Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.
ON YEDİ EYLÜL (II)
27. BÖLÜM: “CEZASIZ KALMAMALI”
⚖️
“Ne olursa olsun teraziyi dengede tutan zinciri kurşun bile kırmamalı.”
Hissizleştiğini hisseder miydi insan?
Çelişki zincirine tutularak elim kolum bağlanmış gibi hissediyordum; bir teskin ediyordum kendimi bir de engel olamıyordum hüznüme fakat bu çelişki beni mahvediyordu.
Hissizleştiğini de hissedermiş insan.
Sanki içtiğim su bardağının son damlasını içmek için bardağı havaya kaldırmışım da o damla da hızla yere düşmüş gibi hissediyordum. Küçücük bir an, bütün hislerimi darmadağın etmişti. Âşık olmak isterken sanki sevdiğim adamı da kendimi de yıkmışım gibi hissediyordum.
Bugün kendimi berbat hissediyordum, bu yüzden toplu taşımalarda topuklularımla sürünmemek için adliyeye taksiyle gitmeye karar vermiştim. Bir yandan da ablamın sesi kulağıma yayılıyordu tabii çünkü evden çıkarken ona haber vermemiştim, o da beni yoldayken aramıştı.
“O yüzden sakin ol ve hiçbir şey olmamış gibi davran, o sana elbet açıklar. Yani umarım açıklar… Sakın üzme onu yoksa sen de üzülürsün. Fevri davranma Miray.” Hiçbir şey söylemeyince konuşmaya devam etti: “Bir de sakın gidip savcılara falan saldırma.”
Sıkıntılı bir nefes verdikten sonra “Abla iyi misin? Nasıl saldırayım savcıya ben?” diye sordum bıkkın bir sesle. Artık telefonu kapatmak istiyordum çünkü hem suçlu hem de hüzünlüydüm. “Ben kapatıyorum telefonu. Zaten işim kısa. Hemen yanına geleceğim.”
Taksi sayesinde kısa süren yolculuğumun ardından adliyeye uğrayıp birkaç işimi hallettim. Yarım saat kadar oyalandıktan sonra da Erkin’in odasına doğru yürümeye başladım çünkü dün, Leman Hanım’ın küpesini annemin elinde gördüğümde neredeyse beynime kan gitmemişti. Moralimin bozulduğu, bütün keyfimin kaçtığı yetmiyormuş gibi bir de üstüne korkum katbekat artmıştı.
Ödüm kopuyordu Melek’i öldüren kişi bir tanıdığım çıkacak diye.
Erkin’in odasının kapısına iki kez tıkladım ve “Gel!” sesini duyana kadar birkaç saniye bekledim. İçeriye girdiğimde yüzü bana dönük değildi. Çay içerek bilgisayara bakıyordu, klavyeye tıklıyordu. Benim geldiğimi fark etmemişti.
Kapıyı kapattıktan sonra masasına doğru yürüdüm, sonra da sandalyeye oturdum. Yüzünü bana çevirince gözleri kısıldı, sanırım beni beklemiyordu.
“Bir şey mi oldu? Bu ne hâl?” diye sorduğunda bir süre cevap veremedim. “Miray, umarım Varan Alp’e anlatmak gibi bir gerzeklik yapmamışsındır.”
Büyük bir suçluluk duygusuyla yüzümü Erkin’e çevirdiğimde neredeyse ağlamak üzereydim. “Bok gibi hissediyorum.” dediğimde kafasını hafifçe geri çekti, sanırım şaşırmıştı. “Kusura bakma ama bizim yaptıklarımız o kadar yanlış ki Varan Alp’e sinirlendiğimde ona kızamıyorum bile!” Erkin pek hak verememiş gibi dudaklarını büzdü, kararsız bir bakış attı. “Neyse,” dedim ve çantamın içinde, en üstte duran kutuyu çıkardım. “Bak, ne buldum?”
Erkin’in masasının üstüne bıraktığım kutuya bakarken “Miray,” dedi Erkin, gıcık bir sesle. “Bak, olan oldu.” Kutuyu eline alırken de “Fırat tutuklandı.” dedi, dünyanın en normal haberini verir gibi. “Bugün adliyeye getirip Ceyda’nın önüne attım.” Kutuyu açtığı an kaşları çatıldı ve dehşet bir ifadeyle bana döndü. “Bu ne be?” Masanın üstüne bıraktı. “Bu küpeyi nereden buldun?”
“Küpe bizim evden çıktı.” dediğimde kaşları daha da çatıldı. “Leman Hanım düşürmüş.”
Erkin sinir bozukluğuyla güldükten sonra “Bu kadarı da tesadüf olamaz ama, değil mi?” deyip ayağa kalktı. “Bu ne ya? Kafayı yiyeceğim şimdi! Bir Rüzgar kaldı sizin sülalede suçlanmayan bir de anası… Bu nedir ya?”
Bir yandan kutunun içerisindeki yıldız simgeli küpeye bakarken diğer yandan da söylediklerini dinleyerek dertlenmiştim. “Ve işin kötüsü, Varan Alp’in bunların hiçbirinden haberi yok. Ne babasını tanıyor ne dayısını ne abisinin karıştığı işi biliyor…” Ağlamamak için tavana bakarken gülümsedim. “Ne de arkadaşının ondan gizlediklerini biliyor…” Kendimi söylemeye dilim varmıyordu. “Kendimi saymayacağım.”
Erkin bıkkınlıkla “Bunu es geçemeyiz Miray. Mecbur, gidip Ceyda’ya anlatman gerek. Artık ifadeye çağırıp çağırmamak da Ceyda’ya kalmış bir durum.” deyip masadaki kutuyu eline aldı. “Gerçi Leman Hanım’ın ifadeye çağrılması tamamen zaman kaybı olur çünkü o gece hastaneydi onlar.”
Sohbeti daha önce bizim evde de geçtiği için yeni yeni anımsadım. “Evet,” dedim ve gözlerimi kısarak Erkin’e döndüm. “Eşi hastaymış, Leman Hanım da yanında kalmış sanırım.”
“Ablamın yanına gitmiştim ya, hastaneye,” dedi Erkin. Sonra da sandalyesine oturdu ve kutuyu benim önüme doğru sürükledi. “Orada karşılaştık.”
“Yani cinayet saatinde Leman Hanım, eşinin yanında hastanedeydi…” Leman Hanım’ın Melek’i öldürmesi zaten imkânsızdı fakat yıldız simgesi kafamı karıştırmıştı. “Emin misin?”
Erkin bana ciddi olup olmadığımı sorgulayan bir bakış attı. “Miray, Melek ile yakın olan sendin. Sence Melek’in akrabalarının onu öldürmesi gibi bir seçenek söz konusu olabilir mi? Neden yani?” Kafasını olumsuz anlamda salladı. “Bak ben Ümit Haldun Bey’i pek tanımam etmem ama Varan Alp’in ailesinin herhangi bir üyesinin kendi kanından, canından bir parçayı dünya üzerinden yok etmesinin hiçbir amacı olamaz.”
“Bu ne ya o zaman?” Kutuyu elime alıp incelediğimde simgeye karşı olan nefretim katbekat artmıştı. “Acaba yıldız simgesinin peşine düşelim diye mi karşımıza çıkıp duruyor sürekli? Bu ne ya?”
Erkin kafasını olumsuz anlamda salladı. “Miray biz bu küpeyi araştırdık… Herkesin satın alabileceği bir değerde, çok pahalı olmayan ve popüler olan bir küpe bu. Hem Leman Hanım sizde tekini düşürdüyse diğer teki de kulağındaysa…” dedi mantıklı konuşarak. “Üçüncü kulağı olmayacağına göre olay yerindeki küpe başka birine ait. Hem gözümle görmesem o gece hastanede olduklarını inan, azıcık sorgulardım ama… Oluru yok.”
“İyi de…” Aklıma Behzat Bey geldi. “Behzat Bey kaç saat hastanede kalmış ki? Belki bilmiyorum, of… Herkesten şüpheleniyorum Erkin. Yani inan, dün şüphelenmediğim bir Rüzgar kaldı, senin de dediğin gibi.”
Erkin birkaç saniye sessiz kaldı. “Miray bu düpedüz tesadüf olmuş. Tamam, tatsız bir durum olduğunun farkındayım ama sen de tanıyorsun Leman Hanım’ı, eşini falan…”
“Leman Hanım’ı sevmiyorum.” dedim açık konuşarak.
Erkin’in yüzünde bir tebessüm peyda oldu. “Ama sevmen gerek.”
“Hayır, sevmem gerek falan değil.”
Erkin’in gülüşü derinleşti. “Ama Varan Alp’in ablası o.”
Ağlamamak için dudaklarımı büzüp burnumdan nefes alıp verdim. “Varan Alp zaten bilgisayarından delil yok ettiğimi bilse yüzüme bile bakmaz benim.” Başımı hemen başka bir yöne çevirdim. “Neyse,” Ayağa kalktıktan sonra kutuyu elime aldım. “Ben bunu ne olur ne olmaz, Ceyda’ya götüreceğim. Götürmem lazım.”
“Sen bilirsin.” Sandalyesini masaya yaklaştırdı.
Erkin’in bir şeyler bildiğini düşünerek “Ceyda’yla çok yakın mısın sen?” diye sorunca donakaldı, birkaç saniye sadece gözlerimin içine baktı.
“Üniversiteden beri arkadaşım. Yakınım sayılır.”
Kafamı olumlu anlamda salladıktan sonra “Varan Alp’le yakınlar mı peki?” diye sorunca gözlerini kaçırıp başka bir tarafa baktı.
“Yok ya…” dedi sonra da. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Eskiden daha yakınlardı ama şimdi Varan Alp…” Beni işaret etti. “Ya Varan Alp’in kızlarla öyle çok işi olmaz. Tek arkadaşı benim, benim de tek arkadaşım o. Net. Boş ver ya Ceyda’yı…”
Erkin tam bir en yakın arkadaş fiyaskosuydu…
“Tamam.” Odasından çıkmak için yönümü değiştirdim. “Görüşürüz.”
Ceyda’nın odasına doğru rotamı oluşturduktan sonra elimdeki kutuyla bakışa bakışa yukarıya doğru çıktım. Dünkü konuşmamızdan sonra içeriye girmem pek uygun olmayabilirdi ama sonuçta Fırat’ın da avukatlığını yapacağım için davada vekâletim vardı, dava hakkında bilgi alabilirdim.
Odasının kapısının önünde durup kapıya tıkladım. “Gel!” dedi öfkeli bir sesle. İçeriye adımımı atar atmaz göz göze geldiğimizde cinleri tepesine çıkmış gibi “Allah’ım ya…” dedi öfkeyle. “Çık buradan. Sana bir daha gelmemeni söylemedim mi ben?”
Kovulduğum yerde durmaktan nefret de etsem işin içine hukuk girince maalesef nefret ettiğim huylarımı bile askıya alabiliyordum.
Kapıyı nazikçe kapattım. “Çıkamam, Sayın Savcım çünkü size bir şey getirdim.” Ceyda’nın gözleri, elimdeki kutuya ilişince ses çıkarmadığı için masasına doğru yürüdüm. Önüne bıraktıktan sonra “Eğer dava dosyasının tamamını incelediyseniz bu küpenin aynısının suç mahallinde bulunduğunu görmüşsünüzdür.” deyince Ceyda kutuyu açıp küpeyi inceledi.
Başını kaldırıp bana baktı. “Bunu nereden buldun? Bir tanıdığının mı yoksa?”
“Leman Hanım bize, misafirliğe geldikten sonra düşürmüş.” Ceyda’nın kaşları çatıldı, tekrardan küpeyi inceledi. “Ama kendisi cinayet saatinde zaten İstanbul Kaleli Hastanesi’nde eşine refakatçilik yapıyormuş.”
Ceyda’nın rengi atar gibi olunca sesli bir nefes de verdi. “Bu yıldız simgesi senin gittiğin kulübede de vardı, değil mi?” Başımla onayladım. “Çok büyük bir tesadüf, gerçekten, tüylerim diken diken oldu…” Kolunu işaret etti. “Bunu da görmedim demem. Ama Leman ablanın zaten bulunduğu yer kamera kayıtlarınca ispatlı bir şekilde, HTS kayıtlarıyla da uyuştuğu için maalesef bu bir delil niteliği taşımaz. Hem…” Önündeki dosyaları karıştırdı. “Burada bu küpenin yaklaşık yüz seksen bin kişiye satıldığına ilişkin bir rapor var önümde. Leman abla da biliyorsun, durumu iyi. Hem küpesini tek kulağına mı takacak? Bu çift bir küpe. Neyse… Ben onu yine de ifade için çağırayım, dosyada ifadesi bulunsun. Küpenin tekini isterim, verir ve durum çözülür. Başka?”
“Başka bir şey yok.” dedim kısaca.
Kapıyı işaret etti. “Çıkın o zaman.”
Birkaç saniye düşündükten sonra “Leman Hanım benim ablamın görümcesi, biliyorsunuzdur.” deyince kafasını dosyadan kaldırıp anlam veremeyerek yüzüme bakmaya başladı. “Dün sergideydim zaten, sizi gördüm.”
“Eee?” dedi kaşlarını çatarak. “Ben de tanıyorum kendisini. Ne olmuş yani?”
Sorup sormamak için düşünmeye fırsatım yoktu. “Sizin bir tedavi gördüğünüzü söyledi.” Bunu gayet hüzünlü bir şekilde dile getirdiğim için öfkelenmedi, aksine o da hüzünlendi. “Geçmiş olsun.”
Kaşlarını kaldırıp indirdi. “Sağ ol.”
“Neyiniz var peki?” Elim ayağım titriyordu. “Bu yüzden İstanbul’a atandınız sanırım.”
Kafasını salladıktan sonra “İstanbul’da tedavi olmam gerekiyordu ve atamamı o şekilde gerçekleştirdim. Yaşım çok genç, anlamışsındır zaten.” diye açıkladı. “Yani tamam, çok iyi bir savcı olmayabilirim ama çabalıyorum.” Onun için üzülmüştüm. “Ben de kanunlara karşı gelmem, asi değilim… Üstüne gittiysem de üzgünüm Miray ama başarısız olunca bulunduğum yerde başkası mı olmalı, ben burada olmamalı mıyım diye düşünmekten kafayı yiyorum. Bu yüzden de herkese çatıyorum…”
“Kusura bakmayın.” dedim kısaca.
“Yok, zaten…” Telefonu çalınca kafasını masaya çevirdi. “Bir dakika dur, bunu açmam lazım.” Telefonu eline aldıktan sonra “Efendim?” dedi merakla. “Çıktı mı ön otopsi raporu? Nedenmiş?” Kaşları çatıldı. “Tamam, sonra konuşalım Varan Alp ama benim davamla pek alakalı değil gibi gözüküyor. Bayağı dümdüz itmişler adamı balkondan…”
Dinlemiyormuş gibi yapmaya çalıştım ama olmadı, sakin kalamadım.
“Başsavcı sana devredebilir davayı, o zaman buraya gel.” Gözlerini bana çevirdi. “Tamam,” Yüzündeki tebessümü gördüğüm an başımdan aşağı kaynar sular dökülür gibi oldu. “Ben sana anlatırım, merak etme…” Bir anda samimi ve tatlı bir dille konuşmaya başladı. “Başsavcı’nın neden davayı sana devrettiğini ikimiz de biliyoruz.”
Buradan çıkmak istiyordum.
Ceyda hafifçe kıkırdadıktan sonra “Tamam, otoparkta buluşup öyle gidelim ama,” deyince ellerimle şakaklarımı ovarak sandalyeye oturdum. Ayakta durmam epey zorlaşmıştı. Ceyda Savcı, “Tamam, görüşürüz.” dedikten sonra telefonunu kapatıp bana döndü. “Yine benden izinsiz makamımda benim sandalyeme mi oturdun?” diye sordu ama bu kez tebessüm etmişti.
Gözlerimi zorla da olsa çekik gözleriyle buluşturdum. “Zaten gitmem gerekiyor.” Kutudaki küpeye göz ucuyla baktım. “Siz halledersiniz ne gerekiyorsa.”
“Yalnız o bildiğin hastalık durumu var ya,” dedi sertçe. “Kimse bilmesin lütfen. Çünkü bunun adliyede yayılmasını pek tercih etmem.”
Sertçe yutkundum. “Kim biliyor peki bu durumu?”
“Erkin benim üniversiteden arkadaşım, o biliyor. Bir de Varan Alp… Zaten sen tanıyorsun onu.” Gözlerini kırpıştırdı.
Bu kez cesaretimi toplayıp “O da mı sizin için buraya atandı?” diye sorunca Ceyda şaşkınca yüzüme bakmaya başladı. “Leman Hanım öyle söyledi.”
Ceyda Savcı birkaç saniye tepkisiz kaldı. “Beş dakika önce sana gıcık oluyordum ama şu an sevmeye başladım.” Güldü. “Leman abla da niye söylemiş ki bunu sana? Pek anlamadım ama…”
Şimdi kafayı yiyecektim.
“Doğru yani?” dedim zorla gülümseyerek. “Senin için şehrini değiştirip buraya mı geldi?”
Ceyda Savcı’yı ilk defa bu kadar mutlu görüyordum. “Evet,” dediğinde dudakları iki yana kıvrılmıştı. “Ben çok rica ettim gelmesi için… O düşünmüyordu İstanbul’a gelmeyi. Ama Erkin’le aklını karıştırdık. Zaten onun bütün ailesi burada, biliyorsundur. Varan Alp İstanbul’u pek sevmez, çok kalabalık diye ama bir şekilde aklını çeldik.” Rahat bir nefes verdi. “Leman abla da ne fena ya… Ama doğru demiş. Ben rica ettim gelmesi için.”
“Senin için İstanbul’a geldiyse sana değer veriyordur herhalde…” dediğimde sesim titrediği için gözlerini kısarak bana bakmaya devam etti. “Madem bu kadar nefret ediyordu İstanbul’dan…”
Başıyla onayladı. “Değer veriyor tabii ki. Şimdilik arkadaşız ama… Sakın gidip bunu da birine söyleme avukat, aman diyeyim. İki savcı arasındaki aşkı adliye kaldıramaz.”
Bir hışımla ayağa kalktıktan sonra “Merak etmeyin, anlatmam,” deyip kafamı salladım. “Hoşça kalın.”
Kendimi fazlalık gibi hissederek Ceyda Savcı’nın odasından çıktıktan sonra adliyenin çıkışına doğru yol aldım. Zaten yarın duruşmam vardı, eve gidip hazırlık yapmam gerekiyordu… Burada daha fazla durmasam benim için daha iyi olurdu.
Telefonuma gelen mesaj sesi yüzünden asansörün önünde durdum, sonra da çantamdan telefonumu çıkarmak için elimi çantamın içine daldırdım. Yaklaşık doksan sekiz bin yüz seksen asır sonra telefonumu çıkarıp ekranı kaydırdım.
VARAN ALP:
Günaydın.
Kendimi çok kötü hissediyordum, bu yüzden cevap vermeden telefonu çantama geri attım. Bugün onu görmemek benim için daha iyi olabilirdi.
Telefonuma peş peşe iki mesaj daha gelince dayanamadım ve tekrardan çantama daldırdım elimi.
VARAN ALP:
Bugün kılıçlı oyunda 19. seviyeye yükseldim.
-FOTOĞRAF
İstemsizce kahkaha attıktan sonra gönderdiği fotoğrafı açtım, sonra da dayanamayıp onun odasına doğru ilerlemeye başladım. Bir yandan da kılıçlı oyununda başardığı tüm savaşları bana gönderdiği ekran fotoğrafını incelerken diğer yandan da odasına yürüyordum.
İyice dengesizleşmiştim.
İki dakika sonra onun odasının önünde durduğumda, etraftaki kalabalık yüzünden endişelensem de kapısına tıkladım. “Gel!” Sesini işittiğim an odasına girdim.
Tüm savcılara otomatik olarak yüklenen tek özellik, içeriye girdiğimde kapıya değil de masadaki herhangi bir şeyle oyalanmalarıydı. Az önce on dokuzuncu seviyeye yükseldiği oyunun ekran fotoğrafını alan bir savcı, şimdi de masasındaki dosyalara mı bakıyordu yani?
İçeriye girdiğimde topuklumun sesini duyar duymaz kafasını bana doğru çevirdi. “Burada mıydın sen?” diye sordu şaşkınlıkla.
“Evet.” Kapıyı kapattım. “Ve bana kılıçlı oyununun ekran fotoğrafını alıp gönderdiğine göre de müsaitsindir diye düşündüm.”
Güldü. “Sana her zaman müsaitim.” Ayağa kalktı, yanıma yürüdü ve tam karşımda durdu. “Duruşma ve olay yeri dışında,” diye eklemeyi de ihmal etmedi.
“Biliyoruz onu,” dedim tavır yaparak. “Olay yerine beni götürmemiştin.”
Garip bir bakış attı. “İyi yapmışım,” dedi gıcık bir sesle. “Ne işin var senin olay yerinde? Bir de hâlâ kendini mi haklı görüyorsun?” Gözlerimi kırpıştırıp tatlı tatlı gülümsedim. “Ne yaptın ne ettin yine birinin avukatı oldun, dosyaya dâhil oldun zaten.”
Az önceki kalp kırıklığımın tamamı gözlerinin içine bakarken geçmemişti, bu yüzden ona doğru tek bir adım attıktan sonra beklemeden ona sarıldım. Muhtemelen bir anda sarıldığım için şaşırdı ama sonra o da ellerini belime bağladı.
Hiç kıskanç bir kadın değildim ama az önce sanırım iliklerime kadar kıskançlık duygusuyla dolmuştum.
Acaba ona olanı biteni anlatsa mıydım?
Kendimi geri çektikten sonra “Kapının önü neden kalabalık?” diye sordum.
Ellerini belimden çektikten sonra “İfade alacağım çünkü,” dedi rahat bir şekilde. “Biraz daha beklesinler.”
Kendimi çok garip hissettim. Ama anında savunmaya geçtim: “Avukatları da vardır şimdi onların.”
“Eee?” dedi ve bir anda tekrardan güldü. “Onların da avukatı olma bir zahmet. Hem etik olmaz.” Saçlarımı biraz geriye attı.
“Ondan demedim zaten,” dediğimde merakla dinlemeye devam etti. “Savcıların avukatları bekletmesinden nefret ederim.” Kaşları havaya kalktı. “Hep de neden beklettiklerini düşünürdüm…” Kafamı olumlu anlamda salladım. “Demek savaş oyununda seviye yükseldiğin için beklettin Varan Alp…”
Bozularak “Hayır, kalem memurumun işi var. İfadeyi yalnız alamayacağıma göre?” dedikten sonra üstüme yürümeye başladı ama gerilerek geriye doğru adımlar attım. “Sen de her şeyi çok biliyorsun.” Sırtım duvara deyince ikimiz de durduk. Nabzım yine at yarışında depar atan koca atlar misaliydi…
Zaten dibimizde olan kapıya iki kez tıklanınca Varan Alp iki adım geriye yürüdü, ben de ne yapacağımı bilemeyerek sandalyelere doğru yürüdüm ve oturdum.
Biz niye hep basılıyoruz ya?
Göz göze geldik. “Gel!” dedi Varan Alp, istemeye istemeye.
“Savcım ön otopsi raporu.” Kalem memuruydu sanırım, Varan Alp’e raporu teslim etmişti. “Bir de…” Gözleri bana değdi kalem memurunun. “İfadeyi şimdi mi alacağız?”
Ayağa kalktığımda Varan Alp “İki üç dakika sonra içeriye alırsın onları,” deyip dosyayla masaya doğru yürüdü.
Masasının üstüne bıraktığı ön otopsi raporunu mesleki deformasyon sebebiyle okumaya çalıştım ama Varan Alp bunu fark edince gözlerini kısarak dosyayı ters çevirdi.
Ulan…
Gözlerimi devirdiğim an, kalem memuru kapıyı kapattı.
“Ay çok meraklıydım ben de senin dosyanın okumaya…” diyerek karşısında durdum.
Gıcık bir sesle “Meraklısın,” dedi kısaca.
Gülerek gözlerimi devirdim. “Biliyorum zaten, yüksekten atılmış, intihar etmemiş,” dediğimde gözleri kısıldı. “Sen Ceydoş’la konuşurken duydum.”
Şok olmuştu. “Ceydoş mu dedin?” dedi sessizce. “Ayrıca bu nasıl bir haber ağı ya?” Kaşları çatıldı ve güldü.
Gözlerimi kırpıştırdım. “Evet, Ceydoş.” Odasının kapısına doğru ilerlerken “Sana iyi ifade almalar…” dedim sırf ne konuştuğumuzu merak etsin diye.
“Miray,” dese de kapıyı araladığım için ne diyecekse yarıda kalmıştı. “Görüşürüz.”
Aralık olan kapının arkasındaki kalabalık yüzünden korkuyla bir Varan Alp’e bir de bekleme koltuğundaki insanlara baktım. “Tamam, Sayın Savcım. Ben o işi hallettim,” dedim ve kapıyı kapattım.
Herkes bana bakıyordu.
Kalem memuru da dâhil.
“Allah kurtarsın.” dedim boş bulunarak. “Yani iyi ifadeler, hepinize…”
Ne saçmalıyordum ben ya? Ama hepsi bön bön bakıyordu yüzüme. Ayıp olmasın diye insan bir şey der…
Kalem memuru genç adam dudaklarını birbirine bastırarak “Ben geçeyim mi?” deyince kapının önünden çekildim. Kapıya tıkladı, sonra içeriye bakarak “Savcım gelelim mi?” diye sordu. Ben de daha fazla burada duramayıp kattaki asansöre doğru yürüdüm.
Asansörün önünde durunca telefonum çaldı, hayretle elimi çantama daldırdım. Bugün de ne çok arayanım soranım vardı ya! En nefret ettiğim…
Telefonumu iki yüz asırcık sonra çıkarabildim nihayet… Tanımadığım bir numara arıyordu beni.
“Alo?” dedim ve asansörü çağırmak için düğmeye bastım.
“Miray Hanım ben Evra’nın arkadaşıyım,” diyen kişinin sesi çok kesik kesik geliyordu. “Siz Avukat Miray’sınız, değil mi? Evra sizi aramamı söyledi.”
Korkuyla “Ne oldu ki?” diye sordum. “Kötü bir durum mu var? Niye o aramadı?”
“Miray Hanım, Evra şu an hastanede,” dediği an kalbim acımaya başladı. “Sanırım Efnan’ı öldüren aile var ya, onların küçük oğlu Evra’yı tehdit etmiş.” Gözlerim doldu. “Darp etmişler onu. Yüzü gözü mosmor kızın… Lütfen hastaneye gelin. Sizi burada istiyor.”
Sıkıntıyla “Tamam, bana hastanenin konumunu gönder,” dedim ve telefonu sertçe kapattım.
İşte şimdi ağlıyordum.
Ve bu aile gerçekten çok fazla olmaya başlamıştı.
⚖️
DURUŞMA GÜNÜ
PERŞEMBE
Hakim Bey duruşmayı başlattı: “Belirli gün ve saatte ilk celse başlatıldı, Sanık Yener Borat bağsız olarak huzura alındı. Müşteki vekili Miray Hilde Lalezar ve sanık müdafi Fatma Vurmaz’ın geldikleri görüldü. İddianame ve kabullü kararı okundu, yargılamaya başlandı.” Hakimin yüzü bana doğru dönünce ayağa kalkıp izin istedim. “Buyurun Avukat Hanım.”
Mahkeme salonunda onlarca insan vardı; hepsinin nefret dolu gözleri üstümde, her zerremde gezinirken o kadar sinirliydim ki dünden beri yalnızca bu mahkemede söyleyeceğim sözler üstünde tekrarlar yapıp durmuştum. Ağlamıştım, öfkelenip emniyeti birbirine katmıştım, beni tutmasalar belki de Evra’yı öldüresiye döven ve karşımda pişkin pişkin oturan Yasir Borat’ı, Evra’yı nasıl yaraladıysa yaralamak için evlerini basmaya bile gidebilirdim.
Kendimi zar zor tutuyordum, zar zor teskin etmiştim ama bunu yapmak zorundaydım. Kısasa kısas kaldırıları çok olmuştu ve ben, bir avukat olarak kanunlara uymak zorundaydım. Üstümdeki cübbeyi giyinmek için senelerimi vermiştim ve her duruşmaya çıkarken gururla taşımıştım; bir kansız için kendi hayatımı mahvetmeme değmezdi ama o kansızın başkalarının hayatını mahvetmesine izin vermemek de benim elimdeydi.
Duygularıma yenik düşmeyecektim çünkü daha önce hiç yenilmemiştim, bu da ara sıra kalpsiz oluşum sayesindeydi.
Hakime döndükten sonra sanık kısmında bulunan Yener Borat’a göz ucuyla bakıp iğrenmemek için sesli bir nefes aldım, daha sonra da verdim.
“Sayın Hakim, öncelikle yeni kanıtlandığından ötürü iddianameye eklenen radar cezasının bu dava için ehemmiyetini bildirerek başlamak isterim. Sanık Yener Borat, rahmetli Efnan Keskin’in aracına çarpmadan dört dakika önce radar cezası yemiştir, bu yadsınamaz bir gerçektir; buna rağmen kendisi ifadesinde, yola çıktığından beri hızının sabit olduğunu belirttiği için aynı hızla müvekkilimin aracına onu öldürmek amacıyla büyük bir sinirle çarpmıştır. Kendisinin ve müvekkilimin hayatını tehlikeye atan sanığın daha öncesinde de müvekkilimin ablası Evra Keskin’i tehdit ettiği, telefon trafiğinde ve mesajlarda açıkça görülmektedir. Sanığın en üst sınırdan cezalandırılmasını talep ediyorum.”
Sandalyeme oturdum ve sadece önüme baktım.
“Sayın Başkan, müşteki vekilinin beyanlarına ek yapmak isterim,” diyen Ahmet Can Savcı, beni asla şaşırtmamıştı. “Merhume Efnan Keskin’in aracı, kaza gerçekleşmeden önce ani bir fren yapmıştır ve bu olay yeri inceleme raporunda belirtilmiştir. Yener Borat, Efnan Keskin ani fren yapınca aracına çarpmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle sanığın beraatini talep ediyorum.”
Hakim Bey bana dönünce ayağa kalktım ve sesli bir nefes verdim. “Sayın Hakim, müvekkilim Efnan Keskin’in şu ana kadar kesinlikle bir trafik cezası bulunmamaktadır. Kendisi, gayet düzgün bir biçimde senelerdir araç kullanmaktadır ve ani fren yapması için aslında hiçbir sebep yoktur. Ani fren yapmış olsa bile ben, bir avukat değil de vatandaş dahi olsam şunu sorgulardım: Sizce Yener Borat’ın radar cezası yemesinin hemen dört dakika sonrasında Efnan Keskin’in aracına çarpması ve Borat ailesinin aylardır Efnan ve Evra Keskin kardeşleri sözlü ve yazılı taciz etmesi bir tesadüf müdür? Farkındayım, burada bir trafik kazası mevcut ve siz, kim trafik kurallarına aykırı araç kullandıysa cezayı ona göre vereceksiniz ama öyle bir yolda, bir araç ani fren yapmış olsa dahi son hızla peşine takılmış bir aracın ona çarpmasını ben, söylediğim gibi, bir vatandaş olarak bile sorgulardım.”
Sanık müdafi izin isteyince sinirlenerek sandalyeme geçtim. “Buyurun,” dedi Hakim Bey, sanık müdafine doğru. “Sanık müdafi, buyurun.”
Avukat Fatma Hanım ayağa kalkana kadar bir asır geçmişti. “Sayın Hakim,” dediğinde bile üstünde parlayan altın kolye sayesinde ona ne kadar ödeme yaptıklarını anlamış oldum. “Müşteki vekilinin iddiaları asılsızdır. Bildiğinizi üzere olay yeri inceleme raporunda zaten Efnan Keskin’in ani fren yaptığı belirtilmiştir. O hâlde mahkeme heyetini daha fazla meşgul etmenin bir anlamı yoktur. Müvekkilim suçsuzdur ve kendisi de yaralanmıştır. Bir cezaya tabi tutulmamalıdır.” Yerine oturana kadar bile yüz saat geçmişti.
Hakim, sanık kürsüsüne doğru döndü. “Yener Borat, sen ne söyleyeceksin? Radar cezasını yedikten hemen dört dakika sonra araca çarpmışsın ve bu kaza bir ölüme sebep oldu. Bile isteye mi çarptın?”
Yener Borat ayağa kalktı. “Hakim Bey bile isteye neden çarpayım ki? Kendi hayatımı tehlikeye niye atayım? Evet, radar cezası yedim ama parasını zaten ödedim. Ben gayet normal bir hızla yolda giderken kadın aniden fren yaptı. Ben de duramadım, şoktan çarptım. Burada suçlu olan rahmetlidir yani… Kimse kusura bakmasın.”
Hakim Bey’in bıkkınlığı gözlerinden anlaşılıyordu. “Peki Efnan Keskin’i rahatsız ettiğin arama kayıtları, mesajları, sözlü tacizler ne olacak? Yine onu taciz mi edecektin? Amacın neydi de Efnan Keskin’i radarda ceza yiyecek kadar hızla takip ediyordun? Senden kaçıyor muydu?”
Yener, dalga geçercesine gülümsedi. “Onu ben niye yapayım ki Hakim Bey? Zaten eski çalışanım, dosyalarda da yazıyordur ama bunun o ani fren yaptığında ona şokla çarpmamla ne alakası var? Pek anlamadım.”
Rahatlığı yüzünden tırnaklarımı avuç içime bastırıp dişlerimi sıkarken Hakim Bey bana döndü. “Avukat Hanım, söyleyecek başka bir şeyiniz var mı?”
“Var Sayın Hakim,” diyerek ayağa kalktım. “Ben size son anda edindiğim bir video kaydını iletmek istiyorum.” Mübaşir yanıma gelip kamera kaydını içeren flash belleği elimden aldı, daha sonra da bir süre televizyona bağlanmasını bekledik. Görüntüler herkesin görebileceği bir şekilde yansıtıldı ve bu, onların bittiği andı. “Görüntülerde de gözükmektedir ki tarih, 24 Temmuz 2027’dir ve Yener Borat sabah saatlerinde alkol almıştır. Girdiği mekânın hızlandırılmış görüntülerinde aldığı alkol oranı, kaza anını hatırlayamayacağı kadar yüksek bir miktarda olması dışında aynı zamanda da radar cezası yemeden yedi dakika önce bir marketin dış kamera görüntülerinde de görüldüğü üzere hız oranı, çok yüksektir ve kendisi bir sokak kedisini ezmiştir.” İğrenerek Yener Borat’a ve bana beni öldürecekmiş gibi bakan sülalesine tek tek baktım. “Kendisi bu ara sokakta bile bu denli fütursuzca araç kullanıyor ama müvekkilim ani fren yapınca kendisi de ani fren yapamıyor mu? Ben söyleyeyim: Kendisi müvekkilimin aracına çarpmak amacıyla büyük bir nefretle araç kullandığı için…” Marketin dış kamerasında Efnan’ın aracını takip ettiği ispatlanmıştı. “Büyük bir nefretle araç kullandığı için direkt çarpmak ve onu öldürmek niyetiyle hızını artırmıştır.”
Hakim Bey görüntülere ve savcıya kararsız bir bakış attı.
“Sanık müdafi, bu görüntülerden sonra ekleyecek bir savunmanız var mı?” diye sordu hakim, Avukat Fatma’ya dönerek.
Yüz saat sonra kendisi ayağa kalkabilirdi. “Sayın Yargıç, müvekkilim olay gününü gayet net bir şekilde hatırlamaktadır. Ayrıca vücudunda alkol olmadığı olay günü savcımızın huzuruna sunuldu, zaten serbest bırakıldı. Kendisi alkollü bir mekânda alkol kullanmamış olabilir. Marketten alınmış kamera görüntülerinde de evet, hızı zaten normal değildir ancak radara yakalanıp hız cezası ödemiştir. Bunun Efnan Keskin’in ani fren yapışıyla da bir alakası yoktur.”
Kendimi tokatlayacaktım sinirden.
Ayağa kalktığım an “Sayın Hakim, sizce de rayına oturmayan beyanlarda ve ifadelerde bulunmuş olmaları kafamızı karıştırmıyor mu? Sanık, hep aynı hızla aracı kullandığını iddia ediyor ifadesinde ama sonra çelişkili bir şekilde benim müvekkilim ani fren yaptığında şoktan frene basamadığını söylüyor. Lütfen buna inanmamı kimse benden beklemesin! Ortada bir cinayet söz konusudur ve alkollü bir mekânda alkol kullandığı sabittir. Hangi adam ara sokakta o hızla milleti umursamadan, kim ölecek kim kalacak arkasına bile bakmadan bir kadını takip eder ve daha sonra o kadının ölümünün ardından bunun bir kaza olduğunu iddia edecek kadar aşağılık olabilir ki? Alkol aldığı burada bile bellidir,” deyip sanığı işaret ettim. “Kendisi bir sokak kedisini ezmiş, arkasına bile bakmadan aynı hızla yola çıkmış ve daha sonra da radar cezası yemiş. Sizce bir hayvanı ezip onu öldürdükten sonra hızını yavaşlatmayan bir caninin bir kadının aracına yanlışlıkla çarpması inandırıcı mıdır?”
Sesim biraz yükseldiği için sanık müdafi yüzünü ekşitti. “Biraz daha sessiz ve yavaş lütfen,” dedi Ahmet Can Savcı. “Öfkenizi kontrol altına alın.”
Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Biz bunun gibi çok fazla örnek görmedik mi sizce?” dediğimde sesimi alçaltmamıştım ama çığlık da atmadığım için bana karışmaya pek hakları yoktu. Kimse benden sakin olmamı bekleyemezdi. “Tanığımın içeri alınmasını talep ediyorum.”
Hakim Bey birkaç saniye sonra “Tanığı alalım içeri,” dedi kısık bir sesle.
Tanık, Jack Ogün’dü; kuvöz arkadaşım olan, evet.
Tanık kürsüsünün önünde duran kolu tamamen dövmeli olan Jack görüntülerde de vardı. “Ogün Bey, güncel olarak Jack’son Bar’da barmenlik mi yapmaktasınız?” diye sordum, Ogün’e yani Jack’e dönerek.
Jack kısaca “Evet,” dedi. Ona kısa cevaplar vermesini söylemiştim.
Mübaşire doğru döndüğümde herkesin ayağa kalkmasını işaret ettiğini fark ettim, hâkim de ayağa kalktıktan sonra “Ayağa kalkalım,” dedi. “Tanık sıfatıyla sorulacak sorulara vereceğiniz cevapların gerçeğe aykırı olmayacağına ve bilginizden hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine yemin ediyor musunuz?”
“Sorulacak tüm sorulara, hiçbir şey saklamadan namusum, şerefim ve kutsal saydığım tüm inanç ve değerler üzerine yemin ediyorum,” dedi Jack de.
“Peki sanık kürsüsünde oturan Yener Borat’ı 24 Temmuz tarihinde Jack’son Bar’da gördünüz mü?” diye sordum herkes oturduktan sonra.
Kafasını olumlu anlamda salladı. “Evet, gördüm.”
“Peki kendisi alkollü bir içecek mi almıştı yoksa alkolsüz mü? Bunu hatırlıyor musunuz? Bize o günü hatırlıyorsanız anlatır mısınız?” diye sordum.
“Anlatırım,” dedi hemen ve hakime döndü. “Kendisi…” Sanığı işaret etti. “Bara geldikten sonra bana kafasını dağıtacak bir içecek vermemi istedi, ben de kendisine alkollü bir içecek verdim. Kendisini unutmamamın sebebi de barımdan çıkarken bir adamla kavga etmesi. O gün neredeyse karakolluk olacaktık, bunları zar zor ayırdım. Bana dedi ki: ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Bu barı da satın alırım, seni de satın alırım. Benim soyadım Borat. Şimdi defol, uza!’”
Yener Borat ile Jack arasında öfke dolu bir bakışma yaşandı.
Jack rahatça “Hakim Bey, kendisi zaten gündüz gündüz geldi içki içti, bir de üstüne kaza yapmış. Yani sırf ani fren yaptı diye dan diye kızın arabasına mı çarpmıştır sizce?” deyince üç kez öksürdüm.
“Tanığa başka sorum yok, Sayın Hakim,” dedim ve Jack’e çıkmasını işaret ettim.
Bir iki dakika sonra hakim tekrardan Yener’e döndü. “Yener Borat, o gün alkol aldın mı?”
Yener ayağa kalktıktan sonra “Vücudumda alkole rastlanmadığına göre?” dedi rahat bir şekilde. “Tanık diye çıkarttığınız kişiyi muhtemelen bu avukat ayarladı, yalan söylesin diye.” Bana nefret dolu bir bakış attı. “Raporlara mı inanacaksınız yoksa şuna mı?”
Kaşlarımı çatarak “Hakim Bey, gördüğünüz gibi kendisi bir kadın düşmanıdır,” dedim ve Yener’i işaret ettim. “Bir hayvanı ezmiştir ve arkasına bile bakmamıştır, son hızla müvekkilim sırf ölsün diye kendi canını bile hiçe sayarak aracına çarpmıştır ve şimdi de sırf bir masumu savunduğum için bana nefret dolu bakışlar savurmaktadır.” Tamamen hakime ve heyete döndüm. “Mahkeme heyetine sormak istiyorum.” Bütün izleyicileri işaret ettim. “Bu kadar kalabalık ve zengin bir ailenin raporları değiştirmediğini, adalet adı altında çalışan herhangi bir insanı satın alamayacağını düşünen var mıdır?” Ahmet Can Savcı’ya bakarak sırıttım. “Var mıdır sizce Sayın Savcım? Bence vardır.” Bir kez soluk aldıktan hemen sonra devam ettim: “Müvekkilimi taciz ettikten sonra öldüren sanığın en üst sınırdan ceza almasını talep ediyorum çünkü ailesinin yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Alkol aldığı tanık beyanında ispatlanmıştır fakat vücudunda alkole rastlanmamıştır. Bu bile belli ediyordur. Ben, diğer müvekkilim ve merhumenin ablası olan Evra Keskin’in tanık olarak dinlenmesini de talep ediyorum.”
Hakim tekrardan “Tamam. Tanığı alalım,” deyince içeriye zar zor ayakta yürüyen Evra girdi. Ağlıyordu, yüzü gözü her yeri yara içindeydi ve korkuyla attığı adımlar zeminin utanmasına bile sebep oluyordu. Zeminin bile utandığına emindim ama bu aile, asla utanmıyordu.
Hâkim ayağa kalkarken mübaşir izleyicilere “Ayağa kalkalım,” dedi. Daha sonra hakim lafa girdi: “Tanık sıfatıyla sorulacak sorulara vereceğiniz cevapların gerçeğe aykırı olmayacağına ve bilginizden hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine yemin ediyor musunuz?”
“Yemin ederim,” dedi Evra, zorla da olsa.
“Evra Hanım,” dedim hüzünle. Neredeyse tanınamayacak kadar ağır bir şekilde her yeri yaralanmıştı. “Sizi bu hale kim getirdi?”
Evra ağlak bir sesle “Bu kişi,” diyerek en önde pişkince oturan Yasir Borat’ı işaret etti.
“Sizi öldüresiye döven bu cani, sizi darp ederken neler söyledi? Bize cümleler hâlinde tek tek söyler misiniz?” diye hemen sordum geri zekalı Yasir itiraz etmesin diye.
Evra burnunu çekip hakime döndü. “Bana dedi ki: Eğer yarın mahkemeye çıkarsan seni de avukatını da öldürürüm. Ben kabul etmedim ve korkmamayı tercih ettim. Sonra ona yarın ne olursa olsun mahkemeye çıkacağımızı söyledim. Bana dedi ki: Abim kardeşini nasıl öldürdüyse ben de seni öyle öldürürüm.”
Elim ayağım boşaldı sanki.
Sertçe yutkunduktan sonra “Peki Evra Hanım,” dedim, bana dönmesini sağladım. “Yasir Borat sizi öldüresiye darp ettikten sonra onu şikâyet ettiniz mi?”
Evra başını öne eğerek “Ettim ama serbest bıraktılar,” dedi.
“Peki daha önce Yasir Borat ile bir münakaşanız olmuş muydu?” diye sordum.
“Evet, evimin içine girip evimi dağıttı.” Hakime döndü. “Komşularım da gördü. O yaptı. Bir sürü erkekle evimin içine girdi, yatak odama bile girip bütün eşyalarımı dağıttılar. Sonra avukatımı aradım, evime polis memurları geldi.”
Dalga geçercesine gülüp hakime döndüm. “Sayın Hakim, tüm bunlar yaşandıktan sonra Ahmet Can Karasakal Savcı’nın yanına gidip bizzat komşu ifadelerini, evin görüntülerini ve müvekkilimin şikâyet ettiğini belirten metinleri kendisinin masasına bıraktım ancak ilgilenmedi bile. Bakınız, bu da bir çelişki. Cumhuriyet Savcısı nasıl olur da davayla bağlantılı bir dosyada sırf kanıt yok diye avukata dosyayı geri teslim eder? Niçin? Zaten Cumhuriyet Savcısı, iddiaların peşinden gidip kanıt aramak için görev yapmamakta mıdır? Biz mi yanlış bilmekteyiz?” Dosyayı uzattım, mübaşir aldı.
Hakim Bey dosyayı inceledikten sonra “İddia makamına soruldu:” dedi ve savcıya döndü. Ahmet Can Savcı’nın yüzü kıpkırmızı olmuştu. “Yasir Borat’ın HTS ve PTS kayıtlarına bakılmadı mı? KYOK itirazı sonrası Evra Keskin için iddianame düzenlenmedi mi?”
Savcı sesli bir nefes verdi. “Sayın Hakim kendisi dosyayı bana teslim etmedi ki…” deyip beni işaret etti. “Ayrıca darp vakası dün gerçekleşmiş.”
Öfkeyle “Çünkü Yasir Borat tutuklanmadı, bu yüzden de benim müvekkilim darp edildi!” dedim sertçe. “Siz nasıl iddia edebiliyorsunuz dosyayı size teslim etmediğimi? Adalet Sarayı’nda kamera görüntüleri yok mu zannediyorsunuz?”
“Haddinizi bilin!” diyerek sesini yükseltti Ahmet Can Savcı. “Bir Cumhuriyet Savcısı ile konuşuyorsunuz! Beni asılsız iddialarla suçluyorsunuz!”
“Öyle mi?” dedim merak ve öfke dolu bir sesle. “Nasıl ya asılsız iddiayla suçluyorum? Siz az önce bana size dosyayı getirmediğimi söylediniz ama ben odanıza kadar girdim, dosyayı size gösterdim. Bana dediniz ki: ‘Ne belli Yasir Borat’ın girdiği?’” Dalga geçercesine güldüm. “Sayın Hakim davayla doğrudan bağlantılı bu şikâyetimizi tekrardan belirtmeyi de es geçmeyerek tanık kürsüsünde her yanı yara bere içinde, kardeşinin ölümü için hâlâ yas tutan Evra Keskin’e bir bakmanızı rica ediyorum. Evra Hanım,” dedim tekrardan soru sormak için. “Yasir Borat sizi nerede darp etti?”
Evra hemen “İş yerimden çıktıktan sonra, otoparkta,” dedi hüzünle.
“Peki kendisini şikâyet edebildiniz mi?”
Kafasını olumsuz anlamda salladı. “Kimse ilgilenmedi. Zaten kardeşimin ölümünde de bütün raporları değiştirdiler, o kadar eminim ki.” Hakime yalvarırcasına döndü. “Lütfen duruşma ertelenecekse bile onları tutuklayın, benden uzak dursunlar istiyorum çünkü ölmek istemiyorum. Canımdan olmak istemiyorum.”
Hakim elindeki dosyayı sertçe bıraktı. “Tanığa başka sorunuz var mı?” diyerek bana döndü.
“Yok, Sayın Hakim,” dedim.
Evra’ya çıkmasını işaret ettim, beni bekleyecekti.
Birkaç saniye sonra savcı, mecburen hakime dönüp “Yasir Borat’ın tanık olarak dinlenmesini istiyoruz Sayın Hakim. Kendisi bu suçlamaları kabul edecek mi?” diye sordu.
Hakim, Yasir’e döndü. “Yasir Borat, Yener Borat öz kardeşiniz olduğundan tanıklıktan çekilme hakkınızın olduğunu belirterek tanık olarak dinlenmenizi talep ettik. Kabul ediyor musunuz?”
Yasir hiç çekinmeden “Tanıklık ederim,” diyerek büyük adımlarla tanık kürsüsüne çıktı. Göz ucuyla bana baktı. “Hakim Bey ben öncelikle abimin hatasının farkındayım ama şu kadın,” dedi tıpkı abisi gibi beni işaret ederek. Bana bir çöpmüşüm gibi bakıyordu. “Yalan yalan yalan…” dedi bastıra bastıra. “Her bir yerinden yalan fışkırıyor bu kadının. Araya tanıdık sokup yalan söylettiriyor.”
İtiraz ettim. “Soyadım Borat olsaydı belki söylediklerinize hak verirdim.”
“Kendi aramızda konuşmayalım,” diye uyardı hakim bana dönerek. “Yasir Borat, abiniz Yener Borat’ın Efnan Keskin’i öldürdüğünü söyleyerek Evra Keskin’i öldüresiye darp ettiğiniz doğru mudur?” diye sordu.
Yasir tabii ki reddetti. “Doğru değildir.” Dalga geçer gibi ağzını yaya yaya konuşuyordu. “Hepsi ahan da bu kadının uydurmasıdır.”
Hakim yüzünü ekşiterek “Azıcık yol yordam bilin, karşınızda bir avukat var, her şeyden önce de bir duruşmadasınız. Bu kadar rahat olamazsınız,” dedi.
Yasir kafasını sallayarak “Pardon…” dedi bıkkın bir sesle.
Hakim Bey kararsız bir bakış attıktan sonra “Tamam, o hâlde gerekli incelemeler yapıldıktan sonraya erteleyelim,” dedi kendi kendine. “Karar:” dediği an korkuyla ayağa kalktım, umarım tutuksuz yargılanma verilmezdi. “Yargılama esnasında dosyaya dâhil olan ve delil niteliği taşıyan kamera görüntüleri, kamera görüntülerini destekleyecek tanık Jack Ogün Yılmaz’ın beyanları doğrultusunda; sanık Yener Borat’ın alkol aldığı ve bu şekilde araç kullandığı iddia edildiğinden; duruşmanın 2 Aralık Perşembe, saat 09.45’e ertelenmesine ve bu süre zarfında, sanık Yener Borat’ın tutuklu yargılanmasına karar verilmiştir.” Rahat bir nefes vererek elimi kalbime götürdüm.
Sanık müdafi Fatma, hayatının şokunu yaşayarak itiraz edecek gibi oldu. Sağıma doğru döndüğümde aslında herkesin o şekilde baktığını fark etmem de pek zamanımı almadı. Umarım buradan çıktıktan sonra kafamda silah patlamazdı çünkü bunlardan beklenirdi, dün daha da emin olmuştum.
Kansız ruhsuzlar.
Duruşma salonundan çıkar çıkmaz ilk iş, Evra’nın yanına doğru ilerledim. Yanında bekleyen eski avukat arkadaşlarıma da kısaca teşekkür ettim. Yeşim, İlkhan ve Emirhan Evra’nın yanındaydı ve Emirhan Evra’ya su içirmeye çalışıyordu.
Evra beni görür görmez “Miray,” dediğinde herkesin yüzü bana döndü. “Miray ne olur tutuklandığını söyle.”
“Tutuklu yargılanacak, duruşma bir ay sonraya ertelendi.”
Yeşim’in kaşları çatıldı. “O kadar erken mi?” dedi gözlerini belerterek. “Diğeri ne olacak peki?”
İlkhan, kapıya doğru bakarken “Miray bunlara dikkat et de seni şey yapmasınlar,” deyince Evra ayağa kalkıp elimi tuttu.
“Yuh,” dedi Emirhan, İlkhan’ın koluna vurarak. “Geri zekâlı, öyle söylenir mi?”
İlkhan büyük bir pişmanlıkla kaşlarını çatarken “Pardon Evra, sen boş ver beni...” dedi.
Yeşim ayağa kalkıp “Evra, şimdi seni ben bizim eve götüreceğim,” diyerek koluna girdi. “Orada sana zarar veremezler. Benim ailem de güçlü, zengin bir aile.” Bu yüzden bizim fakülte tayfayı çağırmıştım işte… Bazı insanları kimse satın alamazdı.
Evra elimi bırakıp “Peki Miray? O ne olacak?” deyince kendisini çok güçlü iki erkek olarak gören İlkhan ve Emirhan gurur dolu bakışlarla kendilerini işaret ettiler. İstemsizce güldüm. “Siz Miray’ı evine bırakır mısınız? Zaten onun eniştesi polis ama eve gidene kadar yanında durun. Bunlardan her şey beklenir.”
İlkhan bana imalı bir bakış atarak “Zaten savcı arkadaşı var onun,” dediğinde Emirhan kıkırdamaya başladı.
“Aşk olsun,” dedim ikisine dönerek. Varan Alp’in, eniştemin kardeşi olduğunu söylediğim andan itibaren sabahtan beri bizi bir evlendirmedikleri kalmıştı. “Susun ve dediğimi yapın.”
O sırada yanıma Jack geldi ve omuzuma dokundu. “Miroş,” dedi kıkırdayarak. “Tanıklığım sayesinde zafer elde ettik, değil mi? Bir dakika ya…” İlkhan’a ve Emirhan’a döndü. “Beyler ben tanık mıydım yoksa sanık mı? Bu ne ya hepsi aynı kelime gibi…”
Emirhan mavi gözlerini belerterek “Sen savcısın, Evra da hakim,” diyerek aklınca espri yaptı. Boşanma davalarına bakan İlkhan ve Emirhan ikilisini gebertmeme çok az kalmıştı. “Ben avukatım ama orası kesin.” Otuz iki diş sırıttı. “Miray da Başsavcı.”
“Ooo…” dedi Yeşim, Evra’yı sıkı sıkı sararken. “Miray, ne ara Başsavcı oldun sen?” Evra da istemsizce gülümseyince kıkırdayarak etrafa bakmaya başladım.
Gına geldi hepsinden. “Gerçekten okul zamanını bana anımsattığınız için hepinize şükranlarımı sunuyorum,” diye mırıldandım. “Çok işim var ayrıca, gitmem lazım.” Geriye doğru adımlar atarken Jack’e teşekkür ettim. “Jack çok sağ ol ya… Her yerden de bir 17 Eylüllü fışkırıyor,” diyerek omuzuna dokundum. “İyiliğini unutmayacağım.”
Jack, “E yani ben,” diyerek dilini çıkardı. Dilinde bile delik vardı manyağın… “Ayrıca mahkemeye çıkmak enteresan bir deneyimdi. Haftaya yine geleceğim.”
“Ama sakın tanıkken hakime bir daha akıl verme!” diye uyardım onu.
Emirhan ve İlkhan bu söylediğimden sonra tükürerek gülmeye başlayınca Jack alınarak ikisine döndü. “Ne gülüyorsunuz be?”
Yeşim de “Sen hakime akıl mı verdin Jack ya?” dedi sırıtarak. “İlahi Jack…”
Emirhan ayağa kalkıp “Jack Ogün Yılmaz, akşam sendeyiz. Değil mi İlko?” deyip arkadaşına döndü. “Zaten işten atıldık anasını satayım, iki ay bomboşuz.”
“Siz de mi?” diye sordum kaşlarımı havaya kaldırarak. “Nasıl ya?”
“Sen de mi atıldın lan?” diye sordu İlkhan ve ayağa kalkıp Emirhan’ın koluna girdi. “Üçümüz de mal gibi kaldık mı şimdi?”
Emirhan gözlerini devirerek “Ben şirket avukatlığı bile yaparım, yeter ki iş olsun. Zaten maymunları ve dinozorları boşamaktan gına gelmişti...” dedi.
İlkhan “Net bir şekilde katıldığımı belirtmek isterim,” dedi.
Şirket avukatlığı…
Aklıma Behzat Bey’in verdiği kart gelince gülerek ikisine döndüm. “Hadi yine iyisiniz.” Çantamın içine attığım iki kartı ararken onlar da beni soru yağmuruna tutmuştu ama kartları aramakla meşguldüm. “Alın.”
“Bu ney?” dedi İlhan eşek sesi çıkarır gibi.
Emirhan “Ovv…” diyerek kartı havaya kaldırdı. “Bu bir cennet dostum.”
Yeşim de merak ederek “O ne ya?” diye sorunca kartları işaret ettim.
“Benim ablamın görümcesinin eşinin şirketinin kartı…” dediğim an herkesin kaşları çatıldı. “İşsiz kaldığımı öğrenince vermişti kartları, alın sizin olsun. Zaten ben şirket avukatlığı yapmam ya yapamam… Beni biliyorsunuz.”
Jack sanki çok bir şey anlamış gibi “Kesinlikle Miraycığım…” dediğinde zorla gülümsedim.
“O zaman, görüşürüz…” diyerek elimi salladım herkese. “Evra sen de Yeşim’in yanından ayrılma. Artık başımıza bir şey gelmezse… Çok iyi olur,” diye devam ettirdim.
Herkesle vedalaştıktan sonra asansörlere doğru ilerledim. Duruşmadan önce Varan Alp adliyeye girerken karşılaşmıştık, yanına uğramamı söylemişti, onun yanına gidecektim.
İki gündür Varan Alp ile olan her konuşmamızda ağzını aramaya çalışmıştım. Ne yaptığını, ne yapacağını, kiminle buluştuğunu, nerede olduğunu hep sormuştum ama Ceyda hakkında hiçbir şey söylememişti. Aynı zamanda benimle o kadar yakındı ki Ceyda’ya karşı bir hissinin olması söz konusu bile değildi. Bana nedense sanki buraya gelmek için daha büyük bir sebebi varmış gibi geliyordu, Ceyda da üstüne tuz biber olmuştu ve buraya gelmemesi için hiçbir sebep kalmamıştı… Bence öyleydi.
Odasının kapısına iki kez tıkladıktan sonra içeriye girdim ve “Günaydın,” dedim. Erkin de içerideydi.
“Günaydın,” dedi Varan Alp de.
“Ooo… Bence tutuklattırmışsındır sen…” diyerek beni işaret etti Erkin. “Gözlerinin içi gülüyor.”
Başımla onayladım. “Duruşma bir ay sonraya ertelendi ama tutuklu yargılanacak en azından.”
Erkin’in karşısındaki sandalyeye oturunca Varan Alp, “Sana bir şey dediler mi?” diye sordu. “Tehdit? Duruşmadan çıkınca falan…”
Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Duruşma içerisinde ‘şu, bu’ demeseler daha iyi olurdu tabii de… En azından çıkışta karşılaşmadık, ben hemen Evra’nın yanına gittim.”
Birkaç saniye sonra Erkin, merakla “O anonim katil seni daha aramadı, değil mi?” diye sorunca kafamı sallamakla yetindim. “İşe bak ya…” Varan Alp’e dönerek “O küpeden ne çıktı?” diye sorduğunda aynı zamanda pot kırmıştı.
Varan Alp anlamayarak “Ne küpesi?” diye sorunca Erkin bana döndü.
“Olay yerindeki küpe,” diye araya girdim. Ama ondan gizlemek istemediğim için “Bizim evde aynısını buldum da…” dediğim an Varan Alp’in gözleri açıldı.
“Ne?” dedi sadece.
Daha sonra hemen “Ablan düşürmüş,” deyince kaşları çatıldı.
Dalga geçer gibi güldü. “Yok artık,” dedi ama o kadar saçma sapan bir tesadüftü ki ben olsam ben de aynı tepkiyi verirdim, kınayamadım. “Sen de Ceyda’ya götürdün?” dedi soru sorar gibi.
“Yani götürdüm,” dedim istemeye istemeye. “Ama zaten ablan, eniştenin yanındaymış ya, hastanede. Bu yüzden Ceyda ifadesini alıp küpenin tekini isteyecek, sonra da bırakacak. O kadar.”
Kafasını salladı. “İyi yapmışsın,” dediği an Erkin’le göz göze geldik.
Erkin sahte bir gülüşle “Bak Miray,” dedi imalı imalı. “Savcı dediğin böyle olmalı.” Sanırım sakladığımız sırrı söylememem için beni tembihliyordu gizliden. “Kardeşe bile ayrımcılık yok. Değil mi Varan Alp?”
Varan Alp, Erkin’in bu tavrına bir mana veremeyerek “Sen niye öyle yapıyorsun ki sesini? Bir şey mi ima ediyorsun?” diye sorduğunda Erkin tamamen Varan Alp’e döndü.
“Yok.” Fakat bir anda Fırat’ı anlatmaya başladı. “Fırat’ın kolunda yıldız simgeli dövme var Varan Alp.”
Elimle yüzümü kapatıp gözlerimi zemine çevirdim. “Yok artık…” dedi Varan Alp bugün için ikinci kez. Gülmeye başladı. “Sen de gidip Ceyda’ya mı teslim ettin?”
Erkin bıkkın bir nefes verdi. “Evet çünkü kendisi torbacılık falan yapıyor.”
Elimi yüzümün önünden çekip Varan Alp’e döndüğümde kalbim, korkumdan ötürü deli gibi çarpıyordu. “Torbacılık mı?” dedi Varan Alp gözlerini kısıp Erkin’e bakarak. “Ne alaka ya? Neden?”
Erkin dudaklarını büzdü. “Bilmiyorum ama mal taşıyormuş işte, ben de eğer bu davayla bağlantılıysa diye Ceyda’nın önüne attım.” Bana döndü. “Miray, sen avukatı olursun, değil mi?”
Zorla yutkundum. “Olur,” dedim ama bir anda söylediği için Erkin’e çok kızgındım.
Varan Alp hâlâ şaşkındı. “Bir dakika ya… Niye mal taşıyor bu çocuk?” Aklına yatmamıştı sanırım. “Sen bunu nereden öğrendin? Yıldız dövmesi ne alaka? Dava ile Fırat’ın ne alakası var?” Varan Alp’in kaşları çatıldı. “Bir dakika…” Ayağa kalkınca yüreğim ağzıma geldi. “Görüntülerdeki kişi Fırat olabilir mi?” diye sorunca Erkin bıkkın bir nefes verdi.
“Evet. Olabilir.”
Varan Alp daha da şaşırarak “İyi de Fırat niye gidip birilerini öldürsün? Tetikçilik mi yapıyor?” diye sorup masasının etrafında dolandı. Yerinde duramamıştı öğrendiğinden beri.
Erkin oflayarak “Boş ver, boş ver…” dedi hızlıca. “Konuşmak istemiyorum. Zaten biliyorsun, Fırat’la samimiyetim pek yok. Sadece soyadımız aynı. Öz kardeşim de değil… Tatsız bir konu. Konuşmak istemiyorum.”
Erkin ayağa kalkıp odadan çıkmak için kapıya yürürken Varan Alp “Ya bir dursana Erkin,” dese de Erkin durmadı, odadan çıktı. “Allah Allah ya…” Yüzümü Varan Alp’e doğru kaldırdığımda göz göze geldik. “Aynı dövme mi acaba? Ne saçmalıyor, anlamadım…”
Bilmiyormuş gibi “Aynıdır herhalde…” dediğimde sorgular gibi gözlerimin içine baktı. “Bu kadar sinirlendiğine göre aynıdır.” Konuyu değiştirmek için ayağa kalkıp karşısında durdum. “Sen neden yanına uğramamı istedin?”
Hâlâ düşünceli bir bakışla kapıya dönük olduğu için birkaç saniye cevap vermedi. Sonra bana dönüp “Görmek için,” dedi kısaca. “Zaten işlerimizden dolayı zar zor görüşüyoruz, bari adliyede göreyim.”
Tek bir cümleyle beni gülümsetmeyi başardı. Ama hâlâ ablasının küpesini Ceyda’ya teslim ettiğim için nasıl hissettiğini bilmediğimden “Gerçekten kızmadın değil mi?” diye sordum. “Küpeler için.”
Varan Alp bir kez cıkladıktan sonra elini yanağıma getirip burnumun ucuna dokundu. “Burnuna bile makyaj mı yapıyorsun sen?”
Güldüm. “E yani…” dedim otuz iki diş sırıtarak. “Yapmayayım mı?”
“Ucu biraz parlıyor,” dediğinde kahkaha atmamak için kendimi çok zor tuttum.
Kafamı olumlu anlamda salladım. “Parlamasın mı?” diye sordum.
“Yani burnun parlasa ne olur parlamasa ne olur…” Biraz daha dokununca yüzümü geri çektim. “Ne oldu?” dedi şaşırarak.
“Allah Allah ya…” dedim ve kaşlarımı çattım. “Hem parlasa ne olur parlamasa ne olur diyorsun hem de siliyorsun.”
Daha da şaşırdı. “Dokununca silinmez o. Katman katman sürmüşsün.”
Ağzım beş karış açık kaldı. “Biraz dokundurdum sadece.”
“Ben de biraz dokundum zaten.”
“E tamam, siliniyor…” Üç kez peş peşe cıkladığımda başparmağına bakarak gözlerini belertti. “Bakayım,” diyerek elini tuttuğumda başparmağının parladığını fark ederek kahkaha attım. O ise bu durumdan hiç hoşnut değildi. “Al, dokunursan böyle olur işte.”
“Bence sen sürme şu parlayan şeyi bir daha, mümkünse ruj da sürme.”
Al işte… “Pardon ama rujla ne alakası var?”
“Öpünce sürekli bulaşıyor,” derken başparmağındaki parlaklığı geçirmek için masanın üstünde duran peçetelerden birini alıp parmaklarını sildi.
Göz göze gelince “Nasıl yani?” diye sordum.
“Ne nasıl?” Sanırım ne söylediğini unutmuştu. Gözleri dudaklarıma değince “Evet, bulaşıyor bana,” diye açıklamaya devam etti. Çok komik açıklıyordu.
Gülümsememi zorla da olsa durdurdum. “Neyse,” dedim daha fazla irdelememek için. “Ben artık gideyim.”
“Tek mi gideceksin?” diye sorduğunda aklıma yarım saat önceki duruşma maceram geldi.
Ofladım. “Üf… Onlar bana bir şey yapamaz ya!” dedim küçümseyerek. “Hem benim koruyucu meleğim var.” Kaşları çatıldı. “Katilimiz!” dedim büyük ve saçma bir neşeyle. “Asla 17 Eylül dışında bir gün içerisinde ölmemi istemez de kendisi…”
“Miray,” dedi uyarır gibi. “Hiç komik değil.”
Gözlerimi devirdim. “Zaten komik değil ama haklıyım, kabul et.”
“Değilsin. Ona güvenip tek dolanma dışarıda, çok saçma…” dedi hızlıca.
Bıkkınlıkla gözlerine bakarken “Ne yapayım? Hayatım boyunca evden çıkmayayım o zaman…” dedim ve kapıya doğru yürümeye başladım. “Bir şey yapamaz onlar bana.”
Kapının kulpuna tutunup açtıktan sonra Varan Alp de benimle beraber kapının pervazında durdu. “İyi tamam,” dedi ve omuzuma dokundu. Fakat başımı sağıma doğru çevirir çevirmez Yasir Borat’ın yanında duran açık yeşil gözlü, uzun boylu adamı görmem bir oldu. Korkarak Varan Alp’e döndüm ama o fark etmemişti. “Bir şey olursa haber verirsin,” deyip yanağımdan öptü, sonra da içeriye girdi.
Hiçbir şey söylemeden kapının önüne çıkınca Varan Alp kapısını kapattı, ben de ileride bekleyen adamla on saniye kadar bakıştım.
Yanına yürüdükten sonra “Şimdi de beni mi darp edeceksiniz?” diye sorunca göz ucuyla arkama doğru baktı, Varan Alp’in odasının kapısına.
Büyük bir öfkeyle sesli bir nefes verdi. “O içerideki kişi savcı mıydı?”
Dalga geçer gibi güldüm. “Korktun mu yoksa?” diye sorup arkamı döndüm. “Evet. Savcı.”
Bir kez cıklayıp sesli bir nefes verdi. “Bak avukat, bizim sülale geniştir.” Bunu adliyedeyken yüzüme bakarak söylemesi ve savcıların bulunduğu koridordayken yapması, geri zekâlılıkta en üst seviyeye sahip olduğunu kanıtlar nitelikteydi. “Eğer biraz daha ortalığı karıştırırsan savcı sevgili dinlemeyiz, keseriz senin biletini.”
“Ne diyorsun ya sen?” diyerek takım elbisesinden tutup geriye doğru ittirdim onu. “Adliyedeyiz geri zekâlı… Bana bak, seni de dava ederim. Duydun mu?” Sesimi biraz yükseltince kalem memurlarından birisi tam yanımızda durdu.
Adam neye uğradığını şaşırdı ama sonra hemen topladı. “Sen dediğimi duydun...” dedi iğrenç sesiyle.
“Beyefendi bir sıkıntı mı var? Hayırdır?” Varan Alp’in kalem memuruydu bu adam, ilk gördüğümde çıkaramamıştım ama yüksek ihtimalle oydu. “Ne oluyor?”
Fakat bu gibi insanların belli ki devletin savcısından bile korkusu yoktu. “Sen kimsin?” diye sorup elini havaya kaldırdı gerzek.
Bıkkın bir nefes verdikten sonra “Ya çek git!” diye bağırdım. Sesim koridorda yankılandı.
“Eeeeh!” dedi beni hafifçe ittirerek. “Sen fazla kaşınıyorsun ama he! Hemen şikâyetinizi geri çekin, yoksa yarın sağ çıkmazsın.” İki adım geriye sendelediğimde sabrımın son sınırındaydım.
Kalem memuru “Beyefendi sıkıntılı mısınız? Savcı koridoru burası! Nasıl girdiniz? Çıkın!” dediği an birkaç kapının açıldığını işittim. Suratına bir tane çakmamak için o kadar zor duruyordum ki… “Ve siz tehdit saçıyorsunuz. Bu bir suç.” Göz ucuyla üstümdeki cübbeye baktılar.
“Ne oluyor?” Varan Alp’in sesini işittiğim an arkamı döndüm.
Benim bir şey söylememe gerek kalmadan geri zekâlı adam, Varan Alp’e doğru yürüyüp “Bak savcı,” dedi ve beni işaret etti. “Şu kadına söyle, duruşmaya çıkmasın, yoksa…”
Varan Alp, adamın yakasından tutarak “Bak savcı ne lan?” dediği gibi duvara yapıştırdı. “Düzgün konuş! Şu kadın ne? Yoksa ne olur?” Sesi kısıldı, tam ne dediğini duymadım ama adamı neredeyse boğacakmış gibi duvara yaslamıştı.
“Savcım ne oluyor?” Katta bekleyen polis memurları bile gelmişti. Ortalığı birbirine karıştırmıştı geri zekâlı! Ne gerek vardı ki buna şimdi?
Varan Alp tam dudaklarını aralıyordu ki “Savcım, bu adam Avukat Hanım’ı öldürmekle tehdit etti...” dedi kalem memuru. Polis memurları bir bana bir Varan Alp’e baktıktan sonra en son duvara yapışan adama döndüler.
Varan Alp, yakasına yapıştığı adama döner dönmez “Alın şunu,” diyerek polis memurlarının önüne doğru ittirdi. “Bizi tehdit etti, nezarete atın.”
“Sizi mi ettim?” diyen adam sinir bozukluğuyla gülmeye başladı. “Savcı biliyorsun, ben bir şey yapmadım! Hey!”
Varan Alp, polis memurları adamı alıp zorla götürürken “Hâlâ savcı diyor ya… Kes.” dedi.
Yanına yürüdükten sonra “Tamam boş ver,” dedim hızlıca.
Dehşet bir ifadeyle dalga geçercesine gülüp bana doğru döndü. “Miray bu ne rahatlık ya?” Katta kim varsa buraya toplanmıştı, bu yüzden rahat konuşamıyordum. “Seni tehdit ediyor, sen de onunla konuşuyor musun? Bir de benim odamın önünde!”
“Ne yapayım?” diye patladım ve kolunu bıraktım. “Sanki senden korkacaklar! Görmüş bizi, bir de diyor ki bana seni o bile koruyamaz! Ne yapabilirim yani? Böyle bunlar!”
Beti benzi atmıştı sinirden. “Ya neyse ne,” dedi sonra biraz daha kısık konuşarak. “Sen tek başına dışarıya çıkma.”
Başımı hafifçe sağıma doğru çevirdiğimde Ceyda’yı ve hayret dolu bakışlarını görünce bir süre ona doğru baktım ama Varan Alp sinirden belli ki etrafındaki kimseyi görmüyordu.
“Miray.” Elimi tuttuktan sonra gözlerimin içine baktı. “Duydun mu? Abimi arayacağım, gelsin alsın seni.”
Bıkkınlıkla “Tamam,” dedikten sonra odasına doğru yürüdük.
⚖️
CUMA AKŞAMI
Her şey aynıydı.
Dün eniştem beni adliyeden aldıktan sonra eve, ablamın yanına bırakmıştı; yetmemişti, üstüne bir de kapının önüne sivil polis dikmişlerdi. Bugün, iş çıkışında da Mir Beyaz beni almaya gelmişti ve toplanıp hepimiz Gebze’ye gelmiştik; ablam ve eniştem, Rüzgar da dâhil.
Ne 17 Eylül psikopat katilimiz beni arıyordu ne de peşimdeki diğer gerzekleri görmüştüm dünden beri. Aslında hayatım monotondu ama arka plandaki gerilim dolu tehditler bir şekilde beni korkutmayı başarıyordu. Üstelik artık kendi ofisimi de açmam lâzımdı, bunun için de dünden beri mekân bakıyordum ama ne yazık ki ablamın ağlamaları ve zırlamaları yüzünden sadece iki mekân bulabilmiştim.
Lohusalığı kırk gün geçmesine rağmen devam eden bir ablamın olması kadar berbat bir şey yoktu. Dün sırf Rüzgar iki kez üst üste ağzını açıp öksürük tarzı bir ses çıkardı diye evi birbirine katmıştı. Bebek bakamadığını söyleyip hıçkıra hıçkıra ağlarken Rüzgar’ı kucağında tutup sallamakla meşguldü ve işin kötüsü bütün gün çenesini ben çekmiştim.
Sırf ablam lohusalığından azıcık da olsa çıksın diye bizim eve getirmiştik. Kalabalık bir ortamda kalması onun için daha iyi olabilirdi. Annem ve babam da zaten sık sık ablamın yanına gidiyorlardı. Ve tabii ablam birkaç saattir en azından düne göre çok daha iyiydi.
Babam ile eniştem çekirdek çitleyerek gazetedeki bulmacayı çözmeye çalışırken ben de Mir Beyaz’a dünkü gelişmelerden bahsediyordum. “Sonra?” diye sordu kısık bir sesle. Masada sadece ikimiz oturuyorduk. “Varan Alp ne dedi?”
“Sonra eniştem beni adliyeden aldı, ablamlara gittik, o kadar.”
Mir Beyaz “Ben demiştim ama sana Miray,” dedi fısıldayarak. “Bak sana da bir şey olursa…” dedi kendisini işaret ederek. “Artık benim psikolojim kaldırmaz. Alırım silahı çat çat hepsini gebertirim.”
Gözlerimi belerterek “Ya Mir Beyaz bunlar korkak…” dedim ama ben de ara sıra endişeleniyordum can sağlığım için. “Anca ne yaparlar, biliyor musun? Döver döver kaçarlar.”
“Bu sence hafif bir şey mi Miray? Sanki gelip başını okşuyorlarmış gibi konuşma. O davadan hemen çekil, daha güçlü ve zengin bir avukat bulalım. Başına bela olmasınlar. Zaten artık belli, ikisi de tutuklanacak,” dediğinde biraz düşündüm. “Bak, sakın ben bu yola baş koydum, deme bana.” Yanağımı sıktı ama canımı acıttığı için ben de koluna cimcik attım. “Mal mısın Miray?” Kolunu gösterdi. “Kızım yaralıyım ben yaralı…”
Dilimi çıkardım. “Hani sıyırmıştı.”
“Kanıyor ama,” dedi gözlerini belerterek. “Geçen kanadı. Ne yapacağımı bilemedim, ben de Elif’i aradım.”
Kaşlarımı çattım. “Yuh!” dedim sessizce. “Evine mi çağırdın kızı? Ya rahatsız olduysa?”
Cıkladı. “Yok yok… Ben onun dairesini bildiğim için yanına gittim. Zaten evinde bunun şey malzemesi varmış… Adı neydi ya, he pansuman…”
Gülerek “İyi…” dedikten sonra yarasına dokundum. “Ya ben sana kıyamam. Sen yaralandın mı?” dedim kedi sever gibi. “Senin omuzundan kurşun mu geçti?” dedim sesimi incelte incelte.
“Ya kızım sussana,” dedi babam pürdikkat gazeteye bakarken. “Niye miyavlıyorsun?”
Eniştem babama dalga geçerek bakarken kıkırdamaya başladı. “Baba sen yine yenilmelere doyamadığın için başkalarına çatıyorsun herhalde…”
Babam gözlerini devirdi ve “En azından senin gibi eşek değilim,” deyince Mir Beyaz kafasını masaya yatırarak gülmeye başladı.
“Ortamın IQ seviyesi indiğine göre,” dedim ve ayağa kalktım. “Ben en iyisi odama çıkayım.”
Salonda durmaya daha fazla dayanamayıp hazır annemler de mutfaktayken biraz yalnız kalmak için odama çıktım. Koray’ın odasının kapısı tabii ki misafir geldiği için kapalıydı, sırf sinir etmek için kapıyı açıp kendi odama doğru yürüdüm.
“Heeey!” diye bağırdı Koray yüksek bir sesle. “Mal Miray abla, sen yaptın değil mi?”
“Kes!” diye bağırdıktan sonra kendi odama girdim ve kapıyı kapatıp kilitledim. Muhtemelen sırf sinir etmek için kapımı açacaktı; açmaması için bizzat kilitledim.
Yatağımın üstünde duran telefonumu elime alarak bedenimi yatağımın üstüne bırakınca dört cevapsız aramayı görür görmez sırıtmaya başladım.
Varan Alp dünden beri yüz kez beni arayıp mesaj atmış olabilirdi.
Cevapsız aramanın üstüne tıklayıp telefonu kulağıma götürdüm.
“Alo.” Sesi biraz tripli gibi gelmişti. “Niye telefonlarım açılmıyor Avukat Hanım? Çok mu meşgulsünüz?”
Dalga geçer gibi güldüm. “Evet. Çok meşgulüm,” dedim bilerek.
“Allah Allah… Neyle meşgulsünüz? Sorabiliyor muyuz?”
Biraz düşündükten sonra “Hayır, soramazsınız,” dedim. Gülümsemekten yanaklarıma ağrılar girmişti.
“İyi. Ben sizi meşgul etmeyeyim o zaman.” Sesi yine tavırlı gelince kıkırdamaya devam ettim. “Kapatayım istiyorsanız…”
“Kapatmayın lütfen çünkü sesinizi duymak bile iyi geliyor.” Doğrulduktan sonra “Ya sen de buraya gelemez misin?” diye sordum. “Herkes burada, hafta sonu bir de.”
“Yok, gelemem,” deyince ofladım. “Ziva’yı nereye bırakacağım ki?”
Aklıma gelen ilk seçeneği söyledim: “Erkin’e bırakırsın.”
“Sadece Ziva için de değil. İşim var.”
Daha fazla üstelemedim. “Neyse tamam,” dedim ve kafamı yastığa koydum. Kesin yine arka planda Ceyda ile ilgileniyordu ama sakin kalmam lazımdı. “Ne işin olduğunu sormayacağım.”
“Kafandan neler geçtiğini o kadar merak ediyorum ki…” Birkaç tabak çanak sesi gelince yemek yediğini düşündüm. “Ama yüz yüzeyken konuşuruz.”
“Bulursan konuşursun canım,” dedim sinirle. “Evden çıkamadığım için pek özgür olduğum söylenemez, malum, Borat kabilesi peşimde.”
Varan Alp istemsizce kahkaha attıktan sonra “Kabilesi…” diye tekrarladı beni. “Sülale olmasın o?”
“Yok, direkt aşiretler yani belli…” dedim abarta abarta. “Yalnız çok sinirlisin diye o an gülemedim ama adamı çöp poşeti gibi kaldırıp nasıl duvara yasladın Varan Alp ya?” Aklıma geldikçe gülüyordum.
“Miray hâlâ sinirliyim ve hiç komik gelmiyor.”
Ama ben hâlâ gülüyordum. “Ama o an kendini görsen…” Hayran hayran anlatmaya başladım. “Maşallah, bismillah… Sana kurşun mu döktürsek? Üstünde nazar vardır senin…” Aklıma Ceyda’nın attığı öfkeli bakış gelince alt dudağımı ısırdım.
“Maşallah derken,” Tabii ki bütün cümlelerimden ilgisini çeken kısma odaklanmıştı. “Çok etkilendin herhalde.”
Bunu da iki saniye övmeye gelmiyordu. “Aynen aynen… Ama başkası olsa etkilenmezdim.”
“Yani şu an ilanı aşk mı ediyorsun yoksa ben mi yanlış anladım?”
Yanaklarım gerçekten o kadar ağrımıştı ki gülmemek için dudaklarımı öne çıkara çıkara maymuna döndüğümden emindim. “Aynen,” dedim ve iki kez öksürdüm. “Ama ben onu birkaç hafta önce tam masanın yanında karşı karşıyayken yapmıştım.”
Telefondan bile Varan Alp’in zilinin sesini duyunca gözlerimi devirdim.
“Miray,” dediğinde gerçekten de zilin çaldığını anladım. “Zil çaldı, kapatıyorum ben.”
“Tamam,” dedim istemeye istemeye.
Telefonu kapatır kapatmaz mesaj kısmına girip beş defa peş peşe kimin geldiğini sorduktan sonra telefonumu kapattım ve camın önüne doğru yürüdüm. Hava aşırı soğuk değildi, bu yüzden camı açıp biraz dışarıyı izledim.
Bu cerrah da uzun zamandır bana yazmıyordu ya da beni aramıyordu… Şaşkınlık verici bir durumdu.
“Miraaaay!” Annemin çığlığı üzerine camı kapattıktan sonra kapının önüne kadar yürüdüm, kapının kilidini açtım ve koridora çıktım.
“Efendim?” dedim uzata uzata bağırırken.
“Miraaaay!” Annem beni duymuyor muydu ya?
“Efendim anne?” Daha yüksek bir sesle bağırdım. “Ne oldu?”
“Miraaaayy!”
“Efendim ya?” diye bağırarak merdivenlere yöneldim.
Aşağıya iner inmez karşımda annemi gördüm. “Kızım niye cevap vermiyorsun ya?” dedi hayretle. “Al şunu, git.”
Elime tutuşturduğu çöp poşetine bakarken “Anne sen ciddi misin? Koray niye atmıyor?” diyerek çöp poşetine bakmaya başladım. “Neyse atarım ben.”
“Bir kere de sen at Miray!” diye neredeyse çığlık attı. “Annen bütün gün hizmetçilik yapsın! Kıyafetini yıkasın, assın, kurutsun, katlasın! Yemeğini yapsın! Odanı temizlesin! Sonra da niye çöp atmaya çıkıyorum? Oldu!”
Şaşkınlıktan ağzım beş karış açık kaldı.
Eniştem kapının önünde durup “Miray,” diyerek bana bakmaya başladı. “Ver, ben atayım.”
“Ya!” diye bağırdı annem sinirlenerek. “Siz benden bir şey mi saklıyorsunuz? Herkesler de buraya gelmiş, zaten bir gariplik var!” Teo, annemin çığlığı üzerine bir adım geriye sendeledi.
“Bir şey olmaz enişte, ben atarım. Şurası zaten,” diyerek ona güven vermeye çalıştım.
Zaten takip edilmemiştik, bir de beni kaçıracaklarını falan düşünüyorlardı.
Annem hayretle “Yeter yahu…” dediğinde bu tepkisi biraz fazla olduğu için gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Annem mutfağa doğru ilerlerken eniştemle kapının önünde yalnız kaldık.
“Annem bu ara biraz değişik…” Terliklerimi giyinirken çöpü olabildiğince uzak tuttum kendimden. “İki dakikaya gelirim.”
“Tamam, dikkat et. Telefonun yanında, değil mi?”
Başımla onayladım ve “Evet, yanımda,” dedim.
Dış kapıya yönelip ilerledikten sonra kapıyı açtım. Akabinde beyaz çorabımın üstüne giydiğim kırmızı terliklerimle ölüm sessizliğiyle yarışır derecede sessiz mahallemizde yürümeye başladım. Çöp konteynırına yürüyene kadar da etrafımı inceledim; boşuna endişelenmişlerdi, kimse yoktu.
Çöpü attıktan sonra cerrah kişisinin evinin arkasındaki boş arazide, arkası dönük bir şekilde cerrahı görmemle dudaklarımı büzdüm. Umarım delirmemişti ve kendi kendine konuşmuyordu.
“Senin karını tanımıyorum ben,” dediğini duydum en son. Kimden bahsediyordu be bu? “Ayrıca ailenizde savcı olması beni ilgilendirmez. Hiçbir şey bilmiyorum ben.”
Diğer çöp konteynırının yanına kadar yürüdüm, beni görmedi.
Kafamı biraz daha kaldırdığım an karşısındaki kişinin Behzat Bey olduğunu fark ettim.
“Ne alaka be…” diye fısıldadım istemsizce. Arkamı döndüğümde de Behzat Bey’in arabasını gördüm. Niye buraya gelmişti ve neden bu adamla tartışıyordu?
Sertçe yutkundum. “Sizi gördüm,” dedi tehdit eder gibi. “Bir ilişkiniz varsa söyleyeceksin.”
“Ne diyorsunuz beyefendi siz? Leman kim, tanımıyorum bile!” diye bağırdı cerrah kişisi de. “Ayrıca yola girerken siz sinyal verseydiniz, niye ben veriyorum?” Behzat Bey’in yüzünü incelerken kıpkırmızı olduğunu fark ettim. “Beni daha fazla tehdit edemezsiniz, tamam mı?” diye tekrarladı cerrah.
Behzat Bey öfkelenerek “Sen mi öldürdün yoksa Melek’i?” diye sorunca elimle aralanan dudaklarımı kapattım. Eğildim ve beni görmemeleri için konteynırın arkasına gizlendim.
“Beyefendi artık haddinizi aşıyorsunuz! Bir de üstüne cinayetle mi suçluyorsunuz beni?” diye kendisini savunan cerrah yüzünden şuracıkta kalp krizi geçirecektim.
Behzat Bey’in sesi daha da yükseldi: “O zaman neden benim karımın ailesinin karşısındaki binaya taşındın? Geri zekâlı!” diye bağırdı. “Bir de gidip kızlarına talip mi çıktın? Yüzsüz müsün sen?”
“Artık haddinizi aşıyorsunuz!” diyerek Behzat Bey’i ittirdi, cerrah. “İstediğimi yaparım!”
“O zaman bunu da açıkla,” diyen Behzat Bey telefonunu havaya kaldırdı. “Eşimin yeğeninin öldüğü gün niye hastaneye gelip eşimle tartıştın? Ha?” Ne gösterdiğini göremiyordum. “Neden?”
Cerrahın en son telefonu yere ittirip parçalamaya kalkıştığını gördüm. “Bunu sana da polislere de anlatmak zorunda değilim. Şerefsiz herif. Şimdi siktir olup git, başımızı belaya sokma!”
Bu tarafa doğru yürüyünce konteynırın diğer tarafına gizlenmeye çalıştım.
Başımdan aşağı kaynar sular dökülür gibi olunca sertçe yutkundum. Hiç iyi değildim…
-
INSTAGRAM - esmatonguc
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.5k Okunma |
1.17k Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |