Gözlerim o kadar yanıyordu ki, sanki yanlızlığa mahkûm olan bir akıl hastası’nın yanındaymış gibi hissediyordum..
Ve bir o kadar da çaresizdim, elimden bir şey gelmiyordu. Zeynep’in kollarında o kadar ağlamıştım ki. Kendimi Zeyneb’e adamıştım, sanki bir tek o var gibiydi.. ve sadece o olacaktı.
Sabah uyandığımda, gardiyan içeri girdi. Bana baktı, elleri ile gel işareti yaptı.
Ayağa kalkıp, polisin yanına doğru geldim. Anlamaz gözlerle ona baktım.
" Bir sorun mu var ? Noldu ? (!)"
Ciddi bir ifadeyle bana baktı, gözleri aslında çok büyük anlam ifade ediyordu. Ama ben gözleri'nin bana ne anlam ifade ettiğini bilmiyordum. Yani bir türlü anlayamıyordum.
Gözleri çok konuşma der gibisinden devrildi. Zaten çok ta dikkat etmedim.
Ziyaretçi odasına doğru ilerledik. Karşımda onu gördüm tekrardan. Yiğitimi...
Gözlerim kısıldı bir an yanlış gördüğümü sandım. Çünkü o gün bana inanmamıştı ve bu beni baya üzmüştü.
Bu sefer mesafeliydi, yerime oturdum. Konuşmadı, sadece bana odaklandı. Ben de aynı durumdaydım ondan bir farkım yoktu.
Sessizliği bozan cümle. " Sana inanıyorum Toprak, o gün yaptığım şey yalnızca bir aptallıktan ibaretti. Gerçekten üzgünüm." Dedi.
Hala konuşmuyordum. " Beni affetmezsen seni anlarım, gerçekten anları..." Dediği an, sözünü kesip dudaklarımı onun dudaklarının üstüne bastırdım. Dudaklarımız buluştu ama kısa süreli buluşmaydı bu. Kısa süreli olsa da sonuçta biz en tutkulu öpüşmeyi yaşıyorduk...
Dudaklarım istemeyerek de olsa onun dudaklarından ayrıldı.
" Seni seviyorum."
" Seni seviyorum." Garipti çünkü; ikimiz de aynı anda aynı cümleyi kurmuştuk. Ben kabul ediyordum, tam şurada onun yanında.
BEN YİĞİT ASLANA AŞIĞIM.
BEN YİĞİT ASLANA AŞIĞIM.
BEN YİĞİT ASLANA DELİ GİBİ AŞIĞIM. Binlerce kez bu cümleleri İzmir sokaklarında bağıra bağıra söylemek istiyordum. Ama burada onun yanında da bağırarak söyleyebilirdim.
Ama sessizce söyledim. " Ben sana aşığım Yiğit Aslan, hem de deli gibi. İzmir sokaklarında bağıra bağıra bu cümleyi söylemek istiyorum. Benim Efe'm de, Onur'um da, Ege'm de, Merih'im de, Oğuz'um da, Bora'm da, Uraz'ım da sensin."
Bana hayranlıkla baktı. " Ben de sana sırılsıklam aşığım Toprak Akarsu, hem de sırılsıklam. İzmir semtlerinde bağıra bağıra ve mutlulukla sana aşık olduğumu söylemek istiyorum. Benim Mine'm de, Zeynep'im de, İzmir'im de, Eylül'üm de, Bestegül'üm de, Nehir'im de, Kumru'm da sensin." Gözlerim dolu dolu baktım ona. Gözyaşlarım aktı ve kurumuş dudaklarıma doğru indi.
Bahsettiğim kişiler kitap karakterleridir. No 26 ( Mine ve Efe), Karantina (Onur ve Zeynep), 3391 Kilometre (İzmir ve Ege), Kar Küresi (Eylül ve Merih), Yere Yakın Yıldızlara Uzak (Bestegül ve Oğuz), Sınır (Nehir ve Bora), Enkaz Altındakiler (Kumru ve Uraz).
Son kez ona baktım, bana ellerini salladı, az önce yaşadığımız şeye hala inanamıyordum. Şaşkındım beni burada tek ayakta tutan Yiğit ve ablamdı. Bu düşüncelerden arınarak, tekrar olduğum yere ve bundan sonra olacağım yere geldim. Zeynep uyanmıştı, kahverengi gözleri ile bana baktı. İçten gülümsedi, yanına doğru ilerledim. Ve yatağına oturdum.
” Ziyaretçin mi gelmiş Toprak ?”
Başımı salladım, evet demek istermişçesine. “Evet,Yiğit gelmiş.”
Şaşkınlıkla gözleri tekrardan gözlerimi buldu. “Mutlusun, barıştınız mı yoksa ?”
Ona neler yaşadığımızı anlattım. “Zeynep ben onu çok seviyorum. Hem de her şeyden çok.”
Zeynep duygulanarak bana baktı. “ Seni anlıyorum, mutluluğun gözlerinden okunuyor zaten.
Aptalca sırıttım. “Ciddi misin ? Çok belli oluyor mu ya ?”
Bana baktı tekrardan, ellerini ellerimin üzerine koydu. “ Yaaa şapşal, çok belli oluyor. Bacım sen bu çocuğa sırılsıklam aşık olmuşsun yaaa.”
Öyle büyük bir kahkaha attım ki. Herkes bana baktı. Ellerimi yukarı kaldırdım, teslim olmak istermişcesine. “Yaa çok mu bağırdım ? Cidden kusura bakmayın, kendimde değilim de !”
Herkes bana garip bir ifade ile baktı. “Kız sen aşık mı oldun ?” Dedi orta yaşlarda bir kadın.
“Cidden o kadar belli oluyor mu ya?” Dedim samimice. Herkes bana o kadar güzel baktı ki. Kendimi hapishane de olmama rağmen çok huzurlu hissediyordum. Çok garip bir histi ama yine de kendimi huzurlu hissediyordum. Sanki büyük bir iftira’ya uğramamışım gibi.
yemek yedim biraz. Sonra tekrardan polis geldi. Beni duruşma odasına aldılar. Orada orta yaşlarda kendinden emin, bir kadın gördüm.
“Siz?” Dediğim anda, hemen soruma cevap verdi.
“Ben avukatınız Mihra Yeşil, böyle tatsız bir durumda sizinle tanışmak istemezdim. Ablanız Cemre ile uzun bir süredir tanışıyorum, üniversite arkadaşıyız. Ablanızdan ve polislerden aldığım bilgilerle, sizi savunmaya geldim. Umarım adalet yerini kısa bir sürede bulur.” Dediği an, öyle bir umutlandım ki. Resmen hayata yeni gözlerini açmış bir bebek gibi hissediyordum. Bu bana kendimi huzurlu hissettiriyordu.
“Teşekkür ederim, umarım Mihra hanım. Bunun olmasını o kadar fazla istiyorum ki.”
Ciddi ve resmî bir ses tonuyla konuşmaya başladı tekrardan. “ İlk duruşma gününüz tarih olarak verilmedi daha, ama şimdiden bana nolduğunu anlatabilir misiniz ? Kanıtlar bulmaya çalışacağım.”
Tekrardan o günleri hatırlamak bana kendimi kötü hissettirmişti. O günü hatırlayınca ağlama hissi geliyordu.
Boğazımı temizleyerek kendime geldim. “Nolduğunun ben de açıkçası farkında değildim, bana mesajlar gelince…”
Dediğim an, sözümü kesti. “Mesajlar derken?(!)”
“Özel numaradan mesajlar geliyordu.”
“Bu numara meselesini kimse bilmiyor muydu ? Sadece size mi geliyordu?(!)”
Yani bazen, Yiğitte de geliyordu. Ama genel olarak sadece bana geliyordu. “Bazen Yiğitte de geliyordu, ama genel olarak bana geliyordu. Başka kimseye gelmiyordu.”
Duruşunu dikleştirdi. Ellerini masada birleştirdi. “Yani bu durumda, bu planlanmış bir şeydi. Yiğit kim peki? Onun ifadesi alındı mı?”
Yiğit’in harbiden de ifadesi alınmış mıydı ki? “Yani Yiğit’in ifadesi alındı mı bilmiyorum ama Yiğitle sınıf arkadaşıyız.”
Elinde bir not defteri vardı, her şeyi oraya geçiriyordu. “Peki anlatmaya devam et.”
”İşte bir mesaj geldi, Cinayet aleti yakınında diye. Ben de katili aramaya başladım. İpucu bulmaya çalıştım, ve bu duruma geldim. Kaan’ı falan araştırdım, Kaan’ın yasaklı madde kullandığını falan.”
”Ne Kaan da mı sınıf arkadaşın ? Yasaklı madde mi kullanıyor ?”
Derin bir nefes aldım. “Evet, Kaan yasaklı madde kullanıyor. Hatta bir kız Balıkesir de bunun yüzünden ölmüş.”
Gözleri parlamıştı resmen. “Toprak sen inanılmazsın, bu bilgiler katilin çıkmasını sağlayabilecek bilgiler. Senin de katil olmadığını gösteren bilgiler.”
Bana inanıyordu, Mihra bana inanıyordu. “Ne…Siz bana inanıyor musunuz ?”
“Tabii ki inanıyorum, hem inanmasaydım avukatın olur muydum Toprak?”
Aklıma Pelda’nın beni şikayet ettiği gelmişti. “Beni Pelda şikayet etti, gerçekten benim bir suçum yok.”
“Sana inanıyorum Toprak, sen yapmadın ! Kanıtlar bulup, duruşma günün de seni buradan çıkaracağım, emin ol !”
Minnetarca başımı salladım ve tekrardan odaya girdim. Zeynep bana korku ve merakla baktı. Hızlı adımlarla yanına koştum.
”Zeynep inanabiliyor musun ? Buradan kurtulacağım sonunda sanırım..”
”Noldu ki?” Dedi sesi tekdüze ve ciddiydi.
“Avukat geldi, ablam tutmuş. Bana inanıyor, kanıtlar bulacak!”
“Ona Kaan’ın..” dediğim an sözümü kesti.
” Kaan kim ki?”
“Kaan Miraç, tanımıyor musun ?”
“NE ?(!) KAAN MI ? BİLDİĞİM KAAN MI?” Dediği an, ona baktım. Anlamsız bir ifade ile. Bizim Kaan derken neyden bahsediyordu ki ?
Son
Peki sizce Zeynep, Kaan’ı nereden tanıyor olabilir ?
Neden öyle bir tepki verdi? Hadi yorumlaraaaa
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
3.3k Okunma |
2.01k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |