Sena Şenal~ Teni Tenime
Son feci Bisiklet~ Bikinisinde Astronomi
Madrigal~ Dip
Keyifle okuyun.
🎠🎠🎠
Zamanın bir yerlerde aktığı hakikatti. Bir yerlerde insanlar gülüyor, acı çekiyor, kızıyor ve aşık oluyordu. Bazı hayatlar sona eriyordu, bazıları ise yeniden başlıyordu. Bir yerlerde her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu.
Ve o yerlerden birinde değildim.
Asil içimdeyken zaman durmuştu. Göz bebekleri gittikçe derinleşiyor, gözlerimin önünde sarı bir okyanusun kapısı aralıyordu. Biliyordum. Benimle birlikte zamanın durduğu yerdeydi. Onu her şeyimle sıkıca sarmıştım. Her deviniminde burunlarımız birbirine dokunurken, karanlık ifadesinde tutku cirit atıyordu. Canımın kolayca yanmayacağını biliyordu. Buna rağmen belirlediği ağır ritme ayak uydurmaya çalışıyordu fakat alnında toplanmaya başlayan ter damlacıkları ne kadar zorlandığını açık ediyordu
“Asil,” diye fısıldadım dudaklarına doğru. “Bana dokunurken düşünme.”
Ellerinden biri ensemden saçlarıma uzandı. Başımı avucuna aldığında, “Düşünmek bana göre değil.” dedi boğuk sesi. “Ama herhangi bir şeyin içinde adın geçiyorsa,” Yavaşça geri çekildi ve bu kez içime sertçe girdiğinde avucunun arasındaki başımı geriye itip çenemi kaldırdım. “Düşünmemek ihtimal değil.” Çenemden öptü. Öpücükleri boynuma doğru yol aldığında, kadınlığımdaki ritmi hızlandı. Hızlandıkça dudaklarından dökülen küfürlere çığlıklarım ve birleşmemizin duvarları arşınlayan tutkulu sesi eşlik etti.
Diğer eli kalçama indi, avuçlayıp mümkünmüş gibi beni kendine daha fazla bastırdığında “Asil!” diye bağırdım ve artık o ter damlacıklarının varlığını kendi tenimde de hissediyordum. “Bu… Bu çok fazla…” Bir isim bulamadım. Bana yaptığı bu şeyin, hissettirdiklerinin bir adı yok gibiydi. Varsa da ben bilmiyordum.
“Evet maviş,” İçimden aniden çıktığında kendimi bomboş hissettim. Ellerini her iki yanıma yaslayarak ağırlığını da üzerimden aldığında bana yukarıdan bakmaya devam ederek burnunu usulca burnum boyunca kaydırdı. Bir damla ter onun alnından benimkine damladığında gözlerimi kapattım ve gülümsedim. “Bu çok fazla…” dediğinde sesi daha fazlası için çıldırıyordu. Farklı değildim. Yüzüstü pozisyona geçmek için kendimi altında çevirmek istediğimde beni kucaklayıp kaldırdı. Yatağa oturdu, sırtını başlığa verdiğinde bacaklarımı her iki yanında açarak onu yeniden içime aldım. Bu seferki çok daha hızlıydı. Kolları belimi, kalçalarımı sararken omuzlarından tutundum ve dizlerimin üzerinde hareket ederek bu kez ritmi ben belirledim.
Garipti, şu an bununla ilgilenmemek istemem Dünyanın en saçma şeyiydi ama yüzüne bakmak istiyordum. Ona hissettirdiklerim göz bebeklerinde can çekişiyordu ve görmek hoşuma gidiyordu. Her hareketimde vücudundaki damarların daha çok şişmesi, tutuşunun canımı yakacak kadar daralması ve içimde bir nabız gibi atması hazzımı körüklüyordu.
Avuçlarımı boynuna kapatırken ondan biraz daha yüksekteydim. Alnımı alnına bıraktım. “Sen,” dedim düşünmeden. “Sen başka bir şeysin.”
Her şeyi yapabilirdi. Her şeyi! Ama kasıklarımda kasırga koparırken bana göz kırpması kesinlikle adil değildi. “O kadar güzelsin ki…” Kirpiklerini kaldırıp görebildiği en mahrem detaylarıma baktığında kuruyan alt dudağını ıslattı. “Gel buraya.” Saçlarımı yakaladı, parmaklarına doladı ve dudaklarımı dudaklarına bastırdı. Acelemiz birbirine girerken şiddetli öpüşmemize tanıklık eden son birkaç dakikadır bacaklarım hissedemiyordum ama durmak da istemiyordum.
Dudaklarımdan ayrılmadan, “Bunun yalnızca tutku olduğunu söyleyebilir misin?” diye sorduğundan tüm ruhum avaz avaz bağırdı.
Hayır. Hayır. Hayır.
Söyleyemezdim. Çünkü biliyordum. Ona duyduğum bu şey yalnızca tutku değildi. Daha büyük, daha yenilmez, daha tüketiciydi. Adım adım sona yaklaşırken gözümün saate takılmasıyla sakallı yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Aynı anda beni yeniden kavradı ve tek hamlede yataktan kalktı. İçimden çıkmadan beni duvara yaslayarak yönetimi yeniden ele geçirdi. İçime o kadar hızlı giriyordu ki almaya çalıştığımız kesik nefesler, dudaklarımızdan dökülen ortak küfürler, erkeksi hırıltıları ve tiz çığlıklarım bir melodi gibi üzerimize yağıyordu. Ayak bileklerimi belinde kenetleyerek onu hissedebildiğim en uç noktada hissettiğimde “İçime gel,” diyebildim güçlükle. “Korunuyorum.”
Başını sertçe boynuma gömüp emmeye başladığında saate tekrar baktım ama uzun sürmedi. Dili tenimde öyle şehvetle geziyordu ki gözlerimin kapanmasına engel olamıyordum. Bedenlerimiz birbirimizin parmak izleriyle dolup taşarken bacaklarım önce titredi, ardından kasılmaya başladı. Kadınlığımda hissettiğim zonklama arttığında Asil’in boğazından inlemeye benzeyen bir hırıltı geldi. Başını kaldırdı, dudaklarımız son kez bir araya gelmesiyle kendini son kez içime itti. Gökyüzüne ulaşan merdivenleri birlikte nefes nefese tırmandık ve birbirimizin yörüngesinden aşağı çakılırken yine birbirimize tutunduk.
Yıkıcıydı. Büyüleyiciydi. Asil haklıydı; bu inanılmazdı!
Nefesimi düzene sokmaya çalıştığım birkaç dakikanın ardından parmaklarımdaki acıyı hissettim. Parmaklarımı sırtına öyle kuvvetli bastırmıştım ki tüm boğumlarım sızlıyordu ama asıl hasarı henüz görmesem de onun sırtına bıraktığımı biliyordum. Bakışlarını yüzümde hissettiğimde bakışlarım son kez saate kaymıştı. “Vakit geldi.” Hala arzuyla bakan kısık bakışlarına karşılık verdim. “Üç…” dediğimde kaşları usulca gözlerine yaklaştı, anlamamıştı. “İki…” Gülümsedim ve o hala anlamamıştı. “Bir…” Dudaklarımı dudaklarının üzerini kıpırdattığımda parmaklarım ensesindeki saçları çekiştirdi. “İyi ki doğdun zürafa…”
Baktı, baktı, baktı. Sonra başını arkaya atıp resmen kahkaha attığında saçını daha fazla çektim. “Hey! Burada doğum gününü kutluyorum.”
Bu benim için ilkti. Kimsenin doğum gününü kutlamamıştım. Buna ben de dahildim.
Gülümsemesi bir şelaleden yuvarlandı, akıntıya kapıldı ve bir süre sürüklendi. Nehrin dingin ritmine kapıldığında ise yine bana bakıyordu ve bu kez saçlarıma da dokunarak… “Vay canına!” dedi mutlak bir mutlulukla. “Sen benim doğum günümü mü kutladın?”
Çantama bakındım. Odanın bir köşesine savrulmuş olmalıydı. “Çantamı bulursan hediyeni alırsın.”
Güldü. Sessiz kalarak gözlerindeki yıldızları izlemeye devam ettiğimde dudaklarını alnıma bastırdı. “Bu kutladığım en iyi doğum günü.” Bir sonraki öpücüğü burnum içindi. Sıra dudaklarıma geldiğinde ise kendini bana bastırarak hala içimde olan varlığını daha fazla hissettirdi. “Ve hediyemi çoktan aldım.”
“Hımm…” Anlamazdan gelerek belli belirsiz gülümsedim “O zaman hediyeni çöpe atıyorum.”
Kaşları çatıldı. “Hediyemi istiyorum.”
“Aldığını söylemiş-tin.” Bacaklarımdaki ağrıyla duraksadım ama rahatsızlığımı yüzüme yansıtmadığımdan emindim. Buna rağmen beni nazikçe kucaklayıp yatağa bıraktı. Yavaşça içimden çıkıp yanıma uzandı, beyaz çarşafı üzerimize çekti.
“Şimdi hediyemi istiyorum, ufaklık.” Serseri bir tebessüm dudaklarına yayıldı. “Yani… Diğerini.”
Sırt üstü dönüp gözlerimi tavana diktim. “Çanta.”
Cümlemi bitirdiğim an elini yatağın sol tarafına uzattı. İki saniye sonra çantam elinde duruyordu. “Burada mı?”
“Evet, açıp al.”
“Bana aldın ve onu çantandan almamı mı istiyorsun?”
“Tam olarak.”
“Hiç bilmiyorsun bu işleri, değil mi?”
Ona yandan bir bakış attım. “Biraz daha konuşursan hediyeyi rüyadan görürsün.”
Çantayı açtı. Köstekli saatin parmağına dolanan zincirinin sesini duydum. Bedenini sırt üstü bıraktığında kaldırdığı köstekli saat aramızda sallanmaya başladı. Kapağındaki atlı karıncanın tek atı zincirin ucunda dönerken bir süre sessizce izledik.
“Bunu sen mi seçtin?” diye sordu ama hiç beklemeden yine kendisi cevapladı. “Sen seçtin. Ne güzel seçmişsin.” Birden bana dönerken belimden kavrayıp beni kendine çevirdi ve onun gibi bir adamın tek başına bile zorlukla sığacağı tek kişilik yatakta burun buruna geldik. “Benden aldığın sözü de hatırlıyor musun?”
Yavaşça başımı salladığımda gülümsedi.
“Büyüyünce zengin olarsan-”
Çocuk sesi belleğimin izbe köşelerinde yankılandı. “Bana atlı karınca alar mısın?” diye tamamladığımda ifadesine yerleşmeye çalışan burukluk geçmişimizin bir parçasıydı.
“Seni ararken sayısız atlı karıncayı ziyaret ettim. Birkaçı almaktan kıl payı vazgeçtim.”
“Artık istemeyeceğimi mi düşündün?”
Köstekli saati başının yanındaki avucuna hapsederken, çarşafın üstünde kalan çıplak kolumu elinin tersiyle okşadı. “Senin için bir atlı karınca satın almak istemedim. Ben senin için bir atlı karınca yapmak istedim.”
Buna yalnızca şaşkınlık, demek eksik kalırdı. Asil benim için bir atlı karınca yapmıştı ve bunu bilmek kana bulanmış ruhumun ortasında rengarenk bir lunapark kurmak istiyordu.
“Ne zaman göreceğim?”
“Bekleyebilirsen son olarak atları boyayacağım.”
“Bekleyemezsem?”
“Renksiz bir atlı karınca görürsün ki bunu istemeyiz.”
Zihnimde beliren soru amansız bir hastalık gibi dallarımı sarmaya başladığında, “Yaprak gördü mü?” diye sordum ve aynı saniye ağzıma sağlam bir yumruk indirmek istedim.
Parmakları kolumda duraksadı. Ciddi olup olmadığımı anlamak için gözlerime bakarken, dudağının bir tarafı hadsizce kıvrıldı. “Ne sordun sen?”
“Siktir et.”
“Maviş,” dedi baskın bir sesle. “Neden senin olanı bir başkasını göstereceğimi düşündün?”
“Neden aynı şeyi iki defa söylemek zorundayım?”
Başımı çevirmek istedim ama kolumdaki eli hızlı bir manevrayla çenemden yakaladı. Karşı koyabilirdim. Sonuca ulaşamasam bile onu fena halde uğraştırırdım ama yapmadım.
Gözlerime ciddiyetle bakıp, “Yaprak benim sadece arkadaşım.” dedi üzerine basarak. “Bu her zaman böyleydi.”
“Hayatımın büyük kısmını otellerde geçirdim. Kapımda daima rahatsız etmeyin, yazısı olurdu. Erkek ve kadınların bir arada girdiği odaların kapısında da aynı yazı olurdu. Benim gibi bir katil değillerse, o yazıyı neden astıkları tahmin edersin. Peri’nin evinden gitmeden önce seni aradım ve bil bakalım görevli kadın bana ne söyledi. ” Gözlerimin kısılmasına engel olmadım. “Talimatına uydum yalnızca. Seni rahatsız etmedim.”
“Anlatacakları önemliydi.”
“İlgilenmiyorum.”
“Açıklamak istiyorum.”
Çarşafı sinirle yüzüne çektim ama kafasını dışarı çıkardığında gülüyordu. “Bu kadar tehlikeli olmasan deli oluyorum bu kıskanç hallerine.”
“Biraz daha devam edersen suratına kapanan yalnızca çarşaf olmayacak.”
Kalkmaya çalıştığımda bileğimden yakaladı. “Kal, sana gerçeği anlatacağım. En azından Yaprak’ın can güvenliği için artık bunu yapmam gerekiyor.”
“Bana bir şey anlatman gerekmiyor.”
Kolunu sırtıma uzattı, çıplak ve terli bedenlerimizi birbirine yapıştırdığında tüm bedenimde ılık bir ürperti hissettim.Yüzüme dökülmeye hevesli tutamlarımı yavaşça kulağımın ardına yerleştirirken, “Yaprak,” dedi. “Çok uzun zamandır bir adama aşık.”
Kaşımı kaldırdım. “Ortada.”
Anlık gülümsedi. “O adam ben değilim maviş. Başka bir adam…” Duraksadığında şimdi söyleyeceklerinin aslında söylememesi gerekenler olduğunu anladım. “Evli bir adam. Yıllardır boşanacağını söyleyip Yaprak’ı oyalıyor. O adamın Yaprak’ı ne kadar çok hayal kırıklığına uğraştığını bilemezsin. Defalarca terk etmesini söyledim. Dayanamayıp bir seferinde adamı hastanelik ettim.” Sıkıntılı bir nefes verirken, bakışları sakinlikle yüzümde dolaşmayı devam etti. “Aslında bir doktor olarak o da doğru olanın ayrılmak olduğunu biliyor ama bir türlü kopamadı ve bu durumu benden başka bilen yok. Mezara kadar da saklardım ama o güzel kafanda benimle ilgili oluşacak bir soru işaretine tahammülüm yok.” Yaklaştı ve omzuma sıcak bir öpücük bıraktı. “Sırrımı saklar mısın ufaklık?”
Söyledikleri gerçekti. Asil bana yalan söylemezdi, biliyordum ama bu şaşırmama engel olmadı. Yaprak gibi güzel ve kendi ayaklarının üstünde duran bir kadının böylesine zavallı bir ilişkinin içinde olduğunu tahmin edemezdim. Diğer taraftan onun Asil’e aşık olduğundan neredeyse emindim… Sanırım konu Asil olduğunda yanılabiliyordum.
“Sırrın.” Bedenimi yavaşça üzerine çıkarırken bunu bekliyormuş gibi güçlü kollarıyla beni sardı. “Saklamam için beni daha fazla ikna etmen gerekecek.”
Bakışları dudaklarıma kaydığında tutkuyla gülümsedi. Onun için hazırdım ve bunu biliyordu. “Oldukça ikna edici olduğumu düşünüyorum.”
“Göster?”
Dudakları benimkileri yakalarken kalçamı kaldırdı ve yavaşça içime girdi. Bu kez daha hızlı ve daha sertti. Elleri tüm bedenimde derin bir keşifteydi. Tenimdeki rotasını kendisi belirliyor, tüm detaylarımı acelesizce keşfediyordu. Beni öpüyor, emiyor ve kulağıma iç gıdıklayıcı sözcüklerini bırakıyordu. Doruğa ulaştığımızda terden sırılsıklam olmuş bedenimi aynı durumda olan göğsüne çekti. Konuşmadık. Parmakları ıslak saçlarımı sıvazlarken ve nefeslerimiz düzene girerken uykuya teslim olduk. Göğsümü okşayan elleriyle uyandığımda sabaha karşıydı. Dudakları uyurken ona döndüğüm sırtımda geziniyordu; hafif, kışkırtıcı ve ıslak… Sızlayan bacaklarımı umursamadan ona sokuldum ve güneşin ilk ışıkları çocukluğumuza ait odayı talan edene kadar onunla seviştim. Bir an bile durmadık. Kendimizden geçene kadar yatakta, duvarda, çalışma masasında ve düştüğümüz yerde birbirimize karıştık. Başım son kez göğsüne düştüğünde ayağa kalkacak kadar bile gücüm kalmamıştı. Bacaklarımı yatağa uzattığı uzun ve kaslı bacaklarının üzerine dolayıp göğsünde uyuklarken çarşafı son kez üzerimize çekti ama beni asıl ısıtan kollarıydı.
“İyi uykular ve,” diye mırıldandım gözlerimi açmadan. İstesem de açamazdım. “Gerçekten iyi ki doğmuşsun Asi.”
Dudakları saçlarımın arasına kapanmıştı. “İyi uykular güzelim,” dedi erkeksi fısıltısıyla. “Uyandığında kollarımda olacaksın.”
Uykunun derinliklerine sürüklendiğimde kokusu hala burnumdaydı. Kanlı kabuslarım verdiği huzura yenik düşmüştü ama hissediyordum. İçimdeki canavar ayağa kalkmak istiyordu; yalnız kalmak, yalnız uyumak ve yalnız ölmek istiyordu. O canavar bana sarılan kollara düşmandı. Asil’e düşmandı. Uykumun bir yerinde göğsüm sıkıştığında tırnaklarımın avucuma battığını hissettim. Kuruyan dudaklarımı hareket ettirmeye çalıştım. Sesimi duyamadım. Karşı koymak istediğimde parmaklarım avucumdan yavaşça uzaklaştırıldı. Bedenimdeki kollar daha sıkı sarıldı. “Geçti,” dedi uzaklardan gelen sesi. “Buradayım, geçti.”
Sonrası karanlık, sadece karanlık; aydınlığı sırtlamış derin bir karanlık…
Ve gözlerimi o aydınlığa açtığımda hissettiğim ilk şey göz kapaklarımdaki şişlikti. Yanılmıyorsam… Uyuduğum en uzun uykudan uyanmıştım. Bundan daha fazlası ise yüzümde sessizce dolaşan bir çift gözün varlığıydı. İçimden bir ses, bunu bir süredir yaptığını söylüyordu. Uzun bir süredir…
“Saat kaç?” diye sordum uyku kısıklığındaki sesimle.
Bakışlarını duvardaki saate kaldırmasıyla onun da bilmediğini anladım. “Üçe geliyor.”
“Üç mü?” Kaşlarımı çattım. “Sabah üç mü?”
İşaret parmağını alnımın ortasına yaslayıp, çatıklığı uğurlarken gülümsedi. “Öğlen üç, maviş. Acıktın mı?”
“Evet ama daha önce yapmamız gereken bir şey var.”
Bakışlarının çarşaftan taşmak isteyen göğüslerime kaymasıyla dudaklarını yaladı. “Nasıl şeyler mesela?”
Omzuna vurup doğrulduğumda etrafıma bakındım. “Burada ilk yardım çantası var mı?”
Benim daha önce baktığım yarasına göz atıp, kurumuş kanı gördü. “Mühim değil. Daha son-”
“Asi,” Kaşlarımdan birini kaldırdım. “İlk yardım çantası.”
“Emredersin.” Boxerini bulup giydikten sonra yanımdan ayrıldı, ben de yalnızca iç çamaşırlarımı giydim. Yatağa geçip bacaklarımı topladığımda çantayla geri döndü. İlk olarak yarasını temizledim. Atılması gereken birkaç dikişi hallettikten sonra sardım. Tüm bunları yaparken Asil bakışlarını tek bir an bile üzerimden ayırmamıştı.
“Birkaç gün dikkat et, diyeceğim ama etmeyeceksin. O yüzden ne halin varsa gör.”
Düzgün dişlerini gösterecek şekilde sırıtıp ayağa kalktığında beni de kucakladı. Bu o kadar ani oldu ki kollarımı boynuna doladım. “Neydi şimdi bu?” diye sordum kabaca. Bu aşamada normal bir kadının cilve yapıyor olması gerekiyordu ama o kadınlardan biri olmadığımı biliyordu.
“Banyo.” dedi geniş koridordaki tek kapıyı göstererek. “Her yanımız kan olmuş, banyo yapmadan çıkamayız.”
“Kolunu sardım, ıslanmaması gerekiyor.”
Cümlemi bitirmeden yürümeye başlamıştı bile. “Tekrar sararsın.”
“Özel hemşiren mi var karşında?”
Ayağıyla ahşap kapıyı araladı ve beni duvarları mavi fayanslı banyodaki eski model küvetin içine bırakırken göz kırptı. “Hemşireye ihtiyacım yok. Kadınım iyi iş çıkarıyor.”
İçimdeki bu ılık his… Açtığı çeşmeden akmaya başlayan sıcak sudan daha hissedilirdi. Arkama geçtiğinde sütyenimi çıkardı ve küvet hızla dolarken oturarak başımı arkaya atıp sol omzuna yasladım. Gözlerimi kapattım ve köpüklü ellerinin bedenimde gezinişi hissettim. Bedenimi temizlerken cam bir fanusu tutuyormuş kadar nazikti. Sonra durdu. Saniyeler dakikaları kovalarken suyun içindeki ellerimi tuttu.
“Nasıl dayanabildin?”
Hemen cevap vermedi ama sorumu anladığını biliyordum. “Söylemiştim, önceliğim başkaydı.”
“Yine de sen bir erkeksin. İsteklerin, ihtiyaçların olmalı. İlişki istememeni anlayabirim ama tek gecelik olanlardan bile kaçman….” Dayanıklılığı takdir edilesiydi, ben de ettim ama içimden.
“Kaçmak değil, maviş. Düşünmedim. Şahit olduğun için anlatıyorum, yaklaşmak isteyen kadınlar oldu. Kimi düzenli bir ilişki içindi, kimiyse bahsettiğin tek gecelik olanlardan...”
“Bir an bile düşünmedin mi?”
Cevap vermek için bile düşünmedi. “Bir an bile.”
“Beni bulamayabilirdin.”
“İhtimaldi.” Dudakları şakağıma yaklaştı ve fısıldamadan önce küçük bir öpücük bıraktı Ben seni bir ihtimale sığdırmadım maviş ama-”
“Ama?”
“Bir isteğim oldu.” dedi ılık bir tonla. “Ne olursa olsun bir kızım olmasını istedim.”
Gözlerimi açtım. “Taşıyıcı anne?”
Güldü. “Tabii ki hayır. Büyüdüğüm yerde yüzlerce kimsesiz çocuk tanıdım. Hala var, insanlar bu kadar pervasız olmaya devam ettiği müddetçe de olacak.”
“Zaten birçoğuna bakıyor olmalısın.” Bu, cevabı zaten ortada olan bir soruydu. Yine de sessizliğini korudu. “Çalışanların, adamların hatta en güvendiklerin bile onlardan. Bu zamana kadar istediğin o kızı yanına almamana şaşırdım.”
“Şaşırma,” Dudaklarını yavaşça kulağıma kaydırdı. “Birlikte büyütmek istedim.”
Beynimde şimşekler çaktı. Söylediğinin bana tam olarak ne hissettirdiği konusunda bir fikrim yoktu ama bunca yıllık karakterim bu fikri benimsememişti. “Gerçekleşmeyecek bir istek. Veletlere katlanamıyorum.”
“Ben yine de o küçük kızdan vazgeçmeyeceğim.” Sesinde o tanıdık kararlılık vardı. “Belki arada Duru’yu sevdiğin gibi onu da seversin.”
“Ben mi Duru’yu seviyorum? Bade zorla elime tutuşturuyor.”
Dudakları tenimin üzerinde kıvrılırken, “Yapma maviş,” dedi. “Sence sen, herhangi birinin isteğini zorla yerine getirecek biri misin?”
“Değilim.”
“Elbette değilsin. Hiç olmadın ve bunun için şanslıyım.”
Başımı omzuma çevirip, ne demek istediğini anlamaya çalıştım. “Neden?”
“Buradasın. Çünkü bunu istedin. Kollarımda olmayı, bana ait olmayı istedin.” Parmakları yüzüm boyunca kayarak çeneme ulaştı, bakışlarımızı buluşturduğunda ıslak saçları alnını süslüyordu. “Sen, bu Dünyada bana ait olan tek şeysin. Geçmişimizi unutmamak için bu evleri yaptırdım ama asıl evim sensin.”
İtiraz etmedim, edemedim. İçimde fırtınalar koparan o canavara kafa tutmaktı bu. Asil’in derin bakışları ruhumda gezinirken, kollarının arasında ona döndüm. Islak yüzünü ellerimin arasına aldım ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Cevabım sözcükler değil, tutkulu bir öpücüktü.
Aitlikti.
🎠
Aradan geçen üç hafta boyunca aynı ülkelerde bile değildik. Arınmanın lideri olmak tahminimden daha büyük bir sorumluluk getirmişti, her geçen gün karşıma çıkan sorunları aşarak küfürler eşliğinde tecrübe ediyordum. Asil, işin İrlanda kanadıyla ilgileniyordu. Yılmaz Sungurlu’yu ortadan kaldırmadan önce onun Arınma, adında bir örgüte üye olduğunu, her ay anonim bir hesaba yüklü para transferi gerçekleştirdiğini ve yine her ayın belli bir günü İrlanda da Arınmanın gerçekleştirdiği toplantılara katıldığını öğrenmiştim.
İşin aslı şuydu; İrlanda, Arınmanın toplantı gerçekleştirdiği ülkelerden yalnızca biriydi. Arınma, üyelerini birbirinden bağımsız farklı gruplara ayırmıştı ve o gruplarla farklı günlerde farklı ülkelerde toplantılar gerçekleştiriliyordu. Asil’in kurduğu sistem her geçen gün daha fazla büyüyordu. Bu da yeraltı dünyasından daha fazla isimle muhatap olmak demekti. Bu zamana kadar Noyan Korkutel’in emri altında toplantıları yöneten isimler Necmettin ve Uraz Korkutel’di ancak onları bir gölge gibi takip eden biri vardı, Nevşin. Son olaylardan sonra Necmettin Korkutel’e zorunlu istirahat verilmiş, Uraz’ı ise daha yakından takibe alınmıştı.
Necmettin Başkanın yarattığı boşlukla birlikte iş yükümü kapsayan yalnızca toplantı yönetimi değildi; ülkeye girip çıkan malların takibi ve baş kaldıranların başını itinayla ezme kısmı bana düşmüştü. Bu sonuncusunu Asil’in onayı olmadan yapıyordum çünkü içimdeki canavarı zaptetmenin başka bir yolu yoktu. Beni rahat bırakması için onu kanla beslemeliydim. Otellerde yatıp, efor sarf etmeye yabancı değildim ama yorucu olmadığını söyleyemezdim. Başımı yastığa koyduğum bazı zamanlarda Bade’yi, ufaklığı düşünüyordum. Birkaç kez telefonla görüşmüştük ve her seferinde Bade beni çok özlediğini söyleyip ne zaman geleceğimi sormuştu. Bunun dışında Peri’den de mesajlar almıştım. Kendisi de beni dört gözle bekliyordu ama onun derdi Bade’ninkinden farklıydı. Söylediğine göre hoşlandığı çocukla gerekli yakınlığı kurmuştu ve eve davet edip ağabeyiyle tanıştırmak için benden haber bekliyordu.
Kanada’daki son akşamımda bir gökdelene benzeyen otelin cam duvarından şehri izlerken,
günün ağırlığı omuzlarımdaydı. Almanya, İspanya, Hollanda ve Polonya’dan sonra soluğu burada almıştım ve en uzun konaklamam da burada gerçekleşmişti. Yarın yapacağım son toplantının ardından ülkeye dönüş yapacaktım ama bu tamamen Asil’in planıydı. Ziyaret edilmesi gereken iki ülke daha vardı ama dün gece daha olmasına rağmen dün gece bana attığı mesajla birlikte ertelendiğini öğrenmiştim.
Şehrin ışıl ışıl görüntüsüden gözlerimi alıp dün gece gönderdiği mesajı açtım.
Gönderen: Zürafa
-Mısır ve İran’ı erteliyorum ve üzgünüm, itiraz edemezsin. Toplantı sonrası için uçağını ayarladım. Gelmeme seçeneğin elbette var ama o durumda gelip seni zorla almama engel olamazsın.
-İnan bana engel olamazsın. Fena özledim. Durum tahmin edebileceğinden daha mühim, maviş. Duvarlarda bile yüzünü görür oldum.
Kıvrılmak isteyen dudağımı dişleyip geri döndüm ve yatağa oturdum. Az önce duş aldığım için saçlarım ıslaktı. Üzerimdeki siyah bralet ve aynı renk şortla yata girip ışığı kapattığımda parmaklarım klavyenin üzerindeydi.
-Uçağa bineceğim ama o iki ülkeyi uzun süre erteleyemezsin.
Mesajı gönderdim. Hemen cevap veremeyeceğini biliyordum. Aramızdaki saat farkının yanı sıra çok çalışıp az uyuyordu ve bulduğu her fırsatta beni uyandırmamak için aramaktan fazla yazıyordu. Geçmiş mesajlarında göz gezdirdikçe gülümsüyordum. Benim attığım mesajlar ise dümdüz cümlelerden ibaretti. Oysa… Daha fazlasını hak ediyordu. Derin bir nefes aldım içimden geçenleri parmaklarımın yazmasına izin verdim.
-Uçağa bineceğim çünkü seni görmeliyim. Tek damla içki içmeden sarhoş olduğumu hissettiren o sarı gözlerinin yüzümde dolaşmasına ihtiyacım var. Parmak uçlarımın sana dokunmaya ihtiyacı var, Asi.
Gönderdim ve telefonu her an patlamaya hazır bir bombaymış gibi komodine bırakıp yorganı kafama çektiğimde titreşim sesi duydum.
Gönderen: Zürafa
-Tek kelime daha edersen beni kapında bulursun.
🎠
“Senin götünde minare kurarım lan!”
Godoman herif kendimi daha fazla tutamayıp ettiğim küfürden sonra oturduğu sandalyede buz kesti. Sadece o da değil, yuvarlak masanın çevresinde oturan diğer üyeler de şok olmuştu. Parçası oldukları örgütün liderinden böyle bir çıkış beklemiyor olabilirlerdi ama gözümün içine bakarak bundan sonra kazancının yalnızca yüzde otuzunu vermek istediğini söyleyen herife verebileceğim en makul karşılık buydu.
“Sanırsın asgari ücretinin yüzde ellisini alıyoruz.” diye devam ettim. “Ulan yüzde ellisini verdiğin para zaten illegal.” Başımı omzuma çevirip,” Cengiz.” dediğimde yaklaştı.
“Söyle lider.” Dışarıda yenge, demeye devam etse de toplantılarda hitabına mutlaka dikkat ediyordu. Cengiz’in de bir çizgisi vardı.
“Sevgili üyemizin dosyasını rica edeceğim.” Dosyayı bir dakika içinde bana ulaştırıldığında açıp kısaca göz attım. “Saygın Hünerli.” Çenemi buruşturup yaptığı işleri incelemeye devam ettim. “Tarihi eser kaçakçılığı, yasadışı bahis… Neler neler.” Dosyayı sertçe kapatıp adamın kızaran yüzüne baktım. “Beyaz kadın ticareti de yapıyorsundur sen.” Öksürmeye başladı, kesin yapıyordu. “Dua edin Noyan Korkutel’in o taraklarda bezi yok.”
“Müsadenlen liderim.” Cengiz bir ilkokul öğrencisi gibi ceketini ilikleyerek araya girdi. “Sadece bezi mi yok? Öğrendiğinin kökünü kazıyor. Hani aklınızda bulunsun, diye söylüyorum, beyefendiler.”
Adamlara dönüp, “Sanırım mesajı aldınız.” dediğimde başlarını salladılar. “Güzel. Bugün ititbariyle Kanada’dan ayrılıyorum. Dolayısıyla bir sonraki toplantıya kadar buraya herhangi bir şekilde mal giriş çıkışı yapmıyoruz. Sizler zaten biliyorsunuz ama ben yine de hatırlatmak istedim.” Gülümseyip dosyayı Cengiz’e teslim ederken, “Bir sonraki toplantıda görüşmek
üzere.” dedim. “Ha burada, ufak bir hatırlatma daha yapmak isterim. Olmaz da… Şayet olacak olursa gizli sevkiyata çıkanlar bizzat bana bildiriliyor. Bir de Burgonya Kızının ben olduğuma dair söyletiler varmış…” Kimse dillendirmiyordu ama hepsi adı gibi onun ben olduğumu biliyordu. “Ona göre… İyi çalışmalar, kıymetli üyelerimiz.”
Odadan ayrıldığımda Cengiz kürk mantomu omuzlarıma bıraktı. Kanada çişinizin havada donacağı kadar soğuktu. Uzun koridor boyunca yürürken Cengiz keyifle “Gördün mü yengem?” diye sordu. “Adamların göz bebekleri titredi yeminlen. Aramızda kalsın ama Kurt Abimden bile böyle korkmamışlardı.”
Aklıma gelen detayla bakışlarımı üzerine çevirdim. “Kanada’da bana Kurt’un refakat edeceğini sanıyordum. Sen nerden çıktın?” Cevap veremeyince küfür ettim. “Ulan o it ben yokken Bade’yle yalnız kalabilmek için yerine seni gönderdi değil mi?”
Az önce dalga geçtiği adamlar gibi göz bebekleri titrediğinde kurtarıcısı adımı seslenen bir üye oldu.
“Mavi Hanım.”
Cengiz’in yakasına yapışmak üzere olan ellerimi indirip geriye döndüm. Gelen grubun en genç üyesi Saygın Taner’di. Toplantıları genellikle ikiz kardeşinin katıldığını biliyordum ancak bu kez bizzat kendisi gelmişti. Pahalı takım elbisesi ve uzun boyuyla önümde durduğunda başımı kaldırıp mavi gözlerin barındığı yüzüne baktım. Çekici bir adamdı. Mafya liderinden çok bir modele benziyordu. “Sizi dinliyorum, Saygın Bey.”
“İçeride bugün geri döneceğinizi söylediniz.” Başımla onayladığımda telefonunu çıkarıp bana pistte kaza yapan bir özel uçağın fotoğrafını gösterdi. “Sanırım fotoğraf her şeyi açıklıyor. Diğer uçağımın buraya ulaşması zaman alacak ve benim hiç zamanım yok. Eğer Türkiye’ye dönüyorsanız size eşlik etme şansım var mı?”
“Mümkün değil.” diye araya girdi Cengiz. “Üyeler ve örgüt bünyesindekiler aynı ortamda yolculuk edemez.”
Duyduklarına rağmen adam ciddiyetle yüzüme bakmaya devam etti.
“Cengiz, bence bu defa müsamaha gösterebiliriz.” dedim yapay bir gülümsemeyle. “Saygın Bey eminim ki uçağa binerken korumasını geride bırakmayı, aranmayı ve telefonunu yolculuk boyunca misafir etmemizi sorun etmeyecektir.”
Gülerken burnuna dokundu. “Söylendiği kadar zekisiniz.”
“Tedbir, diyelim. Uçakta görüşmek üzere, Saygın Bey.”
Yanından ayrılıp yemek için lüks bir mekana giriş yaptığımızda Cengiz kıvranıyordu. Aslında yolculuk boyunca da beni vazgeçirmek için elinden geleni yapmıştı. O kadar ki hiç susmadan konuşmasına rağmen siparişimi verebildiğim için kendimi tebrik etmeliydim.
“Cengo, ağzını dikmemi istemiyorsan şimdi susarsın.”
Karşımda oturuyordu. Gözlerini açıp sarı kaşlarını çatarken masaya yaklaştı. “Ney? Tam duyamadım. Dikerim, dedin değil mi? Cümle d ile başlıyordu.”
“Cengiz!”
“Yav yengem, Asil duyarsa çıra gibi yakar beni. Yav kendi güvenliğini düşünmüyorsan beni düşün barim!”
“Sağır mısın? Adam tüm şartları kabul etti. Tek başına ne yapabilir? Hele de karşısında ben varken?”
“Poseidon?” dedi yalvarırcasına.
“Söylemezsin, olur biter.”
“Ben abime yalan söylemem.”
“Yalan söylemeyeceksin. Çeneni kapalı tutman yeter.”
Kararlı olduğumu anlayınca çaresizce arkasına yaslandı. Kaldırdığı işaret parmağını bıçak gibi boğazından geçirirken, “Helvamı fıstıklı yap barim.” dedi. “Mezar taşıma da bir manyağın inadı yüzünden öldü, yazsınlar.”
🎠
Uyandığımda midem bulanıyordu. Yaklaşık on saattir havadaydık ve bir o kadar vakti bir yatak büyüklüğündeki uçak odasında geçirmiştim. Kısa bir duşun ardından ıslak saçlarımı at kuyruğu haline getirerek oturma bölümüne çıktığımda Saygın Taner ve Cengiz’i başımla selamladım. Adam iyi uyumuştu ama Cengiz için aynısını söyleyemezdim. Kızarık gözleri tüm gece tetikte olduğunu söylüyordu. Cam kenarındaki yerini bana verdikten sonra yanıma oturdu.
“Kahve?”
“Harika olur.”
Cengiz mutfak bölümüne ilerken, adam dumanı üstünde kahvesini yudumlayarak beni süzdü. “Daima siyah giyinmenizin bir anlamı var mı?”
“Renklerle aram yok. Hem siyah asildir, öyle değil mi?”
Bakışlarım penceredeydi. ama üzerinde siyah bir takım olduğunu görmüştüm. “Kesinlikle ama saçlarınız…Kurtumamışsınız. Hasta olabilirsiniz.”
“Kolay hasta olmam. Ayrıca vaktin önemli olduğunu söylemiştiniz. Ben de vaktimi daha verimli şeylere harcıyorum.”
Oluşan sessizlikte küçük bir bombanın patlayacağını anladım. “Birilerinin nefesini kesmek gibi mi?”
Bakışlarımı yavaşça üzerinde çevirdiğimde insan canlısı görünmediğimin farkındaydım. “Evet. Özellikle de nefesi kesilen, nefesinin kesilmesine değiyorsa.”
“Doğrusu… Benim için farklı bir deneyim. Yani burada olmak, sizin kimliğinizde biriyle tamamen savunmasız bir şekilde yolculuk etmek…”
Dudağımın bir kenarı kıvrılırken, Cengiz geldi. Kahveyi tutacağa bırakıp yanımdaki yerini aldı. “Korkusuz olduğunuzu düşünmüyorum.”
İlk kez açıkça güldü. Düzgün dişleri ve orta kalınlıkta dudakları vardı. Kumral sakalları yalnızca bir günlüktü. “Öyle düşünmenizi istemedim. Kesilmeye değecek bir nefesim olmadığını biliyorum.”
Kahvemi yudumladıktan sonra başımı omzuma yatırdım. “Hadi ama… Herkesin nefesi biraz kesilmeye değerdir.”
İfadesi adım adım ciddileşirken, mavi gözleri doğrudan gözlerime odaklandı. “Bu, Dünyanın en haklı söylemi olabilir.”
*
Eve girer girmez Bade ve Peri kelimenin tam anlamıyla üzerime atlamıştı. Öncelikle Bade’nin bir ahtapot gibi bana sarılmasının bitmesini bekledim. Duru’yu kucağıma verdiğinde yalnızca dümdüz bakmama rağmen küçük kız yine gülücükler atarak omzumdan sarkan saçlarımla oynamaya başlamıştı. Peri’nin ise ağzını açmasına fırsat vermedim ve hoşlandığı çocuğu çağırmasını söyledim.
Şaşkınlığı yaklaşık iki dakika sürdü. “Nasıl yani? Hemen mi? Bugün mü!”
“Evet.”
“Ama nasıl olur? Ağabeyimi ikna etmeyecek misin?”
“Hayır. Emrivaki yapacağız. Merak etme, kontrolüm altında.”
Telefonunu eline alırken, yüzünde belirgin bir endişe vardı. “Emin misin doktor? Ümit’e daha kavuşamadan ellerimden kayıp gitmesini istemem.”
“Ay ben anladım!” diye araya girdi Bade. ”Şimdi Asil Bey ile nerdeyse bir aydır görüşmüyorlar ya. Asil Bey nasıl özlemiştir! Kavuşma heyecanıyla Ümit’i dövmez, diye düşündü bence Mavi ablam.”
“Oha!” tepkisini verdi Peri. “Çok akıllıca!” Telefonu istekle tuşlayıp kulağına götürürken yerinde duramadığı için ayağa kalkıp salonu turlamaya başladı. “Ümit selam… Nasılsın? Ben de iyiyim. Ya ben sana ne diyeceğim? Eğer müsaitsen birkaç saat sonra bize gelebilir misin? Yok… Yok yok önemli bir şey değil. Sadece… Ağabeyim seninle tanışmak istedi. “ Bize bakınca yüzünde bir parça utanma yer edindi. “Hani geçen beni kampa çağırmıştın ya… İşte ona gelebilmem için önce bu tanışmanın gerçekleşmesi gerekiyor.” Biraz bekledikten sonra kahve gözleri sevinçle açıldı. “Gerçekten mi! Ç-çok sevindim. Bekliyorum o zaman ben seni, yani biz! Görüşürüz…”
Telefonu kapattığında Bade, “Kız!” dedi heyecanla. “Erkek kısmına öyle duygular çok belli edilmez. Biraz ağırdan al.”
“Ay öyle mi Bade Abla…” diye iç geçirdi Peri. “Ne bileyim. Geliyorum, deyince öyle heyecanlandım.
İmalı bakışlarımı Bade’nin yüzüne diktim. “Bakıyorum da çok tecrübelisiniz, Bade Hanım. Kurt dangalağını bu taktiklerle mi tavladın?
Ve Bade de ayağa fırladı. “Misafir gelecek, ben kek poğaça falan yapayım.” dedi ve uçarak mutfağa gitti.
İki saat sonra kapı çaldığında, kalp atışlarımda ani bir hızlanma gerçekleşti. Yutkunmak istedim ve saniyeler içinde dudaklarım kurudu. Oturduğum yerden kalktım ama kapıyı açıp açamamak konusunda kararsız kaldım.
Sikeyim… Bu nasıl bir aptallıktı?
Bade’nin açtığı kapıdan girdiğinde salonun ortasında duruyordum. Beni görünce durdu, gülümsedi. Sonra adımları hızlandı ve saniyeler içinde kendimi kollarının arasında buldum. Bana sıkıca sarılırken, kulağıma ulaşan dudakları, “Geberdim lan.” diye fısıldadı. “Kurşunla zehirle öldüremedin beni ama az kalsın özlemden öldürüyordun maviş.” Saçlarımdan derin bir nefes çekti. “Bir daha asla bu kadar uzun bir ayrılığa müsade ermeyeceğim. Bir ay geciksin itlerin sevkiyatları.”
Ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ama Bade ve Peri kıkırdamalarını gizlemedi.
“Eee…. Ağabeycim fark ettin mi bilmem ama ben de buradayım.”
Asil, dudaklarını şakağıma bastırıp geri çekildikten sonra Peri'yle kucaklaştı.
“Hoş geldiniz Asil Bey.” dedi Bade gerçek ismiyle hitap ederek.
Asil gülümsedi. “Hoş bulduk kardeşim.”
“Şey ağabey…” Peri kem küm etti. “Doktor sana bir şey söyleyecekmiş.”
Ulan Peri.
Bana baktı. “Söyle güzelim.”
“Akşam yemeğinde Peri'nin bir arkadaşı da bizimle olacak.” dediğimde Peri'nin gözleri büyüdü. Direkt konuya girmemi beklemiyordum muhtemelen.
“Olsun tabii. Bunu neden sen söylüyorsun ki?”
Bir adım yaklaştığımda gözlerimdeki özlemin büyüklüğünü gördüm. Bade haklıydı, o özlemi kullanıyordum. “Asil, gelecek olan kardeşinin kız arkadaşı degil.”
Kaşları gerildi. Bakışları yavaşça Peri’ye döndüğünde aynı anda kapı çaldı.
“Ben açarım!” dedi Peri can havliyle ve açtığında kapının önünde Peri yaşlarda, özenle giyinip saçlarını sola taramış, elinde de bir buket çiçek olan kumral bir çocuk duruyordu.
“Merhaba efendim.”
Peri, çocuğun elindeki çiçeklere içini geçirerek baktı. “Hoş geldin Ümit.”
Asil birkaç iri adımla kardeşinin önüne geçip cüssesiyle kapının girişini tamamen kapattı. “O çiçekler bana mı?” diye sordu sertçe.
Ümit bir elindeki çiçeklere bir de Asil’e baktı. “Şey, efendim, ben…”
Peri, yardım isteyen bakışlarını yüzüme dikti. İş başa düşmüştü. “Hayatım,” Sahte gülümsememle birlikte koluna girdim. “Ümit çiçekleri neden sana getirsin ki?” Başı bana döndüğünde yüzündeki diktatör ağabey, imajı sekteye uğradı. “Ayrıca çekilsene kapıdan, çocuk geçsin.”
Yutkundu. “Hayatım mı? Bana mı dedin onu?”
Söylediğim onca şeyden yalnızca bu mu kaldı aklında? Gerçekten mi?
“Diyorum ki kapıdan çekil de misafirimiz geçsin.”
Başını kapıya çevirmesiyle yine kaşları çatıldı. “Misafir.”
“Evet ağabeyciğim,” dedi Peri. Umarım sesindeki yakarışı Ümit duymuyordur. “Çekilirsen eğer içeri girecek. Hani içeride hazır bir masa var ya. Hani yemeğe başlamak için onu bekliyorduk ya…”
Mecburen geri çekildi ama biraz. Çocuk resmen kapı ve onun arasında sıkışarak içeri girdi ki Asil’in istediği de zaten buydu. Peri, Ümit’in elindeki çiçekleri alıp ona salona kadar eşlik ederken peşlerinden gitmek için hareketlenen Asil’i sertçe çekip koluna vurdum. “Düzgün davran çocuğa! Zaten çekiniyor, daha fazla üstüne gitme.”
Salona doğru ters ters baktı. “Düzgün davranmak? Bence öyle bir zorunluluğum yok.”
“Onu biz davet ettik.”
“Hayır,” diye reddetti. “Onu sen ve o çok bilmiş kardeşim davet etti. Bana sadece sürpriz oldu. Kötü bir sürpriz.”
İşaret parmağımı kaldırıp göğsüne sallarken, “Sonuç olarak burada.” dedim hararetli bir fısıltıyla. “Ve sen ona göre davranacaksın yoksa…”
İşaret parmağımı avucuna hapsetti. Bana yaklaşırken dudaklarında arsız bir tebessüm can bulmuştu ki bu da ihalenin bana kalacağını söylüyordu. “Demek o kıl kuyruğa iyi davranmamı istiyorsun.”
“Evet?”
Başı omzuna meyletti. Gülümsemesi büyüdü. “Bir şartla ona düzgün davranırım. En azından dövmem.”
“Neymiş o?”
Parmağımı beline çekip ona sarılmamı sağlarken kolunu omzuma atarak beni kolunun altına aldı ve şartını kulağıma fısıldamasıyla kan beynime sıçradı.
“Siktir git zürafa!”
Tüm ipleri eline almanın keyfiyle, “Sen bilirsin güzelim.” dedi. Sarıları serseri bir tavırla gözlerime dokunurken, belimi sardı. “Ya o renkli çiçekli elbiseyi giyersin ya da bu çocuk buradan topallayarak çıkar.”
🖤
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.93k Okunma |
1.75k Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |