15. Bölüm

13. Bölüm

naz
deusnaz

Uzun zaman oldu ballarım.

 

Nasılsınız? Özlediniz mi bizi?

 

Biz sizi çoookkk özledikkk

 

İnşallah artık bölümlerimiz aksamadan gelecek 🙏 Sizde lütfen paragraf arası yorumlarınızı ve bölüm için oylarınızı eksik etmeyin

 

Eğer hazırsanız, bölüme geçebiliriz

 

Bölümü okurken dinleyebileceğiniz şarkılar;

 

Skapova - Neden olmasın?

 

Can Ozan – Küfür mü, İltifat mı?

 

Kargo - Yıldızların Altında

 

Kahraman Deniz - Böyle Sever

 

******

 

Bir Hafta Sonra…

 

“Hocam, bir dakika! Lütfen, bir dakika rica ediyorum.” Hamza, duvar kenarı en arkadan bir anda olaya intikal edince sınıfın çoğunluğu ona döndü. Tabi bizim dörtlü de buna dahildi.

 

Serdar hoca, ön sırada oturan Melike'den gözlerini çekip Hamza'ya odaklandı. “Bir kere de olaya atlama lan! Söyle, ne diyeceksin?” Serdar hoca kollarını göğsünde birleştirirken Hamza'ya doğru ilerledi.

 

Yanında oturan Gizem en sonunda, sıra altında gizli gizli yaptığı makyaja bir ara verip kafasını kaldırarak onlara döndü. Ağzında ki sakızı patlatırken bana soran bir bakış attı.

 

“Noldu? Kavga mı var?” Meraklı gibi görünse de gram umrunda değildi.

 

Omuz silkerek önümde ki özel yayın matematik test kitabını kapatıp derin bir nefes verdim. “Yok ya, hocayla tartışacak yine. Boşver sen onu, aynayı versene.”

 

“Ben alacağım ya, kaç saattir bekliyorum.” Arkadan Merve kolunu iki metre uzatırken derin bir iç çekip Hamza ile Serdar hocaya geri göndüm.

 

“Hocam,” Diye araya girdi Hamza. Duvar kenarı en köşede ayağa kalkmış, ondan daha kısa olan Kel Serdar'a bakıyordu. “Bu İntregral benim ne şeyime yarayacak, gerçekten meraktan soruyorum yani.”

 

“Sana bir şeye yaramasına gerek yok Hamza.” Serdar hoca sakinlikle cevap verdiğinde Hamza güldü.

 

“E bunlara ne gerek var?” Hamza bizi gösterirken şoke olmuş gibiydi. “Yurtdışında adamlar bunu üniversite de bile görümüyordur la. Baksana adında bile hayır yok.”

 

Hamza'ya katılan Kadir hemen önümüzde ki sıradan laf attı. “Bu konu, bana hayatta para kazandırabilir mi hocam? Kazandıramaz. Ee, benim ne haltıma yarar bu?” Doğruydu. Bir haltımıza yaramazdı aslına bakılırsa.

 

“Konuş lan Kadir.” Fadime arkamdan seslenirken güldü. Ben ise sıranın altından telefonu alıp gelen bildirimlere baktım.

 

Instagram

Tuğkan Demirsoy

immobil17'in bir Reels videosu gönderdi.

 

Tuğkan;

Soyadımı taşıyan lavuk

 

Bildirim yaklaşık on dakika önce gelmişti. Hemen Instagram'a girip onunla olan konuşmamıza girerek attığı videoyu en düşük seste açtım.

 

Gelecekte, dünyalar güzeli prensesim ve karıma cenneti yaşatırken işe yaramaz oğlanı antrenmanlarda süründürme hayali

 

Video yüzümde büyük bir gülümsemeye sebep olurken videoyu beğenip en son attığına mesaj yazdım.

 

Parla;

Oğlumu sana yem etmem bir kere.

(Az önce görüldü…)

 

Tuğkan yazıyor…

 

Tuğkan;

Canı çıkana kadar antrenmanlarda sürünsün işte.

 

Baba parası mı yiyecek bir de?

 

Parla;

Ana parası yer bir şey olmaz

(Az önce görüldü…)

 

Tuğkan yazıyor…

 

Tuğkan;

Bu lavukla işimiz çok.

 

Kuruldum şimdiden

 

Parla yazıyor…

 

Parla;

Daha dünyada olmayan birine mi kuruldun sen az önce?

 

wşfnwşfjwşfkwş

 

Tuğkan yazıyor…

Tuğkan çevrimiçi…

Tuğkan yazıyor…

 

Tuğkan;

Evet. 

 

Parla;

ŞWNFSİFNWŞFNWŞGNS

(Az önce görüldü…)

 

Tuğkan;

Yavrum gülme

 

Erkek değil mi gitsin çalışsın.

 

Ben sadece karıma ve prenses kızıma karşı bonkör biriyimdir

 

Parla;

O da senin çocuğun Tuğkan???

 

Tuğkan yazıyor…

Tuğkan çevrimiçi…

Tuğkan yazıyor…

 

Tuğkan;

Olabilir gitsin çalışsın

 

Parla yazıyor…

Parla;

Çalışmasın demedim ki.

 

Hem hayırdır senin çocuğa düşmanlığın ne?

(Az önce görüldü…)

 

Tuğkan yazıyor…

Tuğkan çevirimiçi…

Tuğkan çevrimdışı…

 

Parla;

Hoca mı geldi…

 

Gerçi sen derse girmedin ki

 

Tuğkan çevirimiçi…

 

Tuğkan bir fotoğraf gönderdi…

 

Gönderdiği fotoğrafı açtığımda okulun merdivenlerinde ki bankta oturmuş, kafasında kapüşonla kapatmış fakat kaşları çatık bir fotoğraf atmıştı. Fotoğrafın üstünde,

 

Anlaşıldı sen benden daha çok seveceksin bu lavuğu.

 

Yazı ile gülmemek için kendimi zor tutarken sınıftan sesler daha da yükseliyordu. Çok değil, dört dakikaya kadar da zil çalacaktı zaten.

 

Sıranın altından nihayet çıkan Gizem yanıma yerleşirken aynayı arkada ki Merve'ye verdi. Gözleri bana dönerken sırıttı. “Manitan mı yazdı?” Alttan alta iması ile gülmeden edemedim. Odağımı tekrar telefona çevirdiğimde Tuğkan’a ait olan fotoğrafa bir nefes verdim. Gözlerimi etrafı kolaçan etmek adına telefondan kaldırdığım da herkesin başka işlerle meşgul olduğunu Serdar hocanın ise Hamza ile bir tartışma içerisinde olduğunu gördüğüm de telefona geri dönüyordum ki Gizem’in sesi buna engel oldu.

 

“Hangi lavuk lan?” Gizem’in meraklı ve sorgulayıcı tavrı ile ona döndüm. Gözlerinde büyük bir merak ve şüphe ile süzüyordu beni. “Sen kimi sevebilirmişsin ki?” Tek kaşını havaya kaldırarak sorduğu soru ile göz devirip elimle kafasını itekledim.

 

“Başkasının telefonuna bakmasana saygısız!” Yalandan tavrım ile alttan alttan sırıttım. “Kimi sevecekmişim? Bir video attı onun hakkında konuşuyoruz.” Telefona geri dönüyordum ki Gizem’in meraklı bakışları üzerimden bir anlık da olsa kaybolmadı. “Dön lan önüne. Okuma mesajlarımızı.” Telefonu kendime doğru çevirip Gizem’in okumaması için çevirdiğim de Gizem gıcıklığına taklidimi yaptı.

 

“Çok meraklıydım sanki sizin vıcık vıcık mesajlarınıza. Hıh!” Saçlarını yüzüme vurarak önüne döndüğünde bana da göz devirmek kalmıştı.

 

Tuğkan ile olan mesajımıza geri döndüğüm de parmaklarım klavye üzerinde dolaştı.

 

Parla yazıyor…

 

Parla;

Nerden bildin?

(Az önce görüldü…)

 

Tuğkan yazıyor…

 

Tuğkan;

LAN

 

Tam o sırada çalan teneffüs zili ile yanımda ki Gizem ayaklanmış ve insanlar sınıftan çıkmaya başlamıştı. Ön sıramda oturan Fadime bir anda arkasına dönerek, “Aşağı inelim. Kantine uğrarız.” Ona bir yanıt vermeden telefonda ki mesajlara geri dönecektim ki Gizem’in kolumdan çekiştirmesi ile salak saçma bir mesaj atmıştım.

 

Parla;

Aşağı mısın sen aşsğı gekiyorız

Gönderildi

 

“Gizem ya!” Öfkeyle telefonu kapatıp kolumu ondan kurtarmaya çalışırken bana sırıtmıştı. “Düzgün yazamadım senin yüzünden.” Telefonu geri açıyordum ki Gizem çoktan telefonu eline almış, bana izin vermeyerek sürüklemeye devam etmişti.

 

“Aşağı gidiyoruz zaten! Gören de o kusursuz yazıyor der.” Kapıdan geçerken bu defa koluna girmiştim. Fadime ve Merve ise arkamızdan bizi takip ediyorlardı. “Ne bu TDK falan mı?”

 

Tabi söylemesi kolaydı. Şaşırtıcı bir şekilde Tuğkan düzgün bir yazıya sahipti. “Kısmen.” Diye dilimin ucundan mırıldandığım da Gizem kahkaha attı. “Üff başlama sende Gizem.”

 

Kum Torbası ve iyi yazı yazmak?” Evet Kum Torbası. Gizemler, Tuğkan’a karşı öyle sesleniyorlar. Şayet okulda bizim sevgili olduğumuzu bilen kimse yok. –Bizim grup, Kadir ve Lala dışında bilen yok- Bu durumun gizli olması ile Tuğkan’ın adını ulu orta söyleyemezdik. Etrafımızda bulunan insanların bizi sevdiklerini falan düşünmüyordum. Hoş, önceden yaşadığımız olaylar bunların bir kanıtı olarak beni oldukça korkuyordu. Özellikle Hasan’ın varlığı başlı başına bir bela olduğuna dair bir kanıttı.

 

“Lan deme öyle,” Arkadan Merve atladığında, “Kum Torbası’nın tipi hiç benim exlerin tipine benzemiyor ki. Benim exler sakat gibi yazıyorlardı..” Merdivenlerden inmeye başlarken Fadime’den bir kahkaha tufanı koptu.

 

Gözlerimi Fadime’ye çevirmeye kalmadan, “Çocuk zatene saten diyordu!” Tamam. Bu yüzümü buruşturmaya yeten cinsten bir sakatlıktı. “Birisi de aileyi ayle diye yazıyordu sanki, ha Merve?” Gizem kendini tutamayıp bir kahkaha patlatırken Merve ise arkada utançtan Fadime’nin kolunu ısırmaya çalışıyordu.

 

“Kes sesini! Ulu orta söyleme, utançtan babaannemi sırtlamaya çalışmıştım evde!” Merve, Fadime’nin kolunu sarsarken gülmeyi kesmemiştik. “Allah’tan sende öyle bir utanca vesile olan bir şey yok. Aklını başına al ve Kum Torbası’nı kaçırma!” Çok şükür! Tuğkan da öyle bir sakatlığa rastlamamıştım.

 

Gurur karışımı ego ile göğsümü gererek merdivenlerden dönüp hepsine şöyle bir baktım. “Bak bak, şunun hallere bak.” Gizem kafama yavaşça geçirirken kantin yoluna geçmiştik. “Sende ki de nasihat Merve! Baksana şunun tipine, bırakır mı bu Tuğ-ahh! Yavaş, yavaş, ayı yavaş!” Dirseğimi bir anda karnına geçirmem ile gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Etrafımızda insan çoktu ve yılan yuvasına girmiş bulunduğumuz için susması gerekiyordu.

 

“Bence artık susmalısınız.” Fadime’nin önerisine en çok katılan bendim ve Gizem’in öldürücü bakışlarına maruz kalmıştım fakat çok geçmeden önüme dönmüş, tüm okulun bulunduğu okul koridoruna girmiş bulunuyorduk. “Karadut sodası isteyen var mı?” Fadime cebinden çıkarttığı parası ile hepimize teker teker baktı.

 

“Ben isterim.” Diye hemen araya atladı Gizem. Fadime bana bakınca kafamı iki yana salladım.

 

“Diğer teneffüs çikolatalı süt alacağım.” Fadime kafasını sallayıp yanımızdan uzaklaşırken Merve çoktan kantine gitmişti. Bu teneffüs kantin de o kadar doluluk yoktu. Normal de asla boş olmayan kantinin şu an ki boş bulunma sebebini çözememiştim.

 

Gizem telefonumu bana geri uzatırken ekrana düşen bildirimlere baktığım da Tuğkan’dan art arda üç mesaj geldiğini görmüştüm. Mesaja tam girecekken arkadan gelen Kadir’in sesi ile bunu gerçekleştiremedim.

 

“İnsan bir kantine gidiyorum diye haber verir be Cadı.” Arkadan gelen sesle, aynı anda arkaya dönerek gelen Kadir’e baktık. Tabi yanında da Tuğkan yer alıyordu.

 

Onu görür görmez yüzümde olan gülümsemeyi dış dünyaya belli etmemem gerekiyordu fakat buna pek aldırış edemedim o an. Bize doğru gelirken gözlerini asla benden çekmemiş, aynı benim gibi diğerlerinin ne düşündüğünü umursamayacak kadar dikkati dağılmış gibi görünüyordu.

 

Büyük ihtimalle – hatta bir ihtimal değil, bir kesinlik- aşağı geleceğimi ona haber verdiğim an Kadir’i bulmuş ve yanımıza gelmek için bir bahane uydurmuştu aklı sıra. Sevgili olduktan sonra ki ilk haftamız böyle geçmişti.

 

Okul içinde yan yana asla görünmüyor, eskisi gibi birbirimizden nefret ediyor gibi takılıyorduk. Tabi, eskiden yaptığı gibi arada yine bana laf atıyor veya alttan imada bulunuyordu. Benim boş derslerim genel de onun da boş dersleri oluyordu. Kendisine göre hava hoştu. Dersi matematik veya ana dersler olmadığı zaman hep bizim olduğumuz yerde, genelde benim bulunduğum yerden biraz uzakta beni görecek şekilde oturarak öylece Kadir veya Lala ile konuşuyordu. Bu gibi zamanlarda genelde ikimizin de elinde telefon olur ve oradan konuşurduk.

 

Teneffüslerde ise şu an olduğumuz gibiydik. Tuğkan, Kadir’i bir şekil ikna eder ve yanımıza gelirlerdi. Tabi bu gibi zamanlarda Gizem’in yanımda olması şarttı çünkü Tuğkan’ın dediğine göre Gizem yanımda yoksa Kadir de gelmeyi reddediyor ve bütün planı yok ediyordu. Fakat şimdi Gizem’in yanımda olmasıyla hem Kadir mutlu hem de Tuğkan ile bir arada bulunmak benim için heyecan verici oluyordu.

 

“Geldi yine ya.” Gizem bu aralar pek agresifti. Nedenini tam olarak bilmesem dahi içimden bir ses Kadir ile alakalı olduğunu söylüyordu. Onunla oldukça konuşmadan kaçınıyor, onun olduğu ortamdan da uzaklaşmaya çalışıyordu. Garip, bu aralar oldukça arkasından da sallamaya başlamıştı. Kokusu daha çıkmamış olsa bile ben yakında öğreneceğime dair umutlar besliyordum içimde.

 

Kadir yanımıza vardığında, elinde çevirmekte olduğu stres çarkı tekrar çevirdi. “Kalbimi kırıyorsun Cadı.” Yalandan alınmış numarası yapan Kadir’in yanında duran Tuğkan pek bizi umursamıyor gibi etrafa bakıyordu fakat çoğunlukla gözlerimi buluşuyor ve o bundan keyif alıyordu.

 

Gizem derin bir iç çekti. Şu an burada olmaktan sıkılmış gibi görünüyordu. Kadir ile neden bu denli uzaklaşmışlardı hiçbir fikrim yoktu fakat benim bilmediğim şeyler olduğu göz önündeydi. Şayet Gizem’i oldukça iyi tanıyordum ve asla böyle bir tavrına şahit olmamıştım. “Ne istiyorsun Kadir?” Göz bebekleri sinirden küçülmüş, ince kaşları ise daha da çatılmıştı. Garipti. “Çok gelmeye başladın bu aralar yanımıza.” İşte bu Gizem’den asla beklemeyeceğim bir cevaptı. “Maazallah, sonra sevgilin falan gelir çevirir bizi. Muhatap etme beni kimseyle.”

 

Sözler beni dumura uğratmıştı. Kadir’in sevgilisi mi vardı? Gözlerim şaşkınlıkla karışık merakla Kadir’e döndüğünde Tuğkan’ın da bundan haberi yok gibi kaşlarını olağan derece de çatmış Kadir’i izliyordu.

 

“Sevgilin mi var senin?” Dudaklarımdan yuvarlanan sözcükler, ciddi manada şaşkınlığımı ortaya koyuyordu. “Neden söylemedin bize?” Kadir, kardeşim olarak gördüğüm bir arkadaşımdı. Eğer böyle bir şey varsa ve bunu bana söylememişse işte o zaman bu kadar yakınlığımızdan şüphe ettirecekti.

 

Tuğkan, benim tepkimle birlikte omzunu Kadir’in omzuna çarpmış ve gözleriyle ‘Ne sevgilisi?’ derce bir bakış yollamıştı. “İrem’i diyorsun,” Kadir ne benim sorumu ne de Tuğkan’ın bakışlarını önemsemeyerek direkt olarak Gizem’e odaklanmıştı. Sesinde keyif alan bir tını olması aralarında bu konuşmanın geçtiğini düşündürüyordu bana. “Sevgili değiliz, öğrenmek istediğin şey bu olsa gerek.” Elinde ki stres çarkını Gizem’e doğru uzattı. “Amacını, farklı kelimeler ardına gizlemek senin gibi bir Cadı’nın aklına gelirdi nasılsa.”

 

İkisi de, sadece kendilerinin anlayacağı şekilde konuşuyor olması can sıkıcı boyuttaydı. Yalan değil. Bundan tek rahatsız olan ben de değildim ayrıca. “Senin yaptığın şeyden pek de farklı yok gibi Kadir?” Tuğkan, eşofmanının cebinden çıkarttığı eliyle, hafif çıkmış sakalları arasında gezdirdi. “Amma sıktınız.”

 

Kadir ve Gizem arasında bir şeyler olduğunu daha önceden biliyordum. Kadir sürekli Gizem’in etrafında dolaşmasıyla bilinirdi. Bizim grupla bu kadar yakın olmasının bir değer nedeni Gizem’di.

 

Geçen senenin başlarında bir ay kadar konuşmuşlardı. Gizem, Kadir’e bir şans vermişti fakat Kadir bunu batırmış, sonuç ise hüsranla sonuçlanmıştı.

 

“Tuğkan, al şu gevşek kankanı götür şuradan.” Gizem’in iğneleyici sesi ile kolundan tuttum. Tamam, Kadir ne halt ettiyse Gizem buna ciddi manada kızmışa benziyordu.

 

Kadir yalandan kaşlarını çatarken yanımızdan gelip geçen öğrencilerin pek çoğunun gözleri bizim üzerimizdeydi. “Bazen sözlerin kalp kırabiliyor Cadı. Ne gevşekliğimi gördün?” Kadir’in hala alaya vuruyor olması komik değil, kesinlikle içinde ki duyguları bastırma girişimiydi.

 

Dudaklarım onların arasına girmek için açıldığı sırada çalan telefonum ile bu girişim de yok olmuştu. Ortam da ikisinin de sesi kesilirken ikisinin de birbirine olan bakışları değişti.

 

Elimi telefona atıp çıkarttığım da ekran karşısında yazan Babam yazısı anlık olarak kalbimi hızlandırmıştı. Babam normalde beni asla aramazdı. Gizem de bunu görmüş gibi telefona biraz daha yaklaşıp baktı. “Baban mı? Niye arıyor?” Gelişi güzel bir omuz silkme ile onu karşıladığım da telefonu açarak onların yanından biraz uzaklaşıp koridorun kenarında bulunan kolona ilerledim.

 

“Efendim?” Sesimi kısık tutmaya çalışarak sessizce bekledim. Bir şey mi oldu düşüncesi bedenimi yemeye başlamıştı bile.

 

“Parla,” Babamın sesi biraz geriden geliyordu fakat sinirli değildi. Bu iyi bir şeydi sanırım. “Okulda mısın?”

 

Gözlerim gerginlikle etrafta gezindiğinde Tuğkan ile göz göze geldim bana merakla bakıyordu. “Evet baba, teneffüsteyiz şimdi. Bir şey mi oldu?”

 

“Mersin’e gidiyoruz biz Parla.” Uzaktan gelen annemin sesi ile birlikte olduklarını anlamam çok uzun sürmedi. Fakat Mersin’e gitme nedenleri neydi? Amcam olmalıydı. “Yola çıktık.”

 

“Ne? Neden? Amcam mı?” Sorularımı ardı ardına sıralarken kaşlarımı endişeyle çattım.

 

Amcam. Akın’ın babası üç gündür hastanedeydi. İş yerinde geçirdiği kaza yüzünden Mersin de bir hastaneye yatırılmıştı. Akın da haberi alır almaz gitmişti Mersin’e fakat babamla annem gitmek için hafta sonunu bekleyeceklerdi. Fakat ani gidişleri bir şeylerin olduğunu gösterirdi.

 

“Bugün fenalaşmış ama şimdi iyiymiş. Babanla oraya gidiyoruz şimdi.” Bugün sabah aramıştım Akın’ı. Amcamın durumunun iyi olduğunu söylemişti. Aradan yaklaşık beş saat geçmiş olmalıydı. O zaman dilimi içinde mi olmuştu olanlar?

 

Sıkıntıyla elimi göğüs kafesime atıp ovaladım. Şu an onlarla gitmeyi çok isterdim. “Ben gelene kadar bekleseydiniz keşke. Bende gelirdim sizinle.” Amcamı çok severdim. Babam gibi değildi. Babamdan daha çok babalığını görmüştüm, beni de çok severdi. Akın da benim gibi amcama çok düşkündü. Çok severdi babasını ve bu benim onlara özenmeme neden oluyordu sürekli.

 

Arkadan sert bir ses geldi. “Oldu, başka? Ateş ve Güneş de gelirdi o zaman ayak bağı olurdunuz.” Babamın gerginliği yerine gelmeye başlamıştı anlaşılan. Dolu koridor da teneffüsün bitişine dair zil çalarken derin bir nefes verdim.

 

“Neyse kızım. Hafta sonu da sizle gideriz. Bugün orada kalırız büyük ihtimalle.” Ateş ve Güneş’e ben bakacaktım anlaşılan. “Ateş ve Güneş’i sen alırsın.. Aman ha, çocuklara amcanız kötü olmuş deme.” Onlar görmese bile kafamı iki yana salladım.

 

“Söylemem. Benim yerime de geçmiş olsun dileklerimi iletin. Birazdan yengemi ararım bende.” Tuğkan tekrar görüş açıma girdiğinde yanında ki Gizem’e doğru bir şeyler söyledikten sonra tekrar bana döndü. “Yarın sabah mı gelirsiniz?”

 

Babama ait ses, “Belli değil, birkaç gün de kalabiliriz. Çocuklar sana emanet.”

 

“Parla, anneannen geliyor zaten. Sen çocukları alıp eve geç. Tek de kalmayın Gizem’i çağır eve annem akşama doğru gelir zaten çocuklara o bakar. Bugün yine de dershaneye gitme evde tek kalmasın çocuklar.” Olduğum koridor yavaş yavaş içeri giren öğrenciler ile dolmaya başlayınca etrafta ki sesler çoğalmıştı.

 

“Peki, tamam.”

 

Akın’ı tekrar aramam ve amcamın ne durumda olduğunu sormam gerekiyordu. Kaç gündür uykusuz bir şekilde hastane de amcamın başında bekliyordu. “Eve para bıraktım bir şeye ihtiyaç olursa markete gidip alırsın.”

 

Derin bir nefes alırken kolondan uzaklaştım. Konuşmanın sonuna geldiğimi biliyordum. “Tamam anne. Şimdi kapatıyorum zil çaldı. Ders başlayacak birazdan. Sizde dikkatli gidin.” Gizem ve Merve bana doğru yaklaşırken ikisinin de elinde soda şişeleri ve köfte ekmek tutuyorlardı.

 

“Bal’ın da mamasını koydum suyunu değiştirirsin sen. Tamam mı? Görüşürüz.”

 

Bir yanıt vermeme fırsat vermeden telefon yüzüme kapandığında telefonun ekranını kapatıp cebime attım. Gizem yanıma vardığında endişeli bir ifade vardı gözlerinde. “Noldu? Amcan mı?”

 

Kafamı usulca sallayıp gözlerimi koridorun diğer tarafına ilerleyen Kadir’e çevirdim. Yanında Tuğkan yoktu. “Sabah fenalaşmış. Annemler Mersin’e gidiyorlarmış. Ateş ve Güneş’e ben bakacağım.” Gizem’in gözlerinde endişe verici bir ifade yerleşmişken Merve araya girdi.

 

“Akın. Akın’la konuştun mu bugün?” Koridorun diğer tarafına doğru ilerlerken Gizem koluma girdi.

 

“Konuştum.” Ellerimi önümde bağlarken Gizem elinde ki köfte ekmeği ağzıma doğru uzattı. Kafamı geri çekip iki yana sallayarak onu reddettim. “Diğer ders tekrar aramam lazım. Annemler beni de bekleselerdi birlikte giderdik.” Hafta sonu gidecektim netice de ancak şimdi gitmeyi yeğlerdim. “Gizem, Ateş ve Güneş’i aldıktan sonra bize gelsene ev boş nasılsa.”

 

O ise bu teklifimi bekliyormuş gibi onayladı. “Benim de anlatacaklarım var zaten sana.” Bakışlarımı ona çevirdiğim esna da neyle alakalı olduğunu anlamaya çalıştım.

 

“Ne hak…” Sözcükler boğazımda kalırken çarpıştığım sert beden ile yüzümü buruşturdum. “Ahh! Dikkat etsene, mal mısın?” Tanıdık parfüm kokusu ciğerlerime dolarken çarpıştığım kişiden hemen uzaklaştığım. Kime olduğu ise belliydi.

 

Tuğkan.

 

Yüzünde bu defa sırıtma yoktu düz bir ifade vardı. Elleri cebinde oldukça sakindi. İki dakika içinde nereye gitmişti bu? Daha az önce onu Gizem’in yanında görmüştüm. Her zamanki umursamaz halini bana yansıtmaya çalıştı.

 

Etrafımızda insanlar vardı ve birbirimizden nefret ediyor numarasını en iyi Tuğkan yapabiliyordu. O oyununu oynarken ben ise öylece durup onu, nasıl bu kadar iyi numara yapabiliyor olduğunu izliyordum.

 

Yanımızdan insanlar geçip giderken kafasını omzuna düşürdü. “Küfür mü, iltifat mı?” Kast ettiği şeyle derin bir nefes verdim.

 

“İltifat olmayacağına göre?” Ters sesimi fark ettiği anda sırıtması yerine geldi.

 

“İhtimaller.” Diye iç çekti. Bana biraz daha yaklaşıp kısık sesle konuştu. “Belki bir gün ihtimallerin ötesini gösterebilirsin bana.” Öğretmenler zili etrafta yankılanırken çok öğrenci de kalmamıştı koridor da. Gizem ise çoktan kolumdan çıkmış, merdivenlerden ilerlemeye başlamıştı. Ancak sürekli Merve ile arkalarını dönüp sırıtıyor ve imalı söylemlerde bulunuyorlardı.

 

Aramızda, sadece ikimiz arasında bağlandığını hissettiğim kelimeler dudaklarımdan yuvarlandı. “İnan ki Demirsoy, bu çok zor olurdu.” Zoru başardın. Tebrik ederim.

 

Sözlerim onun hoşuna gitmiş gibi, eğlendiğini belli eden bir gülümseme bahşetti. Çenesi ve yanağının arasında kalan yerde ki gamzesi gözlerime takıldı. “Zoru başardım o hale.” Sesinde ki gurur, yüzümde bir tebessüme neden oldu.

 

“Belki de.” Tam yanından geçip gidecekken karnımda hissettiğim baskı ile kafamı karnıma doğru eğdim. Tuğkan elinde tuttuğu şeyi ellerime tutuştururken ne olduğuna baktığım da bunun çikolatalı süt olduğunu görmem büyük bir şaşkınlık uçurumuna sürüklemişti beni.

 

“Kantinde başka kalmadı. Sonuncusunu senin için aldım Sarı.” Hızlıca kulağıma söylediği kelimeler ile birlikte, aynı hızla kulağımdan uzaklaşmış ve koridora doğru ilerlemeye başladı. Ben ise ellerimden, onun verdiği çikolatalı süt ile arkasından tebessümle baka kalmıştım,

 

Sevgilime.

 

******

 

“Amcam şu an iyi ama değil mi?” Kalabalık öğrencilerin arasından geçerken Gizem kolumda sessizce beni bekliyordu. Akın, telefonun diğer tarafından birkaç öksürük sesi ile karşıladı beni. Kaç gündür uykusuzdu ve buradan gitmeden önce de zaten hasta olmuştu.

 

Cevap vermeden evvel boğazını temizledi. “Doktorlar iyi olduğunu söylüyor.” Şükürler olsun. Bedenimle buluşan rahatlama ile derin bir nefes verdim. “Ama babaanneme kalsa vebalı gibi yaklaşıyorlar. Mahalleden yaşlı teyzeleri getirmiş, Yasin okuyorlar babamın başında.” Akın’ın güldüğünü işittiğim sesi ile bende tebessüm ettim.

 

“İki güne kalmaz ayakta desene.” Gizem, gözlerini bana çevirmiş sorgularcasına bakıyor arada beni dürtüp ‘Ne diyor?’ diye soruyordu. “İyi olacak amcam. Canını sıkmamaya çalış.” Ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyordum fakat Akın için her şeyden daha zor geçiyor olduğu kesindi.

 

Akın, bana cevap vermeden önce birkaç kere öksürmüştü. “Umarım.. Off, sabahtan beri ayaktayım be kuzen.” Esnemeden önce söylediği sözler ile devam etti. “Daha eve geçmeden hasta ziyaretine gelmeye başladılar amına koyayım.”

 

Akın, evin tek erkek çocuğuydu. Amcamlar ve babaannemler altlı üstlü oturuyorlardı. Amcam işleri nedeniyle eve birkaç gün gelmediği oluyordu ve haliyle bütün her şey de Akın’ın üzerine yer ediyordu. Şu an yorgun olduğunu hissedebiliyordum.

 

“Yorgunsan bırak onları, yat uyu.” Yanımıza gelen yan sınıfta ki Bengü’yü fark edince hafif bir tebessüm edip önüme geri döndüm. “Bir de onlara hizmet mi edeceksin? Yorgunsun belli.”

 

Akın ise sıkıntılı bir iç çekti. “Annem şimdi hastanenin kafeteryasına gönderdi. Başları dolu, herkes geldi. Yakup abi falan.” Akın pek kalabalık ortam sevmezdi. Bunaldığını söylerdi ve şu an ki ruh halini bile düşünemiyordum. “Kahvaltı bile yapmadım Parla. Bir yandan babaannem bir şey istiyor, diğer yandan annem doktorlarla konuş diyor, diğer yandan kafalarını siktiklerim geliyor hastaneye.” Sonda sesine yüklenen siniri fark etmemle araya girdim.

 

“Eve geç, birkaç saat uyu. Yorgunsun sende, üstüne gelmelerine izin verme.” Ne desem boş. Gerçekten boş. Akın, aile evindeyken bütün her şey üstüne yıkılan o çocuktu.

 

Kafeteryaya geçtiğini anlamak uzun sürmedi. Bir çay ve bir simit istemişti. “Nasıl geçeyim eve? Ya bir şey olsa, annemler tekler zaten. Kime güvenip de gideyim?” O da doğruydu fakat Akın’ın bu kadar uykusuz ve halsiz olması iyi değildi. “Teşekkürler… Neyse, onu bunu geç de, bizimkiler n’apıyor? Tuğkan falan, iyi mi herkes?” Gizem bakışlarını bana döndürdü tekrar.

 

“Üff! Kaç saattir ne konuşuyorsun Parla? Nasılmış, iyi miymiş?” Telefonu tuttuğum tarafta ki kulağıma doğru uzandı Gizem. “Akınn, nasılsın? Nasıl oldun, bu salak kuzenin vermedi telefonu bana!” Hızlıca konuşup kulağını telefona doğru uzattığında Akın’dan yanıt gecikmedi.

 

“Gizo mu kız o?” Gülerek sordu bunu. “İyiyim aslan parçası. Sen ne yaptın?”

 

“Ne olsun aynı biz de. Baban nasıl oldu?” Cidden şu halimizi gören insanlar ne düşünüyor bizim hakkımızda hiçbir fikrim yok ama komik göründüğümüz kesindi.

 

Akın bu konudan sıkılmış gibi derin bir nefes verdi havaya. “Daha iyi şimdi. Eyvallah kral.”

 

Gizem de aynı şekilde tepki verdi. “Ne demek kral, her zaman.” En nihayetinde Gizem benden uzaklaştığı sırada, bizim okulun yanında olan ilkokulun kapısına varmıştım. Ateş ve Güneş’in çıkmasına yarım saat vardı.

 

“Tuğkan nerde?” Konuyu dağıtırken Gizem de kolumdan ayrılmış ve uzaklaşmaya başlamıştı. Arkasını dönüp bana el sallamış ve akşam üzeri bize geleceğini söylemişti.

 

Hemen yanımda kalan boş banka otururken derin bir nefes verdim. “Galeriye gitti.. İş varmış sanırım, okuldan erken çıktı.” O ise simidi yemeğe başlamıştı. “O da seni soruyordu, aradı mı seni?”

 

Bana karşı onaylarca bir ses çıkarttı. “Yarım saat kadar önce konuştuk. O da galeri de olduğunu söyledi ama yanında Hasan puştu vardı sanırım. Ortak galeriye gittiler büyük ihtimalle.” Nadir gittikleri yerde bile karşılaşıyorlardı. Umarım aralarında bir konuşma geçmez ve kavga konusu oluşturmazdı.

 

“Aynı ortam da olmaları iyi değil. Hasan, kavga için her yolu deniyor.” Tuğkan umarım ona uymazdı. “Yazmadı daha zaten. Ne yapıyor bilmiyorum.” Bankın yanından geçip giden öğrencileri umursamadan yakalarımı biraz öne uzatarak salladım.

 

“Kapat.”

 

“Ne?” Anlamsızca seslendim telefona.

 

“Kapat telefonu Sarı. Sevgilini ara. Madem ne yaptığını merak ediyorsun, aramalısın.” Akın’ın umursamaz sesi ile birkaç saniye durdum. “Bir kere de düşünme anasını satayım ya. Bokunu çıkarttın ha Parla. Sevgilin değil mi lan bu dingil?” Akın’a, o görmese dahi göz devirirken kaşlarımı çattım.

 

“Konu sence aramak mı? Merak etme o kadar da de…” Sözlerimi bitirmeye kalmadan telefonun titremesi ile kulağımdan uzaklaştırıp ekrana baktığım da Tuğkan’ın aradığını görmek yüzümde büyü bir gülümsemeye neden oldu. “Akın kapatıyorum ben, Tuğkan arıyor.” Akın daha ağzını açıp bir şey söyleyemeden Tuğkan’ın aramasını yanıtladım. “Efendim?”

 

“Geç kaldım dimi?” Sesi nefes nefese geliyordu. Koşuyor muydu? “Eve geçmediğini söyle bana, lütfen.” Umut dolu sesi aynı zamanda alacağı cevaptan kabullenebilecek gibi de karamsardı.

 

Ben ise onun bu tepkisine sadece gülebilmiştim. “İlkokulun önündeyim. Ateş ve Güneş’i bugün ben alacaktım. Onları bekliyorum.” Karşı taraftan birkaç nefes alış sesi ile karşılaşmak gerçekten çıkışa yetişmek için koştuğunu gösteriyordu. “Koşuyor musun sen? Nefes nefese kalmışsın.”

 

O ise küçük bir öksürük krizi ve ardından nefesleri arasında konuşmayla karşıladı beni. “Koşacağım tabi… Çıkışa yetişeceğimi söylemiştim.” Okuldan çıkmadan önce Tuğkan’la mesajlaşırken çıkışa yetişeceğini söylemişti fakat onu çıkışta göremeyince yetişemediğini anlamıştım. Sorun edeceğim bir şey yoktu bunda, nasılsa galerileri okula uzaktı bunu biliyordum.

 

“Sorun değil. Koşma sakın, nefesin kesilmiş zaten.” Tekrar öksürdüğünü duyduğum da kaşlarım endişe ile çatıldı. Zaten doğru düzgün iyileşemiyordu, bir de üstüne koşup terlemişti. “Hastasın zaten! Koşup terliyorsun bir de.”

 

Bu sözlerimin ardına onun sesine ait bir kahkaha tufanını işittim. Gülünecek ne vardı? “Nefesimi kesen sen, nefessiz kalmama mı kızdın az önce Sarı?” Sözleri anlık bir sessizliğe yol açtığında ne söyleyeceğimi bilemedim. Böyledi işte. Sevgili olsak dahi, onun sözlerine hala bir cevap veremiyordum. Ve lanet olsun ki bu durum dehşet verici bir şekilde hoşuma gidiyordu.

 

“Evet, tam olarak öyle yaptım.” Kısık sesim, utancımı belli ediyordu sanırsam. Başkaları anlamasa dahi Tuğkan bunu çoktan anlamış ve tekrar gülmeye başlamıştı.

 

Gülüşü güzeldi. Önceden işkence gibi gelen ses artık güzel bir senfoninin melodisini andırıyordu bana. Hoş, Tuğkan Demirsoy’un varlığı da güzeldi. Hissettirdiği sevgi ve güven gibi.

 

“Gördüm güzel sevgilimi.” Sesi ile birlikte kafamı kaldırıp gözlerini etrafta gezdirdiğim sırada karşımdan geldiğini görebiliyordum. Üstünde ince bir kazak vardı. Daha önce üzerinde hiç görmemiştim. Yeni almış olmalıydı. Altında ise klasik, her zamanki siyah bol pantolonunu giymişti.

 

Onu gördüğümü fark ettiği an yüzünde daha büyük bir gülümseme olmuştu. “Etrafta kimse yok dimi?” Gözlerimi ondan ayırıp bizim okulun yoluna çevirdiğim de benim gibi kısık bir ses tonunda konuştu.

 

“Bilmem var mı?” Kafamı, sorusuna yanıt olarak iki yana sallarken yavaşça bana yaklaşan ona çevirdim. Hala gözleri benim üzerimdeydi. “Sarı,” Aynı kısık tonda tekrar konuştu.

 

Bana daha da yaklaşırken bende gözlerimi ondan çekmedim. “Hm?”

 

“Telefonu kapatayım mı artık?” Tam olarak yanıma vardığında bunu dile getirmiş olması ile fark ettiğim şeyle telefonu bir anda kulağımdan uzaklaştırıp kapattım. “Yüzüme kapattın.” Telefonu kulağından çekerken önümde öylece duruyordu.

 

Oturduğum yerden kafamı biraz kaldırıp ona baktım. “Kapatmak isteyen sendin?” Yanlış bir şey mi yapmıştım ki?

 

“Yüzüme kapatmanı istememiştim ama..” Alnına yapışmış saçları, boncuk boncuk akan terlerini fark ettiğim de hala göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. “Çok beklettim mi?” Yana kayarak ona oturması için alan verdiğim de yavaşça yanıma oturdu.

 

“On dakika kadar.” Sırtımda ki çantayı çıkartırken sarf ettiğim sözlerle Tuğkan ise yüzünü elleri arasına almış ve sıvazlamıştı. “Sorun yok, Gizem yanımdaydı zaten.” Çantamın fermuarını açıp içinden çıkarttığım suyu ona doğru uzattım.

 

Boynundan akıp giden terleri bile görebiliyordum bu şekilde. “Çok terlemişsin.” Hasta olacağı kesin gibi görünüyordu. Uzattığım su şişesini alırken hiç tereddüt etmeden açıp kafasına dikti. Ne kadar susadığını şimdi daha iyi görebiliyordum. Beş saniye kadar bütün şişeyi bitirmiş ve arkasına yaslanarak daha büyük bir nefes almıştı. “Koşmana gerek yoktu. Hasta olacaksın şimdi.” Parmaklarım, uzanıp alnına yapışmış olan saçları geriye attığım da gözlerini bana döndürüp beni daha iyi görmek adına kafasını biraz daha döndürdü bana.

 

“Hasta olsam iyileştirmez misin beni?” Sesinde hala keyifli bir ifade vardı fakat derin nefesler alarak da nefesini düzene sokmaya çalıştığı açıktı. “O güzel ellerinle sevgiline çorba yapma şerefini bahşetmez misin yani?” Yapacağımı biliyordu fakat amacı sadece ve sadece eğlenmekti.

 

“İyileşmen için her şeyi yapacağımı biliyorsun,” Sözlerim daha da hoşuna gitmiş gibi bir kolunu bankın arkasına atarak yerine daha iyi kuruldu. “Ama,” Diye devam ettiğim sırada gözlerimde takılı kaldı gözleri. “Bunun için kendini hasta etmen gerekmez.”

 

“Gayet de gerekir.” Omuz silktiğinde gülerek kaşlarımı çattım.

 

“Çocuk musun sen?”

 

“Mantıken ve yasal olarak evet ancak bunu ruhsal ve fiziki açıdan soruyorsan tabi ki hayır Sarı.” Sözleri bir süre yüzüne öylece bakmama neden olduğunda bana beklenti ile baktı. “Çorba?”

 

Saçlarını tekrar geriye atarken alnına doğru ufakça üfledim. “Bakarız.” Sözlerim yüzünün düşmesine sebep oldu.

 

“Bazen kırıcı oluyorsun.” Tepkisi bir anda kahkaha patlatmama neden olduğunda o ise tepkisizdi. “Ciddiyim. Ne demek bakarız? Bu beni ölüme terk etmenle eş değer bir konu.” Sözleri her geçen saniye daha da gülmemi arttırırken kendime hakim olamıyordum. O ise hala tepkisizdi. “Önceden hasta olduğumda da yapmadın zaten, hatırlıyorum. İnsan ağzının kenarıyla da olsa derdi.” Sözleri, kahkahalarım arasından kafamı kaldırıp ona bakmama neden oldu fakat o bana değil de başka bir tarafa bakıyordu. Ne bu trip mi?

 

“İyi de, unuttun mu o zaman seni sevmiyordum.” Kafasını omzuna düşürüp bana döndürdü gözlerini. “İçinde kalmış senin.” Elimi yanağına uzattığım da vücudunda ki sıcaklığı elime de iletilmişti. Kafasını elime doğru yaslarken mırıldandı.

 

“Kesinlikle.”

 

“Eh,” Derin bir nefes verirken karşılık verdim bende. “Yapalım o zaman çorba. Bugün annemler yoklar nasılsa.” Sözlerimle birlikte göz ucuyla bana baktı.

 

“Neredeler?” Tribi, merakına yenik düşmüş gibiydi. “Evde tek sen mi varsın şimdi?”

 

Elimi saçlarından çekip dizlerimde birleştirirken sıkıntılı bir nefes verdim havaya. Soğuk hava, nefesimi buharlaştırırken kuruyan dudaklarımı birbirine bastırdım. “Amcam, sabah kötü olmuş ama Allah’tan iyi şimdi.” Sözlerim onu germiş gibi yerinde dikleşip iyice bana dönmüş ve kaşlarını çatmıştı. “Babam da bunu duyunca annemi de alıp Mersin’e gitmiş. Bugün okulda aradığında Mersin’e gittiklerini söylüyordu.” Tuğkan sessizce beni dinledikten sonra kaşlarını bu kez düşünceli bir şekilde çattı.

 

“Akın’la konuştum yarım saat kadar önce. Babasını sormak için aramıştım. Söylemedi bana.” Akın böyleydi işte. Herkesi endişeye düşürmeyi seven biri değildi. Kısa ve netti onun için. Olaya değil sonuca bakan cinstendi ve amcamın bugün yaşadığı olayın sonucunda amcam iyiydi. Herkese öyle söylüyordu.

 

Kafamı omzuma düşürürken önünde oturduğumuz ilkokulun önü yavaş yavaş veliler ile dolmaya başlamıştı. “Akın, pek böyle şeyleri dile getirmeyi seven birisi değil. Ben sormasam bana da söylemeyecekti.” Artık bu duruma alıştığım için pek de garip gelmiyordu bana.

 

“Ee,” Tuğkan’ın beklenti dolu olan sesi ile gözlerimi ona döndürdüm. “Evde tek misiniz? Ateş ve Güneş ile.” Dilimi damağıma vurarak cıkladım. “Gizem?” Gizem’in bizde kalacağını düşünmesi ile sessizliğimi bozdum.

 

“Anneannem gelecek akşam üstü. O zamana kadar Gizem bizde kalacak. Belki daha fazla kalır, bilemem.” Sonda omuzlarımı silkerek gerçekten bilmediğimi belli ettim.

 

Tuğkan ise ellerini saçın atıp geriye doğru yasladıktan sonra derin bir nefes verdi havaya. “İyi bari, tek kalmayın.” Rahatlamış gibi omuzları çöktüğünde okulun açılmasına on beş dakika kadar kalmıştı.

 

“Niye, tek kalsak ne olacak sanki?” Asla tek kalamam bu arada. Özellikle maymundan iki gün önce doğmuş o iki kardeşle bu imkansızdı.

 

Tuğkan kaşlarını sorgularca kaldırdı. “Çocuk bakıcılığını seviyorsun anlaşılan?” Tepkisi, daha önce hiçbir çocuğa bakmadığını gösteriyordu. Tek çocuk olmanın zararları Tuğkan.

 

Ben ise sözlerine karşı yerimde gurur ve ego ile gerildim. “İki çocuğu annem tek büyütmedi yalnız. Hatırlatırım ki ben onların tek ablalarıyım.” Bu da ikinci anne demek oluyordu. “İsteyecekleri veya yapabilecekleri her şeyi bilirim ama onların isteklerini yerine getirmek biraz zor olurdu.” Ateş ve Güneş tam olarak enerjinin vücut bulmuş halleri olabilirdi. En çok da Ateş öyleydi.

 

Tuğkan ise kendimi övmeme gülmüş ve etrafın doluluğundan olsa gerek biraz daha kulağıma yaklaşarak kısık bir sesle konuştu. “Bak sen,” Alnında ki saçları tutarak biraz daha geriye doğru ittirdim. “çok iddialısın bakıyorum.”

 

Teyzelerin kınayan bakışlarına maruz kalmamak adına gülümseyerek ondan biraz uzaklaştım. “ Öyleyimdir.” O da bu yaklaşımımı fark etmiş olacak ki benden uzaklaşıp gerisine yaslanarak etrafına bakındı. Bütün veliler okul kapısı önünde duruyor bazıları aralarında konuşuyordu.

 

Tuğkan ise bana geri dönüp aklına gelmiş olan şeyi dile getirdi. “Kardeşlerinle ilk tanışmam.” Eli tekrar saçlarını bulurken ileri-geri hızlı hızlı saç tutamlarını sallayıp terlemiş olan saçlarını dağıtmaya çalıştı. “İlk izlenim çok önemli.”

 

Bu halini gülerek izlediğim de aklımda şimşek çakan gerçek bir anlık düşündürdü. “Pek de önemli değil aslında.” Anneme veya babama söylerler miydi acaba? Güneş neyse de, o Ateş şeytanı her şey yapabilirdi.

 

Tuğkan saçlarını düzelttiği arada döndü bana. “Doğru, sen benim hep dağılmış yüzümü görmüştün.” Kast ettiğimin bu olmadığını anlamasını beklesem dahi anlamadığı açıktı.

 

“Öyle değil yani canım, eğer senle beni öğrenirlerse, bacak kadar boylarıyla yemeyip içmeyip gidip de anneme veya babama yetiştirme ihtimallerini göz ardı etmek istemedim sadece.” İhtimaller çukurunda boğulmak bu olsa gerekti.

 

Tuğkan ise bana ciddi misin Sarı? Bakışları atıp kafasını omzuna doğru düşürürken, “Kasma bu kadar.” Diye mırıldandı. “Söylemezler.” Onları ne kadar tanıyorsun ki Tuğkan?

 

“Emin misin?” Ona gerçekten onları tanımadığına dair bir bakış attım. “O ikizler var ya, seni de beni de suya götürür susuz getirir... Özellikle Ateş.” Adını duyunca titreme geliyordu arkadaş!

 

İşte bu dediğim onun hoşuna gitmiş gibi sırıttı ve oturduğu yerden kalkarak konuştu. “Çok iyi anlaşacağız desene.” Ciddi misin Tuğkan? Gerçekten ciddi misin yani? “Kardeşlerinle çok iyi anlaşacağız gibi geliyor Sarı.”

 

Ona karşı bakışlarımı göz ardı etmeye çalışarak ayağa kalkarken yanımda ki sırt çantamın da kolunu omzuma geçirdim. “Ava giderken avlanma da sonra.” Alttan bir şekilde gülerken üstten bir bakış attı bana. “Ve unutma ki, burada patlayan kişi ben olurum. Ona göre davran. Normal bir arkadaşız.” Sonda yüzüme yerleştirdiğim sahte bir gülümseme ile onu karşıladığım da o daha da sırıtmıştı.

 

“Aramızda herhangi bir anormallik göremiyorum zaten.” Aynen, ondan işte.

 

Sözleri anlık olarak yüzümün düşmesine neden olsa da o bunu fark etmemiş veya fark etmemiş gibi yapmıştı. Duygularını, yüzünde ki maskenin altına gizlemesi bazen oldukça garip olabiliyordu.

 

O sırada açılan kapılar ile veliler içeri girmeye başlamış, dışarı çıkartılan öğrencilerin aralarında, bir o yana bir bu yana ilerliyorlardı. Ateş ve Güneş ise daha çıkmamış olmalıydı. Kapıdan içeri girip hemen güvenlik kulübesinin yanında beklemeye başladığım da okulun içinden çıkan diğer öğrencilere dikkat kesilmiştim. Benim diğer yanımda olan Tuğkan da ellerini cebine atmış benim gibi gelecek olan öğrencilere bakmaya başlamıştı.

 

Çok geçmeden okul kapısından çıkan Güneş, beni fark etmiş ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile koşarak yanıma gelmişti. “Ablacım!” Beslenme çantası boynunda asılı bir şekilde, bir o yana, bir bu yana sallanıyordu. Bana koşarken kollarını açmış, ona sarılmam için eğilmemi istemesine gerek kalmadan yere eğilip ona sarılmıştım.

 

“Balım.” Saçlarıdan öpüp geri çekildiğimde beni görmek için benden biraz uzaklaşmış ve tatlı tatlı gülmeye başlamıştı.

 

“Sen mi alıcan bizi?” Onu onaylarken sırıtması daha da genişledi. “Yaa, bende ablam bugün bizi alsa diyordum.” İsteği yerine gelmiş olduğundan heyecanlı ve bir o kadar da mutluydu.

 

Gözlerimi ondan çekip etrafa bakındım. “Hani, Ateş nerede?” Gözlerim etrafta gezinse de görememiştim. Kafamı geri ona eğip sırtına baktığım da çantasını göremedim. “Çantan nerede senin?”

 

Güneş arkasını dönüp okulun giriş kapısını gösterdi parmağıyla. “Abim taşıyor çantamı.” Parmağıyla gösterdiği yere bakınca Ateş’in sırtında kendi çantası, kolları arasında ise Güneş’in çantası ile geldiğini görmüştüm. Fakat çantayı taşımakta zorlanıyor gibiydi. Birkaç kere tökezlemiş ve bir şeyler söylüyordu.

 

“Neden verdin çantanı? Bak taşıyamıyor.” Tam Ateş’in yanına gidip elinden çantayı alacakken omzumda hissettiğim el ile olduğum yerde durdum.

 

“Ben alırım bekle sen.” Tuğkan’a ait ses ile kafamı geriye döndürerek ona baktım. Ateş onu tanımıyordu bile.

 

“Tu…” Bir şey dememe fırsat vermeden yanımdan geçip gitmiş ve Ateş’e doğru ilerlemişti. Güneş de benim gibi Tuğkan’a bakarken fısıldadı.

 

“O kim ki?” Gözlerimi Güneş’e çevirip gülümsedim.

 

“Arkadaşım.”

 

Güneş Tuğkan’ın arkasından biraz daha bakıp konuştu. “Adı ne?”

 

“Tuğkan.”

 

“Tuğkan abi!” Aniden duyulan ses ile bakışlarımı hemen Tuğkan’a çevirdim. Ateş’in önünde diz çökmüş öylece ona bakarken Ateş bir anda Güneş’in çantasını yere bırakıp Tuğkan’ın boynuna sarılmıştı.

 

Dur bir dakika, ne?

 

Ateş, Tuğkan’ı tanıyor muydu? Onlara şaşkınlıkla bakarken tek şaşkınlığı yaşayan ben değildim. Güneş de şaşırmış bir şekilde onlara bakarken elimi tutup çekiştirdi. “Abim tanıyor mu Tuğkan’ı?” Tanıyormuş Güneşciğim.

 

Güneş’in elini tutmayı bırakmadan onların yanına doğru ilerlerken Ateş, Tuğkan’dan ayrılmış heyecanla ona bakıyordu. “Niye geldin ki sen? Beni almaya mı geldin?” Ateş’in heyecanlı sesini asla beklemediğim bir şeydi.

 

Ateş’ten, daha çok Tuğkan’a küfür eder gibi bir düşüncem oluşmuştu –Şayet, zamanında Hasan ile tanıştığında ona küfürlerle karşılamıştı- ancak şimdi gördüğüm manzara bunun tam zıttı gibi görünüyordu.

 

“Tabi aslanım. Seni almaya geldim.” Tuğkan arkasına dönüp bizi gördüğünde Güneş’e tebessüm etti. “Ve bu küçük prensesi.”

 

Dur dur, tamam. Artık bir zahmet olaya gireyim. “Siz nereden tanışıyorsunuz?” Ateş’e şüpheci bir bakış attım. “Nereden tanıyorsun Tuğkan’ı?” Bütün ihtimalleri düşünmem boşa zaman kaybı mıydı yani?

 

Ateş ise bana hala içinde bitiremediği heyecanı ile bakıyordu. “Abla sana demiştim ya birlikte hep futbol oynuyoruz Tuğkan abiyle diye.” Ne?

 

Gözlerim şaşkınlıkla Tuğkan’ı bulduğunda onun da gözleri benim üzerimde, tepkimi görmek ister gibiydi fakat ona olan bakışımı fark ettiğinde omuz silkti. “Büyüyünce çok iyi bir futbolcu olacak.” Ateş tekrar Tuğkan’a döndüğünde gülümsemesi hala yüzündeydi.

 

“Sen kardeşimi tanıyordun ve bunu bana söylemedin mi?” Eğildiği yerden Ateş ve Güneş’in çantalarını alarak doğruldu.

 

“Çocuk sana söylemiş.” Ateş’i gösterdiğinde Ateş bir anda diğer koluma yapışarak beni sarsmaya başladı.

 

“Abla söyledim sana! Site de oynarken onu da çağırıyoruz demiştim! Hatta yanında bir abi daha vardı… Hadi abla, söyledim sana bunu!” Ateş, hatırlamam için bana yalvaracak gibiydi.

 

Ben ise kaşlarımı çatıp ona döndüm. “Bana Tuğkan demedin ki sen!”

 

“Hayır öyle dedim!” Ateş bana ters bir bakış attığında kaşlarımı daha da çattım.

 

Yalan yok, Ateş bana sitede futbol oynadıkları büyük abileri olduğunu söylemişti. Her maç olmasa dahi illa birkaç kere onların maçına gelip onla oynayan abilerdi. Fakat kim bilirdi ki bu abilerinden biri sevgilim Tuğkan’dı?

 

Tuğkan, Ateş’in omzuna elini atarken tam karşıma geçti. “Kızmasana çocuğa Sarı. B12 bu aralar tavan sende.” Bana karşı cephe almak mı? Çok yanlış yapıyorsun Tuğkan.

 

“Yalan söylüyor ama. Bana Tuğkan değil Taner abi dedi!” Tuğkan ise buna bir anda kahkahalarla güldü. Ateş ise bana öldürücü bakışlar atıyordu. Seni küçük mendebur.

 

Yavaş yavaş okul bahçesinden veliler dağılırken biz ise bahçenin ortasında durmuş öylece Ateş ile tartışıyordum. “Kelime karışıklığını önemsemiyorum ben!” Ateş kollarını göğsünde birleştirip bana ters ters baktı. “Sana dedim bir kere.”

 

Gözlerimi kısarak ona ters bakışlar attığım da “Sarı,” Tuğkan’ın sesi ile gözlerimi ona çevirdim. O halinden oldukça memnuna benziyordu. Gülüyor ve bu durum onun hoşuna gidiyordu. “Çocuk sana söylemiş neticesinde. Uzatma da gidelim.” Dudaklarım duyduğum sözlerle şaşkınlıkla aralandı. Tam bir şey söyleyecekken, “Evet uzatıyorsun.”

 

Ateş bana sırıtarak bakıp Tuğkan ile ilerlemeye başladığında arkasından göz devirmekten başka sansım kalmamıştı. Sende bekle Tuğkan, sana da sıra gelecek.

 

Okuldan çıkıp ilerlemeye devam ederken Tuğkan ve Ateş sürekli olarak futboldan ve Ateş’in kendini mükemmel olduğunu kanıtlamak adına sürekli olarak attığı gollerden bahsediyor, Tuğkan gözünde mükemmel görünme çabasına gidiyordu. Güneş ise sürekli Tuğkan kim diye soruyor arada Tuğkan’la göz göze geldiği için utanıp kafasını önün eğiyordu.

 

“Eee, sen prenses?” Tuğkan gözlerini Güneş’e çevirdiğin de benim de bakışlarım Tuğkan’a döndü. “Sende tanıyor musun beni?” Güneş sessizce kafasını iki yana salladığında gülerek Tuğkan’a konuştum.

 

“Sizin gibi futbol oynamadığı için haliyle.” Tuğkan birkaç saniye öylece Güneş’e bakıp güldü.

 

“Tanışalım mı o zaman?” Önümüzden geçip Güneş’in tarafına geldiğinde yürürken elini Güneş’e doğru uzattı. “Tuğkan ben. Ablanın arkadaşıyım.” Güneş, hayranlıkla Tuğkan’a bakarken uzattığı elini tuttu.

 

“Güneş bende. Memnun oldum Tuğkan.” Tuğkan bunu oldukça beğenmiş hatta sırıtması tüm yüzüne yayılmıştı bile.

 

Ben tam ona abi demesi gerektiğini söyleyecekken benden önce davranan Ateş, “Tuğkan değil. Tuğkan abi. Ben bile abi diyorum sen niye demiyorsun?” Güneş omuz silkip Ateş’e dil çıkarttı.

 

“Ben sen miyim? Demem ben abi diye.” Bak bak, büyümüş de küçülmüşler.

 

Güneş kafasını bana kaldırdığında izin ister gibiydi. “Abi demen lazım. O senden büyük.” Diye tersçe konuşsam dahi Tuğkan hemen reddetti.

 

“Sıkıntı yok. İstediği gibi seslensin.” Güneş tekrar ona döndüğünde tekrar o yüzünde ki hayran bakışlarını yakaladım.

 

Evet, Tuğkan tam olarak kardeşimi etkisi altına almıştı.

 

“Bir de bana büyüklerine saygısız derler.” Ateş sinir olmuş bir şekilde Güneş’e bakarken kaşlarını daha da çattı. “Lan, hani senin ayağın ağrıyordu! İki kat merdivende ben taşıdım çantanı.” Ateş sinirden köpürürken ben ise Güneş’in bu denli fenalaşmasına hayretler içerisinde bakmıştım.

 

“Geçti o zamana.” Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Hem ben demedim ki taşı diye. O dedi abla,” Bana açıklama yapmak ister gibi bana çevirdi kafasını. “Ben taşırım dedi.”

 

“Taşıdım zaten!” Ateş, Güneş’e ters bir bakış atarken Tuğkan ise onları tebessümle izliyor arada ise kahkaha atıyordu.

 

Sitenin girişine geldiğimiz de Güneş ellerimizi bırakıp koşarak kaçmaya başlamıştı. Ateş ise onun peşinden onu kovalarken Tuğkan ile yalnız kalmıştık.

 

“Kardeşlerinin ikisi de birbirinden zeki.” Tabi tabi. Tepkisi beni güldürürken alayınca göz devirdim.

 

Derin bir iç çektiğim sırada mırıldandım. “Ya ya ne demezsin… Kurnaz dememek için zeki dediğini anladım merak etme. İkisi de bana hiç çekmemiş.” Burnumu kırıştırarak bizden uzaklaşmış olan ikizlere bakarken o ise gülerek izledi beni.

 

“Hiç kimse sen gibi olamaz zaten Sarı.” Gözlerini benim gibi ikizlere çevirdi. “Kardeşlerin olsalar bile.”

 

Tepkisi ile yandan bir bakış attım ona ve yavaşça koluna omzumu vurduğum da gözlerini tekrar bana döndürdü. “Güneş’i etkin altına almaya falan çalışma. Çok çabuk manipüle olan birisi.” Bu sözlerim onun yüzünde ki sırıtmayı arttırdığında iki çantayı da tek bir eline alıp diğer elini omzuma attı.

 

“Benim bir şey yaptığım yok ama o beni çoktan sevdiyse, yapacak bir şey de yok.” Beni sinir etmeye çalışan sesiyle güldü. “Eee, ihtimaller teorisini çürütebildim mi güzelim?”

 

Omuz silkerek umursamaz bir şekilde takıldım. “Belki de.” Sonrasında aklıma gelen şeyler bir anda ona döndüm. “Ateş’in kardeşim olduğunu biliyordun.” Ateş ile futbol oynaması ve ona karşı yakın davranması.. Sen tahmin ettiğimden de fenasın Tuğkan Demirsoy.

 

Tuğkan ise sorum tarafından kapana kısılmış bir kedi gibi dudaklarını birbirine bastırdı. “Şaka gibisin Tuğkan! Kardeşimi nerden tanıyorsun? Ne ara oldu bu olanlar?”

 

Tuğkan kaşlarını düşünürce çattı. “Bilmem ki. Hiç düşünmemiştim.” Onun karnına doğru dirsek attığımda yüzünü buruşturdu. “Ne? Ben her şeyi on adım öncesinden düşünene bir adamım.”

 

“Kardeşimle iyi anlaşabilmek için onunla futbol oynamışsın.”

 

“Ve bunu başarmışım?” Yüzünde guru verici bir ifade yerleştiğinde göz devirmemek için kendi zor tuttum. “Tamam tamam, özür dilerim. Ama şu yönden bak Sarı, en azından ikisi de beni seviyor –bence seviyorlar- sana zorluk çıkartmayacaklar.” Bana gülümseyerek baktığında istemsizce bende gülmüştüm.

 

Kafamı omzuma doğru düşürürken, “Çok fenasın sen.”

 

“Herkes öyle der. Her konuda.”

 

“Her konuda… Cidden fenasın yani.” Gülerken mırıldandığım da bir kahkaha attı.

 

Kulağıma doğru eğilirken fısıldadı. “Her konuda demeyelim de, fena aşık olduğum konusunda doğrudur.”

 

 

 

 

Ballarımmm biz geldikkk

 

Nasıl olmuş bölüm???

 

O kadar uzun zaman oldu ki, eski tat var mı bilmem ama bölüm benim içime sindi. Beğenirsiniz umarımm

 

Oy ve paragraf arası yorumlarınızı eksiltmeyin ballarımm 🙏

 

Diğer bölüme görüşürüzzz

 

Kendinize çoookkk dikkat edinnn sizi çoookkk seviyorummmm 💞💞🤗

Bölüm : 02.07.2025 21:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...