17. Bölüm

16. İKİNCİ DURUŞMA

Esma Tonguc
esmatonguc

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

+BU BÖLÜMDE GEÇEN SİYASİ PARTİ VE SİYASETÇİ İSİMLERİ GERÇEĞİ ASLA YANSITMAMAKTADIR. GERÇEK KURULUŞLARLA HİÇBİR BAĞLANTISI YOKTUR.

ON YEDİ EYLÜL

16. BÖLÜM: “İKİNCİ DURUŞMA”

“Yukarı bak, göğe bak; özgürsün artık.”

⚖️

DURUŞMA GÜNÜ

Bu kez bu koridorlarda yürürken önceki duruşmada yaşadığım gerginlik üstümde yoktu; kendimden daha emindim, arkadaşımın suçsuz olduğundan daha emindim ve tüm yapboz parçaları kafamda birbirini tamamlamıştı. Yapboz parçalarıyla ortaya çıkan resim, her ne kadar Melek’in katilini görmeme yetmese de süt kardeşimi, arkadaşımı, en önemlisi Melek’in sevgilisini bu davanın şüphelisi olmaktan kurtarmamı sağlıyordu.

Üstünde “41. Ağır Ceza Mahkemesi” yazan duruşma salonunun önünde bu kez daha büyük bir kalabalık vardı. Buraya girerken vatandaş girişinin olduğu kısımda da televizyoncular, gazeteciler çok büyük bir hengâme oluşturmuştu fakat içerisi daha korkunçtu. Bu kez Melek’in akrabası olduğunu, arkadaşı olduğunu bildiğim herkesi görmüştüm. Duruşma salonu bu kez daha kalabalık olacaktı, yani tabii bir yandan da işim daha zordu.

Aykut’un psikolojik olarak üstünlük kurmak istediği apaçık belliydi; duruşmanın ilk dakikalarında aleyhime beyanda bulunabileceği tüm Yargıtay kararlarını okumuştum. Tabii bir yandan da bu kararların tümünü yıkacak bir tanığım olduğundan ötürü rahattım. Eğer her şey istediğim gibi giderse Mir Beyaz bugün tutuksuz yargılanma alacaktı.

“Miray,” diyen annem, bir yandan da cübbemi giydiriyordu. “Kızım, Mir Beyaz buradan mı gelecek?” Koridoru işaret etti.

“Anneciğim bir sakin olur musun? Mir Beyaz cezaevinden getirildiği için diğer kapıdan geçecek.” dedim ve telefonumu işaret ettim. “Telefonumu yüzüme doğru tutsana, tipime bakayım azıcık.” Babam ve Biran teyze bekleme koltuğunda bitkin bir hâlde mahkeme saatini beklerken mübaşir kapıdan çıktı.

Mübaşirin sesi katta yankılandı: “2027/138!”

“Bizim sıramız geldi,” dedim annemlere içeriyi işaret ederek. “Hadi.”

Bir anda herkes duruşma salonuna girmeye başladı.

Annemin tuttuğu telefondan makyajımı kontrol ettim, sonra da boynuma taktığım kırmızı fuları düzelttim. Son kez duruşuma baktıktan sonra annem telefonumu kendi çantasına yerleştirdi.

Çantamın içindeki belgeleri göz ucuyla kontrol ederken annem, babam ve Biran teyze duruşma salonuna girdiler. Koridorda sadece Aykut, Varan Alp ve Teoman vardı; üçünü yan yana görünce üçüne de gıcık olduğumu fark ettim.

Teoman’ın gizlediklerinden korkuyordum, Varan Alp’e kalbim kırıktı ve Aykut… Aykut’u açıklamama gerek bile yok, onun tipi bile gıcık!

“Şu gülüşe bak…” dedim neredeyse fısıldar gibi. Duruşma salonunun kapısının önüne geçtikten sonra “Buyurun Avukat Bey, kaybedecekler önden.” deyip iki gözümü birden kırptım. Teoman bu dediğime otuz iki diş sırıtırken Varan Alp’in tepkisine bakamıyordum bile… Açıkçası Varan Alp’le en son bana günlükleri getirdiği gün konuşmuştuk, muhtemelen bundan sonra da zar zor konuşurduk çünkü kendisi sessizlik yemini adı altındaki saçmalık ruh hâline bürünmüştü yine.

Aykut elinde tuttuğu çantayı kaldırdıktan sonra “Bak burada neler var Miray, bir bilsen…” deyip tıpkı benim gibi otuz iki diş sırıttı. “Ama ağlamak yok, tamam mı? Kardeşine mahkûmiyet gelince sakin kalamayıp üstüme saldırırsan vallahi bak,” Yanında duran Varan Alp’e göz ucuyla baktı. “Neyse, yok bir şey. Hadi, hanımlar önden.”

Israrla kolumu kaldırıp ona müsaade verince mecburen içeriye geçti. Teoman, ben kapıdan geçmeden önce “Miray, Koray nerede?” diye sordu.

“Koray’ın bir işi var, birazdan gelir.” deyip gözlerimi Varan Alp’in üstüne çevirdim. Bana attığı bakışı anlamamıştım. Dalgın dalgın bakıyordu… “Neyse enişte, geçelim artık, hadi.”

Ve mahkeme salonuna giriş yaptım…

Her duruşmada yaşadığım gibi izleyenlerin tuhaf ya da gururlu bakışlarını görmezden gelmek zorunda kaldım. Kendi bölgeme geçene kadar insanlarla olan tüm diyaloglarımı kafamdan sildim ve sadece sağıma döndüm, heyetin olduğu yere.

Önce Erkin geldi, ardından mahkeme heyeti.

Herkes oturduktan sonra bir iki dakika kadar sessizlik oluştu. Ardından hakim “Sanığı içeri alalım.” deyince masanın üstüne bıraktığım dosyalarımı tek tek açtım. Aykut, Mir Beyaz içeriye girerken bana sol gözünü kırpıp gülümsedi.

Mir Beyaz’ın bitkin hâliyle sanık kısmına geçtiğini görüp yüzüme bile bakmadığından ötürü bu kez kızgın değildim.

Sabır.

Hakim duruşmayı başlattı: “Sanık Mir Beyaz Küfe, bulunduğu ceza infaz kurumundan getirildi; bağsız olarak huzura alındı. Müşteki vekili Aykut Sayer ve sanık müdafi Miray Hilde Lalezar’ın geldiği görüldü, yargılamaya devam edildi.” Hakim, önce Aykut’a döndü. “Buyurun.”

Aykut tüm sinsiliğiyle ayağa kalkarken gözünü üstümden ayırmamıştı. “Sayın Yargıç, önceki duruşmada da belirtildiği üzere suçun yüksek olasılıkla sanık Mir Beyaz Küfe’nin işlediği beyanımızı tekrarlıyoruz. Dilekçede görülen…” Beni işaret etti. “Sayın Avukat’ın hazırlamış olduğu dilekçede görülen Yargıtay kararının tam metni incelendiğinde beyanlarını doğrulamadığı anlaşılmaktadır. Suç aletine sahip olduğu bilinen sanık Mir Beyaz Küfe’nin, büyük şüpheler ve somut deliller ışığında mahkûmiyet alması gerekmektedir.”

Aykut oturunca ben kalktım. “Sayın Hakim, Sayın Savcımızın da bildiği üzere dosyaya eklenen kamera kayıtları, yeni iki benzer dava, bir video kaydı ve bir fotoğraf bulunmaktadır.” Mübaşirin televizyona yansıttığı kamera kaydı herkesin gözünün önünde oynandı. “Bu görüntü, Şükür Çiçekçilik’in dış kamerasına aittir ve dükkânın sahibi Nedim İşçi tarafından tarafıma ulaşmıştır. Tarafıma ulaştıktan birkaç saat sonra Nedim İşçi, adliyeye kamera kayıtlarını teslim etmeye gidecekken…” Başka bir görüntü açıldı, bu görüntü de uzman mütalaasıydı. “Uzman mütalaası ile onaylanmış bir şekilde cinayete kurban gitmiştir. İtirazımda da belirttiğim üzere Şükür Çiçekçilik ile, Nedim İşçi ile bu davanın ortak noktası…” Televizyonda Melek ile Mir Beyaz’ın fotoğrafı açıldı. Tüm heyet fotoğrafı inceledi. “…fotoğrafta da görüldüğü gibi maktul Melek İnal’ın yüzündeki kızarıklıklardır. Bu kızarıklıklar, alerji kızarıklığıdır. Yüzündeki kızarıklıkların alerji dışında oluşması, imkân dâhilinde değildir. Itır çiçeğine alerjisi olduğu bilinen Melek İnal’ın bu beyanımı doğrulayan belgeleri huzurunuza sunulmuştur.”

Aykut lafımı kesmeden zaten ayakta olduğumdan “Sayın Başkanım, belgelerde de belirttiği üzere bu kızarıklığın alerji dışında oluşmasına imkân yoktur.” deyip televizyona yansıtılan fotoğrafı inceledim. Mir Beyaz’la göz göze geldiğimiz an gerçekten de bu anın yaşandığını bizzat anladım, bu yüzden hüzünle gülümsedim. “Uzman mütalaasının incelendiğini varsayarak devam ediyorum: Nedim İşçi’nin ölümü tıpkı müvekkilim Mir Beyaz Küfe’ye kurulduğu gibi kesinkes komplodur. Bu komploları gerçekleştiren, 17 Eylül cinayetlerinin şüphelisi üzerine düşülmesini ve müvekkilim Mir Beyaz Küfe’nin serbest bırakılmasını talep ediyorum.”

Aykut tabii ki ayağa kalkarak “Yani sizce de ıtır çiçeğine alerjisi olması ve iki gencin çiçekçiye girmesi yeterli iddialar mıdır? Ben söyleyeyim, asla somut delil niteliği taşımamaktadır.” diye itiraz etti.

Hakim tebessümle “İtiraz reddedildi. Ona biz karar veririz Avukat Bey.” deyince benim de yüzümde bir tebessüm peyda oldu. “Devam edin.”

“Tabii ki Sayın Hakim, tabii ki siz karar vereceksiniz fakat ben müşteki vekili olarak hüznümüzü ve yanlış gördüklerimizi belirtmek yükümlülüğündeyim.” diyen Aykut beni işaret etti. “Yani Avukat Hanım belli ki birtakım araştırmalar yapmış, sonrasında da tatsız bir ölümle sonuçlanmış ancak bunların somut bir delile dayanmaması kafalarımızı karıştırmaktadır. Şimdi bu görüntülerdeki gençlerin silahı Mir Beyaz Küfe’ye ulaştırmadığı ne malumdur? Belki Mir Beyaz Küfe silahı emniyette bilerek bırakmıştır, arkadaşı Komiser Sarp Kurtulmuş da silahı ona götürmüştür ama Mir Beyaz Küfe reddetmiştir. Olamaz mı?”

Sessiz bir şekilde güldüm. Dalga geçercesine “Avukat Bey,” dedikten sonra heyete döndüm. “Affedersiniz, Sayın Başkanım… Avukat Bey yalan beyanlarını hiç profesyonel bir şekilde önünüze sunamadığından ötürü araya girmek zorundaydım. Müşteki vekiline izninizle sormak isterim: Yani Aykut Bey; sizce silahı Sarp Kurtulmuş masaya koyduktan sonra, elektrikler geri gelince o silahın masada gözükmemesi, silahın emniyet biriminden birinin aldığını ve kim bilir nereye götürdüğünü doğrulamamakta mıdır? Hayır, silah uçacak değil. Değil mi? Uçmadıysa o silahın emniyetten çıkmış olması gerekmekte. Çıkışının bir görüntüsü yok, silahın masaya konma görüntüsü yok. O halde birisi Sarp Kurtulmuş silahı bir bölgeye bırakır bırakmaz alıp emniyetten çıktı ki Sarp Kurtulmuş da etraf karanlıkken bıraktığını doğruladı, diye biliyorum.”

Aykut büyük bir bıkkınlıkla “Yani Sayın Hakim, bu silah o emniyetten biri tarafından alındı ve Mir Beyaz Küfe’ye ulaştırıldı.” dedikten sonra bana doğru bir şeyler fısıldadı. “Sayın Başkan, eğer izniniz olursa, Avukat Hanım’ın bir tık daha yavaş konuşmasını talep ediyorum. Resmen müşteki avukata komplodur…”

Hakim bana döndükten sonra “Avukat Hanım, cümleleri biraz daha yavaş kuralım.” deyip gülümsedi.

Aykut, “Ve Başkanım, bir tanığım var…” deyince kaşlarım çatıldı. “Ben tanığımın dinlenmesini talep ediyorum.”

Gözlerimi devirerek sandalyeme oturduğumda hakim, “Tamamdır. Tanığı salona alalım.” diyerek önündeki dosyalara bakmaya devam etti.

Bakalım benim tanığım içeri alındığında da aynı şekilde sırıtabilecek miydi?

Tanık, içeri girdiği an kaşlarımı çatarak gözlerimi belerttim çünkü bu kişiyi tanıyordum. Aykut, hakim ona müsaade etmeden “İzninizle Sayın Bera Emin’e birkaç sorum vardır…” derken bile bana canavar gibi bakıyordu. “Bera Emin, önceki duruşmada sanığın lehine bir tanıklıkta bulunduğundan ötürü duruşma ertelendi. Peki… Şimdi Bera Emin’e ben sormak istiyorum.”

Umarım Bera beni ve Melek’i yarı yolda bırakmazdı, umarım!

Hâkim ayağa kalktıktan sonra “Ayağa kalkalım.” dedi. Tüm salon ayaklandı. “Tanık sıfatıyla sorulacak sorulara vereceğiniz cevapların gerçeğe aykırı olmayacağına ve bilginizden hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine yemin ediyor musunuz?”

“Sorulacak tüm sorulara, hiçbir şey saklamadan namusum, şerefim ve kutsal saydığım tüm inanç ve değerler üzerine yemin ediyorum.” dedi Bera Emin.

“Bera, Melek’le dört gün önceki konuşmalarınızı yeni yeni mi anımsadın?” diye sordu Aykut.

Bera yüzüme bile bakamıyordu, şimdi bitmiştim. Hakime dönerek “Evet.” dedi tok bir sesle.

“Peki sen Avukat Miray Hilde Lalezar tarafından çok büyük bir ısrarla mı duruşmaya tanıklık ettin? Bize biraz o süreci anlatır mısın?”

Bera zorla yutkundu. “Miray beni aradı, duruşmada tanıklık yapıp yapmayacağımı sordu. Önce reddettim çünkü buna bir katkım ya da zararım olsun istemedim. Sonra çok ısrar edince kabul ettim. Önceki tanık beyanımda da kararlıyım, yani Mir Beyaz Melek’e zarar vermemiş olabilir ama Melek’le olan mesajlaşmalarımı anımsayınca yanlış yapıp yapmadığımı düşündüm. Ümit amca, yani Melek’in babası bana ulaştı. Ben de kendimi suçlu hissedip küçük bir araştırma yaptım. Sanırım Mir Beyaz ile Melek, Melek’in ölümünden dört gün önce çok büyük bir kavga etmiş. Ya ben mesajları hatırlayamadım, sarhoş olabilirim o sırada, bu yüzden aklıma gelmedi ama daha sonra mesajları karıştırınca fark ettim. Mir Beyaz, Melek ölmeden dört gün önce hem Melek’le büyük bir tartışmaya girmiş hem de ayrılmak istemiş.”

Sesli bir nefes verdikten sonra duruşma salonundakilere göz ucuyla baktım. Herkes buraya dönük olduğundan ve Bera boş boş konuştuğundan ötürü sinirlerim bozulmuştu.

“Bu yüzden şimdi tekrar tanık olmaya karar verdim. Aykut Bey ile görüştüm, kendisi tekrardan tanık olabileceğimi söyledi. Mesajları da nasıl ulaştıracağım…” Aykut’a döndü. “İsterseniz mesajları hemen ulaştırabilirim, hepsi yüklü.”

Hakim, Erkin’e döndükten sonra Erkin ilk defa lafa girdi: “Sayın Hakim, davanın seyri açısından işe yarayabilecek mesajlar olduğunu düşündüğümden mesajların incelenmesini talep ediyorum.” Fakat bunu umutsuz bir dille dile getirmişti.

Hakim, “Duruşmaya on beş dakika ara verildi!” dedikten sonra başım çatladığından dolayı ensemi ovmaya başladım.

Duruşma salonundan kendimi koşar adımlarla uzaklaştırdıktan sonra bekleme koltuğuna oturdum, kimseyle konuşmak istemiyordum.

Bera, salondan çıkanların arasında olunca “Bera!” diye seslenip ayağa kalktım. “Senin aklın yerinde mi?” diye sordum karşısında durup. Gerçekten çok sinirlenmiştim.

“Hey, avukat!” dedi Aykut, Ümit Haldun İnal’ın yanından sıyrılıp. İkisi de bana şeytanmışım gibi bakıyordu. “Haddini bil istersen Miray Hanım, tanığa hesap sormak da neyin nesi? Hukuk mezunu değilsin sen herhalde…”

Bir yanında Leman Hanım, diğer yanında Leman Hanım’ın eşi Behzat Bey, hemen arkalarında Bera ve çaprazında Ümit Haldun İnal… Hepsi görecekti asıl suçlunun kim olduğunu. Hele o ses kaydından sonra olayların peşine düştüğümde göreceklerdi günlerini.

“Hesap sormadım farkındaysan,” diyerek arkasında duran Bera’ya ölümcül bir bakış attım. “Gerçi biliyor musunuz, mesajların incelenmesi benim çok işime gelir. Birbirlerine olan aşkını daha net bir biçimde kavrarlar. Sonra derler ki: Bu adam bu kızı öldürmez.” Çok konuşmaktan dilim kurumuştu. “Ama pardon, ben son dakika onu ispatlayacağım zaten…” Otuz iki diş sırıttım. “Size hayal dünyanızda iyi günler…”

Leman Hanım, “Sen ne utanmaz bir kızsın ya…” deyince yanımda Teoman belirdi.

“Abla!” dedi uyarırcasına. “Ne diyorsun sen ya?”

“Utanmaz diyorum,” dedi büyük bir öfkeyle. Artık tahammül edemiyordum insanların geri zekâlılığına, delirmeme ramak kalmıştı! Leman Hanım bana biraz daha yaklaştı. “Sen ahlaksız mısın?”

“Söylediklerinize dikkat edin.” dedim kaşlarımı kaldırarak. “Pişman olacağınız cümleler kurmayın.”

Leman Hanım’ın verdiği nefes saçıma kadar ulaştı. “Seni öldürselerdi Melek bu kadar pişkin pişkin dolaşmazdı etrafta.”

“Abla!” diye bağırdı Teoman beni geriye çekerek. “Düzgün konuş Miray’la.” dediği an Teoman’dan kolumu geri çektim.

Varan Alp, Aykut’un karşısında durup “Müvekkillerinizi uzaklaştırın.” deyince Varan Alp’in babasının bekleme koltuğunda oturduğunu şu an fark etmiştim. “Avukat, sen de karşı tarafla münakaşaya girme.” dedi arkasını döndükten sonra. “Abla gel,” Varan Alp, ablasının kolundan tutup benden uzaklaştırırken dalga geçercesine güldüm.

“Utanmaz…” dedi Leman, Varan Alp’in kolunu ittirirken. Sabrımın taşmasına çok az kalmıştı. “Varan Alp, bırak, bırak koruma şunu ya…”

Teoman’a kısa bir bakış attıktan sonra arkamı döner dönmez babamın gözlerinin dolduğunu gördüm ve hemen yanına ilerledim. “Baba,” dedim koluna dokunarak.

Babam kolunu geri çekip “Şu düştüğümüz hâle bak…” deyip bekleme koltuğuna oturdu.

Yanına oturdum. Annem ileride Teoman’la konuşurken bir süre onları izledim. “Ama baba, ara verildikten sonra bu iş bitecek, merak etme. Hepimiz aklanacağız, sadece Mir Beyaz da değil… Sonra sıra katile gelecek, katil bulunacak. Merak etme.”

“Kızım,” dedi annem bana doğru eğilerek. Saçlarımı düzeltti ve “O kadının aklı yerinde değil bebeğim, boş ver sen onu.” diyerek çeneme dokundu. “Kıskanıyor seni… Hepsi kıskanıyorlar. Bak babana da söyledim, maşallah hiçbir kelimende şaşırmadan takır takır konuşuyorsun.”

Keyfimi yerine getiren anneme kıkırdayarak yanıt verdim. “Evet evet,” dedi babam yorgun ama bir yandan da güçlü bir sesle. “Seray gelmediği için çok pişman olacak. Hem Mir Beyaz çıksın, kahvedeki herkese senin nasıl savunduğunu anlatacağım.”

“Teşekkür ederim.” Hem annemin hem de babamın elini tuttum. “İyi ki yanımdasınız. Çok seviyorum sizi…”

Yaklaşık on dakika sonra duruşmanın ikinci perdesine geçtik ve annemle babamın cümlelerinden sonra artık kendimi daha iyi hissetmeye başladım.

“Evet,” diyen hakim önce Erkin’e baktı, ardından bizleri kontrol etti. “Duruşmaya on beş dakika aradan sonra devam edildi.”

Erkin beni işaret etti. “Sanık müdafi, tanık beyanı için bir şeyler söyleyecek misiniz?”

“Evet Sayın Savcım,” diyerek ayağa kalktım. “Şimdi Sayın Başkanım, bir ilişkide kavgalar da ayrılıklar da olur ancak ilk duruşmadaki beyanlarımı size tekrarlamak isterim: Mir Beyaz Küfe, şerefli ve onurlu bir Türk polisidir; aynı zamanda ilk duruşmadaki tanığımın da belirttiği üzere Melek’e zarar verecek bir adam değildir. Fakat bu itirazım size yeterli geldiyse artık kimseyi oyalamamak adına bir tanık daha çağırmayı talep ediyorum. Aynı zamanda,” Mübaşire bir dosya uzattım. “Uzman görüşü de aldım, bu tanığın çıkmasında herhangi bir engel bulunmamaktadır.”

Hakim uzattığım belgeyi inceledikten sonra Erkin’e döndü, ardından bana. “Peki…” dedi sesli bir nefes verdikten sonra. “Alalım bakalım tanığı…” Hiç ümidi yokmuş gibi konuşsa da Erkin belgeyi inceler incelemez kaşlarını kaldırıp gözünü üstüme dikmişti.

Ve sonunda o an geldi…

Televizyonda Buse’nin görüntüsü çıktı.

Haberi olmayan herkes şok içerisinde televizyona bakarken ben yalnızca tebessüm etmiştim.

“Sayın Hakim, Buse Yılmaz’ın dayısı olan Mir Beyaz Küfe o gece Melek’e evlenme teklifi edecekti.” Buse televizyondaydı, bundan ötürü ses tonum yumuşamıştı. Aykut ile göz göze geldiğimiz an morarmış yüzünü görmek hoşuma gitmişti. “Buse bana yaşanılanları detaylarıyla anlattı. Bir de size anlatmak istiyormuş…”

Hakim gülümseyerek “Merhaba Buseciğim, bize o gece olanları anlatmak ister misin?” diye sordu Buse’ye.

Buse kafasını salladı ve “Evet, ben dün Miray ablaya da anlattım ama size anlatmasam kabul olmazmış.” dediğinde hakim ve ben dışında kimse gülmedi.

“Tamam, o zaman Avukat Miray sana sorular sorsun, sen de cevapla.” Erkin’i işaret etti. “Erkin Savcı’nın sorularını da cevaplayabilirsin.” Hakim bana dönüp “Buyurun Avukat Hanım… Sen başla.” deyince gülümser bir yüzle Buse’ye çevirdim kafamı.

“Buseciğim, Melek ablan ile Mir Beyaz dayına sürpriz hazırlayacağınız gün kim kim oradaydınız?”

Buse sesli nefesler verdi. “Şey…” dedi gözlerini tavana çevirerek. “Ben vardım, annem vardı, babam vardı bir de Melek ablayla Mir Beyaz dayım…”

“Peki Buse, Melek ablanla Mir Beyaz dayın geldikten sonra neler oldu? Bize biraz anlatır mısın?”

Buse hüzünle “Annemle Melek abla kavga etti,” deyince herkesin kaşları çatıldı, ben ve Mir Beyaz hariç. “Annem hem babamın kolunu çizdi hem de Melek ablanın…” Üzüldü. “Ben çok korkup masanın altına saklandım, sonra dayım Melek ablayı kurtarınca geri çıktım ama bu sefer Melek abla gitti.”

“Peki Buseciğim dayın, Melek ablanı takip etti mi o gece? Yani peşinden gitti mi?” diye sorunca kafasını olumsuz anlamda salladı.

Buse dudaklarını büzdü. “Bence gitmedi çünkü annemle babam kavga edince onları ayırdı. Hatta sonra babamla kavga etti dayım…” Artık konuşması daha da zor hale geldi. “Ben çok korktum, tekrar masanın altına girdim. Kimse beni görmüyordu.”

Hakime dönüp “Sayın Hakim, bu kadar yeterlidir diye düşünüyorum.” dedikten sonra Erkin’e döndüm.

“Buse,” dedi Erkin gülümseyerek. Buse, merakla ekrana odaklandı. “Dayının belinde ya da elinde bir silah var mıydı? Gördün mü?”

Buse kaşlarını havaya kaldırdı. “Hayır ama dayım polis, o yüzden silahı olabilir. Ben görmedim.” dedikten sonra yanındaki pedagoga döndü muhtemelen. Utanarak da olsa “Bence dayım babamla kavga etti ya, sonra bizim yanımıza gelip…” derken kekeledi. “Dayım bizim yanımıza gelip anneme sarıldı. Annem, babam yanımıza geri gelince de tekrar dövmeye başladı. Bu sefer de dayım beni kucağına alıp sıcak restorana götürdü. Hani Melek ablamla dayım restorana gitmişti ya… Hah, işte oraya.”

Erkin birkaç saniye bekledikten sonra “Annen nerede Buse?” diye sorunca endişelenen kız çocuğunu görüp daha da üzüldüm.

“Bilmem.” dedi ağlamamak için kendisini zar zor tutarken. “Miray abla beni bulduğunda kaçıp gittiler dedemle.”

“Deden de sizinle miydi?” diye sordu Erkin.

“Evet, babam gidince dedem geldi. Bizi korumak için de Bolu’ya götürdü.” Bana döndü. “Miray ablam beni evde buldu, ben de onunla İstanbul’a geldim. Dün gece geldik.”

“Baban nereye gitti?” diye sordu hakim.

Buse biraz düşündü. “Bilmiyorum.” diye cevapladı sonra da.

Hakim, Erkin’le arasında bir şeyler konuşurken yüzümü Mir Beyaz’a doğru çevirdim; ağlıyordu. “Peki Buse,” diyen Erkin’e çevirdim kafamı. “Sen Melek ablan kaçarken parmağında yüzük gördün mü?”

Buse “Yok, yok hayır!” dedi aydınlanır gibi. “Melek ablam yüzüğünü çıkarıp masaya koydu, sonra annem onu tırmalamaya başladı… Yani hani dedim ya, kolunu çizdi annem diye, hah…” Hüzünle gülümsedim, heyecanı gitmişti sanki. “Bir de sürekli bağırıyorlardı.”

Hakim, “Buseciğim sen çok korktun ya, dayın seni restorana götürdü.” deyince Buse “Hı hı…” diyerek kafasını salladı. “Mesela o zaman sence saat kaçtı? Ya da hatırlıyor musun, dayın ne kadar yanında durdu? Kaç dakika derdin?”

Buse biraz düşündü. “Dayım beni restorana götürdüğünde havai fişek patlamamıştı daha…”

“Havai fişek?” dedi Erkin soru sorar gibi. “Onu kim patlattı, gördün mü?”

Buse kafasını olumsuz anlamda salladı. “Deniz ta uzaktaydı, sonra bir baktım havai fişekler patladı. Parkın da ötesindeydi, çok uzakta! Biz dayımla restorana girince havai fişek patladı.”

Erkin gözlerini kıstıktan sonra “Hakime Hanım sorularım bu kadar.” deyip bana çevirdi yüzünü.

“Benim de sorularım bu kadar Sayın Hakim.” dedikten sonra Buse’ye döndüm. “Aferin sana fıstık…”

Hakime Hanım Buse’ye dönerek “Buse teşekkür ederiz, bize çok yardımcı oldun.” Hakim bana dönüp “Avukat Hanım buyurun…” deyince Erkin’i işaret ettim. O sırada da görüntü gitti.

Direkt “Bence savcımın söylemesi daha uygun olur.” diye yanıtlayıp Erkin’i işaret ettim.

Erkin laf ona dönünce hakime dönüp “Sayın Hakim, belirtmem gereken husus şudur ki: 17 Eylül 1998 doğumlu İnan Erkoç cinayetinden sonra otelin hemen ilerisinde bir havai fişek patlamıştır. Bu hem dış kamera görüntülerinde mevcuttur hem de ifade tutanaklarında yazılı olarak gözükmektedir. Tanık beyanından sonra havai fişek gibi bir detay azımsanamayacak bir delil niteliği taşıdığından ve bu cinayetler birbiriyle düğüm oluşturduğundan sanık Mir Beyaz Küfe’nin suçu işlediğine ilişkin dayanaklarımı olumlu yönde değiştirdiğimi belirterek tutukluluğunun kaldırılmasını ve salıverilmesini talep ediyorum.”

Hakim, Aykut’a döndü. “Avukat Bey, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?”

Aykut ayağa kalktı ve “Yok Sayın Hakim.” dedikten sonra yerine oturdu.

“Mir Beyaz Küfe, siz?” Hakim yüzünü Mir Beyaz’a çevirdi. “Yeğeniniz doğruları mı söylüyor? Peki doğruları söylüyorsa niçin bu zamana kadar sustunuz?”

Mir Beyaz ayağa kalktıktan sonra yüzüme baktı, sonra da hakime. “Yeğenimin bahsettikleri doğru, Sayın Hakim. Söyleyeceklerim bu kadar.”

“Peki…” Hakim önündeki dosyayı kapattı. “Karar:” Herkes ayağa kalktı ve elimi kalbime götürdüm. “Sanık Mir Beyaz Küfe’nin üzerine atılı maktul Melek İnal’a yönelik kasten öldürme suçunu işlediği delil yetersizliği sebebiyle suçu işlediğine ilişkin kuvvetli bir suç şüphesi bulunmadığından; otopsi tutanağı, tanık beyanları birbirine uyuştuğundan sanık Mir Beyaz Küfe’nin tutukluluğunun kaldırılarak salıverilmesine karar verilmiştir.”

Büyük bir zafer tebessümüyle önce annemle babama döndüm, ardından Biran teyzeye, sonra Mir Beyaz’a son olarak da istemsizce de olsa Varan Alp’e.

Duruşma sonrası herkesin tepkisi elbette birbirinden farklıydı fakat Aykut’tan beni tebrik etmesini hiç beklemiyordum.

Mahkeme salonunun önünde annem ve babamla konuşurken “Miray,” deyip sağ elini uzattı. “Bak, onları bulmanı gerçekten beklemiyordum. Nasıl buldun Buse’yi?”

Annemle babam Aykut’a tip tip bakarken “Buse’yi Melek’in günlüğü sayesinde buldum,” deyip gülmeye başladım. “Melek’in günlüğünde Bolu’daki bir arsadan söz edilmişti, Melek’in üstüneymiş.” Dudaklarımı büzdüm. “Biz genel olarak Mir Beyaz’ın sülalesine yönelince Melek’i haklı olarak es geçmişiz.”

“Melek’in üstüne bir arsa…”

“Evet,” Günlükte yazanlar aklıma gelince tebessüm ettim. “Ben de bilmiyordum bunu, yeni öğrendim. Herhalde Melek ve Mir Beyaz’ın özel alanıydı. Mir Beyaz’ın ailesi de bu olaylardan sonra korkarak oraya gizlendi.”

Aykut hayretle “Vay anasını…” derken göz ucuyla beni süzdü. “Haklıymışsın Miray, tebrik ederim. Hiçbirimiz bu kadarını beklemiyorduk. Havai fişek olayına kadar umudum vardı ama Erkin Savcı konuşmaya başlayınca anladım haklı olduğunu. Çok tebrik ederim.”

“Sağ ol.”

Annemle babama dönünce uzakta duran Varan Alp’i ve yanında duran Teoman’ı görünce göz ucuyla onlara da baktım ama konuşmadım. “Anne, Koray nereye gitti?”

Teoman yanımıza yürüdü ve “Geçmiş olsun Lalezar Ahalisi…” deyip babamın koluna sarıldı. “Babacığım sen de damadına bir güzellik yapıp restoranda şenlik verirsin artık.”

Babam Teoman’ın koluna sarılıp “Tavlada yenersen yemekler benden yoksa ödetirim.” deyince anneme dönüp sorumu yineledim:

“Anne, soru sordum ya… Koray nereye götürdü Buse’yi? Bir yanlarına uğrayayım.”

“Görmedin mi? Mavi gözlü adamla şu tarafa gittiler.”

“Görmedim ya… Kiminle, Erkin’le mi?”

Annem gözlerini kısarak “He evet, savcı olan adam, uzun boylu…” deyince Erkin’in odasına çıktıklarını anladım. “Merdivenden çıktılar işte…”

“Tamam anneciğim,” dedikten sonra cübbemi çıkarıp annemin eline tutuşturdum. “Buse’ye daha fazla soru sorulabilir, annesiyle dedesinin bulunması da an meselesi.”

Annem, “Miray… Babasını söylemedi hiç. O neredeymiş ki?” diye sorunca yalandan dudaklarımı büzdüm.

“Bilmem.” dedim yalan söyleyerek. “Görmemiş herhalde.”

“İyi, tamam.” dedi annem de.

Çok beklemeden Buse’nin yanına gitmek için merdivenlere yöneldim. Bir kat çıktıktan sonra ise koridorun ucundaki odaya doğru yürüdüm ancak Buse’yi kalem memurunun yanında görünce durup yanına oturdum.

“Buseciğim,” Yanaklarını sıktım. “Bebeğim, korkmadın değil mi çok?”

Buse gülümseyerek “Yok Miray abla, zaten pedagog abla Ece de içerideydi.” deyip bana sarıldı. “Çok teşekkür ederim beni İzmit’e getirdiğin için… Çok sıkılmıştım başka evlerde.” İzmit’e geldiğimizi zannediyordu ama İstanbul’daydık.

“Annen de yakın zamanda gelecek zaten, konuştuğumuz gibi.” Elimi kaldırdım ve “çak” işareti yaptım. “Çak bakalım ama sert çak!”

Buse tüm gücüyle elime vurunca acımış gibi yapıp garip sesler çıkardım. Kalem memuru bana dönüp “Vay be Avukat Hanım, zoru başardın.” deyip tebrik etti. “Duruşmayı çok merak ettim.”

“Iıı siz Buse’nin yanında iki dakika daha dursanız da ben savcımla bir görüşsem?”

Kaşlarını havaya kaldırdı. “Olmaz, kimseyi odasında istemiyor.”

“Ben kapısını tıklatayım, isterse içeri almaz.”

“Yanında biri var ama…” derken çok tereddüt etmişti kalem memuru. Kadının kaşları havaya kalka kalka alnındaki çizgiler kalıcı olmak üzereydi. “Asla kimse girmesin, dedi.”

“Koray abi yanında ama…” dedi Buse kalem memuruna gülerek.

“Kendisi benim kardeşim, avukatıyım da aynı zamanda.” diyerek ayağa kalktım.

Kalem memuru itiraz edemediği için katın sonuna doğru yürüdüm. “CUMHURİYET SAVCISI ERKİN GÜMÜŞPALA” yazısını görür görmez kapısına doğru elimi kaldırıp tıklatacaktım ki içeriden çok yüksek bir ses geldi:

“Ya bunu bana neden önceden söylemedin ki?” diye bağırıyordu Erkin. Benim kardeşime mi bağırıyordu bu adam, ne hakla ve neden? Kapıyı tıklatmadan içeri girdiğimde Koray “Ne olur ablama söyleme!” deyince öylece kaldım.

Kapı sertçe açıldığından ikisi de bana bakıyordu ve Koray’ın ağladığını fark etmiştim.

“Ne oluyor?” diye sordum Koray’a bakarak. “Neyi öğrenmeyecekmişim ben?”

-

INSTAGRAM // esmatonguc

Bölüm : 27.12.2024 22:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...