~kahrolan hayatlar~
Toprak korkardı bir aralar. Ölümden korkardı, aldatılmaktan, ailesine zarar gelmesinden korkardı…Küçük korkak bir kız çocuğuydu Toprak. Ta ki 18 yaşına hapishane de basarken. O an anladı ki korkmak bir işe yaramıyordu. Korku denen duygu sadece beynin saçma sapan bir kurgusuydu. 18 yaşını tiyatro salonlarında, sevdikleriyle geçirmek isteyen bir kız çocuğu. Şimdi hapishane köşelerinde durmuş kaderini bekliyor..12 yıl sonrasını hayal ediyor. Ne kadar da acınası bir durum değil mi? Evet, acınası bir durum gerçekten de. Ama bunun cevabını Toprak vermeli size. Eminim ki merak ediyorsunuzdur :D
Toprağ’ın anlatımıyla
Titreyen ellerimle yaptığım kahve’yi elime aldım. Kahve’nin sıcaklığı gönlümü ısıtmıştı. Ya da ben kendimi kandırmak istiyordum. Gönlümü ısıtmaktan ziyade daha da soğutmuştu. En son nefret ettiğim kahve şuan koskoca hayatları etkiliyordu…
Zeynep’in omuzuma dokunduğunu hissederek başımı Zeynep’e doğru çevirdim. “Zeynep?” Dedim.
Zeynep minnettarca bana bakıyordu. Gözlerinde ki sevgi her şeye bedeldi. “Toprağ’ım..” Dedi dolu dolu gülümseyerek.
Elimde ki kahve üstümüze dökülmesin diye tezgaha bıraktım. “Zeynep noluyor ? Söyler misin artık?”
yanağımdan makas alarak, kahvemden çekinmeden bir yudum aldı. “Seni çok seviyorum.”
Zeynep’e katlanılmaz bir bakışla baktım. Bu durumdayken bu kadar saçma bir şeyi abartarak söylemesi beni çıldırtıyordu. “Bu mu yani Zeynep? Onca meselenin arasında iki saattir söylemediğin cümle bu mu?” Dedim öfkeyle yere bakarak.
Zeynep’in yüzünü göremesem de şuan garipseyerek bana baktığını az çok tahmin edebiliyordum. “Toprak ne yani kötü mü yaptım? Kızım ruh gibi yaşıyorsun burada. Hayatına biraz da olsa enerji katıyorum.” Dedi ciddiyet ve bağırmalı bir ses tonuyla.
Hala yere bakıyordum. “Zeynep inan enerjine gram ihtiyacım yok. O kadar şey yaşıyorum. Sen bana burada enerjiden bahsediyorsun!” Dedim sinirle.
Zeynep anında konuşmaya başladı. “Toprak saçmalıyorsun tamam. Bir şey demiyorum. Demekte istemiyorum. Daha fazla konuşup kalbini kırmak istemiyorum.”
Mırıldanarak. “Kıracak olan kırmış zaten. Kıramazsın.” Dedim.
Zeynep beni dinlemeden hemen yatağına doğru ilerledi. Oflayarak elimle yüzümü ovaladım. Kahvemi orada bırakıp yatağıma doğru ilerledim. Yorganımı üstüme örtüp, derin düşüncelere daldım. Sesimin duyulmasını istemiyordum. Sessizce ağlamaya başladım….Artık sarıp sarmalayabileceğim kimsem yoktu. En iyisi yorganıma sarılıp saatlerce ağlamaktı. Tek yapabileceğim şey buydu zaten. Güçsüz bir şövalye gibi hissediyordum. Hiç kimse tarafından sevilmeyen, adım atmaya aciz bir kız çocuğu. Belki de hep böyle kalacaktım…..Yapayalnız Toprak olarak kalacaktım….
Yiğit’in anlatımıyla…
Topraksız geçen günler, haftalar, saatler, saniyeler adeta bir cehennem azabı gibi geçiyor. Onsuz nefes almayı istemiyorum, yemek yemek istemiyorum, su içmek istemiyorum, o benim tek varlığım….Onsuz hiçbir şey yapmak istemiyorum…. O benim anlatmaya korktuğum Toprağ’ım…
Annem’in sesi kulaklarımda yankılandı. “Yiğit hadi ama oğlum. Kendine gel böyle olmaz ki. Bu kızın hep yasını çekmek zorunda değilsin. Hayatını yaşa..”
Dışarıdaki iki gence gözlerim takılmıştı. İkisi de birbirine sarılmış ders çalışıyorlardı. Gözlerim dola dola gururla izledim onları. Sonra gözlerim kızıl saçlı, uzun boylu, Toprağ’ımı önüme getirdi. Gülümsüyordu dolu dolu gözleriyle bana…
Annem yanıma doğru ilerleyip, elleriyle yüzümü kendisine doğru çevirdi. Okyanus gözlerime baktı. Tuttu belimden kolları sıkıca sardı beni. “Oğlum anlıyorum, ama daha fazla çektirme kendine bu işkenceleri. Yapma oğlum, değer mi elin kızına?”
birden ayağa kalktım sinirle pencere’yi açtım nefes almaya çalıştım. “Değer anne. Toprak için her şeye değer.” dedim ağlayarak çıkan ses tonumla.
Annem’in adım seslerini duyuyordum. Gidiyordu herhalde. Kapı’yı açtı. Biraz bekledi. Sonra konuştu. “O kız hiç gelmeyecek, hatta seni unutmuştur bile Yiğit.” Dedi. Kapı’yı kapatıp çıktı.
Pencereden ayrıldım giyinme dolabıma doğru ilerledim. En son buraya Toprak gelmişti. Gizlice gelmişti evime… Gözlerim dola dola baktım. Telefonumu elime aldım ve Toprağ’ın fotoğraflarına baktım. Kızıl saçlarına, yeşil gözlerine, solmuş dudaklarına, elinde ki kitaba…Bircan Yıldırımdan-Ben Kazanmadan Bitmez okuyordu. Bir diğer fotoğrafına baktım burada da elinde bir çiçek vardı. En sevdiği çiçek papatya… Bir diğer fotoğrafında Ayayay şarkısıyla çekilmiş arkadaşlarıyla fotoğrafı vardı. Bir diğer fotoğrafı küçükken ablasıyla çekilmiş fotoğrafıydı. Bir diğer fotoğrafında arkadaşlarının sırtına binmişti. Bir diğer fotoğrafında Elektrot şarkısıyla çekilmiş bir fotoğraf vardı. Ayı çektiği fotoğraf.. Bir diğer fotoğraf ise annesinin ve babasının fotoğrafıydı. Ve resimleri burada bitmişti. Her bir fotoğrafın ifade ettiği bir anlam vardı. Her bir fotoğraf Toprağ’ın anılarıyla doluydu. Çıktım fotoğraflarından bizim şarkımızı dinlemeye koyuldum. Belki de bu şarkıyla en çok onu hatırlayacaktım. Acaba beni özlüyor muydu? Acaba beni unutmuş muydu? Acaba Toprak ve Yiğit’in aşkı diye bir aşk kalmış mıydı ortada? Benim için vardı ama Toprak belki beni unutmuştu bile. Bunu söylerken bile içim acıyordu. Onu çok özlüyordum, gülüşünü, konuşmalarımızı, dudaklarını, her bir parçasını arıyordu vücudum…Onun için canımı bile verebilecek kadar seviyordum onu. Ama o beni hâlâ seviyor muydu acaba? Bilmiyordum ama tek bildiğim bir şey vardı. Ben onu her şeyden daha çok seviyordum…Yanına gitmek istiyorum ama korkuyorum. Solgun yüzünü görmekten korkuyorum, beni unutmuş olabilme ihtimalinden korkuyorum. Bizi güçlendiren cesaret değil, korkuydu bunu biliyordum.. Ama içimde ki ses Toprak Yiğit’i unuttu diyordu. Belki de gitmeliydim yanına. Belki duymalıydım sesini, doya doya bakmalıydım orman gözlerine ve dudaklarına. Evet gidecektim. Onun yanına gidecektim. Nolursa nolsun gidecektim. Çünkü; o benim her şeyimdi. Kalktım ayağa koştum hızlıca hazırlanmadım bile. Bu kıyafetlerim ile gidecektim.
Annem’in mutfakta sofra’yı hazırlama seslerini duyuyordum. Koşusumu duymuş olmalı ki mutfaktan bağırdı. “Yiğit nereye gidiyorsun ? (!) Oğlum gelsene şuraya!” Dedi sesinin bana gelmesini istermişçesine.
Annemi dinlemeden hemen çıktım dışarı. Koşarak arabama bindim. Radyodan açtım Elektrot şarkısını. Yolculuğuma devam ettim. Sonunda gelmiştim. Telefonumu sessize almıştım. Kimsenin nerede olduğumu bilmesini istemiyordum. Sadece Toprağ’ımı istiyordum. Koşar adımlarla girdim hapishane’ye. Hemen girdim ziyaretçi odasına. Gardiyan çağıracaktı onu. Yaklaşık 5 dakika bekledikten sonra gardiyan’ın bağırış sesini duydum. Ayağa kalktım koşar adımlarla oraya ulaştım. Gardiyan’ın yanına ulaştığımda tuvalet kapısının açık olduğunu ve gardiyan’ın üstünün kan olduğunu gördüm. Şok oluş ile içimde ki dualarla tuvalet’e girdim. Ta ki yerde ki cansız bedeni görene kadar. Dilim tutuldu. Baktım cansız bedene. Doğru görüyordum oydu. Kanla dolu bıçak vardı orada…..
Sizce kime noldu?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
3.3k Okunma |
2.01k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |