30. Bölüm
Esma Tonguc / 17 EYLÜL / 29. YARANIN SEBEBİ

29. YARANIN SEBEBİ

Esma Tonguc
esmatonguc

INSTAGRAM : esmatonguc

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

ON YEDİ EYLÜL (II)

29. BÖLÜM: "YARANIN SEBEBİ"

⚖️

"Yaranın sebebi de yârdır."

Varan Alp'in gözlerindeki hayal kırıklığını görmek yerine ölmeyi bile yeğlerdim.

Suçsuzdu, saftı, temizdi, dürüsttü... Bense tam tersiydim: Suçluydum, kirliydim, yalancıydım ya da düzenbazdım... Bana ne söylese kabulümdü ama en azından onunla olan tek ortak noktam adımlarımı emniyetin dışına doğru ilerletmeyi başarmıştı: aşkım.

Onun gözlerindeki hayal kırıklığına ya da şaşkınlığa bakacak cesaretim yoktu çünkü kendimden nefret etmeme sebep oluyordu.

Az önce elimden düşen anahtar, bana olan sevgisini ya da güvenini temsil etmişti; bunun farkındaydım.

Şu an sadece çaresizdim ve ne bir çözüm üretebiliyordum ne de bir açıklama.

Evet, Koray suçsuzdu ama sanki bunu ondan saklamama kızmamış da onu öperek saklamış, gizlemiş olmama ve arkasından iş çevirmeme kızmış gibiydi.

Ona hissettirdiklerim yüzünden kendimden nefret ediyordum.

Burnumun direği sızladığı için daha fazla kendimi tutmadım ve gözyaşlarımı serbest bıraktım. Beni hiç kimsenin göremeyeceği bir alana doğru koşar adımlarla yürürken titreyen bacaklarım sürekli sendelememe neden oldu ama en sonunda emniyetin arka bahçesine doğru yürüyüp dar bir alan gördüm, o yöne ilerledim. Bu kez öksürür gibi bir nefes verip ağlamaya devam ettim, bu da yaklaşık iki üç dakika sürdü ve sonunda biraz da olsa rahatladım.

Ne yapacaktım?

Aklıma hiçbir şey gelmiyordu, beynim durmuştu sanki...

Çantamı yere bıraktığımda cübbem kolumda asılı kaldı fakat ayakta duracak mecalim olmadığı için gördüğüm ilk banka doğru yürüdüm. Cübbemi banka bıraktım, daha sonra kendimi... Ve en son çantamdan telefonumu çıkardım.

Çıkardığım an titreşim modundaki telefonum titremeye başladı, kim olduğuna bakmadan cevapladım.

"Avukatım..." diyen ses, elbette Menderes'e aitti. Sadece burnumu çektim. "Boratlarla konuştu babam, seni öldürmeyecekler ama duruşmaya çıkmanı istemiyorlar. Merak etme, kiralık katil işi halloldu; ölmeyeceksin."

Unutmuştum bile. "Ne mutlu bana..." dedim boğuk sesimle.

"Avukat..." Menderes'in sesi tuhaf gelmişti, merak ettiği bir şeyler vardı sanki. "Sen ağlıyor musun? Aptal kafam ya... Sana söylemeden halletmem lazımdı benim! Ama ne yapayım, tek dolanırsın diye hafiften tırstım, haber edeyim dedim."

"Yok bir şeyim," dedim kısa kesmek için. "Teşekkür ederim Menderes. Şimdi kapatmam lazım. Sonra yine konuşuruz. Hoşça kal."

Telefonu kapattıktan sonra aramalarıma girdim ve bu kez Mir Beyaz'ın numarasını tuşladım. Eğer emniyetteyse bahçeye çıkmasını söyleyecektim, değilse de buradan gitmem gerekiyordu. Ablamın yanına da gidemezdim çünkü eniştem gelirdi, ne olduğunu sorardı... Bu yüzden Gebze'ye dönecektim.

"Efendim?"

Mir Beyaz'ın sesini işitir işitmez "Emniyette misin?" diye sordum ve bacaklarım üşüdüğü için cübbemi kucağıma örttüm.

"Olay yerine gidiyorum, cinayet vakası var," deyince kaşlarımı kaldırıp indirdim. "Sen ağlıyor musun? Hayırdır?"

Burnumu çektikten sonra "Grip olmuşum, ağlamıyorum," diyerek yalan söyledim. "Ben de emniyete uğradım, seni göremeyince arayayım dedim. O zaman rahatsız etmeyeyim seni, görüşürüz."

O bir şey söylemeden telefonumu kapatınca on adım karşımda bir anda kriminal ekibinden Umay belirdi. Sanırım ağladığımı görüp yanıma yürümeye çalışıyordu ama pek cesaret edemiyordu.

O buraya doğru yürürken çantamdan peçete çıkarmaya çalıştım ama en az duygu durumum kadar karışık olan çantamın içi, buna pek müsaade edemedi. Yaklaşık yirmi saniye boyunca elimi çantamın içinde gezdirdim, o sırada da Umay yanıma ulaştı.

Hiçbir şey söylemeden banka, yanıma oturunca peçeteyi çıkardım ve hafifçe yanaklarıma ve burnuma sürdüm.

"Yalnız kalman doğru değil," dedi soğuk ama kibar bir sesle. "Emniyetin bahçesi bile olsa biraz köhne bir yerdesin."

"Niye?" diye sordum anlamayarak. "Niye yalnız kalmamalıyım? Anlamadım."

Umay'ın kaşları hafifçe havalandı. "Peşinde kiralık katil varmış, o yüzden."

Şaşırmıştım. "Sen nereden öğrendin bunu?"

"Savcım söyledi," dedi kısık bir sesle. Varan Alp mi söylemişti? "Az önce söyledi, ben de zaten seni arka bahçeye yürürken gördüğüm için yanına geldim. Rahatsız olduysan gideyim ama tek başına kesinlikle dolanma. Yanında bir polis memuru olsun."

"Sana ne söyledi?" Kendimi tamamen ona çevirdim. Ümitlenerek "Beni mi arıyordu?" diye sorduğumda Umay biraz gerilmiş gibiydi. "Başka ne dedi?"

"Seni görüp görmediğimi sordu, sonra da peşinde bir kiralık katil olduğunu ve yalnız kalmaman gerektiğini söyledi," dediğinde bıkkın bir nefes verdim. Kalbini kırsam bile benim canımı düşünüyordu. "Sonra da gitti."

Cübbemi kaldırıp çantamın üstüne yerleştirdim. "Artık peşimde bir kiralık katil yok çünkü mafya müvekkilimin mafya babası halletti."

Umay gözlerini belerterek "Mafya mı?" diye sordu. "Yok artık."

"Sanırım iyi mafyalardan," dedim ne söylediğimi bile bilmeyerek. İkide bir burnumu çekip duruyordum ve tekrardan ağlamaya başlamıştım. "Ama biliyor musun, umurumda bile değildi. Buraya inerken bir kez bile tereddüt etmedim çünkü aklımdan uçup gitmişti. Bir insan tehdit altında olduğunu unutur mu?" Ağlarken bir anda gülmeye başladığımda Umay bana bir meczupmuşum gibi bakıyordu. "Ben unuttum, hem de nasıl... Çünkü ben bir salağım..."

Umay'ın bakışları artık hüzünlüydü. "Sen iyi değilsin sanırım."

"Değilim," dedim kabullenerek ama ağladığım için sesim berbat çıkmıştı. "Zaten kimsem kalmadı, bak..." Etrafı işaret ettiğim an gösterdiğim alanlara tek tek baktı. "Niye yanımda kimse yok? Çünkü en yakın arkadaşım öldü, süt kardeşim muhtemelen depresyonda ama buna rağmen mesleğini yapıp olay yerine gidiyor, sevdiğim adamı kandırdığım için muhtemelen şu an benden nefret ediyor ve yanımda sen varsın." En son onu işaret ettim. "Ve ben senin sadece adını biliyorum. O kadar." Elimle yüzümü kapatıp ağlamaya devam ettim.

Umay elini omuzuma yerleştirip "Mutlaka yanında olan insanlar vardır," dediğinde ağlamamı durdurmayı başaramamıştı. "Ama herkes, her an yanında olmak zorunda değil. Şimdi de ben varım. Aslında seni öldürmemeleri için koruma amaçlı yanına yürümüştüm ama şu an seni teselli ediyorum, ben de bir şey anlamadım."

Ellerimi çekip soluma, yani ona doğru döndüm. Siyah, kısa saçlarına bakarken onu asılsız yere suçladığım an aklıma gelince vicdan azabı çekerek yavaşça ayağa kalktım.

"Benden kimseye şey olmaz..." Saçlarımı biraz geriye attım. "Arkadaş ya da sevgili. Yok, imkânsız. Zaten annem sürekli seni doğuracağıma taş doğursaydım, deyip duruyor. Keşke öyle olsaydı..." Karnıma ağrı girince sağ elimi belime bastırdım. "Zaten karnım da ağrıyor. Ben en iyisi gideyim."

Umay ne söyleyeceğini bilemeyerek ayaklandı. "Şu an peşinde kimse yok, değil mi?" diye sordu.

Beraber yürümeye başladık. "Merak etme, ölmem." Bu söylediğim biraz garip geldi. "Yani kiralık katil tarafından öldürülmem." Yine emin olamadım. "Yani umarım..." diye ekledim.

"Tamam," diyen Umay, emniyetin kapısının önüne geldiğimiz an bahçe kapısına kısaca baktı. "Sana numaramı vereceğim, bir tehlike sezersen beni ara."

Zaten şu an çok duygusaldım, utanmasam sarılacaktım.

Telefonumu çıkarıp "Sağ ol," diyerek ona uzattım.

Numarasını yazdı, kendisini kaydetti ve "Tehlike sezmesen bile eve ulaştığında mesaj gönderirsen sevinirim. Şimdi savcım sorarsa senden haberim olsun," dedi.

Sanırım başı belaya girmesin diye beni koruyordu, yoksa beni düşündüğü falan yoktu. Belki de hakkını yiyordum. Neyse...

"İyi," dedim biraz alınarak. "Görüşürüz."

"Dikkat et kendine," dedikten sonra o emniyete girdi, ben de emniyetin bahçesinden çıkıp metroya doğru yürüdüm.

⚖️

HÂKİM BAKIŞ AÇISI, AKŞAM

Neredeyse gece yarısını işaret eden saatler, Varan Alp için günleri temsil edecek kadar uzun sürmüştü. Kanepede oturarak yalnızca zemine bakan ve köpeği Ziva'nın başını okşayan Varan Alp, saatlerdir ne yapacağını düşünüyordu.

Anlamıştı, hem de her şeyi.

Başını hafifçe salonunda duran ahşap masaya doğru çevirdiği an zihninde ve kalbinde büyük bir yer kaplayan an geldi aklına ama gözlerini hemen başka bir yöne doğru çevirdi. Bu, onun için doğru değildi; bu şekilde ilerleyemezdi.

Onun için sevmek, bu kadar da mahkûm olmak, yani böylesine mahkûm olmak değildi; tam tersi, özgürlük alanı oluşturup düşünmesi gereken bir eylemdi sevmek.

Zaten o da düşünüyordu, hep...

Fakat yalnızca âşık olduğu kadın mı kandırmıştı onu? Hayır. En yakın arkadaşının kapıyı hunharca çaldığı ânı düşündüğü vakitten beri daha da içine kapanmıştı bu yüzden. Hem Fırat'ı hem de Koray'ı kollamışlardı ama neden?

Delirmek üzereydi Varan Alp, dünyası başına yıkılmış gibi hissediyordu.

Onu düşüncelerinden uzaklaştıran zil sesi, bütün eve yayıldığı an uyumak üzere olan Ziva başını kaldırarak kapıya doğru bakmaya başladı. Varan Alp de tıpkı Ziva gibi arkasına döndü, sonra da ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü. Kimin geldiğini kestiremiyordu ama site güvenliği aramadan zil çalındıysa şayet bu kişi kuvvetle muhtemel Erkin'di. Bu yüzden içinde biriken öfke, hüzün ve güvensizlikle kapıyı açtı Varan Alp.

Erkin gelmişti ve mavi gözleri, arkadaşının enkazdan farksız bedeninin üstünde gezinmişti.

"Ooo, Alp, yakıyor beyaz tişört..." Direkt içeriye girdi Erkin, Varan Alp birkaç saniye sesini çıkarmadı ve kapıyı örttü. "Bak, ne aldım!" Elindeki siyah poşeti havaya kaldırdı. "Geçen gün bardağını kırmıştım ya, daha güzelini aldım. Hiç alınma ama bardak zevkin çok kötü Varan Alp ya..."

Erkin, Varan Alp sesini çıkarmamasına rağmen bir tehlike sezmemişti ve direkt mutfağa yürümüştü. Varan Alp, peşinden yürüyüp mutfağa ulaşınca Erkin'in, poşetin içerisinden çıkardığı iki uzun bardağı görüp kafasını salladı.

"Güzelmiş," dedi kısaca.

Erkin büyük bir neşeyle "Takımdı, ben de beraber süt içeriz diye düşünüp ikili satıldığı için ikimize aldım. Sende kalsın da..." deyip bardakları masaya bıraktı. Daha kısık bir sesle "Miray içeride mi?" diye sorup otuz iki diş sırıttı ama arkadaşının yüzündeki garip ifadeyi fark edince duraksadı. "Ne oldu Varan Alp? Kötü bir şey mi oldu? Yoks... Yoksa bi..." İçeriye doğru büyük adımlarla yürüyen Erkin, Miray'ı göremeyince dehşete kapıldı. "Lan kızı mı kaçırdılar yoksa?"

Varan Alp, ta mutfaktan duyduğu sesle beraber ağır adımlarla salona doğru yürüdü ve Erkin'in bozuk suratını görünce kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Kaçırmadılar," dedi kısaca.

"Ha iyi bari..." dedi Erkin, öylesine bir haber almış gibi. "Varan Alp, sohbetine de doyum olmuyor..." diyerek kanepeye yayılan Erkin, arkadaşının moralinin bozuk olduğunu fark etmişti fakat henüz kısmen kendisinin sebebiyet verdiğini fark etmemişti. "Otur anlat derdini..."

Varan Alp, Erkin'in söylediği gibi koltuğa yerleşti ve "Derdim var, evet," dedi açıkça.

"Ne oldu? Anlat," dedi Erkin de çatık kaşlarıyla.

Varan Alp bedenini tamamen Erkin'e çevirdikten sonra, uzun bir sürenin ardından bu kadar mutsuz hissettiği için lafa nasıl gireceğini bilemiyordu. Derdini anlatmak, içini dökmek pek ona göre değildi.

"Bana geçenlerde bir karton kutu gelmişti ya," diyerek lafa giren Varan Alp, yedi kelimeyle bile Erkin'i germeyi başarmıştı. Erkin duruşunu dikleştirdi ve sertçe yutkundu, arkadaşını can kulağıyla dinlemeye devam etti. "O kutu geldiği gün Miray gelmişti ya buraya..."

Erkin iki kez öksürüp "Evet," dedi.

"Sonra da sen gelmiştin," dedi Varan Alp kısık bir sesle. "Sen gelmeden önce ne olmuştu, biliyor musun?"

Erkin başını bir sağa bir sola salladı. "Söylemedin ama tahmin etmek zor değil..." Güldü. "...de sıkıntı ne, onu anlamadım."

Varan Alp'in değişmeyen yüz ifadesi, bu cümlesiyle daha da sertleşti: "Ben sırf senin kardeşinle onun kardeşinin bulunduğu video kaydını görmeyeyim diye beni öptü."

Erkin'in beynindeki damarlar tıkanır gibi olunca hemen gözlerini kaçırdı, arkadaşının gözlerinin içine bakmak onu ilk defa bu kadar germişti.

"Sonra da sen kapıyı çaldın, bunu planladınız..." Erkin tekrardan Varan Alp'e döndü. "Biz kapının önündeyken de videoyu sildi. Saat üç olmak üzereydi."

Erkin çenesini sıktığı an yüzündeki elmacıkkemikleri belirdi, tekrardan önüne döndü. Birkaç saniye ölüm sessizliği hâkim oldu etrafa.

"Eğer Fırat'ın video kaydını dosyaya ekleseydim hemen tutuklanacaktı," diyen Erkin dayak yemeyi bekliyordu ama Varan Alp elini bile kaldırmamıştı ona. Erkin, arkadaşına dönüp yüz ifadesini gördüğünde yüzünü kastığını ve gözlerinin kıpkırmızı olduğunu fark etti. "Miraylık bir durum yok, Varan Alp. O da kardeşini korumaya çalıştı sadece. Koray da Fırat da suçsuz, biliyorsun."

"Suçsuz olan zaten hapse girmez." Oldukça ağır konuşmuştu, kelimeleri neredeyse heceliyormuş gibi. "Ne olurdu bana söyleseydin?"

Erkin iki saniye kadar gözlerini yumduktan sonra açtı. "Ben kardeşimi ihbar etmek zorunda değilim ama sen savcısın, zorundasın," dedi Erkin ve ayağa kalktı. "Sonra zaten ablamı kaybettim ve öncesinde sakladığın bir sırrı sonrasında söylemek zorlaşıyor, biliyorsundur. Bir de Miray'la sevgili oldunuz. Kız nasıl söylesin sana?"

"Ben sana soruyorum, ona değil." Varan Alp de ayağa kalktı. "Çık evimden şimdi."

Erkin büyük bir şokla "Ne yapayım?" diye sorup gözlerini belertti. "Saçma sapan konuşma Alp..." Aslında böyle olacağını biliyordu ama şimdi de nereden öğrendiyse onu sorgulamaya kalkışmaya başladı Erkin. "Sen nereden duydun? Sana kim söyledi?"

Kaşlarını çatan arkadaşının boşa çırpınışlarını izlemek istemeyen Varan Alp "Çıkar mısın evimden?" deyip kapıyı işaret etti.

Erkin'in bildiği bütün gerçekler ve Varan Alp'ten sakladığı bütün her şey sanki çığ gibi birikip üstüne dökülmüş gibi hissettirmişti. Fakat en yakın arkadaşını kaybetmemek için her şeyi yapardı.

"Sakinleştikten sonra konuşacağız," diyen Erkin, telefonunu bıraktığı orta sehpaya uzanıp telefonunu eline aldı. Sehpanın üstünde gördüğü resmi, telefonunu alırken önemsemedi ama geri dönüp baktıktan sonra Miray'ın portresi olduğunu anlayınca kaşlarını çatarak sehpaya döndü. "Varan Alp bana bak," dedi Erkin, gözünü resmin üstünden çekip arkadaşına doğru çevirerek. "Önce Miray'ı ben zorladım, tavır yapacaksan bana yaparsın. Boşu boşuna ilişkini mahvetme."

Varan Alp, Erkin'i dinlerken bile sinirleniyordu. "Seni ilgilendirmez artık," dedi kısaca.

Erkin buna da şaşırdı. "Sen ciddi misin?" dedi yüksek bir sesle. "Kaç senelik arkadaşını nasıl tek kalemde silebiliyorsun ya?" Şok olmuştu. "Neyse, sakinleştikten sonra konuşuruz..." dedi kendisini sakinleştirerek.

"Gayet sakinim."

Erkin, salondan çıkarken "Değilsin!" diye bağırdı. Daha sonra da kapıya doğru yürüdü, evden çıktı. Koridora ulaştığında da ilk işi, Miray'ı aramaktı.

Miray'ın telefonu dört kez çaldı fakat açmadı, meşgule vermişti. Erkin ısrarla tekrar aradı ama telefonuna ulaşılamadı. Muhtemelen telefonunu kapatmıştır, diye düşündü ve telefonunu cebine attıktan sonra asansöre doğru yürüdü.

⚖️

EŞ ZAMAN, MİRAY

Eve geldiğimden beri yatağımda uzanarak telefonda gezinip durmuştum ama Erkin ısrarla arayınca sinirlenip telefonumu uçak moduna almıştım, daha sonra da yatağımın üstüne bırakıp odamdan çıkmıştım.

Bıkkınlıkla aşağıya doğru inerken karnıma giren sancıyla beraber merdivenlerin ortasında kalakaldım ve bedenimi duvara yasladım.

Gündüz de iki kez karnıma sancı girmişti fakat pek umursayacak mecalim yoktu.

Derin bir nefes alıp verdikten sonra televizyonun sesi kısık kısık gelmeye başlayınca salona doğru yürüdüm. İçeriye girdiğimde de annemin Türk kahvesi içerek dizi seyrettiğini fark ettim.

"Ne izliyorsun?" diye sordum, ses tonum bile hâlsiz çıkmıştı.

Annem dizideki diyalog sonlanana kadar bana dönmedi. "Efendim?" dedi sonra da. Sesi benimkinden yüksek çıkınca beynime fazla sinyal gitti sanki, başım ağrıdı.

Koltuğa oturup "Diyorum ki: Ne izliyorsun?" diye tekrarladım.

"Zalim diye bir dizi işte..." Annem tekrardan televizyona döndü. "Bir tane kız var, kocası onu aldatıyor."

Gülümsedim. "Eee?"

"Sonra kız da kocasından intikam almak için yüz nakli yaptırıp karşısına başka birisiymiş gibi çıkıyor."

Kaşlarım çatıldı. "Ezel gibi mi?"

"Yok ama benziyor biraz... Kız adama tekrar âşık oluyor ama adama yalan söylediği için adam da bununla olan bütün ilişkisini kesiyor. Şimdi entrikalar dönüyor dizide. Aldattığı kadın var ya, ondan bir bebekleri var ve bebek ölü doğuyor. Baksana ya..." Annem efkara büründü bir anda. "Bebeğin suçu neydi?" Üç kez cıkladı.

Sıkılarak başımı koltuğa yasladıktan sonra annemle beraber diziyi izlemeye çalıştım fakat başaramadım. Hayatımda bu kadar saçma bir dizi ne görmüş ne duymuştum!

"Anne bu ne ya?" Kumandayı elime alıp kanalı değiştirdim. "Zaten yeni başlamış, izleme bunu."

Annem başını olumsuz anlamda bir sağa bir sola sallarken "Öyle deme. On iki reyting aldı totalde..." diye mırıldandı. İtiraz edercesine elimdeki kumandaya baktı. "Çok da kötü değil." Kumandayı benden zorla aldı.

"Anne Yargıtay kararına itiraz eden icra müdürleri gibisin ya..." diyerek kumandayı tekrardan elime aldım. "Ver şunu da bilgi yarışması vardı, onu izleyelim."

Annem oflayarak "Neyse..." dedikten sonra kolundaki saati kontrol etti. "Kızım ben bir dükkâna gideyim, babana yardım edeyim o zaman. Gece olacak neredeyse. Bir de Biran teyzen Buse'ye süt istemişti, onu götüreceğim."

"Buse nasılmış?" diye sorunca annem alt dudağını ısırdıktan sonra ayağa kalktı.

"Kızım vallahi iç güveysinden hallice... Kızın tüm düzeni altüst oldu. Ha bir de sadece annesi, dedesi ortada olmasa neyse ama babası da yok."

Kimse Pembe ablanın, Asım abiyi bacağından bıçaklayarak denize yuvarladığını bilmiyordu. İşin kötüsü, Mir Beyaz emniyete bildirmesine rağmen ne Asım abi denizde bulunmuştu ne de Pembe abla ve babası Emrah abi... Hiçbir yerde yoklardı. Sanki yer yarılmıştı da içine girmişlerdi.

Hiç derdim yokmuş gibi daha da dertlendim. "Bütün hayatımızın içine etti şerefsiz... Şerefsizler..." diye fısıldadım. "Herkes mutsuz. Herkes kaybettikleri yüzünden kayıp."

Birkaç saniye sonra annem bana doğru eğilip "Miray sen bugün ağladın mı? Bu hâl ne?" diyerek tekrardan alt dudağını korkuyla ısırdı. "Kız sen o yüzden yemek yemedin, değil mi? Hhiiii!" diyerek ellerini dizine vurdu. "Sen niye ağladın? He? Niye? Söyle!"

"Anne bir dur!" dedim peş peşe bir şeyler sorunca. "Sakin ol. Ağlamadım."

Annem gözlerini kısarak "Sen kimi kandırıyorsun ya? Kendi doğurduğum kızım ağladı mı ağlamadı mı anlayamaz mıyım ben?" diye sorup kolumu tuttu. "Miray zaten kaç gündür bir değişiktin... Âşık mı oldun? He?" Bir anda üzülerek konuşmaya başladı. "Kızım ben senin annenim ya... Bana niye anlatmıyorsun? Kesin Seray'a anlatmışsındır şimdi."

"Anne Allah aşkına beni bu gecelik rahat bırak. Bak, şurama kadar geldi." Elimi alnıma kadar yükselttim. "Gerçekten canım çok sıkkın ve kimseye açıklama yapacak bir takatim yok."

Sanırım gerçekten ruhen olarak yorgun olduğumu şıp diye anladı. "Peki," dedi beni şaşırtarak ve koltuğun üstünde duran uzun hırkayı alıp giyinmeye başladı. Ben de biraz kafam dağılsın diye televizyona doğru döndüm.

Annem cebindeki anahtarlığı çıkardığı an, çıkan ses yüzünden aklım bir anlığına arabada Varan Alp'in anahtarını aldığım âna gitti.

Şu an onun yanında olabilirdim.

Beraber limonlu kek yiyor olabilirdik.

Başımı daha da geriye yaslayıp bıkkın bir nefes verdikten sonra annem "Kızım çıkıyorum ben o zaman," deyip elini salladı. "Yarım saate gelirim bebeğim."

Sonra da salondan çıktı, birkaç saniye sonra da dış kapının kapanma sesi geldi ama hemen ardından Koray'ın adımlarını duydum.

Şarkı söyleye söyleye geliyordu.

"Day, dahi ya hum.. Nurunda nurunda nurunda nurunda hi ya hi yah..." Sanırım Sude şarkısını söylüyordu ama kötü sesinden dolayı pek anlayamamıştım. "Ha bu ya da feste sebaha... Ha bu ya da feste sedaha... Dasdisdos..."

İçeri girdi.

"Nurunda nurunda nurunda nurunda hi ya hi ya..."

Televizyonun sesini kapattıktan sonra "Koray," dedim ve yanımı işaret ettim. "Sana bir şey söyleyeceğim."

Masanın üstünde bir şey arıyormuş gibi bana döndü. "Abla benim gözlüğümün bezini gördün mü? En son eniştem, Rüzgar'ın kusmuğunu silmekle tehdit etti ama ben ondan aldıktan sonra nereye fırlattım, muamma."

"Koray bırak şimdi gözlüğünün bezini. Zaten kırk yılda bir takıyorsun gözlüğü..."

Koray işaret parmağını havalandırdı. "Abla çok önemli bir mesele!" dedi ciddiyetle ve yüksek bir sesle. Ardından yüzümdeki hüznü fark etti sanırsam ve bana doğru yaklaştı. "Abla, sen sabah evden taş gibi çıktın da... Bu hâlin ne ya?"

"Oturur musun Koray?" diyerek koltuğa dokundum. "Gel."

Koray bu kez itiraz etmeyerek koltuğa yerleşti ve oflayarak televizyona döndü. "Zalim mi? Zalim... Senin Allah'ın yok..." diyerek tekrardan şarkı mırıldanmaya başladı. "Seyret, perişan hâlimi bende akşam olmaktaa..."

"Koray sus ablacığım artık ya!" Gözlerimden bir anda yaşlar dökülmeye başladı. "Bilerek mi yapıyorsunuz? Anlamıyorum ki..."

Koray'ın kaşları çatıldı. "Lan o Varan Alp bozuntusu seni üzdü mü yoksa?" Tahammül edemiyormuş gibi gözlerini kısıp ayaklandı. Kollarını sıvarken "Şimdi görür o gününü!" deyip arkasını döndü. Yürümeye başladı. "Savcı mavcı dinlemem, yapıştırırım bir tane..."

"Koray!" diye bağırdıktan sonra ayağa kalktım. "Varan Alp öğrendi!"

"Neyi?" dedi dehşetle. "Neyi öğrendi?"

"Senin Fırat'la beraber Teoman'ın arabasıyla çiçekçiye gittiğini, her şeyi..." Başımı başka bir yöne çevirdim. "Bitti artık."

Koray bir anda öksürük krizine girdi. "Tamam da... Ne olacak şimdi?" Eli ayağına dolandı. "Abla beni hapse mi atacak? Ha? Ne olacak?"

"Yok ya... İfade verip yırtacaksın. Fırat senin kaçtığını söylemişti zaten. İfadeler uyuştuğu için bırakırlar." Ofladım. "Olan bize oldu."

Koray, yanındaki sandalyeye tutunup "Peki gerçekten bırakırlar mı?" diye sordu.

"Bırakırlar Koray. Sen olay yaşandığı esnada evdeydin, telefon sinyalinden anlaşılır."

Zorla gülümsedi. "Babamlar gelmedi mi?" diye sordu bir anda.

"Yo," dedim anlamayarak. "Babamlar ne alaka?"

Arkasını dönerek "Ben babama bir şey soracaktım da..." deyip hole doğru yürüdü. "Sen Varan Alp falan deyince aklıma geldi. Unutmuşum. Gidip sorayım."

"Geldiklerinde sorarsın. Çıkma bu saatte dışarıya!" dedim ama beni dinlemedi.

Hole adımımı attığım an "Önemli. Babam hatırlatmamı istemişti," dediğinde kaşlarımı çattım. "Yani sormam gereken şeyden başka bir şey..." Kapıyı kapatıp çıktı.

Karnıma bir anda tekrardan sancı girince belimi tutup sıktım. Bu, dördüncü sancıydı; sanırım artık mideme zorla da olsa bir şeyler sokmak zorundaydım.

Mutfağa girdim, kalan yemeklerden kendime bir tabak doldurduktan sonra yarısını zorla da olsa bitirdim. Bir bardak su içtikten sonra da salona yürüdüm.

Yirmi dakika boyunca bilgi yarışmasını izledim fakat annemler bu saat oldu, gelmedi. Endişelenerek yukarıya çıkıp telefonumu elime aldım, sonra da annemleri aradım.

Açmadı kimse.

Pencereye doğru ilerleyince ve dışarıya bakınca kimsenin gelmediğini görüp elimdeki telefonun kilidini açtım, bu kez Mir Beyaz'ı aradım ama o da açmadı.

"Ayyy..." dedim bıkkınlıkla. "Kesin bir şeyler dönüyor, kesin..."

Bugün hafif bir rüzgâr vardı, bu yüzden dolabıma yürüdüm ve kendime kalın bir hırka çıkardım. Üstümdeki taytla üşüyeceğimi bilmeme rağmen sırf üşendiğim için kıyafetimi değiştirmedim. Bu üşenme, bana altı yedi senede bir geliyordu, o da eğer depresyondaysam.

Son kez pencerenin önüne geçip perdeyi çektiğimde karşı apartmanımızda oturan Cevat'ı görmemle ani bir şok yaşadım, o da beni görmüştü.

Pencereyi açtım ve öylece baktım yüzüne.

"Merhaba Miray." Elindeki sigarayı yeni fark ediyordum. "Hayırdır bu saatte?"

"İstediğim saatte dışarıya bakamaz mıyım? Anlamadım," dedim, dirseğimi pencerenin mermerine yaslayarak.

Cerrah Cevat güldü. "Bakarsın tabii de endişeli gördüm seni. Ondan sordum." Gözlüğünü çıkarıp balkonun mermerine bıraktı. "Nasılsın, iyi misin?"

"Sağ olun," dedikten sonra pencereyi kapattım, sonra da perdeyi çektim.

Odamda duran makyaj aynasındaki kendimle göz göze geldim.

"Allah'ım sabır ver bana ya... Bir gün içerisinde neden beş yüz tane şeyle sınanıyorum ki ben?" Dolabımın üstünde duran oyuncaklarımı görüp "Ben büyüyemedim zaten..." diye mırıldandım. "Büyüyemedim ya... Neyse Miray, sakiniz." Tekrardan aynaya döndüm. "Dükkâna gidiyoruz, azıcık da yürümüş oluyoruz ve sakin oluyoruz."

Oflayarak aşağıya indikten sonra anahtarlığımı alıp evden çıktım. Geri döneceğim için kapıyı bir kez kilitledim ve hızlı hızlı dükkâna doğru yürümeye başladım.

Hava biraz soğuktu, bu yüzden hırkamı sürekli çekiştirip duruyordum.

Birkaç dakika sonra dükkânın ışıklarının açık olduğunu fark edip "Çok şükür..." dedim rahat bir nefes vererek. Başlarına bir iş geldi sanmıştım ayrıca Koray'ın hâli de hâl değildi. Ekmek almaya üşenen çocuk neden gecenin bir vakti babama bir şey söylemek için dükkâna kadar yürümüştü ki? Üstelik beş dakika sürüyordu! Bu Koray için çok fazlaydı!

Dükkândan içeri adımımı attığımda etraftaki masaların toplandığını fark edip mutfağa doğru yürüdüm. Kasada da müşteri masalarının olduğu bölgede de kimse yoktu.

Tam anneme ve babama seslenecektim ki Biran teyzenin oflaması yankılandı. "Şimdi bunları bizim çocuklarımız duysa canımıza okurlar." Anlamayarak mutfağın kapısının önünde durdum. "Şansımıza artık bir tanesi polis, öbürü avukat, bir tane savcı var..." diye devam etti. "Biz kesin ceza yeriz."

"Zaman aşımı diye bir şey var," dedi annem de.

Neyden bahsediyorlardı? Yoksa yangından mı?

"Kaç seneymiş zaman aşımı?" diye sordu Biran teyze.

"Vallahi bilmiyorum ama bir programda 20 sene diye duymuştum. Miray hiç söylemedi. Zaten bilerek o günün konusunu açmıyorum. Sadece hastaneden bahsediyorum."

Elimi dudaklarıma götürüp şokla duvara yaslandım.

Biran teyze "Ooof of... Olan yine bizim çocuklarımıza oluyor Bengü," diye içlendi. Sertçe yutkundum ve elimdeki anahtarı daha sıkı tuttum. "Melek öldü."

"Melek gitti..." Annem ağlıyormuş gibi sesini inceltti. "Gitti gül gibi kız, gencecikti..."

"Bizim çocuklarımızı da öldürecekler..." Biran teyze ağlıyordu. "Artık söylememiz lazım Bengü. Çözerler belki meseleyi..."

Annem "Biz çözemedik. Onlar nasıl çözsün?" dedi bastıra bastıra. "Yok işte... Ortada yok kimse. Bunu dışarıdan bilen biri bence."

Biran teyze tekrardan ofladı. "Peki Adem?" diye sordu sesini kısarak. "Adem söyledi mi sana o gece nerede olduğunu?"

Kaşlarım çatıldı. "Yok," dedi annem. "Zaten ben küstüm ona. Anlatmıyor hiçbir şey."

Biran teyze, "Kız o biliyor olmasın?" dediği an gözlerimi belerttim. Ses çıkarmamak için kendimi çok zor tutuyordum.

Annem sessiz kaldı.

"Bengü..." dedi Biran teyze, anneme fısıldar gibi. "Sen de mi bir şey saklıyorsun yoksa?"

Annem abartılı bir üslupla "Ne saklayacağım?" diye sordu. Sesi şüpheli gelince elimi kalbime götürdüm. "Al bak, süt burada."

Biran teyze dükkânın mutfağından çıkmadan büyük adımlarla ilerledim ve kendimi dışarıya attım. Dükkândan çıktığım an dışarıdaki masalardan birine elimi yerleştirdim ve nefes almaya çalıştım.

Anahtarlık elimden düşünce ellerimin ne kadar titrediğini yeni fark ediyordum.

Bir anda solumda bir gölge hissetmemle başımı arkama çevirdim fakat tam dönemeden biri, zorla kafamı öne çevirerek burnuma bir bez parçası dayamaya kalkıştı. Ne olduğunu anlayamazken tırnaklarımı masaya bastırarak ondan kurtulmaya çalışınca burnuma önce yoğun bir parfüm kokusu, sonra da eter olduğunu anladığım bir koku geldi.

Gözlerim kapandı.

⚖️

HÂKİM BAKIŞ AÇISI, ERTESİ GÜN

Emniyette, çay ocağında çay krizi yaşanıyordu. Hem Erkin Savcı hem de Varan Alp Savcı ayrı ayrı odalarda ayrı vakalar üzerindeki gelişmeleri takip etmek için emniyete geldiğinden ötürü Çaycı Hüsnü, savcılara çay yetiştiremiyordu.

"Hüsnü abi, dört çay!" diyerek çay ocağına gelen polis memuruna bakan bıyıklı adam, gözlerini devirmişti.

"Bunlar da çaysız cinayet çözemiyor mu yav?" diyerek tüm çayları tepsiye topladı Hüsnü.

Önce Erkin Savcı'nın bulunduğu odaya bıraktı çayı, ardından Varan Alp Savcı'nın bulunduğu odaya.

Komiser Mir Beyaz çayından bir yudum alıp Varan Alp Savcı'nın önüne bıraktığı dosyaları incelerken "Teoman gelir zaten şimdi, ben çıkıyorum. Erkin Savcı'nın yanına..." dediğinde Varan Alp'ten herhangi bir tepki alamamıştı. "Bir de sana yani size," dedi Mir Beyaz merakla. "Miray'ı soracaktım. Dün sizin yanınızda mıydı?"

Varan Alp, yüzünü hafifçe kaldırdı. "Bana niye soruyorsun ki? Telefon diye bir şey var. Ara."

Mir Beyaz, bu gereksiz tepkiye bir anlam veremedi. "Telefonuna ulaşamıyorum."

Varan Alp kısaca "Metrodadır," deyince Mir Beyaz kaşlarını çattı.

"Buraya mı geliyor? Gebze'de kalacaktı ama..." Kafası karışmıştı. "Allah Allah..."

Hâlâ kalbi kırık olan Varan Alp, bu kez merakla kafasını kaldırdı. Mir Beyaz'ın daha fazla teori üretmesini bekledi ama yalnızca kaşlarının çatıldığını görünce bir terslik sezdi.

Sarp Komiser'in odasının kapısı bir anda açıldı ve içeriye Erkin Savcı girdi. "Varan Alp," dediği an Mir Beyaz arkasını dönüp ne olduğunu sorguladı. İçeriye hunharca dalmışlardı. "Bir şey olmuş." Erkin bu kez Mir Beyaz'ın varlığını fark edince ona doğru döndü.

"Ben çıkayım isterseniz," diyerek odadan çıkmaya yeltenen Mir Beyaz'ı Erkin durdurdu.

Hemen ardından odaya Teoman girdi ve "Miray yok," dedi dehşet verici bir sesle.

"Nasıl yok?" diye sordu Varan Alp ayağa kalkıp. "Yok derken?"

Mir Beyaz yakınındaki çalışma masasına tutunduktan sonra "Kim söyledi size? Ne olmuş?" dedi peş peşe.

Erkin odanın kapısını kapatınca Teoman, "Gece eve gitmişler bizimkiler..." deyip gördüğü ilk sandalyeye oturdu. O da iyi değildi. "Miray yokmuş. Aramışlar, telefonu evdeymiş. Sonra bakmışlar, anahtarını falan da almış hatta dolabının kapısı da açıkmış. Dışarı çıkmıştır, demişler."

"Eee?" dedi Varan Alp yüksek bir sesle. "Tamam, dolaşmaya çıkmıştır."

Erkin "Yok kardeşim yok..." dedi sinirle. "Kızı kaçırmışlar."

Mir Beyaz sinirle güldü. "Ne belli ya? Dolaşmaya çıkmıştır o..."

"Telefonu, cüzdanı, kimliği, akbili, çantası..." diye saymaya başladı Teoman. "Hepsi evdeymiş. Sonra herhalde dükkânın komşularından birisi annemi aramış. Miray'ı birisi kucaklayıp arabaya bindirmiş. Seray aradı, o anlattı."

Mir Beyaz "Kesin o tehdit eden adamlar kaçırdı..." diyerek sandalyeyi ittirdi ve odadan çıkmaya çalıştı ama Erkin onu durdurdu.

"Hayır, bence onlar değil," dediği an odadaki herkes kaşlarını çatarak Erkin'e baktı. "Bence katil kaçırdı."

 

---

Merhaba, o çok beklediğimiz güne geldik sonunda. Bu bölümün sonunda teorilerinizi alıyorum... ve hazırsanız soruyu soruyorum. Bu sorunun tekrarı olmayacak çünkü katilin kim olduğunu çok yakın bir bölümde öğreneceksiniz. Bu yüzden herkes aşağıdaki yoruma katil kim ya da kimler, ne amaçla 17 Eylüllüleri öldürüyor / öldürüyorlar?.. Bunları yazabilirsiniz.

Katil kim ve neden?

Herkese iyi hafta sonları dilerim, 23 Mayıs'ta 30. bölümümüzle görüşmek üzere!

 

Bölüm : 09.05.2025 20:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...