Tuğkan Demirsoy Anlatımıyla…
Gecenin karanlığında, odanın penceresinden içeri sızan soluk renkte ki sokak lambasıyla önümde ki günlüğe bakıyordum. Başımı yasladığım yatak başlığına biraz daha bastırdım kendimi. Sayfaları yavaş yavaş değiştirirken gözlerim tarihlerde geziniyordu.
10 Ekim 2023
5 Kasım 2023
24 Kasım 2023
11 Aralık 2023
Sayfaları bu yılın günlerine çevirdiğim de yerimde doğruldum. Oturduğum yataktan kalkıp adımlarımı yatağın hemen yanında ki ahşap masaya çevirdim ve günlüğü masaya bırakıp, masayla tamamen bağımsız olan siyah sandalyeye oturdum.
22 Aralık 2024
Birkaç gün öncesine ait olan tarih ile dirseğimi masaya dayamış ve yanağımın avucum içine alarak birkaç satırında göz gezdirmiştim.
Eğer bunu yapmaya devam edersem onu kaybedeceğim, biliyorum. Kendime hakim olmam gerekiyor, benim için zor değil fakat peşimi bırakmayan geçmiş bunu hep yüzüme vuruyor.
Ondan vazgeçmem gerek diye geçirdim içimden. Kasıl bedenimin yanı sıra sıkıntılı bir nefes verdim kasvetli odaya. Sayfayı tekrar çevirdiğimde sol elim masanın üstünde ki tükenmez kaleme uzandı. Annemden kalma alışkanlıklar beni günlük yazmaya itiyordu. Bazen unuttuğum hatıraları bunlarla tazeliyor, geçmişimi hatırlıyordum. Elime aldığım kalemle ilk şeyleri yazmaya başladım.
25 Aralık 2024
Bugünler de giriş yapmadığım günlerden birisi. Pek beceremem zaten, bilirsin. Bugün ilk kez kendimi ona tüm gerçekliğimle açtım. Parla’ya annemi anlattım ve sanırım anlattıklarımdan yola çıkacak şekilde bana acıdı. Sorun değil, bana acınmasına alıştım. Hiç sorun değil.
Fakat yapamadığım bir başka şey vardı, ona olan şeyleri anlatmadım. Uyuşturucu kullandığımı, geçmişimde yaptığım şeyleri ve geri kalan birkaç şey işte. Olmasını beklediğim tarzdaydı aslında. Bunları söylemeye dilim yoktu, utancımdan ve beni bırakacak korkusu ile hareket etmeme bakılırsa, bunu biraz daha uzatmayı yeğlerdim fakat Hasan’a kalırsa, bu biraz zor. Hatta biraz değil, baya zor çünkü ben söylemezsem o söyleyecek.
En büyük korkum da bu zaten. Benden duymadığı gerçekliğimi, nasıl yüzüme vuracağı. Evet, biliyorum, yaptığım hataları yüzüme vuracak. Benden ayrılmayı bile isteyebilir bu hakkı onda var fakat dayanabilir miyim bilmiyorum.
Gözlerim bir süre yazdığım paragraflarda gezindi ve beni bir sıkıntıya boğdu. Geriye doğru yaslanırken elimde ki kalemi bırakmadım. Gözlerimi kapattığım da, gözümün önüne gelen anlar bir süre daha sessizliğe itti beni. Fakat sonrasında yazmaya devam ettim. Fazla zamanım yoktu, Lala gelecekti.
Parla’yı tanıyordum. Ondan korkacak kadar hem de. Geçmişimi öğrendiğinde yüzüme vuracağı acılarıma bir yenisi daha eklenecek ve bundan ölesiye korkuyorum. Fakat bunu yapacağını da biliyorum, geçmişinde babasından kalmış olan acılarına ben tarafından bir yenisi daha eklenecek fakat o da bana bir yara ekleyecek.
Kalemi masaya yavaşça bırakırken masanın üstünde duran diğer, kırmızı renkte ki tükenmez kalemi elime aldım. İşte, burası senin için.
Merak ediyorum Parla, bana anlatmadığın kaç yaran var? Ne kadar, ne büyüklükte, hangi zamanda. Hepsini merak ediyorum ama sormaya korkuyorum, çekmiş olduğun acıların boyutunu düşündükçe kahroluyorum.
Aynı yaralarımız var biliyorum ama sadece merak ediyorum. Ben sana yaralarımı açarken sen neden benden kendini gizliyorsun? Çok mu fazla yaran var? Çok mu acıdı canın? Düşünmek bile ızdırap mı veriyor sana? Bana da veriyor fakat ben yaralarıma alıştım.
Hala güvenmiyor musun bana? Kendini açacak kadar mı güven veremedim? Sadece, sessiz bir şekilde kenarda bekledim. Olur ya, anlatmak istersin, senin için önemli olsun veya olmasın. Sadece senin anlattığın bir şey olsun, senin dudaklarından dökülen herhangi bir kelime olsun diye senden bakışlarımı dahi ayıramadım.
Gerçekten hiç mi güvenmedin bana? Yalan mıydı söylediklerin diye çok sordum kendime. Bana sürekli güvendiğini söylersin sen, bana güvendiğini hissediyorum ama benden gizlediğin gerçekler ile aklıma yanlış düşünceler geliyor. Hasan’ın bilmesini istediğin ama bana söylemediğin o şeyi çok merak ediyorum. Konu; neden Hasan’a söyledin de bana söylemedin değil.
Konu; sana o kadar mı güven vermedim de bana söylemedin oldu hep.
Fakat senden sakladığım gerçekleri duysan yüzümü görmek istemezsin. Senden sakladığım her gerçek için boğuluyorum ama anla beni. Sadece sevilmek istedim. Sen seversin dedim. Bir kez. Sadece bir kez sevilmek istedim. Kim tarafından fark etmezdi, herhangi biri sevsin dedim. Ardımdan beni kovalayan acıları bir kez olsun yok saymak istedim.
Acılarımda boğulmak istemedim. Fakat fark ettim ki beni yok eden zaten sevgiymiş. Onca kişiyi yaşatan şey, bir tek beni öldürüyormuş.
Kalem, son yazdığım kelime üzerine kaldı. Gözlerim bir süre kelimeler ve yazdığım şeyler üstünde gezindiğinde derin bir nefes vermek durumundaydım. Aklımı bulandıran şeyler, başımı ağrıtıyor, gözlerimi sıkıca kapatmama sebep oluyordu. Sürekli olarak, birkaç saniye de bir gözlerimi kapatıyordum ağrı nedeniyle. İki günün ardından ağrılar çokça görünmeye başlamıştı işte.
Dert değil, diye geçirdim içimden. Masaya yasladığım direğim ile sertçe saçlarıma karıştırdım elimi. Gözlerimi tekrar günlüğe çevirdiğimde zorlukla yazmaya başladım.
Gerçekleri öğreneceksin. Senden sakladığım her bir gerçeği. Annemin neden hayal kırıklığı olduğumu, neden bu siktiğimin uyuşturucusunu içtiğimi, acılarımın ve yaralarımın nedenini. Sana hiçbir şeyimle geleceğim ama sen beni her şeyimle geri göndereceksin. Gideceksin biliyorum. Bırakacaksın, bundan eminim ama en azından bana sarılacak olman gerçeği ile sessizleşiyorum. O gün, hangi gün bilmiyorum ama yok olacağım. Hissediyorum.
İnsan, insanı yok eder ve bunu fark etmezse ona katil diyemezsin, bu bencillik olur Parla. Eğer fark ederse bu günah olur. Umarım fark etmezsin.
Benim yüzümden günaha girmezsin, umarım.
Tuğkan.
Arkama yaslandığım sandalye de bakışlarım, masanın hemen yanında ki küçük, aynı masaya uyumlu bir şekilde yapılmış olan ahşaptan şifonyere çevirdim. Üstünde duran kare şeklinde ki çerçeve de ki küçük ben ve anneme baktım.
Yüzümde ne idüğü belirsiz bir tebessüm peydan gösterdiğinde sıkıntılı bir nefes verdim. “İstediğin oluyor anne.” Herkesin benden uzak olmasını isterdin zaten. Uzanıp çerçeveyi elime aldığımda fotoğrafta ki ikimizin haline baktım. “Herkesi kaybediyorum.” Baş parmağım, dalgalı sarı saçlarının düştüğü kısım üzerinde gidip geldi. O an fark etmesem de ağırlaşan göz kapaklarım sayesine gözlerim kısıldı.
“Dediğin gibi herkese zarar veriyorum. Üzgünüm.” Bu kez değildi. Bu kez, bu söylediklerim asla içten ve inanç dolu değildi. Nedenini bilemedim, sezemedim ama anneme karşı duyduğum inançsızlık ile kafamı sol omzuma doğru düşürdüm. “Bunun için sana teşekkür mü etmem gerek?”
Sağ elime hapsettiğim fotoğraf çerçevesini masaya hiç de nazik olmayan bir şekilde sertçe bıraktığımda, gürültülü bir şekilde oturduğum sandalyeden kalkmış ve sandalyenin arkasında ki eski, kullanmaktan kötü duruma düşmüş paltoya uzandım fakat paltoyu almadan önce günlüğü alıp tekrar yerine bırakmak adına, masanın çaprazında ki kitaplığın en üstüne bıraktım.
O an evin içinde yükselen anahtar sesi ile olduğum yerde durdum. Haldun mu gelmişti? Merak ve heyecanla kaşlarımı çatarken şu an evde olduğum için kendime küfürler yad ettim. Lala gelmiş olsaydı anahtarı kullanmak yerine zile basardı, bundan emindim.
“Erkencisin.” İç çekerek paltoyu aldığımda gözlerimi, koridora açılan kapıya çevirdim. Hemen koridorun diğer ucunda duran babam, Haldun Demirsoy, üstünde ki siyah paltoyu çıkartma koyulmuştu. Elimde ki de onun bir eski paltosuydu.
Eskilerle yetinmeyi bilen Tuğkan da bendim.
Gözleri sakin bir şekilde beni bulduğunda şaşkınlıkla gözlerini kıstı. “Seni burada görmeyi beklemiyordum.” Hayret, aşağılar tonda konuşmadı. Sakin nefeslerim arasında odadan çıkarken arkamdan kapıyı kapatmış ve gözlerimi ondan ayırmamıştım. “Bir yere mi gidiyorsun?”
Bugün amma meraklı. Yanından geçip giderken girdiği kapıya yöneldim. “Ne zamandır birbirimize hesap soruyoruz?” Paltoyu üstüme giymeye başladığım da ondan yanıt gecikmedi.
“Birbirimize hesap sormuyoruz. Ben hesap soruyorum.” Salona girerken, sakin sesini korudu.
“Garip. Senden beklenmeyen bir davranış.” Ona ayak uydurarak umursamadığımı anlamasını sağladım.
“Gel.” Sesi her ne kadar sakinlikle dolu olsa dahi emir niteliğinde ki komutu ile olduğum yerde durdum. Ne yapmaya çalışıyordu anlam veremiyordum fakat kafasında bir şeyler olduğu kesindi. “Konuşalım.”
Gözlerim bir süre boşlukta oyalandığında kaşlarımı endişe ile çattım. O benimle konuşmak mı istiyordu? Olağan dışı davranışları, sırtımdan bir ürperti tufanına neden oluyordu ama sakin kalmaya özen göstererek salona doğru ilerledim. Salona girdiğimde hemen girişte durup ne yaptığına bakmak istedim.
Salonda olan küçük masa üstünde duran, hiç yerini değiştirmediği viski şişesini, yanında her zaman temiz olan viski bardağına boşaltıyordu. “Kafandan darbe falan mı aldın?” Cüretkar tavrımı ben bile garipsemiştim. “Ne konuşmak istiyorsun?” Mesafeli sesimi hemen fark etmiş olacak ki yüzünde kibirin bir işareti olan gülümsemesi karşıladı beni.
“Vardır elbet konuşacak bir konu.” Sesine ulaşan sinsi tını ile sadece onu izledim. “Baba-oğul konuşalım istedim. Kötü mir şey mi?”
Ensemden kaburgama kadar uzanan soğuk ürperti içimi üşütmüş, hatta tüylerimi diken diken etmişti. Baba-oğul mu? Biz gerçekten öyle değildik, nasıl böyle niteleyebilirdi bizi?
“O konuşmaları baba-oğul olan insanlar yapar.” Bakışlarını bana çevirdiğinde ona sırtımı dönmeden önce iğrenici bir bakışla karşılık verdim. “Biz hiçbir şeyiz.”
Kapıya doğru birkaç adım attığımda kasılan bedenime inat vad eden tarzda ki sözleri beni olduğum yere mühürledi. “Ama o kız senin her şeyin öyle değil mi?” Gözlerimi yavaşça kapattığımda derin bir nefes verdim. Oyun oynamak istiyordu madem, oynardık o zaman oyunu.
Ona tekrar döndüğümde tek kaşımı meraklı ve sorgulayıcı bir biçimde kaldırdım. “Hangi kız?” Bu soru ise onu tatmin etmemiş gibi güldü.
“Sabah ki kız işte.” Eline aldığı viski bardağı ile adımlarını, odanın geri kalını dolduran tekli koltuklardan sağda kalanına çevirdi. “Hasan ile düşman olmanıza rağmen oynadığınız oyun göz kamaştırcıydı. İtiraf etmeliyim; orada gerginlikten kendini yemeseydin o kızın Hasan’ın sevgilisi olduğuna inanabilirdim.” Kendini koltuğa bıraktığında, koltuğun sağında kalan ahşap sehpaya elinde ki viski dolu bardağı bıraktı.
Tabi ki orada olan şeye inanmamıştı. Haldun bir şeytandı ve ben onun yanında cennetten düşmüş bir meleği temsil ediyordum. “Ne istiyorsun?” İnkar etmenin bir faydası yoktu. Bilmesi gerekenin de fazlasını bildiğini biliyordum ve bu canımı bir hayli sıkıyordu. Kapı pervazına yaslanıp ellerimi paltonun ceplerine yerleştirdim. “Liseli ergenlerle uğraşmayı hobi edinmen pek olgunca değil, bunu bilmen gerek.” Alaycı tonuma vurgu yükler nitelikte güldüğünde eline aldığı viski bardağını havada döndürdü.
“Benim uğraştığım ergenler değil ki çocuk.” Yüzünde ki gülümsemeyi kaybetmeden evvel elinde ki viski bardağı ile beni işaret etti. “Sensin.”
“Kuralları asıyorsun.” İçimde yükselen öfke ve nefret gittikçe çoğalıyor ve ben sakinliğimi bir kenara bırakıyordum. “Sen yoluna, ben yoluma demiştik. Ne değişti şimdi?”
Gözleri bir süre yüzümde gezindi ve karanlık odaya düşen sokak lambasının loş ışığının yüzüne vurmasına sebep olacak kadar öne eğildi. “Sana, o kızın hayatını mahvetmene izin vermeyeceğimi söylemiştim.” Söylediklerine kendi bile inanmıyor gibiydi. “Hangi güzel sözle kandırdın o kızı? Gençliğinin baharında, senin gibi bir piçle tanıştığı için üzülüyorum.”
“Siktir oradan.” Kendime hakim olamayıp güldüğümde yüzümde ki öfkenin açığa çıkmasına çok az bir zaman kalmıştı. Onun bakışları ise hala düz bir şekilde benim üstümdeydi. “Ben senin gibi değilim baba.” Asla olmayacağım.
Viskisinden bir yudum alırken omuz silkti. “Olamazsın zaten. Sen zaten bensin.” Ben, sen değilim.
“Senin gibi birisi olacağıma geberirim.” Dişlerim arasından soluduğumda bu hoşuna gitmiş gibi gülmeye devam etti.
“Hadi yap.” Diye keyfine ortak koştu. “Şimdi, şurada geber.” Gözleri ile gösterdiği yer ile olduğum yere kitlendim. Bundan keyif alıyordu ve cidden bu canıma dokunuyordu. “Seni benden ayıran tek şey sözlerin.” Nedensiz kalbime acıtan en büyük şey buymuş gibi geldi. “Aynaya bir bak çocuk. Sen ve ben aynı kişiyiz.”
Ona çok benzediğim doğruydu. Eğer o biraz yaşlanmamış ve yüzünde küçük kırışıklıklar çıkmamış olsaydı tamamen ikiz gibi görünebilirdik. “Ben senin gibi bir cani değilim.”
“İnsan öldürmüyorum.” Umursamazlığı üstünde, keyfinden ise ödün vermeyen bir tavırdaydı.
Ona doğru birkaç adım attığımda ellerim hala ceplerimdeydi. “Cani olman için insan öldürmene gerek yok. Bedenime zorla kattığın ilaçlar bile seni bir cani yapar.” İçimde ki nefret tohumları çoktan filizlenmiş, öfkemi gözler önüne sermişti. Fakat o, geçmişi yüzüme vurmayı bir hobi haline getirmiş gibi gülümsemesini genişletti.
Oturduğu koltuktan sakince kalkıp tam karşıma geldiğinde benden birkaç santim kısa olan kendisine baktım. Gözlerinde hala bana karşı olan bir nefret, bir sinsilik yatıyordu. “İlk oku sen fırlattın.”
“Ben sana hiçbir şey yapmadım.” Kafamı iki yana sallarken yumruklarımı çoktan sıkmıştım. “Sen benden her şeyi aldın ben sana hiçbir şey yapmadım.”
Gözlerinde ki o ifadeyi seçemedim ama bana olan nefreti olduğunu düşünerek sessizleştim. “Mihriban senin her şeyin mi?” Annemin adını zikrettiğinde nefesim kesildi. “Onu, ben senden almadım. Sen ittin.”
Gün yüzüne serilen geçmiş ile bedenim kasıldı. “Küçücük çocuktun amına koyayım. Ne sikim diyorsun?” Sinir ve kendimi açıklamaya çalışma fikri ile bedenim tir tir titredi.
“Hangi, on üç yaşında ki çocuk uyuşturucu içer ki?” Sesinde ki eğlenen ton ile kalbimde başlayıp bütün hatıralarımı al aşağı etmiş olan ifadesi nefesimin tekrar kesilmesine neden oldu. “Hiçbir yönlendirme bulunmadan hatta.” Yüzünde sahteden, düşünen bir ifade yer edindi. “Hasan’a da mı içirmek istemiştin? Allah korumuş çocuğu,senin gibi değil.” Canımı acıtacak noktaları iyi biliyor gibi devam ettiğinde geçmişimden bir darbe daha yedim.
Pişmanlıklar beni karanlığa sürüklemişti ve ben şu an o karanlığın tam ortasındaydım.
Koyu kahve tonunda ki gözleri bir süre gözlerimde takılı kaldığında kaşlarını sahte bir merakla kaldırdı. Buradan çıkmazsam büyük ihtimalle eski günlerden bir tekrar oluşacaktı. “Söyledin mi kıza?”
Cebimde ki elimi sertçe sıktığımda bakışlarımı ondan ayırmadım. “Ne istiyorsun?” İstediği bir şey olmalıydı. Haldun Demirsoy çıkarcı bir insandı. Konu oğlu olsa dahi, eline istediği bir şey geçmediği sürece karşı tarafa azap vermekten gurur ve mutluluk duyardı.
“Bir şey istediğimi mi düşünüyorsun?” Sesinde ki ima ile sessiz kalmaya devam ettiğimde benden uzaklaşarak kalktığı koltuğa geri oturdu ve derin bir nefes verdi. “Sadece merak ediyorum, o kızı hangi süslü cümlelerinde etkin altına aldın?” Sehpada ki viskisini eline alıp bir yudum içti. “Kıza nasıl bir günah olduğundan bahsettin mi?”
“Ben, sen değilim.”
Tatminsizlikle cıkladı. “Ben, anneni süslü cümlelerle kandırmadım evlat.”
“Her ne sikimse onu yaptın.” Sakinliğim bir kenara, artık ona boyun eğmeyi bırakmıştım. Sonunda beni öldürmesi varsa, varsın olsun. Artık sessiz kalma veya sineye çekme niyetinde değildim. “Kıza yaklaşmayacaksın.”
“Emir mi?” Alaylı sesinin altına gizlediği sorgulayıcı bakışı fark etsem dahi tepki vermedim. “Karşı koyabilecek yaşa geldiğini mi kanıtlamaya çalışıyorsun?” Tam olarak onu yapmaya çalışıyorum.
Başım dik, yüreğime yüklenmiş cesaretle ona birkaç adım attım. “Hayatıma karışmayacaksın. Kıza dokunmayacaksın.”
“Yoksa?” Gözlerinde tehdit içerikli bir ifade vardı. “Devam et, bana meydan oku.” Karşımda ki en azılı düşmanım ile bir savaşa girmiş bulunuyordum ve bu benim dik görüntümün ardında ki geçmişi ortaya seriyor gibi hissediyordum.
Cebimde çalan telefonu umursamadan ona doğru eğilerek yüzünü daha iyi görmeyi amaçladım. “Emin ol, seni tek bir hatanda gebertirim baba.” Ona vurgulayıcı bir an yarattığımda yüzünde ki donuk ifade sanki içinde bulunduğumuz soğuk savaş teklifini kabul etmiş gibi parladı.
“Ben de tek bir sözümle hayatını ellerinden alırım oğlum.” Sesinde ki karanlık tarafı fark etsem bile tiye alarak ondan uzaklaştım. “Bu, o kızla beni tanıştırmayacağın anlamına mı geliyor yani?” Kışkırtma eylemine devam ederken bedenimin gerildiğini hissettim.
“Aklından bile geçirme.” Sesime yansıyan siniri fark etmiş olacak, keyfi şen şakrak yerine geldi. “Değil onla tanışmak, yanından bile geçemezsin.”
“Yazık oldu.” Cebimde çalmayı sürdüren telefonun düğmesine basarak kapatmış ve ona bakmaya devam etmiştim. “Neden o kızı seçtiğini çok merak etmiştim aslında.” Cevabını bildiği soruyu yanıtlamayı da kendi üstlendi. “Annene benzettiğin için.”
“Oraları geçeli çok oldu.” Hemen çaprazında bulunan koltuğa oturduğumda yüzüme vuran sokak lambasının ışığı ile yüzüme daha da dikkat kesildi.
O ise viskisinden son ve büyük bir yudum alıp bardağı küçük sehpaya bıraktı. “Olmuş gibi değil.” Tehditkar sesi bir nevi bana uyarı niteliğindeydi. “Yine sevilmek için milletin kapısında köpek mi oldun?”
Sözler öyle bir yerden vurdu ki beni, sarsıldığımı hissettim. Bedenime çöken ağırlığın sebebi bu olsa gerek diye düşündüm. Sevilmek için Parla’nın kapısında yattığım doğruydu ve bu gerçek beni göğsümün tam ortasından yaralamış gibiydi.
Yutkunmakta zorluk yaşadım bir süre ancak yerimde doğrularak kollarımı dizlerim üzerinde birleştirdim. Ona daha yakın olmak adına yaptığım şeyle keyifle ardına yaslandı. “Belki de.” İnkar edemezdim. Bildiği ve bildiğim gerçekleri yok saymak beni güçlü değil güçsüz yapardı. “Bu konuda bir şey yapabilir misin?”
“Senden uzak durması konusunda kızı uyarabilirim tabii.” Bir olasılığı dile getirmesinin ardından omuz silkti. “Senin ortaya dökemediğin gerçekleri ben dökerim belki.”
“Ortaya dökmediğimi nereden çıkarttın?” Onu bozguna uğratmayı amaçladığım bu anda gözlerini kıstı.
Yüzüme birkaç saniye baktıktan sonra güldü. “Kim ister senin gibi bağımlı bir şerefsizi?”
Sertçe yutkunduğum esnada elimi enseme atıp sıktım. Onunla konuştukça aklımı kaybediyor gibi hissediyordum ve büyük ihtimalle gerçekten kaybediyordum. “Bağımlı değilim.” Önüme eğdiğim kafamı kaldırıp ona baktığımda sakin ve huzurlu gibiydi.
Çocuğunun hayatını mahveden bir baba nasıl olur da huzurlu olur?
“Sen beni bu hala getirdin.” Geçmişim, ardımda ki gerçekle beni kovalarken benim ondan kaçmam nefes kesiciydi.
“Hatalarını başkaları üstüne atman seni iyi birisi yapmaz.” Telefonum tekrar çalmaya başladığında onun odağı ne telefonda ne de herhangi başka bir şeydeydi. Tamamen bana odaklanmış, acılarımda boğulmam için bir çukur kazmaya başlamıştı. “Ben kötüysem, sende en az benim kadar kötüsün oğlum.”
“Ben, sen değilim.” Kalbim, yüzüme vurulan bu sözlerle deli gibi atmaya başlamıştı. “Ve senin gibi olmayacağım, anla bunu.”
Kafasını omzuna doğru düşürürken gözlerini gözlerimden ayırmadı. “Aynada kendine gerçekten bakmıyor musun çocuk? Sen bensin. Belki kabullenmek senin için zor olacak, bedeninde olan bütün tepki ve etkiler, benden sana geçen şeyler.” Nefesim kesildi. Bu sözler, deli gibi hissettirdi fakat daha önemlisi ciddi mana da nefesimi kesmeye yetmişti. “Kendi bedeninde beni yaşatıyorsun ve o kız bunun en büyük kanıtı.. Annene benzeyen birini sevmen sadece kendi hatan.”
Sözlerini yok saymaya çalışarak geri plana atmış ve cebimde ki telefonu çıkartarak arayan kişiye baktığımda bu kişinin Parla olduğunu görmem ile sertçe yutkunmuştum. Aramasını tekrar yanıtsız bırakacağım sırada Haldun’dan gelen ses beni durdurdu. “Biricik sevgilinin telefonunu açmazsan ayıp olur.”
Bakışlarım bir anlık ona yükseldiğinde oturduğum yerden hızla kalkmış ve onu gerimde bırakarak salondan ayrılmıştım. Telefonu açarken sıkıntılı bir nefes eşliğine kulağıma yaklaştırdım. “Sarı,”
“İtiraf atılmış.” Anında ondan gelen sesi ile sıkıntı ile eğdiğim kaşlarımı merakla ve gerginlike çatmıştım. Ne itirafı?
“Ne itirafı?” Sesim, az önce ki onlardan kaynaklı olsa gerek sert çıkmıştı ve bunun için kendime küfürler edebilirdim. Parla’ya karşı sertçe konuşuyor olmam bile kendime sinirlenmeme neden oluyordu, bunu son zamanlarda sıkça yapmaya başladığım gerçeği de beni sıkıntıya boğdu.
Sesi, hem korku dolu hem de kaygılı çıkmıştı. “Sen ve benim fotoğrafım Tuğkan.” Asıl endişe ve paniğinin nedenini anlamış bir şekilde gözlerimi kapatıp bir küfür savurdum. “Biri, çekip atmış ve bir şeyler yazmış.. Yani, aklım almıyor bu ne zamanın fotoğrafı onu bile bilmiyorum. Ne zaman çekmiş aklım almıyor, ne yapacağız? Kim, neden bir an…”
“Sarı,” Sesimi kısık tutmaya çalışarak konuştum. İçeriye, ona ses gitsin istemiyordum. “Öğreneceğim güzelim. Halledeceğim ben.”
Karşı taraftan sıkıntı dolu bir nefes verilme sesi geldi. Gerçekten onu bu kadar sıkıntıya mı koymuştu bu olanlar? Sevgili olmamızı öğrenmelerini bu kadar mı istemiyordu? “Herkes öğrendi.” Pişmanlığı anımsatan sesi ile nefesimi tuttum. “Sabahtan beri, onca kişi yazdı. Bilmiyorum.” Sonda sanki bir şey söylemek istedi fakat bunu boş vermiş gibiydi.
İçimde büyüyüp beni sıkıntıya boğan sözleriyle boşta kalan elimi burun kemerime atmış ve sertçe sıkmıştım. Bir şeyleri düşünememeye, onu hayal kırıklığına uğratmamayı dilediğim her saniye boka batıyor olduğum gerçeği ile yüzleşmek benim için cehennemden farksızdı. “Yavrum,” Sözleri, bazı şeyleri seçmeye ve ona göre konuşmaya çalıştım fakat pek başarılı olduğum söylenemezdi. “Kim yaptı öğreneceğim tamam mı? Halledeceğimi söyledim.” Sonda yüzüme küçük bir tebessüm yer etti nedenini bilmediğim bir şekilde. “Sana halledeceğim diyip ne zaman halletmedim ben?”
Ondan tarafta pek ses gelmedi fakat onun da tebessüm ettiğini düşündüm. “Halledersin, biliyorum.” Güvendiğini gösteren sesi ile omzumdan bir yük kalkmış gibi hafifledim. “Sadece endişeliyim işte.”
“Neden?” Her zaman gelen itiraflardan biriydi işte. Fakat sevgili olduğumuzu bilen kimse, bu kişi bana Hasan gibi gelmiyordu.
“Herkes senin üstüne oynuyor Tuğkan.” Fısıltı niteliğinde ki sesi ile gözlerimi tekrar araladım. “Hasan’dan sonra bu olanlar bana çok garip geliyor. Herkes sana düşman kesilmiş durumda, her hareketinden bir şey çıkartıyorlar ve bu çok rahatsız edici.”
Gözlerimi koridorda ki göstermelik asılı olan aile tablosuna döndü. Ben, annem ve babamın çok eskiden çektirdiğimiz bir fotoğraftı. “Bunu sıkıntı etmesi gereken kişi sen değilsin Sarı.” Onu sıkıntıya sokan şey, canımı daha fazla sıkıyordu. Gerçekten bu kadar büyütülmesi gereken bir konu muydu bu? “Canını sıkan şeyi ortadan kaldırmakla görevliyim.” Etrafta ki kasıntılı atmosferi yok etmek adına konuştuğumda ondan, yanıt gecikmedi.
“Her şeyi halletmek zorundaymışsın gibi konuşma Tuğkan.” Zorundayım. Senin canını ne sıkıyorsa, onu ortadan kaldırmalıyım. “Sende bir insansın. Sadece dikkat et, tamam mı? Hasan yapmış olabilir gibi geliyor, bilmiyorum.” Konuşması sonrası, arkadan gelen Akın’ın sesi ile şaşırdım.
“Tuğkan, dinleme şunu sizi sapık gibi çekmişler amına koyayım. Kimse, bul sik belasını.” Akın’ın Adana’ya tekrar gelmiş olduğunu öğrenmiştim böylelikle. “Sabrımı sınıyor orospu çocuğu.” Parla’nın onu odadan defetmesi üzerine gelen seslerin yanı sıra arkamdan gelen ayak sesleri ile bedenimi geriye çevirerek salondan çıkan babama baktım.
“Şimdi kapatmam lazım, sonra ararım seni.” Telefonu, ondan bir yanıt beklemeden kapatacağım sırada Parla’dan hemen yanıt gelmişti.
“Dikkat et kendine, seni seviyorum.” Bir yanıt vermeden telefonu kapattığımda gözlerimi Haldun’dan ayırmadım. Aynı şekilde bakışları bende takılı kaldığında yüzünde sinsi bir gülümseme vardı.
“Kapatmasaydın telefonu.” Mutfağa doğru ilerlerken yanımdan geçti. “Çok hararetli konuştunuz gerçi.” Meraklı sesi ile göz devirdim.
Telefona tekrar baktığımda Parla’dan bir önce Lala’nın aradığını görmem ile adımlarımı dış kapıya doğru çevirdim. Haldun’u mutfakta yanıtsız bırakarak evden çıkmak için ayakkabılarımı giydiğim de tekrar sesi kulaklarıma doldu. “Nereye gidiyorsun?”
“Seni alakadar etmeyen bir yere.” Diğer ayakkabıyı da girmeye çalışırken mutfak kapısına kadar çıkmış, eline aldığı bir elma ve bıçakla, elmanın yarısını keserek bıçakla beni işaret etti.
“Aşağıda arkadaşını gördüm.” Gözlerini kısarak hatırlamaya çalıştı. “Adı neydi? Şu, kumral çocuk. Beni öldürmek ister gibi bakan.” Lala’dan söz ettiğinde hala ona düz bir şekilde bakıyordum. “Lale miydi? Lena mıydı?”
“Lala.” Onu doğruladığımda güldü.
“Lala! Onlara mı gideceksin?” Elma diliminden bir ısırık aldığında çelik kapıyı tutup açtım. Sıkıntılı nefesim arasından küfürler savurdum. Hayatımı siktiği yetmiyormuş gibi bir de sik sik soruyor piç. “Milletin evinde fazlalık olma.”
Fazlalık.
Bunca yıllık hayatında, bir küçük yatağa bile sığmayan Tuğkan.
“Bu eve de fazlalık değil miyim?” Yere eğilip ayakkabı bağcığını bağlarken o da hemen çelik kapının önüne gelmiş beni izliyordu.
“Öylesin tabii.” Sesiyle birlikte yaptığım işleme kısa bir ara verip gözlerimi sıkıca kapattım. Ben kime fazlalık değilim? “İnsanları rahatsız etme. Camii de kalırsın.”
Eğildiğim yerden doğrulduğumda kapıda ki ona baktığımda hala bir elma yemekte olduğunu gördüm. “Seni alakadar etmeyen konulara çok burnunu sokma.” Sol tarafımda kalan Merdivenlere doğru ilerlediğimde hızlı hızlı iniyordum ki olduğum yerde durarak üstümde ki eski paltoya göz attım ve üstümden çıkartıp birkaç merdiven üstte, açık olan kapının hemen dibinde beni izleyen babama baktım. “Al.” Paltoyu birkaç merdiven üste attığımda tepkisizdi.
Herhangi bir şey demeden merdivenlerden indiğim de tekrar çalan telefonu açma gereksinimi duymadan apartmanın girişine göz attım. Lala, elinde ki telefonuna bakarken üstüne giydiği montun kapüşonu ile kafasını soğuk havaya karşı kapatmıştı.
“Babanı gördüm.” Yanına vardığımda telefonu cebine atıp yanımdan yürümeye başladı. Adımlarım ne hızlı ne de yavaştı. “Bana selam verdi.” Sesinde tiksinen bir ifade varken gülmeden edemedim.
“Bahsetti.”
“Şaftını siktiğim.” Soğuk havaya nefesini verirken kafasında ki kapüşonu çıkarttı. İkimizin de elleri ceplerinde apartman sitelerinden çıkarken sessizdik ta ki Lala bu sessizliği bozana kadar. “İtirafı gördün mü?”
“Görmedim.” Kafamı ona çevirdiğimde tekrar içime yüklenen siniri bastırmadım. “Göstersene.” Telefonunu cebinden çıkartıp birkaç şey yaptıktan sonra bana gösterdiğinde uzanıp telefonu almış ve olduğum yerde durarak soğuk havaya karşı itirafı okumaya başlamıştım.
Parla ile benim fotoğrafımı çekmişlerdi. Fotoğraf, onunla daha sevgili olmadan önce ki günlerde kantinde karşılaştığımız zaman çekilmişti. Ona verdiğim çikolatalı sütü tutarken bana tebessümle bakıyor, ben ise gülerek ona bakıyordum.
“Fotoğrafı güzel çekmiş.” Sırtmama engel olamazken Lala kafasını eğip fotoğrafa baktı. “Bana bakarken gözleri parlıyormuş.” Şu an bu itiraf olayını bir kenara bırakmış, fotoğrafta nasıl bu kadar güzel çıktığımızı konuşmak keyif vermişti.
Lala geri çekildiğinde o da sırıttı. “Keyfin yerine geldi bakıyorum.” Gözlerimi fotoğraftan ayırıp ona döndüğünde omuz silktim.
“Tam olarak değil.” Telefonu ona geri uzattığım da kimin bu itirafı atmış olabileceğini düşünüyordum.
“Sence kim?” İlerlemeye devam ederken bana bakarak sordu sorusunu. “Hasan olabilir mi?” Sesi tekrar ciddileştiğini gösterdiğinde soğuk havaya bir nefes daha verdim.
Hasan ihtimali yok sayılamazdı fakat yaptığını düşünmüyordum. “Yapmaz diyemiyorum.” Elimi telefona atıp aramalara girerek Hasan’ı aradığım da Lala bana merakla bakıyordu. “Sorup öğreneceğim.”
“Senin de kafan iyice gitmiş.” Lala’nın hoşnutsuzluk dolu sesi umursamadan telefonu kulağıma dayadığımda çok geçmeden Hasan’dan ses geldi.
“İtiraf olayı için aradıysan, ben yapmadım.” Sakin ve alaylı sesi kaşlarımı çatmama neden oldu.
Adımlarımı biraz ileride ki tekel bayiye çevirdiğimde Lala da beni takip ediyordu. “Sen yapmadıysan kim yaptı?” Hoş, onun sayesine bana düşman olan çok kişi vardı. Okulda sayılı dost, sayısız hasım elde etmiştim. “Eğer sen yaptıysan söyle, ben öğrenirsem soyunu sopunu sikerim.” Tehditkar sesim ile sıkıntılı bir nefes verdi Hasan.
Lala ile tekele girdiğimiz de yüzümüze vuran sıcaklık içimi ısıtmıştı. “Şu zamana kadar yaptığım şeyleri gizlemedim. Şimdi neden gizleyeyim? Senden mi korkacağım amına koyayım?” Alaylı sesinin ardından güldüğünde adımlarımı enerji içeceklerinin olduğu tarafa döndürdüm.
“Bence korkmalısın.” Sakin sesimin altında yatan ima ile sessiz kaldı. “Ben olsam, bundan sonra yapacağım şeylerden korkardım.”
Hasan’dan tarafta çok ses gelmedi fakat verdiği ve aldığı nefesleri duyabiliyordum. “Neden her şeyi ben yapıyormuşum gibi bir algınız var?” Merak dolu sesi ile kahkaha attım. Lala ne olduğuna anlam verememiş gibi bana baktığında kahkahalarımı durduramadım. “Ne sik kırığı gibi gülüyorsun lan?”
“Başımıza gelen her bok, senin yüzünden olduğu içindir belki.” Kafamı omzuma doğru eğdiğimde Lala bizim için ikişer tane enerji içeceği almış ve kasaya geçmişti. “Ne biliyorsan anlat.”
Arkadan birkaç ses gelse bile derin bir nefes verdiğini duydum. “Bir şey bilmiyorum. Bende merak ediyorum. Demek ki gerçekten iyi gizleyememişsiniz ilişkinizi.” Sözleriyle birlikte yüzümde ki siniri saklamaya çalıştığım tebessümüm ile dişlerimi sertçe birbirine geçirdim.
Lala parayı ödeyip daha sonrasında bana kafasıyla işaret ettiğinde onun peşinden, onu takip ederek tekelden çıkmıştık. “Sik sik konuşup asabımı bozma.”
“Neyse ne işte, dediğim gibi bir şey bilmiyorum…” Gözlerimi karanlık sokakta gezdirdiğim de Lala’ların evine giden yola girmiştik. “Belki, kim bilir itirafı atan muhbir, aranızdan biridir.”
******
Parla Yıldızlı’nın Anlatımıyla…
Dün yaşanan itiraf olayından sonra okulda başlayan ve ardı arkası kesilmeyen dedikodu tufanı beni de bir ara içine çekmiş, gelen geçen herkes benim hakkımda sayısız söylemlerde bulunmuştu. Hoş, bu durumda kalmak biraz beni korkutsa dahi önemli olan kişi şu an için ben değil Tuğkan’dı ve kendisini şu an ortalarda görememek beni endişeye sürüklüyordu.
“Bundan sonra ki dersimiz bedendi değil mi?” Gizem’in yorgun sesi ile gözlerimi ona çevirdim. Sıraya koyduğu kafası ile tek gözünü açarak bana bakmıştı. “Kaçıncı dersteyiz?” Tahta da hararetli ve konuya tam olarak girmiş Füsun hocaya bir bakış atıp daha sonra duvarda asılı olan saate baktım.
“Üçüncü ders.” Diye kısık bir sesle konuştum. “İki derstir yatıyorsun.” Yerinde yavaşça gerinerek kalktığında ufakça esneyip saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Sağ yüzünde, yattığı sırada bulunan defterlerin hafif izi çıksa bile gözlerini birkaç kere kapatıp açtı.
Benim gibi arkasına yaslanıp derse baktığında kaşlarını çattı. “Dün gece yoğun bir arayış içindeydik Merve’yle.” Gece boyu uyumamışlar ve itirafı atanı bulmaya çalışmışlardı ve tabi bende. Fakat elimizde şu anlık hiçbir şey yoktu. “Uykum çok kötü var ama bu teneffüs bir çıkıp bakalım dışarıya.” Ders zilinin çalmasına beş dakika kalmıştı fakat Füsun hoca derse devam ediyordu.
Derse odaklanamayan ben ise tahtaya yazdığı coğrafi yerlere boş boş bakışlar atıyor, anlattığı şeyler ise bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkıyordu. “Tuğkan halletmiş midir?” Gizem’in kulağıma eğilerek sorduğu soru ile sıranın altına bıraktığım telefonu ellerime almıştım.
“Bilmiyorum, görmedim onu.” Telefonu açıp düşen bildirimlere göz attığımda Tuğkan’dan gelen bir bildirimin olduğunu fark etmemle yerime daha da gömülerek etrafı gözlerimle inceledim. Bana bakan Fatmanur ve Hilal kendi aralarından bir şeyler konuşuyor, arada gülüyorlardı. Göz devirmek ve küfür etmek arasında kalsam dahi göz devirmeyi seçmiş ve tekrar telefonuma dönmüştüm.
Tuğkan; Bu teneffüs sınıfa geliyorum.
Tuğkan; Ben gelene kadar çıkma sınıftan.
Tuğkan’ın sınıfıma gelecek olması ve ilişimizi gizlemeden ilk kez insan içinde konuşacak olmamız nedensiz bir şekilde hoşuma gidiyordu. Sırların ardına gizlenen gerçekleri artık gün yüzüne çıkartmak rahat bir nefes almama vesile olsa bile bizim için hala bir tehdit nedeniydi.
Telefonu Gizem’e döndürdüğüm de Gizem birkaç saniye sonra bakışlarını kaldırıp bana sorgulayıcı bir bakış atmış ve gözlerini kısarak içinden geçirdiği soruyu sormuştu. “Sence bir şeyler öğrendiler mi?” Omuz silkip sıkıntılı bir nefes vererek ona yanıt yazdığımda telefonu kapatıp tekrar sıranın altında ki yerine bıraktım.
“Bilmiyorum ama bulmuş olmasını diliyorum.” Birkaç dakika daha sessiz geçmiş ve en sonunda zil çaldığında Füsun hoca çantasını da alarak sınıftan çıkmıştı. Herkes yavaş yavaş yerlerinden kalkarken çoğu kişi çantasını toplamaya ve beden eğitimi dersi için kıyafetlerini değiştirmek üzere sınıftan ayrılmaya başlamıştı.
“Gitmiyor muyuz?” Merve arkasını dönerek bize baktığında Gizem gözleriyle beni işaret etti.
“Tuğkan gelecekmiş.” Sınıftan ayrılmayan daha çok öğrenci vardı. Özellikle Fatmanur ve arkadaşları kasıtlı bir şekilde bunu yapıyor gibi yerlerinde oturmaya devam ediyorlardı.
“Parla,” Merve’nin seslenmesi üzerine bakışlarımı Fatmanu’dan ayırıp ona döndüm. Kapıyı işaret ettiğinde, o tarafa bakmış ve Tuğkan’ı görmemle tebessüm etmiştim. Kapının kirişine yaslanmış, elleri pantolonunun ceplerindeydi. Yüzünde asla eskimeyen veya silinmeyen o altın çocuk gülümsemesi duruyordu.
“Mustafa hocanın yanındaydım.” Yanında vardığımda söylediği şeyle şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Sınıfta olan herkesin susup bize dikkat kesildiğini fark etsem dahi buna önem vermeden onunla sınıftan çıkmıştım.
Koridoru dolduran öğrencilerin çoğunun bakışları bizim üzerimizde, özellikle Tuğkan’a bakıyorlardı. Bazıları aralarında fısıldaşıyor olsa dahi bunu pek de takmadım. “Neden? Bir şey mi oldu?” Tuğkan, ardımızda kalan pencerelere ilerleyip kalçasını pencere kenarına dayadığında onun hemen önündeydim.
“Lisans hakkında konuştuk.” Önemsiz bir olaydan bahseder gibi konuştuğunda bu biraz daha ilgimi çekmiş bir şekilde sorgulayıcı bakışlarımı üzerinden çekmedim. “Benim gittiğim klubün fedrasyonca kararı hakkında konuştuk.”
Anlamadığım kelimeleri ile bir süre sessiz kaldım. O da bunu fark etmiş gibiydi fakat ondan önce davrandım. “Anlayabileceğim dilde konuşabilir misin lütfen?” Sözlü uyarımı dikkate almış gibi gülümsedi.
“Yani, ettiğim kavganın cezası hakkında konuştuk.” Sonra ise yüzünü buruşturarak söylediği yanlış kelimeyi düzeltti. “Pardon, kavgaların.”
“Lisansın alınması haricinde başka cezalar da var yani?” Sakin bir şekilde beni onayladığında kollarımı göğsümde birleştirdim. “Neymiş senin cezan?”
Derin bir nefes verip sol elini ensesine attı. “Men cezası.”
“Ne?” Neyin meni? “Ne men cezası?”
Tepkim onu güldürmüştü fakat gülebileceği bir şey olduğunu düşünmüyordum. “İki maç men cezası işte. Onun hakkında konuştuk. Federasyondan habersiz bir kavgaydı ve uzun bir ara sonra söyledik. Normal. Daha fazla vermeleri gerekiyordu.” Omuz silktiğinde bu kadar kayıtsız davranması göz devirmeme neden oldu.
“Durumdan memnunmuşsun gibi konuşuyorsun… Bu duru ne kadar sürecek yani?” Ne kadar süre maçlardan ayrı kalacağını merak ediyordum. Bildiğim kadar uzun bir süre zaten hiçbir şekilde klubüne gitmemiş veya onu bir maçta görememiştim.
Koridordan gelip giden kişilerin sayısı azalsa dahi hala üzerimizde bakışlar hissedebiliyordum. “Bir aydan üç aya kadar.” Çok fazla.
Ona şaşkınlıkla bakarken dudaklarım da yarım yamalarak açılmış ve şaşkınlığımı göstermişti. “Üç ay boyunca maçlara giremeyecek misin yani?”
Eliyle aşağı yukarı derce salladı. “Kısmen. Ama o kadar süreceğini düşünmüyorum. En fazla, bir, bilemeden iki ay. Üç ay kadar uzun bir süre olmaz.” Ben de o kadar uzun bir süre olacağını düşünmek istemiyordum.
Hem babası ile de federasyona gittiğinden söz etmişti. Babası da konuşup halletmiş midir? Bu içimde büyüyen bir meraka aitti fakat bu konuyu açmamakta ısrarcıydım. Babasını sevmiyordu ve kasıtlı olarak ona, babasından bahsedemezdim. “Öyle diyorsan..” Diye iç çekerek etrafıma baktığımda koridorun başında, kendi aralarında konuşan öğrencileri görmem ile tekrar önüme döndüm. “Kadir nerede? Derse yine girmedi.”
“Lala’yla birlikteler. Kafasını omzuna düşürürken sırıtması nedenini bilmediğim bir şekilde genişledi. “Onu geç de,” Sesinde ki hoşnutluk dolu ifadeye yabancıydım ne demek istediğini çok da iyi anlayamamış bir şekilde onu izledim. “Herkesin bizi sevgili olarak bilmesinin ilk günündeyiz.”
Çocuksu bir heyecanla sarf ettiği sözlerle birlikte üstümde ki şaşkınlığı en sonunda atarak bende gülmüştüm. “Yaa, çok güzel bir gün evet.” Elleri uzanarak ellerimi tuttuğunda yüzünde ki gülümsemesi hala yerli yerindeydi. “Sabahtan beri herkesin bakışlarına maruz kalıyorum.”
Omuz silkerek umursamadığını belirtti. “Bana yengeci piç dediler.” Sözleriyle birlikte yüzümde ki gülümseme bir anlık donukluk yaşadı. Ona bunu demişler miydi cidden?
“Ne?” Şaşkınlığıma vesile sesim ile konuştuğumda gülümsemesi daha da genişledi.
“Şaka yapıyorum. Gelen geçen mal mal bakıyor.” Gözleri arkamda bir yere odaklandığında çenesiyle orayı işaret etti. İşaret ettiği yere baktığımda gözlüklü bir erkek olduğunu gördüm. Daha önce de görmüştüm bu çocuğu. Sınıfta kalan Gürkan’dı bu. Şu an on birinci sınıfı tekrar okuyor olmalıydı ama arkadaşları burada olduğu için hep on ikinci sınıfların katında dolanıyordu. “Şu yüzüme bakıyordu, yüzümde sik mi var ne bakıyorsun dedim.”
Tuğkan’da sevmediğim tek şey ciddi manada ağzının bozuk olmasıydı. Ona tekrar döndüğümde kaşlarımı çatarak bir ikazda bulundum. “Sen niye bu kadar küfür ediyorsun? Ağzın çok bozuk.” Ellerimi tutmaya devam ederken gülümsemesi hala yüzündeydi.
Şimdi fark ediyordum, yanağında gamzeler vardı ve bu çok tatlıydı. “Çok mu küfür ediyorum?” Farkında değilmiş gibi sorduğu soruyla onu onayladım.
“Çok küfür ediyorsun. Hani,” Ona bir şeyler anlatmaya çalışsam dahi, o kafasını ellerimize eğmiş, baş parmağı ile elimin üstünü okşamaya başlamıştı. “diğerleri gibi artık normal olarak karşılanan küfürler de değil. Kendi ürettiğin küfür kuramı gibi bir şey bu.”
Tabirim tekrar kafasını kaldırıp gülmesine neden olduğunda tebessüm ettim. “Tamam bundan sonra küfür etmiyorum.”
“Bence de etmemelisin.”
“Senin yanında etmeyeceğim kaydıyla yani.” Tuğkan’In hayatından tamamen küfürü çıkartmasını bekleyemezdim tabi ki. Kendi bakış açısında geliştirmiş olduğu çok yaratıcı küfürleri boşa harcamazdı. “Kendi ürettiğimi küfür kuramını boşa harcayamam.”
Sözlerime vurgu da bulunduğunda bende tebessüm etmiştim. Sınıf kapısı açıldığında çıkan kişi Gizem’di ve direkt gözleri ikimizin üstündeydi. Gözlerini kıstı ve Tuğkan’a odaklandı. “O salak arkadaşın nerede?”
“Arkadaşlarımın hepsi salak. İsim ver bana.” Tuğkan’ın yerinde olan keyfine diyecek yoktu. Gizem’den gelen sözleri bile tiye alıyorken onun keyfine bir şey bozamazdı.
Gizem de bunu bekliyormuş gibi göz devirdi. “Kaç tane salak arkadaşın var bilmiyorum ama en salak arkadaşın olan Kadir Polat’tan bahsediyorum.” Tuğkan, Kadir’in ismini duyduğu an yüzünde ima dolu bir ifade oluştu. Gizem’e siz ne iş bakışı atarken tuttuğu elimi sıkarak ona uyarıda bulundum. Gizem gergindi ve Tuğkan’a ne diyeceği belli olmazdı diyerek tedbiri elden bırakmamayı sürdürdüm.
“Lala ile birlikte.” Gizem hoşnutsuz bir şekilde yüzü asılırken ona seslendim.
“Beden dersine gidiyoruz zaten. Aşağıda olur eminim ki.” Gizem ise omuz silkerek kapıyı kapatmış ve duvara yaslanarak bize bakmıştı.
Gözleri bir bende, bir Tuğkan’da gezindiğinde Tuğkan’ın üstünde durdu. “Öğrendin mi peki itiraf olayını?” Tamamen aklımdan çıkmış olan konuyu hatırlatan Gizem ile bende merakıma yenik düşerek Tuğkan’a baktım.
Tuğkan’ın yüzünde ki gülümseme biraz asıldığında bakışları birkaç saniye benim üzerimde oyalanmış ve omuzlarını kaldırıp indirmişti. “Hayır. İtiraf sayfasının admini ile konuştuk ancak bir şey yok ortada.”
“Hasan olabilir mi?” Zihnimde ki soruyu ortaya attığım da Gizem de benim gibi meraklı bir şekilde Tuğkan’a baktı. “O olduğuna eminim.”
Tuğkan derin bir nefes verdiğinde hala ellerimi okşamaya devam ediyordu. Sıcak olan ellerim onun soğuk ellerini ısıtıyordu, az önce bana soğuk gelen elleri şu an normal sıcaklıktaydı. “Hasan değil bu kez. Bir şeyler bildiğini düşünmüyorum.” Kaşlarım şaşkınlıkla kalktığında merakım git gide büyümüştü.
Garip.
Kimdi o zaman bizi çeken ve sevgili olduğumuzu bilen?
“Kim olabilir o zaman? Hasan’dan başka düşmanının mı var senin?” Gizem’in kafası karışmış bir şekilde sorduğu soru ile Tuğkan alaylı bir şekilde, histerik bir gülüş bahşetti.
“Okulun yarısından fazlası bana hasmım Gizem.” Bu defa gözleri bende durduğunda omuzlarım çökmüş bir şekilde konuştum.
“Hasan sayesinde.” Onun adını söylemek bile sinirlerimin canlanmasına neden oluyordu sanki. Ona karşı duyduğum öfke ve nefreti başka birisine daha duyabileceğimi sanmıyordum. “Bir şeyler bilmiyor mu yani? Garip. Başa bizimle uğraşacak kadar birisine ne yaptık?”
Ortaya attığım ve cevabını çok merak ettiğim soru ile Tuğkan’ı buldu bakışlarım. Birkaç saniyenin ardından ellerimi bırakmış ve yerinde doğrulmuştu. O sırada çalan ve teneffüsün bittiğine dair olan ses yankılandı tüm okulda. “Kuyruk acısı işte.” Tuğkan ellerini tekrar ceplerine yerleştirdiğinde Gizem ve bana baktı. “Bulacağım o kimse. Merak etmeyin.”
“İtirafların devamı gelecek diyordu.” Gizem’in merak ve şüpheci tavrı ile birkaç saniye öylece bekledim. “Bugün de itiraf atar mı sizce?”
“Tuğkan!” Arkamızdan gelen güçlü ses ile geriye dönüp baktığımda bu kişinin Akın olduğunu gördüm. Nefes nefeseydi ama yanımıza sakin bir şekilde yürüyerek geldi.
Akın, gece babamlarla birlikte eve gelmişti. Uzun sürekli devamsızlık yaptığı için hem de derslerden geri kaldığı için amcam onu tekrar Adana’ya göndermişti. Allah’tan amcam da biraz daha iyi olmuş, dört güne kadar da onu taburcu edecekleri söylenmişti.
“Noldu?” Tuğkan’ın sakin sesi ile Akın yanımıza gelmiş ve elini omzuma koyarak diğer elini de karnına doğru atmıştı. “Koşturdun mu sen?”
Akın, sertçe Tuğkan’a kafasını kaldırdığında sinirle soludu. “Yok, uçarak geldim.” Sinirine dokunan şeyden sonra bir sabır çekmişti.
“Akın,” Omzuma koydu eline dokunduğum da bana baktı. “Niye koştun işte, onu soruyoruz.”
Sanki söylemesi gereken bir şey varmış gibi kaşları hatırladığı gerçeklik ile havalandı. “Lan,” Bir anda Tuğkan’a döndü. “Lala birinin yakasına yapıştı aşağıda. Onu, bunu sen mi attın itirafı diye kenara çekiyor.” Lala’nın böyle bir şey yapıyor olduğu düşüncesi gözümün önünde canlandığında gülmemek için alt dudağımı kemirsem de Gizem bir kahkaha patlatmıştı. Sınıfa gelip gidenler çoğalmaya başladığında Tuğkan da alttan alttan güldü. “Kral,” Akın, Gizem’in omzuna elini attığında imalı bir şekilde güldü. “Seninki de aşağı da o da çekiyor kenara milleti.”
“Iyy, benimki falan değil o!” Gizem’in sahteden tiksinici bakışları ile göz devirdim.
“Sarı,” Tuğkan’ın sesi ile gözlerim onu bulduğunda kafasıyla aşağı işaret etti. “Dersiniz beden değil mi? Çantanı al, gidelim.” Bizim sınıfın kapısını açarken bana geçmem için bir alan bıraktı.
Tuğkan son zamanlarda derslerine çok girmiyordu ve bu sanırsam son bir ayı kapsıyordu. “Dersin yok mu senin?” Akın bir bana bir de Tuğkan’a bakarken meraklıydı.
Birkaç saniye düşünmüş ve Akın’a dönmüştü. İkisi birbirine sorgulayıcı bir bakış atarken Akın kaşlarını çattı. “Senin dersini nereden bileyim ben amına koyayım?” Tuğkan ise ona sorduğu için pişman bir şekilde bana dönmüştü.
“Bok ver sen dersimi. Dersim yok benim.”
“Hiç inandırıcı değilsin.” Sırama doğru ilerlerken söylendiğim sözlerle Fatmanur ve Hilal’in birbirilerine bakarak gözleriyle konuştuklarını anlamam çok da uzun sürmedi. Onlar da çantalarını topluyorlardı.
Sırama vardığım da çantamı alıp bir ön sıramızda oturan Merve’ye baktım. Elinde ki aynadan kendine bakıyordu. “Kalk artık Merve.” Sözlerimin ardı sıra hemen çift taraflı aynasını kapatmış ve çantanın küçük gözüne atarak ayağa kalkmıştı. “Başkan değil misin sen?” Sorgulayıcı bakışlarımın arasından güldü.
“Eee yani?” Derken umursamazdı. Yunus hoca yoklama sırasında tabi ki başkana ihtiyaç duyuyordu ve Merve her seferinde yoklamaya en son giden kişiydi. Mükemmel bir başkan olduğu için onu tebrik ediyordum.
Gizem de çantasını aldığı sırada birlikte sınıftan çıkarken kapının eşiğinde duran Tuğkan bizim için kapıyı biraz daha açmıştı. Kapıdan çıktıktan sonra ilerlemeye başladığımızda Tuğkan kolunu omzuma atmış ve ona biraz daha yakınlaşmamı sağlamıştı. “Sizin sınıfta garip kızlar var.”
Bahsettiği kişiler büyük ihtimalle –ihtimal olarak bile değil, kesin bir şekilde- Fatmanur ve Hilal olması gerekiyordu. “Sabahtan beri onlarla uğraşıyorum.” Arkamızda kalan Gizem, Akın ve Merve’yi pek takmıyorduk. Daha doğrusu Tuğkan takmıyordu. “Ah, bir de,” Tuğkan’a söylemeyi unuttuğum şeyle birkaç kafamı kaldırıp ona baktım. Merdivenlerden inmeye başladığımız sırada, “şu Hazal.” Evet Hazal.
Sabah okula girdiğim gibi başıma toplaşmış ve iki yüzlü olduğumu söyleyip durmuştu. Arkadaşı Ayşe de üstüme yürümeye kalkmıştı falan. İyi alışmışlardı sahiden böyle yanıma gelmeye.
“O kim?” Tuğkan gerçekten sorgulayıcı bir şekilde bana döndüğünde kaşlarımı şüpheyle kaldırdım.
Cidden kim olduğunu bilmiyor muydu? “Bilmiyor musun?” Yalan. Kesin olarak biliyordu.
O ise omuz silkmiş ve dudağını büzmüştü. “Tanımıyorum.”
“Yalan söyleme.” Ondan biraz uzaklaştığım sırada merdivenden inmeyi durdurmuş ve bir süre bana bakmıştı. Yalan söyleyip söylemediğini anlamak için daha dikkatli baktığım da sorgulayıcı bir bakış attı.
“Hazal kim?” Gerçekten bilmiyor muydu acaba? İkinci katın koridorunda geçip giden öğrencilerin bakışları, merdivenler üstünde ki bizdeydi. Bazıları bizi takmıyordu ama genel olarak bakışları üstümde hissedebiliyordum. “Yalan söylemiyorum. Cidden Hazal kim?”
Birkaç basamak daha indiğim de ardımızdan gelen Gizem ve Merve de bizden tamamen bağımsız bir şekilde konuşuyorlardı. “Okulda herkes seni sevdiğini söylüyor.” Tamamen gerçek bir haberdi üstelik.
Geçen sene iki kere açılmış ve Tuğkan tarafından reddedilmişti. Tuğkan ile ilk itirafımızda da gelip beni çevirmişti. Bana kalırsa Tuğkan’ı hala seviyordu ve Tuğkan’ın onu hatırlamaması garip olurdu.
“Bütün kızlar beni sever.” Egosunu tatmin etmek istiyor gibi sırıttığında göğsü kabarmış ve yerine biraz daha dikleşmişti. Bu tavrına kaşlarımı çatarken ondan uzaklaşmaya kalktım. “Şakaydı. Valla şakaydı Sarı, özür dilerim.” En sonunda zemin kata geldiğimiz de sahteden ondan uzaklaşmaya çalışsam da başaramadım. “Kıskandın mı bakayım sen?” Tuğkan’ın bulunduğumuz durumdan memnun olduğunu gösteren ifadesi ile omuz silktim.
“Kıskanma değil bu. Senin..” Sözlerim, karşımda gördüğüm manzara ile donup kaldı. İkimiz de olduğumuz yerde dururken karşımda ki Lala’ya ve duvara yaslayarak tehdit ettiği çocuğa döndü.
“Lala?” Şaşkın sesimle birlikte Tuğkan gülmeye başlamıştı. Kafamı kaldırıp ona baktığımda harbiden güldüğünü görmek dudaklarımı şaşkınlıkla aralamama neden olmuştu.
Yanımıza gelen Merve ve Gizem de aynı şaşkınlık içindeyken Gizem ortaya bombayı bırakmıştı. “Aa Merve, seninki yine birisini dövüyor, bak.” Gizem’in bağıra çağıra konuşması ile Merve’nin eli ayağına dolaşmış, ne yapacağını bilemeyerek Gizem’in ağzını eliyle kapatmıştı.
Merve utançtan şu an yerin yedi kat dibine inmekle meşgulken Tuğkan yanımdan ayrılıp Lala’ya doğru ilerledi. Kısık sesle ne konuştular bilmiyorum ama Merve gitmeye kalktığı o an Gizem onu zorla bulunduğumuz ortama mahkum etmişti. “Vay anasını, bu okulda hiç kimse yok mu?” Akın alaylı bir şekilde diğerlerinin yanına ilerlerken onun neden burada olduğunu sorguluyordum.
Ciddi manda sorguluyordum çünkü dersi vardı ve öğretmenler zili çalalı çok olmuştu. “Akın, sen niye buradasın?”Bana sorgulayıcı bir bakış attığında kaşlarımı çattım. “Dersin yok mu senin?”
“Varsa ne olmuş?” Umursamaz tavrı ile göz devirmiş ve bulunduğumuz yere boyun eğerek kabullenmiştim.
“Niye böldün ki işimizi?” Kadir’in keyfi kaçmış gibi bir hal takınırken Lala’nın omzuna kolunu attı fakat bu çok sürmedi çünkü temastan rahatsız olan Lala eliyle omzunda ki kolu itekleyerek Kadir’in kolunu defetti. “Ne güzel Emirhancığım’la birlikte muhbiri öğrenecektik.”
“Bir şey bilmiyorum dedim!” Duvara sıkışmış olan çocuk sarışındı. Gözleri korkuyla bir Lala’ya bir Kadir’e bakıyordu. Tuğkan’a bakmaktan kaçınırken gözleri beni bulmuş ve beni bir kaçış yeri görmüş gibi bana konuşmuştu. “Sizin sevgili olduğunuzu nereden bileyim ben?”
“Hah!” Akın bir anda çocuğun ensesine elini attığında, çocuk bu azabın sona ermesi için dua ediyor gibiydi. “Madem sen değilsin, nereden biliyorsun onların sevgili olduğunu?”
“Akın salak mısın?” Gizem ile aynı anda sorduğumuz soru ile bakışları bizi buldu.
“Ne?” Yanlış bir şey mi yaptım derce bir bakış attığı sırada Kadir kahkahalarını bastırmaya çalıştı.
“Eksi bir milyon aura falan yani.” Kadir kahkahaları arasından konuştuğunda kıkırdadım. “Sapık gibi fotoğraflarını çekmişlerdi. Hatırlatırım.” Akın’a bu durumu hatırlatırken Tuğkan ise Emirhan ile kısık seste bir şeyler konuşmuşlardı.
Bir şeyler çevirdikleri açıktı fakat Tuğkan’dan öğrenebilir miydim bilmiyorum. “Gidebilir miyiz artık?” Merve’nin sitemkar sesi ile onların yanına doğru ilerledim. “Kadir sende boş boş etrafta dolaşıp durma. Yunus hoca yoklama alacak.”
Kadir de bunu bekliyor gibi, hemen duvarın yanına bıraktığı siyah ve muhtemelen içi boş olan okul çantasını tek omzuna aldı. “Hadi, ben kaçar.” Akın, bizden önce bahçe kapısına ilerlerken cidden bu şekilde, ordu gibi okulda geziyor olmak gerilmeme neden oluyordu.
“Yoklamayı al da bizde gidelim.” Gizem, Merve’nin koluna girdiğinde kapıya doğru ilerletti Merve’yi. Ben ise Tuğkan’a bakıyor, yanıma gelecek mi diye ikilemde kalıyordum. Gitsem mi gitmesem mi kararsızlığı yaşarken Tuğkan, Emirhan ile konuşmayı bırakmış, yanıma gelerek elini tekrar omzuma atmıştı. Ardımızdan bizi takip eden Emirhan, onlardan kurtulan çocuğun arkasından seslenerek bunu kimseye anlatmasını tembihlemişti.
“Okulda, öğrencileri mi dövdürüyorsun sen?” Sırf itirafı bulmak için Lala’ya okuldan birilerini dövdürüyor olduğu gerçeği korkunç derece de kan dondurucuydu. “Kabadayı falan mısın sen?”
Bahçeye çıktığımız da buz gibi havanın altında ilerlemek bile bedenimin gerilmesine neden oluyordu. “Yoo, niye dövdüreyim tanımadığım insanları?” Tuğkan’ın umursamaz sesi ile kaşlarımı çatarak ona kaldırdım kafamı. “Ne? Lala’nın tarzı böyle. Ondan itirafı atanı bulmasını istedim, o da bu yöntemle buluyor.”
Arkamı dönüp peşimizden gelen Lala’ya baktığım da başı önüne eğik yürüdüğünü fark ettim. Niye böyle yürüyor merak etsem dahi ses etmeden geri önüme döndüm. Vardığımız spor salonunun girişinden geçerken Tuğkan kolunu omzumdan indirdi. “Yalnız,” Lala da yanımıza vardığında kafasını kaldırıp bir bana bir de Tuğkan’a baktı. “Her şeyi kavgayla çözemeyiz Emirhan.”
Lala bir süre sessiz kaldığında sanki neyden bahsettiğimi yeni anlamış gibi kaşlarını kaldırdı. “Tabi. Öyle.” Tuğkan da kafasını ona çevirerek baktığında Lala ikimiz arasında bir bakışma seline maruz kalmıştı. “Ne?”
“Niye dövüyordun o zaman çocuğu?” Tuğkan’ın sorgulayıcı sesiyle Lala ellerini eşofmanının ceplerine yerleştirdi.
“Göz korkutma ne zamandan beri dövme adı altında nitelendirilmeye başladı?” Tuğkan’a meydan okuyan bakışlarıyla Tuğkan’ın yüzünde bir sırıtma peydah verdi. “Sen bana itirafı atanı bulmamı istedin, yöntemlerim konusunda bir şey demedin.”
“Bu yöntem değil ki.” Olaya dahil olduğum da Tuğkan gülmesini gizlemek adına eliyle yüzünü kapatmaya çalıştı. “Çocuk korkudan ağlayacaktı.”
Lala bundan keyif alan bir tonda dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “O zaman işimiz daha kolay olurdu.”
“Çocuk masumdu Emirhan!” Sitem dolu sesimle birlikte Lala gözlerini kısarak bana odaklandı.
“Nereden malum?”
“Suçlu olduğunu nereden malum?” Ona karşıt sorum ile omuz silkerek yanımdan geçip gitti. Beni tiye mi aldı o az önce? “Arkadaşların kafadan sorunlu falan mı?” Tuğkan’a fısıltı tonunda sorduğum şeyle Lala’nın arkasından baktım. “Şiddete meyilimli bir yapısı var.”
Tuğkan da kafasıyla beni onayladı. “Tam olarak öyle Sarı.”
Artık bunlarla uğraşmayı bırakarak tribünlere doğru ilerlediğim de bizim sınıfı saymaya başlamış olan Merve beni gördüğü gibi elinde ki yoklama kağıdı ile beni işaret etti. “Geldi hocam. Toplam da yirmi dört kişi var. Üç kişi devamsız, iki kişi de gelmedi.” Yunus hoca bana baktığında yüzüme masumsu bir gülümseme yerleştirdim. Yunus hocayla pek iyi anlaşabildiğim söylenmezdi ama şu ana kadar da beni hiç yok yazmamıştı.
“Tamam, gidebilirsiniz. Voleybol oynamak isteyenler için anahtar başkanda haberiniz olsun.” Yunus hoca yanımdan geçip giderek kendi odasına doğru ilerlerken koridora baktığım da ne Tuğkan’ı görebildim ne de Lala’yı.
“Gizem,” Tribüne doğru seslendiğim de en arkada oturan Gizem kalkarak yanıma gelmişti. “Sınıfa çıkalım mı tekrar? Yoksa oturalım mı?” Bahçe buz gibiydi ve Gizem asla bahçede oturmazdı bana kalırsa.
Gizem birkaç saniye düşündüğünde bana döndü. “Sınıfa çıkalım. Bu olay…”
“Gizem,” Yunus hocanın sesi ile Gizem’in bakışları arkamıza döndü. Yunus hoca elinde tuttuğu badminton raketlerinin birini ona uzattı. Gizem’in en sevdiği şeylerden biriydi badminton oynamak. Özellikle Yunus hocayla birlikte çok güzel bir şekilde oynarlardı. “Gel birkaç tur atalım.” Bizim sınıftan birkaç arkadaş daha ellerine raketleri almış ve filenin karşısına geçmişlerdi.
“Git sen.” Gizem’in yanından geçip giderken söylendim. “Tuğkan’ın yanına gidiyorum ben. Merve sorarsa sınıfa çıkmışlar dersin.” Sınıfa çıkmak için de Tuğkan’ı bulmam gerekiyordu.
Gizem onaylayıp giderken bende çoktan bahçeye çıkmış ve Tuğkan’ı aramak adına gözlerimi bahçede gezdirmiştim ki, spor salonunun hemen yanında ki çardakta Lala, Kadir, Tuğkan ve Akın dörtlüsünü görünce pek de aramama gerek kalmamıştı. Onların yanına ilerleyecekken Akın koluyla Tuğkan’a dokunmuş ve beni işaret etmişti.
Tuğkan oturduğu yerden kalkarak yanıma geldiğinde arkamızda kalan onlar imalı sözlerde bulunuyor ve gülüyorlardı. Hepsinin arkadaşım olması dışında sorun yoktu tabi.
“Yunus hocadan kaçtık.” Tuğkan yaptığı açıklama sonunda güldüğünde sırtımda ki çantama baktı. “Sen niye şu çantayı taşıyorsun sırtında?” Çantama uzandığında geri çekilerek izin vermedim.
“Ağır değil ki.” O ise benim söylediklerimi takmadan çantayı sırtımdan alıp sağ elinde tutmaya başladı. “Sende iyi alıştın çantamı taşımaya.” Hoşuma giden şeyi dile getirdiğim sırada o da gülmüş ve çantayı kaldırarak görebilmemizi sağlamıştı.
“Pembe çantan ve ben çok uyumluyuz bir kere.” Sesiyle birlikte kıkırdadığım sırada çantayı tekrar indirip gülerek ilermeye başlamıştık. Çantam açık renk bir pembeye sahipti. Klasik pembe Nike çantalardan biriydi. Geçen seneden beri kullanıyordum. O zamandan bu yana kendisi yoldaşım olmuştu.
Yanında ilerlerken gözlerim sürekli elinde ki çantama kayıyor tebessüm ediyordum. “Eline de yakıştı.” Yüzüme vuran rüzgarı görmezden gelmeye çalıştıysam da yüzüme düşürdüğü saçlarım buna engel oluyordu.
“Sana ait her şey yakışır bana.” Çapkın bakışının altına gizlediği sırıtması içimde ki kelebeklerin uçuşmasına vesile olmuştu. “Sende yakışıyorsun bana.” Son sözleriyle birlikte okul binasının içine girdiğimiz de etrafta kimsenin olmadığını görmesiyle birlikte kolunu omzuma atıp eğilerek yanımdan öpüp geri çekilmişti.
“Birisi görecek.” Endişeyle etrafa baktığım da merdivenlerin olduğu tarafa doğru ilerledik. “Ani şeyler yapma, ne yapacağımı şaşırıyorum.”
Bu sözlerim onun hoşuna gitmiş gibi biraz eğilerek yüzüme bakmıştı. “Ve o tepkin her zaman beni tatmin ediyor.”
Ona meydan okuyan bir ifadeyle kaşlarımı havaya kaldırdım. “Öyle mi? Tatmin olmak için mi öyle bir anda yapıyorsun o şeyleri?” Ona sahteden alınmış bir bakış attım. O ise yüzünde ki sırıtmasını daha da genişletti.
“Hangi şeyleri?” Derken bile benimle eğlendiği belliydi. Gözleri bile eğlendiğini göster bir ifade ile parlıyordu. “Baksana bir bana.” Ondan kaçırdığım bakışlarım bir anda yüzünde durduğunda birkaç saniye öylece baktı. “Neymiş o şeyler, bahsetsene biraz.” Sesinde ki ima ile yanaklarıma bir sıcaklığın hücum ettiğini hissettim.
“Okuldayız.” Diye kısık bir sesle mırıldandığım da bu onun yüzünü düşürmeye yetmişti. Hüsrana uğradığı ifade beni kahkaha boğarken o da benim kahkahalarıma karşılık bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.
“Biraz bana ayak uydursan ne güzel olacak.” Hüsranlığı sürerken merdivenlerden çıkmaya başlamıştık bile. Onun koluna girdiğim de kahkahalarım hala sürüyordu. “Kendimi tek taraflı ilişkide gibi hissettim az önce. Bu ne demek biliyor musun?”
“O hüsrana uğramış olan ifaden dehşet verici bir şekilde çok tatlıydı!” Kafasını bana çevirdiğinde sorgulama ve gülmek arasında kalmış gibiydi. “Ciddiyim Tuğkan, çok tatlıydın.”
Tuğkan olduğu yerde durmuş ve bana şaşkınlıkla bakmıştı. “Tatlı? Ben?”
“Evet.” Yüzümde ki gülümsemeye engel olamıyordum ve Allah kahretmesin ki şu an ki ifadesi bile çok tatlıydı. “Bak, bu ifaden gibi.”
Peş peşe söylediğim tatlısın nidaları ile bakışlarını benden kaçırdı. Utanmış mıydı?
“Tatlı falan değilim Sarı. Utandırma beni.” Utanılacak bir şey miydi bu? Merdivenlerden çıkmaya tekrar başladığında peşinden onu takip ettim.
Kolundan tutarak merdivenleri çıkmayı sürdürürken dudaklarımı birbirine bastırdım fakat kısık bir sesle konuşmaya devam ettim. “Cidden utandın yani?.. Vay, Tuğkan Demirsoy’u utandırmış olmanın gücü var üstümde.” Yerimde dikleştiğim de bakışları bir anlık beni buldu.
“Sarı,” En üst kata vardığımız da kafasını eğerek bana bakmış ve biraz yaklaşmıştı. “sen beni tek bir özünle alt edebileceğini yeni mi öğrendin?”
Yakınlığı nefesimi keserken gözlerinden ayıramadım gözlerimi. Birkaç saniye boyunca öylece bana baktığında sonrasında derin bir nefes alıp vermiş ve bizim sınıfa doğru ilerlemeye başlamıştı. “Ne yapacağız seninle?” Gülmek ve gülmemek arasında kalmış olduğu o zaman diliminde sordu bunu.
Onun peşinden onu takip ederek peşinden sınıfa girmiştim. Boş sınıfta, bildiği yerime ilerlerken kapıyı kapatarak onun yanına gittim. “Soru-cevap?” Önerim şu an için çok saçmaydı açıkçası. Şu an başımızda bir konu vardı -ki bu konu özellikle ben ve Tuğkan’ı alakadar ediyordu- ve o konu hakkında konuşarak bir çözüm bulmamız gerekiyordu acilen.
“Sorunun türüne bağlı bir cevap olur.” Sırama oturduğunda yanına oturmam için biraz kaymıştı. Bende onun yanına oturduğum sırada bana sorgulayıcı bir bakış attı. “Ne gibi bir soru?”
Hazal. Kafama takılmıştı işte. Öğrenmeden bırakmaya da asla niyetli değildim. “Hazal.” Direkt konuya girdiğim de hala bakışları aynı bir şekilde bana bakmayı sürdürdü.
Bana beklenti ile bakmaya devam etti. “Ee, sorunu sor hadi.” Ne alaka demeyecek mi yani? Nereden çıktı bu soru falan? Hiç mi sormayacak, direkt öyle sorumu mu sormamı istiyor?
“Yani,” Yerimde rahatsızca kıpırdanırken o ise bir kolunu masaya uzatıp kafasını da o kolu üstüne koyarak bakmıştı bana. “Hazal hakkında hiçbir şey bilmiyor musun? Sana geçen sene iki kere açıldı o kız.”
O ise çok ilgisiz bir şekilde omuz silkti. “Hatırlamıyorum.”
Bıtkınlıkla soluduğum da sıkıntı çöktü içime. “Artık ne kadar fazla kız sana açılmışsa, sayısını hatırlamıyorsun.” İğneleyici kelimelerimle birlikte diğer eli belime dolandı fakat bunu oldukça soğuk kanlılıkla yapmıştı.
“Bana ne onlardan yavrum?” Derken bu konu üstünde çok düşünmüyordu. “Kim bu Hazal?” Beklemediğim bir anda gelen sorusu ile tamamen ona döndüm. “Bu kadar takılmışsın madem, bir şey olmuş. Sana mı bir şey mi dedi bu?” Sesi hala kızın kim olduğunu bilmeyen bir nitelikteydi ve sorusu da tamamen bir şeyleri öğrenmek üzerine kuruluydu.
“Seni seven bir kızmış işte.” Neden bilmiyorum, bu konu içimde ki bütün enerjiyi sömürmüş gibiydi. Ona başka bir kızdan bahsetmek bile modumun değişmesine neden oluyordu. “Sevgili olup olmadığımızı sordu.”
“Sana ne deseydin.” Önerisi büyük oranda umursamazlık üzerineydi.
Bakışlarında bile gerçekten bu kızın derdini çözmek istiyormuş gibi çıktı. “Önceden de gelip sormuştu.” Bu kaşlarını biraz daha çatmasına neden oldu. Bir süre bana böylece baktığında derin bir nefes verdim. “Her neyse. Öyle birisi işte, tanıyıp tanımadığını merak ettim sadece.”
Kafasını masadan kaldırıp iki yana salladı. “Adını bile ilk kez senden duyuyorum.. On ikinci sınıflardan mı?”
Başımla onu onayladım. “Evet. G şubesinde olması lazım.” Niye bu kadar bilgi verdim ki kızın hakkında? “Neyse ne işte.”
Onun gibi kafamı bende masaya yasladığım da bir süre öylece yüzüne baktım. Gözleri koyu kahverengi olmasına rağmen şu an rengi biraz açılmış gibiydi. Yüzüne vuran ışık neden olmuştu büyük ihtimalle ve çok güzel bir görüntü ortaya çıkartmıştı.
“Modun düştü.” İtirafı ile birkaç saniye sessiz kaldım. Ona Hazal’dan bahsetmek nedensiz bir şekilde modumu düşürmüştü. “O kızdan bahsettikten sonra.”Belime yerleştirdiği elini çekip yüzüme düşen saçlarıma uzandı ve kulağımın arkasına doğru iteledi. “Bu kadar mı canını sıkıyor bu durum?” Evet. Bu kadar canımı sıkıyor.
Bir şekilde Tuğkan’ın o kızı tanıdığını düşünüyordum. Belki gerçekten tanıyordu ama isim olarak bilmiyordu. Bunu bilmiyorum fakat ona güvenebileceğim bir olay vermek işte böyleydi. “Hayır, sadece.. Ne bileyim, Hazal seni bu kadar yakından tanıyorsa senden onu tanıyorsundur diye düşündüm.” Gözleri bir süre gözlerimde oyalandı.
Tuğkan bu konularda çok tasasızdı. Kim kimi tanıyor, o kim, şu yeni mi gelmiş okula, hiçbiri umurunda değildi. Pek takmazdı ama ona gelip iki kez açılan bir kızı umursamamış ve ismini bile hatırlamamış olması garipti.
“Geçen sene birkaç tane kız gelip arkadaşımız senden hoşlanıyor dedi ama takmadım. Onun dışında birisi yanıma geldi mi hatırlamıyorum.” Saç tutamlarımla oynarken tebessüm etti.
“Geçen yıl sevgilin yok muydu senin?” Sorumla birlikte yüzünde ki gülümseme yok olmadı fakat donuklaştı. “Aslı diyorlardı sanırım.”
“Flörtümdü. Sevgilim değil.” Tuğkan’ın şu ana kadar sevgilisi olmamış olması garipti. Belki de vardı bilmiyorum ama olaylar biraz derin gibiydi. Bir gün bunu oturup konuşacağımız kaçınılmazdı. “Sevgilim olmadı. Aslı’yla çok uzun süre konuştuk sadece. İki ay kadar. İlk başta arkadaştık, sonradan flörtleşmeye başladık.” Bunları anlatırken midemde kasılıp gevşeyen şeyler can sıkıcı boyuttaydı.
“Her neyse.” Konuyu kapatmayı amaçladığım o anda bir anda sınıfın kapısı açılması ile kafamı kaldırıp kapıya döndüm. Kapıda gördüğüm Merve ile yerimde doğruldum.
“Yanlış bir zaman mı?” Merve’nin nefes nefese olan sesi ile kafamı iki yana salladım.
“Hayır değil.”
“Evet öyle.”
Tuğkan’ın yanıtı ile gözlerimi sertçe ona çevirdiğim sırada o ise omuz silkmiş ve gerisine yaslanmıştı. Yüzünde keyifli bir ifade vardı ama bunu pek de takmadı. Merve ise Tuğkan’ın yanıtı göz ardı ederek yanımıza gelmiş ve bir ön sıramızın masasına oturmuştu.
“Bir iyi bir de kötü haberim var.” Gözleri ikimiz arasında gidip gelirken kaşlarımı çattım.
“İtiraf mı?” Sorum ile gözlerini kırparak beni onayladı.
“Ne olmuş?” Tuğkan’ın da ilgisini çekmişken Merve yetinde kıpraştı.
Merve eğer yerinde kıvranıyorsa, bir şeyler vardı. “Şimdi şöyle ki, kötü haber olarak itirafı atanın kim olduğunu bulamadım ama elime geçen bilgilere dayanarak söylüyorum ki bu kişi bir kız!”
“Neye dayanarak?” Tuğkan’ın meraklı ve bir şeyleri öğrenmeyi amaçlayan sesi ile ikimizin bakışları da onu buldu. “Elimizde kanıt var mı?”
Merve ise göz devirmişti. “Hangi erkek adını user yapıp itiraf sayfasına sapıp gibi sizin fotoğrafını çekerek itiraf atar ki? Akıl var mantık var.” Derken Tuğkan’a burun kıvırdı. Tuğkan ise hala durumu pek anlayamamış gibi duruyordu. “Ama sizi temin erdim çok az kaldı. Ha bugün ha yarın bu kişinin kim olduğunu öğreneceğim.”
“Öğrenmene gerek yok.” Sınıfın kapısına tekrar dönüğümüz de Emirhan kapının önünde durmuş bize bakıyordu. Açtığı kapıyı ardından kapatarak bize doğru ilerlerken Merve direkt bana bakmış ve dudakları arasından gönder onu, gönder onu diye söylenmişti. “Ben hallediyorum.”
Merve, ona ciddi misin bakışları atarken Tuğkan, Emirhan ile selamlaştı. “Sen ve bu itirafı atan kişi bulmak?” Merve yine büyük lokma yiyip büyük laf ediyordu. Lala ile laf dalaşına girmemesi gerektiğini ona söylemiştim fakat dinleyen kim? “Nasıl bulacaksın, onu bunu döverek mi? Eşkıya mısın sen?”
Lala bütün odağını Merve’ye verirken yüzünde sahte bir gülümseme oluştu. “Eşkıyayım dersem yüzünde nasıl bir ifade oluşur merak ettim yardımcı.”
Yardımcı?
“Yardımcı?” Tuğkan ile aynı anda zikrettiğimiz şeylerle Lala ikimizi de umursamadı fakat Merve sinirden köpürmeye başlamıştı.
“Bana öyle seslenme dedim sana!” Ah, her şey şimdi anlaşılıyordu. Merve, okulun futbol takımının koç yardımcılığı görevindeydi. Dün Yunus hoca tarafından atanmıştı ve bu durumdan asla ama asla memnun değildi. Futbol takımında olanlar da Merve’ye geçen seneden kalma yardımcı lakabı ile seslenince Lala da öyle seslenmeye başlamıştı.
Merve’yi sinirden kudurtmak için en iyi yöntemi kullanıyor olması taktire şayandı.
“Senle laf ebeliği yapmaya gelmedim.” Lala bakışlarını Merve’den ayırıp Tuğkan’a döndü. “İtiraf sayfasının sahibiyle konuştum.”
“Öğrenebildin mi?” Tuğkan’ın artık bu durumdan sıkıldığını belirten söylerle birlikte bende yerimde dikleştim.
Lala omuz silkti ve bir elini ensesine atarak sıktı. “Daha değil ama tehditle yola gelir diye düşündüm.”
“Eşkıya.” Merve alttan alttan konuşurken Lala ona yandan bir bakış attı.
“Tehdit et o zaman.” Tuğkan’ın bu öneriyi kabul ediyor olması şaşırtıcıydı benim için. Birkaç saniyeliğine ona döndüğüm de yüzü kayıtsızdı. “Kim olduğunu söyleyecekse neden olmasın?”
Başka bir yol var mı düşüncesi bedenimi el geçiyordu fakat başka bir yolun olmadığını da düşünmeme az kalmıştı. “Başka bir yol yok mu?” Kim neden birisini tehdit etsin isteyeyim ki yani?
Lala ve Tuğkan’ın bakışları üzerime döndüğünde Lala konuştu. “Hesabını çalayım?”
“Delireceğim!” Merve oturduğu masadan inerken Lala’nın bakışları onu buldu. “Doğru düzgün bir çözüm yolun yok mu senin? Hep kaba kuvvet. Eşkıya, kabadayı!” Merve, Lala’dan ciddi manada hiç haz etmiyordu ve burada da onu görebiliyorduk. “Bulamıyorsun işte. Yapamıyorum demiyor da, hesabını çalayım yok efendim tehdit edeyim.”
Tuğkan, onları izlemekten büyük bir keyif alıyor olsa dahi ben ise göz deviriyor, neden bu konuşmayı yapıyorlar diye onlara kızıyordum. “Niye bu kadar bağırıyorsun sen?” Lala’nın soğuk kanlı sesi ile birlikte Merve sessizleşti. Anksiyetesi yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştı ve bunun en büyük kanıtı olan şey de sessizleşmesiydi. “Kolaysa buyur,” Lala Merve’nin karşısına geçtiğinde bariz bir meydan okuma başlamıştı. “meydan senin.”
Merve ise anksiyetesine boyun eğmeyip çenesini dikleştirdi. “Kolay olduğunu iddia etmedim. Kaba kuvvete gerek yok.” Derken Lala’ya karşı ne kadar büyük bir kin beslediğini ölçmeye çalıştım.
Lala ise sinirine dokunan şeyle güldü. “Güzel dil yılanı deliğinden falan çıkartmaz. İnsanlara gidip de bunu tanıyor musun, şu sen misin diyemezsin.” Sesi, bir şeyi öğretmeyi amaçlar nitelikteydi. “Eğer senin yüzüne söylemedikleri şeyleri arkandan söylüyorlarsa siker atarsın.” Tuğkan’ın arkadaş grubuna tam olarak bir Günlük Hayat Küfürsüz Yaşam dersleri verilmesi gerekiyordu ki buna çok ihtiyaçları vardı hepsinin.
“Çok açıklayıcı oldu.” Merve bozguna uğramış bir sesle konuşsa dahi başı hala dikti. “Ama benim önerim Mustafa hocaya şikayet etmek.”
“Çocuk muyuz biz?” Lala’nın ters ve sert sesi ile Merve onu takmadan bize döndü. “Kendi işimi kendimiz hallederiz.” Ona arka çıkması için Tuğkan’a bir bakış atsa bile Tuğkan gülerek karşılık verdi sadece.
“Topu size attık. Sizde o iş.” Gerçekten bu kadar kayıtsız ve sakin olması şaşırtıcıydı. Ben bile öyle değildim.
Merve benden izin almak ister gibi baktığında omuz silktim. “Bilemiyorum. Söylesek iyi olur mu ki?” Derken bakışlarım hepsinde gezindi. “Mustafa hocaya söylersen en büyüğü hesap kapanır.”
“Sapık gibi fotoğraflarınızı çektiler, tabi ki kimin onu attığını bulacağız.” Merve’nin cidden böyle mi düşünüyorsunuz dercesine olan sesi ile Lala kollarını göğsünde birleştirip Merve’nin karşısına geçerek ona biraz eğildi.
“Farkında değilsen sana gerçekliği sunayım yardımcı. Bu işi, öğretmenle veya başka bir şeyle değil ben çözeceğim.” Derken sesinde ki en kararlı olan tonu duyabiliyordum.
Merve ise ona biraz daha yaklaşmış ve sinirle konuşmuştu. “Çöz o zaman.”
Lala birkaç saniye ona baktıktan sonra biraz geriye çekilerek Tuğkan’a çevirdi gözlerini. “Hesabı çalıyorum. Bu konuda netiz.” Sesi ne bir öneri bekleyen ne de bir uyarıda bulunmamıza izin vermeyen bir tondaydı. Sadece emir içerikli ve kendine güvenerek bunu söylemişti. “Yardımcıya gelince,” Gözlerini tekrar Merve’ye çevirdiğinde birkaç saniye bekledi. “Aklından Mustafa hocaya söylemek bile geçmesin.”
“Bana emir verme.”
“Verdirme.”
Lala’nın sert sesi kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırmama neden olurken Merve ise kaşlarını çatmıştı. Ben ise bu konuşmadan sıkılmış bir şekilde oflarken Merve’nin telefonuna gelen bildirim sesiyle Merve telefonunu çıkarttı.
“Çok gergin bir ortam oluştu sanki.” Tuğkan’ın olayları hala tiye aldığını fark etmek bile sinir bozucuyken gözlerim Lala ve Merve üzerinde gezindi. Merve kaşlarını çatmış elinde yazan şeyi okurken Lala ise Tuğkan’a döndü.
“Gidiyorum ben. Kimmiş, neymiş her şeyi öğrenirim.” Lala arkasını dönüp Merve’nin yanından geçip gidecekken Merve bir anda onun kolundan tutarak durmasını sağladı.
“Gitmene gerek yok.” Derken gözlerini telefondan ayırıp Lala’ya baktı. Lala ise ne olduğunu anlamaz bir şekilde Merve’yi izlediğinde Merve’nin gözleri bu defa bize döndü.
“Bir itiraf daha geldi.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |