🕯🕯🕯
Huzur, denen o duygunun kıyısından geçmemiştim. Varlığına dahi inanmıyordum. Bir süre öncesine kadar, insanların kaçmaya ihtiyaç duyduklarında zayıf yanlarını göstermemek için kullandıkları bir kılıf olarak görüyordum. Çünkü her insanın içinde dinmeyen bir kargaşa vardı; kaçsa da kurtulamayacağı, kurtulsa da izlerini taşıyacağı derin bir karmaşa...
Şimdi... Asil parmak uçlarımdan öperken ne kadar yanıldığımı anlıyordum. Onun sıcak dudakları acelesizce parmak izlerime dokunurken, her bir parmağım sıranın kendisine gelmesi için can atıyordu.
Susuyorduk. Gecenin karanlığında, tünelin bir köşesinde, yanımızdan aranbalar geçip giderken birbirimizin sessizliğini dinliyorduk. Bir de bugüne kadar inkar ettiğim o duyguyu, huzuru...
Tepeden tırnağa beni kollarına öyle sağlam sığdırmıştı ve öyle sıkı tutuyordu ki sınırlarımın ondan oluştuğunu hissediyordum. O sınırların içinde kalmak, huzurlu gölgesinden ayrılmak istemiyordum. Oysa bu benim fıtratıma tersti, hissediyordum. Yarın sabah uyandığımda yine parmak uçlarımın kan, diye can çekişeceğini biliyordum. Ben öyle bir varlıktım ki nefes kesmeden nefes alamazdım. Bana öğretilen, zihnime sığdırılan ve kaderime kızgın harflerle yazılan buydu.
"Ya bir gün sana da zarar verirsem?" Düşüncelerim kelimelerime aktığında ortaya böyle bir sorunun çıktığına inanamadım. Korkum bu mu? Ona zarar vermek... Oysa kısa bir süre öncesine kadar bunun için uğraşıyordum.
"Vermezsin." Emindi. Ona yaptığım onca şeye rağmen nasıl emin olabilirdi?
"Ya verirsem?" diye üsteledim. Parlayan gözleri gözlerimde dolaştı, parmak uçlarımı dudaklarından ayırmadı.
"Başım gözüm üstüme."
Sözleri içimde baş kaldırmaya çalışan yanıma çelme çakıyordu. Bana doğru attığı her adımda ona biraz daha çekildiğim koca bir gerçekti ama hissettirdiklerinin yabancısıydım.
"İyileşmemi istiyorsun, biliyorum. Aptal değilim, söylemesen de görüyorum ama senin bilmediğin bir şey var."
Bana bakmaya devam etti. Sakindi ve konuşmamı bekliyordu.
"İçimden Burgonya Kızını söküp attığında geriye bir melek kalmayacak."
Güldü. Gülüşünü parmak uçlarımda hissettim. "Sen," dedi vurguyla. "Sırf başka bir kızla oynadım, diye o kızı kaldırımdan itip kanatana kadar karnımdan ısırdın. Yani maviş, senin bir melek olamayacağını en iyi ben bilirim."
Kıvrılmaya çalışan alt dudağımı dişlerimin arasına aldığımda dudakları hızla dudaklarıma kapandı ve dişleriyle dudağımı nazikçe kavrayarak dişerimin arasından kurtardı. Küçük bir öpücük bırakıp, geri çekilirken, "Sana söylemiştim." dedi. "Orada yalnızca benim izlerim olacak."
"Kıskanç herifin tekisin, Korkutel."
Bu kez sırıttı. "... dedi bana saçlarını savuran kadının saçlarını kesen kadın."
"O yüzden kesmedim!" Kabul etmek yok. Asla.
"O halde neden kestin?"
"Kaskafalı mısın Asi? Yardım ettim sadece. Saçım saçım, diye ağlayıp duruyordu."
Dudakları yeniden parmaklarımı bulurken, gizli gülümsemesi hala orada bir yerdeydi. "Bu yaramaz ellerin birine yardım edeceğini düşünmek zor."
Avucunun arasındaki elime baktım. Çok fazla hayat son bulmuştu parmaklarımın arasında, kandan görünmüyordu. "Doğru. Ellerim bir katilin elleri. Ancak kan dökmeye yarar."
Bakışları ciddileşirken, başını kaldırdı ve daha geniş bir perspektiften yüzüme baktı. "Öyle söylemek istemediğimi biliyorsun."
"Ama öyle. Korkma, gocunacak değilim. Artık kim olduğumu bilmem, yaptıklarımı değiştirmiyor." Kaşlarımdan biri yavaşça havalandı. "Yapmak istediklerimi de."
Beni anladığını göstermek için başını birkez salladıktan sonra "Nasıl başladı?" diye sordu. Ardından pişman olmuş gibi yutkundu. "Anlatmak zorunda değilsin. Yine de yanında olmadığım, olamadığım tüm zamanları bilmek istiyorum."
Ortak bir noktamız vardı. İkimiz de merhametsiz birer avcıydık. Hedeflerimize kilitleniyor, almadan bırakmıyorduk. Bana karşı ne kadar nazik yaklaşırsa yaklaşsın, gözlerinin ardındaki sırtlanı görebiliyordum.
"Bir adamdı." diye konuştum geçen birkaç dakikanın ardından. "Tanımıyorum. Ann-" Durdum. Burgonya'nın buz gibi gözlerini gözlerimin önüne getirdim. Şimdi daha iyi anlıyordum; beni doğuran o olsaydı, belki bana karşı o kadar merhametsiz olmazdı. "Burgonya istedi, ben yaptım. Sonraları bu düzen devam etti. O ne isterse yaptım.Sorgulamadım, itiraz etmedim. Öldürmeye programlanmış bir robot gibi sürekli etrafıma ölüm saçtım."
"Ama hiçbir zaman bir kadını öldürmedin. Canını aldıkların daima suçlu olanlardı"
"Nereden biliyorsun?"
"Daha fazlasını bilmemi sağla." dedi ve bu bir buyruktu. Onsuz geçen zamanlarımın azrailiydi. Elinde olsa bizi ayıran zamanın yakasına yapışır, son nefesini verene kadar bırakmazdı. Elinde olmadığından bu kadar öfkeliydi.
"Emir verdiğin o heriflerden biri gibi mi görünüyorum?"
Dudaklarının bu kez sadece bir tarafı kıvrıldı. Diğerlerinin aksine tehlikeli bir gülümsemeydi. "Ateşi kollarında taşıyan bir adama yakışır şekilde davranıyorum."
Elimi avucundan yavaşça çektiğimde kollarımı boynuna doladım. "Sen yine de ayağını denk al." Başımı omzuma eğerken, karakteristik yüzü bu açıdan da kusursuz görünüyordu. "O ateş seni de yakmasın."
Boş durmadı. O güçlü kollarıyla belimi sarıp, beni kendine daha fazla bastırdı. Aramıza girebilecek tüm mesafelere düşmandı ve ilkel bir şekilde hoşuma gidiyordu. "Yangının ortasında olduğumu görmüyor musun? Benim dört bir yanım ateş."
Ensesindeki parmaklarımı kısacık saçlarına götürüp oynamaya başladım. Ense kökünde çizdiğim daireler boynuna uzanırken, kısılan gözleri bunu sevdiğini söylüyordu. "Sen anlat."
"Ne duymam istiyorsun ufaklık?"
"Şu masada söyledikleriniz... Yurdu duydum, ya sonrası? O adamla yollarınız nasıl kesişti?"
Gözleri boşluğa uzandı ve bir süre orada kaldı. Sorduğum zamanları düşünmüyordu, yaşıyordu. Hiçbir ayrıntıyı unutmadığına yemin edebilirdim. "Onunla önce Kurt tanıştı. Başta babacandı, durmadan bize yardım edeceğini söylüyordu."
"Ne için yardım istedin ondan?"
Sarıları yeniden gözlerimi bulduğunda, "Senin için." dedi. "Seni bulmak için yardım istedim."
Parmaklarım ensesinden kayıp gitti. Omuzlarından tutundum. "Beni çok mu aradın?"
"Seni her taşın altında aradım."
"Sonra ne oldu?"
Bakışlarını benden çekip aldı, yine boşluğa emanet etti. Her ne söyleyecekse, gözbebeklerine yayılan donukluk peşinatıydı. "Bizi yanına aldı. Önceleri seni araştırdığını, bazı kapıları açmak için para lazım olduğunu söyledi. Bu yüzden onun için çalıştık. Zaman geçtikçe bizi oyaladığını anladık ama umut... Umut insanın elini kolunu bağlayan kördüğüm gibi. Çok güne Çetin'den kurtulacağız, diye uyanıp ya bulursa, diye akşamında vazgeçtik." Cümlelerinin içimde uğradığı yerler henüz gün yüzüne çıkarken, yüzüme düşen bir tutama dokundu, yavaşça kulağımın arkasına aldığında, "Dahasını dinlemek ister misin?" diye sordu.
Aralanan dudaklarım ne söyleyeceğini bilemedi. Bana bizi anlatmak istiyordu; geçmişimizi... Dinleyebilir miydim? Kanlı parmaklarımla saçlarıma asılırken geçmişimdeki küçük kızla bir araya gelebilir miydim?
"Hayır." dedim sonunda. "İstemem."
"Beklerim."
Bakışlarımı ondan çekip aldım. "Belki hiçbir zaman istemem. Bana güvenilmeyeceğini anlayacak kadar akıllı adamsın."
Burnumun ucunu sıkıp bıraktı. "Öyle miymişsin, küçük hanım? Hiç farkında değilim."
Ona ters bakışlarımı gönderip kucağından inmeye çalıştım ama izin vermedi. "Bu defa gerçekten burnunu kıracağım."
O da başını omzuna eğdiğinde beni tutan parmaklarını tenime daha fazla bastırdı. "Ne zaman istersen."
Kolları tuttum. "İndir, dedim."
Ciddiye alınmamak beni her zaman öfkelendirirdi ama bu ona duyduğum şey öfke değildi. Yine de boyun eğecek değildim. Başımı önüme eğdim. Kulağımın arkasına iliştirdiği saç tutamının yeninde yüzüme düşmesini sağlayarak dikkatini oraya çektiğim an başımı burnuna gömdüm. Hafiçe inledi, tutuşunu gevşettiğinde kollarının arasına çıkıp yan koltuğa geçtim. Elini burnuna götürdü, avucuna bulaşan kanına baktı.
"Merak etme, ölçülüydüm, kırmadım."
Cebinden bir peçete çıkarıp burnuna bastırırken gülümsedi. "Kıyamadım, demiyor da."
Çalan telefonu duymazdan gelişimin yardımcısı olurken kısa bir görüşmenin ardından arabayı yeniden çalıştırdı. "Şirkete geçmem gerekiyor. Seni eve mi bırakayım?"
"Gerek yok. Bade ile alışverişe çıkacaktık. Müsait yerde bırak, kendim geçerim."
Akan yoldan aldığı bakışlarını bir an için yüzüme çevirdi, garip bir şey söylemişim gibi baktı. "Hangi alışveriş merkezi?"
Sabırsız bir nefes verdim. "Böyle hep yapışık ikiz gibi mi gezeceğiz?"
"Önlem, diyelim. Ayrıca son olanları düşünecek olursak Bade de yalnız çıkamaz. Kurt getirir."
Benim için olmasa bile Bade konusunda haklıydı. Ben kendimi her halükarda koruyabilirdim ama Bade ürkekti ve muhtemelen kimseye bir tokat bile atamazdı.
"İyi. Peşimize adam takmaya kalkma. Bade'yi ben korurum."
Bana baktığında dudaklarında gizli bir gülümseme vardı. "Hangi alışveriş merkezi?"
Kafasında bir şeyler olduğundan emindim. "Mavibahçe."
Kısa süre sonra duvarları pembe boyalı binanın önündeydik. Asil benimle birlikte inip giriş kısmına kadar eşlik ettiğinde bizi iki güvenlik görevlisi ve takım elbiseli bir adam karşıladı.
"Noyan Bey, hoş geldiniz."
Asil, önünde ceketini ilikleyen adamın elini sıktı. "Hoş bulduk, Nihat Bey. Nasılsınız?"
"Sağolun efendim. Sizi burda gördüğüme çok sevindim. Nasıl yardımcı olmamı istersiniz?"
Beklemediğim bir şekilde kolunu omzuma attığında kalakaldım. Erkeksi vanilya kokusu burnumda sızarken, kolu beni sahiplenircesine kavramıştı. "İki hanım bir süre mağazanızda olacak. Güvenliklerini sağlamanızı istiyorum."
"Elbette, efendim. Hanımefendi kız kardeşiniz Peri Hanım mı? Adını duymuştum ama kendisini hiç görmedim."
"Hayır." dedi tereddüt etmeden. "Kendisi sevgilim olur."
Gözlerim büyürken kaşlarımdaki çatıklığın kendiliğinden düzeldiğini hissettim. Ona baktım, daha dikkatli baktım. Alay ediyor ya da numara yapıyor gibi görünmüyordu.
Sevgilim mi?
"Diğeri de kardeşim sayılır." Başını kapıya çevirdi. "O da geldi."
Dönüp Bade'ye bakamadım. Sikeyim... Yine ağır şekilde tesiri altına almıştı.
Adam, kendisinden isteneni yerine getirmek üzere telsizine yönelirken, çattığım kaşlarımı nihayet üzerine dikebildim. "Gerek olmadığını söylemiştim."
"Neye? Sevgilim olmana mı? Üzgünüm ama o kısım için artık yapabileceğin pek bir şey yok."
Yutkunmak istedim ama kendimi tamamen ele vermek olurdu. Onu istiyordum, bu açık bir gerçekti. Onu görmek, ona dokunmak, bana dokunmasına izin vermek istiyordum. Hayatımın bir yerinde öylece durmasını istiyordum ama sevgili olmak... İşte bu bana çok uzaktı.
Ben hiç kimsenin hiçbir şeyi olmamıştım. Şu ana dek...
"Oradan bakınca korunmaya ihtiyacım varmış gibi mi görünüyor? Yoksa gücümü mü küçümsüyorsun?"
Kolu omzum boyunca kaydığında bir miktar uzaklaştı. "Haşa, ne demek gücünü küçümsemek. Hem ben seni dışardakilerden korumuyorum ki." Sırıttı. Lanet olsun, nasıl bu kadar güzel gülebilirdi? "Dışardaki zavallıları senden korumaya çalışıyorum."
Gözlerimi devirdim. "Burda kahkaha mı atmam gerekiyor?" Gizli ve derin bir nefes eşliğinde yönümü kapıya döndüğümde Bade'nin bebek arabasıyla yaklaştığını gördüm. Duru yatar pozisyonda etrafı izliyordu. Başında mor bir bandana, ağzında pembe emziği vardı. Asil gitmeden önce onu kucağına aldı ve özenle ilgilendi. O ana kadar somurtan velet Asil'e Dünyanın en komik şeyini söylüyormuş gibi gülücükler atarken, Bade bana yanaşıp fısıldadı.
"Güzel manzara, değil mi abla?"
Bir şey söylemeden yalnızca baktığımda alması gereken uyarıyı alarak suratındaki manidar tebessümü rafa kaldırdı. Asil, bebeği arabasına bırakıp güvenlik müdürüne gerekli talimatları verdikten sonra yanımıza geldi. Veda etmek için olduğunu düşündüm ama tek kelime etmedi. Yalnızca dudaklarını şakağıma bastırdı, küçük bir öpücüktü ama...
"Vallahi susmayacağım!" dedi Bade uzaklaşan Asil'in arkasından bakarken. "Bu adam sana fena yanmış abla. Öyle böyle değil hem de. Bin metre öteden belli oluyor."
Başımı ona çevirdiğim an bebek arabasını aldığı gibi mağazanın içine ilerledi. Bana kalan ise söylenerek peşinden gitmekti. Önce ufaklık için bir şeyler aldık. Bebek mağazasının kız bebek bölümü o kadar pembeydi ki bir ara kusacağımı hissettim. Bade sık sık koca kafalı kızı kucağıma verip reyonlar arasında dolaştı. Ardından kendisi için bir şeyler baktı. Aslında benim de yeni kıyafetlere ihtiyacım vardı. Yaşadığım göçebe hayatı nedeniyle gerektiği kadar eşyam yoktu ama alışveriş yapmaktan nefret ettiğim için erteledim. Bade fark ederek elini çabuk tutarak kısa sürede alışverişi bitirdiğinde adımlarım çıkışa yöneldi ama onun niyeti başkaydı.
"Abla... Ben hiç böyle yerlerde kahve içmedim." Bakışıyla dekoratif kafelerde oturan insanları süzdü. "Şey, birer kahve de biz içer miyiz?"
Normal bir zamanda, normal bir kafede oturup kahve içmemiştim. Onun aksine bunu ben istemediğim için yapmamıştım. İnsan kalabalığından uzak durmak tercihimdi ama Bade o kadar istekli bakıyordu ki adımlarımın geri dönmesine engel olamadım. Olmadım.
Duru arabasında huzurla uyurken, birkaç dakika önce gelen filtre kahvelerimizi yudumladık. Bade koltuğun ucunda oturmuş, heyecanlı gözlerle etrafını süzüyordu. İçeride onlarca insan vardı ama şüphesiz şu an sadece burada bulunduğu için en fazla mutlu olanı oydu.
"Neden hiç gelmedin?"
Soru, tebessümünü işgal ettiğinde kendini geri kaydırdı ve koltuğa tamamen yerleşti. " Babam çok tutucu bir adamdı. Bakkala bile zor giderdim ben. Hem köyümüzde öyle gidebileceğim bir yer de yoktu. Büyüdüğümde de..." Başını, kucağında birbirine eziyet eden parmaklarına götürdü. "Evlenmemi istedi, evlendim. Sonrasını biliyorsun..."
Yaşadıklarının izlerini yüzünde taşıyan bir kadındı Bade, güldüğü zamanlarda bile. Bir süre bakışlarımı üzerinden ayıramadım. Sonra ona uzanıp parmaklarının birbirinden ayırmasını sağladım.
"Geçmişi geride bırakamazsan geleceğe bakamazsın."
Kahvesini yudumladı. Yüzüme bakarken düşündüğünü görebiliyordum. "Sen bırakabildin mi?"
"Beni boşver, bana girersek çıkamayız."
"Ne demek boşver?" dedi alınmış gibi. "Arkadaşlar birbirini boşvermezler ki."
Arkadaş; yabancı olduğum bir diğer sıfat da buydu. Bade beni arkadaşı gibi görüyordu.
Oysa ben... "Bazı şeylerin nasıl yapıldığını bilmiyorum."
Bu, yapanın yaptığı anda pişman olduğu bir itiraftı.
Gülümsedi Bade. Bu kez o uzandı bana ve masada duran elimi tuttu. "Öğrenirsin abla. Sen gördüğüm en akıllı kadınsın."
"Bazı şeyler..." Soluğumu tutarak kahvemden yudumladım. "Bazı şeyler sonradan öğrenilmez. İçgüdüseldir."
Dalga geçercesine gülümsedi. "Hah! Kim demiş? İnsanın öğrenesi varsa, aklına koymuşsa her şeyi yapar. Hele de sen..."
"Bana inanıyorsun."
"Tabii ki inanıyorum. Bu devirde kim kime evini açar, ekmeğini paylaşır? Sen yaptın. Sorsalar yapmam, derdin. Değil mi?" Başını salladı. "Ama yaptın. Çünkü kabuğun sert olsa da içinde," Parmakları nazikçe elimi okşadı. "Mazluma sırt dönemeyen bir yanın var."
Bakışlarımızın kenetlendiği noktada derin bir sessizlik oluştu. Duru emziğini ağzından atıp uykusunda ağlamaya başlayınca dağıldık. Bade ona emziğini geri verip karnını okşayınca uyumaya devam etti ama Bade bakışlarını üzerinden çekmedi.
"Nasıl bir duygu?"
"Annelik mi?"
Başımı salladım.
Yüzü yeniden güldü. "Tarifi yok ki... Ama sıcacık bir his. Hala her kucağıma aldığımda bu benim mi şimdi, diye soruyorum. O kadar güzel, o kadar masum ve o kadar muhtaç ki... Tüm bunların yanında insanı çırılçıplak bırakan bir yanı da var; tüm merhametini açığa çıkarıyor. İnsanın aklı çıkıyor bir şey olacak, diye. Herkesten, her şeyden korumak istiyorsun. Bazen kendinden bile..."
"Çılgınlık, desene."
"Dedim gitti." Elini yavaşça geri aldığında bakışlarında yine o manidar ifade vardı. "Asil Bey de pek bir seviyor bebekleri. Gördüğüm kadarıyla bebekler de onu."
"Yani?"
"Anladın işte abla. Belki bir gün sizin de-"
"Tamamlama." diye böldüm sözlerini. "Bir daha da bunun lafını etme."
İçini çekip sessizliğe büründü ama nedense susmasını istemiyordum. Etrafımdaki insanlara baktım. Özellikle de hiç susmadan konuşan, gülüşen kadınlara... İyi bir gözlemciydim ama onları şu ana kadar fark etmemiştim. Mutlaka dertleri vardı, yine de gülümsemenin bir yolunu bulmuşlardı. Çünkü güçlülerdi. Güçlüydük.
"Beni bırak da sen anlat." Yüzümdeki donuk ifadeyi silmeye çalıştım. "Kurt'un teklifini kabul etmişsin. Ağzı kulağında geziyor ortalıkta. Herif tam kurt çıktı."
Yanakları gözümün önünde kızardı. "Şey, birine ihtiyaçları vardı ben de-"
"Ondan hoşlanıyor musun?"
Öksürmeye başladı. Oysa yakınlarda kahvesinden de içmemişti. "Abla senin ağzın ne söylüyor öyle?"
"Cevap?"
"Abla..." Bakışlarını kaçırdı. Cevap ortadaydı.
"Onun dışarıdaki normal adamlardan biri olmadığını biliyorsun, değil mi?"
Bakışlarımız yeniden buluştuğunda yutkundu. "O çok korumacı, çok şefkatli... Ama görüyorum. Onun da içinde bambaşka biri var. Tehlikeli biri."
"Ve buna rağmen ondan kaçmıyorsun."
"Yaklaşmıyorum da."
"Umutlanacak. Belki de çoktan umutlandı."
"Beni korumak istiyor."
"Ama başkalarını gözünü kırpmadan ateşe atıyor."
Sustu. Çünkü söyleyecek yeni bir şeyi yoktu ve gerçekler onu incitmişti. "Bade," İncinmesini istemiyordum. "Şimdi söyleyeceğim şey çok benlik değil ama... Zamana bırak."
Üzerime kilitlenen bir çift göz dikkatimi iki masa ötesine taşırken, genç bir kızın gülümseyerek bana baktığını gördüm. O Peri'ydi. Birlikte oturduğu kız arkadaşından müsade aldıktan sonra yanımıza geldi.
"Selam Doktor!"
Uzanan elini sıktım. "Selam."
Bade'yi de başıyla selamladı. Üzerindeki kot tulum, yüzündeki neşeli gülümsemeyle her zamanki gibiydi. "Seni görünce selam vermek istedim. Nasılsın?"
"İyiyim. Sen?"
"Ben de iyiyim. Aslında... Ağabeyimi özlüyorum. Bir süredir eskisi kadar görüşemiyoruz." Alınmışlıkla dudağını büzdü. "Daha doğrusu eskisi kadar ilgi göstermiyor bana. Acaba bunun güzel, mavi gözlü bir doktorlar ilgisi var mıdır?"
Gülümsemesine karşılık verirken, "Belki." dedim kaçamak bir cevapla. "Belki vardı."
"O zaman sana küsmeli miyim?"
"Bu senin tercihin olurdu ama bir kahve içecek vaktin varsa seni yumuşatabileceğimi düşünüyorum."
Bunu neden yaptığımı biliyordum. Peri, Asil için değerli olan bir avuç insandan biriydi. Zararsız ve tamamıyla iyi niyetli bir genç kız olduğunu kanaatine varmak zor değildi Biraz yakınlaşmaktan zarar çıkmazdı.
"Aslında..." Arkadaşını gösterdi. "Biz de kalkıyorduk ama bir kahve de sizinle içebilirim. Bekleyin de arkadaşıma veda edeyim."
Arkadaşıyla ayak üstü vedalaştıktan sonra rengarenk etiketlerle bezediği sırt çantasını da alıp yanımıza geldi. Uyuyan Duru'yu fark ettiğinde yüzü, sevimli bir bebek gören çoğu insanın takındığı o yumuşak ifadeyi giyindi. Pikesinden çıkan pembe çoraplı ayaklarını nazikçe severken, "Ne tatlı bir bebek!" dedi heyecanla. "Şu mağazalardaki oyuncak bebeklere benziyor."
"Teşekkür ederim." dedi Bade. "Sen de çok güzelsin. Maşallah."
"Ya... Çok teşekkür ederim. Siz uzun zamandır mı tanışıyorsunuz?"
"Değil ama..." Bade iyimserlikle beni süzdü. "Öyle gibi."
"Belli, sıkı dostsunuz. Ben insanları gözünden tanırım."
Alakası yoktu. Ne kadar toy olduğunu gözlerinden okuyordum.
"Aslında ben de seninle konuşmak istiyordum." Gülümsemesi tereddütte kaldı. "Sanırım sana bir özür borçluyum."
"Ne hakkında?"
"Başak. Ağabeyime ilgi duyduğunu anlamışsındır. Aslında ben de bir dönem aralarını yapmaya çalıştım ama..." Kaldırdığı ellerini iki yana salladı. "Sakın yanlış anlama! Senden önce tabii... Ama yine de şu resmini çizme olayında ben aracı oldum. Umarım çok canın sıkışmamıştır. Özür dilerim."
Samimiyetinden şüphe etmedim. Bu yüzden ona umursamaz bir poz kesmeyecektim. "Böyle şeyleri dert etmem. Sen de etme."
"Nasıl yani!" dedi gözlerini açarak. "Hiç kıskanmadın mı?"
Saçlarını kesecek kadar değil...
Cevap vermemi beklemeden "Gerçi mantıklı düşünce kıskanmamakta haklısın." dedi. "Ben bunca zaman ağabeyimin yanında senden başkasını hiç görmedim. Hatta bir ara o kadar umudu kesmiştim ki onun..." Eliyle ağzını kapatıp kıkırdadı. "Şey olabileceğini bile düşündüm."
Gülümseyerek gözlerimi devirdiğimde Bade merakla "Ne?" diye sordu. "Ne olabileceğini düşündün? Hiçbir şey anlamadım valla."
"Şey işte..." Peri onun kulağına fısıldayarak açıklayınca Bade'nin gözleri kocaman oldu.
"Ay tövbe!"
Bade'nin tepkisi Peri'yi daha çok güldürdü. "Ama düşünmekte haksız mıyım! Onca yıl ağabeyimin yanında tek bir kadın bile görmedim. Ona ölüp biten arkadaşlarımdan birine bile yüz vermedi!"
"Bir kişi bile mi?" Ah... Bunu gerçekten sormuş olamazdım.
Başını salladı. "Gerçekten şanslısın. Benim ağabeyim diye söylemiyorum ama o gerçekten mert bir adam. Ayrıca çok da yardımsever." Birden eğilip kolumu sıvazladı. Temaslara alışık değildim. Hatta temastan nefret ederdim. "Ama ağabeyim de şanslı. Evet, sen çok güzel bir kadınsın ama bunun yanında ne kadar sağlam bir karaktere sahip olduğunu görebiliyorum. Ağabeyimin, onun hakkından gelecek bir kadına ihtiyacı vardı." Elini kaldırıp garsonu çağırırken, "Ve görüyorum ki aradığını bulmuş," dedi yine kıkırdayarak.
"Ya Kurt?"
Bakışlarımız Bade'ye çevrildiği an kıpkırmızı oldu. Eminim ki boş bulunup sorduğu soru için kendine sövüyordu. "Yani Kurt Bey..." Diye toparlamaya çalıştı ama Peri cin gibi bir kızdı. Almıştı bir kez olayın kokusunu...
"Kurt ağabey..." Gözlerini havada süzerek düşündü. "Gariptir. Aslında ağabeyimin etrafında normal olan pek kimse yok ama Kurt Ağabey en garip olanı. Biraz sinirlidir, aklındakini söylemekten de çekinmez ama o tanıyıp tanıyabilecdğin en güvenilir insandır. Ağabeyim beni bir ona bir de Cengiz ağabeye gözü kapalı emanet eder. Canı pahasına da korurlar."
Bade sessiz bir gülümsemeyle karşılık verdi ama tahmin ettiğim gibi, Peri uyanık bir kızdı. "Aşk hayatına gelirsek de... Yıllar önce yanında bir kadın görmüştüm ama ciddi bir şey olduğunu sanmıyorum."
Bade'nin yerine sordum. "Nereden biliyorsun?"
"Çünkü Kurt gibi bir adam hayatındaki kadının elini tutar ve bu beni kadınım, diye gezer. Gizlemez yani. O kadın için öyle bir şey söylemedi." Tüm dişlerini gösterecek şekilde sırıtırken, "İyi adamlar buldunuz kızlar!" dedi. "Sevinin."
Kahvemden son yudumu alıp boş bardağı masaya bıraktım. "Ya sen, Peri. Senin hayatında iyi bir adam var mı?"
Anında dudakları büzüldü. "Sence doktor? Ağabeyim sayesinde normal bir erkek arkadaşım bile yok. Etrafımda erkek sinek uçurmuyor, desem yeridir."
"Bak sen aslan parçasına. Ekmeğinden ediyor yani seni?"
"Hem de nasıl..."
"Konuştuğun biri yok ama gönlünde biri var gibi geldi bana." dedi Bade.
"Tabii ki var!" Bade'nin aksine çekinmiyor, aklına geleni söylüyordu. "Bence o da benden hoşlanıyor ama işte ağabeyim... Tesadüfen karşılaşmalar dışında hiç bir araya gelemedik. Çünkü okulun içinde bile beni gözetleyen korumalar var. Bu gidişle çocuk benden tamamen ümidi kesecek."
"Adı ne?"
"Nasıl?"
"Adı, diyorum. Adı ne?"
İç geçirerek, "Ümit." dedi.
Düşündüm. Aklımdan geçenler şüphesiz Asi'nin hoşuna gitmeyecekti. "Al Ümit'i bir ara eve gel."
"A-anlamadım. Çocukla doğru düzgün muhabbetim yok ki. Ne diyeceğim?"
"Orasını da sen düşün. Bir şekilde diyalog kur. Dediğin gibi senden hoşlanıyorsa teklifini reddetmeyecektir."
Şaşırmıştı ama düşünmeden edemedi. "Doktor, ya ağabeyim Ümit'i döverse?"
"Döver mi!" diye sordu Bade.
"O dövmese bile Kurt ağabeyim kesin döver."
"O kısım bende. Sen sana düşeni hallet." dediğimde gülümsemesi duraksadı ve gözlerindeki duygu yoğunlaştı.
"Bakışın soğuk, konuşman soğuk, hatta duruşun bile soğuk ama delikanlı kadınmışsın. Helal olsun."
"Eyvallah." dediğimde kahkaha attı. "Umarım Ümit de delikanlıdır da ağabeyinden dayak yemeden işin içinden çıkar."
Sohbetimiz yaklaşık yirmi dakika daha sürdü. Sonrasın Peri korumalarıyla birlikte yanımızdan ayrılırken bizi almak için gelen Cengiz'di. Dönüş yolunda Bade uyanan bebeğini emzirdi ama küçük obur doymadığı için eve geldiğimizde mama takviyesi yapmak üzere mutfağa gitti. Kurt bahçede telefonla konuşuyordu. Konuştuğu her kimse öfkeli adımları çimleri arşınlarken, arada bir yükselen sesi eve kadar geliyordu.
"Kiminle konuşuyor bu?" diye sordum Cengiz'e. "Adamın kulakları kanıyor olmalı."
Cengiz her kimle mesajlaşıyorsa beni duymamıştı. Üstelik yüzünde aptal bir gülümseme vardı. Sessizce yaklaşıp ekranına göz attım.
Gönderilen; Nevşinim
Gönlümün kraliçesi, hurma gözlüm, bal dudaklım. Başbaşa bir yemek yesek nolur sankim? Bak şu boğazdaki lüküs restorantlardan birine götürecem seni. He deyiver haydi."
Gönderdiği an baktığımı fark ederek ekranı kapattı. "Ayısın Cengiz."
Alınarak baktı. "Neden öyle dedin ki yengem? İnsanın sevdiceğini yemeğe çıkarmak istemesi ayılık mı?"
Ona yüzümü ekşiterek baktım. "Lüküs restorant ne lan? Oldu olacak bastım parayı gelmek zorundasın, de. Biraz nazik ol, kadınlar nazik adamlardan hoşlanır."
"Sebep?"
"Çünkü kendileri de naziktir."
"O yüzden mi Poseidon'un burnunu yamulttun yine? Ayrıca bunca yıllık mafya hayatımda senin kadar sağlam küfür edenini görmedim. Sorarım! Nerde nezaket, nerede zarafet?"
"Benden mi bahsediyorum oğlum? Bahsettiğim diğer kadınlar."
"Haaa..." dedi başını arkaya atarak. "Sen normal olanlardan bahsediyorsun."
Yumruğumun yüzüne ne kadar çok yakışacağını düşünürken Kurt söylenerek içeri girdi.
"Ulan bu Dünyada ne kadar göt insanlar varsa hepsi beni buluyor." dedi ve başını kaldırdığı an göz göze geldik. "Sana demedim ha."
Sırtımı duvara yaslayıp kollarımı birbirine kavuşturdum. "Bana deseydin, konuşacağın son şey bu olurdu zaten."
Muhtemelen içinden söylenmeye devam ederken elindeki telefonu işaret etti. "Sorun ne?"
"Hiç."
"Sorun ne, diye sordum. Beni geçiştirme."
Göğsünü sıkıntıyla şişirip, "Bedri Güntay." dedi. "Nam- diğer Ayı Bedri. Arınmanın üyelerinden biri. Bir süredir bir işler karıştırdığından şüpheleniyoruz. Adamlardan biri az önce sınırda şüpheli bir tır tespit etmiş. Kontrol etmek gerek ama Poseidon'a ulaşamıyorum."
"Yani?"
Kaşını çatıp telefonu cebine attı. "Yanisi... Poseidon'un emri olmadan şurdan şuraya kıpırdayamayız."
"Kurt." dedim sabırlı olmaya çalışarak. "Ben kimim?"
"Manyağın tekisin."
Gözlerimi onunkilere diktiğimde "Arınmanın liderisin." dedi. Hayır, isteksizce söylememişti. Aksine o da bundan memnun gibiydi.
"O zaman? Adam Arınmanın üyesiyse takip emrini ben de verebilirim." Başımla arkasındaki kapıyı işaret ettim. "Ve veriyorum."
"Ama?"
"Kurt." Sesim keskindi. "Lafımı ikiletme." Sırtımı duvardan ayırıp, karşısında durdum. "Mavi ne kadar tehlikeliyse, Arınmanın lideri de bir o kadar tehlikelidir, emin olabilirsin."
Başını eğip yüzüme bakarken gülümsedi. "Öyle olsun bakalım, deli Mavi ." Ağzının içinden gülerken telefonunu çıkarıp kulağına götürdü. "La Hido, plakayla konumu atın. Emri aldık, geliyoruz."
Bade'nin kollarında uyuyan Duru'yla mutfaktan çıktı. "Hayırdır, bir yere mi gidiyorsunuz?"
Kurt hızla karşımdan ayrılıp yanına gitti. Uyuyan bebeğin yüzüne eğilip, cebinden bir peçete çıkardı ve ağzının yanındaki süt kırıntısını sildi. "Gazını çıkardın mı?"
Bade başını salladı. "Zor oldu ama çıktı. Ben senin gibi hemen çıkaramıyorum."
"Sen mi?" Şüpheci bakışlarımı ikisi arasında götürüp getirdim. "Ne ara bu kadar samimi oldunuz siz?"
Bade bakışlarını kaçırdı. Kurt duymazdan geldi.
"Ulan Kurt, büyük şerefsizsin. Çeldin değil mi kızın aklını?"
Bakışlarını zeminde dolaştırırken ellerini ceplerine soktu. "Yav bizim işimiz yok mu? Çıksana sen!"
Bade kaçar gibi merdivenlere yöneldi. "Ben Duru'yu beşiğine yatırayım. Size de kolay gelsin."
"Kaç..." dedim arkasından. "Kaç bakalım."
"Sakın kızma ona. Onun suçu yok. Ben yaptım ne yaptıysam."
Kurt'a gözlerimi kısarak baktım. "Seninle ayrı görüşeceğiz ayıcık."
"Bırakın şimdi görüşmeyi de bana bakın." Cengiz telefonuna odaklanarak yaklaştı. "Yarın Poseidon'un doğum günü. Peri bacım yazmış, evinde sürpriz parti verecekmiş."
"Yarın otuz Aralık mı?" Kurt telefonunu kontrol ettikten sonra "Hayda..." dedi. "Ne çabuk geçmiş günler. Peri bacım söylemese herifin doğum günün unutacağız, iyi mi?"
Otuz Aralık. Asil' otuz Aralıkta doğmuştu. Kimbilir kaç defa birlikte üflemiştik o mumları? Şimdi her birinden çok uzaktaydım. Yine de içimde bir yerin burkulduğunu hissettim. Burukluğun temelinde sonu olmayan bir boşluk yatıyordu. Hatırlayamadığım birçok şey olduğunu biliyordum. Yine de... En azından doğum günün hatırlamak isterdim. Bir şey daha biliyordum. Bunu kendime saklayacaktım.
"Yaprak Hanım da gelecekmiş." dedi Cengiz. "Hatta Yaprak Hanım ile birlikte yapacaklarmış hazırları."
"Eksik kalmasın." Plansızca söylediğim şeyden sonra ikisi de bakışlarını bana çevirdi.
Kurt'a ters bir bakış attığımda, "Ne var be!" diye çıkıştı. "Yine ne yaptım?" Çok değil, birkaç saniye içinde ifadesi rahatladı. Başını iki yana sallayarak gülmeye başladı. "Ulan!" Katıla katıla gülüyordu. Hıg... Hıh... Hıg... "Sen Yaprak Hanımı mı kıskanıyorsun yoksa?"
"Kurt, beni kışkırtma. Bade'nin önünde dayak yemek istemezsin."
"Bade yok ki burada. Yukarı çıktı az önce, kör müsün?"
"İnlemelerini duyunca gelir, merak etme."
Son tehdidim de işe yaramadı. Güldü de güldü. "Sen kalk, tüm ülkenin aradığı seri katil ol ama bir adamı köpek gibi kıskan! Dünyanın işine bak hele!"
"Gel lan buraya!" İlk hamlemle birlikte kaçmaya başladı. "Gel göstereyim sana Dünyanın işini!"
Kapıdan çıkıp verandanın basamaklarını inmesiyle birlikte telefonu çalmaya başladı. "Aha!" dedi ekrana baktıktan sonra. "Konum geldi. Beni dövme işini sonraya bırakacaksın artık."
Cengiz koşup benim için arka kapıyı açtı ama Kurt'tan önce davranıp sürücü koltuğuna geçtiğimde "La havle..." diye başladı. "Tamam, benden iyi küfür ediyorsun. Benden iyi adam indiriyorsun ona da tamam ama bu amına koyduğumun yerinde benden iyi araba kullanacak halin yok ya!"
Başımla yan koltuğu işaret ettim. "Geç."
Ceketinin yakalarından sertçe silktikten sonra mecburen yanıma geçti. Arabayı çalıştırırken, "Kemerini bağla." dedim. "Bir de ön camdan fırlamanla uğraşmayayım."
Bahçe kapısından çıkıp navigasyonu takip ederek orman yolundan ilerledim. Yaklaşık yirmi dakika sonra otobana çıktığımda malum tır ile aramdaki mesafe epey azalmıştı. Camı açıp rüzgarın yüzüme vurmasına izin verirken, radyodan hareketli bir parça açtım.
Günler geçmiş, aylar olmuş,
Ona ne lüzum var?
Yüzüme bir defa gülmedi hayat,
Şimdi kahkahalar,
Dediler, bakıp sağına soluna beni arıyormuş,
Dönmek isterse istediğim tek şartı da buymuş!
Şarkıya eşlik ederken gaza yüklenip önümdeki aracı solladım. Sonra diğerini ve bir sonrakini...
"Lan!" dedi Kurt arkasına yaslanırken. "Yavaşşşş!"
Cengiz'in sesi çıkmadı. Dikiz aynasından ona göz kırptığım sırada şimdiye kadar gerek görmediği emniyet kemerini bağlamakla meşguldü. Şarkının nakaratı girdiğinde Kurt'a bakıp omuzlarımı sallayarak eşlik etmeye devam ettim.
Yazsın bana, belki dönerim!
Yazsın bana sevdiğini o...
Yazsın bana, kapımın önüne
Yatsın ya da oooo...
Tır görüş açıma girdiğinde sıfır takibe almak için gaza biraz daha yüklendim ama biraz fazla gelmiş olacak ki birkaç arabaya makas atmak ve birkaçından da korna yemek zorunda kaldım.
"Yengem!" diye sızlandı Cengiz arkadan. "Gözünün yağına iki yumurta kırayım yavaş ol. Nevşinimlen bir akşam yemeği yemeden ölürsem gözüm açık gider valla."
Kahkaha attım. "Oğlum siz nasıl mafya adam mısınız lan?" Bir makas daha, bir tane daha. "Kurt,sesin çıkmıyor aslanım. Ne diyordun arabaya binerken?"
Kurt kapı koluna tutunup yüzüme bakmaya çalıştı ama başını koltuğa bastırdığı ve gözleri de yola kilitlendiği için başaramadı. "Yavaşla lan yavaşla! Ayı Bedri'yi yakalaycağız, diye mefta olacağız amına koyayım!"
"Koy be Kurt!" dedim neşeyle. Adrenalin bana her zaman iyi gelirdi. "Tırı yakalayayım duracağım söz. İşime şansa bırakmayı sevmem."
Yazsın bana belki dönerim!
Yazsın bana sevdiğini o
Yazsın bana, kapımın önüne
Yatsın ya da ooo....
Direksiyonu sola kırıp orta şeride geçtim Tırla aramda yalnızca beş araç kaldığında kırmızı bir araç kornaya abanarak önüme kırdı. Aynı şeyi mavi araç da yaptığında dikiz aynasından arkamı kontrol ettim. Hemen arkamda beni takip edeni bir araç daha vardı. Sikeyim... Anlaşılan eğlence daha yeni başlıyordu. Sonuçta içi mal dolu bir tırı elbette yalnız bırakacak değillerdi. "Alooo!! diye bağırdım. "Kimi geçiyorsunuz oğlum!" Direksiyonu sola kırıp gaza yüklendim ve önce mavi aracın önüne geçtiğimde Cengiz'in sesi bangır bangır müziği bile bastırdı.
"Yengeeeeee! Yavaşşşşş!"
"Ağlama lan." Direksiyon sağa kırdım, ibre iki yüze dayandığında sert bir manevrayla kırmızı aracı da arkamda bıraktım. "İşte bu be kızım!"
"Sana arabayı veren aklımı sikeyim!" diye bağırdı Kurt. "Dur lan dur!"
"Az kaldı!" Ve tır şöförü varlığımı fark ederek uzun bir korna çaldı. Elimi camdan çıkarıp onu selamlarken, bu kez sağ şeride geçip tırla kafa kafaya gitmeye başladım. "Kurt, söyle şu yavşağa yavaşlasın."
Kurt derin bir nefes alıp kapı kolunu bıraktı, camı açtı ve başını dışarı uzatıp bağırdı. Ama söylediğim gibi; şöför yavşaktı, durmadı.
"Söz Cengo! Bu son." Gaza daha fazla yüklenip tırın önüne geçmeyi hedeflediğimde bir kurşun arka camı patlatıp kulağımın yanında geçti. "Kurt!" diye bağırdım ama o çoktan silahını çıkarmış ve bedeninin bir kısmını dışarı çıkardıgı camdan arkadaki aracı kurşun yağmuruna tutmaya başlamıştı. Dikiz aynasından baktığımda Cengiz'in de arka koltukta pozisyon alarak patlayan camdan ateş açtığını gördüm. Kısa sürede etramızdaki sivil araçlar yavaşlayarak bizden uzaklaştılar ve dışarıdaki bir tır ve üç binek araçla başbaşa kaldık. Bedenimi kaydırıp kendimi olabildiğince güvenceye aldığımda mavi araç hızlanarak soluma geçti.
"Başını eğ!" diye bağırdı Kurt. "Cengo! Arka sende." Belindeki diğer silahı da çıkarıp yanımdaki camı hedef aldığında "Sakın kıpırdama!" diye uyardı. "Şu siktiğimin şarkısını da kapat."
"Hayır." Üzerime eğilip yanımdaki araca sıkmaya başladığında kulaklarım kurşun sesiyle dolup taşmıstı. "Ne güzel eğleniyoruz işte!"
Deli gibi tetiğe basıyordu. Durduğu bir saniye bile yoktu. Alnı ter içindeydi ve şakaklarındaki damarları şişmişti. "Ulan harbi manyaksın sen!"
"Kim akıllı ki be Kurt."
"Geldiler abi!" dedi Cengiz heyecanla. "Hido yetişti!"
"Şükür!" diye bağırdı Kurt sitemle. "En azından gebermemizi beklemediler."
Dikiz aynasından Hidaye'in bir araba dolusu adamla yaklaştığını gördüm. Tırı koruyan araçlar hem önden hem arkadan gelen araçlarla daha fazla mücadele edemeyip yavaşladığında onları Hidayet'e bıraktık.
"Kurt, sık şunun tekerine!"
"Ne!"
"Tırın tekerine sık!"
"Lan yan yana gidiyoruz!" dedi endişeyle. "Ya üzerimize devrilirse!"
Tırın dibine girdiğimde ikisi de bağırdı. "Dediğimi yap!"
Kurt son bir kez camdan çıkıp tırın tekerlerine sıkmaya başladı. Çok geçmeden tır yavaşlayarak durduğunda önüne geçip ani bir frenle ben de durdum.
"Maviş tur olarak bizi tercih ettiğiniz için teşekkür eder, bir sonraki yolculuğumuzu heyecanla beklediğimizi bilmenizi isteriz!"
Kurt kan ter içinde arkasına yaslanıp göğsüne derin soluklarla inidirip kaldırdı. Alnındaki teri elinin tersiyle silerken, "Tercih edeni siksinler." dedi. Arabadan inmeden önce söylediği son şey de bu olmuştu.
Cengiz ile birlikte inip peşinden gittiğimizde Kurt aşağı indirdiği tır şöförüne kafa atımakla meşguldü. Tırın ön kısmından çıkan iri yarı, göbekli adam gördüğümda anladım, Ayı Bedri oydu. Elindeki beyaz, iri taşlı tesbihi çekerek arkasındaki iki adamla birlikte yaklaşıp yanımızda durduklarında bir delik deşik olmuş arabamıza bir de bana baktı.
"Ulan, arabayı kullanan kari sen miydin?"
Adamla aramda iki adım kalana kadar yaklaştım. Kurt şöförü bırakıp yanımda bitti. Cengiz hemen arkamda tetikteydi.
"He!" dedim taklidini yaparak. "Benim."
Adam tesbihini çekmeye devam ederken beni tepeden tırnağa süzdü. Bunu yaparken kaşlarından biri de havadaydı. "Ulan!" dedi bozuk Türkçesiyle. "Arınmanın lideri bu muymuş?" Elini uzatmak suretiyle beni göstermesine eş zamanlı olarak berbat bir kahkaha attı. "Ulan biz bir saattir bu karıdan mı kaçıyoruz!"
Kurt müdahale edecekken elimi kaldırarak onu durdurdum. Adam bunu fark ettiğinde gözlerini şaşkınlıkla açtı ve alaya almaya devam ederek bu kez Kurt ve Cengiz arasına götürüp getirdi bakışlarını. "Siz bu kadından mı emir alıyorsunuz? Oğlum, boyunuzdan posunuzdan utanın lan!" Yeniden beni süzdüğünde avuçlarım kaşınmaya başladı. Benim için iyiydi ama karşımdaki adam için aynı şeyi söyleyemezdim. "Hayır kadın da bir ufacık tefecik, içi dolu turşucuk yani."
Yeni bir kahkaha attığında ona yaklaştım ve tam karşısında durdum. Adamları bu hamleme karşın tetiğe bile geçmediler. Çok değil, bir dakika içinde beni hafife aldıklarını anlayacaklardı.
"Ne var o tırda?"
Bir arkasındaki tıra bir de bana baktı. "Çok mu merak ettin çen tırna ne olduğunu?" Başıyla tırı işaret etti. "Şimdi çıkıp bakamazsın da. Boyun yetmez." Kolları bana uzandı. "Çıkarsın mı abin çeni?"
Başımı çevirip, tek hareketimi bekleyen iki adama baktım. Cengiz alt dudağını ısırmış, önümdeki dangalağa acıyarak bakıyordu. Kurt, adamı dövmemek için zor duruyordu.
"Ne kadar naziksin sen öyle." Başımı önüme çevirdiğimde odağım kollarıydı.
"E cevap?"
"Düşünüyorum."
Gülerken kaşlarını çattı. "Ne düşünüyorsun, kollarıma nasıl çıkacağını mı?"
Dilimi damağıma vurarak "Yok." dedim. "Neresinden kırsam, diye düşünüyordum ama buldum."
Kolunun birini bilek ve dirsek kısmından yakaladım. Ne olduğunu kavrayamadan kaldırdığım dizime tam orta yerinden vurarak bir odunu kırar gibi kırdığımda adamdan yükselen haykırış göğe yükseldi. Bu noktadan sonra adamları yerinde kalmadı. Benimkiler de. "Sakın!" dedim Kurt ve Cengiz'e doğru. "Üç adamı aynı anda dövemeyeceksek ölelim yani." Kırık koluna son dokunuşu tekmeyle yapıp onu tırın altına yuvarlarken üzerime gelen iki adamın iki saniye arayla burunları kırdım. Ah bu erkekler... Her zaman cüsselerine güvenip kendinden zayıf görüneni hafife alırlardı. Kaybetmelerinin bir numaralı sebebi de tam olarak buydu. Adamlardan biri kolumu kavrama şansını bulduğunda dizimi kasıklarına geçirip saçlarından yakaladım ama ikinci hamlemi yapamadan avuçlarımın arasından kayıp gitti.
"Sen kimsin de benim yengeme dokunuyorsun lan it!" Cengiz adamı bir yumrukla patronunun yanına gönderirken ellerini temizler gibi birbirine sürttü. "Pardon yengem, dayanamadım yine."
"Senin yengem diyen ağzını var ya..."
"Ne diyek?" diye araya girdi Kurt tıra doğru yürürken. Kapıyı açıp kuvvetli bir zıplamayla kasaya, tahta kutuların arasına ulaştığında cebinden bir çakı çıkarıp bir kutuya sapladı. "Ne zaman görsem Posedion'un kollarındasın." Kutunun kapağını çakıyla kanırtarak açtığında içindeki çok sayıdaki siyah poşetten birini bana attı. "Evcilik oynamıyorsunuz heralde."
Poşeti havada yakaladım. Ben de çakımı çıkarıp poşetin ortasına sapladığımda ve ortaya çıkan beyaz tozun tadın parmağımla baktığımda yarım bir şekilde gülümsedim. "Sağlam malmış, yazık olacak." Poşeti ters çevirip tozu rüzgara savururken, Kurt tırdan atladı. "Mesela Ayı Bedri'nin mallarını da senden başkası hiç edemezdi. Yengemizsin işte."
Elimi göğsüme bastırıp tıpkı onun yaptığı gibi "Eyvallah." dedim. "Burada işimiz bitti. Söyleyin, arkamızdan iz bırakmasınlar."
"Emredersin lider yengem." diye bağırdı Cengiz işe koyulurken.
Arabaya doğru yürürken montumun cebine soktuğum ellerimde bir kağıt parçasının varlığını hissettim. Adımlarım olduğu yerde durdu.
Evden çıkarken cebimde bir şey olmadığından emindim.
Dörde katlanmış kağıdı çıkarırken, zihnimde bazı ihtimaller dans ediyordu. Kağıdı açtığımda ise o ihtimaller gerçeğe boyun eğdi.
"Sevgili Burgonya Kızı. Ne uzun zamandır seni arıyorum, bir bilsen. Müjde! Yollarımız nihayet kesişti. Bir süredir nefesin kadar yakınım sana ve inan bana, büyük buluşmamız çok yakında."
İmza: Bay Frank
Azrailin.
🕯
Kıymetli oy ve yorumlarınız için teşekkür ederim.
Instagram: _durumavii
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.93k Okunma |
1.75k Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |