yerlerde görüntüleri var. Yani şüpheli değil. Hayatı parlak bir çocuk. Muhtemelen dava hakkında konuştular.”
Erkin, Ceyda’ya dönüp “Yahu sabahtan beri bir halt çıktığı yok…” dediğinde Ceyda’nın hafif kabaran saçları, bir yandan da beyninin içini temsil ediyordu. “Elimiz kolumuz bağlı, öylece duracak mıyız? Yer yarıldı da içeri girdiler sanki!”
“Acaba…” Ceyda, başını Erkin’e doğru çevirdi. “Bu kişi Miray’ın evden çıkacağını nereden biliyordu?”
Erkin boynunu kıtlatırken “Şans eseri görüp kaçırmıştır,” dedi; öyle hissediyordu. “Ulan Miray’ın tanıdığı kim var ya? Kim? Varan Alp’i ve aynı zamanda Miray’ı tanıyan kim var? Ne yapalım, Seray’la Teoman’ın düğünündeki davetlileri tek tek ifadeye mi alalım anasını satayım? Bu ne ya?”
Sarp, yorgun bir gülümsemeyle “Aykut olabilir mi savcım?” dediğinde Erkin, ölümcül bir bakış attı.
“Dalga geçme Sarp. Patlatırım kafana bir tane. Uçarsın ileriye,” dedi Erkin peş peşe.
Ceyda iki şakağını da parmaklarıyla ovarken gözlerini yumdu. “Yarın devam edeceğiz mecbur.”
Erkin başını olumsuz anlamda salladı. “Eterle bayıltmış.” Başını Sarp’a doğru çevirdi. “Hemen o çevrede eter alınabilecek her yer saptansın; kim girdi kim çıktı bakılsın.”
Ceyda, gözlerini kısarak “Bu kadar cinayeti planlayan adam yüzü gözü açık bir şekilde eter mi temin edecek?” diye sordu ve ofladı.
“Olabilir,” dedi Erkin de uzatarak. “Ne yapalım, es mi geçelim? Sen baktır Sarp.”
“Emir anlaşıldı,” diyerek odadan ayrıldı Sarp.
“Boşuna baktırıyorsun, önceden temin etmiştir bile…” dedi Ceyda da. “Zaten mantıken şunu düşündüm ben, belki aklınıza gelmemiştir, yakınınız sonuçta…”
“Ne?” dedi Erkin hemen. “Ne geldi aklına?”
“Daha önce Miray’ın babasının lokantasına gitmeyen biri, dışarıda kamera olmadığını bilemez. Bu nedenle Miray’ın ailesi ya da yakın çevresinden biridir diye düşündüm.”
Erkin ise “Evet,” dedi ve kaşlarını çattı. “Ama daha önce lokantaya yemek yemek için girip etrafı incelemiş de olabilir.”
“Ha evet, tabii… Ama bu kadar rahat bir şekilde lokantanın önüne kadar gidip Miray’ı kaçırması gerçekten çok tuhaf.”
Sinirle ayağa kalkan Erkin, büronun ortasında bir hareketlilik fark etti. Bu kez o kısma odaklanıp Ceyda’nın yanından ayrıldıktan sonra adımlarını ileriye doğru attı ve oradaki kalabalığın nedenini sonunda anladı.
Menderes ve annesi, Doktor Elif ve annesi, Jack ve Isabelle… Bütün 17 Eylüllüler buradaydı.
Kaşlarını çatan Erkin, “Hayırdır hanımlar beyler?” dedi yüksek bir sesle. Gözleri Doktor Elif’le kesişince elinde tuttuğu yemek tabağını yeni fark etmişti. “Hayırdır?” diye sordu sertçe. “Emniyette mi yapıyorsunuz gününüzü? Bu nedir ya? Ali Babanın Çiftliği mi burası? Hayırdır? Dağılın!”
Bengü Hanım, Teoman’a tutunarak ayağa kalktı ve “Kusura bakmayın,” dedi. Burnunu çekerken yüzünün kıpkırmızı olduğunu fark etti Erkin. “Bize yemek getirmişler. Bir de ifadeye çağırılmışlar galiba.”
“Kim?” diye sordu Erkin sertçe. Gözleri tekrardan Elif’e doğru döndüğünde onu öldürecekmiş gibi baktığı için Elif’e doğru eğildi. “Hayırdır Doktor Hanım? Kaşımın altındaki yarayı mı kontrol ediyorsunuz?”
Elif’in yüzündeki zoraki tebessüm pek manidardı. “Yok. Kabalığınız kalıcı bir hasar herhalde, tedavi edilemeyeceğinizi düşünüp içimden ah çekiyordum.”
Erkin, bön bön bakmaya başladı.
“Bakın burası emniyet!” diyerek etraftakileri dağıtmaya çalıştı ardından. “Polis memuru olmayan herkes dışarı! Haydi! Dışarı!”
Menderes’in annesi, Fadik Hanım “Beni ifadeye çağırmışlardı,” dedi ince sesiyle.
“Anneciğim dur,” diyen Menderes, sanki savcıymış gibi bir role bürünmüştü. “Sıra sıra ifadeye alınacaksınız.” Erkin, Menderes’e öcü görmüş gibi bakakalmıştı. “Savcı hangi sırayla isterse o sırayla. Şimdi tek tek Memur Beylere görünün.”
Elif’in annesi, Elif’in elinden tabağı alıp Bengü Hanım’a uzattı. “Siz bence eve gidin, dinlenin. Biz ifadelerimizi verdikten sonra çıkarız. Burada kalabalık yapıp işlerini zorlaştırmayalım.” Tıpkı Elif gibi nazikti.
Bengü Hanım, tabağı eline aldıktan sonra “Allah razı olsun,” dedi.
Teoman da “Anneciğim siz bize gidin. Tamam mı? Baba,” diyerek herkesi dürtmeye başladı. “Burada durmanız hiçbir işe yaramaz. Savcı size soru sormak isterse çağırır. Tamam mı? Hadi, bize gidin. Bakın Rüzgar da sürünmesin buralarda…”
Koray hâlâ vicdan azabıyla eniştesine bakarken “Olur.” dedi herkesin yerine.
Bir iki dakika içinde Miray’ın ailesi emniyetten ayrıldı. Bir tek Mir Beyaz ve Teoman kalmıştı.
Menderes’in ve Elif’in annesi ifadeye alınacağından ötürü ikisi sakin bir yerde beklemeye başladı.
Erkin, etrafın sakinliğinden emin olduktan sonra “Siz?” diyerek gözleriyle Jack-Isabelle ikilisini işaret etti. “Yabancı kılıklı Türkler…”
Jack, “Biz korkuyoruz,” dedi garip bir sesle.
“Ney?” dedi Erkin gözlerini kısarak.
“Korkuyoruz.” Isabelle, pembe çantasını tutarken Erkin, Isabelle’in beş metrelik(!) tırnaklarına ilginç bir bakış attı, üstünde nazar boncuğu olduğunu görünce kaşlarını çattı.
Jack açıkladı: “Savcım hani doğum günümüzde emniyette kalıyoruz ya,” dedi tuhaf bir sesle. “Bugün de kalsak olmaz mı?”
Erkin çenesini sıktığından ötürü yüzündeki tüm kemikler belirgin hâle geldi. Jack de Isabelle de korkmaya başladı.
“Sorry…” dedi Isabelle, ağzındaki sakızı yutup. “Sakız çiğnediğim için sinirlendi.”
Erkin, dilinden bir kaza çıkmaması adına “Baksana!” dedi ilerideki polis memuruna.
“Buyurun Sayın Savcım!” Hemen Erkin’in önünde durdu. “Emirleriniz!”
Erkin, hemen iki metre karşılarında duran ikiz kardeşleri işaret etti. “Bunları nezarete at.”
Isabelle “Whatttt?” diyerek kendisini ikizine doğru yaklaştırdı. “Jackkk! Savcı ne diyor ya?” Araya İngilizce kelimeler sıkıştırarak hafif küfürler etti.
Polis memuru, “Emir anlaşıldı,” diyerek yanına iki memur daha alıp ikizleri nezarete indirirken ortalık iyice karışmıştı.
“Allah’ım nelerle ve kimlerle uğraşıyorum ya? Sen git oku, senelerce…” derken koridorda yürümeye başladı Erkin. “Koskoca savcı ol!” Kapının önünde duran ve çubuk kraker yiyen Elif’i görünce “Sonra da emniyetten insan kov! Bu nedir ya?” diye sesini yükseltti.
Çubuk krakeri dudaklarının arasına alan Elif, “İsterseniz sakinleştirici vurdurun kendinize. Emir verirsiniz, hastanedeki doktorlar hemen uygular,” deyince bu cesaretine bir mana veremedi.
Elif, çubuk krakeri yutup bir diğerini dudaklarına götürünce Erkin’in dikkati dağılmıştı. Sadece Elif’in dudaklarına bakıyordu.
Kendisine gelince “Kalsın,” dedi sessizce. Bu kadar sessiz konuşmayı beklemediği için başını başka bir yöne çevirdi. “Siz az önce benimle alay mı ettiniz?”
Elif kafasını olumsuz anlamda salladı. “Ne haddime! Beni tutuklarsınız falan… Kalsın.” Erkin’i tekrar edip gülümsemeye devam etti.
Erkin, parmaklarıyla alnını ovduktan sonra “Siz de çıkın,” dedi sertçe.
“Miray’ı merak ediyoruz,” dedi Elif sertçe.
“Etmeyin!”
Mir Beyaz, masasından ayrılıp yürümeye başlayınca bu tartışmaya şâhit olup durakladı. Elif o sırada “Annemin yanında durmam lazım. Korkuyor,” diye kendisini açıklıyordu.
“Niye korkuyor anneniz pardon?” dedi Erkin, Elif’e biraz daha yaklaşarak. “Emniyette!” Etrafı işaret etti. “Şimdi çok ayak altında dolaşmayın, çıkın!”
Mir Beyaz, Erkin sesini pek fazla yükselttiği için “Savcım,” diye uyarmak zorunda kaldı. “Çok sert çıkışmıyor musunuz?” Elif’i işaret etti. “Kız titriyor.”
Erkin, “O her zamanki hâli komiser. Sen karışma,” diyerek savunmasını yaptı.
Elif, Mir Beyaz’ın kıvırcık saçlarına bakarken gözlerinin altındaki hafif mor halkaları yeni fark etmişti. “Sen iyi misin?” diye sorup Mir Beyaz’ın yanına doğru yürüdü. “Vitamin yazmışlardı, içmiyor musun?” Çubuk krakerini uzattı. “Çubuk kraker yer misin?”
Erkin, Elif’in cümlelerinden sonra bıkkın bir nefes vererek Varan Alp’in yanına yürüdü. İyice delirtmişlerdi onu!
Teoman’ın odasının içine direkt dalan Erkin, Varan Alp’in yıkıntıdan farksız duran bedenini bir anda görünce arkadaşıyla göz göze gelmek garip hissettirmişti. Daha doğrusu arkadaşının yanında olamamak canını sıkmıştı. Her ne kadar Varan Alp, Erkin’i kırsa da ne Erkin dostundan vazgeçebilirdi ne de Varan Alp. İkisi de önünde sonunda barışacaklarını bilmelerine rağmen bu gecelik konuşmuyorlardı işte…
“Savcım bir çay kahve mi içseniz?” diyen Erkin, sandalyelerden birine geçip oturdu. “İsterseniz söyleyeyim, getirsinler.”
Varan Alp başını olumsuz anlamda salladı. “İstemiyorum.”
Bu kez Varan Alp’in vücudu zangır zangır titremeye başlayınca Erkin öfkeyle gözlerini yumdu. “Varan Alp istersen kız, bağır, çağır umurumda değil ama böyle olmaz…” Yumuşak bir sesle konuşmaya çalıştı. Göz temasları bir süre kesilmedi ama ikisi de sessiz kaldılar. “Kendini perişan etme, sabahtan beri bir şey yemiyorsun ya! Böyle iş mi olur?”
“İstemiyorum, dedim,” diye tekrarladı Varan Alp.
Erkin’in gözleri devrildi. “Kafan çalışmaz öyle.” Telefonunu cebinden çıkarıp “Yemek söyleyeyim mi? Ne yersin?” deyince Varan Alp bıkkınlıkla gözlerini masaya doğru çevirdi.
“Aç mı tok mu belli değil.” Hem sertti hem üzgündü, bu yüzden sesi tuhaf çıkmıştı. “Ya açsa? Susuzsa?” Erkin, telefonunu masaya bıraktı. “O açken, susuzken ben şimdi bir de yemek mi yiyeceğim?”
“Sen kendini suçluyorsun, değil mi?” diye sordu Erkin. Sabah, kendisini suçlamamasını söyleyince arkadaşından azar yemişti ama umurunda değildi. “Kim olsa aynısını yapardı Varan Alp. Sonuçta Miray emniyetteydi, güvendeydi. Dışarda olsa bırakmazdın, biliyoruz. Yıkılmışsın, üzülmüşsün… Normal.”
Varan Alp hiçbir şey söylemedi.
Erkin tam dudaklarını aralayıp onun yanında olduğunu, sakin olması gerektiğini söyleyecekti ki Varan Alp’in telefonu çaldı; özel numara arıyordu.
“Özel…” dedi Varan Alp, telefonunu Erkin’e doğru çevirerek. “Özel numara arıyor beni. O olmasın?”
Erkin telefonu işaret ederek “Açsana!” dedi yüksek bir sesle. Gözlerini belerterek ayağa kalktı.
Varan Alp, endişeyle ayağa kalktıktan sonra aramayı cevapladı. “Alo?” dedi merakla. “Kimsiniz?”
“Çakmak çakmak…” Yine o robot sesi, yine laubali bir konuşma ve yine katil… “Savcım nasılsınız? İyi misiniz? Haliniz vaktiniz yerindedir umarım. Ha?”
Varan Alp, büyük bir öfkeyle “Nerede Miray?” diye sordu. “Ne yapacaksın ona?”
“Gerçekten nerede olduğunu anlayamadınız mı?” Gülmeye başladığında Erkin, bu sesin bir kadına ait olduğundan neredeyse emindi. “Ben devletimin savcısının bu düğümü çözeceğinden pek emindim oysa. Zekisin bence.”
“Bizimle dalga geçiyorsun ve çok eğleniyorsun, değil mi?” dedi Varan Alp, bütün siniriyle. Telefonu elinde kıracakmış gibi sıkıyordu. “Nereye götürdün ya Miray’ı? Ne yapacaksın ona?” Peş peşe sorunca tüyleri diken diken olmuştu. “Cevap versene!”
Telefondan üç kez cıklama sesi geldi. “Kibar ol biraz, lütfen. Savcısın sen.” Erkin, küfretmemek için arkasını dönüp eliyle yüzünü kapatırken Varan Alp, konuşma şeklinden ve ses tonundan bu kişinin kim olduğunu bulmaya çalışıyordu. “Miray orada.”
“Nerede?” diye sordu hemen. “Orası neresi.”
Katil güldü. “Her şeyin başladığı yer.”
Erkin tekrardan Varan Alp’e dönünce göz göze geldiler ve o an, ikisi de Miray’ın nerede olduğunu anladı.
“Dur! Kapatma!” diyen Varan Alp, sertçe yutkundu. “Kimsin sen? Ben seni tanıyor muyum?”
Katil tekrardan güldü. “Beni herkes tanıyor.”
Erkin odada sadece Varan Alp olduğu için sessiz bir küfür savurdu ve hemen ardından telefonu eline aldı. “Bana bak,” dedi Erkin, büyük bir öfkeyle. “Kıza bir şey yapma. Eğer çok cesursan bize sadece bir ipucu bırak.” Varan Alp, Erkin’in söylediğiyle kaşlarını çattı. “Ha eğer korkaksan kaçabilirsin ama seni yakaladığımızda korkak olduğunu kabul edeceksin. Tamam mı tatlım?”
“Bana mı yürüyorsun?” diyen katil, burnundan güldü. “Son gülen iyi güler, Erkin Savcı. Hoşça kalın, bay…”
Telefon, iki savcının da yüzüne kapandı.
Varan Alp, telefonu alıp cebine atar atmaz “Gidelim,” diyerek dışarıyı işaret etti.
“Sen de benim düşündüğüm yeri mi düşünüyorsun?” diye soran Erkin, oraya gidip gitmemek konusunda tereddütlüydü. “Bu bir tuzaksa ve canımızdan olursak senin suçun.”
Varan Alp, “Umurumda değil. Eğer oradaysa hemen kurtarmak istiyorum,” diyerek odadan acilen çıktı.
“Sarp!” Erkin, herkesin toplanması için yanını işaret edince Sarp koşa koşa yanlarına geldi. “Ekibi topla.”
“Nereye?” diye sordu Teoman da yanlarına gelip.
Varan Alp, sabırsızca büronun çıkışına doğru ilerlerken “İzmit Seka’ya!” dedi. “Eski kuruma gidiyoruz.”
MİRAY HİLDE LALEZAR
Belim gerçekten canımı o kadar yakıyordu ki artık sadece fiziksel acıdan ötürü dökülmeye başlamıştı gözyaşlarım. Saatlerdir ne idüğü belirsiz, izbe bir mekânda yalnızdım ve sanki cehennemin ortasına düşmüş gibiydim.
Bacaklarım ara ara üşüyordu, bazen de titrediğim için vücut ısım ne durumda, anlayamıyordum. Başıma bağlanan ve görmemi engelleyen bez o kadar sert bağlanmıştı ki beynimin içi zonkluyordu. Benim için yürüyememek bile kâbusken hareket edememek cehennem gibiydi. Alışamamıştım ve hâlâ çok korkuyordum.
Beni arıyorlar mıydı? Yokluğumun farkında mıydı insanlar? Kim uğraşıyordu? Neredelerdi? Annem ne hâldeydi? Telefonumu ve çantamı evde bırakmıştım, belki de bunun sayesinde yok olduğumu anlamışlardı.
Umarım beni bulurlardı, daha fazla burada kalmak istemiyordum.
En azından etrafımı görsem, bana kimin su getirdiğini bilsem bile yeterdi bana. Sabahtan beri başıma bağlanan bezi kafamı bir o yana bir bu yana sallayarak çıkarmaya çalışıyordum ve beni sarhoşa çevirmişti.
Başımı sandalyeye doğru indirmeye çalışırken karın kısmımdan bile bağlandığım için bu çok zordu ama yine de kendimi sıkarak başımı sandalyeye doğru indirdim. Omuzumla sandalyenin arasına sıkıştırdığım bezin yalnızca bir parçasıyla bile kafamdaki bezi aşağıya indirebilirdim.
Yaklaşık beş dakika boyunca cebelleştikten sonra sonunda bez parçasının ucunu sandalyeyle sırtım arasına tamamen sabitleyebildim. Var gücümle kendimi çekerken burnum öylesine sızladı ki kırıldı zannettim ama bu hamlem sayesinde bez parçası çözülmüştü, artık daha rahat indirebilirdim.
Hamlelerimi üç kez tekrarladım; bu bedenime zarar vermişti ve canım yanmıştı fakat umurumda değildi. Gözümde duran bez parçası inmek üzereydi.
Başımı birkaç kez yukarı ve aşağı hareket ettirince bez parçası sonunda boynuma düştü ve etrafımı görebildim.
Tam tahmin ettiğim gibi karanlık ve büyük bir depodaydım. Ev gibiydi fakat sağ tarafta cam olmamasına rağmen büyük bir perde vardı. Perdenin arkasındaki soluk ışık sayesinde gözlerim kendine gelirken sağımı incelemeyi bırakıp soluma döndüm.
Solumda bir yıldız simgesi vardı, tam duvarın üstündeydi ve kırmızı renkti.
Bir bu eksikti.
Yıldız simgesinin ortasındaki takvim yaprağı, günlerden 17 Eylül 1998’i işaret ediyordu.
Başımı kendi bedenime doğru çevirdiğim an perdenin arkasında bir hareketlenme hissettim. Tam ışığın bulunduğu kısımda bir insan silüeti belirdi; bu bir erkek bedeniydi, çok belliydi.
Kalp atışım sanki daha fazlası mümkünmüş gibi hızlanınca boynuma tarifi zor bir acı girdi. Sanki her an bayılacakmışım gibi hissettim, korkudan gözlerim karardı ve yutkunamadım. Yutkunamadıkça korkum daha da büyüdü ve istemsizce hareket edip “İmdat!” diye bağırdım. “Yardım edin!”
Silüetin sahibi, parmaklarını burnuna götürerek burun kemerini sıktığı an, bu hareket çok tanıdık geldi. Elini başına doğru kaldırıp yüzüne dokundu, tam anlayamadım.
Dişlerim birbirine değince gıcırdıyor, bedenim tir tir titrediğinden alnımda biriken terler gözlerimi karartıyordu.
Ona bu kadar yakın olmak, berbat bir histi.
Yan profilden vazgeçip perdeye doğru yürüdükçe içimdeki korku büyüyordu çünkü öleceğimi hissediyordum.
Gözlerimi yumdum ve sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Ellerim, refleks olarak başıma gitmeye çalıştı; gözlerimi yumdum ama ikisini de beceremedim. Onu görmek istediğim için başımı hemen sağıma çevirdim.
Perdeyi aralamadı.
Eli, beline doğru uzandıktan sonra yukarıya kaldırdığı cisim yüzünden kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldu.
Belinden bir silah çıkarmıştı.
Beni öldürecek miydi?
Silah, perdeye doğru uzandı; perde hafifçe havalandı ve istemsizce başımı soluma doğru çevirip içimden bildiğim bütün duaları okumaya başladım.
Son duamı eder gibi ağladığım an, bir silah sesi patladı.
Tam karşımdaydı, yüzünde bir maske vardı ve bu kişi, bir erkekti.
Gözlerim karardı fakat bakış açım, istemsizce vücudumdaki sıcaklığa doğru döndü.
Dünden beri belime sancı girmesinin sebebi, belki de bu yüzdendi; beni karnımdan vurmuştu. Kanlar içindeydim.
Koşar adımlarla buradan uzaklaşan adamın neden beni öldürmediğini, neden beş kez yaralamadığını sorgularken diğer yandan da beni burada kimsenin bulamayacağı gerçeği yüzünden vücudumdan fışkıran kanlara bakarak nefes almaya çalıştım. Alamıyordum ve bayılmak üzereydim.
İçimden saymaya başladım.
“Bir, iki, üç, dört, beş…” Beş saniye geçti, kimse yoktu.
“Altı, yedi, sekiz, dokuz, on…” On saniye geçti, hiçbir ses yoktu.
“On bir, on iki, on üç, on dört, on beş…” Bu kez sesli saymaya başladığım için titreyen sesim kalbimi acıtmıştı.
Böyle ölmeyi hak etmiyordum.
“On altı, on yedi…”
On yedi.
Nasıl da mahvetmişti ama hayatımı…
Başımı soluma doğru çevirdiğim an, doğduğum güne bela okudum içimden.
On sekiz dememe fırsat kalmadan bir anda perdenin arkasında olduğunu fark ettiğim kapı hunharca açıldı.
“Kaldır elleri polis!”
Bu ses çok tanıdıktı, Teoman’ın sesiydi.
“Buraya girin, girin!”
Bu ses de çok tanıdıktı, Mir Beyaz’ın sesiydi.
Birkaç saniye içerisinde beni fark ettiklerinde, gözlerim neredeyse kapanmak üzereydi.
“Miray!” Mir Beyaz elindeki silahı yere fırlatarak bana doğru koşarken “Yaşıyor, ölmemiş!” dedi büyük bir heyecanla. “Miray, bekle, sakin…” İplerimi çözmeye başladığında başım, onun başına doğru düştü.
Zar zor konuştum. “Eğer,” dedim nefesim tıkanır gibi olduğunda. “Ölürsem…”
Teoman “Ne ölmesi ya? Yok öyle bir şey!” diyerek sandalyemdeki ipleri çözmek için Mir Beyaz’a yardım etti.
“O bir adamdı,” dedim zorla. “Burnunun kemerini sıktı.” Bayılmak üzereydim. “Yüzünden bir şey çıkardı… Maske takmak için. Gözlük… Olabilir. Bilmiyorum…” Nefes nefeseydim.
Mir Beyaz’ın başının üstüne çenemi dayadığım an, bakış açıma bir anda Varan Alp girdi.
“Çözdük! Geldi mi ambulans?” dedi Mir Beyaz. Üstündeki ceketi çıkarıp kurşunun girdiği bölgeye doğru bastırdı.
“Çabuk, taşıyalım!” dedi Teoman da.
“Ben alırım.” Gözlerim bir kapanıp bir açılırken bir anda kucaklandım, Varan Alp’in kokusuydu bu.
Gözlerimi zar zor açtığımda, kapının önündeydik.
Eğer öleceksem bile son gördüğüm kişi o mu olacaktı yani?
“Varan Alp,” dedim ve öksürerek başımı koluna yasladım.
“Efendim?” Sesini ilk defa böyle duyuyordum: Hüzünlü ama aynı zamanda mutlu.
“Ben ölürsem mezarıma sarı lale getirir misin?” Zorla gülümserken aldığı ve verdiği tüm nefesleri kucağında olduğum için hissedebiliyordum. “Evdekiler solmak üzere.”
-
Lütfen sosyal medyada spoilerlı paylaşımlar yapmayınız. (özellikle şüpheliler ve katil hakkında)
Herkese mutlu hafta sonları.
INSTAGRAM // esmatonguc
Whatsapp kanalıma dahil olmak için Instagram öne çıkan hikayelerimden linkine ulaşabilirsiniz.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.5k Okunma |
1.17k Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |