İKELU SUNAARRR!
YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN OLUR MU? BİR DE BİR TANECİK OY VERSENİZ FENA OLMAZ :'))
"İKELU NE?" tarzında bir soru sorma gereği duyduysan kanalımı takip etmeni tavsiye ederim. O da Instagram hesabımda, önce çıkan hikayelerimde mevcut. Linke tıklayıp Whatsapp kanalıma anonim bir şekilde katılabilirsin.
INSTAGRAM VE TWITTER // esmatonguc
Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.
ON YEDİ EYLÜL (II)
21. BÖLÜM: "GİZEMLİ TELEFON"
⚖️
"Her an her yerde tehditkâr bir bakışla, günah dolu bir silahla öldürülebilirsin."
Duyduklarıma inanamayarak birkaç saniye şakaya kurban gidip gitmediğimi kendi içimde düşünürken telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. İki üç saniye kadar Mir Beyaz'ın açık kahverengi gözlerine kenetlendiğimde, hâlâ duyduğum cümleleri sindirmiş değildim.
Mir Beyaz telefonu elimden sertçe aldı.
"Kimsin lan sen?" diye sordu öfkeyle. Ne olup bittiğini anlayamadan kafamı Teoman'ın odasına doğru çevirdim. Emniyetin cam kapıları sayesinde Teoman'ı ve Korhan Amir'i görüp ikisine de korku dolu bir bakış atınca Mir Beyaz öfkeyle "Lan!" diye bağırıp telefonu kulağından ayırdı.
Hiddetle kapıyı açtıktan sonra "Savcım, Miray'ı aradı," diye bağırmaya başladı tekrardan Mir Beyaz. "Konuştum. Tehdidini değerlendirmediğim için öpücük möpücük gönderdi, aptal ucube!"
"Ne tehdidi?" diye sorduğunu duydum Varan Alp'in. "Ne oluyor ya?"
Şoktan yeni çıktığımdan ötürü adımlarımı hızlı tutarak Teoman'ın odasının içine ben de girdim. Bu kez herkesin yüzü bana döndü.
"Ne dedi, ne tehdidi?" diye sordu Varan Alp, bana ve Mir Beyaz'a yüzünü çevirerek.
"Herkesin ismini saydı." Sesim çok sessiz çıkmıştı çünkü korkmuştum. "Sesi çok korkunçtu... Sanırım benim burada olduğumu biliyor... Özel numaradan aradı..." Kafam karıştı. "Sesi çok inceydi." dedim hatırladığım tek detayı söyleyerek. "Sesi bir kadın sesi gibiydi. Aradığımız katil, yani seri katil bir kadın olabilir..." Ardından az önce bana şüphelendikleri eşkali belirttiklerinden ötürü kısa bir cümleyle az önceki cümlemi güçlendirdim: "Kısa saçlı bir kadın..."
Erkin ve Varan Alp birbirlerine baktılar, ben de o süreçte Mir Beyaz'a döndüm.
"Sana ne söyledi?" diye sordum ve bedenimi ona doğru çevirdim. "Neye sinirlendin?"
"Tehdidimi değerlendirmedin Mir Beyaz ve ardından gelen öpücük..." Telefonumu sertçe elime tutuşturduktan sonra öfkeli bir nefes verdi. "Onu bir elime geçirsem var ya..."
Erkin masanın arkasından dolanarak yanıma yürüdü. "Hemen bilişime gidelim, konum falan ulaşabiliriz diye. Sanırım senin konuşman gerekiyor." Gözleriyle beni işaret etti. "İnelim bilişime, hadi."
Daha doğru düzgün kendime gelemeden Erkin, Mir Beyaz ve Teoman'ın koşar adımlarla odadan çıkışını izledim. Varan Alp de tıpkı Erkin gibi masanın arkasından dolandı ve "Hadi," dedi elini koluma hafifçe değdirerek. "Başka bir şey söylemedi, değil mi?"
Hızlıca kafamı olumsuz anlamda salladım. "Nasıl olduğumu sordu sanırım en başta... Yani en başta telefon çekmediğinden dolayı sesinin berbat geldiğini düşündüm, umursamadım ama sonra isimleri tek tek sayınca..." Sanırım onunla iletişime geçmek beni epey korkutmuştu. "Neyse, hadi inelim."
Korhan Amir "Miray, sakin ol. İnin bilişime, sizden haber bekliyorum." deyince kapının ardından son kez ona bakıp kafamı olumlu anlamda salladım.
Varan Alp ile beraber diğerlerinin peşinden aşağıya, bilişim katına indik. Kata vardığımızda Erkin'i ve konuştuğu polis memurunu görür görmez yanlarına doğru ilerledik. Teoman ve Mir Beyaz da o polis memurunun yanına oturmuştu.
"Evet, konuşması gerekiyor." dediğini duydum polis memurunun. "Konuşursa güncel konumuna ulaşırız ama kullan at bir hatsa zor, Sayın Savcım. Yine de şansımızı deneyelim."
Telefon bende olduğu için "Beni aradı," deme gereği duydum. "Ama özel numaradan."
"Bir bakabilir miyim?" deyince alelacele telefonumun kilidini açtım. Arama kısmına girdikten sonra da polis memuruna uzattım. Numarayı tuşladı ancak telefon çalmadığından ötürü kaşlarını kaldırarak telefonu bana uzattı. "Savcım çalmadı bile. Muhtemelen kullan at hat alıp özel numaradan aradı ve bulunduğu bölgeyi hemen terk etti."
"Ulaşamıyor muyuz yani konumuna ya da ne bileyim, hani hattın takıldığı telefon modeli falan bulunuyor ya artık..." dedi Varan Alp de telefonumu eline alarak.
Polis memuru "Ben bir deneyeyim ama genelde bu tür vakalarda hiçbir bilgiye ulaşamıyor savcım." dedikten sonra Varan Alp'in elinden telefonumu aldı yine.
Hepimiz bir iki dakika boyunca polis memurunun telefonumu ve bilgisayarla denediği birkaç uygulamayı karıştırışını izlerken bu kez de Mir Beyaz'ın telefonu çaldı. Büyük bir korkuyla ona doğru döndüğümde telefonunu çıkarırken onun da endişelendiğini fark ettim.
"Annem," dedi Mir Beyaz kafasını olumsuz anlamda sallayarak. "Geliyorum ben Miray." Koluma dokunduktan sonra koridora doğru ilerledi, ben de arkasından baktım.
Bilişimdeki polis memuru, "Sayın Savcım kullan at bu hat veya konumu yok." dedi kaşlarını çatarak. "Yani herhalde sinyale ulaşımımızı kapattığı bir bölge kullanıyor. Denedim ama olumsuz, Sayın Savcım."
Telefonumu masadan aldıktan sonra bizimkilere döndüm. "Beni yine arayacak. Biliyorsunuz, değil mi?" Kalbim hızla çarpmaya başladı. "Muhtemelen tehdit bile edecek. Baksanıza, Erkin sırf davanın savcısı diye neler yaptı..."
Erkin öfkeyle gözlerini yumarak bilişimdeki polis memurunun sandalyesine elini koyarak "Peki Miray'ı tekrar ararsa ve aradığı süreçte de Miray burada durursa konumuna erişebilir miyiz?" diye sordu.
Polis memuru "Yüksek ihtimalle konumuna erişebilirim fakat genelde kullan at hat takanlar ya söylediğim gibi sinyal almamızı engelleyen bir cihaz kullanabiliyorlar ya da halka açık bölgelerde, mobesenin bulunmadığı alanlarda telefonla konuşup hemen çıkarıyorlar." diye açıklamaya devam etti. "Savcım bir kez sizin davanızda yine bu şekilde telefonla hattın konumunu bulmuştuk ancak gittiğimizde gördük ki ne bir mobese kaydı var ne de etrafta şüphe çeken biri."
Erkin'in yüzü düştü. "Doğru, hatırlıyorum." Duruşunu dikleştirip Varan Alp'e döndü. "Varan Alp bizim olay yerini bulmamız lazım, başka çaremiz yok." Dişlerinin arasından "Havai fişek görünen bir yerdeyse eğer..." dedikten sonra herkese tek tek baktı. "Ekiplere haber ver Teoman, Mir Beyaz sizi restorana götürsün."
Teoman anında ayağa kalkıp "Restorana..." dedikten sonra Mir Beyaz'ın bulunduğu bölgeye baktı. "Ekipler dün orayı aramadı mı?"
"Tekrar arayacaksınız!" Erkin yürümeye başlayınca Teoman da peşinden yürüdü, Varan Alp ile yalnız kaldım. En son Erkin'in "İllaki o gereksiz havai fişek etrafa bir şeyler saçmıştır." deyince kaşlarım çatıldı.
"Ben dün her yere baktılar zannediyordum." diyerek telefonumu çantama attım.
Varan Alp de "Restoranın çevresine bakıldı, havai fişeğin patladığı bölge için görgü tanığı aranıyordu çünkü biraz uzak bir bölge tarif etti Mir Beyaz." diye açıkladı bana. "Erkin bana pek bilgi vermiyor artık," Yürümeye başladık, bilişimden çıkarak cinayet büroya doğru ilerledik. "Başsavcı uyarmış."
Aklıma gelen ilk şeyi söyledim. "Erkin'in ablası Feyza Hanım'ı da o şerefsiz katil öldürdüyse bu davayı Başsavcı senden alacak ki Erkin'den de almış olacak otomatikman..." Kafam karıştı. "Muhtemelen başka bir savcıya verilir."
Varan Alp, "Erkin, Başsavcı'ya bilgi vermemi istemiyor bu yüzden," diyerek bana yakınmaya başladı. Başımı ona çevirdiğimde merdivenlerden çıkıyorduk. "Hem sinirli hem üzgün... Çıkışmaya korkuyorum."
"Ama bu şekilde kanunları çiğnemeye kimsenin hakkı yok." dediğim an aklıma Erkin'in Fırat ve Koray hakkında anlattıkları gelince söylediğim cümleden utandım. Sanırım artık Fırat'ı da Koray'ı da ifşa etmemiz gerekiyordu yoksa bu olay büyüyebilirdi.
Varan Alp bir anda "Erkin zaten kanunları çiğnemez," dedi rahat bir şekilde. "Kendimden şüphe ederim ama ondan asla." Belli ki Erkin'e çok güveniyordu.
Cinayet büroya girdiğimiz an "İnsanlar yanıltır, hatta en çok güvendiklerin yanıltır." dedim ona kısık bir sesle. Göz göze geldiğimizde başını olumsuz anlamda salladı.
"Bu sadece güven değil, tanımakla da alakalı." Gözlerini bir saniye olsun yüzümden ayırmadı. "Ben Erkin'i tanıyorum, o kanunları çiğnemez."
Bir anda Erkin'in "Buraya bakın!" diye bağırmasıyla yüzümü sağa doğru çevirdim, Varan Alp de o tarafa dönmüştü. "Şimdi büro, beni iyi dinle! Bak buraya!" Herkesin görebileceği bir yere geçti. "Şimdi beni iyi dinleyin! Havai fişeğin patladığı saati tespit ettik," deyince Varan Alp ile beraber Erkin'in bulunduğu bölgeye doğru ilerledik. "On ikiyi beş geçe, bir havai fişek görüntüsü Pendik yakınlarında oturan biri tarafından kamera kaydı alındığından ötürü az önce komiser tarafından tespit edildi!"
Kaşlarım çatıldı. "Pendik mi?" Varan Alp'e döndüm. "Biz Melek'i Gebze'ye varmadan gördük, Pendik miydi orası?"
Varan Alp'in gözleri kısıldı. "Evet, galiba."
Tam dudaklarımı aralayıp cevap verecektim ki Erkin, "Bu yüzden maktul Melek İnal'ın tahmini ölüm yeri kuvvetle muhtemel hiçbir kamera kaydının alınamayacağı bir nokta, bu nedenle seferber olup mobeseler nerede kayıt yapmıyorsa o bölgeleri arayacağız!" diyerek ileriyi işaret etti. "Umay sen de kriminal ekibini topluyorsun, Teoman'ın öngördüğü noktayı yani havai fişeğin patladığı noktayı olay yeri inceleme görecek. Bir havai fişek artık patlayınca ateş mi saçıyor, barut mu saçıyor ne haltsa..."
Umay, Erkin'in yanında durup "Buyurun savcım," dedi.
Erkin, Umay'a çok bakmadan diğer polis memurlarına "Hemen, Teoman Komiser'i takibe alıyorsunuz. Artık gecikmeye yer yok! Bakın, restoranın bulunduğu yer belli!" Sesini daha da yükseltti. "Oradan bir delil, bir detay bulmadan eliniz boş dönmek yok! Hadi!"
Varan Alp, Erkin ile Umay'ın arasına girip "Şimdi mi geldi kamera kaydı?" diye sorunca Erkin burnundan sesli bir nefes verdi.
"Hacı beyimizin keyfinin kahyası şimdi göstermek istemiş," İleride duran adamı işaret etti. "Hacı dayı heey!" dedi Erkin yanına yürüyerek. Arkamı döndüğümde mavi gözlü, kel ve kafasında takke bulunan, yaşlı ama güler yüzlü bir adam gördüm. "Videoyu kestikten sonra kaç saniye daha patladı bu havai fişek?"
Adam biraz düşündükten sonra "Vallahi ben bilmiyorum, bunu da bizim torun çekmiş." deyince kaşlarım daha da çatıldı. Sesi çok kısıktı. "Ben Ümit Haldun'un kızının katili bulunsun diye getirdim, herkes haberlerde diyeydi havai fişek diye..." Adam ağlak bir sesle konuşmaya devam etti. "Ben onu çok seviyorum, hey gidi Ümit..."
Erkin gözlerini devirerek "Bey amca bak," dedi ileriyi işaret ederek. "Şu sarı saçlı polis memurunu görüyor musun? Heh, bak, bize bakıyor," Amca gördüğünü belirterek kafasını salladı. "Git onun yanına, ifade ver. Bana ne dediysen aynısını söyle. Tamam mıdır?"
"Tamam." diyerek polis memurunun yanına doğru yürüdü yaşlı adam da.
"Çıktılar mı?" diye sordu Varan Alp, büronun neredeyse boşaldığını görünce.
Erkin kafasını sallayarak "Varan Alp sen... Iııı," dedi beni işaret ederek. "Burada kal. Ya da ne bileyim, evine dön ya..." Kafasına vurdu. "Yemin ederim beynimi tahtakuruları kemiriyormuş gibi hissediyorum anasını satayım ya... Umay, niye buradasın sen hâlâ?"
Umay ne diyeceğini bilemeyerek "Savcım siz soru sordunuz ya..." dedi korkuyla. "Havai fişekle alakalı."
"Yahu ne sorusu Umay? Ekibi toplayıp tüm bölgeleri arayın, ilgi çekici bir şey görürseniz olay yeri müdahale etsin." dedi öfkeyle. "Sonra anlatırsın havai fişek bilgilerini..." Birkaç kez cıklayınca Umay büyük adımlarla büroyu terk etti.
Varan Alp muhtemelen ciddi kalamayarak "Sen biraz sakin olsana," dedi arkadaşının omuzuna dokunup. "Bu ne sinir?"
Erkin'in çene kemiğinin belirdiğini fark ettim. "Olamıyorum ya," Yüzü kıpkırmızıydı. "Öfkem geçmiyor Varan Alp. İnsan başına gelince daha iyi anlıyor." Hızlıca beni işaret etti. "Miray'ı bir daha ararsa bana haber verirsiniz."
Erkin de muhtemelen dayanamayarak ekiplerin peşine takılmak için bürodan ayrıldı. O sırada Mir Beyaz'ı büronun girişinde gördüm, bize doğru yürüyordu.
"Miray," dediğinde bir hayli canı sıkkınmış gibi gelmişti. "Annem aradı. Ben İzmit'e gidiyorum, şu doktoru da yolun üstünde eve bırakırım. Elif'i yani."
Varan Alp "Sen ekiplerle gitmedin mi?" diye sorunca Mir Beyaz başını olumsuz anlamda salladı.
"Yok, ben restoranın konumunu ve parkın konumunu Teoman'a gönderip büroya döndüm. Annem Buse'nin kötü olduğunu söyledi. Ateşi çıkmış, ablamı istiyormuş..." Buse hikâyedeki en masum kişiydi, en çok da ona üzülüyordum. Mir Beyaz bıkkın bir nefes verdi. "Gebze'ye atarım seni eve döneceksen. Elif miydi kızın adı? Doktorun. Onu da bırakırız. Gelecek misin?" Gözlerimiz buluşunca ne diyeceğimi şaşırdım.
Varan Alp'e dönüp "Gideyim mi ben?" diye sordum. Mir Beyaz kaşlarını çatıp neden Varan Alp'e sorduğumu düşündüğünü belli eden bir bakışla baktığından ötürü "Yani şey, bana telefon geldi ya..." diye açıkladım ikisine de. "Burada mı kalmalıyım yoksa eve gitsem de olur mu?"
Varan Alp, "Benimle kalsın." deyip Mir Beyaz'a döndü.
İkimiz de aynı anda "Ne?" diye sorup bön bön baktık.
Onunla kalmak mı? Nasıl yani? Hiçbir şey anlamamıştım.
Mir Beyaz kaşlarını çatarak "Seninle nerede kalacak?" diye sorunca benim de kaşlarım çatıldı. "Niye seninle kalsın ki? Ben dururum yanında eğer güvenliğinden endişe ediyorsan."
Sanırım süt kardeşim beni Varan Alp'ten çok küçük bir tık kıskanmıştı.
"Senin arabanın önü kesilmedi mi daha birkaç hafta önce?" diye sordu Varan Alp, oldukça ciddi bir sesle. Mir Beyaz öylece kaldı. "Bak, demek ki o kadar güvenli değilmiş. Benimle kalsın. Zaten bizim bir işimiz var, onu da halletmiş oluruz."
Mir Beyaz bedenini tamamen çevirip "Miray sen bir benimle gelsene," derken kolumdan tuttu. Beni biraz ileride olan masasına doğru götürüp Elif'in tam karşısına oturttu. "Kızım bu adam ne diyor ya? Benimle kalsın, ne demek?" Elif bunları duyduğu için başını bir sağa bir sola çevirdi, duymuyormuş gibi yapıyordu sanırım.
Ardından sinirlenerek Mir Beyaz'a döndüm. "Sen niye karışıyorsun Mir Beyaz?" diye sordum ama ben de tam anlamamıştım. Göz ucuyla Varan Alp'e baktıktan sonra "Ben daha önce onun evinde kaldım, ondan demiştir öyle." deyince Mir Beyaz'ın kaşları havaya kalktı, gözleri kısıldı ve ağzını beş karış açtı.
"Daha önce evinde mi kaldın?" Şok olmuştu. Elif de iki kez öksürmüştü bu dediğimden sonra. "Miray, sana karışmıyorum ama..." Ne diyeceğini bilemedi. "Galiba bazı gelişmelerden haberim yok." Sorgular gibi yüzüme baktı. "Sevgili misiniz lan siz yoksa?"
Elif tüm bunları duyduktan sonra "Savcıyla mı sevgilisin?" diye sorup gözlerini fal taşı gibi açtı. "Pardon," dedi, sonra da ona doğru dönen Mir Beyaz'ın gözlerinin içine baktı. "Özür dilerim. Kulak misafiri oldum, kusura bakma."
Elif'e "Ya öyle bir şey yok zaten..." dedikten sonra yüzümü Mir Beyaz'a çevirdim. "Şey yapayım ben..." Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Onunla gideyim, sonra ablamlara geçerim."
Mir Beyaz eğildiği yerden kalkarak "Gece bana haber verir misin?" diye sordu. Aslında hiç böyle huyları yoktu ama sanırım Varan Alp'in kurduğu cümleden sonra ona anlatmadığım için biraz garipsemişti. "Ablanlara geçince bana haber ver, merak ederim. Bir de o şerefsiz piç ararsa direkt beni ara Miray."
"Tamam, siz de dikkat edin." dedim, Elif'e de dönerek söylemiştim bunu. "Elif, hastaneden telefonunu alırsınız, sonra Mir Beyaz evine bırakacak seni."
Elif mahcup bir bakış atarak "Sen gelmeyecek misin?" diye sorunca kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Yok," dedi Mir Beyaz da dalga geçer gibi. "Kendisi göç hayatına bayılır, Doktor Hanım. Bir ablasında kalır bir abisinde bir de savcılarda falan..." Dalga geçiyordu ama suratına patlatmama az kalmıştı. "Ha bir de kendi aile evi var Gebze'de, arada oraya da uğrar."
"Sen benim abim misin?" diye sordum ciddiyetsiz bir sesle.
Gururla kendisini işaret etti. "Senden yarım saat büyüğüm."
Elif gülümseyerek "Aaa, siz saat kaçta doğdunuz?" diye sorunca ona doğru döndüm.
"Ben 22.12, Mir Beyaz da 21.45 gibi doğmuş." Gözlerim Varan Alp'i bulunca Korhan Amir'le karşılıklı olarak konuştuklarını gördüm. "Varan Alp de 22.10'da, benden iki dakika önce..." Gözüm iyice üstünde takılı kaldı. "Aramızda sadece iki dakika var."
Elif, öksürdükten sonra ona doğru dönünce "Ben de 21.45'de doğmuşum." dediğinde şok oldum. "Sanırım aynı anda doğduğum kişi sensin." Mir Beyaz'a şaşkınlıkla bakıyordu.
Mir Beyaz "Hadi canım," dedi iki elini birbirine çarparak. "Gerçi annem anlatırdı, seninle beraber doğumhanede başka bir bebek de doğdu, derdi. Ben onu Menderes zannederdim."
Elif kendisini işaret ederek "Beni mi Menderes zannederdiniz? Aşk olsun..." dediği an bütün sinir bozukluğumla kahkaha attım. Yüzümü kapatarak gülmeye devam ederken "O çok kaba bir adam..." diye açıklamaya devam etti.
Mir Beyaz yüzündeki silik tebessümle Doktor Elif'i dinlemeye devam etti. En son "Yani erkek mi yoksa kız mı annem bilmiyordu, bu yüzden Menderes'i gördüğüm an o zannettim." diye açıkladı. "Yoksa fiziksel olarak asla benzemiyorsunuz, merak etmeyin."
Elif büyük bir rahatsızlık duyduğunu belli ederek kaşlarını kaldırdı. "Bence de..." Daha sonra ayağa kalkıp yanıma doğru yürüdü. "Miray sana çok teşekkür ederim. Hâlâ titriyorum zaten, iyi değilim ama sen gelmeseydin beni buradan acile yollayacakları kesindi."
Ben de ayağa kalktım. "Hiç önemli değil, kendine dikkat et."
Bana sarılınca ben de ona sarıldım, aynı boydaydık ama ben topuklu giydiğim için ondan biraz daha uzun duruyordum.
"Artık Miray'a sonsuz vekâlet verirsiniz." dedi Mir Beyaz da reklamımı yaparak. "Kendisi dünya üzerindeki en iyi avukat olur da..."
Elif'le ayrıldığımız an "Evet, bence bir daha avukata ihtiyacım olmayacak ama ihtiyacım olursa ilk onu arayacağım." diye açıkladı. "Biliyor musunuz, ben annem anlatınca hep diğer kuvöz arkadaşlarım nerede diye merak ederdim ama hiç imkân vermezdim tanışacağımıza." Çok şaşkınca konuşuyordu. "Ama kadere bakın... Resmen şu an üçüyle aynı ortamdayım, çok garip bir his. Gerçi siz süt kardeşsiniz, çocukluğunuzdan beri berabersiniz, hiç ayrılmamışsınız ama benim hiç kimseden haberim yok, bu yüzden bana oldukça tuhaf geliyor."
Mir Beyaz da "O kuvöz arkadaşlarından biriyle aynı sitede oturuyor olman da bayağı garip." deyince yüzünü ona çevirdi.
Elif tedirgin bir tonla "Beni katil mi sanıyorsun?" diye sordu bir anda.
Mir Beyaz'ın kaşları çatıldı. "O nereden çıktı ya?"
Elif'in saçlarına dokunarak "Merak etme, az önce katille konuştum ve saçlarının kısa olduğunu düşünüyoruz. Yani sen olamazsın..." diye açıkladım. Saçları boynunda değildi, omuzunun biraz aşağısında bitiyordu. Tabii ki bu bilgi kesin değildi ama onu rahatlatmak için söylemiştim.
"Katille mi konuştun?" Elini kalbine götürürken titrediğini fark edip onu tekrardan oturttum.
"Yok, yok..." dedim kekeleyerek. Ardından Mir Beyaz'a dönerek "Bir bardak su getir, hemen..." demiş bulundum. Benim de çenem düşmüştü bugün!
Elif gözlerini bir saniye olsun gözlerimden ayırmayarak "Miray..." dedi korkuyla. "Katil sana ne dedi? Yoksa seni tehdit mi etti?" Nefes alamıyor gibi konuşunca endişeyle kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Hayır, hayır..." dedim dudaklarıma vurarak. "Ya dilim tutulsaydı da söylemeseydim..."
Mir Beyaz, Elif'e karton bardağı uzatınca Elif titreyen elleriyle suyu döke döke dudağına doğru uzattı.
Mir Beyaz, "Ulan keşke bardağın tamamını doldurmasaydım." diye yakınınca Elif tüm bardağı üç saniye içerisinde tıpkı Erkin gibi hızlı hızlı içti.
"Neyse... Daha iyi misin Elif?" diye sordum. Yarattığım rezillik dolayısıyla içimden kendi kendime yakınıyordum.
Elif karton bardağı sandalyenin yamacındaki masanın üstüne bıraktı. "İyiyim. Sadece korkuyorum."
"Tamam, sen daha fazla korkmadan biz emniyetten çıkalım." dedi Mir Beyaz da. Elif, başıyla onayladıktan sonra ayağa kalktı. "Görüşürüz Miray."
"Görüşürüz..." diye cevapladıktan sonra çantamın içinde telefonumu aradım ama tabii ki bulamadım. Muhtemelen sekiz asır arayıp ancak bulacaktım bu yüzden uğraşmadım.
Mir Beyaz, masasının üstüne bıraktığı silahı beline yerleştirirken Elif'in gözlerini fal taşı gibi açtığına şâhit oldum... Bu kız gerçekten çok korkuyordu.
"Miray, haber verirsin..." diyen Mir Beyaz, benden sonra başını hâlâ Korhan Amir ile konuşan Varan Alp'e doğru çevirdi. "Tamam mı?"
"Tamam." dedim ısrarla. "Gidin, hadi."
Elif'in ne kadar çekindiğini Mir Beyaz'ın arkasından yavaş yavaş yürüdüğünü görürken bile anladığımda tekrardan gülmeden edemedim. Bir yandan Korhan Amir ile Varan Alp'in yanına yürürken diğer yandan da Elif'i izliyordum.
Sonunda Elif ve Mir Beyaz bürodan çıktı, ben de Korhan Amir ile Varan Alp'in yanında durdum. Ben geldiğimde Korhan Amir konuşuyordu ve Varan Alp beni görüp kısaca baktıktan sonra tekrardan Korhan Amir'e dönmüştü.
"Sonra kalbimde bir ağrı hissettim," diyen Korhan Amir'in yüzündeki yorgunluktan bedensel olarak ne kadar yıprandığını anlayabilmiştim. "Sarp'a seslendim, Sarp da adliyeyi birbirine katmış... Öyle, kalp spazmı geçirmişim. Özel hayatımda da öyle çok derdim yoktur, yanlış anlama da demek ki kader..." Göz ucuyla bana baktı. "Seni tekrar ararsa haberimiz olsun Miray." dedi Korhan Amir, konuyu anında değiştirerek.
"Tabii tabii," dedim hızlıca. "Sen iyi misin ya? Gözlerin şişmiş amirim..." Yaşlı başlı adamdı, belki de emekliliğe ayrılma zamanı gelmiş geçmişti.
Korhan Amir kalbinin olduğu bölgeye işaret parmağı ile dokundu. "Kalbim iyiyse görevimin başına dönmem gerek. İzin falan istemem. Ben işimdeyken mutluyum, huzurluyum."
"Çok geçmiş olsun tekrardan," diyen Varan Alp'e çevirdim yüzünü. Bence o da Korhan Amir'i sevmişti. "Siz kaç senedir burada görev yapıyorsunuz?" diye sorunca ben de gözlerimi merakla Korhan Amir'e doğru çevirdim.
Bir süre düşündükten sonra "On beş sene olacak. Birkaç senedir buradayım, ondan önce organizenin başındaydım ama..." diye mırıldandı. "Benden geçti o."
Yuh, dememek için kendimi zor tuttum. "Bayağı iyi dayanmışsın İstanbul'a." diyerek kollarımı göğsümde bağladım. "Vallahi ben hiç sevmiyorum bu şehrin kalabalığını ya... Bir de sen amirsin..."
Korhan Amir hafifçe gülerek başını salladı. "Ha bir de bana sor sen onu..." Varan Alp'i işaret etti. "Sen diğer bölgelerde görevlerini tamamladın mı? Niye İstanbul'a geldin savcım?"
"Dört sene doğu tarafındaydım işte... Sonra da Ankara'ya atandım." diye cevapladı Varan Alp. "Ankara'da okudum bu arada ben," diyerek gülen gözleriyle bana döndü. "En güzel Hukuk Fakültesi'nde yani..."
"Aynen..." dedim gözlerimi devirerek.
"Neyse zaten Ankara'ya alışıktım, iki sene de orada görev yaptım ama ailem burada madem, İstanbul'a geldim işte." diye açıkladı Varan Alp. "Şu sıralar İstanbul yangın yeri, sen de biliyorsundur... Ama yeğenim doğacaktı, abim de yalnız gibiydi... Bir gelesim geldi."
Korhan Amir, "Buraya gelmek cesaret ister, her yiğidin harcı değildir İstanbul gibi metropol bir şehre atanmak." dedi hayranlıkla. Önce bana döndü, sonra Varan Alp'i işaret etti. "Bak eğer savcılık düşünürsen onun yanında öğren, pişersin hemen."
Gözlerimi kıstım. "Hayır tabii ki amirim," İkisi de bana neden böyle söylediğimi sorar gibi bakınca açıkladım: "Ben ailemden o kadar uzak kalamam. Yani savcı olmak kolay değil ki öyle... Herkesi de bu tarafa atamazlar, kolay değil o işler."
"Doğru diyorsun," dedi Korhan Amir de. "Gençken oldun, oldun; olmadın artık saçların beyazlayınca anca İstanbul'a, Gebze'ye falan atanırsın Miray."
"Zaten İstanbul'da savcı olanlar kafayı yemiş, orası ayrı da..." diye mırıldanırken Varan Alp ile göz göze geldik.
Korhan Amir bu bakışmamıza kahkaha atarak "Ya Miray ya..." dedi gülüşünün arasında. "Bu halde bile güldürdün ya beni... Helal vallahi sana. Çak." Elini kaldırıp çak yapmam için bana uzattı.
"Çakayım mı gerçekten?" diyerek elimi kaldırınca kaşlarını kaldırdı.
"Aman geçen gün emniyetteki kadına çaktığın gibi çakma da..." diyen Korhan Amir elini hemen geri çekti. "Mayıs mıydı o zamanlar Miray?" diye sordu, sonra da Varan Alp'e döndü. "Miray mayıs gibi müvekkiliyle buraya ifade vermeye geldi. Şey vakası, dolandırıcılık."
Somurttum. "Donuna kadar dolandırmıştı şerefsiz." Ellerimi birbirine çaktım.
Korhan Amir tekrardan Varan Alp'e döndü. "Sonra davanın savcısı şu dolandırıcının ifadesini aldı, kendisi de kadın bu arada. Adamın gerçekten donuna kadar dolandırmış savcım. Diyeceksiniz ki, cinayet büroda ne işi var?" Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Bu kadının dolandırdığı bir adam sizlere ömür..." Varan Alp'in kaşları çatıldı. "Kadın da diyor ki 'Ben bir şey hatırlamıyorum.'"
"Ben de suratına bir tane çaktım." dedim hiç çekinmeyerek.
Korhan Amir, Varan Alp yanlış anlamasın diye "Ya kadın Miray karşı tarafın avukatı diye Miray'ın yüzüne tükürdü. Rezil bir kadın, Allah bizi öylelerinden korusun... Miray da kadına öyle bir tokat attı ki sesi büroda yankı yaptı." araya girince gururla gülümsedim.
Varan Alp ise "Miray zaten alışık insan dövmeye," dedi ciddiyetsiz bir sesle. "AVM'de de bir kadının saçlarını yolmuş."
Hayretle cıkladım. "O kadın elimdeki ruju aldı benden, çaldı yani... Ayrıca karşılıklıydı o dövüş."
Korhan Amir, "Neyse..." diye homurdandı. "Arada ben de kaynayıp tokat yemeyeyim."
"Aşk olsun ama ya..." dedim Korhan Amir yavaş yavaş odasına doğru yürüyünce. "Amirim kaç yaş büyüksünüz benden, hiç saygıda kusur ettiğimi gördünüz mü? Unutmayacağım ama bu dediğinizi..." Esefle kınar gibi peşinden baktım ama dönmedi bile. "İnsanlar beni şiddet meraklısı olarak görüyor artık." Varan Alp'e döndüğümde yüzünde hâlâ ciddiyetsiz bir ifade vardı. "Beni az önce katil aradı ve bizim konuştuğumuz şeye bak."
Varan Alp bu söylediğimden sonra kısa bir süre çantama baktı. "Telefonunun sesi açık olsun."
Kaşlarımı çattım. "Uyardığın için sağ ol zira ben hiç akıl edememiştim..." Birkaç saniye bakıştıktan sonra "Eee?" diye sordum. "Benimle kalsın dedin ama emniyette kalmaya hiç niyetim yok. En iyisi ablamlara gideyim." Bilerek söyledim bunu.
"Ben emniyette kalmayacağım ki," diye cevapladı hemen. "Tamam, önce konuşalım, sonra gidersin Seray'ın yanına."
Varan Alp'le konuşmak istiyordum ama ne diyeceğimi, ne anlatacağımı bilmiyordum. Fırat ile Koray'ın meselesini anlatsam, sırf o görmesin diye USB'den video sildiğimi ve delil yok ettiğimi söylesem yüzüme bile bakmazdı.
Sanırım çıkmaz sokağa girmiştim; ya duvara toslayacaktım ya da geriye doğru yürüyecektim.
Ben ki Miray, bela paratoneri... Tabii ki duvara toslamayı tercih ettim.
"Tamam. Nerede konuşacağız?" diye sorarken girdiğim halleri anam babam görse beni evlatlıktan reddedebilirdi. "Emniyetin çay ocağı iyi fikir aslında..." Arkamı dönerek kontrol ettim.
"Bu fikrini duymamış gibi davranayım mı?" diye sorduğunda tekrardan ona çevirdim yüzümü.
"Bence de... Adliyenin hâkim savcı otoparkı bile daha iyi bir fikir olurdu." diyerek daha da batırdım. "Yok ya... Bu daha kötüydü."
Varan Alp bu rahatlığıma mana veremeyerek "Yok biz duruşma salonuna gidelim istersen," dedi garip bir sesle. Ay bu adam gerçekten benden nefret ediyor ve onu öptüğüm için rahatsızsa hayatımın en büyük rezilliği onu öpmüş olmak olurdu... Hâli hâl değildi. "Ben sanık kısmına geçerim, sen de tutuklarsın beni."
Kaşlarımı çattım. "Ne?" dedim anlamayarak. Hâlâ aynı yüz ifadesiyle gözlerimin içine bakıyordu. "Suç mu işledin ki?"
"Yo," dedi öylesine bir şey söyler gibi. Hiçbir şey anlamamıştım. "Mahkûmiyet sadece hakimin verdiği bir ceza mı sence?"
Emniyetin ortasında ilan-ı aşk mı ediyordu yoksa ben yine üstün zekâmla (!) onu yanlış mı anlamıştım?
Çok havaya girmemek için "Yani? Duruşma salonuna mı gideceğiz şimdi?" diye sordum.
Bu kez gerçekten somurttu. "Hayır Miray. Köpeğim evde saatlerdir yalnız, onu sitede gezdirmem lazım. Benimle gelirsen o sırada da konuşuruz. Yani sen konuşursun." Az önce söylediği cümleden sonra o kadar alakasız gelmişti ki kafam karışmıştı.
"Hesap vereceğim yani... İyi." Çantamı omuzuma daha sıkı yerleştirdim. "Zaten işim savunmak, kendimi de savunurum herhalde."
İkimiz de bürodan çıkmak için çıkışa doğru yürüdük.
"Nasıl 23-24 yaşında savcı oldun?" diye sorduğumda merdivenlerden iniyorduk. "Altı senedir çalıştığına göre 23-24 yaşında savcı olmuşsundur diye tahmin ediyorum. 23-24 yaşında savcı olman için 21 yaşında mezun olman lazım o da en erken. 21 yaşında mezun olmak için fakülteyi üç senede bitirmen gerekiyor." diye açıklayana kadar canım çıkmıştı. "O zaman sen Hukuk Fakültesi'ni üç senede mi bitirdin?"
Emniyetin bahçesine çıktığımızda sorularım ancak bitmişti. "Evet."
"Evet mi sadece?" diye sordum merakla. "Nasıl yaptın? Cin misin sen?"
Bana deliymişim gibi bir bakış attı. "Şaşırma. Erkin de üç senede bitirdi. İddiaya girmiştik, o en büyük etkendi." Arabasının önünde durduk ve hiçbir şey söylemedi. Bindi.
Kapıyı açar açmaz "Nasıl becerdiniz? Yemediniz içmediniz ve ders mi çalıştınız?" diye sorup arabanın koltuğuna geçtim. "Ayrıca bu acele ne? Anlamadım ki... Dört senede bitirseniz ne olur sanki? 3 senede bitirmek çok ütopik. Millet yedi senede bitiyor..."
Arabayı çalıştırdıktan sonra emniyet kemerimi bağladım. "Biz kafayı ders çalışmakla bozmuştuk o dönem. Bir de herkes avukat olmak istiyor ama biz savcı... Çok havalıydık." Park ettiği yerden çıkar çıkmaz konuşması için kafamı ona doğru çevirdim. "Ne oldu, yine boynun mu tutuldu?"
"Yok," diyerek otuz iki diş sırıttım. "Senin camının manzarası daha güzel."
Gerçekten de camından gözüken kısma kısa bir bakış attı. "Az önce çöp konteynırı gördüm ve hak vermedim. Gerçi niye şaşırıyorsam... Bir anda öpen bakar da..."
Çok haklıydı bu yüzden susma hakkımı kullandım.
Bir iki dakika sonra sıkılıp çantamı karıştırdım ve içinden telefonumu çıkarmaya çalıştım fakat çıkarana kadar geçen süre, dünya üzerinde dokuz yüz on altı saate tekabül ediyordu.
"O çantanın içinde ne var öyle ya?" diye sordu Varan Alp çantama bakarak. Yol kapalı olduğu için araba çok yavaş gidiyordu.
Çantamın içini açıp kafamı biraz yaklaştırdım. "Çoğu makyaj malzemesi ama tükenmez kalemlerimin hepsi dağılmış hatta ırz düşmanı kırmızı pilot kalemimin mürekkebi tüm çantama, yetmedi bir de cüzdanıma bulaşmış hatta bak..." Telefonumu havaya kaldırdım. "Telefonumun kılıfına bile bulaşmış ya!"
Önüne döndü. "Başka?"
"Bir tane gofret var, yalan olmasın." dedikten sonra gofreti havaya kaldırdım. "Bak, buna bile kırmızı mürekkep bulaşmış. Elim kolum dün her yerim mürekkepti ya..." Çantamı biraz daha karıştırdım. "Dün değil önceki günkü market fişim var. Sağ olsun bizim karşıdaki market pazar günleri saat on birde açtığı için... Bizim dediğim de ablamların apartmanından bahsediyorum. Neyse çok geç açıyor marketi, tabii fişin çantamda kalmasının bahanesi değil bu, neyse..." Gözlerimi devirdim. "Hiç sevmiyorum o adamı. Tutuklasana."
Varan Alp ölümcül bir bakış attı. "Çok komikti, çok güldüm ama lütfen bir daha böyle güzel şakalar yapma."
Çantamı karıştırmaya devam ettim. "Ayy..." dedim elimi daldırdığım elli lirayı havaya kaldırarak. "Elli lirama bile mürekkep bulaşmış Varan Alp ya..." Ofladıktan sonra çantanın içine geri attım. "İnanamıyorum!" dedim yüksek bir sesle. "Rüzgar'ın emziğinin çantamda ne işi var?" Dehşetle emziği havaya kaldırdım. "Ne alaka ya?"
Varan Alp emziğe öyle bir bakış attı ki kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. "Sormaya korkuyorum ama o emzik o çantaya nasıl girdi Miray?"
"Bilmiyorum Varan Alp." Emziği tekrardan çantama attım. "Ya çocuk daha altıncı haftasında, emzik emmiyor ama Teoman ve ablam salakları emziği ortalık yere atmışlar." Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Rüzgar için endişeleniyorum. Bunlar kesin üç aylıkken kebap falan yedirirler çocuğa."
"Çok iyi. Sen de Menderes'in restoranına götürüp ısmarlarsın bir tane." deyince gözlerimi kısarak başımı geriye doğru hareket ettirdim.
"Pardon da ne alaka?" diye sorarken aklıma bu sabahki Ceyda Savcı konuşması geldi. "Ama kusura bakma ya!" diye ciyakladığımda konuşmasına müsaade etmediğim sugötürmez bir gerçekti. "Senin aklına Menderes hep nereden geliyor? Niye Menderes'e bu kadar gıcıksın?" Dudaklarını aralayıp konuşacaktı ki "Neden, biliyor musun?" diye sordum.
"Neden?" dedi ve sesli bir nefes verdi.
"Çünkü Menderes'in davasının savcısı senin flörtün." Arkama yaslandım.
Varan Alp birkaç saniye sessiz kaldı. "Öyle miymiş?" diye sorup bana döndü.
Aniden frene basınca vücudum sarsıldı ama çaktırmadım. "Öyle değil mi?"
"Bilmem. Öyle mi?" diye sorunca kırmızı ışığa bakarak gülümsedim.
Dengem altüst olmuştu. "Öyleyse iki gıcık çok yakışırsınız," demeyi de ihmal etmedim. Göz göze gelince şeytani bir gülümsemeyle gözlerimi kırptım. "Yoksa seni nereden tanısın yani? Bir de akşam konuşurmuşsunuz ya... Sen bence beni ablama bırak hatta yolda da bırakabilirsin," Kapıyı işaret ettim. "Ben çıkayım, gideyim. Sen de Ceyda Savcı'yla rahat rahat konuşursun."
"Tamam, seninle konuşurum, sonra onunla..." dedi sükunetle.
Ne diyeceğimi şaşırdım. "Varan Alp senin iş hayatın kadar özel hayatın da yoğun galiba?" Hiçbir şey söylemedi, ben de öylece kaldım. Arkama yaslandıktan sonra "İkiniz de savcısınız ya, yorgunsunuzdur... Çok geçe kalmayın. Ben de meşgul etmeyeyim sizi!" diyerek sağıma doğru döndüm, yani cama.
İçinde evinin bulunduğu sitenin otoparkına girdiğinde az önceki cümlemin üstünden iki dakika geçmişti ve hâlâ sağıma dönüktüm. Boynum tutulacaktı.
Ben ne yaptığımı da bilmiyordum ki... Gerzek gibi konuşup muhtemelen Varan Alp'i sınıyordum.
Arabayı park ederken çantamdan telefonumu çıkardım ve "Şarjım bitmek üzere benim," diyerek telefonumu havaya kaldırdım. "Ya o şerefsiz telefonum kapalıyken beni ararsa?"
"Kaç ki şarjın?"
"On," dememin ardından birkaç saniye sessiz kaldı. "Sende vardır şarj aleti herhalde?"
"Var."
İki üç dakika içinde sitede yürüdükten sonra dairenin bulunduğu bloğa girdik, akabinde de asansöre bindik.
Asansörün içinde bizden başka birileri olduğu için pek konuşmadım, zaten aksi durumda çenemin duracağı yoktu bu nedenle bu durum beni kurtarmıştı.
Onun katında asansörden indik, koridoru yürümeye başladık. Aslında dışarıda yürürken konuşmak daha mantıklıydı, en azından bana soru sorduğunda kaçmak istersem onu oyalayacak çok fazla şey bulurdum ama ev...
Anahtarı kilide soktuğu an içeriden havlama sesi gelmeye başladı. Kapı aralanır aralanmaz Ziva iki kez zıplayarak Varan Alp'in bacaklarına tutundu.
İkimiz de içeri girince Ziva üç kez daha havladı.
"Fazla havlamıyor mu bu köpek?" diyerek ona dokunmaya çalıştım ama elime bakarak tekrardan havladı. Korkarak geriye çekildim. "Ziva, hani beni seviyordun?" diye sordum kafasına doğru eğilerek. "Beni hatırlamadın mı yoksa?"
Varan Alp hiç çekinmeden "Beni öptüğünü görüp kıskanmıştır belki," deyince artık gerçekten gına gelmişti.
"Yeter ama ya," dedim Ziva'nın kafasını okşarken. "Sürekli bunu söyleyip şey ediyorsun beni..."
Holün ışığını yaktı. "Telefonunu ver, şarja takayım," deyince doğrulup çantamı karıştırmaya başladım. Telefonumu içinden çıkarana kadar geçen süre dünya üzerinde bu kez bin yıla tekabül etmişti çünkü çıkaramamıştım. "Miray telefonunu en üste koymadın mı?" diyerek çantamı benden aldı.
"Neyse, biraz da sen ara. Ben bir yüzümü yıkayayım." Varan Alp hâlâ telefonumu arıyordu. "Banyo şurası mıydı?" diyerek kapıyı araladım. "Heh, burasıymış."
Kapıyı kapattım, aynadan yüzüme bakıp yanaklarımın ne kadar kızardığını gördüm. Her fırsatta onu öptüğümü söyleyip durduğu için acaba yavaştan arsızlığımı mı yitiyordum?
"Yok ya..." dedim kendi kendime. "O kadar da değil. Yılların arsızıyım sonuçta." Suyu açıp enseme döktüm, sonra saçlarımı düzelttim. Ellerimi yıkadıktan sonra da havluyla kuruturken banyoyu incelemeye başladım.
Sabunun hemen yanında parfümünü görünce kapağını açtım ve burnuma götürdüm, gözlerimi kapatıp birkaç saniye kokladıktan sonra yerine koydum.
Varan Alp "Miray telefonunu arabada unutmuş olabilir misin?" diye sorunca banyonun kapısını açtım, sonra yanına yürüdüm. "Yok çantanda telefon falan..."
Çantamı elinden aldım. "Ver şunu bana..." Birkaç saniye sonra telefonumu bulup çıkardım. "Bak, buldum."
İnanamayarak çantama ve telefonuma baktıktan sonra telefonumu elimden aldı. "Şarja takacağım ama şarj nerede acaba?" diyerek salona geçince ben de peşinden yürüdüm. Boynum acımaya başlamıştı gerçekten, sanırım şaka yapa yapa boynum yine tutulacaktı.
Salona girdiğim an masa tam karşımda olduğu için gözlerimi kırpıştırarak kafamı başka bir yöne çevirdim. Ben sanırım ciddi manada utanmaya başlamıştım.
Varan Alp "Oldu galiba şarj," deyince prizin yanına doğru yürüdüm. Televizyonun hemen yanındaydı. "Cevapsız araman var, bir bak istersen." Telefonu bana doğru uzattı.
Telefonumu elime aldıktan sonra "Kim aramış ki beni?" diyerek aramalarıma girdim. "Kim olacak? Mir Beyaz. Kafasına girdi salmaz artık..." diye kendi kendime konuşmaya başladım. "Amaaann..." Telefonu kilitleyip plağın yanındaki sehpaya koydum. "Bu plak çalar bayağı eski galiba..." Plaklara da dokundum. "Biliyor musun, Melek'te de vardı... Biz genelde Sezen Aksu açarak ağlama gecesi yapardık." Boğazım düğüm düğüm oldu. "Ergenken yani..."
Başımı Varan Alp'in dikildiği bölgeye doğru çevirince pikaba bakarak daldığını fark ettim. "Babam doğum günümde almıştı," dediği an ikimiz de garip bir şekilde birkaç saniye donakaldık, konuşmadık. "Beş altı sene önce."
Babasıyla arasının pek iyi olmadığını biliyordum.
Pikabın arkasında duran küçük vazo heykelini havaya kaldırdım. "Bunu annen mi yapmış?" diye sorunca kafasını salladı. Varan Alp'in annesinin sanatla uğraştığını biliyordum. "Melek'te de çok vardı..."
Kendisini koltuğa bıraktıktan sonra "Nasıl katlanabiliyorsun?" diye sordu gözlerimin içine bakarak.
Elimdeki heykel vazoyu yerine bıraktım. "Neye?" diye sordum merak ederek.
Bir anda ruhu ve bedeni çökmüş gibi gözlerimin içine bakmaya başladı. "Bir ölüden bahsederken nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?"
Bir ölüden...
Arkadaşımın adını anmaktan bir kez olsun çekinmiyordum çünkü sırf acı veriyor diye anmayı bırakırsam bir gün ondan hiç bahsetmemek, daha doğrusu bahsedememek korkusu sarıyordu ruhumu.
Tek cümlesiyle yüreğimi parçalasa da gülümsemeye çalıştım. "Adını hiç anmamaktansa ondan iyi bahsetmek bana daha mantıklı geliyor." Fakat bunu söylerken bile boğazım düğüm düğüm olmuştu. "Gerçi ben Melek'ten başka çok yakın olduğum bir insanı kaybetmedim." Yanına oturdum.
"Ben de tam tersi," diyerek yüzünü bana çevirdi. "Çok kötü hissediyorum."
Kendimi suçlu hissederek "Kusura bakma," dedim hemen. "Onlardan kalan anıları saklayınca, yani saklamaktan ziyade her köşeye koyduğun için rahatsız olmazsın diye düşünmüştüm."
Beni izlemeye devam etti. "Rahatsız olmadım."
"Kötü hissetmişsin ya..." dedim kendimi anlatmaya çalışarak.
"Onlardan bahsederken kötü hissediyorum," diye düzeltince aydınlanarak kafamı olumlu anlamda salladım. "Özlüyorum çünkü."
"Bana da hislerimden bahsetmek kötü geliyor." İçim daralınca ağlamamak için ellerimi kullanarak yüzüme hava yaptım. "Ya da mezarlarını ziyaret etmek..." Kendimi tamamen ona çevirdim. "Mir Beyaz da çok ağladı, onu görünce ben de ağladım." Şimdi de ağlıyordum. "Mezarının karşısında diz çöktü," dedim zorla da olsa. "İki hafta öncesinde evlenme teklifi ederken diz çöktüğü kızın, iki hafta sonra mezarının önünde diz çöktü."
Gözlerindeki beyaz, zar tabaka biraz kızarmıştı ama ağlamıyordu. "Sen daha önce Melek'in ölümünü kiminle konuştun?" diye sorduğunda düşünmeden cevapladım:
"Kimseyle?" dedim soru sorar gibi. "Nasıl konuşacağım ki?" Aklıma olay yerinde gördüğüm cansız bedeni gelince gözlerimi kapatıp açtım. "En yakın arkadaşımı gecenin bir vakti otobanda, yerde kanlar içinde yatarken gördüm." Benimle aynı durumu yaşayan tek kişi Varan Alp'ti, yani beni bir o anlardı. "Nasıl anlatacağım ki? Böyle mi? Sen de o gece yanımda olduğun için aynı duyguyu hissedebilirsin ama başkaları anlayamaz."
Kimse anlayamazdı.
"Etrafında kısa saçlı, şüpheli birisi yok, değil mi?" diye sordu biraz toparlanarak.
Ağlak bir sesle "Yok," dedikten sonra kollarımı göğsümde bağladım. "Kriminaldeki polis memuru var ama o kim, tanımıyorum. Başka da kimse yok."
"Sesi gerçekten ince mi geldi? Emin misin kadın olduğuna?"
Kaşlarımı çattım. "Erkeklerin ince sesi mi olur?" diye sorunca sinir bozukluğuyla tebessüm etti, ben hâlâ ağlıyordum. "Belki de erkektir, robot gibi çıkardıysa sistemden sesini de değiştirmiştir."
"Mir Beyaz'ı öpeceğini söylediğine göre ya gay ya da kadın," dediği an sinir bozukluğuyla öyle bir kahkaha attım ki delirdiğimi bile düşündüm. "Niye güldün o kadar ya?"
Kendimi durduramıyordum. "Sinirim çok bozuldu..."
Sonunda toparlanıp başımı kaldırdığımda "Aç mısın?" diye sordu.
"Açım biraz," dedim gözyaşlarımı silerken. "Yok ya, bayağı açım." Mideme dokundum. "Galiba en son sabah çantamdaki gofreti yemiştim."
Varan Alp esefle "Bana bir daha çanta deme," deyince burnumu çektim. "Tamam. Yemek söyleyeyim o zaman." Cebinden telefonunu çıkarırken ağlamamı durdurmaya çalıştım. Başımı sallarken hâlâ ağlıyordum. "Bu arada Seray bana mesaj atmış." Merakla başımı ona doğru çevirdim. "Rüzgar'ın emziği en son masanın üstündeymiş. Ben görmüş müyüm, diye soruyor."
Kaşlarımı çattım. "Gördün mü?" diye sordum yalandan bir merakla.
"Yok, nerede göreceğim?" dedi o da bana ayak uydurarak. "Senin çantandan çıkacak hâli yok herhalde..."
Gözlerimi belerterek "Abart istersen, o kadar da değil!" dedikten sonra ıslanan yanaklarımı sildim. Hâlâ ağladığıma inanamıyordum.
Sanırım ondan özür dilemem gerekiyordu.
"Ben bugün sana terbiyesizlik mi ettim?" diye sorduğum an telefonunu kilitleyip koltuğun kenarına koydu. Anlamamış gibi yüzüme baktı. "Bugün çok mu saçmaladım?" diye tekrar ettim sorumu. "Ben bazen stres olunca çok saçmalayabiliyorum. Geçen hafta bizim kapının önüne geldiğinde de çok stres olmuştum çünkü annem ben içtihat programlarının altını üstünü karıştırırken beni zorla randevuya yolladı, sonra da sen bana Melek'in günlüklerini falan getirince gerginliğim maksimum seviyeye ulaştı." İki saniye nefes aldım. "O yüzden çok stresliydim, o gün de galiba sana biraz fazla çıkıştım. Yok, çıkışmak değil. Laubalilik... O benim aslında savunma mekanizmam," diye açıklamaya devam ettim. Beni sabırla dinlediği için de ona saygı duydum. "Çok stres olunca hızlı konuşuyorum. Duruşmada da hızlı konuşuyordum, bak, ispat..." Aklıma Aykut gereksizi geldi. "Aykut demişti ya hakime, yavaş konuşsun, diye. Hatırladın mı?"
Gülümser gibi oldu ama hemen toparladı. "Şimdi de çok hızlı konuştun. Gergin misin?" diye sorunca daha da gerildim.
"Evet," dedim gözlerinin içine bakarak. "Soru sordum, cevap vermedin."
"Ne sordun?"
"Terbiyesizlik mi ettim?"
Kafasını olumsuz anlamda bir sağa bir sola salladı. "Hayır."
Gözlerimi kaçırıp başımı koltuğa yasladım. "Ama galiba seni öptüğüm için bana kızgınsın."
"Nereden anladın?" diye sorunca gözlerimi kocaman açarak ona çevirdim.
"Önceden daha çok konuşuyordun benimle, daha sakindin," diyerek onu işaret ettim. "Yani son zamanlarda." Pek anlatamamıştım kendimi. Bu nedenle "Yani seni öpmeden önce ama şeyden de önce..." diye tekrardan açıklamaya çalıştım. Gözlerimi devirip sesli bir nefes verdim. "Cerrahla buluştuğum akşamdan önce benimle daha çok konuşuyordun ve daha sakindin."
Kafasını olumlu anlamda salladı. "Doğru bir tespit."
Aniden "Muhtemelen aklında biri var," dedim. Tırnaklarımla oynamaya başladım. "Ama önemli değil. Yani benim için önemli değil." Kendimi işaret ederken kafasını salladı. Hâlâ tam göz teması kuramamıştım. "Herhalde insan yaşattığını yaşıyor."
"Bu da doğru." deyince gerçekten bozuldum.
Zaten ağladığım için ağlamam pek sırıtmadı. "Bu sabah koridorda karşılaştığın..." derken ağlamaktan konuşamıyordum. "O, değil mi?"
"Evet."
Başımı eğdikten sonra biraz düşündüm de gerçekten rezillikti. "Sen beni Ziva'yla burada bırak, ben onunla oynarım," dedim saniyeler sonra. "Git, konuş..." Ceyda'dan bahsettiğimi anlamış gibi gülümsedi. "Ben yemek gelince yerim," deyince gülüşü derinleşti. "Sonra Ziva'yı da gezdiririm, gerçekten."
"Olur." Duruşunu dikleştirdi. "Anlamış olmana sevindim."
Bacaklarım zangır zangır titriyordu. "Bayağı net anladım seni." Yüzüne bakmaya devam ettim. "Sen git, o kafandaki..." Aklıma Ceyda gelince sinir hücrelerimin şalteri attı. "Bekletme... Bekletme kızı, git konuş."
"Konuşuyorum zaten."
Anlamamıştım. "Bugün de konuşun, hani akşam konuşacaktınız ya..."
"Tamam, zaten şu an konuşuyorum onunla."
"Şu an benimle konuşuyorsun Varan Alp!" dedim ve daha fazla dalga geçmemesi için kapıyı işaret ettim. "Bir de ben buradayken konuşmazsın herhalde... Kadını buraya çağırıp oldu olacak masanın orada öp."
Varan Alp'in kaşları çatıldı. "Miray sen iyi misin?" Elini alnıma doğru yaklaştırdı, ardından ateşimi ölçtü. Gözleri büyüdü resmen. "Ateşin mi var yoksa bilerek mi yapıyorsun?"
Hâlâ ağladığım için "Ateşim olduğunu ben nereden anlayabilirim?" diye sorduktan sonra elimi alnıma götürdüm. "Sen bakarsan anlarsın sadece."
Varan Alp sıkıntılı bir nefes verdikten sonra tavana bakmaya başladı. "Özür dile o zaman," dedi bana dönerek. "Dile dile... Beni öptüğün için özür dile."
"He bir de affetmen için özür mü dileyeyim Varan Alp?" Burnumu çekerken ağlamaya devam ettim. Sonra da "Tamam..." dedim toparlanarak. Başıma ağrı girmişti ağlamaktan, sinirlerimi boşaltmıştım. "Arsızın tekiyim ben zaten... Özür dilerim. Yeğenimiz ortak, yüz yüze bakacağız sonuçta. Kusura bakmazsın herhalde."
Kaşları daha da çatıldı. "Sen ciddisin?" dedi şaşkınlıkla.
"Evet."
O da ciddileşti. "Tamam. Bir şartla affederim." Bu kez yüzündeki gülümseme daha derindi.
Bıkkınlıkla "Ne şartı?" diye sorduktan sonra yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bir şartımız eksikti zaten.
"Beni bir daha öpersen seni affederim."
-
İKELU SUNDU :')
Sevgili okurlarım... Ramazan ayını çok seviyorum, yeri bende çok ayrı, belki çoğu kişide de öyledir. Fakat buna ek olarak Ramazan'da 17 EYLÜL yayınlamak beni ayriyeten çok çok çok duygulandırıyor çünkü geçen Ramazan yazmaya başlamıştım. Kitabı yayınlamanın hayalini çok kurdum, çok sabrettim, aylarca. Şimdi size bölüm sonu notu yazıyorum.
Herkes musmutlu bir ay geçirir umarım. Herkese iyi hafta sonları. Beni Instagram'dan ve Whatsapp kanalımdan takip etmeyi unutmayın ;)
INSTAGRAM // esmatonguc
TWITTER // esmatonguc
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.5k Okunma |
1.17k Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |