INSTAGRAM VE TWITTER: esmatonguc
Whatsapp kanalıma katılmak isterseniz (tamamen anonim bir şekilde) INSTAGRAM'DAN öne çıkardığım hikâyedeki bağlantıya tıklayarak hemen katılabilirsiniz.
Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.
Bu bölümde ismi geçen siyasi parti veya siyasetçiler, gerçek hayatla asla bağlantısı olmayan kurgusal ürünlerdir.
ON YEDİ EYLÜL
14. BÖLÜM: "TONGAYA DÜŞEN KİŞİ"
"Hakikate giden yol karanlıksa şayet, elinde tuttuğun fenerin ışığına dahi güvenmemen gerekir."
⚖️
Hakikat elbet bir gün, gün yüzüne çıkmasını bilirdi fakat hakikate giden yoldaki insanlara güvenmeli miydi insan? Cevap, koca bir hayır.
Bu hayatta bir kumar oynanmışsa, o kumardan sonra bazı insanlar hak etmemesine rağmen en değerli varlığını kaybetmişse eğer bilin ki bundan sonra kumar gibi şansa hareket etmek gibi bir şansları olmazdı.
Güven yoktu, sevgi yoktu, dostluk yoktu, aile yoktu, dolayısıyla da duygu yoktu.
Bundan sonra avlanan değil, avlayan taraf olmak için her şeyi göze almaya hazırdım.
Masamdaki dosyaları bilgisayardaki dosyalarla karşılaştırırken düşündüğüm tek şey, akıllı davranıp benden ne saklanıyorsa bunları çözmekti.
Adliyeden çıkarken, daha doğrusu Korhan Amir'in hastaneye kaldırılışını izlerken hiç ama hiç iyi değildim. Korhan Amir için endişelenirken diğer yandan eniştemin sakladığı gerçekleri kısmen de olsa duymak beni oldukça zedelemişti. Ne yapacağımı, kime gideceğimi bilememiştim. İşlerim çoktu, kafam doluydu, tıpkı şu an olduğu gibi ve açıkçası planladığım tek şey, tehditti.
Silah neden Teoman'daydı? Teoman o gece bizimleydi, daha doğrusu biz onun evindeydik. Biz çıktıktan sonra da dışarıya çıkmış olma ihtimali var mıydı?
Tüm olasılıkları düşünmek zorundaydım.
Aykut'un masamın üstüne bıraktığı mavi kapaklı dosyaya bakarken "Bu ne?" diye sordum. Kısık gözlerime hin bir gülümsemeyle bakan Aykut'un suratına bir tane yapıştırmama az kalmıştı.
"Yeni dosyan."
Kaşlarımı çattım. "Ne dosyası ya? Ben alamam."
"Almak zorundasın, kimse müsait değil." dedikten sonra kollarını göğsünde bağladı. "Bak, toplantı odasında seni bekliyorlar. Oldukça övdüm... Uğraşırsınız artık Miray Hanım."
İstemeyerek de olsa toplantı odasına ilerlemek zorunda kaldım ve davayı almamak için elimden ne geliyorsa yapmak için odadaki iki genç kadını görür görmez deli rolüne büründüm.
"Merhaba," dedim kısık bir sesle. Elimdeki dosya kâğıdını masanın üstüne fırlattım. Kadınların konuşmasına müsaade etmeden "Ya hanımefendi, üstünüzdekinin modası geçmedi mi?" diye sorunca kırmızı hırka giyen kadın şoka uğrayıp üstünü inceledi. "Bir de böyle dikkat çekeceksiniz diye kırmızı oje sürmüşsünüz, hiç hoşlanmam. Çalışırken dikkatim dağılıyor."
"Hanımefendi, iyi misiniz?" diye sordu sağımdaki kadın da. "Ne diyorsunuz ya siz?"
Bıkkınlıkla sesli bir nefes verdim. "Sizin saçınız iğrenç olmuş." Aslında çok beğenmiştim ama mecbur, bu şekilde davranmak zorundaydım. "Hayır davanın konusu da saçmalık. Gerçi pek okumadım, umursamadım ama..."
"Ya bu ne ya?" diyerek ayaklanan kırmızı hırkalı kadına beni daha fazla uğraştırmadığı için neredeyse teşekkür edecektim. "Ayrıca bize söylüyorsunuz ama..." diyerek üstümü incelemeye başladı. Birkaç saniye boyunca bir kusur aradı ve muhtemelen bulamadı. "Çok çirkinsiniz siz..." dediği an gülesim geldi ama gülmedim. "Gözleriniz hele çok kötü."
Saçına laf attığım kıvırcık kadın da "Ayrıca göz altınız mosmor, kötü gözüküyor." diye karşılık verdi. Muhtemelen bu kadınlara güzel ve bakımlı olduklarını söylesem onlar da beni övüp göğe çıkaracaklardı ama ben onları gömdüğüm için onlar da beni gömüyordu. Aslında üçümüz de çok güzeldik ve asıl sıkıntı Aykut'taydı.
"Hanımlar..." Toplantı odasının kapısına ulaşan muhtemelen eski müvekkillerimize şaşkınlık belirtisiyle yaklaşan elbette Aykut Sayer'di. "Nereye gidiyorsunuz? Görüştünüz mü Miray Hanım'la?"
Kırmızı hırkalı kadın, "Hayır ve görüşmeyeceğiz. Zaten şuna bakın," deyip iğrenircesine beni işaret etti. "Çok kötü giyinmiş ve çok çirkin."
Aykut göz ucuyla bana baktıktan sonra "Yok artık," diyerek kadınlara döndü. "Kör olmalısınız."
Kıvırcık saçlı kadın "Sen de kel olacaksın zaten!" diye bağırdı Aykut'a. Eğer ortalama bir ruh hâlinde olsam buna kahkaha atabilirdim ancak gülümseyemedim bile. "Saçların arkadan dökülmeye başlamış ve kendini karizmatik zannediyorsun. Ayrıca benden sana tavsiye, ablama bir daha yürüme!"
Aykut hayretle "Yok artık!" diye tekrarladı. "Bu nasıl bir iş ya?" Toplantı odasına girdikten sonra karşımda durdu, kadınların asansöre biniş anını izledik. "Miray Hanım," diye uyardı beni. "Bu kadınlar az önce benim ağzımın içine düşüyordu. Ne dedin de soğudular benden?"
"Hiçbir şey söylemedim." dedim yorgun ve bıkkın sesimle. "Ayrıca saat kaç oldu Aykut Bey?" Kol saatimi işaret ettim.
Aykut beni dinlemeyerek "Salı günü savcı patakladı, cuma günü mafya, pazartesi de sosyete..." deyince gözlerimi devirdim. Sitemini görmezden gelerek toplantı odasından çıkarken "Ya Miray Hanım, rica ediyorum patronunuzun sözünü dinleyin!" diyerek boşa kürek çekti.
"Yıldırma politikan bana sökmez Aykut." dedikten sonra masamdan çantamı aldım. Tüm eşyalarımı toparladıktan sonra Aykut'un toplantı odasının önünde dikilen bedenine bakarak "Sana mahvetmek üzere olduğun Sayer Hukuk'ta iyi işbaşılar diliyorum..." demeyi de ihmal etmedim.
Beş dakika içerisinde asansöre binip metronun önüne doğru yürümeye başladım fakat ablama mı gitsem yoksa Gebze'ye mi, kararsızdım.
Planımı detaylandırmam gerekebilirdi ve bunu Teoman'ın olduğu bir ortamda yapamazdım. Kimseye de söyleyemeyeceğim için ve kimseye güvenmediğim için gidecek bir yerim yoktu.
Yanaklarımı şişirip serbest bıraktım, ardından metroya yakın duran koca merdivenlere doğru ilerledim. Yaklaşık otuz kırk kişi oturuyordu ve muhtemelen metro çok kalabalıktı.
Son zamanlarda kendimi en huzurlu ve güvenli hissettiğim an, Varan Alp'le kahvaltı yaptığım andı. Aklıma geldikçe gülümsüyordum, gülümsedikçe de kendime sinir oluyordum çünkü Leyla gibi davranıyordum, hani şu Mecnun'unki...
İlerideki simitçi arabasına bakarken sağ tarafında duran İstanbul Kitapçısı dikkatimi çekti fakat asıl olay, kitapçının az ilerisinde kurulmuş çiçekçiydi. Dükkân değildi, metro yakınında olduğundan dolayıdır diye tahmin ediyorum, çiçeklerin hepsini yere sermişti.
Lale de vardı, hem de her renk.
"Of," dedim kısık bir sesle. İnsanlar benden biraz uzakta oturuyordu, ben çok ortadaydım, bu yüzden konuşsam bile kimse duymazdı. "Mantıklı düşün Miray," diye devam ettim kendi kendime. "Mantıklı düşün."
Ama zaten sabahtan beri gerçekleştirdiğim tek eylem düşünmekti.
Bıkkın bir nefes vererek telefonumun kilidini açtım, ardından Varan Alp ile olan konuşmamıza girdim. Ona, beraber çalıştığımız gün gönderdiğim dosyalardan ve bana benim onu aramam için attığı mesajdan başka hiçbir mesaj yoktu.
İsminin yanında duran fotoğrafa dokundum, daha önce bakmadım desem yalan olurdu ama şimdi daha dikkatli bakıyordum.
Güneş yoktu, bu yüzden oldukça net gözükmüştü fotoğraf.
Fotoğrafta, üstünde beyaz gömlek vardı ama yazın çekildiği belliydi çünkü gömlek oldukça ince görünüyordu. Gözünde güneş gözlüğü vardı, sol eli bir tahta bariyerin üstüneydi; muhtemelen gezdiği şehirlerden birisiydi ama kendisi gibi gezgin olmadığım için, daha doğrusu olamadığım için burayı bilmiyordum.
Savcı olduğundan dolayı fotoğrafı sadece rehberindeki kişilere açık yaptığını düşündüm ve telefonunda kayıtlı olduğumu fark edince sesli bir nefes verdim.
Şu an tam da bir geri zekâlı gibiydim, ne eksik ne de fazla.
Fotoğraftan çıktıktan sonra mesaj kısmımıza yeniden girdim ama bir yandan da bunu neden yaptığımı sorguluyordum. İyice ergenlere dönmüştüm...
Telefonumu kilitledim ve "Mantıklı düşün Miray..." diyerek etrafımı gözetlemeye devam ettim. Dedektif değildim ama avukattım sonuçta, nasıl çözemiyordum ki şu lanet olayı? En azından Mir Beyaz neler yaşadı, Teoman'la bağlantısı ne, silahı kim kime ulaştırdı?.. Bir tanesini çözsem gerisi de çözülecekti ama olmuyordu.
Telefonum titreyince gözlerimi kısarak ekrana baktım. "Yok artık..." diye fısıldadım ekrana bakarken. Varan Alp mesaj atmıştı. "Ay ben buna yanlışlıkla nokta falan mı gönderdim ya?" Yüzümü okutup kilidi açtıktan sonra mesaj kısmına girip bir mesaj göndermediğimi fark ettim. O da bana bir dosya göndermişti zaten, bir mesaj atmamıştı.
Dosyayı açıp incelediğimde, Nedim'in ölümüyle ilgili olan uzman mütalaası olduğunu anladıktan sonra dikkatle okumaya başladım. Raporu üç dakika içerisinde okuyup bitirdiğimde ise dişlerimi sıkarak mesaj kısmına girdim çünkü arabanın kabloları kopmuş, yağın boşalmasına neden olmuş ve kabloların kasıtlı koparıldığı kanısına varılmıştı.
MİRAY:
Kabloları koparandan bir iz yok anladığım kadarıyla.
VARAN ALP:
Araştırılıyor.
Bu iş başımıza bela açabilirdi, artık bundan daha da emindim. Sırf elinde bir görüntü var diye, ki telefondaki görüntüden haberlerinin olduğunu zannetmiyordum, arabasının kabloları kesilen zavallı adam hayatını kaybetmişti; biz de tıpkı Nedim gibi her an ölebilirdik.
Varan Alp'e güveniyordum, sonuçta onunla beraberdim; bir tek onun yapmadığına bu denli emin olabilirdim ama yine de Teoman işin içine karıştığından ötürü onu incitmek ya da iyice kafasını allak bullak etmek istemiyordum. İşler iyice hallaç pamuğuna dönmüştü, bu düğüme Varan Alp'i de bulaştırırsam hepimiz bağlanıp çözülmeyi bekleyecektik. En azından birimiz düğümleri kesmek için dışarıda beklemeliydi, o da Varan Alp olacaktı işte.
Hâlâ adliyede duyduğum cümleler canımı yakıyordu, Varan Alp'e anlatsam o ne kadar yaralanırdı kim bilir...
Telefonum bu kez uzun soluklu titremeye başladı, şimdi de beni arıyordu.
Birbirimize o kadar maruz kalmıştık ki üç gün görüşmeyince beş senedir görüşmemiş gibi hissetmiştim, dolayısıyla da telefonu açarken bir nebze gerilmiştim.
"Efendim?" diyerek açtım telefonu.
"Neredesin?" Sesi çok dingin gelmişti.
"Metro." diyerek etrafıma bakıp dudaklarımı büzdüm. "Daha doğrusu metroya yakın herhangi bir yer. Dışarıda oturuyorum öyle... Niye sordun?"
"Adliyeye gelmişsin, Erkin söyledi." Erkin'in dedikoducu olduğundan şimdi adım gibi emindim. Her gelişmeyi anında Varan Alp'e aktarıyordu. Bu ne Varan Alp aşkıydı ya? "Dosya vermişsin ona... Yanıma da uğramadın."
İstemsizce iki saniye kadar sırıttım. "Uğramam mı gerekiyordu?"
Birkaç saniye sessiz kaldı. "Hayır, yani evet..." derken önümden küçük bir kız çocuğuyla elini tutan sarışın bir kadın geçti. "Dosyayı mesaj olarak attım ama gelip kendin de bakabilirdin, yani bakarsın diye düşünmüştüm."
"Maalesef ofise dönmek zorunda kaldım." diye açıkladım kendimi, tabii bir yandan yalan uydurmuş da oluyordum. "Aykut beni çok sıkıştırıyor. Bugün elime dava tutuşturdu ve perşembe gününe! İnanabiliyor musun?" Bu yalan işini bir tık geliştirmiş olabilirdim. Ses tonum bile değişmişti... "O yüzden adliyede pek kalamadım, hemen ofise döndüm."
"Erkin'e gitmene şaşırdım ama," deyince anlam veremedim. "Niye bulduklarını bana göstermedin?"
"Sen davanın savcısı değilsin." diyerek takıldım. "Ne o? Benimle iş birliği mi yapıyorsun? Anlamadım."
Varan Alp sesli bir nefes verdi. "Ben ne öğrenirsem ilk seninle paylaşıyorum ya hani, senden de aynı performansı beklerdim. Kusura bakma."
Tavır yaptığı ses tonundan anlaşılan Varan Alp'e bir iki saniye kadar sesli güldüm. "Ama Erkin zaten bir gelişme olursa direkt sana haber vermiyor mu? Ona dosyayı verdiğimde senin öğreneceğini zaten biliyordum. Trip mi atacaksın bunun için Varan Alp ya?" Biraz daha güldüm. "İyi, bundan sonra söylemem gereken bir gelişme olursa ilk sana söylerim." Onun kelimesini tekrar ettim. "Ağlama."
"Mecidiyeköy'de miydin sen?"
"Evet."
"Bekle." deyip telefonu yüzüme kapatınca gözlerim fal taşı gibi açıldı. Hem telefonu yüzüme kapatmıştı hem de "Bekle." mi demişti o?
Yine başıma neler gelecekti acaba? Çok merak ediyordum.
Merdivenden sarkan bacaklarıma bakarken eteğimi düzelttim ve az önce kapıştığım kadınlar yüzünden nazar değecek diye korkmadım değil. Ayrıca hava biraz bozmuştu kendini ve tam olarak şu anda kalkıp eve gidesim gelmişti. On saat uyumak ve mümkünse toplu taşıma çekmemek istiyordum. Acaba Aykut'a hasta olduğum yalanını mı uydursaydım? O biraz salaktı, inandırmam kolay olurdu.
Telefonumu çantamın içine yerleştirirken yanı başımda beliren inşaat direği boyutunda bir savcı görmemle hafifçe irkildim.
"Bu kadar hızlı beklemiyordum." dedim açık konuşarak. "Uçtun mu?"
Varan Alp, merdiveni kısaca inceledikten sonra yanıma oturdu. "Uçmadım, sizin ofis adliyeye çok yakın, biliyorsun. Ben de arabadaydım, çıkmıştım adliyeden."
"Sonra da yanıma mı gelesin geldi?" diye sorarken hiç çekinmeden iki gözümü birden kırptım. Tam dudaklarını aralayıp cevap verecekti ki kendimi hafifçe ona çevirip "Ayrıca niye telefonu yüzüme kapatıyorsun Varan Alp? Belki bir şey söyleyeceğim, belki kalkıp gideceğim falan..." deyince ciddiyetsiz bir ifadeyle gözlerimin içine bakmaya devam etti.
"Sen de bana 'Ağlama.' dedin. Hatırlatayım." diye uyardı.
Yüzümü ekşiterek "Ay bir de savcı kimliğini çıkarıp alnına yapıştır, öyle gez." deyince yüzümün her zerresini incelediğine şahit oldum ama konuşmaya devam ettim. "Tamam, en savcı sizsiniz... Bundan sonra kelimelerimi seçerek kullanacağım. Mesela 'Ağlama.' demek yerine şunu kullanabilirim: 'Sayın Savcım, Allah aşkına gözlerinizden tek bir damla yaş düşmesine izin vermeyin. Maazallah yere düşer, gözlerinizdeki yaşlardan birini kaybedersiniz, sonra olan size olur." Sahte bir şekilde sırıttım. "Oldu mu savcım?"
Gülmemek için kendini çok zor tuttuğu belliydi. "Aç mısın?" diye sorunca düşündüm de, biraz açtım.
"Niye? Açlıktan saçmaladığımı mı düşündün?"
Kafasını olumsuz anlamda yukarı kaldırıp indirdi. "Bu senin her zamanki halin değil mi?"
"Aşk olsun." diyerek yüzümü meydana doğru çevirdim. "Zaten bugün herkes bana laf sokuyor..."
"Saçmalamıyorsun, normal hâlin işte..." diye kendisini açıklayınca göz ucuyla yüz ifadesini inceledim, gayet dürüst gibi görünüyordu. "Yani, aç mısın?" diyerek sorusunu yineledi.
"Yani, niye?" diyerek ben de kendi sorumu yineledim.
"Yani yemek mi yesek?" dedi pat diye. Gerçi o sorunun ardından bu gibi bir soru bekliyordum, bu yüzden şaşırmadım.
Sabahtan beri düşüne düşüne beynim dökülmüştü ve az önce Varan Alp'in evindeki tost maceramızı bizzat hayal ettiğimden ötürü de hem açtım hem de belki bir doz Varan Alp'e ihtiyacım olabilirdi.
"Yani tamam," deyince ikimiz de güldük. "Yiyelim."
Merdivenden tek adımda indi, ceketini düzeltti ve kalkmam için bana elini uzattı. Ayıp olmasın diye tuttum ama kendim de kalkabilirdim herhalde... Bu da fırsattan istifade arada elimi de kaynatmadıysa benim de adım Miray değildi.
Ayağa kalktıktan sonra elimi çektim ve "Sağ olun savcım ama ben kendim de kalkabilirdim. Tamam, boyum sizinki kadar uzun olmayabilir ama ayağım da yere değiyordu herhalde." diye kısa bir açıklama yaptım.
Etrafa kısa bir bakış attıktan sonra "Adliyede değiliz." deyince kafamı salladım.
"Evet, Mecidiyeköy Viyadük burası, memnun olduk." Etrafı işaret ettim. "Hem metro hem metrobüs kullanımı mevcuttur, dilediğiniz yönden gidebilirsiniz."
Varan Alp, "Orasını biliyoruz herhalde," derken yürümeye başladık. "Hatta şurası kitapçı." Gözlerini kısarak bakmaya başladı. "Yanda da çiçekçi var sanırım. Yani görebiliyorum." Dalga geçmese de olmazdı...
"Eee? O zaman niye adliyede olmadığımızı söyledin?"
"Sürekli savcım savcım diye dolanma, diye." Bu cevabı da bekliyordum, o yüzden sadece tebessüm ettim. "İnsanlar duyunca tip tip bakıyor, hiç hoşlanmıyorum."
Bence onun endamına bakıyorlardı ama neyse... İnşaat direği gibi boyu vardı ve takım elbiseliydi. Yolda görenler zaten savcı olduğunu tipinden anlardı. Ciddiyet fışkırıyordu. Bazen ciddiyeti kaybolsa da genel olarak böyleydi.
"Sana bakmalarından hoşlanmıyorsun yani..." derken çiçekçinin yanından geçiyorduk.
Varan Alp belirsiz bir tonla "Bakana göre değişir ya da bakış şekline göre..." deyip yüzünü bana çevirdi. "Araba burada."
Arabayı görmemiştim. "Fark etmedim."
İkimiz de arabaya bindik, emniyet kemerlerimizi bağladık ve Varan Alp arabayı kullanmaya başladı. Buradaki yollar karışık olduğu için biraz endişeliydim ancak belli etmemeye çalıştım.
"Yaran nasıl oldu?" diye sorup sohbet başlattım ki yola bakmayayım. Yüzümü tamamen Varan Alp'e çevirdim.
"İyi." diye kısa bir cevap almama rağmen yine de yüzünü yan profilden incelemeye devam ettim. Göz ucuyla bana bakınca göz göze geldik. "Niye öyle bakıyorsun?"
Hemen önüme döndüm. "Boynum tutuldu." deyip bu kez de sağıma döndüm.
Burnundan güldü. "Aynen."
Tekrardan ona döndüm. "Yalan borcum mu var Varan Alp? Boynum şey oldu..." Yalandan enseme dokundum. "Tutuldu, acıyor... Sen şey getir bana," diyerek emniyetteki geceyi hatırlattım. "Sıcak havlu. Bulursun bir yerden." Bu kez tariz yaptığım sesimden belli oluyordu.
"Başka emrin var mı?" diye ciddiyetsiz bir soru sorunca gözlerim kısıldı. "Boynun tutulsa sağına dönmezsin ki... Soluna da dönmezsin... Öyle dümdüz bakarsın yola. Mantıken."
"Beni aydınlattığınız için şükranlarımı sunuyorum Sayın Savcım."
"Ne demek, her zaman."
Telefonum art arda iki kez titreyince elimi çantama daldırdım ve içinden telefonumu çıkarmaya çalıştım. Geçen on iki on üç saniye, dünya üzerinde kırk beş saate tekabül etmişti.
Telefonumun ekranını açtığım an hafta sonu Gebze'deyken bir saniye bile gözünü üstümden ayırmayan doktorun numarasının olduğunu görüp gözlerimi devirdim. Engellememe ramak kalmıştı.
DOKTOR KOMŞU:
Miray Hanım, merhaba.
Gebze'de misiniz acaba?
MİRAY:
Hayır.
DOKTOR KOMŞU:
Size bir sualim olacaktı? Müsaitseniz...
Eğer müsaitseniz arayabilir miyim?
Kibar adamdı ama oluru yok gibiydi çünkü gerçekten hiçbir elektriklenme olmamıştı. Ayrıca Allah affetsin ama adını bile unutmuştum.
O aramadan numarasını tuşlayınca bir anlığına Varan Alp'in yanına olduğumu unuttum. "Bir görüşme yapmam lazım, rahatsız olmazsan."
"Yok, niye rahatsız olayım?" dedi gayet kibar bir şekilde.
Doktor telefonu açtığı an sesindeki neşe kulaklarımı mahvetti çünkü sesi biraz yüksek gelmişti: "Nasılsınız Miray Hanım?"
"İyiyim, çok sağ olun. Siz?"
"Sizin sesinizi duydum, daha iyi oldum." deyince yalandan kibarca güldüm. "Ya şimdi yalan olmasın, aslında uzun zamandır biliyorum ama sanırım yakın arkadaşınız vefat etmiş. Başınız sağ olsun."
"Sağ olun."
"Ben size şeyi soracaktım," diyen adamın sesi heyecandan tir tir titriyordu ve çok mutluydu. "İnşallah cuma günü duruşmanız iyi geçer, Mir Beyaz'ı da salıverirler, eğer o şekilde gelişirse olaylar..." İki kez öksürdü. "Sizinle akşam yemeğine çıksak?"
Verecek bir cevabım yoktu. İlk başta kekeledim, sonra da "Olabilir ama söz vermeyeyim." diyerek geçiştirdim. "Yine konuşuruz, zaten acelesi de yok..." diye devam ettim. "Şimdi benim kapatmam lazım, arabadayım da... Sonra şey yaparız."
"Sizin oluru var demeniz bile yetti şu an, sıkıntı etmeyin." deyince bir üzülmedim değil. Neyse, bunda da vardı bir hayır. "O zaman ben sizi rahatsız etmeyeyim, iyi yolculuklar."
"Teşekkürler, hoşça kalın." deyip bıkkınlıkla telefonu kapattım. Bu adama da üzülüyordum ama işte, yapacak bir şey yoktu. Direkt reddedersem depresyona girer diye bile korkuyordum, çok kırılgan ve kibar bir beydi.
Telefonu çantama sıkıştırırken Varan Alp'e göz ucuyla bakınca yanaklarının kızardığını gördüm. "Varan Alp," dedim koluna dokunarak. Dehşetle yüzüne bakarken "Ne oldu yüzüne ya senin?" diye sorunca kaşlarını çattı.
"Ne var ki?" diye sorunca şansa kırmızı ışığa denk geldik. Aynayı yüzüne çevirdi. "Bir şey yok yüzümde. Ensemde falan mı var?"
Gözlerimi kısarak önce içinde telefonumun olduğu çantaya ardından Varan Alp'e bakınca yapboz parçaları birbirini tamamlar gibi oldu. "Yanlış görmüşüm." dedim kelimeler ağzımda yuvarlanırken. "Yanakların allaştı sanki."
Varan Alp, yeşil ışık yanınca gaza bastı. "Yanlış görmüşsündür." dedi soğuk bir sesle. "Niye kızarsın ki yanağım?"
"Değil mi?" diye sorduktan sonra iki kez öksürdüm. "Sıcak da değil, gerilmemişsindir de herhalde ya da üzülmemişsindir." Sorgular gibi yüzümü inceledi, sonra önüne döndü. "Ben yanlış görmüşüm."
"Yanlış görmüşsün." diye tekrarladı.
Direksiyonu tutan elini ne kadar sıktığını görünce gözlerimi belertip arkama yaslandım. "Şeyin sesi duyuldu mu?" diye sordum keyifle.
"Neyin?"
"Telefonla konuştuğum adamın." deyince yüzü bozuldu. "Şu ablamın bahsettiği doktor o."
"Hatırladım." dedi kısaca.
"Eee? Duyuldu mu? Merak ettim çünkü kulağım patladı da yüksek sesten."
Varan Alp'in yutkunduğunu gördüm, iki kez kornaya bastı. "Yahu sinyal vermeden nereye geçiyorsun?" Camı açtıktan sonra diğer yola geçen arabaya seslenmeye kalkıştı.
"Varan Alp, duymaz o seni..." diyerek koluna dokundum. "Ayrıca sakin olsana."
"Sakinim. Ayrıca geldik," dedi, bir dakika içinde de arabayı da park etti. "Bir yakalasaydım ödetirdim ona para cezası, dua etsin de kaçtı." dedikten sonra tamamen bana döndü. "Sen ne diyordun? Duymadım."
"Bir şey demiyordum."
Varan Alp'i bu kadar sinirli en son duruşma salonunda gününde görmüştüm, Aykut'un ensesinden tutup hafifçe (!) iteklediği anda.
Arabanın camından, yani benim bulunduğum tarafın camından restorana göz ucuyla bakınca ben de dönüp baktım. "Buraya bir kere bir arkadaşımla gelmiştim, güzeldi." dedikten gözlerini bana çevirdi.
Gözlerimi kısarak garip bir bakış attım. "Erkin'le mi gelmiştin?" Varan Alp başını yukarı kaldırıp indirdi. "Kamil Savcı'yla mı?" Bir sağa bir sola salladı kafasını. "Başka da tanımıyorum zaten." Gözlerimi devirdim. İkimiz de birbirimize dönük bir şekilde hareketsiz aracın içinde durduğumuzdan garip bir görüntü oluşmuştu. "O zaman inelim arabadan da sen daha da allaşma."
"Ne?" derken arabanın kapısını açtım ve o arabadan inip yanıma gelene kadar da konuşmadım. Anahtarın düğmesine basınca araba kilitlendi, tam karşımda durdu. "Tam duymadım. Ne dedin?"
"Allaşma, dedim."
"Mallaşma, dedin zannettim."
Bunu beklemediğimden ötürü iki saniye kadar güldüm. "Yok artık, ne haddime savcım! O kadar da değil."
"Allaşma kısmı da pek hoşuma gitmedi ama..." diye yakınırken restoranın içine girdik. Ayrıca buraya kim bilir kiminle gelmişti... Şu kafamdaki görüntüleri kendisi açıp izlese 'Manyak bu kız.' deyip benden uzaklaşırdı.
Bir masaya geçtik, menüyü incelerken "Menderes'in menüsü bile daha güzeldi." diyerek fikrimi açıkça belli ettim. "Gerçi İtalyan restoranından ne beklersin... Ama ben pizza çok çok çok sevmem."
Varan Alp, ben menüyü indirdiğimden beri beni sorgular gibi bakıyordu. "Sen margarita pizza ye, en iyisi Miraycığım."
Miraycığım.
Doktordan daha hızlı mı gidiyordu yoksa ben mi yanlış anlamıştım?
"Yani lafın gelişi," dedi kendisini açıklamak ister gibi. "Diğerlerini beğenmezsin gibi geldi. Tostu bile sadece kaşarlı sevdiğine göre..."
"Zaten pizza çeşitleri dışında yiyebileceğim tek şey makarna. Makarna yemeye de restorana gelen insan enayidir."
Varan Alp beni şaşırtarak "Doğru." deyince şaşırdım. Genelde bu fikrim yüzünden çok eleştiriye maruz kalmıştım.
Siparişleri verdikten sonra "Sen ne zaman gelmiştin buraya?" diye sorup dışarıyı inceledim. Tam cam kenarında oturmuştuk ve restoranın önünde hep ağaç vardı.
"Üniversite zamanı galiba," dedi pek hatırlamayarak. Çok belli etmiyordu ama arabada iyice keyfi kaçmıştı, yüzde bin emindim! "Tam hatırlamıyorum." Dışarıyı izlemeye devam ederken "Sen üniversiteyi burada mı okudun?" diye sordu.
Yüzüne bakmadan "Evet." diye kısa bir yanıt verdim. "İstanbul Üniversitesi."
"Ankara daha güzel." deyince bütün enerjim yerine geldi ve duruşumu dikleştirdim. Saldırıya geçmem gerekebilirdi.
"Değil." diyerek kollarımı göğsümde bağladım. "Ankara'da deniz yok."
Varan Alp, "İstanbul'da da Ankara yok." deyince kaşlarım çatıldı. "Ankara'da yaşamayan Ankara'yı bilmez zaten pek. Tıp Fakültesi ve Hukuk Fakültesinde bir numaradır Ankara Üniversitesi."
Gözlerimi belerterek "Hem özel hukuk alanında daha iyi hem de HGS sınavlarının oranına bakarsak devlette de eşit. Yani İstanbul Hukuk önde." diyerek görevimi yerine getirdim. "Hem Ankara Hukuk'un anıtsal kapısı var mı? Yoktu, değil mi?"
Siparişler gelince ikimiz de sustuk ama Varan Alp'in devam edeceğine emindim. Gerçi etse kaç yazardı? Benimle tartışan herhangi bir insanın o tartışmadan haklı çıktığı şu güne dek görülmemişti.
"Sıralaması bile daha yüksek," diyerek gözleriyle beni işaret etti. "Sen yoksa ilk sıraya Ankara mı yazmıştın? Doğruyu söyle."
Yemekler mis gibi kokunca dayanamadım ve elime çatalı aldım. "Hı hı Varan Alp, aynen." Pizzadan bir lokma alıp yutana kadar beni izledi. "Seninle aynı dönem aynı okulda okumak istemezdim."
"Ben 2019 mezunuyum zaten, sen bir sene geç girmedin mi üniversiteye?" Aydınlanmış gibi yüzüme baktı. "Niye aynı okulda okumak istemezdin, aynı dönem?" diye ekleyince sırıttım.
Büyük bir iştahla pizzayı yuttuktan sonra "Ağlamayın, aman, gözlerinizden tek bir damla yaş bile dökülmesin diye, Sayın Savcım." diye küçük bir uyarıda bulundum.
"Ergen Varan Alp yoktu ama üniversitede, haberin olsun."
"Bu tartışmanın sonu kabak tadı verecek gibi görünüyor." dedikten sonra içecekten bir yudum aldım. "En iyisi eski meseleleri açmamak. Zaten başımızda da tonla bela var..."
Bu dediğimden sonra çatalını tabağı bırakıp "Ne belası?" diye sorunca ağzımdan kaçırdığım için birkaç saniye duraksadım.
"Seri katil." diye açıkladım. "Bir sene daha bulamazsak ölebiliriz." diye devam ettim. Yemekleri ağzıma tıktım ki konuşmama fırsat kalmasın, her seferinde batırıyordum kendimi.
"Sen bugün eve dönecek misin?" diye sorunca anlamayarak başımı salladım. "Gebze'ye gidecek misin? Onu soruyorum."
Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Geç oldu, ablamda kalırım artık." Aklıma Teoman meselesi gelince hemen fikrimi değiştirdim. "Ya da giderim ya..." Kol saatimden saati kontrol ettim. "Yetişirim eve."
"Çok uzun sürüyor mu yol?" diye sorunca kafamdan hesapladım.
"Yo, çok uzun değil. Gerçi şu an Avrupa yakasındayız, o yüzden bir tık daha uzun ama genelde ablamlardan geçtiğim için kısa gibi geliyor." Çok hızlı konuşmuştum, bu yüzden biraz güldüm. "Bizim ev, Marmaray'a yakın zaten. Beş on dakika yürüyorum sadece."
Kafasını olumlu anlamda sallarken "O doktor seni rahatsız mı ediyor?" diye sorunca bu soruyu beklemediğim için kaşlarımı çattım.
"Yo," dedim tam emin olamayarak. "Zararsız bir adam."
Birkaç saniye gözlerimin içine baktı. "Rahatsız olmuyorsun yani?"
"Uğraşıyor kendince, üzmek de istemiyorum ama yüz yüzeyken belli etmeye çalışıyorum. E doktor olduğuna göre pek salak da değildir, anlar herhalde... Numaramı da annem vermiş ya..." Bıkkınlıkla kafamı geriye yatırdım. "Yüz kere dedim, isteyenlere verme numaramı diye."
Varan Alp'in kaşları havaya kalktı. "İsteyenlere..." dedi soru sorar gibi.
Elimi havada salladım. "En az elli kişiye vermiştir numaramı." Bu bir tık mübalağaya kaçtığı için sol gözümü kırptım. "Şaka."
Masaya dalgın dalgın bakarken şakağını bir iki saniye ovan Varan Alp, "Seni ben bırakayım mı?" diye sorunca kafamı olumsuz anlamda salladım.
"En son bunu teklif ettiğinde başımıza gelmeyen kalmamıştı. Ayrıca sen de mi Gebze'ye gideceksin?"
Varan Alp hızlıca kafasını salladı. "Dayımın yanına uğramam lazım. Adam perperişan zaten, cenazeden beri konuşmadım onunla."
"Emin misin?" dedim sorgular gibi. "Uydurdun sanki..."
Gözleri kısıldı. "Uydurmadım." dedi ciddiyetle.
"Ziva evde yalnız mı kalacak?" diye sorunca düşünceli bir ifadeyle dışarıya baktı. "Ben de öyle tahmin etmiştim... Köpeğini unuttun sanki Varan Alp. Zaten bütün gün iştesin, hayvancağız gece de mi yalnız kalsın?"
Varan Alp yüzünü bana çevirir çevirmez "Ziva yalnız kalmaz; Erkin'le aynı sitede oturuyoruz, ondan rica edersem dışarı da çıkarır evde de bakar." deyince aynı sitede oturduklarını bilmediğimden sol kaşımı havaya kaldırdım. "Sen çok yorulma diye beraber gidelim dedim ama istiyorsan ayrı ayrı gideriz..."
Masadan aldığı bardağı dudaklarına götürdü, sonra da masaya geri koydu. Ben de o sırada babamın ve annemin tepkisini düşünüp diğer yandan da ağzımdaki pizzayı çiğniyordum.
"İllaki gideceksin yani," dedikten sonra sesli bir nefes verdim. "Tamam, o zaman beraber gidelim. Sadece şu an karar vermişsin gibi geldi, o yüzden sorguladım."
Hiçbir şey söylemedi.
Bir iki dakika boyunca konuşmadık, yemeklerimizi yedik, sonra da Varan Alp'in telefonu çaldı. Elini ceketinin iç cebine götürdükten sonra telefonunu çıkaran Varan Alp, telefonu beklemeden açıp "Efendim?" dedi. Birkaç saniye bekledikten sonra "Hangi komşu?" diye sordu kaşlarını çatarak. Bir haber geldiğini düşünerek çatalımı masaya bıraktım. Gözlerini bana çevirdikten sonra "Miray yanımda zaten, tamam, geliriz." deyip telefonunu kapattı.
"Ne oldu?" diye sordum hızlıca. "Bir şey mi oldu?"
Telefonunu masaya bıraktı. "Emniyete geçmemiz lazım."
"Ne oldu ki?" diyerek az önceki sorumu yineledim.
"Abim aradı," deyince iki üç saniye kadar beynime kan gitmedi. Teoman'ın durumunu zihnim bastırıp o kadar geri plana atmıştı ki adını duyunca beynim zonklamıştı. Tabağımı işaret etti. "Yemeğini bitir, emniyete geçmemiz lazım. Sanırım Sakarya'daki bir komşunun arabasını almışlar."
Şaşkınlıkla doğruldum. "Kim? Mir Beyaz'ın ailesi mi?"
"Evet, kaçak aile ve bulunmaları an meselesi." deyince uzun zaman sonra ilk defa sevindim. "Arabanın çalındığı günle uyuşuyormuş, o yüzden emniyete gidelim. Belki bir şeyler buluruz..."
Kafamı olumlu anlamda salladım. "Zaten kamera kayıtlarının olduğu herhangi bir alanda görünmemelerini açıklayan tek sebep, bir arabayla yok olma ihtimalleriydi. İllaki bir şey çıkacaktır." Hızlıca yemeğimi bitirirken diğer yandan da Teoman ile Sarp'ın gizlediği meseleyi düşündüm. Delirmek üzereydim, her şey çok karışıktı.
"Onlar bulunduğu an her şey açığa çıkacak." diyen Varan Alp, yarım kalan suyunu kafasına dikti. Ben de tabağımı bitirmiştim. "Hadi kalkalım."
⚖️
Emniyete vardığımız andan beri kamera kayıtlarına bakılıyordu; herkes içeride olduğu için beni de almışlardı ama arada kaynamış gibi hissediyordum, kovulma ihtimalim kuvvetle muhtemeldi.
"Geri al, geri al..." Erkin, polis memurunu kaydı geri alması için yönlendirirken diğer yandan da PTS kaydının çıkmasını bekliyordu, yine de mobeselerden bile görüldüğü üzere Mir Beyaz'ın babası öndeydi, diğer herkes arkadaydı. "Yahu bu aracı sol profilden alan bir mobese yok mu?"
Sarp mobese odasına girer girmez "Sayın Savcım," diyerek yanımızda durdu. "Sakarya'da Emrah Küfe adına başka bir mülk yok, Sakarya'ya yakın şehirlere de baktırdım ama ne yazık ki İzmit dışında başka bir ev, arsa... Yok gibi görünüyor."
Erkin, "Siz bunların sülaleyi bir yoklayın Sarp," dedikten sonra mobeselere geri döndü. "Anne tarafı baba tarafı tüm akrabaları araştırın. Şehir dışında evi olan biri var mı? Ha bir de şu Pembe'nin eşi, neydi adı?"
Sarp'a dönerek "Asım Yılmaz." dedim Erkin unutunca.
Erkin ben ismi söyler söylemez "Asım Yılmaz'ın akrabalarına da bakın, mecbur." deyip sesli bir nefes verdi. "Bak Düzce yolunda görülmüş araç; İstanbul, Kocaeli gibi şehirleri eleyin."
Sarp, "Emir anlaşıldı Sayın Savcım." dedikten sonra göz ucuyla Teoman'a baktım. Kollarını göğsünde bağlayarak mobeseleri izliyordu ve tedirgin görünmüyordu. Kafayı yiyecektim.
Sarp mobese odasından çıkar çıkmaz başka bir polis memuru "Savcım," diyerek Varan Alp'e mobeseleri işaret etti. Erkin ve Varan Alp başka şehirlere bakıyordu sanırsam, tam anlayamamıştım.
"Dilim damağım kurudu ya," dedi Erkin yüksek bir sesle. "Çay falan varsa tek şeker atıp getirsene bana."
Eniştemle göz göze geldik. "Miray, biz görüntü çıkar ya da PTS çıkar diye seni de çağırdık ama git istiyorsan."
Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Hayır enişte, merak ediyorum."
"Ya ben sana haber veririm," diyerek yanıma kadar yürüdü ve yanımdaki sandalyeye oturdu. "Bu iş epey sürer gibi görünüyor."
Sesli bir nefes verdikten sonra "O zaman ben de epey kalırım." diye cevapladım.
"Ablanın yanına git, yalnız kalmasın diye dedim Miray." diye açıklama yapan eniştem yüzünden aklımı yitirmek üzereydim. "Biliyorsun, burada kalmak zorundayım." Bıkkınlıkla Erkin'e ve Varan Alp'e baktı.
"Değilsin enişte çünkü davaya dâhil de değilsin." diye fısıldadım yüzüne doğru.
Erkin ofladıktan sonra "Bir şey çıkmadı mı ya Varan Alp?" deyip sağ tarafına dönünce göz göze geldik. "Miray sen biliyor musun? Şu Mir Beyaz'ın şehir dışında akrabaları var mı?"
Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Onlar yedi sülale İzmitli, bizim gibi. Tüm akrabaları İzmit'te ya da Gebze'de yaşıyor, evlenip giden kızları bilemem de..."
Erkin büyük bir hayal kırıklığıyla oflayarak mobeselere doğru bakarken Varan Alp, "Bolu'daki görüntüden sonrası yok Erkin. Zaten ara sokaklara girmesinden anlaşılıyor Bolu'da olduğu. Sakarya'dan Düzce-Bolu yoluna kadar otobandan gitmiş, sonra ara sokaklara girmiş. Devamı yok, gözükmüyor." diye açıkladı.
Bolu bir şey çağrıştırmıyordu.
Bir polis memuru "Erkin Savcım, ben bir şey buldum." diyerek Erkin'e doğru yürürken elindeki telefonu havaya kaldırmıştı. "Bakın Savcım, Bolu'ya giriş yaptıktan sonra ara sokaklara girdiği için sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlardan yola çıkarak Asım Yılmaz'ın amcasının bir evinin olduğunu gördüm fakat ev kirada." Biraz duraksadı. "Ama öncesinde evde Asım Yılmaz ikamet etmekteymiş, daha sonra iki kiracı girip evden çıkmış, en son da bu kadın kiralamış..."
"Asım Yılmaz'ın amcasına ait ve ev kirada, öyle mi?" diye tekrarladı Erkin, telefona bakarken. "Kaç aydır kiradaymış?"
"Savcım iki aydır kirada oturuyormuş bu kadın. Adı da Melek Sezen." dediği an duyduğum isim dolayısıyla gözlerimi yumup sesli bir nefes verdim.
Erkin kafasını salladıktan sonra "Yine de araştıralım. Bolu'daki şubelerden birine anons geçilsin, içerisi kontrol edilsin ve şahsın ifadesi alınsın." diyerek polis memuruna dışarıya işaret etti. "Sen de iyisin, aferin, böyle devam. Git şimdi, sosyal medya hesaplarını biraz daha karıştır."
Genç polis otuz iki diş sırıtarak mobese odasını terk ederken gülümseyerek sesli bir nefes verdim. "Varan Alp Savcım, ne diyorsun?" diyen Erkin, yarım saatin ardından ilk defa arkasına yaslanıp dinlenme fırsatı bulmuştu. "Çıkar mı evden bir şey?"
Varan Alp'in gözleri önce beni sonra Erkin'i buldu. "Aklıma bir şeyler geliyor ama umarım yanılıyorumdur..."
Üç dört dakika geçti, daha sonra Sarp ve az önceki genç kız beraber mobese odasına girdiler.
"Savcım, bilmeniz gereken bir detay var." diyen genç kız, Sarp'a korkuyla bakıyordu.
Erkin birkaç kez cıkladıktan sonra "Kardeşim bu sıkıntılı yüz ifadeleri ne zaman bitecek? Yahu emniyetin bitki örtüsü üzgün suratlı emoji gibi ya... Ne bilmem gerekiyor, hayırdır?" dedi Erkin sağ elini havaya kaldırıp kızarak.
Sarp ile Teoman'ın bakıştığını görünce içime kurt düştü. Tam o sırada da genç kız, "Savcım az önce size bahsettiğim kadın dört saat önce evinde ölü bulunmuş." deyince korkuyla ayağa kalktım. "Ve maalesef intihar vakası."
Ellerimi saçlarıma daldırdıktan sonra "Bu nasıl bir iş ya?" deyip Teoman'a çevirdim yüzümü. Epey şaşkın görünüyordu ve Sarp'a bakıp duruyordu.
Erkin elini bir kez masaya sertçe vurdu. "Sarp, Bolu'daki şubeye ulaşın; intihar olmayabilir." dedi sonra da.
Sarp, "Derhâl ulaşıyorum Sayın Savcım." dedikten sonra hızlıca odadan çıktı. Yanındaki genç kız da onunla beraber çıkınca dudaklarımı kemirmeye başladım.
Varan Alp ayağa kalktıktan sonra Erkin'in sandalyesinin yamacına kadar yürüdü. "Savcım içeride biraz konuşabilir miyiz?" diye sordu Erkin'in omuzuna dokunarak.
Erkin kafasını kaldırdığı an "Konuşalım savcım." deyip sandalyesini döndürdü.
İkisi de mobese odasından çıktılar.
Polis memurları kendi aralarında "Biz yine de diğer görüntüleri de inceleyelim," diye konuşurlarken Teoman ayağa kalktı ve telefonunu eline alıp birine bir şeyler yazmaya başladı. Ben dışında odada kim varsa her birine baktıktan sonra tek tek mesajlar atınca kaşlarım çatıldı.
"Teo ne yapıyorsun sen?" diye sordum gözlerimi kısarak.
"Seray'la mesajlaşıyorum." deyip zorla gülümsedi. "Hatta bak, arıyor." Telefonu açıp kulağına yerleştirince sesli bir nefes vererek ayağa kalktım. İkimiz de mobese odasından çıktık. "Canım işteyim hâlâ ya ama geçe kalmayacağım. Miray da yanımda. Diyorum ona yanına gelsin diye ama meraktan kımıldayamıyor."
Sahte bir kıkırtıyla cevapladım. "Enişte senin odana geçebilir miyim?" diye sorunca bir yandan ablamı dinlemişti, diğer yandan da eliyle kendi odasına girmem için müsaade eder gibi bir işaret yapmıştı.
Beklemeden odasına girdikten sonra aklıma gelen ilk şeyi yaptım. Çantamdan telefonumu çıkardım, masaya yapışık olan sandalyeye oturdum ve bir yandan arkamı kontrol ederken diğer yandan da masada gözükmeyecek bir alan aradım.
İki kitabı üst üste gördüğüm an aralarına telefonumu koymayı düşündüğüm için kitaplardan birini elime aldım. Telefondan ses kaydı kısmına girdim, ses kaydını başlattım ve kitabın arasına koyduktan sonra kitabı kapatıp masanın üstüne bıraktım. Ne olur ne olmaz diğer kitabı da telefonumu arasına yerleştirdiğim kitabın üstüne bıraktım.
Ardından ayağa kalktım. Umarım eniştem silahı sonradan cinayeti işleyen kişiye vermemişti, aksi takdirde aklıma pek de iyi senaryolar gelmiyordu.
Neye bulaşmıştı bunlar?
Korhan Amir'den de haberim yoktu, en son sakinleştirici verilmişti; kalp spazmı geçirdiğini öğrenmiştim. Onun da olan biten ne varsa ötmesi an meselesiydi.
Teoman odaya girince eş zamanlı olarak ben de çıkmak için kapının önünde durmuştum. "Gidecek misin?" diye sordu bir yandan da telefonuna bakarken.
"." deyip omuzuna dokundum. "Hadi, görüşürüz."
Eniştemin cevap vermesini beklemeden kendimi koridora attım ve hızlı adımlarla bu kez Sarp'ın odasına yürümeye başladım. Sarp, içeride telefonla konuştuğu için bir süre bekledim; telefonu kapatır kapatmaz içeriye girdim.
Sorgulayıcı gözleriyle bir bana bir de cam kapıdan gözüken bürodaki hareketliliğe bakan Sarp, "Miray," deyip telefonunu masanın üstüne bıraktı. "Umarım tavırlı değilsindir bana."
Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Söylememen çok saçma olsa da..." dedim titreyen sesimle. "Değilim ya tavırlı..." Zorla gülümsedim. "Sarp, Teoman'ın nesi var?"
Umarım ben Sarp'ı Teoman'ın yanına gönderene kadar Teoman odasından çıkmazdı.
"Ne demek nesi var?" diye sordu anormal bir merakla.
"Ya odasındayken garip davrandı bana..." Kaşlarımı çattım yalandan. "Eniştem olmasa birtakım şeyler sakladığından şüpheleneceğim, o derece."
Sarp rahatsız bir ifadeyle güldü. "Yok artık..."
"Sen yine de gidip ağzını mı arasan? Bak, gidip Varan Alp'e de söyleyebilirdim ama savcı sonuçta." dedim savcı kısmını vurgulayarak. "Belki Teoman bir şey biliyor, kardeşi savcı diye saklıyor... Olamaz mı? Yani davayla alakalı olmasına da gerek yok. Büroda sadece sana güveniyorum. Gidip konuşsan?" Gülümseyerek kapıyı açtım. "Hadi bir git de konuş, sonra konuştuklarını bana anlatırsın."
Sarp çok üstelemeyerek "Arayayım ağzını o zaman." dedikten sonra sıkıntılı adımlarla odasından ayrıldı.
Umarım ne var ne yoksa konuşurlardı ve telefonum düzgün bir şekilde kaydederdi.
Yaklaşık beş dakika bekledikten sonra sabırsız bir şekilde Sarp'ın odasından çıkıp Teoman'ın odasına doğru ilerledim. Büroda koşuşturan polis memurlarını ve hemen beş metre ilerimde bilgisayara doğru eğilen Erkin ile Varan Alp'i görünce önce durakladım, ardından oflayarak tekrardan Teoman'ın odasına doğru yürüdüm.
Cam kapıdan gördüğüm tek görüntü, Teoman'ın telefonla hararetli bir şekilde konuştuğuydu. Sarp, sandalyeye oturmuş, kendi telefonuyla ilgileniyordu.
Odanın daha gerisinde bir ifade odası vardı, ben de ifade odasına girdikten sonra kapıyı aralık bıraktım ve Sarp'ın çıkmasını bekledim.
Stresten oflaya oflaya bir hâl olmuştum ve ne konuştuklarını çok merak ediyordum.
Odadan önce Sarp, sonra da Teoman koşar adımlarla çıktı; Varan Alp'in ve Erkin'in bulunduğu orta alana doğru yürüdüler. Muhtemelen Bolu'dan da bilgiler gelmişti ama benim önceliğim farklıydı.
Koşar adımlarla Teoman'ın odasına girdim, sonra da telefonumu kitapların arasından çıkardım. Hâlâ ses kaydetmesi içimi rahatlatırken dinlemeye hazır olmadığım ses kaydını kaydettim.
Odadan derhâl çıkmam gerekiyordu, kendime daha sakin bir alan bulmam gerekiyordu; ben de buraya geldiğimiz gün kuvöz arkadaşlarımla bizi beklettikleri ifade odasına doğru yürüdüm.
Odanın içerisinde kimse yoktu, bu nedenle kapıyı kapattım ve bekleme koltuğuna doğru ilerledim. Çantamı koltuğa attım, sonra da kaydettiğim sesi açtım.
Önce eniştemle benim konuşmamı duydum.
"Gidecek misin?"
"Bir Sarp'a bakacağım, sonra belki çıkarım. Gidersem de ablama giderim zaten, merak etme. Hadi, görüşürüz."
Kaydı biraz ilerlettirdim çünkü Teoman odada yalnızken kimseyle konuşmamıştı.
Kapının tıklama sesini duyduğum an dinlemeye başladım.
"Teoman," Bu Sarp'ın sesiydi. "Miray biliyor."
"Neyi?" diyerek dehşete kapılan eniştemin sesinden sonra dudaklarımı ısırdım. "Ya senin silahı aldığını öğrenmiş olabilir! Yanıma gelip senin değişik değişik hallerde olduğunu söyledi!"
"Ya saçmalama," dedi eniştem ve birkaç saniye sustular. "Silahı aldığımı kimden öğrenecek? Korhan Amir kimseye söylemeden durdurduk, sonra hastaneye gitti. Hastaneye ziyarete gitmiş olamaz herhalde, değil mi? Varan Alp ile yan yanalardı, gitmemiştir herhalde."
"Gitmiş olsa oradaki memurlar beni arardı. Ama Korhan Amir aramış da olabilir." Birkaç saniye daha sustular. "Sen en iyisi babanla konuş, en kısa sürede olayı çözsün yoksa ben de yanacağım. Şu yaşıma kadar bir kez bile mesleğimle sınanmadım Teoman, eğer sınanırsam ben de sizi yakarım."
Teoman'ın ve Varan Alp'in babası ne alakaydı? Şimdi delirecektim!
"Saçmalama, senin bir şeyden haberin mi var sanki?"
"Önce yoktu ama şu an var, tıpkı Korhan Amir gibi. Ara babanı Teoman. Eski hâkim dinlemem, Ümit Haldun İnal'ın akrabasıymış dinlemem, çıkarırım ortaya her şeyi. Ben çıkarmadan siz çıkarın."
"Sarp saçmalama." Teoman'ın sesi daha da kısık gelmeye başladı. Telefonun sesini açıp kulağıma yaklaştırdım. "Bak, bu kanıtlanamazsa Erkin de seni yakar."
Nabzım daha da hızlandı, ayakta duracak kuvvetim kalmadı.
Erkin'le alakası neydi?
"Yakıyorsa yaksın şerefimle bitiririm mesleğimi." diyerek bir şeyi itekledi Sarp, muhtemelen sandalyeydi. "Şimdi ara babanı, bekliyorum."
Kayıtta bir dakika daha sessiz geçerken kendimi sakinleştirmek için sesli nefesler alıp veriyordum.
"Baba konuşmamız lazım, o gün hakkında." Birkaç saniye duraksadı. "O zaman buluşalım! Bak, sen ve dayım dâhil herkes yanacak. Gittikçe düğüm oldu bu iş!" Teoman'ın sesi daha yakından gelmeye başladı. "Bunları yüz yüze konuşalım, İstanbul'a gel, bizim eve."
Birkaç saniye sonra Sarp öksürdü ve konuşmaya başladı.
"Ümit Haldun İnal'ın istediği olmuş ama... Bak, Mir Beyaz hapiste, baban dışarıda."
Teoman ofladı. "Ben de saklamak istemiyorum Sarp ama mecburum, o silahta benim de parmak izim var."
"O yüzden Melek'i tek bir kişi öldürmedi ya Teoman... Melek'in ölümünden herkes sorumlu."
-
Ben demiştim size bölüm sonları bomba diye... İnanın 15,16 ve 17 daha bomba :'))
INSTAGRAM VE TWITTER: esmatonguc
Whatsapp kanalıma katılmak isterseniz (tamamen anonim bir şekilde) INSTAGRAM'DAN öne çıkardığım hikâyedeki bağlantıya tıklayarak hemen katılabilirsiniz.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
10.5k Okunma |
1.17k Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |