Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.
ON YEDİ EYLÜL (II)
18. BÖLÜM: “HATALAR VE SONUÇLARI”
⚖️
“Pişman olmamak, hata yapmamış olmak anlamına gelmez.”
Özellikle pişman olmadan yaptığımız tüm hataların bir sonucu olurmuş çünkü zaten insanın bir eylemi gerçekleştirirken yaşadığı duyguyla bu eylemi gerçekleştirdikten sonra yaşadığı duygu çok farklı olurmuş.
Sözlerimde heyecan vardı… Ve sözlerde heyecan varsa genelde tözlerde hep bir hata yatar.
Varan Alp’in dudaklarını dudaklarımdan ayırmama fırsat bile kalmadan kapı art arda dört kez yumruklandı; Erkin’in geldiğini anlamama rağmen kendimi geri çekemedim çünkü Varan Alp de donakalmıştı.
On saniye geçer geçmez gözlerimi açtım, Varan Alp’in gözlerine doğru döndüm ve ne yaptığımı sorgulayan, ek olarak şoktan ayrılamayan Varan Alp’i görmüş bulundum. Onu öpmeden önce öpeceğimi anladığı an nasıl bakıyorsa hâlâ aynı bakıyordu ve tüm odağı değişmişti. Laptopu, laptopta neler olduğunu bile unutmuştu bence.
Ellerimi ensesinden çekerken annemin “Sen küçüklüğünden beri arsızsın.” deyişi geldi aklıma ve durumdan utanmadığım için kendime pek şaşırmadım. Varan Alp bile daha çok utanmıştı ki çok haklıydı. Ben anormaldim.
Erkin peş peşe dört kez zile bastıktan sonra seslenmeye başladı. “Varan Alp! Kapıyı açsana!”
Varan Alp sonunda gözlerini üstümden çekti ve arkasını döndü, sanki kapının çaldığını yeni fark ediyor gibiydi ama sanmıyordum. Bunun için sağır olması gerekirdi.
Tekrardan bana döndü, gözlerimin içine baktı ve hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp yürümeye başladı. Salondan çıkar çıkmaz laptopa doğru eğildim, Erkin’in bahsettiği klasöre tıkladım ve üstünde Koray’ın adını gördüğüm videoyu silmeye çalıştım ancak olmadı; muhtemelen USB’yi de ona göre ayarlamıştı bu manyaklar, videoyu klasörün içindeyken silemedim.
Videoyu Varan Alp’in laptopunun ana ekranına sürükledikten sonra geri dönüşüme attım, sonra da geri dönüşümden sildim.
Arkamdan gelen sesler genelde Erkin’in hararetli bir şekilde konuştuğu kaba seslerdi, kolunun incindiğini iddia ediyordu ama bence ve çok büyük bir ihtimal, yalandı.
“Niye? Neden yani? Ben senin en yakın arkadaşın değil miyim Varan Alp? Kolum inciniyor, gelmiyorsun!” diye yüksek bir sesle bağırdıktan sonra ağlar gibi “Of!” dedi Erkin.
Varan Alp’in sesi Erkin’inkine göre daha sakindi. “Erkin nereden bileyim kolunu incittiğini? Söylemedin… Hem niye hastaneye gitmedin kolun incindiyse? Doktor muyum ben bana geliyorsun?”
Salonun kapısına doğru yürüdüm, ardından holde duran Ziva’yı, Varan Alp’i ve kapının pervazına yaslanıp kolunu büyük bir acıyla tutan Erkin’i gördüm. Ben yürürken üçü de bana bakmıştı.
“Aaa Miray!” diyen Erkin’in tam karşısında durdum ve Varan Alp’e kaçamak bir bakış attım. “Sen burada mıydın ya? Hiç fark etmedim.” Yalandan merak eder gibi gözlerini büyütmüştü.
“Ben de tam gidiyordum,” dediğim an Erkin büyük bir rahatlıkla gülümsedi. “Görüşürüz.” diyerek sadece Ziva’ya kısa bir bakış attıktan sonra evden çıktım.
Erkin’in yanından geçerken Varan Alp “Nereye?” diye sorunca mecburen koridorun ortasında durup arkamı dönmek zorunda kaldım.
“İşim var.” dedim ve gözlerinin içine bile bakmadan koşar adımlarla asansöre doğru yürüdüm.
YAZARIN ANLATIMIYLA
Varan Alp, az önce onu öpen kadının arkasından donakalırken arkadaşının sesini duymuyordu bile. Erkin, devamlı olarak kapının önünde kolunu incittiğini söyleyip ofluyordu fakat buna Ziva’nın bile tahammülü kalmamıştı.
Ziva, iki kez havladıktan sonra kafasını Erkin’e doğru yaklaştırdı. Erkin, “Varan Alp! Duyuyor musun sen beni ya? O çenenin altındaki kızarıklık ne öyle?” diyerek yüzünü arkadaşına doğru yaklaştırdı.
Varan Alp, bunu duyar duymaz “Ne? Ne kızarıklığı?” diyerek çenesine dokundu. Holün ilerisindeki aynaya doğru yürürken “Erkin sen de ya içeri geç ya da dışarı çık.” dedi zor da olsa. Aklı hâlâ Miray’daydı, daha doğrusu Miray’ın yaptığında…
Aynaya baktığı an Erkin kapıyı kapattı ve içeriye girdi. O sırada Varan Alp çenesindeki kızarıklık sandığı şeye dokunurken kızarıklık anında geçince bunun ruj lekesi olduğunu anladı.
Gözlerini yumdu, sakin kalmaya çalışarak arkasını döndü ve Erkin’in kirece dönen yüzüne kısaca göz gezdirdi. “Sen hayırdır Erkin? Emniyettesin sanıyordum. Niye buraya geldin ki?”
“Vakit geçiririz diye…” Yalandan kolunu tuttu. “Hem bak…” Yine yalandan kaşlarını çattı. “Kolumu incittim ya…”
Varan Alp’e pek inandırıcı gelmeyen bu haller başka bir zaman olsa sorgulayacağı bir durum olurdu ama onun da aklı beş karış havadaydı. “İyi geç içeri…”
Erkin Varan Alp’in çenesini işaret ederek “O kızarıklık neymiş?” diye sorunca Varan Alp’in eli çenesine gitti.
“Yanlış görmüşsün.” dedi ve salona doğru yürüdü.
Erkin arkadaşının peşinden yürürken “Sen niye kapıyı geç açtın Alp? Bir anı mı böldüm yoksa?” diye sorarak içeride neler yaşandığını anlamaya çalıştı.
“Duymadım.” dedi Varan Alp yalan söyleyerek.
Erkin’in gözleri devrildi ve bir anda kendisini kanepeye bıraktı fakat masanın üstündeki karton kutuyu görünce anında yüzü bozuldu, neşesinden eser kalmadı. Öksürerek “O ne Varan Alp?” diye sordu, masanın üstünü işaret etti.
Varan Alp, merakla arkasını döndükten sonra gözlerini belertti ve “Unuttum ya…” diyerek anında sandalyeye yöneldi. Hemen karton kutudan çıkan USB’ye bakmak ve içinde neler olduğunu öğrenmek istiyordu. Sandalyeye oturur oturmaz gözünü ekrana çevirerek “Bu kutunun içinden bir USB çıktı, laptopa taktım ama Miray gelince bakamadım. Şimdi bakacağım.” deyip klasörlere tek tek tıkladı.
“Varan Alp,” diyerek ayağa kalkan Erkin, yutkunarak arkadaşının yanına doğru ilerledi. Ekrana kilitlenen arkadaşı, yanıt vermeyince yanında durarak tekrarladı: “Alp,”
“Dur Erkin, klasörlerin içine bakıyorum.”
Erkin “Bana da geldi o…” deyip ensesini kaşımaya başladı.
Varan Alp, tekrardan büyük bir şokla Erkin’e döndü. “Sana da geldi o…” dedi tekrar ederek. “Bana niye söylemedin? Ne çıktı içinden?”
“Şüpheli ismi ve tehdit…” Erkin büyük bir sıkıntıyla arkadaşının yüzüne bakmaya devam etti. “Bu arada Başsavcı beni uyardı… Başka savcılar davaya dâhil olmasın bu saatten sonra, gibi. Ya daha seni tanımıyor, o yüzden biraz katı ama genel olarak bu durumlara katıdır. O yüzden Varan Alp, artık dava hakkında bilgi vermeyeceğim sana. Aykut’tan bilgileri öğrenirsin.”
Dudaklarının arasından sesli bir nefes veren Varan Alp’in dengesi iyice altüst oldu. “İyi, tamam… Zaten bu saatten sonra istesem de karışamam. İşim başımdan aşkın, adam senenin bombasını üstümde patlattı…” Başsavcıdan bahsediyordu, Varan Alp’e belki de 17 Eylül davalarından da zor bir cinayet vakası vermişti.
Erkin, “Senin aklın kalmasın Varan Alp. Bu iş bitecek… Hem Melek Sezen’in ölümü hem havai fişek mevzuu… İkisi bile beni aydınlatmaya yetti. Bundan sonra böyle…” diyerek arkadaşının sırtını sıvazladı. “Sen de işine odaklan, 17 Eylül’ü bana bırak…”
“Tamam…” dedi Varan Alp de. “Peki baktırdın mı iyice?” diye sorup laptopa yöneldi. “Bu klasörlerin içi boş.”
Erkin, göz ucuyla Varan Alp’in laptopunun ekranına baktıktan sonra “Dediğim gibi,” diye tekrarlamaya başladı az önce söylediklerini. “Bir tehdit mesajı vardı, memur görevlendirdim, bakıyor. Kutuyu kimin bıraktığı vesaire… Bunlarla da ilgileniyorlar.”
Varan Alp başıyla onayladı. “İyi, o zaman buna da baksınlar.” Kısa bir bakış attı masadaki kutuya. “Sen dokunma, ben ayarlayıp baktıracağım.”
Erkin onaylayarak “Tamam.” dedi ve yalanını devam ettirmesi gerektiğini fark edip anında yüzünü ekşitti. “Ah, kolum ağrıyor hâlâ ya…”
Varan Alp ise “Geç şu koltuğa, otur, hadi…” dedi bıkkınlıkla. “Baş belası.”
MİRAY HİLDE LALEZAR
Elimde tuttuğum geçmiş olsun çiçekleriyle Korhan Amir’in yattığı hastane odasının kapısının önünde durdum, ardından iki kez kapıya tıkladım. Onun gibi işini düzgün yapan polis memurları oldukça kendimi güvende hissediyordum, bu yüzden Korhan Amir’i çok seviyordum.
İçeriye girdiğim an önce pencereye yaslanan Sarp’ı gördüm, ardından hasta yatağında bana gözlerini kısarak yorgun bakışlar atan Korhan Amir’i. Sarp’a gülümsedikten sonra elimdeki çiçeklerle pıtı pıtı yürüyerek Korhan Amir’in yanındaki sandalyeye doğru ilerledim.
“Çok geçmiş olsun…”
Korhan Amir “Hoş geldin Miray…” diyerek elimdeki çiçekleri işaret etti. “Ne zahmet ettin…”
“Yok canım ne zahmeti,” Çiçekleri boş gördüğüm bir yere bıraktım. “Sen iyisindir umarım, çok korktum ama duruşma falan vardı diye uğrayamadım yanına. Bugün de Mir Beyaz cezaevinden çıktı, sabah onunlaydım, uğrayamadım.”
Korhan Amir “Olur mu öyle şey?” diyerek Sarp’ı işaret etti. “Zaten bu kerata ve eski ekibim, benim manevi çocuklarım, hep yanımda…”
Sarp’la göz göze gelince Korhan Amir’in rahatsızlanma sebebi geldi aklıma ve “Ben de biliyorum.” dedim açık konuşarak. Başta anlamadılar, Korhan Amir’e cevap verdiğimi düşündüler. Daha açık konuşarak “Silah Teoman’daydı, eniştemde.” deyince Sarp’ın gözleri kısıldı. “Ama hikâyenin devamını dinleyince duruşmaya kadar susmak zorunda kaldım.”
“Nasıl yani?” Korhan Amir sormuştu bu soruyu. “Şimdi sen Melek’i kimin öldürdüğünü biliyor musun?”
Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Hayır, tabii ki bilmiyorum. Sadece bahsi geçen savcının evine ateş eden kişinin Teoman olmadığını öğrendim.”
Sarp üç kez öksürdü ve yanıma doğru yürüdü. “Miray, Korhan Amir ile ben konuştum. O bilmiyor, ben de bilmiyorum. Konuyu kapattık, gerisini de Erkin Savcı’ya ve Teoman’a bıraktık. İkisinin meselesi. Biz artık karışmayacağız.”
“Biliyorum Sarp, sakin ol.” Korhan Amir’e döndüm. “Amirim siz de yeterince sıkıntı çektiniz, bu konu hepimizi aşan bir konu hatta belki beni bile…” Aklıma Koray gelince kalbime bir ağrı girdi. Onu korumak için neleri göze almıştım… “Bu yüzden ben hem geçmiş olsuna geldim hem de sizin bildiğinizi bilen üçüncü kişi olduğum için geldim. Sizin bildiğinizi kimse bilmeyecek.”
Korhan Amir büyük bir vicdan azabıyla gözlerini yumdu. “Hayatım boyunca böyle bir olayı ne gizledim ne de üstünü örtbas ettim Miray…” diyerek tekrardan gözlerini açtı. “Ama Teoman… Sarp bana az çok konudan bahsedince bu işin Teoman’ın üstüne kalmasından çok endişelendim. Eğer silahı Teoman’ın aldığı öğrenilirse çok büyük ihtimalle o tutuklanacak, belki de yargılanacak. Sonuçta silah en son onda görüldü…”
“Silahın başkalarında olduğu kanıtlandı zaten. İki genç çocuk.” Kardeşimin ismini ilk defa gizlemiştim ve bu bile beni incitmişti. “Ama yüzleri belli değil ve silahın Mir Beyaz’a ait olduğunu da ispat edemedik.”
Sarp ben konuşmamı bitirmeden “Miray, artık Korhan Amir’le bu mevzuyu konuşmayalım.” diyerek beni ikinci kez uyardı. Dışarıyı işaret ederek “Sen çıkmadan biz biraz konuşalım mı?” diye sorunca son kez Korhan Amir’e döndüm.
“Bazen en iyisi susmak oluyor amirim,” Koluna dokunduktan sonra ayağa kalktım. “Tekrardan geçmiş olsun. Umarım hemen görevinizin başına dönersiniz.”
“Sağ ol Miray…”
Sarp’la beraber koridora çıktık ve sessiz bir alana doğru ilerledik. Bir iki dakika içinde de beklemeden konuşmaya başladı.
“Bu olayın arkasından bir şey çıkmaz ama Erkin Savcı’nın peşine düşmemesi garip değil mi sence de?” diye sorunca öylece kaldım. “Tamam, kabul ediyorum, kamera kaydı yok ve Teoman’ın başı da belaya girebilir ama Erkin Savcı’nın Teoman’ı ve babasını kayırması bana çok tuhaf geliyor.”
Sarp’a hak verirken diğer yandan da işin içinde kardeşim olduğundan ötürü büyük bir gerilimle dişlerimi sıkıp duruyordum. “Kayırmak denmez ki…” derken bile sesim titremişti. “Bunun sonu katile çıkmıyor, Erkin de gündeme getirmek istemiyor…”
Sarp iyice işkillenir gibi “Miray, Erkin Savcı’dan bahsediyoruz…” deyip sorgular gibi elini salladı. “Yani işin içinde kendisi olsa ve kendisini tutuklamak mümkün olsa inan ki tutuklardı.”
“Öyle bir karaktere mi sahip? Pek tanımıyorum…” diyerek konuşmayı bitirmeye çalıştım. Sabah saatleri de dâhil olmak üzere tüm günüm yoğun ve hüzünlü geçmişti. Gebze’ye dönecek takatim de kalmadığından ablamlara gitmek istiyordum. Bu yüzden kısa tutmak için çabaladım. “Sarp, bence Erkin Savcı Varan Alp’e söylemeden bu işi arka planda halleder.” Sertçe yutkundum. “İşine de karışmak istemiyorum.”
Sarp delirecekmiş gibi konuştu. “Elimde Teoman’ın aldığına dair kamera kaydı ya da ses kaydı olsa direkt kendimi ateşe atmak bir yana dursun Başsavcı’ya gidip teslim ederdim.”
Kaskatı kesildim çünkü bende bir ses kaydı vardı.
“Ama yapamıyorum…” Öfkeden neye çatacağını şaşırmış gibi sürekli ellerini hareket ettirip duruyordu. “Bu işin içinde başka bir iş var, Teoman bile biliyor ve söylemiyor olabilir ama peşine düşeceğim…”
Sarp’ın söylediklerinin bünyemdeki etkisi birkaç kez öksürmek olmuştu. Ve ben çok dolmuştum…
Zorla da olsa gülümsedim. “Sen bilirsin.” diyerek kafamı sola doğru çevirdim. “Ben artık gideyim Sarp, görüşürüz.”
⚖️
Ablamların apartmanına girerken yan apartmana göz ucuyla baktığımda aslında ne kadar zor zamanlar geçirdiğimi anımsadım, sonra da ablamların apartmanına girip asansöre doğru ilerledim. Eski eşi tarafından darp edilen kadın, karakoldan aldığım bilgiye göre memleketine taşınmıştı. Umarım orada da boşandığı için dışlanmazdı; bu ülkemizde çok oluyordu. Erkek boşanınca gayet olumlu karşılanıyordu ama kadınlara bambaşka bakılıyordu, umarım o kadın da aynı durumu yaşamazdı.
Ablamlara gelmeden sütlü nuriye almıştım. İzmit’tekiler kadar güzel olmasa da pastanenin camından görünce dayanamayıp almıştım. Çok severdim bu tatlıyı.
Asansörden indim, ablamların dairesinin önünde durdum ve zile bastım. Birkaç saniye sonra kapıyı eniştem açtı. Elinde tuttuğu peçeteyi burnuna götürüp “Hoş geldin Miray,” deyince sesi maalesef ağzından değil de başka bir yerinden çıkmış gibiydi. Ayakkabımı çıkarırken elimdeki poşeti ona uzattım. “Yine Nuriye Hanım mı aldın?”
İçeri girerken “Hoş bulduk Teo.” deyip adımlarımı salona doğru ilerlettim.
“O ne öyle?” Eniştem kapıyı kapattıktan sonra peşimden yürüdü. “Sen hayırdır? Trip mi atıyorsun kız? Ne yaptık yine? Çok merak ediyorum. Hangi rezil rüsva hareketi huzurlarına sunduk?”
Garip bir bakış attım. “Enişte iyi misin sen? Tavır falan yapmadım… Allah Allah ya!” Çantamı da koltuğun üstüne bıraktıktan sonra gözüm ablamı aradı. “Ablam nerede? Onunla konuşmak istiyorum. Moralim bozuk.”
Eniştem tatlı poşetini masanın üstüne bıraktı. “Rüzgar’ı uyutuyor. Annenler gelecek ya, ben de çay koyacaktım tam yoksa Rüzgar’ı ben uyuturum bu saatte.” Havalı bir bakış attıktan sonra hapşırdı. “Ama oğluma da grip bulaşmasın.”
Kaşlarımı çatarken “Annemler yolda mı?” diye sordum. Bir yandan da saati kontrol ettim: Sekiz buçuktu. “Ama bugün gelmeyecekti onlar ya…” Endişeyle ayağa kalktım. “Ben bir ablamla konuşayım…”
“Sende bir haller var ama… Moralin bozukmuş diye üstüne gitmiyore…” Kendisini kanepeye bıraktı. Kime sinirleneceğimi şaşırdığım için ona patlamaktan çekiniyordum, bu yüzden koşa koşa ablamın yanına gittim.
Rüzgar’ın odasına göz ucuyla baktığımda beşikte olduğunu gördüm, ablam da hemen beşiğin yanındaydı ve arkası bana dönük olduğundan görmemişti.
Fısıldayarak “Abla,” dedikten sonra yanına yürüdüm. Rüzgar’a daha yakından baktığımda dünyanın en tatlı varlığı olduğunu tekrardan anımsadım. “Ay şu tipe bak ya…” Yanaklarını sıkasım geliyordu, ayrıca oda o kadar bebek kokuyordu ki huzur bulmuştum resmen! “Benim yeğenim, değil mi bu? Tescilli akrabam.”
Ablamın koyu yeşil gözlerinin ardındaki yorgunluk yerini gülen gözlere bıraktı. “Yok, torunun.” Sessizce kıkırdasa da aldırış etmedim. “Hoş geldin. Annemler de yola çıktı. Tabii senin haberin yoktur… Babam Rüzgar’ı özlediği için zıbınını koklayarak fotoğrafına bakıyormuş geçen gün.”
Kahkaha atmamak için elimi dudaklarıma götürdüğümde Varan Alp’i öptüğüm an geldi aklıma ve birkaç saniye donakaldım.
“Miray,” diyen ablam, ayağa kalktı ve kapıyı işaret etti. “Çıkalım odadan, uyudu.”
Kafamı salladıktan sonra ikimiz de odadan çıktık.
Ablam, odanın kapısını hafif aralık kalacak şekilde kapadı ve bana döndü. “Annem geçen gün söyledi ama fotoğraf eşliğinde kokladığını senden duyuyorum. Acaba torununun olması nasıl bir his? Çocuğun gibi seviyorsundur herhalde… Ben bile bu kadar özlüyorsam babamı düşünemiyorum.” dedim sırıtarak.
Koridordan geçerken ablam söylediklerime cevap vermeyerek açıklama yapmaya başladı. “Teoman hasta ama ateşi düştü, çok sıkıntısı yok. Sadece hapşırıyor ve burnu akıyor, o kadar.” İkimiz de salona girince eniştemin telefonla savaş oyunu oynadığını anladım çünkü garip garip kılıç sesleri geliyordu, kendisi bizi takmadı. “Yine de babamın o hâli gözlerimi yaşarttığından artık gelin, dedim.” Kıyafetinin yakasını çekip bıraktı. “Zaten ben de özledim.”
“Sen de bir alışamadın he…” Masaya oturduk ikimiz de. “Ha abla, Nuriş aldım!” Poşeti kaldırıp indirdiğim an ablam büyük bir iştahla kafasını kapıya doğru çevirdi.
“Ay Miray annemleri bekleyemeyeceğim…” Ağzı sulandı resmen. “Çay koyuyorum ben!”
“Abla dur, ben de geleyim mutfağa.” Enişteme göz ucuyla baktığımda oyuna adapte olduğunu görünce ablamın peşine takıldım. Hiç cevap verme tenezzülünde bulunmayan ablam, tezgâha yönelip çayın suyunu koyarken ben de sandalyelerden birine oturdum. “Abla…” dedim, dirseğimi mutfak masasına dayarken. “Sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak… Ve neden diye sormayacaksın.”
Ablam geçiştirerek “Ne oldu, doktorla mı buluştun yoksa?” deyince annemi, cerrahla olan buluşmamı ablama anlatmasından ötürü hafifçe kınadım ve duruşumu dikleştirirken biraz gerilip ayağa kalktım fakat vazgeçip tekrardan sandalyeye oturdum.
“Cerrah sana anlatacağım kadar önemli bir kişi değil, en azından benim için.” Dirseğimi tekrardan masaya dayadım, avucumun içine de çenemi. “Ama bir nebze de onun sayesinde oldu…” diye mırıldandım sessizce. Ablam, birkaç bardak çalkaladıktan sonra makineye yerleştirmeye başladı. Sanırım sadece çay için gelmemişti mutfağa. “Ama abla, otur şuraya ya… Yıllar sonra içimi dökeceğim,” Göz ucuyla kapıyı kontrol ettim. “Ayrıca eniştemin duymaması lazım, kardeşi hakkında sonuçta.”
Ablamın elindeki bardak tezgâha düştü ve kırıldı ancak umursamayıp “Ne?” diyerek yüzünü bana yaklaştırdı. “Varan Alp ile mi?” Kaşları havaya kalktı, yeşil gözlerinin içindeki iris daha da büyüdü. “Miray çüş!”
“Seray!” diye seslenen eniştemi duyunca ikimiz de kapıya doğru döndük. Eniştem, hapşırdıktan sonra “Ne oldu kız? Ne kırıldı?” diye sorunca ablam hin bir şekilde gülümsedi.
“İnatlar kırıldı bebeğim, aman, bardak…” Tezgâhı işaret etti. “Boş ver, bunu zaten sevmiyordum, iğrenç bir bardaktı.”
Eniştem bir bana bir ablama tuhaf ve endişeli bir bakış attıktan sonra “İyi, ben oyun oynuyorum.” deyip mutfaktan tamamen çıktı.
Adım sesleri kesilince ablam büyük bir merakla “Ne yaptınız? Ha? Ne zaman? Ne dedi?” diye peş peşe sorunca anlatıp anlatmamak konusundaki kararsızlığım tetiklendi. Buraya gelene kadar bunu düşünmüştüm. Ablam abartırdı. Ama başka da anlatacak kimsem yoktu ki. “Miray çatlatma!” Kalkıp mutfak kapısını kapattı. “Yemin ederim Teoman’a söylemeyeceğim, söz!” Koşa koşa yanımdaki sandalyeye doğru gelip hemen oturdu. “Anlat, ne olur! Çatlayacağım şimdi…”
Ocaktaki ateşin sesi eşliğinde daracık mutfakta aşk hayatımı dökmek… Sanırım bunu özlemiştim.
“Şey oldu,” Nereden başlayacağımı bilemedim. “Varan Alp bana Melek’in bilgisayarını ve günlüklerini getirdi,” Ablamın yüzü Melek’in ismi geçtiğinden ötürü biraz düştü, ensesini kaşıyarak masaya bakmaya başladı. Bir süre sessiz kaldık. “Ben de o sırada cerrahla randevudan dönmüştüm, daha doğrusu annemin zorla gönderdiği kahve merasiminden…”
“Eee?” Hemen üstümü inceledi. “Güzel giyinmiştin ve seni görüp ilan-ı aşk mı etti yoksa? Ya da kıskandığı için duygularını mı söyledi?”
Gözlerimi devirdim. “Hayır, elimde gül demeti görüp bozuldu.”
Kaşlarını çattı ablam. “O niye be? Kıskandı mı şimdi?”
“Abla anlasana, tavır yaptı işte gül demeti görüp. Ben de bunun üstüne gittim. Sonra bu bana demesin mi ‘Sen şu an bir savcıyı rahatsız ediyorsun.’?” Ablam gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken gözlerini kocaman açmıştı. “Ben de buna beni yemeğe çıkardığını, bana çiçek aldığını ve bana küçükken âşık olduğunu söyleyince bozuldu.”
Ablamın ağzı beş karış açık kaldı. “Miray bunlar ne zaman oldu?” Heyecandan ayağa kalkıp bir oraya bir buraya yürüdü. “Gerçekleşmeyen ikinci hayalim gerçek oluyor ve ben şu an heyecandan gebermek üzereyim. Sen nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun ya? Manyak! Manyaksın kızım! Devam et!” Yanıma oturdu. “Miray devam!”
Kapalı kapıyı kontrol ederken “Eniştem duymasın.” dedim fısıldayarak. “Biz birkaç gündür falan konuşmuyorduk…” Biraz düşündüm. “Aynen, beş altı gün konuşmadık. Ben bugün ona Mir Beyaz’ın anlattıklarını anlatmak için evine gittim.” Ablama Koray kısmını anlatamayacağım için dümdüz söyledim. “Sonra da şey yaptım... Öptüm onu.”
Ablam elini kalbine götürerek “Dudaktan mı öptün?” diye sorunca kafamı salladım. “Sana inanamıyorum! İnanamıyorum Mir Beyaz, aman, şey, Miray! O ne yaptı? Ha, o ne yaptı? Anlatsana kızım!”
“Abla eğer bu şekilde sesli konuşmaya devam edersen seni dava ederim.” dedim büyük bir korkuyla. “Teoman duymasın, utanırım ondan…” Kaşlarım çatıldı. “Bak, benim de utandığım bir şeyler varmış.”
Ablam hâlâ şoktaydı. “Dudağından öptün… Miray çok erken değil mi? Neden yaptın kızım bunu? O kadar mı delirdin adama?” Biraz düşündü. “Tabii savcı ya, senin hoşuna gitmiştir.”
Kaşlarım çatıldı. “Ne alaka Allah aşkına?”
“Ya ne bileyim kızım, heyecandan ne diyeceğimi şaşırdım… Evine bile gitmişsin. Kız sen onun evini nereden biliyorsun? Ha, önceden gitmiştin, değil mi? Annem söylemişti…”
Ablam, Varan Alp’in bıçaklandığını bilmiyordu. “Yine Melek için gitmiştim.”
“Yok sen direkt onun evinde kaldın.” Ablam kafasında kurmaya devam etti. “Ne konuştunuz o gece de inadını kırdı senin?” Dudaklarını ısırdı. “Miray siz de bizim gibi evlenirseniz senin de soyadın Çakmak olacak!” Çığlık atarken eliyle dudaklarını kapattı. “Miray Çakmak. Miray Hilde Çakmak. Miray Hilde Lalezar Çakmak. Yuh! Orhun Yazıtları gibi oldu bu! Sen sadece Çakmak’ı kullan.”
“Abla çenenin bağı kopsun gerçekten.” Saçlarımı geriye attım. “Zaten bir heyecan var içimde, tarif edemiyorum. Anlamadım ki ben… Muhtemelen beni sıkıştırıp neden öptüğümü soracak? Ben ne diyeceğim?”
Sadece Koray’ı korumak ve videoyu silmek için öpmüş olamazdım çünkü muhtemelen bayılma numarası yapsam Erkin yine yetişirdi. Sanırım onu öpmek istemiştim.
Ablam yüksek enerjisiyle “Aşkım, diyeceksin.” dediği an kaşlarım çatıldı. “Seni seviyorum. Nokta.”
“Başka emriniz var mı Seray Hanım?” Kollarımı göğsümde bağladım. “Ya abla ciddi soruyorum. Sen olsan ne yapardın?”
Ablam düşünür gibi yapınca suyun fokurdama sesi geldi. Ayağa kalktı ve demliğe doğru uzandı. “Ben olsam…” Dört kaşık dem koyduktan sonra bana döndü. “Bir daha öperdim.”
“Yuh abla ya… Sen benden de arsız çıktın.” Aklıma annem geldi. “Annem bu konuştuklarımızı duysa ‘Sizi doğuracağıma taş doğursaydım.’ diyerek ağlardı. Allah’tan burada değil!”
Ablam geçiştirircesine ofladı. “Abartma ya… Zaten düğünde belliydi Varan Alp’in İstanbul’a geleceği ve sizin sevgili olacağınız. Ben Teo’ya söyledim ama imkânsız olduğunu söyledi. Hele bir sevgili olun, herkese duyurun, göreceğim ben Teo’yu.” Gururla arkasını döndü. “Bu aşkın mimarı benim…”
Çaydanlığın kapağını kapattıktan sonra da “Abla ne alakası var düğünle?” dedim bilerek. “Sanki ne oldu?”
“Ne mi oldu?” Ablam yüzünü bana yaklaştırarak sandalyeye oturdu. “Gelin arabasındaki bakışmalarınızı görmedim zannetme ayrıca şâhit ikinizdiniz, beraber imza attınız.” Dudaklarını ısırdı. “Çakmak Çakmak çalarken babam yanlışlıkla halaya girdiğinde birbirinize bakarak güldünüz ya…”
Hayretle bakarken gayreti için alkış tuttum. “Abla bu dediklerini ben hatırlamıyorum. Sen nereden hatırlıyorsun ya? Bir de o kadar stresliydin, giderken beş kilo ağladın… Bunları nasıl gördün?”
“Kızım anaokulu öğretmeniyim ben, yedi yirmi dört gözüm çocukların üstünde.” Bacağını bacağının üstüne attı. “Ve de sizin üstünüzdeymiş. Hah…”
Kahkaha atarken “Ya babam Çakmak Çakmak çalarken halaya girdi ya!” diyerek ellerimi birbirine vurdum. Hayatımda en çok güldüğüm anlardan birisiydi. “Bir de bizim kahveci tayfa var ya, iğrenç halay çekiyor! O görüntü gözümün önünden asla gitmiyor!”
GEÇMİŞ – DÜĞÜN GÜNÜ
Gelin arabasının şoför koltuğunda Mir Beyaz, yanındaki koltukta da Varan Alp oturuyordu. Ablamla Teoman arabada çalacak diğer şarkıyı belirlerken tam Varan Alp’in arkasındaki bölgede oturan ben, camı açıp camdan konvoydaki diğer arabalara el sallamakla meşguldüm.
“Düğün salonuna geleceğiz, heey!” diye uyaran Mir Beyaz beş kez kornaya bastı. “Bulun şu şarkıyı artık.”
“Heh tamam bulduk…” Teoman telefonu Mir Beyaz’a uzattı ama Varan Alp şoförün telefonla ilgilenmemesi gerektiğini bütün yol boyunca tabiri caizse ezberlettiği için kendisi almıştı.
Varan Alp her zamanki cümlesini kurdu: “Çocuk araba kullanıyor. Bana ver dedim şu telefonu abi ya…”
Ablam büyük bir coşkuyla üstü açılan arabadan kafasını çıkardı ve eniştem de hızını alamayıp ablamla beraber göğe doğru arabada çalan şarkıyı mırıldandı.
Zavallı ben… Sadece camdan diğer arabalara el sallıyordum ama yine de çok mutluydum. Kaç gündür düğün heyecanımız vardı ve o gün gelip çatmıştı.
Düğün salonuna varmak üzereydik, kimi zaman ablamla eniştem şarkı söyleyip duruyordu kimi zamansa ben ve Mir Beyaz ablamla eniştemin salaklıklarından bahsediyorduk. Varan Alp genelde abisiyle muhatap oluyordu ama yine de düğün arabasında bile çok gülmüştüm.
Mir Beyaz’ın açacağı şarkıyı bu kez ben seçtim ve sırf Varan Alp sinir olsun diye Mir Beyaz’a uzattım. Tahmin ettiğim gibi yüzünü bana çevirdi, yüzlerimiz çok yakın olduğundan da göz göze geldik ve birkaç saniyeliğine de olsa keyiften dört köşe oldum. Ama birazdan daha da keyiflenecektim çünkü açtığım müzik, “Karabiberim”di.
“Al süt kardeşim.” diyerek Mir Beyaz’ın eline tutuşturdum. Mir Beyaz da Varan Alp’le olan meselelerimi az çok bildiği için telefonu elimden alıp Varan Alp’e uzattı.
Varan Alp şarkıyı açar açmaz gözlerini kıstı çünkü ekranda yazı belirmişti. Ablam ve eniştem şarkının başı olduğundan ötürü ve dünyanın en mutlu çifti kategorisinden ödün vermemek amacıyla şarkının başını söyleyip çıldırmaya devam ettiler.
Yahu bu ablam da cidden dengesizdi. Daha dün ağlayıp buradan gitmek istemediğini söylediği yetmiyormuş gibi sabah da evlenmesem ne olur, diye tutturduktan sonra şimdi de evrende gördüğüm en enerjik insan rolüne bürünmüştü.
Varan Alp’in koltuğuna çenemi yaslayıp “Rahatsız olduysan değiştirelim.” dediğimde yanaklarının allaştığını ama dışarıya bakarak kendisini teskin ettiğini fark ettim. “Karabiber, diyor ya sonuçta.” Tam o esnada şarkının nakaratı gelince ablam ve eniştem büyük bir aydınlıkla susmuştu. Bense “Karabiberim, vur kadehlere! Hadi içelim, içelim her gece!” diyerek şarkıyı bağırıyordum.
Neyse… Bu rezilliğin de üstünden dört dakika geçmişti ama Varan Alp manyağı benimle yine konuşmamıştı.
İçeriye geçtik; gelin tarafı olarak da damat tarafı olarak da kapıda bekleme merasimimiz yaklaşık yarım saat bir saat arası sürdü. Ablamın düğün için hazırladığı şarkıların tam zamanında çalması adına bir DJ’ye gidiyordum bir ablamın yanına… İlk bir saati bile yorucu geçen düğünün ardından nikâh memuru geldiğinden sonraki kısım daha eğlenceli ve yorucuydu.
“Siz Adem Lalezar’dan olma, Bengü Lalezar’dan doğma Seray Lalezar… Hiç kimsenin etkisi altında kalmadan Teoman Çakmak ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”
Ablam onu sinir ettiğimde ismimi bağırırken kullandığı tonlamayla “Eveeett!” diyerek salonu inletince istemsizce Varan Alp’e döndüm. İkimiz de muhtemelen ilk kez şâhittik ve çok heyecanlıydık.
Salonda kopan alkış, ablam “Evet!” diyerek bağırdıktan sonra ortak arkadaşlarının attığı çığlıklar ve ıslıklar heyecanımı katbekat artırırken elimi kalbime götürdüm. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar mutlu olmuştum.
“Siz Beyhan Çakmak’tan olma, Ülkü Çakmak’tan doğma Teoman Çakmak… Hiç kimsenin etkisi altında kalmadan Seray Lalezar ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”
“Eveeett!” Eniştemin tüm enerjisiyle bağırması, salondaki ıslıkları ve çığlıkları artırdı.
Nikâh memuru bana ve Varan Alp’e döndü, gülen gözleriyle bizi işaret etti. “Sizler şâhitlik eder misiniz?”
Ortada tek bir mikrofon olduğu için Varan Alp hafifçe eğildi. Aynı anda “Evet!” dedik.
Salonda tekrardan alkışlar ve çığlıklar peyda oldu. Nikâh memuru susturmak ister gibi bizlere imza için defteri uzattı. Dördümüz de imza attıktan sonra nikâh memuru, evlilik cüzdanını ablama teslim etti.
“O zaman ben de İzmit Belediyesi’nin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum!”
Ablam, eniştemin ayağına basınca dişlerini sıkıp buna rağmen gülmeye çalışan eniştem dünyanın en komik yüz ifadesine sahip olabilirdi.
Nikâhtan sonra önce romantik bir müzikle dans ettiler, ardından babamın hoşuna gidecek türde birkaç halay müziği çaldı. Tüm kahveyi halaya toplayıp halay başı olan babamla bugün gurur duymuştum. Kızını vermiş bir baba gibi davranmıyordu; kızının mutlu gününde onunla mutlu olan bir baba gibi davranıyordu. Elbette hüznü de vardı fakat yine de mahkeme duvarı gibi bir yüzle masada oturup insanlarla konuşmasını da bilirdi, o eğlenmeyi tercih etmişti, doğru olan da buydu.
Ama umarım ablamdan kurtulduğu için bu kadar halay çekmemişti. Durum buysa ablam her an ‘Babam beni istemiyor!’ diyerek ağlamaya başlayabilirdi. Ben de bununla uğraşamazdım.
“Miray!” diye seslenen ablam beni düşüncelerimden uzaklaştırırken verdiği gözlükle beraber aydınlanıp gözlüğü taktım. Halay sesinden pek duyamasam da “Domdom Remix” kelimelerini işitmiştim. Şu bir aralar çok meşhur İbrahim Tatlıses & Dua Lipa Domdom Kurşunu karışımı şarkıyı açacaklardı sanırım. Bunun için de herkes güneş gözlüğü getirmişti, ablam da benimkini bana vermişti.
Halay yavaş yavaş dağıldı, gençler piste toplandı. Düğün epey kalabalık olduğundan ve çoğunluğu genç olduğundan piste neredeyse sığamadık, sıkış pıkış olduk. Erkekler eniştemi kaldırıp havaya atacakları için biraz daha kenara toplanırken biz kadınlar olarak ayrı toplanmıştık.
“Melek!” diyerek arkadaşımı yanıma doğru çekmeye başladım. “Kızım niye yanımdan ayrılıyorsun ya? Kiminle dans edeceğim ben? Ablamın arkadaşları falan da var, arada yanlarına doğru gider.”
Melek gözlüğünü takarken “Geldim tavşan, geldim.” deyip pembe elbisesinin altındaki beyaz spor ayakkabıları gösterdi. “Spor ayakkabımı giydim. Bileklerim koptu Miray ya… Sen nasıl dayanıyorsun bunlarla on saattir?”
Avukat olmanın bazı avantajları…
“Hazırız!” Ablam ve yanında duran yakın arkadaşlarından biri bağırınca Melek ve ben de birbirimize bakarak gülmeye başladık.
Ardından kimsenin mana veremediği ancak deli gibi eğlendiren o şarkı çalmaya başladı:
“Ladies and gentleman!” İbrahim Tatlıses’in sesi düğün salonunu inlettiği an büyük çığlıklar koptu. Etrafımdaki herkes şarkıya eşlik ederken Melek’le sırt sırta dans ettik. Bazı anları videoya aldım, bazı anlarda da ablamın mutluluğuyla mutluluğum katbekat arttı. Sanki o an hiç bitmeyecek bir eğlence gibi gelmişti…
Dua Lipa’nın söylediği kısım bitince ve şarkı tekrardan İbrahim Tatlıses’e geçince kafamı sola çevirmeye gerek kalmadan eniştemin havadaki görüntüsünü görüp video kaydına aldım. Ablam bir yandan endişelenirken diğer yandan da kahkaha atıyordu.
İki dakikalık kültür karmaşası bu müziği bitirdikten sonra ablam ve eniştem karşı karşıya geldi, bu kez kızlar ve erkekler de karışıktı. Kamera tam arkamızdaydı, ablam bu sefer “Çakmak Çakmak” çalacağı için herkesin kameraya karşı poz vermesini istemişti.
“Koray buraya gel!” diye çemkiren ablamı duyduğum an dibimde duran Koray’ı ablamın yanına doğru sürükledim. “Miray sen de yakınımda dur, gebertirim ha…”
Ablam tekrardan stres olmuştu.
Eniştem bütün yakınları burada mı, diye kontrol ettikten sonra “Başkan müziği başlat!” dedi.
Müzik başladığı an ablamla eniştem birbirlerinin ellerini tutarak dans etmeye başladılar ama müzik en başta biraz yavaş ilerlediğinden ötürü biz olaya dâhil olamamıştık.
Herkes burada mı diye kontrol ederken Varan Alp’in yanımda olduğunu fark ettim, tam arkasında da Erkin Savcı vardı. Pek dans edecek gibi durmuyorlardı, zaten ben de Erkin Savcı’yı dans ederek görmek istemezdim ama yine de burada duruyorlardı.
Varan Alp ile göz göze geldik, ardından babamı gördüm fakat bu işte bir gariplik vardı. Babam kahvedeki dostlarını toplamış, elinde mendille halay çekmeye başlamıştı. Ağzım beş karış açık kalınca Varan Alp’e döndüm, Varan Alp de kaşlarını çatarak babama bakmaya başlayınca ve sonra bana dönünce ikimiz de gülmeye başladık fakat öyle bir güldüm ki babamı uyaracak bir hâle bir müddet giremedim.
Birkaç saniye sonra koşarak babama ilerledim ve “Baba!” dedim koca bir çığlıkla. Serçe parmağını uzattı halaya girmem için! “Ya baba iyi misin? Çakmak Çakmak çalıyor, halay müziği değil.”
Babam yüzünü yaklaştırarak “Sen sigara mı içmeye başladın, ne çakmağı kızım?” deyince mendili elinden aldım.
“Baba bu halay müziği değil! Dağıt kankalarını, hadi!”
Babam büyük bir şokla halayı dağıtırken ablamların da bu durumu fark ettiğini görüp elimdeki kırmızı mendili kameraya doğru salladım. Birkaç adım ileriye yürüdüğümde tekrardan Varan Alp ile bakıştık. Şarkının sözleri “Ama çakmak çakmak o gözleri, tam on ikiden vurdu kalbimi… Olan oldu bu gönül ferman dinlemiyor…” diyerek devam etti.
GÜNÜMÜZ
Ablam çayları doldururken “Ama babam serçe parmağını uzattığında kopmamak için kendimi zor tuttum abla… Bir de yanında da Emrah amca vardı, kaçak Emrah…” diye devam ettim. “Orada azıcık bakmış olabilirim Varan Alp’e, tamam, hatırladım.”
Teoman kapıyı bir kez tıkladıktan sonra açınca ikimiz de o yöne döndük. “Kız çayı niye şimdi demlediniz?” Tepsiyi işaret etti. “Annenler de daha gelmedi.”
Tiz bir ses yükseldi… Hepimiz koridora doğru baktık.
Rüzgar’ın ağlama sesi olduğunu işittiğim an “Durun, ben alayım kucağıma!” diyerek büyük bir hızla Rüzgar’ın odasına doğru koştum.
Kapıyı araladım; bembeyaz beşiğinin içinde, bembeyaz örtülerin arasında duran ve debelenen minicik bedenini görür görmez büyük bir aşkla ona doğru uzandım. “Ya sen ağlıyor musun, teyzesinin bebişi?” Kucağıma alıp kafasını göğsüme yatırdım ve sırtını sıvazladım. Birkaç saniye içinde sustu ama hâlâ minik hırıltılar çıkarıyordu. “Ya sen minik bir eşek misin, yoksa minik bir insan mısın? Sen dünya tatlısı bir prens misin yoksa mis kokulu melek mi?”
Melek, dediğim an kaskatı kesilsem de Rüzgar ağlayınca tekrardan kucağımda sallamaya başladım ve dikkatim hemen dağıldı.
Kapı çaldı, muhtemelen annemler gelmiştir diye yavaş yavaş kapıya doğru yürüdüm. Eniştem kapıyı açar açmaz “Ooo Varanım, geldin mi?” deyince beynime kan gitmedi.
Kucağımda Rüzgar vardı ve Allah korusun ama umarım düşürmezdim.
Rüzgar’ı daha sıkı tutarak kapıya doğru yürüyünce “Oğlum!” dedi Teoman, kapının ardını işaret ederken. “Bak, amcan geldi!”
Kapının önünde belirdiğimde ablam da mutfak kapısından çıkmıştı. Önce ablama, sonra da kapının önünde dikilen Varan Alp’e kısaca baktım. Varan Alp, içeriye girdiği an yüzünü eğerek Rüzgar’a yaklaştırdı ve “Yakışıklı,” diyerek yanağına dokundu.
Ah kalbim… Yine başladı Ramazan davulculuğuna…
Yüzünü geri çekerken kısaca bakıştık. “Merhaba.” dedikten sonra ablama döndü Varan Alp. “Çay demleyin abi, sütlü nuriye aldım.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.5k Okunma |
1.17k Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |