Ballarım selammm,
Yine biz geldikk artık hafta da iki bölüm atacağız... Sizde oy ve yorum yaparak bize destek olursanız çooooookkk sevinirizzz
Kuşlar bu bölüm çok güzel olmuş dedi...
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen yapabildiğiniz kadar yorum yapın çok uzun bir bölüm oldu çünkü...
Bölümü okurken dinleyebileceğiniz şarkılar;
Perdenin Ardındakiler - Vedalardan Bir Buket
Model - Mey
Can Ozan - Toprak Yağmura
KEYİFLİ OKUMALARRRR
******
“Abla, Tuğkan çok tatlı dimi?” Güneş, yanı başımda, tezgahın üzerine oturmuş, ayaklarını bir o yana bir bu yana sallarken söylendi.
Derin bir nefes verirken Tuğkan’ın Güneş’i kendine hayran bırakmasına –tabiri caizse Güneş’in onu olağan dışı bir şekilde sevmesi- kızıyordum. “Evet Güneş.” Diye onu onaylamak zorunda kaldım elimde ki somun ekmeği geniş kaseye küçük parçalar halinde bölerken.
“Çok da yakışıklı dimi?” Bana beklentiyle bakarken göz ucuyla ona baktım. Gözleri öyle parlıyordu ki, Tuğkan’ın kafasına vurma isteği içimde çoğalıyordu. Aferin Tuğkan! Aferin! “Nasıl güçlü öyle! Ateş ve benim çantamı tek eliyle taşıdı!” Heyecandan ne yapacağını bilemeyip kolumu sıkı sıkıya kavradığında gülmeden edemedim.
Anlaşılan Güneş’in çocukluk aşkı, sevgilim Tuğkan olmuştu.
“Ablacım,” Bölmeyi bitirdiğim somun ekmeklerin üzerine, tezgahın hemen yanında duran peynir dolu tabaktan biraz alıp üstüne döktüm. “Tuğkan abin biraz şeydir,” Kelimeleri seçmeye çalıştım fakat Güneş’in yüzünde ki hayranlık beni güldürmemek için zor tutuyordu. “adını sen söyle… Salaktır.” Dile getirdiğim kelime –Güneş için en büyük küfür örneği- Güneş’i kısa bir süreliğine bana öylece bakmasına sebep oldu.
“Hayır,” Dedi sonra, sanki kendisine söylemişim gibi kollarını göğsünde birleştirip bana ters bir bakış attı. “Hiçte bir kere!” Saçlarını bir anda savurtarak kafasını diğer tarafa çevirdiğinde Allah’tan sabır diledim. “Gayette zeki birisi.”
Hıı, tabi aynen.
Gözlerimi tekrar önümde ki kaseye çevirdiğim de içine döktüğüm ekmekler, kasenin içinde ki çayla ıslanmış ve üzerine koyduğum peynirlerle birlikte, kaşık yardımı ile karıştırmaya başlamıştım. “Şaka yaptım, şaka.” Bu kızla işimiz var. “Hem, sen ne diye bu kadar savunuyorsun bakalım Tuğkan abini?” Şakayla karışık sesimle birlikte tekrar bana döndü. Gözlerimi kısıp şüphe ile yüzünü seyrettim. “Çok mu sevdin onu?”
Güneş kafasını omzuna doğru düşürürken gülümsedi. “Yaa, evet. O da beni sevdi dimi? Bizi eve bıraktı ya,” Sonra arkasını dönüp mutfak kapısına bakarak Ateş’in gelmediğinden emin olup benim yüzüme doğru uzattı elini. İki parmağı arasına aldığı yanağımı geri çekip parmaklarını dudaklarına götürüp öptü. “Bal gibiymiş bal!” Diye söylendi.
Eyvah.
Eyvah ki eyvah.
Sonrasında kıkırdamaya başlayıp ayaklarını tekrar salladı. “Bak sen,” Diye ona gülerek baktım. “Sevmiş o da seni.” Elimde ki kaseyi karıştırmayı bırakıp Güneş’e doğru uzattım. “Ama sen ondan küçüksün ya, ondan sevmiş öyle.” Güneş elleri arasına aldığı kaseyle kafasını tekrar bana kaldırıp omuz silkti.
“Sevmiş işte. Nasıl sevmiş önemli değil ki.” Tezgahtan onu indirmem için kollarını havaya doğru kaldırdığında belinden tutup yavaşça yere indirdim. Koşarak mutfaktan çıkarken, “Ateş! Ablam çay ekmeğimi yaptı!” Salona doğru koştururken arkasından gülümsedim.
Çok geçmeden çalan zil sesi ile mutfaktan çıkıp kapıya doğru ilerledim. “Parla aç kız kapıyı!” Gizem’in nefes nefese gelen sesi ile koşturarak kapıya varıp hızlıca açtım. Gizem, kapının kirişine tutunmuş iki büklüm bir şekilde soluklanıyordu.
“Gizem?” Diye şaşkınlıkla mırıldandığım da Gizem kafasını kaldırıp bana baktı. Elini bir saniye dercesine kaldırdı. Soluklanmasını beklerken kapıya yaslandım. “Niye koşturdun?”
Bana gözlerini öfkeyle araladı. “Koşturdum mu?” Yerinde zorlukla doğrulup gerisinde ki merdivenleri gösterdi. “Sizin takoz asansör bozulmuş! Beş kat çıktım!” Ayakkabılarını bir sinirle çıkartırken bana eliyle geri çekil işareti yapıp beni umursamadan içeri daldı. “Hiç mi apartman yönetimiyle konuşmuyorsunuz siz? Bu ne be? Geri zekalılar!” Benim odaya doğru ilerlerken açık kapıyı kapatmak üzereydim ki, dışarı çıkmaya çalışan Süt’ü iteledim.
“Şşşt! Dışarısı yok.” Süt dışarı çıkamayacağını anlamış gibi hızlıca salona doğru gitti.
Süt, iki hafta evvel soğuk havada bulduğum kediydi. Birkaç gün bizde kalmış daha sonrasında evini bulması için dışarı bırakıp peşinden gitmiştim fakat etrafta öyle dolanınca onu alıp tekrar eve getirmiştim. Tabi babamla büyük bir kavgaya vesile olmuştu ama halletmiştim.
Sonuç olarak Bal’a arkadaş olmuştu. Adını ise kendi gibi beyaz olan tüylerine uygun Süt ismini vermiştik.
Gizem’in yanına geçmeden önce mutfağa uğrayıp büyük bir bardağa su doldurduktan sonra onun yanına geçtim. Odamın kapısını açıp içeri girdiğim de Gizem’in çoktan yatağıma uzanmış olduğunu ve hala nefeslendiğini gördüm. Üzerinde evde giydiği kıyafetler vardı.
Gizem’le evimiz uzak değildi. Aynı site içerisinde oturuyorduk fakat bizim site büyük olduğu için, o sitenin başında, biz ise sonunda ki apartmanda yer alıyorduk. “Al.” Kapıyı arkamdan kapatırken ona elimde ki suyu uzattım. Gözleri suya döndüğünde yattığı yataktan doğrulup uzattığım suyu aldı. “Arada bir bozuluyor böyle asansörler. Az önce biz bindiğimiz de çalışıyordu.” Yanına otururken, içtiği su bardağından gözlerini bana döndürdü. “Senin şansına.”
Gizem bitirdiği bardağı, hemen yatağın yanında ki komodinin üzerine bıraktı. “Siktir et, şanssızlığa alıştım zaten.” Arkasında ki yastığı yükseltip geriye doğru yaslandığında bende yatağa biraz daha rahat oturup sırtımı soğuk duvara yasladım. İkimize öylece baktığımız da gözlerimi kısarak bakışmayı derinleştirdim. “Ee,” Sesimle birlikte Gizem bana sorgulayıcı bir bakış attı. “Bir şey anlatacağım sana diyordun, ne anlatacakmışsın?”
Bu gözlerim Gizem’in üzerinde ki rahatlığı son derece hızlı bir şekilde yok etmiş ve yerinde gerim gerim gerilmesine sebep olmuştu. Artık bu hallerine alıştığım için sıkılmış gibi nefes verdim. “Ne bok yedin yine?” Tepkimle kaşları şaşkınlıkla havalanmış ve bana tiksinici bir bakış atmıştı. İtiraz etmeden önce hep böyle yapar kendini haklı çıkartmaya çalışırdı.
“Ne bok yemesi be? Ne zaman bok yedim ben?” Bacaklarını kendine çekip kollarını dizlerine sardığında alayla güldüm. Bana yandan bir bakış attı.
“Ya ya, hiçbir şey yapmazsın sen zaten.” Artık alıştım nasıl olsa. Bir bok yediğini adım kadar iyi biliyordum. “Dökül Gizem.”
Gizem bir süre öylece sustuktan sonra gözlerini bana çevirdi. Gözlerinden, bir şeyler olduğunu fark etmiştim. “Özür dilerim.” Oldu ilk kelimesi. Ne olduğuna asla anlam veremiyordum.
Ona kaşlarımı çattığım sırada dizleri üzerine yükselip yanıma kadar dizleri üzerine gelip elimi tutarak bana harbi bir bok yedim bakışları atmaya başlamıştı.
“Parla gerçekten çok çok çok özür dilerim.” Elimi tuttuğu elime ve yüzüne bakmak arasında birkaç saniyelik bir ikilemde bulundum. “Çok kötü bir arkadaşım biliyorum.”
“Gizem,” Bütün dikkatini bozup ciddi olmasını istedim. “ne oldu, söyle.” Bir süre öylece beklediğinde artık dayanamayıp yorumda bulundum. “Kadir mi?” O an kafasını kaldırıp hızla bana baktığında kesin olarak konunun Embesil Kadir olduğunu anlamıştım.
Alışmıştım artık. Gizem sürekli olarak ondan bahsetmeye başlamıştı bu aralar. Uzun zaman önce Kadir konusu kapanmış olmasına rağmen. Belki de kapanmamıştı. Sıkıntılı bir nefes verirken gözlerini bir anlık sinir ile kapattım.
“Bu konuyu kapattık sanıyordum Gizem.” O ise elimi biraz daha sıktığında gözlerimi açıp ona odaklandım. Gözleri hala üzerimde bana pişmanlık ile bakıyor gibiydi. “Kadir sana iyi gelmiyor.”
Sözlerim canını acıtmış gibi gözlerini kapatıp birkaç saniye sonra yutkundu. Bu onun için zordu, biliyordum fakat gerçek de buydu. Kaç kere denemye çalışıp kaç kere Kadir’in verdiği güvensizlik yüzünden Gizem ağlamıştı. Kardeşim dediğim kızın çöküşünü izletmişti bana.
“Öyle değil Parla.” Gizem gözlerini açıp bana kaldırdı kafasını. Hala elimi tutmaya devam ederken derin bir nefes verdi. “Konu hiçbir zaman iyi gelip gelmemesi olmadı benim için.” İşte bu kaşlarımı çatmama neden oldu.
Sinirle ondan elimi çekmeye yeltendiğim de daha sıkı tuttu. “Benim için öyle oldu. Kadir iyi birisi, onu seviyorsun, bir geçmişiniz var anlıyorum. Bu konu için seni yargılamıyorum veya suçlamıyorum. Asıl suçladığım şey Kadir’in sana iyi gelmediğini kabul etmemen.” Gizem de bunu biliyordu fakat kabullenmek istemiyordu.
Gizem kafasını omzuna doğru eğip derin bir nefes verdi. “Konuştuk biz.”
“Bu konuyu mu?” Ne zaman konuştular ve benim neden haberim yok?
Kafasını iki yana sallayıp gözlerimin içine baktı. “Yaptığı hataları. Neden ilişkimizin olmadığını.” Bu konu ne zaman geçmişti ki?
Yerimde doğrulurken düşündüm. “Ne zaman konuştunuz? Bana söylemedin.” Gözlerini kaçırdı.
“Özür dilediğim konu bu.” Gözleri tekrar bana çevirdi. “Okulda konuştuk. Çok ani oldu, her şey bir anda oldu. Yani anlatacaktım sana ama söylersem kızardın. Bugüne söyle…”
“Dur, kaç gün oldu siz konuşalı?” Bu sorum Gizem’in bakışlarını kaçırmasına yol açtı. “Gizem?”
“İki haftacık kadar.” Diye sesini kısarak konuştu. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken Gizem koluma sarıldı. “Valla söyleyecektim!’ Allah çarpsın! Vallahi Parla. Özür dilerim.” Gizem bana masum masum bakarken ona karşı kaşlarımı çattım.
“Ben sana her şeyimi hemen anlatıyorum.” Diye kolumu ondan kurtarmaya çalıştım fakat o daha da sarıldı koluma. Derin bir nefes verdiğim de sakin kalmaya çalıştım. “Eee, ne konuştunuz onu anlat o zaman.”
Gözleri umut ışığıyla parladı. “Affettin mi?” Ona yalandan tiksinirce baktım. “Yaa Parla! Yerim seni!” Gizem bana sıkıdan sıkıya sarılırken gülümsedim.
“Iyy, Gizem yılışma da anlat.” Sesimle benden uzaklaşıp yatakta bağdaş kurarak ellerini indirdi kafasını.
“Şimdi şöyle oldu…”
2 Hafta Öncesi…
“Kadir! Ne kadar terbiyesiz bir insansın sen ya! Utanman da mı yok senin!” Gizem öfkeyle Kadir’in peşinden koştururken kendine lanetler ediyordu. Ne diye Merve’ye vermişti ki o kağıdı? Ne diye ortada bırakmıştı?
Kadir ise hiç oralı değil, aksine bulundukları durumdan oldukça memnun bir eda ile ilerliyordu. Nereye gidiyordu Gizem de bilmiyordu fakat elinde ki kağıdı almak istemesi onu cehenneme kadar götürecek gibiydi.
“Kadir dedim!” Gizem, koridorda geçip giden öğrencileri umursamadı. Dönüp ona bakanları da takmadı. Şu an tek istediği Kadir’in elinden o kağıdı almaktı.
Önünde ilerleyen ve asla istifini bozmayan Kadir arkasını dönüp Gizem’e çapkın bir bakış attı. “Cadı?” Bu aralar moda olmuştu Kadir’in ağzında bu kelime. Gizem’e karşı sürekli kullanıyordu. Gizem de tabi bu durumdan pek rahatsızdı.
Öfke yüzüne kadar taşınmıştı Gizem’in, içinde köpüren bir sinirle daha da hızlandırdı adımlarını. “Pislik!” Diye atıldı Kadir’e. Çevrede ki insanları umursamadan yaptı bunu. Öfkesi gözlerinden belli oluyordu ve Kadir de bunu istiyordu.
Hızlı davranan Kadir oldu. Arkasından gelen Gizem’den kurtulmak amacıyla –gerçekten kurtulmak- yangın merdivenlerinin kapısını aralayıp kendini içeri attı. Gizem peşinden girecekken yüzüne kapatılan kapıyı açma derdine düştü bu sefer. Sert ve zor açılan kapıyı birkaç deneme sonunda açabilmiş ve içeri hemen girmişti.
“O kağıdı ver ba…” Gizem’in sözleri kısa bir anlık kesime uğramıştı. Bunun nedeni Kadir’in elinde ki kağıdı arkasında ki duvara yaslanarak sakin bir şekilde, sesli bir halde okumasıydı.
“Kavgadan sonra iyi görmedim onu. Sürekli dalgın sanki, endişe ettiğimden değil tabi ki. Salak zaten ne olursa olsun bana ne.” Kadir okumayı bırakıp gözlerini karşısında ki Gizem’e kaldırdığında güldü. “Salak falan, ayıp olmuyor mu sence de? Ha, Cadı?”
Gizem ona ters bir bakıp atıp birkaç adım ilerledi Kadir’e. “Tamam, ver şu kağıdı.” Tam elinden alacaktı ki Kadir kağıdı havaya kaldırdı.
“Benim üzerime yazılmış yazıyı okumak istemem, sorun olmaz bence.” Gizem’i görmezden gelerek tekrar okumaya döndü. “Ama, bir yandan da olmasın diyorum. Tuğkan gibi lisansı yanmasın Merve. Önemsemek gibi değil de işte ister istemez endişe ediyor insan.” Gizem, kağıda ulaşma çabalarını sonlandırdığında utançtan yerin yedi kat dibine gitmek isteyecek kadar büyük bir duygu içinde kalmıştı. Kafasını başka bir yöne çevirdiğinde içinden kendine onlarca küfür savurdu.
Kadir sessizce havaya kaldırdığı kağıdı Gizem’e doğru uzattı. “Al.” Sesinde hoşuna giden şeyler olduğu apaçık ortadaydı. “Duymak istediğimi duydum.” Kadir’in elinde ki kağıdı iteledi Gizem. Kadir istediğine ulaşmış, ancak Gizem ulaşamamıştı.
O kağıt artık bir şeye yaramazdı. Kadir’e öfkeyle bakarken buna anlam vermedi Kadir. “İstemez.” Diye kestirdi Gizem. Arkasını dönüp gideceği sırada Kadir uzanıp bileğinden tutmuş ve Gizem’in bu yaptığı şeye anlam verememişti.
Konuşacak konu vardı ve Gizem şu an gidemezdi.
“Öylece gidiyor musun?” Diye düz bir şekilde sordu Kadir. “Konuşacak bir şeylerimiz yok mu sence de Gizem?” Artık bir şeyleri konuşmak ve halletmek istiyordu. Bir şeyleri kesinleştirmek ve bu konuyu tamamıyla ele almak.
Gizem sertçe Kadir’in tutmuş olduğu kolunu çekip ona öfkeli bir bakış attı. Kadir’e karşı hislerini asla göz ardı etmezdi fakat Kadir’e de bunları yansıtmamayı çoktan öğrenmişti. Aynı önceden Kadir’in ona yaptığı gibi.
“Hayır yok.” Gizem tekrar gitmek üzereyken Kadir bu defa Gizem’in önüne geçerek geçmesine engel oldu. “Çekil yolumdan.” Gizem, sevdiği çocuğun yüzüne bakmamak için ayrı bir çaba verirken utanç ve sinir gözlerini dolduruyordu. Gözyaşlarını gizlemeye alışmıştı. Özellikle Kadir’e karşı. Bu hatayı önceden yapmıştı ve bir daha yapmamaya kararlıydı.
Kadir, kaşlarını çatmıştı. Artık sakinlikten uzaktı ve bir şeylerin burada başlayıp burada biteceğini de iyi biliyordu. “Var. Ve bu kağıt parçası da onun kanıtı.” Kadir elinde tuttuğu kağıdı Gizem’e doğru gösterdiğinde Gizem bir anlık hırsla elinde ki kağıdı alıp parçalara böldü.
“Kanıt ortadan kalktı.” Kadir’e baktığında Kadir’in sadece onu izlediğini fark etti. “Gördün mü? Konuşacak konumuz yok!” Gizem, Kadir’i iteklemeye çalışsa dahi bu girişimi boşaydı. Bunu kendisi de biliyordu fakat çalışıyordu işte.
Uzun zaman olmuştu ona dokunmayalı. Tekrar dokunmak nasıl bir histir diye düşünmeden edememişti bir an. Dolan gözlerini da saklaması gerektiğini biliyordu aslında fakat içinde ki o hisse karşı koyamadı.
“Gizem,” Kadir’in sesi Gizem’i durdursa dahi kafasını yerden kaldırmasına sebep olamamıştı. “Bak bana.” Gizem asla bakamazdı ona. Dolu gözlerini görmesini asla istemiyordu. Asla onu güçsüz görsün istemiyordu. “Cadı, kafanı kaldır, bak bana.” Gizem sinirle koluna bir tane geçirdi.
“Cadı deme bana.” Diye tersçe konuştu. Akan burnunu çekmek istese dahi Kadir’in ağladığını anlayacağı için bu eylemi gerçekleştirmeyip derin bir nefes verdi. “Çekil, sınıfa gitmem lazım.” Kadir hala olduğu yerde duruyor, Gizem’in ne kadar kafasını önünde duracağını, daha doğru ne kadar dayanacağını anlamaya çalışıyordu.
Gizem en sonunda dayanamayıp burnunu çektiğinde gözlerini parmağın kenarıyla silerken Kadir ise kapıya yaslanmış öylece Gizem’e bakıyordu. Kendine lanetler etmek bir yana, küfrün alasını geçiriyordu. “İçine atıyorsun.” Diye kısık bir şekilde konuştu Kadir. Kendini dövme şansı olsa, bunu yapmak isterdi. “Benim yüzümden bu haldeysen, konuş. Anlat bana anasını satayım. Susma.” Gizem sessizliğini korumaya devam ederken Kadir yerinde doğrulup kapıdan ayrılarak Gizem’in bileklerinden nazikçe tuttu. Yüzünü görmek için biraz eğilse dahi Gizem kafasını başka bir tarafa çekmişti bile.
“Bağır bana. Küfür et. Her şey senin yüzünden de. Döv beni. Yaptığım şeyleri yüzüme vur, acını at bana.” Gizem akan gözyaşlarına hakim olamayarak omzuna bastırdı yanağını. Yanaklarından akıp giden yaşlar ile dudaklarını birbirine bastırdı. “Bela oku, ne kadar pislik bir insan olduğumu anlat bana.” Gizem bileklerini Kadir’den kurtarmaya çalıştığında Kadir buna izin vermedi. “Gizem, yapma böyle…”
Gizem için bir şanstı bu. Kadir’in neler yaptığını, neden bu halde olduklarını, neden Gizem’in ondan uzak durduğunu, içine attığı onca soruyu. Her şeyi burada konuşma fırsatları vardı fakat Gizem bunu yapacak cesareti kendi içinde bulamıyordu. Kadir ile yüzleşmek, hayatında yapacağı en büyük şey olabilirdi.
Sevdiği çocukla yüzleşmek.
“Kadir,” Gizem en sonunda konuştuğunda gözyaşları omzunu çoktan ıslatmıştı. “anlatsam anlar mısın ki?”
Ne kadar acı çektiğimi demek istedi Gizem. Her gece uyumayacak bir neden verdin bana demek istedi fakat yuttu bu düşüncesini. Neden yapamadın demek istedi. Neden bize bir şans tanımadın?
Kadir sıkıntı ile kaşlarını bükerken gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp kendine edebileceği en ağır küfrü etti. “Anlatsan ağlarım.” Sözleri Gizem’in ellerini sıkmasına neden oldu. Söylemek istedi bir an. Gerçekten konuşma, arada ki sorunu yok etmek istedi fakat bundan vazgeçmesi çok uzun da sürmedi.
“Gizem,” Dedi tekrar Kadir. Sesini kısarak Gizem’e bir adım daha atıp kafasını eğdi. “Bak bana.” Kadir elini Gizem’in yanağına doğru uzattığında ıslanan eli ile tekrar bir küfür savurdu. “Kafamı sikeyim.” Dedi ilk başta. Gizem’in yüzünü görünce kaşlarını açtı acıyla. “Irzımı sikeyim, kafamı sikeyim!” Öfkeyle köpürürken Gizem daha büyük sözler sarf etmemesi için gözyaşlarını kazağının koluna sildi. “Özür dilerim.” Elinden daha fazlası ne gelebilirdi diye düşündü.
Gizem kendini az da olsa toparladığı sırada kafasını iki yana salladı. “Sorun değil.” Sorun.
Ağlatacak kadar büyük bir sorun Kadir.
Kadir’in gözleri bir süre Gizem’in gözlerinde kaldı. “O halde sorunu anlat bana.” Gizem bir an ne diyeceğini bilemedi.
Neden beni sevmedin? Hayır, çok duygusal.
Neden umut verdin? Bu çocuğun aşkından ölüyor sayılmazdın. Hayır.
Neden güven vermedin? Evet bu olur.
“Neden bana güven vermedin?” Gizem’in dudaklarından dökülen sözcükler zehir gibiydi. Ucu zehire bulanmış, kendisi bir masumiyet temsilcisiydi. Gizem parmağının ucunu gösterdi. “Şu kadar güven vermedin.”
Kadir sessizce dinledi. Göğsüne saplanan okun zehriyle yüzleşti. “Özür dilerim.” Diyebildi.
“Senden beklediğim cevap değil bu.” Gizem kafasını iki yana sallarken burnunu çekti. “Bana istediğin her şeyi söyle, dök içini dedin. Benim senden beklediğim bir özür değil. Bir cevap.” Siniri gözlerine taşınmış gibiydi. Kadir bunun için derin bir nefes verdi.
Kadir birkaç saniye Gizem’i izledikten sonra, “O zamanlar bilmiyordum. Seni bu kadar seveceğim, ayaklarına kapanacak kadar aşık olacağımı bilmiyordum.” Kafasını iki yana sallarken Gizem öylece Kadir’i izledi.
“Bu sözleri daha önce kaç kıza söyledin?”
“Bu sözleri söyleyecek kadar kimseyi sevmedim.” Kadir kendinden emindi. Gizem ne derse vazgeçmeyecekti. Bir kere bunu yapmıştı ve başka bir hata kabul edilemezdi. “Bana tek bir şans ver.” Kadir yalvarırca baktı Gizem’e. “Tek bir şans. Sana güven vereceğim. Yemin ederim.”
Gizem gülerek omuz silkti. “Anlamıyorsun.” Şu an bile o şansı kullandığını anlamıyordu. Şu an, burada konuşmak bile bir şanstı onun için. “Senin defalarca şansın oldu Kadir. Hepsini geri tepen sendin.” Gizem’in söyledikleri ile Kadir öylece kalakaldı. Söyleyecek sözü yoktu belki ama ne yaptığına dair bir bilgi bilmek istiyordu.
“O halde,” Diye yutkundu Kadir. İçine doğan umutla birlikte. “hala bir şansım var mı demek oluyor bu?” Gizem uzun bir süre baktı Kadir’e. Bir şey söyleyecek oldu ama yuttu sözlerini. “Gizem,” Dedi Kadir içinde dolup taşan heyecanla. “Bir şey söyle, hala şansım var mı?”
Gizem aynı şeyler olacağını bildiğinden omuz silkti. “Şansların tükeneli çok oldu.” Kadir’in telefonu çalmaya başladığında Kadir telefonu umursamadan hala Gizem’e bakıyordu.
Sıkıntıyla omuzları çöktü. “Yapma.” Diyebildi Gizem’e ancak Gizem yüzüne dahi bakmamış gözlerini Kadir’in telefonunun olduğu cebine çevirmişti. Kadir ise öfkeyle telefonu cebinden çıkartıp kulağına attı. “Ne var?”
“Kadir! Neredesin sen?” Telefondan dışarıya giden ses bir kız sesiydi. Kadir’in yakın zamanlarda takıldığı okul arkadaşlarından biriydi. “Aşağıdayız Aysun’la birlikte seni bekliyoruz.” Kadir o an kendine küfürler etmek istedi.
Belki son şansını da burada tüketmişti.
Gizem, Kadir’in yüzüne baktığında ikisi arasında uzun uzadıya bir sessizlik oluştu. Ne Kadir bir şey dedi ne de Gizem tek bir kelime etmişti.
“Yazık.” Dedi Gizem. Tek kelime bile kalbini acıtmıştı. Gözlerinin dolmaması için uzun bir uğraş verdi. Burnun ucu sızlarken kapıdan çıkmaya çalıştı fakat Kadir tekrar kolundan tutmuş ve ona yalvarırcasına bakmıştı.
“Kadir? Alo, orada mısın? Dışarı çıkmayacak mıydık?” Kadir telefonu bir şey demeden kapatıp Gizem’e döndü.
“Sandığın gibi değil.” Diye yalvardı. Fakat Gizem bunları her seferinde gördüğü gözlerine inanmayı seçerek kolunu Kadir’in elinden kurtardı.
Son kez Kadir’e baktığında gözyaşları, gözlerine çoktan dolmuştu. “Bir daha sakın,” Diye uyardı Kadir’i. “Sakın yanıma geleyim deme.” Gizem’e göre artık Kadir de diğerleri gibiydi. “Sevgi köpekliği yapmaya kalkma.” Kadir’in bir şey demesine fırsat vermeden kapıyı açıp oradan gittiğinde arkasından hızla kapanan kapı ile Kadir gözlerini sıkıca kapattı.
Bu defa gerçekten batırmıştı.
“Gizem,” Karşımda gözleri dolu dolu olan en yakın arkadaşıma baktım. Gözlerinde üzüldüğüne dair bakışlar olsa dahi bu durum beni gerçekten sinir ediyordu. “Ne yaşadığını anlayabiliyorum.” Diyebildim dizleri üstüne koydu ellerini tutarken. “Kadir bu, her zamanki hali.”
Gizem ise burnunu çekip güldü. “Ve hala bana yanaşmaya çalışıyor.” Diyebildi. İçinde ona olan bir sinir, nefret veya başka bir şey yoktu. Sadece Kadir’e kırgındı. İnsan sevdiği insandan nefret edemezdi. En fazla kırılırdı. “Ne yapmış biliyor musun?” Bir elini elimden çekip gözyaşlarını silerken güldü.
Onun gülmesi benim de tebessüm etmeme neden oldu. “Yine ne yapmış?”
Göz devirirken burnunu tekrar çekti. “Geçen gün annem kapalı pazara gitmişti. Eve döndüğünde bir baktım. Poşetleri mutfağa Kadir taşıyor! İnanabiliyor musun?” Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken büyük bir kahkaha attım. “Parla gülme! O kadar stres dolu bir andı ki! Üstümde kedicikli efoşman vardı bir de.” Gizem rezilliğin zirvesini tattığı anları sanki tekrar yaşıyormuş gibi bir titretme geldi.
“Kadir anneni nereden tanıyor ki?” Gizem’in annesi o kadar garipti ki. Ben bile kestiremiyordum. “Onu geçtim, annenle bu samimiyet ne?” Gülüşlerim arasında sordum bu soruyu.
Gizem ise benim sorumu onaylarcasına kafasını salladı. “Dimi! Ne bu samimiyet? Ben ömrü hayatım boyunca, bak ömrü hayatım diyorum.” Ellerimi, elinden çektiğim de bende onun gibi bağdaş kurup oturdum. “Kadir kadar gevşek bir insan görmedim. Sana yemin ederim ki Parla, o an ağzım bir açık kaldı. Kadir salağı da oradan ‘Ağzını kapat ağzına sinek girecek’ diyor!” Tekrar bir kahkaha patlattığım sırada Gizem de siniri bozulmuş bir eda ile güldü. “Kriz geçirdim evde.”
Kadir böyleydi işte. Utanma arlanma yoktu çocukta. Daha ne olsun? “Eee sonra?” Gizem tam ağzını açmış devam edecekken çalan telefonla gözlerimiz Gizem’in telefonuna döndü. Arayan kişinin Kadir olduğunu görünce Gizem telefona gözlerini irice açarak baktı.
“Kadir! Kadir arıyor!” Yatakta dizleri üzerine yükselirken telefonu eline aldı. “Parla, Kadir arıyor!”
Sakin bir şekilde yanımda ki masanın üstünden tırnak törpüsünü aldım. “Aç.”
“Saçmalama!” Gizem öfkeyle bana kaldırdı başını. “Nasıl açayım?”
“Gizem, mal mal davranma açsana şu telefonu.” Telefona doğru uzandığım sırada Gizem telefonu geriye kaçırdı. “Mal mısın kızım sen?! Aç telefonu, ne diye aramış onu öğreniriz.” Gizem kafasını iki yana sallarken daha çok üstüne doğru gittim o ise telefonu daha da benden kaçırmış ve yatağın üstünde tepişmeye başlamıştık.
“Parla bak siktir git! Açmayacağım işte!” Yüzümde zafer kazanmış bir şekilde geri çekildiğim sırada yüzümde büyük bir sırıtma vardı.
“Açmayacağım diyip açman?”
Kadir’in sesi oda da duyulduğu sırada Gizem hızla kafasını telefona çevirip baktığında açık olan aramayı görünce bir eli şokla dudağı üzerine gitti. Tamam tamam, bu iş oldu. Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde şaşkınca baktı bana.
“Alo? Dilini mi yuttun sesimi duyunca?” Kadir’in kendini beğenmiş sesi ile gülmeden edemezken Gizem dudaklarını birbirine bastırdı.
“Geri zekalı.” Dedi en sonunda telefona doğru. Telefonu ikimizin ortasına koyarken kendini toparlamaya çalıştı. “Ne var, ne diye aradın?” Burnundan kıl aldırmayan Gizem’e de bir bakın. Ne kadar da tepkisiz öyle.
Kadir’in tarafından bir iç çekiş sesi geldi. “Mesajlarıma bakman için aradım.” Gizem telefonun ekranına baktığında kaşları şaşkınlıkla havalandı. “Sana tam seksen altı tane mesaj attım ve dönmedin.”
Gizem ise olduğu durumdan çok memnundu. “Seni seksen altı mesajda durduran neydi peki?” Onu sırıtarak izlediğimde bu durumun hoşuna gittiğini biliyordum.
Kadir’de ise cevap çok gecikmedi. “Aramak daha cazip geldi.”
“Siktir git Kadir.”
“Terbiyesizlik yapma.” Diye oradan konuştu Kadir. Bir şeyle uğraşıyordu sanırım, çünkü sürekli olarak ses geliyordu. “Çok terbiyesiz oldun sen de Cadı.”
“Sensin be terbiyesiz!” Gizem sinirle telefona konuşurken Kadir yalandan güldü.
“Güleyim de boşa gitmesin. Ben mi terbiyesizim?” Onların küçük ve bana kalırsa oldukça tatlı atışmasını dinlemeyi bırakıp telefonuma uzanarak Tuğkan’la olan İnstagram mesajlarımıza girdim.
Bizi eve bıraktıktan sonra tekrar galeriye gitmesi gerektiğini söylemiş ve gitmişti. Gittiği galeri kendilerine ait olan galeri değildi. Hasan’ın babası ile olan ortak galeriye gitmişti. Sanırım adamın bir yere uğraması lazımdı ve Tuğkan galerinin başında duracaktı.
Mesajlarımıza girdiğim de en son onun bana attığı mesajları okudum.
Tuğkan; Galeriye geldim şimdi.
(18.34)
Tuğkan; Müsait değil misin?
(18.38)
Tuğkan bir fotoğraf gönderdi…
Tuğkan; Çok sıkıldım.
(18.39)
Tuğkan; Gizem geldi mi size? Onla dedikodu yapıp benle konuşmuyorsan var ya Sarı
(18.39)
Tuğkan; Sevgilimi özledim ben
(18.40)
Tuğkan çevrimdışı…
Mesajları gülümsememe sebep olurken nasıl telefona bakmayı unuttuğumu sorguluyordum. Gerçi, Gizem’in anlattıkları bir yana dursun, Güneş ile de çok uğraşmıştım.
Parla; Mesajlarını görmemişim
(18.57)
Parla; Gizem geldi, ondan önce de Ateş ve Güneş’e yemek hazırladım.
(18.57)
Parla; Hala galeri de misin?
(18.58)
Birkaç dakika çevrimiçi olmasını ya da bir mesaj atmasını bekledim fakat dört dakikanın sonunda tekrar yazdım.
Parla; Şimdi de senin işin var anlaşılan
(19.02)
Parla; Müsait olunca beni arasana
(19.02)
Parla; Konuşalım
(19.03)
Parla çevrimiçi…
Parla yazıyor…
Parla çevirimiçi…
Parla; Özledim seni
(19.04)
Tam mesajlardan çıkacağım sırada Tuğkan çevrimiçi olmuştu. Heyecanla karışık sevinçle bir şey yazmasını beklemeye başladım.
Tuğkan çevrimiçi…
Tuğkan yazıyor…
Tuğkan; On dakikaya aşağıda ol geliyorum
(19.05)
Tuğkan çevrimdışı…
Tuğkan çevrimiçi…
Tuğkan yazıyor…
Tuğkan; İşim var şimdi, hemen döneceğim sana güzelim
(19.05)
Tuğkan çevrimdışı…
İş yerinde yazamaması normaldi. Babası gelmiş de olabilirdi fakat ona rağmen yazıp aşağı inmemi istemişti.
Parla; Tuğkan; On dakikaya aşağıda o…
Mesajını beğendin.
Parla; Tuğkan; İşim var şimdi, hemen…
Tamammm
(19.06)
Parla; Bekliyorumm
(19.06)
Parla çevrimiçi…
Parla çevrimdışı…
Telefonu kapatıp Gizem’e baktığımda onun çoktan telefonu kapatmış olduğunu gördüm. Arkasına yaslanmış elinde ki telefonuyla ilgilenmeye başlamıştı. “Bitti mi konuşmanız?” Diye dizine dokundum.
Gözlerini telefondan kaldırmadan kafasını salladı. “Sen sevgilinle konuşurken çoktan bitirdik.” Parmakları klavye üzerinde dolaşıyor ve bunu yaparken sırıtıyordu.
“Sen kiminle konuşuyorsun bakayım?” Telefona doğru uzandığım sırada Gizem bir anda telefonu bana döndürdü. Ekranda Kadir’in attığı mesajlar yığını duruyordu. Gizem ise tüm o mesajlara karşılık büyük harflerle random atmış ve Kadir’in salak olduğunu yazmıştı. “Yuh Gizem.” Diye geri çekilip yataktan atlarcasına indim.
“Ne?” Gizem yatağıma daha çok yayılırken bir sevinç kahkahası attı. “O kadar zevki ki Parla!” Ona gülerek göz devirdikten sonra, “Bak işte, erkek milleti değil mi? Böyle köpek edeceksin.”
Sabır dilercesine odada ki gardıroba doğru ilerleyip gardırop kapaklarını açtım. “Hıı, evet.”
“Sende yapmamışsın gibi konuşma!” Gizem’in beni kınarcasına kükreyişi ile arkamı dönüp ona baktım. Bana gözlerini kısmış dikkatle bakıyordu. “Sende Tuğkan’ı az peşinden koşturmadın. Bilmiyoruz sanki.” Ona ciddi misin bakışları atarken bir elimi belime attım.
“Pardon da, hatırlatırım ki, Tuğkan’ı ben sevmiyordum o zaman.” Niye sevmiyordum ki? Her şeyi batıyordu o zaman şimdi ise ona aşıktım. Pişman mıydım, onu sevmediğim zaman ona karşı söylemlerim yüzünden evet pişmandım fakat onu sevmekten asla pişman olmadım.
Gizem yataktan doğrulup derin bir nefes verip yerinde gerindi. Uykusu gelmiş gibi esnerken çenesiyle beni işaret etti. “Onu bunu geç de, hayırdır sen nereye?” İşte yüzümde kocaman bir sırıtma olmasına neden olan şeyden bahsetmeye geldi konu.
Tekrar gardıroba dönüp bir eşofman çıkartarak yatağın üstüne attım. “Tuğkan gelecek on dakikaya kadar.” Bir tane de kalın iplikli kazak alıp yatağın üzerine bıraktım. “Onun yanına gidiyorum.” Gardırobun kapaklarını kapatıp yatağın üzerine attığım kıyafetlere ilerledim.
Gizem ise şaşırmış bir şekilde kaşlarını kaldırıp öylece bana baktı. “Vay be..” Dedi beklenmedik bir anda. “Siz işleri baya büyütmüşsünüz.” Büyüttüğümüz bir şey yoktu aslında. Genel zamanda ve sevgili olmadığımız zamanlarda bile buluşuyorduk. Sayesine.
Üstümde ki ince tişörtü çıkartıp üzerine kazağı geçirmeden önce karşılık verdim Gizem’e. “Biz hep böyleydik. Sadece annem ve babam olduğu için biraz daha temkinliydik o kadar.” Üzerime geçirdiğim kazak ile açık saçlarımı kazağın altından çıkartıp dışına bıraktım. Gizem ise kafasını tekrar telefonuna çevirmiş ve gözleri kocaman açılmıştı.
“Hasiktir! Bu ikizlere benim bakacağım anlamına mı geliyor?” Gözleri korku ile bakarken gülümsedim. “Parla hayır!” Diye itiraz etti hemen. “Ateş, korkutuyor beni.”
“Salak mısın Gizem?” Ona ciddi misin bakışları atarken çoktan eşofmanı giymiştim. “Yiyecek değil seni. Biraz yaramaz o kadar.”
“Biraz mı?” Dedi Gizem ayaklarını yataktan aşağı sarkıtırken. “Şeytandan iki dakika önce doğmuş. Hiç mi fark etmiyorsunuz, gözleri fıldır fıldır geziyor!” Gizem onun taklidini yapmaya çalışsa dahi bunu becerememiş ve benden oldukça düz bir bakış kazanmıştı.
“Çocuklar sana emanet, bir şey olursa ararsın beni.” Yatağın üzerine bıraktığım telefonu alıp odanın kapısına doğru ilerlerken arkamdan kalkıp gelen Gizem de benimle birlikte odadan çıktı. “Ben şimdi görünmeyeyim onlara, Güneş sonra bende geleceğim diye ağlıyor.” Diye kısık bir sesle konuştum. Gizem ise sadece kafasını sallamış ve beni kapıya kadar geçirmişti.
“Dikkatli ol. Gören falan olursa boku yersin benden demesi.” Bunca zaman kimse görmemişti. Şimdi de biri görmezdi diyerek evrene bir manifest yapmış ve ne olur ne olmaz diyerek de bir dua okumuştum. “En fazla yirmi dakika bak.” Benle peşin peşin konuşurken kapıya yaslanmıştı. “Bu küçük canavarlara en fazla o kadar kaldırabilirim.”
Ayakkabılarımı giydikten sonra yerimde doğrulup Gizem’in yüzüne karşı sabır çekerek baktım. “Senin evde ki varlığını bilmiyorlar şu an farkında mısın? Kavga sesleri duymadığın ve abla diye bağırmadıkları sürece onların yanına gitmene gerek yo…”
“Abla!” Ateş’in sesi ile Gizem kaskatı kesilmişti bile. “Abla, çizgi film hangi kanaldaydı?” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Gizem bana yalvaran bakışlar atmaya çoktan başlamıştı bile.
“105. Kanal da.” Diye Gizem’e söyleyip hemen yanda ki merdivenlerden hızlıca inmeye başladığım da Gizem oflayarak kapıyı kapatmıştı bile.
******
20 Dakika Önce…
Tuğkan Demirsoy’un Anlatımıyla…
“Benim sanayiye gitmem lazım.” Erdem amca cebinden çıkarttığı telefonu ile birkaç bir şey yaptı. Kafasını tekrar telefonundan kaldırdığında gözleri bana dönmüştü. “Buralar sana emanet aslanım. Hasan’ın da ufak bir işi varmış, kusura bakma böyle apar topar çağırmak istemezdim.” Hasan’ın babası Erdem amcayı severdim. Pek babacan adamdı gözümde.
Hasan gibi karaktersiz birisi değildi. Kendimi bildim bileli de tanırdım onu. “Estağfurullah amca. Olur mu öyle? Bakarım ben buralara.” Gözlerinde mahcup bir ifade oluşsa dahi bunu yok saymaya çalışarak elini omzuma attı. “Gözün arkada kalmasın.”
“Sağ olasın Tuğkan’ım. Çok sürmez benim işimde. Yarım saat kadar, mallar gelecekti işte. Ondan çağırdım seni yoksa kapatırdım galeriyi. Ben yokken gelirse sen arka tarafa indirmelerini söylersin. Baban da gelince bakar oralara. Olur mu aslanım?” Onu onaylar şekilde kafamı salladığımda elini enseme götürmüş ve ensemden sıkarak gülümsemişti.
“Hallederim Erdem amca. Sıkıntı etme.” Ona güven vermek adına kafamı biraz eğdim. “Hasan’ın da gelmesine gerek yok, işi varsa kalsın. Bakarım buraya.” Bu, benim nazik dilimde gelirse amına koyarım lafıydı fakat bunu bilmeyen Erdem amca gülerek birkaç defa omzuma vurdu.
“Her şeyi üstüne yükleme. O şerefsizin bir halt yaptığı yok. Gezip tozuyor anca.” Ona eşlik ederek güldüğüm de çalan telefonu ile gözlerini telefona döndü. “Gidiyorum ben. Adamlar arıyor.” Son kez bana bakarken el salladı. “Hadi, kolay gelsin.” Telefonu açıp kulağına götürdüğü sırada bende onun arkasından seslendim ona.
“Sana da kolay gelsin amca.” Galeri’nin camdan kapısını açıp çıktığında arkasında bir süre bakıp derin bir nefes verdim. Pantolonun cebinde olan sol elimi çıkartıp kolumda ki saate baktım.
18.42
Sarı hala yazmamıştı. Sıkıntı bedenimi ele geçirirken boynumu sağ omzuma doğru yatırarak çatlattım. Adımlarım, galerinin üst katına uzanan demir merdivenlere doğru ilerlediğinde yukarı kattan duyulan melodik ses galeride yankılanıyordu.
Merdivenlerden çıkıp üst kata vardığım da camdan kapıyı açarak içeri girmiş ve makam masası gösteriminde ki ahşaptan, gösterişli masanın önünde ki deri koltukların birine oturup ayağımı önde ki küçük camdan sehpaya uzattım. Kafamı geriye atarak koltuğun üstüne yaslayıp tavanı seyrettim bir süre.
O günün üstünden bir hafta geçmişti. Babamın bana verdiği uyuşturucuları içtikten ve soluğu Parla’nın yanında aldığım günden bahsediyorum. O günden bu yana, kendimi o lanet şeyi içmemek için çok zapt etmeye çalışsam dahi iki kez daha kullanmıştım.
“Hay sikeyim.” Ellerimi yüzüme götürerek sertçe ovduğum da kafamın bulanmasını hissetmek daha da kötüydü. Her içtikten sonra olan şeydi fakat bu defa içimde oldukça büyük bir pişmanlık vardı. Ellerimi yüzümden çekip tekrar tavana bakarken kulak çınlamasıyla sertçe yutkundum.
Hayır, bu defa asla.
Gözlerimin önüne gelen o anlar kaşlarımı çatmama neden oldu. Bir hafta önce, babam zorlaması ile içtiğim o ilk gece oldukça baş döndürücü geçmişti. Benliğimi benden alan o şey artık kanımdaydı ve bu çok kötüydü.
Parla’nın elbette bundan haberi yoktu ve ben kendimi o illetten kurtarana kadar da olamayacaktı. O gün onun yanına gitme sebebim, neydi bilmiyordum fakat içimde ki vicdan azabına engel olamıyordum. Hala içimde bir yerlerde körüklenmeyi bekleyen o şey sadece şu an küçüktü. Eğer tekrar bunu yaparsam, tekrar olmasını istemeyeceğim sahneler olacağını adım kadar iyi biliyordum.
Bu defa asla dedim içimden. Bu defa öyle bir şey olmayacak. İçimde her ne kadar muhtaçlık duygusu oluşsa dahi bunu yapmayacaktım. Kendim için olmasa dahi Parla için asla buna geri bulaşmayacaktım.
“Seni aşağıda görmeyi bekliyordum.” Kulaklarıma dolan ses kafamı kapıya çevirmeme neden oldu. İçeri girmiş olan Hasan arkasından kapıyı kapatıyordu. Ona karşı kaşlarımı çatsam dahi onun yüzünde herhangi bir ifade yoktu. Dümdüz bana bakıyordu şaftını siktiğim.
“Beklediğin çoğu şeyi yapmıyorum, buna alışmış olman lazımdı.” Sözlerim onu sessiz bıraktığında her hangi bir şey demeden hemen benim karşımda ki deri koltuğa oturdu. Onun aksine ben oldukça rahat oturmuş ve önümde ki sehpayı ayaklarımla kaplıyordum.
İkimiz arasında sözsüz bir bakışma geçerken kaşlarını çattı. “Ne o, yarım bıraktığın işi tamamlamak ister gibi bakıyorsun.” Bingo. Tam olarak zihnimi okudun.
Yerimde biraz doğrularak sırıttım. Yüzümde ki iğrenici bakışları ise asla göz ardı etmemiştim. “Nereden bildin?” Kafamı omzuma doğru düşürürken yalandan düşünceli bir ifade takındım. “Bana ihanet etmiş olmana rağmen hala iyi varsayımların var.” İhanet. “Taktir ettim.” Gözlerimi tekrar bileğimde ki saate çevirdim.
18.47
Hasan karşımda öylece bana bakarken, “Hislerim hala kuvvetlidir. Bilirsin.” Diye iç çekti. Ne bu tepkisizlik amına koyduğum? Karşılık ver.
“Bilirim.” Yavaşça kafamla onu onayladım. “Bilmemeyi çok isterdim oysa.” Hasan bunu da takmamış gibi gözleri bir süre yüzümde gezinip daha sonrasında kafasını masada ki evraklara çevirdi.
“Montaj ekipmanları gelecekmiş sanırım.” Gözleri evraklarda gezinirken kaşlarımı biraz daha çattım. Ne yapmaya çalışıyorsun Hasan? “Ne zaman geleceğini söylediler mi sana?” Hiç benle uğraşma derdine girmiyor muydu yani? Garip, altında bir boklar var.
Bacaklarımı önümde ki sehpadan indirip yerimde doğrularak kollarımı dizlerim üzerinde sabitlediğim anda Hasan’ın bakışları tekrar beni buldu. “Söylemediler.” Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra o da kaşlarını çattı. “Ya sen?” Diye topu ona attığım sırada öylece beni izledi. “Senin derdin ne?”
Sözlerim onu donuklaştırmış gibiydi. Nefes alış ve verişleri kesikleşmişti. Kafasını omzuna doğru eğip çıtlatarak benim gibi kollarını dizleri üzerine yerleştirmiş ve yüzlerimizi hizalamıştı. Uzun zaman olmuştu.
Çok uzun zamandır böyle incelememiştim yüzünü. “Parla’yla sevgilisin.” Diye direkt aklından geçeni söyledi. Bir şeyler bildiğini biliyordum fakat bu bildiği bir şey mi yoksa yine o hislerinden biri miydi emin değildim.
“Onun adını ağzına alma.” Dişlerimi sıkarken yutkundum. “Seni gebertirim Hasan. Bu defa ne dönüşü olur ne de devamı.” Kökten halleder, soyunu kuruturum.
Gözleri, gözlerimde takılı kalırken alayla güldü. “Kaç gündür sevgilisiniz? İki? Üç?” Umursamaz bir şeyden bahseder gibi düşünür gibi yaptı. “Ya da iki haftadır, ha?” Sen bunu nereden biliyorsun lan? Bende onun gibi alayla güldüğüm de kendime engel olamadım.
“Boş muhabbet en iyi senle yapılır. Cevabını bildiğin sorularla boşuna çeneni yormak akıl karı değil.” Havaya derin bir nefes verdiğinde tekrar ciddileşmiştim. “Eğer, Parla’nın yanına yaklaşırsan,” Sesimi oldukça kısık tuttuğum da bir tepki vermedi. “yarım kalan işimi hallederim.” Şu an beni durduracak bir şey yoktu neticede.
Hasan, bu konuşmadan hoşlanmış gibi yüzünde sinsi bir sırıtma oluştu. “Yaklaşmam için bir sebep var mı ki? Yapma, hırsım ve arzumu karıştıracak kadar kafam bozuk değil.” Omuzlarını silkip arkasına yaslandı. Gözlerim her hareketini izlerken o da aynı şekilde beni izliyordu. “Doğru,” Dedi en sonunda. Düşünceli bir ifade takınıp kaşlarını kaldırdı. “Yaklaşmam için bir sebep var.”
Ne sebebi? Yerimde doğrulduğumda ellerimi koltuğun kollarına attım. “Senin yedi ceddini sikmem için evet, bir sebep verebilirsin bana.” Öfkeli sesime ayak uyduran alay, bedenimi rahat gösteriyordu fakat beni ne yazık ki iyi tanıyan Hasan gerim gerim gerildiğimi fark edebilirdi.
Gözleri uzun bir süre vücudumda, özellikle ellerimde takılı kaldı. “Sevgili olduğunuz gece,” İçimde ki öfkeye teslim olmamak için derin bir nefes alıp verdim. Gözleri, ellerimden tekrar yüzüme tırmandı. “Asıl amacın neydi Tuğkan?”
“Ne sikim anlatıyorsun lan sen?” Gözlerimi bir an olsun kırpmadan onu izlerken ağzından tek bir şeyin çıkmasını bekliyordum. Hadi hasan, bana seni şurada gebertmem için bir tek kelime ver. “Ne amacı?”
Yüzünde garip ama oldukça sinsi bir gülümseme daha oluştu. Bakışları üstümde bir şeyleri ölçüp bitiyor gibiydi. Onun gözlem yetisi her zaman iyi olmuştu ama benim de öyleydi. “O gün uyuşturucu aldığını ikimiz de biliyoruz.” O an bir şeyler koptu. An anlamıyla kopmuştu.
Hasan bunu nereden biliyor Tuğkan?
Kaşlarım olabilecekmiş gibi daha da çatıldığı sırada Hasan da yüzünde elde etmişliğin bir zafer gülümsemesi vardı. “Ne uyuşturucusu?”
“İnkar çabaların güzel fakat bu da bir gerçek.” Yerine daha rahat bir şekilde oturup bacağını düz bir şekilde diğer bacağının üzerine attığında kalbimin hızlandığını hissettim. Hasan’ın bunu bilmesi imkansızdı. Babam ile aramda geçen arbede bizim galeri de olmuştu. Hasan orada bile değildi.
Ya da, orada mıydı?
“Açık ol.” Diye emrettim. Açık ol ki ne kadar şey biliyorsun öğreneyim. Kafasını yavaşça salladıktan sonra kafasını tekrar ahşap masanın üstünde duran evraklara çevirdi. “Ne demek istiyorsun?” Sözlerim gözlerinin anında bana dönmesine sebep oldu.
“Basit,” Diye kaşlarını kaldırdı. Amacı her ne ise içimde ki o garip hissin körüklenmesine neden oluyordu. “Parla’ya uyuşturucu kullandığını söyleyeceksin.” Ensemden başlayıp kaburgalarıma kadar uzanan sızı içimi ürküttü.
Parla’ya uyuşturucu kullandığımdan bahsetmek mi?
Yerimde hızla doğrulduğum sırada kafasını omzuna doğru eğdi. “Seni şurada öldürürüm ve kimsenin ruhu duymaz.” Bedenime yayılan vicdan azabı artık yavaş yavaş korkuya dönüyordu. “Ne sikim karıştırıyorsun bilmiyorum ama,” Diye onu tehdit edercesine yakınına yaklaştım. “öğrendiğim zaman seni geberteceğim.”
Hasan salak birisi değildi. Zekiydi fakat çok fevri olan yapısı yüzünden bu yapısını insanlara çok göstermezdi. “Bir şey karıştırdığım yok kardeşim.”
“Kardeşim deme lan bana!” Ona sinirle bağırdığım sırada içimde harmanlanan öfke git gide çoğalıyordu. Kalbim ise Parla’nın bunu öğreneceğine dair olan inanç duygum yüzünden mi bu kadar hızlı atıyordu bilmiyordum fakat deli gibi attığını hissedebiliyordum. “Eğer o ağzını açarsan Hasan,” Uzanıp bir anda yakasını kavradığımda onu kendime yaklaştırdım. “seni sikerim.”
Hasan, yakasını kavradığım elimi tuttuğunda güldü. “Ne yazık sana,” Diye kısık bir sesle konuştu. “Öfken önünü görmeni engelliyor fakat sen farkında değilsin.” Kaşlarını çatarken elimi sıktı. “Parla senle benim aramda bir seçim yaptığında seni seçtiğine pişman olacak, farkında değilsin.” Kafasını yavaşça iki yana sallarken yüzü tamamıyla ciddiyet maskesinden oluşuyordu. “Seni benden daha masum sanıyor.”
Ama nereden bilebilir ki uyuşturucu içen bir şerefsiz olduğumu?
“Kendi kuyunu kazıyorsun.” Dedi ardından. Bana inanamayarak baktı. “Hiç mi anlatmadı sana babasını? Hiç mi bilmiyorsun onun hakkında ki bir şeyi?”
“Kes sesini.” Onu geriye doğru iteklerken tekrar arkama yaslandım. “İlişkimiz seni alakadar etmez.” Kalbim, göğüs kafesimi delip geçecek gibi atıyor, pişmanlık tüm bedenimde alev alev yanıyordu.
Birkaç saniye gerçek şaşkınlığı yaşıyor gibi baktı bana. “Gerçekten babasını bile anlatmamış sana.” Sana ne lan? Anlatmadı. Anlatacak gücü kendinde bulamadı ama ben biliyordum, nasıl biri olduğunu biliyordum. “Bana anlattığında biz daha flörttük.” Kes sesini.
“O çeneni bir daha açarsan, açacağın bir çenen kalmayacak!” Öfkeyle yerimden kalktığımda gözleri hala benim üzerimdeydi. “Sana ne lan? Sana ne yaram? Konuştuk, konuşmadık bundan sana ne?” Sinirle yüzümü sıvazlarken sırtımdan soğuk bir terin aktığını hissettim.
Hasan, gözlerini yere odaklamış birkaç saniye öylece kalmıştı. “Parla’nın babası, Parla sekiz yaşındayken hapse girdi.” Deyiverdi bir anda. Duyduğum bildi bir anda olduğum yerde kalmama neden oldu. Ensem kas kastı kesilirken nefesimi tuttum. “Uyuşturucu satıcılığından iki yıl hapis yattı.”
Siktir.
Allah’ım yapma bunu.
Lütfen, bu kez olmaz yapma bunu.
Gözlerimi tekrar Hasan’a çevirdiğim de gözleri tam olarak benim gözlerime odaklanmıştı. Bilmediğim bir bilgi olduğunu biliyordu ve bu onu birkaç saniyeliğine susturdu.
Öğrendiğim bilgiyi sindirmeye çalışırken derin bir nefes verdim. Parla bana babası ile sorunlar yaşadığından bahsetse dahi bu konudan bahsetmemişti. Bana kalırsa normaldi bahsetmemesi fakat Hasan’a daha flörtken bu bilgiyi vermesi düşündürdü. Sadece bir anlık düşündürdü.
“Bunu Parla mı söyledi?” Yutkunmadan evvel sarf ettiğim söyler ile birlikte Hasan sessiz kaldı. “Söylesene lan!” Sinirle yakasına yapıştığım sırada Hasan kafasını geriye doğru yatırdı.
“Evet. Daha başındaydık her şeyin.” Kısa kestiğinde yakasını sertçe bıraktım. Arkasında ki koltuğa düştüğünde koltuk geriye kaymıştı. “Acaba,” Düşünür gibi konuştu. “Sevgilisinin de gerçekten babasına benzediğini öğrense ne düşünürdü?” Kalbimin kasıldığını hissettiğim de sağ kulağım çınlamaya başladı.
Kendim için yapmış olduğum pişmanlık, bazen yolun sonu demekti. Bazen yaptığın hatalar insanı felakete sürüklerdi. Acı teninden akmadığı sürece bunun geri dönüşü olmayan bir yol olup olmadığını anlamazdın. Ben ise felaketin eşiğinde, uçurumun kenarındaydım.
“Babasına benzemiyorum.” Kaşlarımı çattım. “Uyuşturucu kullanmıyorum.” Bitmişti artık. Yoktu hayatımda o şey. Fakat bir anda ortaya çıkan arzu ve muhtaçlık yönlendirme ile olurdu. Babam beni bile bile felaketime iten kişiydi.
Hasan yavaşça kafasını kaldırıp baktı yüzüme. “Doğru. İstek ayrı, zorunda bırakılmak ayrı. Öyle değil mi Tuğkan?” Babamın bana zorla, kasten bunu yaptığını biliyordu. Beni bu bataklıktan kurtarmaya çalışan kişi şimdi karşımdaydı. Sırtını bana dönmüş, beni acının kollarına bırakmıştı. “Bu senin suçun diyemem.” Konuşma nereye gidiyordu bilmiyorum fakat gözlerinde ki ifade, ihanetten öncesini anımsattı bana. “Ama arkanda dönecek bir yol varken devam etmeyi seçersen bu senin suçun olur.” Yüzü tepkisizdi ve bunu oldukça iyi yapıyordu.
“Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama eğer o…”
“Bu ilk ve son iyiliğim olsun sana.” Oturduğu koltuktan kalkıp yanımdan geçerken söylendi. “Şimdilik ağzımdan bir şey çıkmayacak, eğer olurda sen bunu ona söylemezsen, o zaman konuşma sırası bana gelir.”
Kolundan sertçe yakaladığım sırada bakışları beni buldu. “Ne sanıyorsun, bunu Parla’ya söyledikten sonra, eğer benden ayrılırsa sana geri mi dönecek?” Kolunu sertçe benden kurtardığında kaşlarını oldukça çatmıştı.
“Eğer öyle bir düşüncem olsaydı, hiçbir zaman seninle olmazdı.” Son kez bana baktığında onun da öfkelendiği açıktı. “Dua et de benim gibi sana da nefret duymasın.”
******
Parla Yıldızlı’nın Anlatımıyla…
“Tuğkan, neredesin?” Kararmış olan hava, beraberinde buz gibi bir rüzgar getiriyordu. Üstüme montumu alsam dahi rüzgarın içimden geçtiğini hissediyor ve bu his ile bütün vücudum titriyordu. “Tam on iki dakika oldu.” Elimde ki telefona söylendiğim sırada Tuğkan’a ait derin nefes alış ve veriş sesleri kulağıma doluyordu.
Yine geç kalmıştı ve yine koşturuyordu. “Az..” Dedi soluk soluğa. “Az kaldı yavrum.” Derin bir nefes verip üstünde olduğum kaldırımdan inerek yavaşça kaldırıma oturduğum da kafamı montumun içine doğru gizledim. “Geldim.” Soluklarının arasında ki sesi ile gözlerimi yola doğru çevirdim. Tuğkan, üstünde bu sefer siyah bir kazağı ile koşturarak geldiğini gördüm.Yüzümde anlamdıramadığım bir tebessüme sebebiyet verirken telefona doğru konuştum.
“Kapatayım ki sevgilim?” Ona bakarak söylediğim sözler ile birlikte nefesleri arasında olduğu yerde durduğunu ve şaşkınlıkla dudaklarının aralandığını gördüm. “Ne?” Gülmemi bastırmaya çalışırken mırıldandım.
“Sevgilim?” Yürümeye devam etse dahi şaşkınlığı üstünden atamamıştı. Anlamıştım.
Utana sıkıla önüme dönüp kafamı önüme eğdim. “Niye sevgilim değil misin?” Sonra kaşlarımı çatarak sesimi biraz yükselterek konuştum. “İstersen söylemem yani!” Sitemkar sesimle birlikte bir anda Tuğkan yanıma oturduğunda gözlerim şaşkınlıkla ona döndü. Dudağım da şaşkınlıkla aralanmışken o ise telefon hala kulağındayken konuştu.
“Bunu istememem için akıl sağlığımı yitirmiş falan olmam gerekiyor.” Elini uzatıp elimde ki telefonu indirdiğinde telefonu kapattım. Alnından akan terlerle birlikte, alnının önüne düşen saçları tekrar alnına yapışmıştı. “İstediğin her şeyi söyleyebilirsin.” Öksürmeden önce konuştu. Hala nefes nefeseydi ve nefeslerini dizginlemeye çalışıyordu. “Ne dersen haklısın, sana on dakika dedim kaç dakika oldu beklettim seni burada.”
“Tuğkan,” Bedenimi ona döndürürken güldüm. Ellerimi yüzüne uzatıp yanaklarını avucum içine aldım. “İki dakika bekledim sadece.”
Sol elimi tutup dudağına götürdü. “Olsun, bekledin yine de.” Gözlerimin içine hata yapmış gibi baktı. “Affet beni, özür dilerim.”
Ben seni hak edecek ne yaptım Tuğkan? Ona tebessümle bakarken o ise merakla baktı bana. “Özür dilemene gerek yok sevgilim.” Kafamı iki yana sallarken omuz silktim. “Sen beni bunca zaman beklemişsin, ben seni iki dakika bekledim, çok mu yani?” Gözlerim öyle uzun, öyle içli baktı ki bir anlık utandığımı hissettim.
Kafasını elime doğru yaslarken elimi daha sıkı tuttu. Hiç bırakmak istemez gibi sıkıca kavradı. “Ölürüm sana.” Diye iç çekti. Gözlerini kapattığında sanki huzura erişmiş gibi sakin bir nefes verdi. “Ölürüm her zerrene.” Diye devam etti gözleri kapalıyken. Ona dikkatlice baktığımda koşturmaktan terlemiş olan bedeni alev gibi yanıyordu. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti fakat elleri hala sıcaktı.
“Ölme,” Diye mırıldandım. Gözlerini yavaşça açtığında parlayan gözleri hayranlıkla ona bakmama neden oldu. “benimle yaşa.” Bir süre gözlerime baktıktan sonra ellerini belime sararak biraz daha beni kendine çekip bana sarıldı. Kafasını boynuma doğru bastırırken bende ona sarıldım.
Bir elim ensesinde biten saçlarına uzanırken parmaklarıma değen terler ne kadar süre koşturmuş olduğu merakına boğuyordu beni. “Hasta olacaksın.” Elimi sırtına attığım da kalın olduğunu bildiğim kazağından bile sırtında ki terin nemini hissedebiliyordum. “Üstünü değiştirmen lazım.”
“Hasta olmam lazım.” Diye mırıldandı mayhoş bir seste. “Hasta olursam bana çorba yaparsın.”
Parmaklarım ensesinde gezinirken gülümsedim. “Sana söyledim, sana çorba yapmam için hasta olmana gerek yok.” O ise beni takmayarak konuştu aynı mayhoşlukla.
“O çorbanın ne kadar güzel olduğunu hissetmem için hasta olmam lazım.”
Derin bir nefes verdim havaya. “Ne kadar güzel bir düşünce yapısına sahipsin sen öyle.” Diye iç çekerken konuştuğum sırada kafasını yavaşça boynumdan kaldırıp bana baktı. Göz göze geldiğimiz zaman sırıttığını görmüştüm. “Ne? Yalan mı? Kimsenin aklına gelmez mesela?” Diye bir elimi alnına yapmış saçlarını havaya kaldırmak için uzattım.
Gözleri sadece gözlerimde takılı kaldığında tebessüm etti. “Seni her şeyden daha çok sevdiğimi söylemiş miydim?” Yalandan, düşünür gibi yaptığım da, “Söylemedim mi?” Dedi şaşkın bir ifadeyle.
“Şaka yapıyorum!” Diye yanağına dokundum. “Bunu zaten biliyorum.”
Tuğkan bana biraz daha yaklaşıp elini benim gibi yanağıma dokundurdu. Eli alev gibi yanıyordu ve bu benim tenimin de aleve dönmesine neden olmuştu. “Bilmeni değil duymanı istiyorum.” Sıcak nefesi tenimi okşarken gözleri yüzümde gezindi. “Seni seviyorum. Her şeyden, herkesten daha çok seviyorum. Her şeyim ve herkesim olacak kadar çok seviyorum Parla.” Dudakları yanağıma değdiğinde dudağının da sıcacık olduğunu hissettim. Öptüğü yer yanarken nefesimi tuttum. “Senin de sevdiğin kişi olmak istiyorum.”
“Seviyorum.” Diye gözlerinin içine baktım. “Her şeyim ve herkesim olacak kadar çok seviyorum.” Sözlerim, peşi sırada bir sıcaklığa boğdu beni. Beni öpmesini bekledim o an. Her zaman yaptığı şeyi yine yapsın istedim fakat bundan çok uzaktı. Yüzüme hayranlıkla bakıyordu. Kalbimin deli gibi atıyor olması dudaklarımı daha da sıcağa boğuyordu.
“Bu defa değil Sarı.” Diye sırıttı. Ne olduğunun farkına varmış gibi kısık bir sesle konuştu. Karanlığın arasında kalan biz, herkesten ve her şeyden çok uzak gibiydik. “Seni öpmemi istiyorsun.” Heyecandan tir tir titreyen ellerime engel olmadım. “Ve yine nefes almayı unutuyorsun.” Gözlerini dudaklarıma çevirdiğinde sırıtması daha da genişlemişti. Gözlerini tekrar bana kaldırdığında bir süre gözlerime baktı. “Bu sefer bunu başlatan ben olmayacağım.” Sesi bedenimin daha da yanmasına neden oldu. Bundan zevk alıyordu.
Ciddi manada zevk alıyordu.
Yanağına kondurmuş olduğum elimin buz kestiğini hissediyordum. Bedenim o denli yanarken elimin buz kesmesi garipti. Gözlerim bu defa onun dudaklarına kaydığında gözlerine geri tırmandı. Onun yapması daha kolaydı. “Bilerek yapıyorsun.” Diye dudaklarına yakın konuştum.
“Evet.” Diyerek beni onayladı. “Bu bana çok büyük bir zevk veriyor.” Gözlerinde hissettiğim heyecanı benim gözlerimle de gördüğüne emindim. Ona biraz yaklaşıp yavaşça dudaklarımı onun dudakları üzerinde buluşturduğum sırada sadece durdu. Herhangi bir karşılık vermedi.
Burada utançtan yerin dibine girmek üzereydim ve o hala bundan zevk alıyordu!
Ona biraz daha yaklaşıp dudaklarımı iyice ona bastırdığım da elleriyle belimi sıkıca kavradı. Kalbimin deli gibi atmasına rağmen dudaklarımı hareket ettirdiğim de işte o an karşılık vermiş oldu. Yanağım üzerinde ki elini yavaşça enseme doğru uzattığında baş parmağı tenimi okşuyordu.
Dudakları o kadar nazik ve yumuşaktı ki, her seferinde beni şaşkınlığa uğratıyordu. Bu kadar sert bir kişiliğin altında yatan masumluğun bu olacağını hiçbir zaman düşünmemiştim. Nefes almam için dudaklarını benden uzaklaştırdığında hala gözlerim kapalı olması bir yana onun sıcak nefesi hala tenimdeydi.
“Sana nefes almayı öğretmem gerek.” Diye dudaklarıma fısıldadı. Sesi ilk kez bu kadar derinden geliyordu ve nefes nefeseydi. “Bir gün öpüşürken öleceksin diye çok korkuyorum yavrum.” Baş parmağı hala tenimi okşarken derin nefesler alıp verdim.
“Bunu sen yapıyorsun.” Diye mırıldandım gözlerimi yavaşça açarken. Parlayan gözleri içinde kaybolmak istememe sebep oluyordu. “Kalbim deli gibi atıyor… Bunu sen yapıyorsun.” Göz temasını asla kesmeden devam ettim. “Tenim alev gibi yanıyor.. Bunu sen yapıyorsun.” Gözlerimi tekrar kapattığım da yutkundum. “Nefesim kesiliyor.. Bunu yine sen yapıyorsun.” Sözlerim bittiği an bu kez onun dudakları bir anda benim dudaklarım üzerinde buluşmuş ve bu kez beni sonsuzluğa uğurluyor gibiydi.
Sadece bir anlık dudakları tekrar dudaklarımdan uzaklaştığında fısıldadı. “Bu kez nefes almayı unutma.” Benden bir yanıt beklerce sessizleştiğinde sadece başımı sallamakla yetinmiş ve bu kez uzun bir anın içinde bulmuştum kendimi.
Uzun ve nefes kesici bir an.
Ballarım yine ben geldimmm
Bölüm nasıldıı???
Bu arada lütfen Hasan'a çok sövmeyin olur mu.. Bu aralar çok üzülüyorum ona nedensiz.
Neyse neyse, bölümde en sevdiğiniz yer neresiydi??? (Cevabınız için heyecanlı, meraklı, stresli ve mutlu bir Naz)
Diğer bölüme görüşürüzzz
Kendinize çoookkkk dikkat edin ve çooookkk iyi bakınnn
Sizi çoooooookkkk seviyorummmm 🤗💝💗💞💗🥲💕🎀🌷
Instagram; deusnazz
Tiktok; krizantemqw
Okur Yorumları | Yorum Ekle |