18. Bölüm

16. Bölüm

naz
deusnaz

10 Yıl Önce…

Yazar Anlatımıyla…

Bir kedi varmış,

Yüze kadar sayarmış,

Sıfırını atmış, on kalmış.

Bir

İki

Üç…

“Öldüreyim mi lan seni!” Küçük salonun her tarafında yankılanan yüksek sesle birlikte, dizleri üzerine çökmüş olan Parla yerinden sıçrayarak korkuyla gözlerini araladı. Elinde, kendinden bir parçaya aitmiş gibi sıkıca kavrayıp göğsüne bastırdığı küçük tavşanını tek güven noktası oymuş gibi gördü. Gözlerinden akan yaşlar, yanaklarına izler bırakarak ilerliyordu.

Karşında gördüğü manzara, kabuslarının bir kısmını andırıyor gibiydi. Annesini pek göremese bile yerden kesilmiş ayaklarıyla, babası Ali Rıza tarafından duvara sabitlendiğini gördü. Elinde ki oyuncağı daha da sıktı. Gerçi, pek de gücü var sayılmazdı. Elleri uyuşmuş, doğru düzgün bir şeyi tutacak gibi değildi. “Gebermek mi istiyorsun elimde!” Boğazını ağrıtacak kadar yüksek bir sesle bağırdı Ali Rıza.

Öfkesi, gözünü bürümüş, aklı bulanmıştı. “Yo..” Parla, arkasına saklandığı kolondan biraz öne çıkarak annesinin yüzünü görmeye çalıştı. Gördüğünde ise dudaklarını daha sıkı birbirine bastırmak zorunda kaldı. Kendine ağır gelen kalbi, deli gibi atıyordu. Annesi Ayfer’in yüzünde yer edinmiş ve her zaman kendini belli eden yaralara bir yenisi daha eklenmişti.

Sağ gözünün tamamına yer edinmiş olan bir kızarıklık, daha sonrasında moraracağına dair bir işaretti. Gözüne oturmuş olan kanlar, gözlerini korkutucu gösteriyordu. Yanaklarından akıp giden yaşlar, değdiği yeri yakıyor, dudağının kenarında ki kanla karışarak boynunu sıkan kocasının ellerine akıyordu.

Yapma demek istedi Parla. Yapma baba, canını acıtma annemin.

“Paralar nerede! Yine nereye sakladın lan? Elimde geberip gideceksin yakında Ayfer!” Ali Rıza’nın üstünde bulunan beyaz gömleğin arka kısmında yırtıklar, hatta çamur ve kan izleri bulunuyordu. Burnundan akan kan kurumuş olsa bile yüzünde yeri hala duruyordu. “Benim elimde ölmezsen o adamlar gebertir zaten seni!” Sık sık aldığı nefesler, boynuna sarıldığı kadının yüzüne çarpıyordu.

Annesi ile göz göze gelen Parla gözyaşlarını artık daha fazla bastıramadı. Dudakları üzerine bir elini batırıp kolona yasladı kafasını. Hıçkırıklarını babası Ali Rıza’ya duyurmak istemedi. Parla korkardı babasından. Hem de öyle bir korkardı ki, içinde ki kahramanın ölümü bile ağlatmıştı onu.

“Bi-bitti.” Zorlukla soludu Ayfer. Gözlerini alamadığı kızı Parla’nın gördüğü manzara yüzünden görüşü bulanıklaştı. Kızına böyle bir geçmiş bırakacak olması, kalbinde bir yerlerde vicdan azabına yol açtı. “Kız..” Bedeni öylesine ağrıyla baş başa kalmıştı ki, saçlarından çekiştiren kocasının ellerinde hala saç tutamlarının olabileceğini düşündü. “Korkuyor.”

Parla, göğsüne, kalbine yakın bir yere bastırdı tavşanını. Kalbi öyle atıyordu ki, babasının bunu duyup ona da aynı annesi gibi vuracağını düşündü.

Bir kedi varmış,

Yüze kadar sayarmış…

İçinden, sürekli tekrar ettiği ve bir türlü ardı arkasını kesemediği o tekerlemeyi tekrarladı. Babası, bir anda eve gelip her yeri dağıtıp annesini dövmeden önce, annesi ile oynadığı oyundan kalma bir tekerlemeydi bu. Annesi daha yarım saat kadar önce öğretmişti.

Ali Rıza, kızını severdi. Daha doğrusu, sevdiğini düşünürdü fakat her yaptığı hatadan dolayı Parla’ya olan sevgisi, yavaş yavaş yok oluyordu. Ayfer’e benziyordu o da. Duygusaldı ve durmadan ağlıyordu. Ali bunu sevmezdi fakat içinde hala bir yerlerde Parla’yı sevdiğini hala düşünüyordu.

“Parla..” Yeni fark ettiği gerçeklik ile karısının boğazına sardığı ellerini bir anda geri çekti Ali Rıza. Ayakları önüne yığılan karısı Ayfer’i bir an olsun umursamadı. Boğazını tutarak, sessizce ağlayan kadın, nefes almakta güçlük çekiyor, dudaklarını hareket dahi ettiremiyordu. “Kızım…”

Parla, kolona daha da yaslanıp hızlıca ellerinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Titreyen bedeninin titrememesini dilese bile bunu başaramadı. Babası gözyaşlarını sevmezdi.

Ağlayanları ve ağıt yakanları sevmezdi.

Geçmişinde sevdiği, uğruna günlerde yolunu gözlediği babası, ona olan sevgi ve saygısını yitirmiş gibi görünüyordu. Ona vuracak mıydı? Yapmadığı şey değildi oysa. İçtiği uyuşturucular, kendi ailesini, kendi kızını bile yabancılaştırıyordu ona. Kendini öldürüyor ama yanında karısı ve kızını da sürüklüyordu. Sattığı mallar, evden götürdüğü paralarla günlerce aç kalan kızı aklına bir kez olsun gelmiyordu.

Annesi Ayfer, çoğu zaman mahallede ki komşulardan borç para almaya çalışır, her fırsatta geri ödeyeceğini söylese dahi eline asla o fırsat geçmezdi. Kızı Parla, aç kalmasın, en azından okula giderken çantasında bir kuru ekmek olsun diye çabalardı. Kendinden kısar, kızı için her şeyi feda ederdi.

Ali Rıza’nın uyuşmuş parmak boğumları, buz kesmişti. Arkasını dönüp, yakıp yıktığı, gerisinde bir evden uzak o buz gibi oda içinde küçük kızını aradı. Gözleri ilk başta koltuklar üzerinde gezindi, kızı Parla’yı göremeyince birkaç adım attı salon girişine. Elini, eski tahta kapının kirişine yaslayarak soluklandı. “Parla’m.” Kızarmış ve yanmış olan gözleri, etrafta kızını aramayı sürdürdüğünde küçük kızı ardına saklandığı kolondan çıkarak titreyen bacaklarını gizlemeye çalıştı.

“Baba,” Titreyen sesi, bir güvercinin kanatları gibi pır pır atan kalbi ve korkudan yüreğine çöken bir ağırlık ile babasının karşısına çıktı. Eğer babası onu görmemiş olsaydı, bu defa tekrar sinirlenirdi. Belki Parla’yı da döverdi. Zoraki bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Gülümse, baban hala bir kahraman.

Babanı hala seviyorsun.

Sadece biraz, biraz kızdı o kadar.

Salonda ki hışırtılı nefes alış ve veriş sesleri Ali Rıza’dan yükselirken omuzlarından kalkan ağırlık ile dizleri üzerine çökerek Parla’ya kollarını açtı. Parla’nın yapması gereken tek şey, babasına sarılmaktı. Titreyen ve düşmek isteyen bacaklarına inat koşarak babasına güçlü bir şekilde sarıldı. Sarıldım dedi kendi kendine. Sarılabiliyorsam hala seviyorum.

Kızının, ipek saçlarından öpüp kokusunu içine çekti Ali Rıza. O Ayfer gibi değil diye düşündü. O senden parça, zarar verme ona. “Mis kokulum benim.” Ali Rıza kendini daha fazla tutamayıp yere oturduğunda Parla’nın gözleri, arka duvarın dibinde, kendini duvara yaslamış ve kafasını omzu üzerine düşürerek onları izleyen annesi üstündeydi. Gözyaşları tekrar ortaya çıktığında boğazında bir şeyin kaldığını düşünüp babasının kirli gömleğini avucu içinde sıktı. Dudaklarını da omzuna bastırmış, hıçkırıklarını engellemek istemişti. “Baba seni seviyor.”

Baba beni seviyor.

Baba.

Bu kez babacığım değil Parla. Bu kez sadece baba.

Annesi Ayfer, gözlerinden akan yaşları gizleme gereği duymadan, yüzünü yakıp giden, gerisinde sadece bir iz bırakan yaşları umursamadı. Gözleri sadece kızı Parla üzerindeydi. Eğer Ali Rıza ona vurmaya kalkarsa nasıl durdurur diye düşündü, bulanan zihnine rağmen. Kararın gözlerine ve uyuşan bedenine rağmen. Ona zarar verirse nasıl durdururum onu dedi içinden.

“Ağlıyor musun sen?” Ali Rıza’nın, şaşırmış sesi Parla’ya ulaştığında korku daha da içinde kabardı. Bütün damarlarında hissettiği acı, bu kollarda çoğaldı. Oysa, kendisine kahraman bildiği babası en çok acımasızlığı yapan kişiydi. “Bak bakayım babaya.” Parla’nın omuzlarından tutarak onu kendinden uzaklaştırdığında kızını izledi. Gözlerinden boşalırcasına akan yaşlar kaşlarını çatmasına neden oldu. “Korkuttum mu seni?” Az önce karısına yaptıklarını hatırlayınca kaşlarını daha da çattı. Tabi ki kızını korkutmuştu.

Korkuyla, içinde ki acıyı gizlemek isteyen Parla, kafasını iki yana salladı. Ardı arkası kesilmez bir sallamaydı. Kısa saçları yüzüne çarpıyor, çarpan yere acı bırakıyordu. Ali Rıza uzanarak Parla’nın yanağına dokundu. Elleri öylesine soğuk ve bunaltıcıydı ki, Parla ilk kez babası ona dokunmasın istedi. Ona dokunmasın ve bu evden gitsin.

Bu his çok yabancıydı.

Günlerce, haftalarca babasının eve gelmesini dört gözle bekleyen kız, şimdi babası evden gitsin ve bir daha geri gelmesin istiyordu. “Korktun mu? Özür dilerim.” Ali Rıza, ağırlaşan gözkapaklarına rağmen gözlerini ayırmadı kızından ve birden düşündü. Belki dedi, belki Parla, paranın yerini biliyordur. “Annen sadece sinirlendirdi beni.” Kızının saçlarını dokunup okşadığında gerisinde kötü bir enerji bıraktı.

“Ben..” Cılız ve kısık sesi öylesine hüsran doluydu ki, gözlerinin dolmasını engellemek istiyordu. Ağlamak sadece acı verici. Baba ona bunu söylemişti. “Kızdın mı ki sen bana?” Beni de dövecek misin demek oluyordu küçük zihninde. İçinde ki korku, babasına bu kadar yakın durunca daha da artıyor, titreyen bacaklarını daha da berbat bir şekilde titremesine neden oluyordu.

Kızının saçlarını okşamayı bırakıp bir süre gözlerine baktı. Parla’ya nasıl kızardı? İçinden düşündü; ben kızıma nasıl kızarım? Nasıl olur da onun canını Ayfer gibi acıtırım? “Hayır.” Dedi net bir şekilde. Gözyaşları sinirini bozsa da sakin kaldı. Kızmamıştı, sadece merak ediyordu, o kadar mı korktu benden? “Annen yapmaması gereken bir şey yaptı sadece.” Bana o parayı vermedi demek istese bile küçük bir kıza bunu anlatmanın ne kadar zor olacağını düşünüp bu düşünceleri yuttu.

Fakat Parla hala düşünüyordu. Annesi ne yapmıştı ki? Yaptığı tek şey, tüm gün boyunca oturup Parla ile oyun oynamaya çalışmak ve evi toplamaktı. Annesi bir hata yapmamıştı ve bunu anladığında içinde ki küçük çocuk yalanlara alışmaya başladı.

Geçmişine bir fener tuttuğunda gördüğü manzara sadece babasının söylediği sözler ve gitti günlerle doluydu. Arkasına dahi bir kez olsun dönüp bakmayan adamın geleceğini umut ederek, günlerde o pencerenin dibinde yatmıştı. Yağmurun yağdığı günler ilk babasını düşünmüş, nerede olduğunu merak etmişti. Parla, kendinden ve annesinden bile önce tutmuştu babasını. Fakat tekrar geçmişe dönüp baktığında babasının annesi ve ona nasıl vurduğunu hatırlıyordu. Nasıl acımasız olduğunu, nasıl bir canavara dönüştüğünü hatırlıyordu. Bu garipti, çünkü Parla babasına aşık bir çocuktu.

Ona, adını babası vermiş ve geleceklerine umut ışığı olması için doğru yolda ilerleyeceğini düşünmüştü. Eskiden kalma, kızına olan sevgisi yavaş yavaş yok olsa bile bunun hissini pek kendinde göremiyordu. Gördüğü tek şey uyuşturucuydu.

O ilaç, sadece ağrılarını dindiriyordu. Ağrıyan uvuzlarını gevşetiyor, bulanan aklını yerine getiriyordu. Onun istediği şey dövmek ve vurmak değildi. Onun istediği şey o uyuşturucunun onu iyileştirmesiydi fakat bunu yerine getirebilmek için de parası olması gerekiyordu.

“Korkma. Baba sana vurmayacak.” Baba. Sadece bir sıfattan ibaretti o andan sonra. Sadece bir kelime. Dönüşü olmayan o yolda ilerleyen Ali Rıza, her şeyden habersizdi. Kızı için hala bir kahraman olduğunu düşünüyordu. Hangi kahraman insanı acıya boğabilirdi?

İnsanlar, özellikle Ali Rıza acıya boğmuştu Parla’yı.

Kendi babasından korkan biri, nasıl olur da başka bir adama güvenebilirdi?

Güvenin kolları olan o beden, nasıl olurda ona sırt dönebilirdi? Her şeyin bir sonu varken, bu sonu ne diye babalar getirirdi? Geçmişinden güzel anılara bakmak yerine, hiçliğin ortasına düşmek en büyük acı değil miydi?

Parla, ona artık yabancı gelen adama tebessüm etti. Karşısında ki adamın babası olacak kadar iyi bir kalbe sahip olmadığını biliyordu. İnsanın canını acıtan biri, başkasına ev olabilir miydi?

Parla o gün evinin olmadığını öğrendi.

Şayet, içinde bulunduğu dört duvar, evden çok uzak ve bir buz gibi soğuktu. Parmakları uzanıp, hala kendi babasını arayan, içinde ki küçücük bir umut kırıntısını dahi değerlendirmek isteyen bir çocuğa aitti. Titreyen elleri, korkudan kasılan midesi ile bacaklarını birbirine bastırdı. “Baba,” İçten değil, bir duvara söyler gibi söyledi. “Baba vurmaz bana.” Baba bana dokunmaz. Canımı acıtmaz.

Ali Rıza, kızının içinde ki kendini öldürdüğünden bihaber olarak uzattığı parmaklarını tutup avuç içini öptü. Samimi bir davranış değildi. Sadece kızın gözlerinde ki korku ve endişeyi örtbas etme çabası güdüyordu. “Vurmam tabii.” Kızının yüzüne uzanıp gerisinde iz bırakan gözyaşı yolunu sildi. “Benim kızım hata yapmaz.” Sen mi yaparsın? Demek istedi Parla. Ya da annem mi hata yapar diye düşündü fakat bu düşüncesini, geride kalan bir çok cevapsız soru arasına attı. “Sen peki,” Ali Rıza umutla sordu.

Birkaç saat önce, bulamadığı para ve satamadığı uyuşturucular yüzünden oldukça sert darbeler yemiş, yerde tekmelenmişti. Gücünü kendini korumakta bile kullanmazken kendi karısı üzerinde kullanmıştı. Karşılıksız bir savaşı kazanmak kolaydı elbet.

“Sen, annenin sakladığı paraların nerede olduğunu biliyor musun?” Bilmesi gerekiyordu. Gerçekten biliyor olması gerekiyordu, yoksa nasıl olur da o şeyden mahrum kalabilirdi?

Parla vücudunu saran ürperti ile tüyleri diken diken oldu. Para. Önemli bir kağıt parçasıydı. “Para yok ki.” Diye omuz silkti bir elinde tuttuğu tavşanını daha da sıkı tutarken. Annesine para bile vermemişti haftalardır. Evde yiyecek bir ekmek bile yoktu.

Ali Rıza aldığı yanıttan pek hoşnutsuz, kafasını önüne eğdi. Sabrının sınandığını, içinde biriken öfkenin omzuna yüklenmesi ile anlamıştı. “Emin misin?” Sesi, aynı Ayfer ile konuşurken ki gibi düz ve sertti. Parla’ya gösterdiği tarafının yok olması ile Parla’nın içinde büyüyen korku daha da artmıştı. “Anneni hiç para saklarken görmedin mi?”

Parla kafasını yavaşça iki yana sallarken geride kalan annesine baktı. Kadın yerinde güç bela doğrulmaya çalışmış ve kafasını arkasında ki duvara yaslanmıştı. “Görmedim ama bende..” Söyleyip söylememek arasında kararsız kalsa dahi Ali Rıza’nın aklına düşen umut ışığı ile Parla’nın omzundan tuttu.

“Sende var mı?” Küçük bir kızda paranın işini anlamasa bile umursamadı. Tek istediği şey parayı almak ve gidip sakinleşmekti. “Ne kadarın var peki?”

Parla omuz silkti. Her ne kadar üçüncü sınıf olsa dahi para saymak konusundan pek beceriksizdi. “Üç yüz?” Diye attı kafasından. Bir kumbarası bile yoktu. İçine atıp biriktireceği bir para bile bulamıyordu. “Bilmiyorum ki, saymadım hiç.” Bir ekmek parası ile etmezdi belki.

Oradan, buradan bulduğu on kuruşları, belki de beş kuruşların birikiminden söz etti. Eğer baba onları rahat bırakacaksa onları da alsındı. Hiç umurunda değildi. “Git getir onu bana. Hadi, koş.” Babası, Parla’ya teşvik verircesine koluna dokunduğunda Parla hızla denileni yaptı ve koridorda ki annesinin bedenine bakarak koşup hemen girişte ki anahtarlığa asılı olan beyaz, ince poşeti alıp tekrar babasına doğru gitti. İçinde ki paraları yere döktüğünde adamın gözleri beş ve on kuruşlar üzerinde gezindiğinde sinirle bir soluk verdi.

“Bunlar yeter mi?” Parla umut dolu bir bakış attı babasına fakat gördüğü manzara ile gözlerinde ki umut hemen yok oldu. Babasının sıkılmış ve sinirli halini görünce korkuyla ellerini önünde birleştirdi. “Başka yok.. Çok var aslında…” Ellerini, önünde ki kuruşların üzerinde gezdirdi fakat almak istediği tepkiden çok uzak bir şekilde Ali Rıza oturduğu yerden kalkıp ona bir şey söylemeden arkasını dönüp koridora ilerledi. Parla korkuyla gözlerini iyice araladığında babasının annesine bir şey yapacağından korkmuş olsa bile Ali Rıza, yerde yatan karısını dahi umursamayıp dış kapıya ilerledi ve ardından kapı açılıp, kapanma sesi geldi.

Yine ardına bile bakmamış, gerisinde ne kadar acı bıraktığının farkında olmadan önüne bakmıştı. Ne acıydı ki, Parla’yı derinden etkileyen bir yara daha bırakmıştı.

Yok sayılmak.

******

Şimdi ki zaman…

Parla Yıldızlı’nın Anlatımıyla…

“Senin yaranın derinliği ne?”

Aklımda kurcalanan, geçmişimden bir iz olarak kalan anılar bir anda gözümün önüne gelmiş, beni eski zamanların içine çekmişti. Zihnimin gerisinde kalan daha ne kadar anı vardı bilmiyordum ama bu anının, bir anda hatırlanması benim açımdan hoş bir şey değildi.

Yüzümde hissettiğim soğuk elin hareketliliği, beni içine çeken düşüncelerden ayırmış ve Tuğkan’ın düşünceli gözlerine bakmaya itmişti. Gözlerinde, gerçekten onun gibi geçmişimin karanlık bir tarafı olduğunu bilen bir ifade yatıyordu fakat içimde büyüyen acınası duygu garip bir şekilde beni, ona bu gerçekliği sunmamam adına itiyordu.

“Ben,” Sözleri, bir an için toparlamak ve onun bana kendi geçmişini sunduğu gibi ona kendi geçmişimi sunmak istedim. Soğuk rüzgar, ikimiz arasına girdiğinde gözlerimden akan yaşlı yola büyük bir soğukluk gönderdi. “Bilmemiyorum..” Kelimeleri seçme konusunda çok da başarılı olmadığımı fark ettiğimde kendime lanetler ettim.

Gözleri hala üzerimdeyken, güven vermek adına, buz gibi ellerini dalgalanan sarı saçlarımda gezdirdi. “Yaran var.” Diye kısık bir sesle soludu. O da biliyordu. İçimi ona açamamak kendimi kötü hissettirse dahi nefesimi tuttum. “Geçmişin, seni korkutuyor mu?”

Evet. Demek isterdim. Evet korkutuyor. Hatta öyle bir korkutuyor ki onları anmak bile istemiyorum. “Herkesin korkacağı bir geçmişi yok mu?” Ona karşıt sorum ile yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Ardına gizlediği duyguları göremedim belki ama yorgun bir gülümsemeyi tanırdım. Tuğkan yorulmuştu. “Senin gibi güçlü bir kişiliğin altında yatar geçmiş, seni korkutmuyor mu Tuğkan?”

Kalbim göğüs kafesimi parçalamak ister gibi atmaya devam ederken kuruyan dudaklarımı birbirine bastırma ihtiyacı güttüm fakat bunu yapmadım. “Büyüdüğün zaman bir şeylerden korkmayı bırakırsın.” Sesi, anlayışlı ve bana her zaman ki gibi nazikti. Parmağı yanağımı okşarken, sanki vücudumda toplanan gerginliği dağıtmaya çalışıyordu. “Ama haklısın, hala babamdan korkuyorum.” Sesi sonlara doğru kısılmış, bundan utanıyormuş gibi kafasını önüne eğmişti. “Senin geçmişin her nasılsa, yargılanmaktan korkma Parla.”

“Sarı.” Diye anlık bir gafletle sözünü kestim. Kafasını biraz kaldırıp beni daha iyi görmek adına yüzüme bir kez daha baktı. O, bana her adımla seslendiğinde bütün vücudum geriliyordu ve bu en son istediğim şeydi. “Bana Parla deme.” Gözlerinde, benim içimi görmek ister gibi bir ifade yatıyordu. “Bir şeyi alıştırıp sonra bir anda bırakamazsın.”

Sözlerim bir anlık kaşlarını kaldırmasına sebep olmuştu. Benden, böylesine bir anda, böylesine bir tepki beklemediği çok açıktı. “Bu kadar benimsemen..” Sesinde ki yorgun ifadeye rağmen keyif alan bir tını içimi rahatlattı. O kadar gerilimden ve duygusal bir andan sonra kendisine gelmesi, daha doğrusu bana bu gerginliğini çok yansıtmak istememesi içimi ısıttı.

“Beklenmedik mi?” Tekrar sözünü kestiğimde güldüm. “Biliyorum ama sanki benim isimi söylediğin zaman bir şey olacak gibi. Beni huzursuzluğa itiyor..” Elini montun içine doğru uzatıp belimden kavradığında biraz daha kendine çekti beni. Ona yaklaşmanın verdiği rahatlıkla kafamı omzuna yaslarken burnuma gelen sigara ile karışık koku ağırdı. “Diğerleri ne derse desin umurumda değil, sadece sen Sarı de yeter.”

Dizimin üzerine bıraktığım ve oynadığım ellerimin bir tekini soğuk eli içine almış ve dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bırakmıştı. “Bundan iki ay kadar öncesine bir bakıyorum da,” Sesi artık yorgunluktan ve stresten çok uzaktı. “Benden nefret ettiğini söyler dururdun.”

“Çok gıcıktın.” İtirafım ile histerik bir kahkaha attı. “Ciddiyim. Her yerde karşıma çıkar, ne dersem bir şey bulurdun.. Gerçi, şu an için de pek farkı yok ama, o zaman çok sinir bozucuydu.” Belime sarılı parmağı, kumaşın üstünden belimi okşarken şu soğuk havaya rağmen sıcacık hissettiriyordu.

Havaya bir nefes vermiş ve, “Sana gıcıklık yapmaya devam ettim. Yetmedi itiraf bokunu çıkarttım ve şu an yanımdasın.” Cümlesi arasından özenle seçtiğim kelimeler ile kafam karışmış ve kaşlarımı çatarak omzundan kafamı kaldırmıştım.

“Bekle, itiraf bokunu çıkarttım derken? İlk itirafa düştüğümüz zaman?” Dudaklarım şoke olmuş bir şekilde aralandığında o ise sırıtıyor hatta keyif alıyordu. “Sakın bana o işin senin başının altından çıktığını söyleme Tuğkan!” Fakat o halinden oldukça memnun ve rahat tavrına devam ediyordu.

“Ne? Benle konuşman için bir sebep bulmalıydım. İtiraf gayet mantıklıydı ve bana kalırsa çokta güzel bir şekilde ilerledik.” Sonda bana göz kırptığında bedenime yüklenen sinirle omzuna sertçe vurdum. “Ah şu yetersiz çabalar…” Dalga geçer gibi iç çektiği sırada daha sert vurmuş ve yerinde sarsılmasına neden olmuştum. “Bu biraz acıttı.”

“Şaka gibisin!” Bütün her şeyi bile isteye planlamış ve yapmıştı. Ben ise boş boşuna didinmiş, onlarca insanla uğraşmıştım ve şimdi karşıma pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. “Gülme! Komik mi bu? Bir de söylüyorsun ben yaptım diye!”

Kahkahalarına bir ara verip biraz daha bana yaklaştığında kafasını beni daha iyi görmek adına eğdi. “İlişkimiz yalan üzerine kurulu olmamalı. İlk itirafı ben yaptım, gerisi sende.”

“Çok beklersin!” Hiddetle ayağa kalkmaya yeltendiğimde o buna izin vermemiş ve belimden daha sıkı kavramıştı. “Senin yüzünden, başımıza gelmeyen kalmadı. Okula yıllık dedikodu verdin Tuğkan, inanamıyorum sana.” Öfkeyle yüzüne baktığımda yüzünü buruşturdu. “Bir de yüzünü mü buruşturuyorsun bana?”

“Çok bağırıyorsun ama.” Elini uzatıp yüzüme düşen saçları kulağımın arkasına sıkıştırırken gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi. “Farkında mısın bilmem ama, o itirafları atmasaydım şu an mükemmel ötesi ve herkese örnek bir sevgili olamayacaktık Sarı.” Sonrasında montumun kapüşonunu bir anda kafama geçirdiğinde sırıtması genişledi. “İlk adımı sen atacaksan üzülürdüm bak.”

“Komik misin sen?” Sabır dilercesine güldüğümde o da bundan hoşnut bir şekilde beni kendine çekip sarılmıştı. “Kötü şeylere de vesile oldu bu durum, hatırlatırım.” Göğsüne bastırdığı bedenimle boğuk bir şekilde konuştum.

“Öyle mi? Ne gibi?”

“Lisansın yandı.” Direkt konuya girdiğimde pek de önemsediği bir şey değil gibiydi.

“Yani? Ne anlama geliyor bu?” Şaka yapıyor olmasını diledim.

Ellerimi göğsüne koyarak ondan biraz uzaklaştığımda tek kaşımı biçimli bir şekilde kaldırdım. “Farkında mısın bilmem ama kariyerin bitti Tuğkan.” Bunu söylemekte her seferinde nefret etsem dahi bunu kabullenemiyordum. “Bugün konuşmuştunuz zaten o konuyu. Ne oldu?” Tekrar modumu düşürecek bir şey bulduğum için tebrik ediyordum kendimi. Bravo Parla Yıldızlı. Bu yolda, emin adımlarla yürümeye devam et.

Tuğkan sıkıntılı bir nefes verip kafasını sağ omzuna doğru yatırdı. “Hasan piçi şikayet etmedi fakat disiplin işlendiği için, araya okul da dahil oluyor.”

“Senin lisansının olduğunu bildikleri halde disiplin mi verdiler?” Siktir, Mustafa iki yakan bir araya gelmesin senin.

O ise omuz silkmiş ve sıkıldığı bu konudan hemen konuşmayı bırakmak ister gibi hızlı bir yanıt sunmuştu. “Hasan disiplin aldı ama olayda benim de adım geçtiği için…” Eliyle şakaklarını ovduğunda daha başka bir olay olduğunu anladım.

“Doğruyu söyle.” Emrettim.

“Doğruyu söylüyorum.” Gözlerini kısarak bana baktığında hala tehdit edici bakışlarımı fark etmiş gibi bir küfür savurdu. “Hassiktir ya, babam yaptı!” Öfkeyle soluduğu sırada dudaklarım şaşkınlıkla açıldı.

Yok artık, o kadar da değil dedikçe o kadarının bile daha fazlasını yapıyordu adam.

“Ne yaptı,” Dedim şaşkınlıkla bileğinden tutarken üstümde ki o şaşkınlığı bir türlü atacağımı da düşünmüyordum. “Lisansını mı yaktı?”

Gözleri bir süre üzerimde, bu durumdan bana bahsettiği için kendine lanet eder bir tonda kısıldı. “Buna sevineceksin biliyorum.” İçime umut kıvılcımları ekilirken o ise hiç de memnun görünmüyordu. “Aslında, sana daha sonra söylemeyi düşünüyorum ama,” Gözlerini bana çevirdiğinde birkaç saniye yüzüme bakıp gözlerini kapattı. “Sikeyim öyle bir bakıyorsun ki dayanamıyorum.” Ne?

Gözlerim bir süre yüzünde öylece gezindiğinde elimi uzatıp yanağına batırarak bana bakmasına zorladım. “Sakalayacak ne var? Lisans, geri mi aldın yoksa?” Umut, bütün bedenime dolduğunda bir süre öylece yüzüme bakıp dudağının bir kenarı kıvrıldığında heyecanla dudaklarımda buluşturdum ellerimi. “Ciddi misin!” Sanki bütün sorunlarım bir anda yok olmuş gibi heyecanla boynuna atladığımda kalbimin deli gibi atıyor olması normaldi.

“Boynumu kıracaksın.” Tuğkan, düşmemem için beni sıkıca tuttuğunda hala nasıl bu kadar rahat olduğunu sorguluyordum. Sanki benim lisansım geri alınmış gibi o kadar mutluydum ki.

“Nasıl söylemeyi düşünmezsin bana!” Yüzümde büyük bir gülümseme olsa dahi ona karşı sinirli çıkan sesimle birlikte gülmeye başladı. “Gülme! Ya da gül, gülebilirsin.” O kadar mutlu ve rahatlamışlık hissi ile dolup taşmıştım ki, Tuğkan’dan uzaklaştığımda buz kesmiş yüzünü avuçlarım arasına hapsettim. “Tuğkan, ne kadar mutlu olduğumu tahmin bile edemezsin.” Kalbim bu kez mutluluktan böyle delicesine atıyordu. Hissedebiliyordum.

“Biliyorum.” Onun da keyfi yerine gelmiş gibi belime daha sıkı sarıldı. “Çok zor olmadı.”

“Ne zaman hallettiniz?” Baş parmağım, onun yanağı üzerinde, yeni tıraş olmuş ve pürüzsüz cildinde gezindi. “Bugün, baban geldiğinde mi?” O adamı her ne kadar sevmesem dahi, eğer böyle bir şeyi yapmışsa onun için dua bile edebilirdim.

Tuğkan ise gözlerini kaçırmış ve bundan memnun olmadığını açıkça belli etmişti. Babası bunu yapmış ve Tuğkan bundan büyük bir rahatsızlık duymuştu. İçinde her ne kadar bu duruma sevinse bile, bir yandan da babasına muhtaç olduğunu düşündüğünü biliyordum.

Tuğkan böyleydi işte. Kimsenin eline muhtaç olmayı istemezdi. Özellikle konu babasıysa, bundan nefret ediyordu. Gözlerinde ki o nefretin her santimini görebiliyordum çünkü benzer bir geçmişe ve olaylara sahiptik. “Bundan rahatsız olmanı anlıyorum.” Anlayışlı sesimle birlikte sıcak nefesim onun yüzüne çarptı fakat dönüp bana bakmadı. “Ama bu bütün hayatını geri aldığını gösteriyor Tuğkan. Farkında mısın?” Gözleri, son sözlerim ile birlikte bana döndüğünde yüzünde görmeye yabancı olduğum bir ifade vardı. Kaygı.

Derin bir nefes verip kafasını göğüs kafesime yasladı. “Ona muhtaç olmamı seviyor. Yine bütün yollarım ona çıkıyor.” Bundan nefret eden bir ses tonuna sahip olması ile ellerimi kısa saçlarında gezdirdim. Ensesinde biten saçlarını parmaklarım arasında küçük küçük çekiştirirken iç çektim. “Beni önemsediğinden değil, sadece anneme verdiği sözle ona muhtaç olduğumu gözüme sokuyor, siktiğimin herifi.” Annesine verdiği söz mü?

Kafamı biraz eğerek ona baktığımda sanki bunu fark etmiş gibi kısık bir sesle konuştu. “Annem, babamın beni o kadar da sevmediğini biliyordu… Gerçi hiç sevmedi, hiçbir zaman. Ama öleceğini biliyordu ve o herifin bana bakmama ihtimalini de düşünüp ona, bana bakması için söz verdirmiş.” Her sözün ardından kaşlarım kaygı ve endişe ile çatılırken Tuğkan ise bu duruma artık oldukça uyum sağlamış gibiydi. “O da bana yaptığı her şeyin sonunda bunu hatırlatıp duruyor. Ona muhtaç olmam için gözünü kırpmadan bacaklarımı bile kesip ellerime verir.” Son cümlesi kanımı donduracak cinsten bir şeyken ensemden bir ürperti tufanı yer edindi.

Ellerimi saçlarının arasına geçirdiğimde nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum. Sadece Tuğkan’ın o adamın elinden kurtulmasını istiyordum. Ona ne yapıyordu, nasıl bir şiddet uyguluyordu, nasıl davranıyordu, bunların hepsini bilmek istiyordum. İçimde ki o yabancı ve karşı konuşamaz bir istek bütün bedenimi ele geçirmiş bir şekilde düşüncelere daldırıyordu beni.

Bunun için o adamla tanışmam mı gerek?

Bu daha da ürperticiydi. O adamı ilk gördüğüm yerde kanım çekilmiş gibi gerilmiştim, bir de karşısına çıkıp onunla tanışarak konuşmak… Aptal değildim. Bunu yapma düşüncem bile deli olduğuma işaret olurdu.

“Öyle söyleme.” Fısıldamak zorunda kaldım. Şakasız, yarım saattir onunla bu buz gibi soğuk havada, dışarıda oturduğumuza inanamıyordum. Eğer annem ve babam evde olsaydı bunu asla gerçekleştiremezdik fakat evde anneannem olduğu için şanslıydım ve bu zamana kadar beni aramamış olması şaşırtıcı bir derecede güzel olduğunu gösteriyordu.

Tuğkan, geçmişinde ki yaralar ile ayakta kalan bir çocuktu. Yarası öyle derin ve gözle görülür cinstendi ki, kendini göçsüz görüyordu. “Olan bu..” Zorlukla duyduğum sesinin yanı sıra derin bir nefes verdi. Kolları, bedenimi öyle bir sarmıştı ki, gideceğimden korkar gibiydi. “Aslında, kızamıyorum da anneme.” İçimde, hala bir yerlerde ukte kalmış çocukluğunu görebiliyordum. Gözlerine bakınca bile içine çekildiğin yara dolu bir geçmiş vardı.

Yaralı, küçük Tuğkan.

Benden uzaklaştığında herhangi bir tepki vermeden yere bakmayı sürdürdü. Onu bu kadar hissiz ve tepkisiz görmek rahatsızca kıpırdanmama neden oldu. “Annene neden kızacaksın ki?” Ellerimi ondan uzaklaştırıp dizlerim üzerinde birleştirdim. O ise boşluğa bakmayı sürdürürken omuz silkti.

“O da benim aciz bir çocuk olduğumu biliyordu. Kendi başıma bir işe yaramadığımı biliyordu.” Aciz. Bu Tuğkan’ın hak etmediği bir kelimeydi. Öyle bir kelime, onun kadar güçlü birisine yakışmıyordu. “Fark etmeden her şeyi berbat eden bendim.”

“Kendine yüklenme.” Her kendi hakkında sarf ettiği kötü sözler, içimde bir şeylerin ezilmesine ya da yüreğimin yangın yerine dönmesine neden oluyordu. Nasıl olur da Tuğkan her şeyin sorumlusu olabilir? Bir çocuk, nasıl olurda herkesin vebalini kaldırabilir? “Küçük bir çocuktun sadece. Hiçbir suçun yoktu.”

Gözlerini, uzun bir aradan sonra bana döndürdüğünde bakışları hala donuktu. Esen rüzgardan birbirine karışmış saçlarına vuran sokak lambası ile gözlerine gölge düşüyor, tam olarak ifadesini seçemiyordum. “On üç yaş sendromunu duydun mu hiç?”

On üç yaş.

Boğazıma uzanan bir el olduğunu düşündüm. O el, beni geçmişe götürürken boğazımı sıkıyor, yaralarımı bana gösteriyordu. On üç yaş. Hatırladın mı baba? “Duydum.” Tok bir sesle kafamı önüme döndürdüğümde kalbimin sanki tetiklenmiş gibi tekrar hızlı atması zorlukla yutkunmama neden oldu. O da mı yaşamıştı? Benim fark edemediğim ama ruhlarımızın birbirine bağlandığı o yer işte buydu.

Aynı yaralara sahip iki kişi birbirilerinin yaralarını sarmak için buradaydı.

“İşte o, on üç yaşta ben annemin hayal kırıklığı oldum.” Sesi, her zamankinden daha anlamlı, daha duygu yüklüydü. Bir şeylerin pişmanlığı ile dolup taştığı o anda kendisinden başka kimse ona yardım edemezdi. Kabullenmek sadece yaraya kabuk bağlar. Tuğkan’ın yarası hala geçmedi. Sadece kabuk bağlamış o yarayı tekrar kanatmak istememişti.

Gözlerimi tekrar ona çevirdiğim de dudakları üstünde ne olduğu belirsiz bir tebessüm yer etti. Alında sakladığı acıları canını acıtsa dahi bunu gizlemeye çalışıyor olması yüreğimi sızlattı. “Sen,” Diyebildim. Kulağımı sıyırıp geçen rüzgarın sesi bile tüylerimi diken diken ediyor, midemin kasılmasına neden oluyordu. “Annenin hayal kırıklığı falan değilsin Tuğkan.”

“Bunu bilemezsin.” Önüne döndüğünde geçmişi, zihninde canlanmış gibiydi. “Onun gözlerinde ki o ifadeyi görmedin Sarı.” Annesi ile geçirmiş olduğu o geçmiş, zihnini alt üst ediyor gibiydi. “Her şeyin sorumlusu bendim onun gözünde.”

Tuğkan’ın annesi ile olan geçmişi nasıldı?

O da mı babası gibi Tuğkan’ı sevmiyordu?

“O gün ne oldu Tuğkan?” Gözleri anlık bir şekilde bana döndüğünde bakışlarında değişen bir şey gördüm. Bir gün vardı ve Tuğkan o gün gerçek manada yaralanmıştı.

“Hangi gün?” Sesi öyle kısık çıktı ki, duymakta zorluk yaşadım.

“Sesinin bu denli kısılmasına neden olacak o gün,” Diye ona yaklaşarak biraz eğildim. Ellerim koluna dokunduğunda, o an bile yarasının kabuğunu soymaya çalıştığım gerçeği ile yüzleştim. O kadar canı acıyordu ki, içine attığı her bir gün yarası daha da büyüyecek korkusu içimi sardı. “söyle bana. İlk yaran neydi senin?”

Havaya titrek bir nefes verdiğinde gözlerini, kendine zaman tanımak için kapattı. Bir elini ensesine atıp, acısını çıkartmak isterce ensesini sıktı. Yüzleşme korkusu, burada onunla benim aramda kalıyordu. İçinde verdiği savaşta umuyordum ki onun için bir umut ışığı olabilirdim. “Yok sayılmak.”

Yok sayılmak.

İşte sevgilim, ikimizin ortak bir yarası daha var.

“Anlat bana.” Onu cesaretlendirmek istedim. İçimde tetiklenen geçmişin izleri, dudaklarımı kemirmeme neden oldu. Göğsümün sıkışmasına sebep bu olsa gerek diye düşündüm. Tuğkan ile benzer yönlerimizin olması göğsümün acımasına neden oluyordu.

Gözlerini tekrar araladığında bakışları tekrar gözlerimle buluştu. Uzun bir süre öylece gözlerime baktı. Belki hissetti aynı geçmişin izlerine sahip olduğumuzu. Ya da, başka bir şey düşündü. Umarım ona acıdığımı düşünmemiştir çünkü içimde ilk kez benimle aynı yaraya sahip birisinin olduğu sevinci vardı.

Bu beni bencil veya başka bir şey yapar mı?

Aynı yaraya sahip olduğum birisini bulduğum için sevinmek, bu küstahça mı?

Dudakları aralandığında hiç aceleci değildi. “Annemin yanında melekten farkı yoktu.” Babasından bahsettiğini anlamak çok da zamanımı almadı. “Birbirlerine o kadar aşıklardı ki,” Sesi, onlara özeniyor gibi çıkmıştı. “onların arasına giren bendim.. Ben yokken ikisi çok güzellerdi. İlk kez annemin bu denli mutlu olduğunu görmüştüm.” Aklına gelen şeyle güldü. “Benim yanımda bile o kadar mutlu değildi.”

Senin yaran aslında ne baban, ne de ben. Senin yaran annen Tuğkan.

Gülümseyen yüzüne zoraki bir şekilde eşlik ettim. İçimde büyüyen bu kaygı, Tuğkan’ın annesi üzerineydi. “Babam, annemin yanında bana hep iyi davranırdır. Annem için katlanıyor gibiydi. Belki, beni gerçekten sevmeye çalıştı ama olmadı.. Kimseyi seni sevsin diye zorlayamazsın. İstersin ve olmaz.” Yumruk yaptığı elini sıkarken omuz silkti. Umursamaz olmaya, bir şeyleri yok saymaya çalıştı ama yapamadı. “Babam beni annem olduğu için seviyor gibi yaptı… Bir gün, annem beni, kendimi korumam için kick boksa yazdırdı. Sadece öğrenmek için gittiğim o yer, bana o evden kaçış kapısı oldu.” Ev olmasa bile sığınacak bir yer. Tanıdık hisler Tuğkan. Çok tanıdık hisler.

“Büyürken hırçınlaşır insan.” Bir çocuğa anlatır gibi tane tane anlattı. Sözlerinin altında yatan anlam sadece onu ilgilendirir gibi hissiz görünmeyi amaçladı fakat anladım. Yara, yarayı tanır. “Babam, her geçen gün biraz daha bana nefret kusmaya başladı. Kendime hakim olamadım, her şeye bazen susamazsın.” Derin bir nefes eşliğinde devam etti. “Bir gün, sokakta kavga ettiğim çocuklardan biri anneme küfür etti. Dayanamadım, pat diye daldım çocuğa.Eve bir geldim, elim yüzüm kanlar içinde.” Gözünün önüne gelen anılar ile tebessüm etti. “Babam da evdeydi.O halimi görünce bir kere de o dövdü. Dayanamadım, yüzüne bağırdım çağırdım.” İlk yarasını buradan almıştı demek. “Anneme küfür ederlerken sussa mıydım dedim. Bir kere daha dövdü.. Yüzüne söyleyecek kadar götüm yoktu o sıralar.” Babasından korktuğunu dile getirmesinin ardından gözlerini kaldırıp gecenin dolunayına baktı.

Gözleri üstüne düşen ayın yansıması ile parlayan gözlerinin altında akmamak için direnen gözyaşları doluydu. “Annem elinden zor aldı. Yaralarımı sarıyordu, dudağım patlamıştı. Sinirle babamdan nefret ettiğimi söyledim. Elimden gelse evden gider bir daha gelmem dedim.” O an dik omuzları pişmanlık ve hüzünle düştü. Aklında yer edinmiş o kısım, içinde ki acıyı gözler önüne serdi.

“O ne dedi?” Gözleri bir yere takıldı. Sanki gözyaşları yanaklarından akıp gitmesin diye ayrı bir çaba veriyordu.

Ellerini arkaya atıp soğuk kaldırıp taşlarına dokundu. Gözleri hala dolunayda iken sıkıntılı bir nefes verdi. “Nankör olduğumu söyledi.” Dudaklarından çıkan sözler ile nefesim kesildi. “Bana bir kuru ekmek verse bile ona şükür etmem gerektiğini söyledi.” Tuğkan’dan o kadar annesini duymuş, annesi hakkında o kadar varsayımlarda bulunmuştum ki, varsayımlarımın hiçbiri bunlar içinde değildi.

Tuğkan acaba bunların farkında olarak ne yapmıştı? Geçmişinde yaşadığı, annesiyle geçirdiği o anlarda neler olmuştu? Annesine bu kadar bağlı olmasının sebebi neydi o denli merak ettim ki, bu merak içimde büyüyerek bir sıkıntıya dönüştü. “O an anladım ki gerçekten onların arasına giren bendim.” Yerinde tekrar doğrulup elinin tersiyle iki gözünü de sildi fakat yüzünden gülümsemesini asla silmedi. “Ama yine de annemin beni sevdiği gerçeği ile bir köşede sessizce bekledim.”

Sevgiye aç bir çocuk, ufacık bir sevgi kırıntısı ile yetinmeyi bilirdi. Bir kelimeye bile bel bağlayabilir, o uğurda yaşayabilirdi. Hayatta sevildiğini bilmek, içinde ki sevgisizliğin yerini doldurmak için bir bahaneydi. Eğer size, sizi sevdiğini hissettiren birisi tarafından görmezden gelinir veya sevginin azaldığını düşünürseniz, o sevgiyi kazanmak için her şeyi yapabilirsiniz.

Sevgisiz yaşamak istemeyen insanlar –özellikle çocuklar- memnun etme çabası peşine çok düşerlerdi. Aynı Tuğkan gibi. Tuğkan, baba sevgisini görmemiş, anladığım kadarı ile de annesinden o denli büyük bir sevgiye sahip olmamıştı. Tuğkan annesini sevebilirdi fakat bana hep anlattığı annesine olan duygusu sadece minnetten ibaretti.

Annesi onu sevdiği için minnet duyuyordu.

Acı gerçek, bedenimde bir pişmanlık uzlaşısına neden oldu. Garipti, Tuğkan’ı şu hayatta karşılık seven birisi olmadığını düşünmek çok garipti. Fakat o hiçbir şeyi umursamıyor, aksine sevildiğini hissettiği yerde kalmak için, kendini bir evde olduğunu düşünmek ona iyi geliyordu.

“Tuğkan,” O an, düşüncesizce konuştum. Ne söyleyebilirdim bilmiyordum fakat içimde ki gerçeklik ile verdiğim savaşta, ona bunu göstermem gerektiği söyleniyordu. Kafasını biraz kaldırıp, göz ucuyla bana baktığında gözlerime dahi bakmaktan çekindiğini sezdim. Sanki ona söyleyeceğim şeyleri tahmin edebiliyormuş gibiydi ve bundan korkuyordu.

Dudaklarımı aralayıp konuşacağım sırada kafasını iki yana sallayarak sözümü kesti. “Söyleyeceğin şeyin ne olduğunu biliyorum ama lütfen,” Öyle bir yerde kesildi ki sesi, gözlerinde ki yalvaran o ifade ile kalbimin binlerce parçaya ayrıldığını düşündüm. “lütfen Parla, sevgisizliğimde beni boğma. Lütfen.”

Sevgi için onurunu hatta gururunu bile ayaklar altına alan kişiydi Tuğkan Demirsoy. Biraz, sadece elinizin tersiyle ittiğiniz sevgi taneleri ile yetinmeyi bilendi. Bunca yıl boyunca sevgisizliğin en dibinde, sevgiye boğulmak için sırasını bekleyen kişiydi.

Dudaklarımı birbirine bastırdığım sırada gözlerimi ondan kaçırdım. Kalbimde ki sızıyı kestiremedim ama Tuğkan’ı bu halde, bu denli acıya boğulu bir şekilde görmek beni paramparça yapıyordu. “Sence, bu doğru mu?” Kendimi tutamadığım bu anda, sözcükler dudaklarımdan öylece yuvarlanıp gitti.

Kendi ailesinden birisinin onu sevdiği düşüncesi ile yetiniyor, annesi uğruna yaşayıp, onun uğruna ölümü göze alabiliyordu. Belki annesi onu bu kadar sevmemiş, verdiği ilgiyi, ilgi olarak bile görmemişti fakat Tuğkan için bu bir nimetti.

“Bana göre evet ama sana kalırsa acıma duygusu.” Bakışlarım bir anda onun üzerine yükseldiğinde kafasını biraz eğmiş, yüzümü görmek adına yaptığı bu eylemde gülümsemişti. “Nedir bilmem,” Parmakları uzanıp yanağıma dokunduğunda, buz gibi elleri altında yatan sıcaklık bir anlık nefesimi kesti. “ben sadece köşeye geçer, sıramın gelmesini beklerim.”

“Böyle bir hayata kendini kaptırma.” Annesi nasıl biriydi bilmiyordum fakat içimden geçen o ses Tuğkan’ı o kadar da sevmediğini söylüyordu. “Bütün bir yaşamını bu sevgiye bağlamak,” Bir an sustum ve aklımda ölçüp biçtim. “yaşamak bu değil.” Dedim en sonunda.

Gözleri merakla benim üstümde gezindi. “Yaşamak ne? Sevgisiz bir yaşama, yaşam mı diyorsun sen? Hayatta seni ayakta tutacak şeyler olmalı Parla. Bir sevgi, bir anı, bir ev… Ben yaşamayı böyle öğrendim.” Yanağımda ki elinin yeri uyuşmaya başladığında zorlukla yutkundum.

Yanağımda ki eline uzandığımda ona güven vermek adına gülümsedim. “İstediğin şey yaşamaksa,” Dolan gözlerime inat ona bakmayı sürdürdüm. “Seni kendi sevgimle yaşatacağım Tuğkan.”

 

******

 

Parla; Önder hocayı o kadar da sevmiyorum ben.

22.36

 

Parla; Çok gıcık bir adam.

22.36

 

Parla; Geçenlerde soru götürdüm onu bile yapamadı. Sorsan biz salağız.

22.37

 

Parla; Ayrıca gözleri bile bozuk adamın.

22.37

 

Parla; Tescilli, onaylı yani.

22.37

 

Tuğkan; Ona soru götürmüyorum ben. En son götürdüğüm de bunu mu yapamadın diyip soruyu yanlış yapmıştı.

22.38

 

Tuğkan; Parla; Geçenlerde soru götürdüm onu bile yapa...

Bana getirmek varken ona niye götürüyorsun sanki?

22.38

 

Parla; Senden önceydi bir kere.

22.38

 

Parla; Ayrıca

22.38

 

Parla; Sen soru mu çözüyorsun?

22.39

 

Tuğkan görüldü... (22.39)

 

Tuğkan yazıyor... (22.39)

 

Tuğkan çevirimiçi... (22.39)

 

Tuğkan; Çözmeyelim mi?

22.40

 

Parla; Yok da yani.

22.40

 

Parla; Garip geldi..

22.40

 

Tuğkan; Alla alla?

22.40

 

Tuğkan; Niye garip geldi acaba?

22.40

 

Parla çevirimiçi... (22.41)

 

Parla yazıyor... (22.41)

 

Parla; Hmm bir düşüneyim.

22.41

 

Parla; Asın sürekli kavgalarda geçip serseri gibi etrafta dolandığın içindir belki?

22.41

 

Tuğkan görüldü... (22.41)

 

Tuğkan yazıyor... (22.42)

 

Tuğkan çevirimiçi... (22.42)

 

Tuğkan yazıyor... (22.42)

 

Tuğkan; Sevgilini kırmak suç olsa hapiste olurdun.

22.42

 

Parla; Özür dilerim.

22.42

 

Parla; Yalnız bu bahsettiklerim seni tanımadan önceydi yani... Şimdiyi şey etmedim ki :')

22.43

 

Tuğkan; İkna kabiliyetin çok yüksek olduğu için ikna oldum Sarı.

22.43

 

Tuğkan; Ama her kavga da adımızın geçtiği doğrudur.

22.43

 

Parla; Bunla gurur mı duydun sen az önce bakayım???

22.44

 

Tuğkan çevirimiçi... (22.44)

 

Tuğkan yazıyor... (22.44)

 

Tuğkan; Yoo, ne alaka?

22.44

 

Parla; Şaka gibisin Tuğkan.

22.44

 

Parla; Bu yıllık dedikodu olaylarını çok benimsedin. Bir itiraf atmalar, bir kavgalarda adının geçmesi.

22.45

 

Parla; İyi iş valla.

22.45

 

Tuğkan; Hasan piçi mal mal iş yapmasın yerimizde duralım.

22.45

 

Tuğkan; Bak adı geçti gerildim anasını satayım.

22.45

 

Parla; Hop hop sakin oll

22.46

 

Parla; Sinirlerine hakim olll

22.46

 

Tuğkan görüldü... (22.46)

 

Parla; O kadar mı kötüydü ya...

22.46

 

Tuğkan görüldü... (22.47)

 

Parla; Kırıcısın Tuğkan.

22.47

 

Parla; Şurada sinirin geçsin diye yaptık görüldü yemek için değil.

22.47

 

Tuğkan yazıyor... (22.47)

 

Tuğkan; Kahkaha atıyordum.

22.48

 

Tuğkan; Sinirim öyle bir geçti ki sorma yavrum.

22.48

 

Parla; Geç dalganı.

22.48

 

Parla; Gidiyorum ben moralimi bozdun

22.48

 

Tuğkan; Lan

22.48

 

Tuğkan; Şakan komikti diye güldüm

22.48

 

Tuğkan; Yavrum

22.48

 

Tuğkan; Allah çarpsın gülüyordum

22.48

 

Tuğkan; Sana değil yani şakaya

22.49

 

Tuğkan; Komikti çünkü

22.49

 

Tuğkan; Yavrum valla gülüyordum geri gel

22.49

 

Tuğkan; Sarı

22.49

 

Tuğkan arıyor... (22.49)

1 Cevapsız çağrı... (22.49)

Tuğkan arıyor... (22.50)

2 Cevapsız çağrı... (22.50)

 

Tuğkan ses kaydediyor... (22.50)

 

Parla çevrimiçi... (22.50)

 

Parla yazıyor... (22.50)

 

Parla; Tuğkan.

22.51

 

Parla; Güneş su istedi sadece ona su vermeye gittim.

22.51

 

Parla; da bunlar ne??

22.51

 

Tuğkan'dan bir ses kaydı... (22.51)

 

Tuğkan; (Yavrum valla gülüyorum. Bak ha ha ha gülüyorum. Yemin ederim güldüm yani ondan görüldü oldu. Yoksa niye görüldü atayım sana?)

 

Tuğkan çevrimiçi... (22.52)

 

Parla; WŞFMWİFKSPFJAĞ

22.52

 

Parla; Yerim seni bir de ses kaydı atmışş

22.52

 

Tuğkan çevrimiçi... (22.52)

 

Tuğkan yazıyor... (22.52)

 

Tuğkan çevrimiçi... (22.52)

 

Tuğkan yazıyor... (22.53)

 

Parla; destan mıdır yazdığın acaba?

22.53

 

Tuğkan çevrimiçi... (22.53)

 

Tuğkan yazıyor... (22.53)

 

Tuğkan; Nefesim kesildi.

22.53

 

Tuğkan; Bana yerim seni dedin?

22.53

 

Parla; Ve?

22.53

 

Tuğkan; Ne ve?

22.53

 

Parla; Şakasına dedim çok tatlı konuşmuşsun ya ondan

22.54

 

Parla; İkna etme çaban hoşuma gitti bir tık

22.54

 

Tuğkan çevrimiçi... (22.54)

 

Tuğkan yazıyor... (22.54)

 

Tuğkan; Eee şimdi ne yapıyorsun?

22.54

 

Parla çevrimiçi... (22.55)

 

Parla yazıyor... (22.55)

 

Parla; Konuyu nereye çektin.

22.55

 

Parla; Utandın mı sennn

22.55

 

Parla; Ay Tuğkan şaka yapıyorsun şafnaifnsş

22.55

 

Tuğkan çevrimdışı... (22.56)

 

Tuğkan çevrimiçi... (22.56)

 

Tuğkan yazıyor... (22.56)

 

Tuğkan; Yok ne utanacakmışım?

22.56

 

Tuğkan; Niye utanayım?

22.56

 

Parla; Hıı

22.56

 

Parla; Eminim öyledir. Neyse.

22.56

 

Parla; Şarkı dinliyorum

22.57

 

Tuğkan çevrimiçi... (22.57)

 

Tuğkan yazıyor... (22.57)

 

Tuğkan; Ne şarkısı?

22.57

 

Parla; Kalben - Yara

22.58

 

Parla; Biliyor musun o şarkıyı?

22.58

 

Parla; En sevdiğim şarkı. Sürekli başa alıp tekrar dinliyorum. Çok rahatlatıyor insanı.

22.58

 

Tuğkan çevrimiçi... (22.59)

 

Tuğkan yazıyor... (22.59)

 

Tuğkan; İsim olarak bilmiyorum. Belki dinlemişimdir.

22.59

 

Parla; Hadi git dinle

22.59

 

Parla; Dinlemeyen çok şey kaçırır.

23.00

 

Tuğkan; Bekle

23.00

 

Parla; Bekliyorumm

23.00

 

Tuğkan çevrimdışı... (23.00)

 

Parla; Nasıl? Güzel mi?

23.02

 

Parla; Biliyor musun her dinlediğimde aklıma sen geliyorsun.

23.02

 

Parla; Sanki senin için yazılmış

23.02

 

Parla; Bir rahatlama geliyor dinleyince.

23.03

 

Parla; Bir yerinde, şey diyor.

23.03

 

Parla; Yarayı öptüm ellerinden, yarayı dinledim.

23.04

 

Parla; Benden onda da var, dedi.

23.04

 

Parla; Yarasını sevdim.

23.04

 

Parla; İşte tam burası, sanki senin için yazılmış gibi.

23.04

 

Tuğkan çevrimiçi... (23.06)

 

Tuğkan yazıyor... (23.07)

 

Tuğkan çevrimiçi... (23.07)

 

Tuğkan yazıyor... (23.08)

 

Tuğkan; Sende burada yara oluyorsun.

23.08

 

Tuğkan; Yarayı kapatan aşk, yaradan da derin.

23.08

 

Tuğkan; Şarkının son kısmı.

23.08

 

Parla çevrimiçi... (23.09)

 

Parla yazıyor... (23.09)

 

Parla; Bir şarkıya nasıl anlam yüklersen öyle dinlersin.

23.10

 

Parla; Sen yara olmamı istersen, yara olurum Tuğkan.

23.10

 

Tuğkan; Sen bana ne dersen, bende o olurum Sarı.

23.11

 

Tuğkan; O zaman bende bir şarkı önereyim sana.

23.11

 

Parla; Öner bakalım.

23.11

 

Tuğkan; Can Ozan - Toprak Yağmura

23.11

 

Parla; Sen Can Ozan mı dinliyorsun?

23.12

 

Tuğkan; Bütün parçalarını.

23.12

 

Tuğkan; Albümleri bile var evde.

23.12

 

Tuğkan; O kadar şarkı arasında, en çok sana yakışan bu.

23.13

 

Parla; Hep dinlerim o şarkıyı.

23.13

 

Tuğkan; Git ve tekrar dinle. Bende ki seni o sözlerde duy bir de.

23.13

 

Parla çevrimiçi... (23.13)

 

Parla çevrimdışı... (23.14)

 

Tuğkan; Bir kadın gelir, değiştirir seni.

23.14

 

Tuğkan; Alıştığın o sert, kararlı şeklini.

23.14

 

Tuğkan; Sana bir çok şarkıyla sevgimi dile getirebilirim.

23.15

 

Tuğkan; Hepsi farklı bir sözle, farklı bir melodiyle

23.15

 

Tuğkan; Ve hepsinde seni görürüm.

23.16

 

Tuğkan; Sezen Aksu - Bu Gece

Skapova - Ben Hala Vazgeçmedim

DKTT - Gitme

Onur Can Özcan - İntihaşk

Berk Baysal - Yaralarını Ben Sarayım

Duman - Bal

23.18

 

Tuğkan; Hepsi sensin Sarı

23.18

 

Tuğkan; Ama bana kalırsa sana en çok yakışan Berk Baysal - Yaralarını Ben Sarayım

23.19

 

Tuğkan; Sonuçta yaraya en çok yarayı saran yakışır.

23.20

 

Gözlerim, attığı her bir mesajın üstünde gezindiğinde yüzümde nedensiz bir tebessüm oluştu. Öylesine değerli ve sakin hissettirmek en çok Tuğkan'a yakışırdı nasıl olsa.

 

@ fsşaal yeni bir gönderi paylaştı...

 

Instagram'dan düşen bildirim ile kaşlarım merakla çatılmış ve arkada Toprak Yağmura çalarken uygulamaya girmiştim.

 

Karşımda ki itirafın paylaştığı fotoğrafı görmem ile kanım donmuş ve kalbim deli gibi atmaya başlamıştı.

 

Daha bir ay öncesine kadar çocuğun yüzüne bakmayan kıza da bir bakın. Öylesine naif ve sakin gözüküyor ki, baksanıza nasıl da eski sevgilisinin arkadaşına aşık aşık bakıyor.

 

Bunu tüm okul görsün istedim.

 

Canınız Tuğkan'ınız ve Parlacığınız'ın sevgili olduğunu herkes bilmeli diye düşündüm :)

 

Diğer itiraflar için beklemede kalın, bu daha başlangıç.

 

User. 

 

 

 

 

Ballarım selammm

 

Yine biz geldikkk nasılsınız??

 

Bölümde çok büyük olaylar oldu dimi... Ama asıl bomba sonda ki çünkü bir muhbir ile karşı karşıyayız şu an 🤧

 

Bu ajan olayı baya büyüyecek bu arada onun spoisini verebilirim... Bir de Tuğkan ve Parla'nın mesajlaşmaları çok tatlı değil mii 🥺🌷💕🎀💗💝💖 Diğer bölümlere daha fazla texting sahneleri koymayı planlıyorum.

 

Bölüme oy ve yorum yapmayı lütfen unutmayın. Oy ve yorumlarınız beni asıl motive eden şey, lütfen esirgemeden yorumda bulunun 🙏

 

Oy ve yorum sınırı koymak istemiyorum ama lütfen yorumda bulunun ballarımm

 

Instagram; deusnazz

tugkann_ddemirsoy

parla._.yildizlii

giryeofficial

 

Tiktok; krizantemqw

 

Wp Kanalı; Linkini wattpad biosundan ya da Instagram hesabından bulabilirsiniz.

 

Kendinize iyi bakınnnn sizi çoookkk seviyorummm 🌷💕🎀💝💗💓💖💞🥺🫶🫶

 

 

Bölüm : 17.07.2025 22:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...