Ballarım biz geldikkkk
Nasılsınız???
Bu bölüm oldukça güzel ve biraz entrika dolu oldu :)))
Ballarım, bölümlere oldukça az oy ve yorum geliyor bunun için gerçekten çok üzülüyorum. Oy ve yorumlarınız beni o kadar mutlu ediyor ki, özellikle yorumlarınızı okumaktan büyük bir keyif alıyorum ancak bölüm içerisinde neredeyse yüz yorum bile gelmiyor bu beni çok üzdü. Lütfn yorum yaparak duygularınızı görmemi sağlayın. Yorum sınırı olursa daha iyi bir şekilde ilerleyeceğimizi düşünüyorum. Hem duygusal açıdan hem de bölüm gelişleri açısından çok daha verimli olur bana kalırsa <3
Yorum sınırı; 180
Bölümü yazarken bir şarkı dinlemedim ama yine de önermek isterim;
Kalben - Yara
Kalben - Sakin Ol Evladım
Billie Eilish - Wildflower
Perdenin Ardındakiler - Kalbinde Birileri Var
Can Ozan - Toprak Yağmura
Keyifli okumalarrrrrr
******
“Dinle, dinle.” Fadime kolumu sararken gözleri telefondaydı. Diğerlerinin onu dinlediğini anlayınca telefonda ki yazıyı okumaya başladı. “Senin o çok sevdiğin, köpekliğini yaptığın sevgilinin ne mal olduğunu öğren diye attım bu fotoğrafları,” Gurur duyduğu ve onu desteklememiz için kafasını telefondan kaldırdığında Gizem girdi araya.
“Aferin,” Diye Fadime’ye gaz verdi. “İyi demişsin.”
Fadime, aldığı gaz ile devam etti. “Ha yok, benim Kemal’im yapmaz triplerine tekrar gireceksen, zaten gerek yoktu bunlara. Sadece gözün açılsın istedim o kadar.” Tekrar onay isterce baktığında hepimiz arkasında durmuş, hatta Merve bunu bir üst kademeye taşıyıp sırtına sertçe vurarak helal olsun nidaları sıralamıştı. “Kız da bana dedi ki, bak burayı iyi dinleyin… Canım, yalnız yanında ki kişi süt kardeşi.”
Gizem ve beni sonu kesilmeyecek olan kahkaha krizine sokan sözlere Fadime ve Merve de katıldı. Yalan değil, bu Belis kadar geri zekalı birisi yoktu. “Savunmaya bak!” Gülmekten ağrıyan karnım ile geriye doğru yaslandığım da Gizem en sonunda elini uzatıp sertçe Fadime’ye vurdu. Gelen vuruyor, geçen vuruyor bu kıza da.
“Kanka, yalnız kızın savunması çok iyi.. Ben süt kardeşimi tanımıyorum bile.” Benim süt kardeşim bile yok ne anlatıyorsun?
Merve yerinde doğrulurken önüne düşen şalını tekrar omzuna doğru attı. “Teyzemin oğlu Taner var ya, o da benim süt kardeşim.” Fadime omuz silkerek bize döndü.
“Kendi bilir valla.” Tartıştığı kıza canını sıkma zahmetinde bile bulunmadı. İşte bu Fadime, yürü. “Ben dedim, hala boynuzlanmak istiyorsa kendi tercihi.” Omuz silkip benim masada duran su şişesine uzandığı anda sınıfa giren Yakup hoca ile herkes ayaklanmıştı.
Her zamanki sabahlaşma faslı sona erdiğinde Yakup hoca bizim olduğumuz tarafa döndü. “Başkan, teşrif mi etsen yanıma?” Merve, önünde ağzına attığı Hanımeller kurabiyeyi apar topar bırakıp koşarak Yakup hocanın yanına ilerledi.
Evet, sınıfımızın başkanı Merve Çetin.
“Hocam,” Merve hala yemekte olduğu kurabiye ile ağzını kapatarak sınıfı saymaya başlamış ve gözleri bizim bir öne sıraya geldiğinde Kadir’i göremediği için bize soran bir bakış atmıştı.
Yani bakışları genel olarak Gizem’e idi. Gizem ve Kadir sabah tekrar konuşmuştu ve Kadir her zaman ki gibi Gizem’in peşinde dolanıp durmuştu.
“Kadir nerede?” Gizem’e döndüğüm de omuz silkerek dizleri üzerine yerleştirdiği telefona döndü.
“Bilmiyorum, işim var dedi gitti. Konuşmadık, mesajlarıma bakmadı daha.” Telefonuna baktığımda Kadir ile olan mesajların hala açık olduğunu gördüm. Demek ki gerçekten bir şey olmuştu. Tuğkan’a mı bir şey oldu?
Düşünceler beni kendine çekerken gözlerim Merve’ye kaydı. Dudaklarımı idare et diye oynattığımda benden bakışlarını çekip Yakup hocaya çevirdi. Bir şeyler söylediğinde Yakup hoca kafasıyla onaylayıp Merve’yi geri yerine gönderdi.
“Kadir niye yok? Geçen ders burada değil miydi?” Diye yerine iyice yerleşirken Fadime çözdüğü paragraf kitabından kafasını kaldırıp bize baktı. “Gizem?” Merve soran bakışlarını Gizem’e attığında Gizem omuz silkerek karşılık verdi.
“Yunus hoca, geçen ders yanına çağırmıştı. Onun hakkında mı acaba?” Bizim beden eğitimi öğretmenimizdi Yunus hoca. Kendisini pek sevdiğim söylenemezdi. Kız öğrenciler arasında adı sapık olarak nitelendirilmiş biriydi.
Derin bir nefes verdiğim de Gizem’le aynı anda arkamıza yaslanmıştık fakat konuşmayı ben üstlendim. “Kum Torbası dedi, futbol maçları başlıyormuş sanırım?” Bir bilgim yoktu bu konu hakkında. Pek de önemsediğim bir şey değildi aslına bakılırsa fakat 12. Sınıfların yaptığı maçlar her zaman en çok izlenen maçlar olmuştu.
Okulda ki herkes o maçları izlemek için spor salonuna akın eder, her taraf dolardı.
Merve beni onaylamak ister gibi kafasını salladı. “Bana da Enes demişti. İlk maç 11E – 10B ile olacakmış sanırım.” Yüzünü buruşturduğunda orta masadan, bizim masaya doğru atılan su şişesi ile Gizem sıçradı.
“Hangi salak attı onu?” Gizem’in gergin sesi ile orta sıranın sonunda, bizimle aynı hizada oturan Mahmut el kaldırdı. “Mal mısın sen? Ne atıyorsun?” Masaya düşen şişeyi bu defa Gizem attı onlara.
“Kırıcısın.” Diye göz devirdi Mahmut. “Ayrıca sana değil Merve’ye attım ben… Maç takvimi asıldı mı?” Biraz yaklaşarak sesini kısık tutmak adına sorduğunda Merve kafasını sallayıp onu onayladı.
Merve, bizim sınıfın gazetecisi gibiydi. Her şeyi çok kolay öğrenir, hallederdi. Öğrendiğimiz çoğu bilgi de sağ olsun, o tarafından bize iletilen meşru bilgilerdi.
“Yunus hoca spor salonunun girişine astı. 12. Sınıfların maçları pazartesi başlıyor sanırım. Öyle görmüştüm.” Mahmut bir şey demeden tekrar önüne dönerek diğerleriyle konuşmaya döndüğünde Merve devam etti. “Bu sene herkes çok heyecanlı. 12. Sınıflar bu sene çok iyiler.”
Konuşmadan sıkıldığımı belli etmek için masaya koyduğum dirseğim ile yüzümü avucum arasına bıraktım. “Çünkü okulun futbol takımının çoğu 12. Sınıflardan Merve.” Bizim okulun futbol takımı da baya iyi yerlerdeydi. Daha birkaç hafta öncesinde başka bir okul ile maçımız vardı ve bildiğim kadarı ile 4-2 biz almıştık maçı.
“Ay evet,” Diye heyecanla karışık enerjisiyle yerinde doğruldu Merve. Yakup hocanın ders işleme niyetinde olmadığı da öğrenilmiş oldu. Ön sırada ki kızlarla koyu bir sohbet içine girmişe benziyordu. “Samet de o takımda, biliyorum.” Ah Merve, ah.
Fadime çok geçmeden Merve’nin kafasını ittirdiğinde topuzunun bozulmaması için ayrı bir çaba sarf etti. “Geri zekalı, geri zekalı konuşup benim asabımı bozma. Samet derdine düştü yine!” Sabır dilemek için gözlerini kapattığında Merve, Fadime’ye burun kıvırdı.
“Ne var yani, hayatımın aşkı, çocuklarımın babasından bahsettim diye.” Fadime’nin kolunu çimtikledi.
“Sende daha bir hafta önce 11lerden bir çocuğu beğendiğini söylemedin mi?” Gizem’in sesi ile beni bir gülme tutmuş, Merve ise bu duruma göz devirmişti. “Senden hızlısı mezarda Merve.”
“Onlar sadece Samet aşkımı unutmak için bir bahane.” Merve’nin keyfi yerine gelmiş gibiyken sınıfın kapısı çalmış ve hemen ardından açılmıştı. Birbirileri ile koyu sohbete girmiş olan sınıf pek takmadı gelen kişiyi fakat bizim grubun tamamının gözleri o tarafa dönmüştü.
“Hocam?” Tanıdık ses, kapının kirişine yaslanmış olan Emirhan Lala’ya aitti. Sesle birlikte birkaç kişi daha kapıya dönmüş hatta sınıfta ki diğer kızların bazıları kendi aralarında konuşmaya başlamıştı.
Lala’nın kızlar arasında bu kadar popüler olmasına şaşırmamıştım.
“Emirhan?” Yakup hoca yerinden kalktığında Emirhan’ı sınıfa davet etti. “Gel, gel. Ne o elinde ki?” Emirhan sınıfa girdiğinde Merve hemen arkasına dönmüş ve yüzünü saklamayı amaçlarcasına eliyle yüzünü kapatmıştı.
“Bunun ne işi var burada?” Merve hem öfke hem de utançla karışık yönelttiği soru ile yüzümde ki sırıtmayı gizleyemedim. Aralarında ki çekimi tek fark eden ben olamazdım değil mi? “Allah’ın ayısı.” Diye söylendi fısıltıyla.
“Ne o,” Diye sırıtmam daha da genişledi. “utandınız mı Merve hanım? O kadar ayağına gelmiş, seni görmeye.” Kendimi tutamayıp güldüğümde Gizem sorgulayıcı bir bakış attı.
“Ne oldu ki?” Diye sorduğu sırada konuya aşina olmadıklarını anladım. Merve ise çoktan oflamaya ve utançtan sıranın altına çökmeye çalışma çabalarına başlamıştı.
Gözlerim Emirhan’ın üstündeyken Gizem ve Fadime’ye karşı biraz yaklaştım. “İki hafta öncesine kadar Merve ve Emirhan tartıştı.” Bu sözlerimle ikisinin gözleri direkt olarak Merve’ye dönmüştü. “Daha doğrusu, Emirhan; Merve’nin beğendiği erkekler üzerinden laf soktu.” Merve daha da kendini aşağı çekmeye çalışırken Emirhan hala Yakup hocayla bir şeyler konuşuyordu.
Bunu beklemeyen Gizem şaşkınlıkla dudaklarını aralasa bile Fadime’yi gülme krizi tutmuş, masaya vurarak gülmeye başlamıştı. “Nasıl?” Diye kolumu sıktı Gizem. Biraz daha anlatmamı istediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi geçirmeye çalıştım.
“Merve; ‘Bu kıyafetler kaç yılından kaldı?’ dedi. Emirhan da; ‘Beğendiğin süt çocukları kadar yaşı vardır.’ Dedi.” Sözlerim hemen ardından Gizem’in dudakları aralanmış bir Merve’ye bir de tahtanın önünde Yakup hoca ile konuşan Lala’ya baktı.
“Merve..” Gizem’in gözleri bir ona bir Lala üzerinde gidip gelirken kafasını iki yana sallayıp güldü. “Çok pis kalpledim sizi.” Merve her ne kadar Gizem’e susmasını söylese dahi Gizem onları yakıştırdığı gerçeğini saklama gereksinimi duymadı.
O sırada Yakup hoca ve Emirhan’ın bakışları bizim sırayı buldu. Siktir ya.
“Şşş! Susun.” Gizem’in koluna dokunduğumda gülmesini bastırmaya çalıştı fakat buna engel olamadı. Zaten onlar da Gizem’in kahkahaları yüzünden bize dönmüş olduklarını düşünmedim. Ki öyle de değildi.
“Merve,” Yakup hocanın sesiyle Merve gözlerini kapatıp Allah’tan sabır dilerken önüne dönüp ayağa kalktı.
“Hocam?”
Emirhan ise gözlerini ayırmadan, direkt olarak Merve’ye bakıyordu. Ellerini arkada birleştirirken elinde ki birkaç tane olan A4 kağıdını arkasına gizlemişti. “Sizin sınıfta spor faaliyetleri kulübünde olanlar kim?” Sınıf öğretmenimiz olan Murat hoca, kulüp işleriyle uğraşmak istemediği için kendisi, kimi isterse o kulübe yazmıştı. Sınıfta ki kimse bilmiyordu hangi kulüpte olduğunu.
Lisenin son yılında olduğumuz için birinin bize gelip de kulüpler hakkında bir şey söyleyeceğinin ihtimalini vermemişti Murat hoca. “Bilmiyorum hocam.” Diye sesini düz tutmaya çalışarak konuştu Merve. En önde oturan Meryem konuştu bu defa.
“Hocam, Murat hoca kendisi ekledi kulüplere. Bize bir şey söylemedi.” Gizem ise herkesten bağımsız kafasını omzuma bastırmış gülmesinin geçmesini beklemeye başlamıştı.
Yakup hoca anladığını belirtmek adına kafasını sallarken Emirhan’a döndü. “Bilmiyoruz diyorlar, ne olacak?” Emirhan bakışlarını Merve’den ayırıp hocaya döndü. Tam ağzını açmış bir şey söyleyecekken duvar kenarında oturan Can’dan bir ses yükseldi.
“Benim benim! Murat hocaya o kadar yalvarmıştım beni ekleyin diye, beni eklemiştir.” Emirhan ve diğer kalan herkesin bakışı Can’a döndüğünde Can umutla ayağa kalktı. “Ben olmalıyım.”
Emirhan ise sakin bir şekilde, “Hayır.” Deyiverdi bir anda. Bu çocuk bu kadar sakin olmayı nasıl başarıyordu? Gözlerini tekrar Yakup hocaya çevirdi. “Yunus hoca kulüpte olanların ismini verdi bana.” Arkasına gizlediği A4 kağıdını çıkartarak elinde ki kağıtta yazanı yüksek sesle okudu. “Merve Çetin.”
Siktir.
Şaka mı bu?
Gizem artık buna dayanamamış gibi sınıfta yankılanacak kadar büyük bir kahkaha attığında ben ise şaşkın bir ifade ile Merve’ye bakıyordum. O da şok olmuş gibiyken Fadime gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
“Ben?” Merve parmağı ile kendini gösterirken bu söylenene inanmak istemiyor gibiydi. Şimdi içinden ne kadar beddua ediyordu Murat hocaya Allah bilir.
Emirhan omuz silkti. “Merve sensen, sensindir.” Umursamaz tavrı ile Gizem bir kahkaha daha patlattı. Kes artık Gizem, sus! Rezil olduk. Onun kafasını aşağı doğru bastırırken Merve sessiz kaldı.
“Merve bizim sınıf başkanıdır ya. İyi oldu iyi.” İyi olan ne? Gözlerim bir şeyi anlamak için Yakup hocaya döndüğünde orta taraftan bir kız konuştu.
“Emirhan, niye kulüpte olanları alıyorsunuz ki?” Emirhan’ın gözleri kıza döndüğünde kızın kim olduğunu tanımak ister gibi kaşlarını çattı. Sanki bu kim? Der gibiydi.
“Yunus hoca istedi.” Kızla pek diyaloga girmek istemediğini belirttiğinde gözlerini tekrar Merve’ye çevirdi. “Bu teneffüs spor salonuna, Yunus hocanın yanına gel.”
“Niye?” Merve’nin bu durumdan asla hoşlanmadığını belli eden sesi ile yerimde kıpraştım. İkisi arasında bahsi dahi geçilmez bir soğuk savaş vardı.
Elinde tuttuğu kağıtları katlarken Merve’den gözünü ayırmadı. “O kadar bilgim yok. Yunus hocayla konuşur öğrenirsin.” Gözlerini tekrar Yakup hocaya döndürdüğünde kafasını biraz eğerek selam verdi. “İyi dersler hocam.”
Yakup hoca da ona selam verdikten sonra sınıf kapısından çıkıp kapatmadan evvel son kez Merve’ye bakmış ve kapıyı kapatmıştı.
İçimden bir ses garip şeyler olduğunu söylese de bu düşüncemi boş veremeye çalıştım.
“Duydun mu Merve? Teneffüste Yunus hocanın yanına.” Yakup hoca tekrar yerine otururken Merve de sinirle sıraya oturmuş ve arkasını dönüp bize bakmıştı. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş olması ile Gizem omzumdan kafasını çekerek Merve’nin omzuna elini yerleştirdi.
“Gördün dimi!” Merve’nin öfkeli sesi ile kollarımı göğsümde birleştirdim. “Şerefsiz, bir de adımı bilmiyormuş gibi davranıyor.” Sinirden ne yapacağını şaşırmış gibiyken Fadime eline aldığı paragraf kitabı ile Merve’ye yelpaze yapmış, yukarı-aşığı sallıyordu kitabı. “Pişkin pişkin konuşuyor bir de!”
“Çok abartıyorsun.” Gizem masaya doğru eğilirken sırıtmaktan çekinmedi. “Hem, yakınlaşırsınız fena mı?” Merve, Gizem’e birkaç saniye öylece bakmış ve daha sonrasında ağlarcasına Fadime’nin omzuna yaslanmıştı.
Tamam, en garip olan şey, şakasız Merve’nin spor faaliyetleri kulübünde olmasıydı. Garip, Murat hocanın, sınıfta o kadar isteyen erkekler arasından Merve’yi bu kulübe yazması alışılmadık derecede garipti.
“Yakınlaşırsınız diyor birde!” Merve Fadime’nin yünlü kazağını çekiştirirken bana baktı. Şu an bu durumdan o kadar nefret etmişti ki, bunu gözlerinden anlayabilmiştim. “Çocuğun yüzüne bakmak bile kanımın çekilmesine sebep oluyor şaka gibi!”
Korkutucu derece garip bir olaydı.
Ders, Merve’nin inadı, Gizem’in kışkırtması, Fadime’nin Merve’yi teselli etmesi ve tabi ki benim de Tuğkan’ı merak etmemle geçmişti. Sabah kısa bir an konuştuktan sonra birkaç kere okulda karşılaşmış ve sonrasında pek de birbirimizi görmemiştik. Şu ana kadar mesaj atması gerekirken nereye kaybolduğunu merak ediyordum.
Teneffüs zili çaldıktan sonra sınıftan çıkmış ve aşağı inip spor salonuna Merve’yi zorla götürmeye çalışmamızla geçmişti zaman. En nihayetinde spor salonuna girip etrafa göz gezdirdik.
“Yunus hoca nerede?” Gizem, koluma girerken Merve ise etrafa boş bakışlar atıyordu. Fadime, Yunus hocanın odasına doğru ilerlerken kulağını biraz kapıya yaklaştırdı ve sanırım Yunus hocanın oda da olduğunu anlamış olacak ki eliyle Merve’yi çağırdı.
“İçeride. Gel, içeridekiler çıkınca sen girersin.” Merve, utana sıkıla yanımızdan uzaklaşırken biz ise spor salonun büyük sahasına göz gezdirmiştik. İçeride görmeyi beklemediğim gibi Tuğkan yoktu. Aksine Hasan ve arkadaşları kendi aralarında maç yapıyor gibiydiler.
Tribünlerde birileri var mı diye baktığımda birkaç kişinin oturduğunu, bazılarının kendi aralarında paslaşan Hasan ve arkadaşlarını izlediğini gördüm. “Iyy, bende diyorum bu bok kokusu da ne.” Gizem, burnunu kırıştırarak Hasan’a baktığında histerik bir şekilde güldüm.
“Tuğkan yok burada,” Gözlerimi tekrar Hasan’a çevirdiğim de göz göze geldik. Birkaç saniye bana baktığında gözlerimi ondan ayırıp arkama döndüm. “gidelim.” Gizem’in kolunu çekiştirirken en büyük ayrılma nedenim tabi ki Hasan şerefsiziydi.
Onunla uzun zamandır okulda dahi olsa denk gelmiyorduk ve bu aralar oldukça sakin ve bizden uzaktaydı. Garipti. Alışılmadık bir şekilde özellikle.
“Hey!” Sahadan gelen yüksek ses, boş alanda yankı yaparken arkamı dönme gereksinimi görmedim. “Hasan yavaş vur anasını satayım! Omzumu deştin.” Ses her kimden geliyorsa, Hasan tarafından bir darbe yemiş olduğunu dile getirmişti.
Gizem, beni Yunus hocanın, odasının olduğu koridora çevirdiğinde Fadime ve Merve’nin kapıya yaslanarak, içeride ki konuşmaları dinlediğini görmem ile kaşlarımı çattım. “Ne yapıyorsunuz siz?” Kapı dinleme alışkanlıkları olduğunu bilsem de hocanın kapısını dinlemeleri garipti.
Merve eliyle gelmemi işaret ettiğinde kapıdan ayrılıp koşarak yanıma gelip koluma yapıştı. “Tuğkan içeride!” Kendine hakim olamayarak yüksek sesle söylediği şeyle Fadime arkadan koluna vurdu. Merve’nin dudaklarından anlık çıkan inlemenin sonunda kolumu sarstı. “İçeride konuşuyorlar, Yunus hocayla.. Birisi daha var yanlarında.”
“Ne konuşuyorlar?” Merakımı gizlemeden sorduğum soru ile Merve biraz daha yaklaşıp kulağıma fısıldadı.
“Lisans işi sanırım. Hasan ile olan kavgayı anlatıyor Tuğkan. Yanlarında ki diğer kişi de sanırım Tuğkan’ın antrenörü.” İçimde kıpır kıpır eden o his bir anda bütün bedenimi ele geçirdi. Çok geçmeden uyuşan ellerimin varlığını hissetmiş ve bir elimi diğer elimin içine almıştım.
Acaba dedim.
Acaba, lisansını geri alabilecek mi?
Fadime en sonunda kapıdan uzaklaşıp bize döndüğünde derin nefesini verip yanımıza geldi. “Ne konuştular?” Sesimi kısık tutmaya çalışırken Fadime gözlerini kapıya çevirdi.
“Konuşma bitti. Çıkıyorlar şimdi.” Hemen ardından açılan kapı ile ilk çıkan kişi Kadir olmuştu. Kafasını önünde eğik bir şekilde çıkarken bizim varlığımızı hissetmiş gibi kafasını kaldırmış ve bizi görünce olduğu yerde durmuştu.
Gözleri ilk başta Gizem’e dokundu. Yüzünde bir ifade yoktu. Düz ve ifadesiz bir şekildeydi. Ardından bana baktı. “Tuğkan içeride.” Birisi duyar mı korkusuzu gözetmeksizin arkasını işaret ettiğinde ona sorgulayıcı bir bakış attım. “Çıkınca anlatır sana.” Yanımızdan geçip giderken Gizem’in koyu kahve saçlarından bir tutamına dokunmuş ve Gizem’in ona vurmasına fırsat vermeden hızlı davranarak kaçmıştı.
Kadir her ne kadar normalmiş gibi görünse dahi bir şeyler olduğu açık bir beyan ile ortadaydı. Kapıya doğru ilerleyecekken, kapıdan çıkan Tuğkan ile direkt olarak göz göze gelmiştik. Benim burada olmamı beklemiyormuş gibi bana şaşırmış olduğunu belli eden bir ifade ile bakmıştı.
Tek sormak istediğim soru ise sadece lisans durumuydu. Bunca saat ortada olmamasının nedeni büyük ihtimalle bu olması gerekiyordu. “Tuğkan,” Gizem kolumdan çıkarken ona doğru birkaç adım attım. Gözlerini bana değil de direkt olarak arkasına, çıktığı kapıya çevirdi. Yüzünde endişe verici bir ifade olması ile kaygı ile kaşlarımı çattım.
Ne olduğuna dair bir fikrim olmasa bile merak ettiğim şeyleri sormak için acele etmedim. Gözlerini tekrar bana döndürdüğünde ifadesi donuktu. Hiçbir duygu, hiçbir ifade yoktu. Neden öyle bakıyor?
Dudaklarım, benden habersiz aralanıp konuşma işlevini yerine getirecekken Tuğkan’ın arkasından çıkan kişi ile bunu sonraya sakladı. Tuğkan kadar heybetli ve tıpa tıp ona benzeyen bir adam vardı karşımda. Bu Tuğkan’ın antrenörü olamayacak kadar ona benziyordu.
Bekle.
Bu kişi Tuğkan’ın babası mıydı?
Adamın, kızarmış ve kan oturmuş gözleri direkt olarak beni bulduğunda yüzünde aynı Tuğkan gibi düz bir ifade vardı. Kirli bir sakal ve Tuğkan’a kıyasla biraz daha bronz bir tene sahipti. Üstünde ki beyaz gömlek ütülü ve püssüz duruyordu.
“Endişeniz olmasın,” Yunus hocanın sesi kulaklarıma dolduğunda adam gözlerini benden ayırıp arkasına döndü. Tuğkan’ın bakışları ise hala üzerimde fakat bu defa karşını uyarı niteliğinde çatmış gibiydi.
Babası olduğundan oldukça emin olduğum adamı takmadan omzuma dokunmuş ve duygusuz bir tonda konuşmuştu. “Sonra konuşuruz.”
“Tuğkan için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.” Yunus hoca, adam ile tokalaştığında burada olmamın büyük bir yanlış olduğunu bilmek, pişmanlık uyandırıcıydı.
“Öyle olduğuna eminim.” Adamın düz sesi ürpertici derecede pürüzsüzdü. Gözlerini Yunus hocadan ayırıp bana geri döndürdüğünde Tuğkan küçük bir küfür savurdu. Çok mu yanlış bir zamanda gelmiştim?
Tuğkan pek söz etmeden yanımdan geçip giderken arkasında kalan adam bir süre daha bana baktı. Gözlerinde anlamını bilemediğim bir karanlık vardı. Adamın gözlerine bakmak bile beni ürpertirken Tuğkan’ın buna nasıl katlandığını düşünmeden edemedim.
Onu çok inceleme fırsatım olduğunu düşünmedim o an. “Baba.” Tuğkan’ın sesi kulaklarıma dolduğunda adam gözlerini benden ayırıp ardımda kalan Tuğkan’a çevirdi. Sabırsız, endişeli ve bir o kadar da gergin görünen Tuğkan direkt olarak babasına bakıyordu. “Ne oldu?” Adam, yanımdan geçip giderken Tuğkan’a yanıt vermemiş, onu bile umursamadan spor salonundan dışarı çıkmıştı. Son kez Tuğkan ile göz göze geldiğimde gözlerinde seçebildiğim tek ifade kaygıydı.
“O adam da kimdi?” Gizem’in, aynı benim gibi düşünceli sesi ile sıklaşmış olan kalp atışlarımı hissettim. “Tuğkan’a ne kadar da benziyordu öyle.”
“Tuğkan’ın babası.” Kısık sesim, içimde ki huzursuzluğu temsil ediyor gibiydi. Adamın, üstüme saldığı o kötü enerjiyi oldukça fark edebiliyordum. Gizem gözlerini bana çevirdiğinde gözlerinde ki şaşkınlığı fark edebilmiştim. “Yanlış bir zaman oldu.” Diye kestirmeye çalışsam dahi babasının neden burada olduğunu çok merak ediyordum.
“Antrenörü olduğuna çok emindim oysa.” Merve’nin düşünceli sesi ile Fadime kolundan çekiştirdi. “Ah, Yunus hocam!” Merve, Yunus hocanın odasına ilerlerken sıkıntı bir nefes verdim.
Tuğkan’ı zor durumda bırakmış olduğum düşüncesi bile beni oldukça sıkıntıya sokuyordu. “Neden buraya gelmiş olabilir?” Gizem’in meraklı ve aynı zamanda bir şeyleri anlamaya odaklı olan sesi ile gözlerimi odakladığım yere yansıyan bir gölge ile kafamı kaldırıp kim olduğuna baktığım da karşımda gördüğüm Hasan ile karşımı çattım.
Ancak ardında kalan Tuğkan ve babası bize bakıyor, hatta Tuğkan’ın gözlerinde öylesine bir sinir görüyordum ki bulunduğum durumu sorguluyordum. Hasan neden tam karşımda dikilmiş bana bakıyordu?
“Ne var?” Ters sesime nazaran bakışlarım bile öfke doluydu fakat benim aksime o, oldukça sakin ve umursamazdı. “Ne..”
“Beni arıyormuşsun sevgilim.” Ne?
Gizem de benim gibi şaşkınlığa boğulurken nasıl bir durumda kaldığıma akıl sır erdiremiyordum. “Ne sevgilisi?” İstemsizce kasılan bedenim ve ensemden başlayıp omur iliğime kadar uzanan bir soğukluk sezdim. Tuğkan neden orada duruyordu? Sorun babası mı?
“Tuğkan’ın babasını gördün mü?” Hasan’ın kısık sesi ile bakışlarımı yüzünden çekmedim. Bir şeyler olduğu açıktı ve Tuğkan’ın arkada kendini delicesine kastığını, titreyen yumruklarından belliydi. Ne olmuştu gram fikrim yoktu fakat konunun babası olduğu açık beyan ortadaydı. “Adam, psikopat pisliğin teki.”
“Neler oluyor?” Kendimi kasmamaya çalışsam da bunu başaramıyordum. Şayet, üzerimde hem Tuğkan’ın gerginlikten ne yapacağını bilemediği bakışları, hem de Tuğkan’ın babasının şahin kadar keskin gözleri vardı. Bu adam kimdi ve bizden ne istiyordu?
Hasan omzu üstünden geriye dönüp Tuğkan ve babasına baktığında onlara el salladı. “Sağ ol amca.” Sesinde, olağan üstü bir samimiyet vardı. Az önce bana adamın ne kadar psikopat olduğundan söz ederken şu an ona gülüyor olması Hasan’ın iki yüzlü olduğuna dair bir kanıttı.
Adam sadece baş selamı vermiş ve Tuğkan’a kapıyı işaret ederek çıkmasını, sessiz bir dille, emretmişti. Tuğkan gözlerini birkaç saniye daha bizim üzerimizde oyalayıp sonrasında babasının dediğini yaparak spor salonunu terk etmiş ve babasını da arkasından sürüklemişti.
Siktir, az önce ne yaşadım ben?
“Neler oluyor dedim sana?” Hasan’a dahi dokunmak istemiyordum. Bu şekilde bana bakıp göz temasından kaçınması o kadar sinirime dokunan bir şeydi ki, tarifini şu anlık yapamam gibi görünüyordu.
Gizem de benim gibi anın şoka maruz kalmış bir şekilde bir bana, bir Hasan’a bakıyor fakat gözlerinde Hasan’a karşı olan nefretinin büyüklüğü ölçülebiliyordu. “Adam seni tanıyor.” Gözleri tekrar bana dönüğünde terden alnına yapışmış olan saçlarını geriye doğru attı. Onu ilk defa bu kadar yakından görüyordum ve bu biraz can sıkıcıydı. “Senle benim sevgili olduğumuzu düşünüyor.” Gözleri bir süre benim tepkimi ölçmek istercesine gözlerimde takılı kaldı. “Halen.”
“Bu ne saçma olay!” Gizem aramıza girdiğinde Hasan’a karşı öfkesini kusuyordu. Bakışları Hasan’ın üzerinden bir an ayrılmıyordu.
Ben ise Gizem’in sessiz olmasını ister gibi kolundan tutarak Hasan’a yaklaştım. “O adam bizim sevgili olduğumuzu neden düşünüyor?” Her şey o kadar mantıksız, o kadar mantık dışı ilerliyordu ki bir an aklımın yerinde olmadığını düşündüm. Her şeyin bir anda ilerlemesi bir yana bunun bir hayal olduğunu düşünmek istemem daha büyük bir arzuydu. “Yine insanlara ne delice şeyler söyledin? Tuğkan bunu duysa..”
“Haberi yok mu zannediyorsun?” Hasan benden birkaç adım geri çekilip ellerini ceplerine yerleştirdi. Bu kadar sakin davranmak kolay mıydı? “Sana dedim, adam psikopatın biri. Sevgiline yaptığı şeylerden haberin yok mu senin?” Hasan bizim sevgili olduğumuzu biliyor mu? Bu zamana kadar anlamamış olması çok saçma olurdu zaten. Fakat asıl takıldığım şey şu an neden bu durumda, Hasan ile bu şekilde bulunduğum olmuştu.
“Lafı dolandırıp durma da anlat.” Emir dolu söylemim ile keyifsizce güldü.
Kafasını Gizem’e çevirdiğinde çenesiyle onu işaret etti. “Gizem burada bizi mi dinleyecek?”
“Sana ne lan?” Gizem’in öfkeli sesi ile tuttuğum kolunu biraz sıkarak sakin olmasını istedim. Şu an gerçekten bok çukurunda gibi hissediyordum.
“Gizem,” Gözlerimi Gizem’e döndürdüğüm de kafasını bana çevirdi.
“Bu şerefsizle asla seni yalnız bırakmam!”
Hasan omuz silkip arkasında ki duvara yaslandı. “Bana hava hoş.” Boş vermişlikle dolu olan sesi sabrımı sınıyor gibiydi. Tuğkan ile şu an konuşmayı, yanımda olmasını ve ondan olan biten her şeyi öğrenmeyi o kadar çok isterdim ki. “Ne meselesi için okula geldi bilmiyorum. Olaylardan, malum, haberim yok.” Sessiz kalarak onu dinlemeyi sürdürdüğümüzde devam etti. “Tuğkan ve senin sevgili olduğunuzu bilmiyor. Seni de Tuğkan’ın yanında görünce sevgili olduğunuzu düşünmüş, gitmeden önce konuşurken senden söz etti.” Bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmeden konuştuğunda hava daha da basık hale geliyor ve ben nefessiz kalıyor gibi hissediyordum. “Bende sevgiline ufak bir iyilik yapayım dedim.” Yüzüne yerleştirdiği gülümseme ile kaşlarımı çatarken dişlerimi sertçe birbirine geçirdim. Gerçekten şu heriften kurtulmak istediğim kadar başka bir şeyden kurtulmak istememiştim.
Gizem sinirle soluyup sabır çekerken ben ise önüme düşen saçları kulağımın arkasına atmış ve öfkeyle konuşmuştum. “Bakalım anlamış mıyım? Adam, beni Tuğkan’ın sevgilisi sandığı için duruma el atıp biz sevgiliyiz mi dedin adama?” Tuğkan bundan hiç hoşlanmamıştı.
Hem de hiç.
“Kısmen.” Omuz silktiğinde kaşlarını düşünceli bir şekilde çattı. “Eğer böyle bir şey yapmasaydım emin ol biricik aşkının yüzü tanınmayacak kadar kötü bir halde olacaktı.” Siktir oradan.
Histerik bir şekilde güldüğümde ona biraz daha yaklaştım. “Bok çukurunda geber Hasan.” Sesim öylesine nefret doluydu ki, bunu hissetmemiş olması imkansızdı fakat o benim karşımda pişkin pişkin gülmeyi tercih ediyordu.
“Adımı dudaklarından duymak bir onurdur.”
“Piç.” Gizem beni geriye çekerken teneffüsün bitişine dair çalan zille yerimde dikleştim. Hasan’ın şu anki amacı neydi bilmiyorum fakat normal bir düşünce yapısına artık sahip olmadığı belliydi. Belki de hiç o yapıda bir insan olmamıştı.
“Bu kez,” Olacakları ben bile önleyemezdim ve Hasan da bunu biliyor olmasına rağmen sakinliğini korumaya devam ediyordu. Bu kadar hızlı değişen ruh hali, onun kişilik bozukluğu olduğunu düşünmeme itiyordu. “kimse seni Tuğkan’ın elinden alamayacak.”
Yaslandığı duvardan uzaklaşıp önüme geldiğinde hala gülüyor olması garip. Tuğkan’ı mı taklit etmeye çalışıyordu? “Sence elimde hiçbir koz yok mu Parla?” Sesinde ki ima kaskatı kesilmeme sebep olmuştu. Gerçekten bende büyük bir nefretin sahibi olduğun için sana ödül verilmeli Hasan. “Tuğkan’a bu kadar kötü körüne güvenmeni sağlayacak ne yaptı sana?” Sorunda oldukça ciddi bir o kadar da meraklı bir ifade vardı.
“Senin yapamadığın bir çok şeyi.” Bu sözlerim Hasan üstünde bir keyife neden olmuştu. O an göğsümde bir ağırlık hissettim. Nedenini bilmediğim ama ağrısını iliklerime kadar hissettiğim bir acıydı.
Gözlerinde hissettiğim duygu karışımı garipti fakat daha garip olanı Hasan’ın ta kendisiydi. “Kimseye bu kadar güvenme Parla.” Aklından hala ne geçiyor bilmiyordum fakat sıktığım yumruğum elimi acıtıyordu. “Düşünsene,” Benden birkaç adım uzaklaşırken daha büyük bir sırıtma ele geçirdi yüzünü. “Kendi anne ve babası bile sevmemiş onu. Sence bir nedeni yok mu?”
Acı verecek kadar büyük bir yara.
“Neyden bahsediyorsun?” Göğsümde ki ağrı git gide çoğaldı.
O ise bende bıraktığı etkiyi fark etmiş olacak ki gözlerini kıstı. “Kendi annesinin ahını almış bir çocuk, senin sevgini taşıyabilir mi?”
🕯🩹
Hasan’ın söyledikleri bir yalan bile olsan içime işlenmiş olan bir merak vardı. Gerçekten her şeyin sebebi ve sonucu neydi? Tuğkan’ın bu zamana kadar benden saklamış olduğu şeyler mi vardı? Garip. Bu duygu şu an bütün bedenimde kol geziyordu.
İzlediğim yol, arabaların geçip gitmesi ve Toki sitelerine gelmem ile yarım kalmıştı. Oturduğum otobüs koltuğundan kalkıp karanlık hava ve soğuk nedeni ile montumun fermuarını boynuma kadar çekmiş ve kafamı monta gömmüştüm. Aklımdan bir türlü geçip, gitmek bilmeyen şeyler içimi yiyip duruyordu.
Okul sonrası dershaneye gitmiştim. Evde anneannem olduğu için rahattım. Ateş ve Güneş tek değildi. Annemler ise bugün de gelmemiş ama yarına kesin geleceklerini öğrenmiştim. Fakat hiçbiri şu an umurum da değildi. Elimi, montumun cebine atıp çıkarttığım telefon ile açık ekrana baktım.
Tuğkan’dan gelen mesaj ile gözlerim attığı mesajı okudu.
Tuğkan; Durakta seni bekliyorum.
Dudaklarımda istemsiz gülümseme ile cevap yazmadan telefonu kapatıp cebime attım. Bir durak sonra Tuğkan’ı görecek olmam içime sebepsiz heyecan yerleştirmişti. Hasan ile konuşmamdan sonra Tuğkan ile iki kez telefondan konuşmuş ve konuşmamızın tek konusu Hasan’ın bana ne söylediği olmuştu.
Garipti.
Tuğkan’ın bu denli sinirlenip canını sıkan şeyin Hasan ile konuşmam değil de, Hasan’ın bana anlattığı şeylerdi. Bu Tuğkan’a endişe veriyordu ve bunu bana hissettirebiliyordu.
Geldiğim durak ile otobüsten indiğim de karşı çaprazımda, elinde ki sigarasını içen ve kafasına geçirdiği kapüşonunu çıkartan Tuğkan’ı görerek yanına ilerledim.
Çoktan gece olmuş, etrafı karanlık sarmıştı. Hala işlek olan cadde de pek tanıdık görmek zordu. Bizim siteden iki durak öncesindeydik. “Üşümüyor musun?” Ben bile bu montun altında donarken onun bu havada bile kapüşonlu ile gezmesine anlam yükleyemiyordum. “Hava çok soğuk.”
Yanına vardığımda elinde ki sigarasını arkasına ki duvara bastırarak söndürmüş ve hemen yanında ki çöp kovasına atmıştı. Çektiği son zehirli dumanı da havaya üfledikten sonra bana sarılmış ve saçlarımdan öpmüştü. Bunu seviyordum. Her karşılaşmamızda –okul dışında ki her karşılaşmamızda- bunu yapıyor ve içimin ısınmasına sebep oluyordu.
“İçimi ısıtan bir sevgilim var.” Sesi her zaman ki gibi değildi. Aksine kasvetli ve düşünceliydi. Ne oldu Tuğkan?
“Bu bir neden değil.” Kafamı kaldırarak ona baktığımda o da benim aksime kafasını eğip gözlerime baktı. “Hasta olduğun o kadar belli ki Tuğkan.” Her konuşmam da havaya yükselen sıcak buhar ile tebessüm etti.
“Çorbamı yapma zamanının geldi öyleyse.” Ondan uzaklaştığımda elini omzumda ki çantama atmış ve çıkartmama yardım etmişti. “Bu çanta, gerçekten bu kadar ağır olmalı mı?” Çantamı kendi omzuna alırken uzattığı elini tuttum. Şu an nereye gittiğimizi bilmiyordum fakat yalnız kalmamız gereken bir yer olmasını diliyordum.
Şu soğuk havada onunla her zamanki gibi bir sokak kaldırımında oturup saatlerce konuşmak, onun hakkında konuşmak istiyordum. Sadece onun hakkında.
“Dershane kitapları işte.” Terlemeye başladığını hissettiğim boynum ile biraz fermuarı aşağı indirdim. “Bugün tekrar deneme oldum.”
“Nasıl geçti?” Meraklı sorusu ile bakışlarını bana çevirdi.
Omuz silkip yanımızdan geçip giden küçük kediye baktım. “Her zamanki gibi. Bu defa edebiyatta batırdım.” Aklımı veremeden çözdüğüm sorular beni deliye çeviriyordu.
Tuğkan sessiz kaldığında bu defa bakışlarımı ben ona çevirdim. “Sen?” Diye soruyu ona çevirdiğimde havaya derin bir nefes verdi. Canı oldukça sıkkındı ve ben bunu anlayabilmiştim. Konu babasıydı. Bu o kadar belliydi ki. “Babanla bir şey oldu mu?”
Caddeden karşıya geçtiğimizde her zaman yaptığımız şeyin aksine bu defa onların sitesine doğru ilerledik. “Her zamanki gibi işte. Yine kavga.” Bugün olanlar her ne ise o adam beni gerçekten korkutmuştu. Tekrar sessiz kaldığında bende bu sessizliği devam ettirmiş ve beni nereye götürdüyse ona sessizce eşlik etmiştim.
Geldiğimiz yer onların sitesinin bahçesiydi. Binalarından biraz uzakta, sadece körsen bir sokak lambasının ışığı altında ki kaldırıma doğru çöktü. Sırtında ki çantamı yanına bıraktığında bende onun yanına oturmuş ve sessizliği sürdürmüştüm.
Ancak olan şeyler o kadar garip ve kasvetliydi ki Tuğkan’ın omzuma kafasını koymuş olduğunu bile daha sonra fark ettim. Aklımda şu an her ne dolanıyorsa buna lanetler ediyordum. Şu an tek odağım sevdiğim adam üzerine olmalıydı.
“Tuğkan,” Kuruyan dudaklarımı araladığımda ne söyleyeceğimi bilemiyordum. “İyi misin?” Elimden sadece bunu söylemek geldi.
İyi değil Parla.
Hiç iyi değil.
O ise sessiz kalmaya devam ettiğinde bir şeylerin kötüye gittiği aşikardı. Gözlerimi ellerine çevirdiğim de, dizleri üzerinde birleştirmiş olduğu ellerini yumruk yapmış öylece sıkıyordu. Canını sıkan şey kalbini de acıtıyordu. “Özür dilerim.” Aniden gelen özür beni bozguna uğrattı.
“Ne? Neden?” Yaptığı hiçbir şeye anlam verememek benim ayıbım olsa gerekti. Tuğkan düşüncelerin bütünü bir insandı ve onu anlayamamak, kendimi aciz hissetmeme neden oluyordu.
Omzumdan kalkan ağırlığın yerini bu defa, kulağımda hissettiğim sıcaklık doldurdu. “Orada seni o piçle yalnız bıraktığım için.” Okulda olanları kast etmesi ile kalbimde devam eden bir ağrının habercisi oldu. “Korkak gibi yanına gelemediğim için.” Nefesi her kulağıma değdiğinde tüylerim diken diken oluyor, hatta kulağım uyuşuyordu. “Seninle konuşmasına izin verdiğim için Parla… Her şey için özür dilerim.”
Tuğkan Demirsoy tam olarak buydu. Yapamadığı, elinde olmayan şeyler dolayı bile özür diler, kendini suçlu hissederdi. Bu acı vericiydi. Ciddi manada büyük bir acıydı. O kadar ince düşünceli biri, bu dünya için çok fazla değil miydi?
“Senin suçun değildi.” Elimi uzatıp, sıkmaktan parmak boğumlarının beyazlaştığı soğuk ellerine dokundum. “Benden özür dilemene gerek yok. Gerçekten.” Güven vermek adına ona gülümsediğimde birkaç saniye öylece kalıp tekrar kafasını omzumda hissettim. “Ne yapıyorsan bir bildiğin vardır. Sana inanıyorum ve en önemlisi güveniyorum.” O da benim gibi elimi tutarken derin bir nefes verdi. Soğuk elleri, benim sıcak ellerimle buluştuğunda yaşanan eşitsizlik ile tebessüm ettim.
“Gerçekten güveniyor musun?” Sesi, hala kendini kötü hissetmesinden mi yoksa bu sorunun yüzünden mi kısık çıkmıştı anlayamamıştım. “Bana hiç gerçekten güvendin mi Parla?”
Bu soruları neden sorduğunu bilmesem dahi ellerini daha sıkı tuttum. “Her zaman güvendim.” Her zaman da güveneceğim.
O an kafasını tekrar omzumdan kaldırdığında gözlerimi ona çevirdim. Gözlerimiz buluştuğunda, bu kadar yakın olmak nefesimi tutmama neden oldu. Onun sıcak ve sakin nefesi ise çoktan tenime temas etmeye başlamıştı. “Neden?” Ne neden? Gözlerimin içine bakmaya devam ederken gözlerinde düşündürücü bir ifade vardı. “Neden güveniyorsun bana?”
“Çünkü güven veriyorsun.” En basit örneğiydi. “Sen diğerleri gibi değilsin Tuğkan. Sen, bende ki güvensin.” Bir elimi uzatıp yanağına yerleştirdiğimde gözlerini kısa bir an kapattı. Sanki buna ihtiyacı varmış gibiydi. Kafasını yanağımda ki elime doğru eğdi. Bir güven kapısı. Bir liman. Bir sığınak.
Belki de bir yara.
Gözlerini kapalı tutmaya devam ederken konuşmaya başladı. “Annem öldüğünde onuncu sınıftım.” Anlık gelen gerçek ile hareketsiz kaldım. “Hastaydı. Hastalığını ben sekizinci sınıfın başındayken öğrendik. O zaman LGS’ye hazırlanıyordum. Bana, annemin çok da büyütülecek kadar hasta olmadığını söylediler.” Ona dikkat kesilirken baş parmağımla soğuk tenini okşadım. “Uzun zaman boyunca karın ağrıları çekti. Babamla onu bir hastaneye götürdük. Rahminde tümör olduğunu öğrendik.” İstemsizce boğazımda, nefesimi almama engel olacak bir şey oturdu. Gözlerimin yanmaya başladığını bile o an hissettim fakat Tuğkan sakin ve rahattı.
Belki de rahat değildi. Bana göstermek istediği şeydi rahat olmak.
“İlk başta inanmadık. Babam üç doktora daha götürdü hepsi aynı şeyi söyledi. Tedavi olması için özel hastaneye yatırmaları gerektiğini söylediler.” Kulaklarımda uğuldayan soğuk hava ile burnum akmaya başlamıştı. “Hiç düşünmedik bile, babam özel bir hastaneye yatış yaptırdı. Annemin rahminde ki tümör gittikçe büyümüştü. Bir yıldır ağrılar çekiyordu ve hastaneye gitmekte geç kalmıştık. Tümör gittikçe büyümüştü.” O kadar acıya nasıl katlandı? “Anneme kemoterapi verilmeye başlandı. Sürekli annemin yanına gidiyordum. Her gittiğimde, her annem yata yatarken onu gördüğümde saçları bir öncekinden daha da azalıyordu.” Saç dökülmesi, kemoterapi yüzünden olurdu. Vücudunda tek bir tel dahi kalmazdı.
Gözlerini yavaşça açsa dahi bana bakmadı. Gözlerime bakmak istemediğini o an anlamıştım. “Sapsarı saçları yok oluyordu. Gözler he geçen güne göre daha da kızarıyordu. Yetmedi, Işın tedavisi de gördü.. Rahminde ki tümörün daha hızlı küçülmesi için gidiyorduk ona da. Babam çok yaklaştırmazdı beni anneme. Eve gelmeden önce, eve temizlikçi bir kadın çağırır, baştan sona evi temizletirdi. Bir mikrop kapsa, iki hafta hastaneden çıkamıyordu.” Bu ona acı veriyordu. Gözlerini yere odakladığında sokak lambasının ışı ile gözlerinin dolduğunu gördüm.
Arada bekliyor, dudaklarına gelen kelimeleri yutuyordu. Nefesi kesiliyor ama anlatmaya devam ediyordu. “Okula gitmedim. LGS sürecini asla değerlendiremedim. Zaten bu okula geleceğimi biliyordum onun için çalışmadım. Her gün annemin yanına gitmek istiyordum.. Evde, babamla tek başına kalmak cehennemden bir köşe gibiydi.” Kafasını kaldırıp bana döndüğünde akan burnumu içime çektim. Acı verici bir ızdırap gibiydi.
“Ameliyat olmadı mı?” Kısık sesime rağmen sorduğum soru ile gözleri gözlerimde takılı kaldı.
Kafasını anlayışla salladı. “Oldu.. Ameliyat sonrası annem kötüleşti, tekrar ameliyata aldılar. Tümörün parçası kalmıştı rahimde. O ameliyattan çıkamadı.” Normal bir olaydan bahseder gibi soludu.
Gözlerimi sıkıca kapattığımda kendime lanetler ettim. Tuğkan’ın annesi hakkında ki bu gerçek ile yutkunmak zorunda kaldım. “Başın sağolsun.” Diyebildim. Tuğkan o kadar acı çekmişken hiçbir söz teselli olamazdı biliyordum fakat elimden hiçbir şey gelmiyordu.
“Babamın bana olan şiddeti, ilk o zamanlar başladı.” Gözlerimi bir anda Tuğkan’a çevirdiğimde gülümsüyordu. Gözlerinde yorgun bir gencin, çocukluğu yatıyordu ve ben bu gerçekler karşısında sessiz kalıyordum. “Şiddet sadece fiziki değildir Parla. Canını acıtan, sende yara bırakan her şey bir şiddettir. Bir söz bile, sana tokat gibi çarpar ve sen o sözün altında ezildiğin sürece yaran derinleşir.” Yüzüme vurduğu gerçeklik ile sessizleştim.
Ne söyleyebilirdim ki? Babam da bana şiddet uyguluyor diyecek iradeyi kendimde bulamıyordum. Geçmişimden utandığımı bilsin istemiyordum. “Peki ya kalp kırıklığı? O da şiddetin bir sonucu mu?” Kalbim çok mu kırıldı da dudaklarımdan bu kelimeler döküldü bilmem ama o bana tebessümle baktı.
“Kalp kırıklığı.” Diye iç çekti. “O kadar acı ve boğucudur ki, ne olduğunu anlayamazsın. Ve bazen acılar izler bırakır. Bunlara Girye denir. Acılar ruhuna girye bırakır. Dışarıdan kimse görmez, çünkü sen görmelerini istemezsin. Ve bazen, hissettiklerin ve gösterdiklerin farklıdır.”
Her sözü, yaşanmışlık üzerine kurulmuş gibiydi. Geçmişinde geçirdiği onlarca anının sonucuydu. Girye. Gözleri bu defa bana döndüğünde uzanıp yanağıma dokundu. “Unutma Parla; insanlar acıya boğulmaz. İnsanlar acıya boğdurur.”
Ben o kadar boğuldum ki, Tuğkan o kadar boğuldu ki nefes almayı bile unuttu artık. Geçmişimden utandığım bu anda, içimde birikmiş olan acıların nedenini öğrenmek istedim. İstedim ki bir daha boğulmayayım. Bir daha Tuğkan boğulmasın. İnsanlar bu kadar acımasız olmasın.
O an bu sadece bir istekti fakat devam edeceğini biliyordum. Uçsuz, bucaksız bir okyanus içinde boğulmak, en dibe çökmek ve öylece beklemek. Hepsi bir acıydı. Nefes kesici ve her şeyiyle yakıcı olan bir acı.
Ne zaman dolduğunu anlamadığım gözlerimden bir yaş akarken, göğsümde hissettiğim ağrı ile nefes alamadım. Montumun fermuarını açarken hıçkırıklar boğazımda çoğaldı fakat hepsini yuttum. Şu an değil dedim kendi kendime. Şu an olmaz.
“Bazen,” Diye devam etti Tuğkan. Gözlerini, gecenin dolunayına çevirmiş yüzünde ise hayata tutunmasına tek sebep bir tebessüm yerleştirmişti. “Kalbimde ne kadar girye olduğunu merak ediyorum.” Ne kadar acı. “Ne kadar yara, ne kadar kasvet var acaba diyorum bazen. Sende böyle diyor musun?” Gözlerini bana çevirdiğinde dolu olan gözlerimi görmüş ve bir süre bana bakmıştı. Aklından o an ne geçti bilmem ama kaşlarını kaygıyla çatmış olması içimde bir şeylerin kopmasına neden olduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. Bana öyle bakmaya devam ederken nasıl olur da ağlamazdım?
Ben sana nasıl ağlamam Tuğkan?
Parmakları uzanıp yanağımdan akıp giden yaşlara dokunduğunda sıcak nefesini yüzümde hissettim. “Dememelisin.” Dedi kısık bir sesle. Sesine öyle derin, öyle karmaşık anlamlar yükledim ki nefesim kesildi. “Acı nedir bilmez bir kalbe sahip olmalısın. Çünkü sen giryenin kapanmasını sağlarken, sen o ışıkken nasıl olur da giryenin ta kendisi olabilirsin Parla?” Sesi, nefesi, sıcaklığı, gözleri… Her şeyiyle beni içine çektiği o anda dudaklarımdan bir hıçkırık koptu.
Acı verici bir rahatlamaya sebep olmuştu aslında. O denli rahatlatmıştı ki, daha önce hiç bu kadar ağlama isteği ile dolup taşmamıştım. Omuzlarımda hissettiğim, güvenin kendisi olan kolları beni bedenine bastırırken ilk kez Tuğkan Demirsoy’un kollarında ağlamanın ne denli anlamı olduğunu anlamıştım.
Ben yaranın kendisine ağladım onun haberi bile yoktu.
Hıçkırıklarım boğazımda takılırken onun parmakları saçlarımda dolaşıyor, sanki beni daha fazla ağlamam için teşvik ediyordu. “Dinle Parla,” Şefkatle dolu sesi aynı zamanda sıcacıktı. “Bazı gerçekler, kalbinde yara bırakır. Kabullenmek, sadece yaraya kabuk bağlar..” Hıçkırıklarım arasında, kafasını eğip bir elini yanağıma bastırdığında gözlerimi ona çevirdim. Karşılaştığım manzara da Tuğkan’ın gözleri de dolmuş olduğuydu.
“Senin yaranın derinliği ne?”
Ballarım yine biz geldikkk
Bölüm nasıldı? Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfenn
Diğer bölüme görüşmek üzere 💞
Wp kanalı; Instagram hesabında ki linkten veya Wattpad hesabımda ki linkten ulaşabilirsiniz
Instagram; deusnazz
Instagram; tugkann_ddemirsoy
Instagram resmî; giryeofficial
Tiktok; krizantemqw
diğer bölüme görüşürüz ballarım kendinize dikkat edin sizi çoooookkkk seviyorummmmm 💞🍯💖💗💓🌷💝🎀💕
Okur Yorumları | Yorum Ekle |