Ballarım, nasılsınız?
Bu bölüm için ufak bir uyarım olacaktı.
! Bu bölüm içinde uyuşturucu bağımlılığı, saplantı, alkol bağımlılığı, kan ve ağır küfür bulunduruyor. Yaşı küçük olan okurlarım için, ****** ile bıraktığım yerden devam edebilirler !
Bu bölümü gerçekten hissederek ve duygularınızı katarak okumanızı istiyorum çünkü tamamen duygu yüklü bir şekilde yazıldı 🥹🫶 Özellikle Mektup sahnesi hepimiz için önemli bir nokta, oraya karşı gerçekten sakin ve sindirerek okuyun lütfenn 🤗
Bu bölüm oy sınırı; 550
Yorum sınırı; 700
Olacak şekilde belirlendi. Ancak yorumlarınızı gerçekten belirtmenizi çok isterim bu bölüm için. Gerçekten duygularınızı almak isterim, paragraflar arası yorumları unutmayın ballarım 🫶🤍
Bölümü okurken, dinlemeniz için;
Krobak - Broken
Billie Eilish - Wildflower
Fatma Turgut - İkimizden Biri
Duman - Bal
Keyifli okumalarr 🙏
******
Tuğkan Demirsoy'un Anlatımıyla;
Parla'nın yanında ayrıldıktan 3 saat sonrası.
Gece 00.34
Arabayı, galerinin olduğu sokağa döndürdüğümde etrafın sessizliği ile şükürler ettim. Sessizlik iyidir. Benim için en iyisidir. Babamın bugün orada olmaması benim için çok büyük bir şanstı. Şayet, beni arabanın içinde görse sonrasını tahmin edemezdim.
Arabayı galerinin önüne getirdiğim de, dizim üstünde ki küçük, elektrikli butonu alıp sensörlü galeri kapısına doğru uzattım fakat benden önce açılan kapı ile ifadem donuklaştı.
Babam beni karşılamaya karar vermişti anlaşılan.
Elimde ki düğmeyi sessizce geri bırakırken bakışlarım, galerinin tam ortasında durmuş bana öldürecek gibi bakan babamın üzerinde kalmıştı.
O gün bugün mü Demirsoy?
Elinde olduğunu fark ettiğim Efes bira şişesi ile kaşlarımı çattım. Bugün olmaz. Bugün olmaz.
Bana geçmem için alan verdiğinde sadece onun hareketlerini inceledim. Bana eliyle geçmesini işaret ederken bile sinirden titreyen elini fark edebiliyordum. Yolu yok, katlanacaksın Tuğkan.
Halledersin yine.
Arabayı garaja soktuğumda arkamdan kapanan sensörlü kapı ile büyük bir nefes verdim. Kalbimde hissettiğim acıyı gizlemeye çalışarak arabanın kapısını açıp dışarı çıktığımda içeri odaya giden kapının önünde beni izlediğini gördüm.
Gözleri bir süre üzerimde kaldığında elimde ki anahtarı ona doğru uzattım. “Temiz.” Elimde ki anahtara bakıp daha sonra arabaya baktığında gözlerimi, gözlerine odaklamıştım. Her zamanki gibi kan çanağına dönmüştü gözleri.
“Kendini buna mı yakıştırdın?” Diye boğuk bir şekilde sordu. Yüzünde, bana karşı her zaman takınmış olduğu o tiksinti vardı. Alıştım baba. Ona da alıştım. “Sen kim, o araba kim be?” Sesinde ki alay devam ediyordu.
Tepkisizliğimle karşılık verdiğim sırada gözlerimi ondan çektim. Söyle baba. Söyle, içinde kalmasın. Evet bedenimin kiriyle girdim ben o arabaya da.
“İçtin mi yine sen?” Diye kaşlarım çatık onu izledim. İçtiğini biliyordum zaten. Amacım konuyu dağıtmak, benim üzerimde ki enerjisini kaybetmesini sağlamaktı.
Bakışları bir süre üzerimde kalıp sonra kafasını eğerek kendine ve elindeki bira şişesine baktı ve geri kafasını kaldırıp üstüme birkaç adım attı. “Sana ne lan! İçtiysem içtim!” Onu izlemeye devam ederken bir süre sessiz kalıp sonrasında, “Sende içeceksin.” Hayır.
Hayal kırıklığı.
Hayal kırıklığı.
Hayal kırıklığı.
Ben annemin hayal kırıklığıyım.
Ben, beni doğuran kadının hayal kırıklığıyım.
Kaşlarımı belirsizlikle çatarken ondan bir adım uzaklaştım. “Hayır.” İçemem. Bu kez olmaz. Gözleri üzerimde bir süre gezindiğinde sinirle sert bir nefes verdi. Öfkelenmişti ve bunu en iyi gözlerinde görebiliyordum.
“Niye?” Dedi alayla. “İçmediğin şey mi çocuk?” Adımı tekrar ve tekrar ağzına almaktan vazgeçen babama sessizce bakmaya devam ettim. Yanıma birkaç adımda vardığında kolumdan yakaladı. Yapma. Yapma, onu yapma işte. “Sana alıştırdığım gibi yap.” Annenin ölüsünü unut ve hayatına bak. “Annenin ölüsünü unut ve hayatına bak.”
Kolumdan çektiğinde ondan kurtardım kolumu. Unutamam. Ne annemi unuturum ne yaptıklarını. “Hiçbir zaman öyle olmayacağını senden biliyorsun Haldun Demirsoy.” Zihnimde canlanan acı, geçmişimden bir hatıraydı. Gözlerimin yanma sebebi ise bundan başkası değildi. “Sen yoluna, ben yoluma..” Sözlerim onun alay konusu olmuşa benziyordu.
Gülüyordu. Her zamanki gibi.
“Senin gittiğin yol kime çıkar çocuk?” Gözleriyle bulunduğumuz garajı taradı. Etrafı elleriyle gösterdiğinde omuzlarım çöktü. Yine mi o kazandı? Yine o kazandı. “Bana çıkar bana! Bak, etrafına bir bak çocuk! Sen bana mahkumsun, hala anlamadın mı? Muhtaçsın sen bana! Acizsin…” Sesine, sonradan dahil olan keyif benim acizliğimdi. Gerçek bir aciz.
Bazen sorarım kendime. Neden diye. Neden yaptın bana bunu anne? Neden susmamı tercih ettin? Neden aciz kalayım istedin be kadın! Neden?
Gözlerim onu öylece izlediğinde dişlerimi sertçe birbirine kenetledim. “İstemiyorum.” Mal mısın Tuğkan? Oturup çocuk gibi ağlayacak mısın? Yutkunmak bile o andan sonra zor geldi bana. Kafamı çevirsem acırdı canım. Gözümü bir kıpsam, akardı yaşım.
Haldun'un gözleri bütün bedenimi inceledi. “İsteyeceksin.” Kolumdan tekrar tuttuğu anda daha bir karşıt tepkimi bile sunamadan galerinin içine doğru sertçe ittirdi. Karanlık olan alanda neyin var neyin yok olduğunu bile bilmiyordum ve bu en kötü tarafıydı. Yine o kazanırdı. “İstemiyormuş! Ne yapacaksın? O öğrendiğin hareketleri mi kullanacaksın?” Kafamı ona doğru döndürdüğümde yerde dizili olan, zorla gördüğüm şişelerden birini aldı eline. O şişenin içinde ne kadar vardı bilmiyorum ama ondan büyük bir yudum aldı.
“Belki de.” Diye kısa bir yanıt verdim. Burnumun direğine giren acı karışımı o hissin ne olduğunu biliyordum. “Bana sen demedin mi, sen yoluna ben yoluma diye.” Ayakta zor durduğu anlarda çenemi dikleştirdim. Korkma Tuğkan. Korkma. “Karşına çıkmıyorum işte, daha ne istiyorsun?”
“Ben en başından doğma istemiştim.” Yine o konuşma. “Sen, benim yoluma on sekiz sene önce çıktın çocuk.”
İçime yüklenen ve anlık bir sorgu sesime yansıdı. “Lan doğmama sebep olan sendin amına koyayım!” Öfke yüzüme yakışmıyordu, bunun için senden özür dilerim anne. Fakat ne yapayım? Öfkelenmeyen insan, insan mıdır? “Senin yüzünden çektim ben hayatı! Sırf iki dakikalık zevkin için!” Sesim, boş galeride yankılanırken yüzüne vuran ışıkla birlikte sinirden titrediğini görebiliyordum.
“Aldıracaktı seni! Aldırmak zorundaydı! Kimse istemedi ki lan seni! Benim zevkim bir piçi dünyaya getireceğini bilseydim Allah, Kur'an çarpsın yapmazdım!”
Öfkeyle üstüne yürürken ne yaptığımı bile bilmiyordum. “Allah'ın adını ağzına alma Haldun! Sen, onca günahtan sonra Allah, kitap mı bilirsin be adam?” Onca yaptığın şeyden sonra, onca kırık kalplerden sonra mı baba?
Sözlerim sanki ona dokunmuş gibi öfkesiyle gözlerini daha da araladı. Küçük olsam korkardım. Enseme attığı eli ile vücudum itaatkar bir şekilde önünde eğildi. “Sen günah görmemişsin çocuk… Bir kız varmış.” Kız. Nereden biliyor Parla'yı? Ensemde ki eli resmen beni öldürmek için onlarca tonluk bir kuvvet uyguluyor gibiydi. “Hasan dedi.”
Elimi zorlukla enseme atıp elini yakaladığım da kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. “Ne kızı? Yok öyle bir şey!” Konuşmakta bile zorluk yaşarken bir anda ensemi hızla çekip tekrar doğrulmamı sağladığında bana sertçe sarıldı.
Sarıldı.
Ne yapmaya çalıştığını bilmeden şaşkınlıkla gözlerim aralanırken hala ensemi kavramaya devam ediyordu. “O kızın hayatını da mahvetmene izin vermem çocuk.” O an kafamda hissettiğim keskin acı ile birlikte gözlerimi sıkıca kapattım.
Kafamda kırdığı bira şişesinin parçaları yerlere saçılırken başıma giren ağrı şiddetlendi. Beni bıraktığında bedenim çoktan dizlerim üzerine düşmüş gözümün önü kararmaya başlamıştı.
Onun önünde tekrar dizlerim üzerine düştüğümü gördüğünde bana doğru eğildi fakat şoktan olsa gerek kulağım çınlamaya başlamıştı. Elimi kafama attığımda hissettiğim o sıvı, bira değildi, kendi kanımdı. Çok değildi belki. Kestiremedim o an fakat acısı ağlamamı sağlayacak kadar da çoktu.
“Senle eskiyi analım mı?” Gözlerini benden çekip biraz ileride olan camdan masaya çevirdi. Bedenim daha fazla dayanamamış olacak, camların üzerine doğru düştüğümde gözlerimden akan ilk yaş yere düşmüştü. Bakışlarım onu takip ederek cam masaya döndüğünde üstünde olan eşyaları görmem bile dişlerimi sıkmama neden oldu. “Seversin sen.” Hayır.
Yanımdan ayağa kalktığında gözlerim gittiği yere odaklandı. Masa da duran beyaz tozlar ve pipetler hareket etmek istememe sebep oldu.
“Sana iki gram yeter. Değil mi?” Sesinde alaylı bir yaklaşım varken dudaklarım aralandı. Bir şey söylemek istedim. Ne söylemek istedim onu bile bilmiyorum ama karşı çıkmak, buradan kaçıp gitmek ve bir daha onunla karşılaşmamak istedim. “Fazlası zarar sana. Gerçi senin fazlan da zarar.” Bir tarafa ayırmış olduğu beyaz tozu, kağıdın üstüne aldığında kafamı yerden kaldırmaya çalıştım. Fakat tekrar yere düştü.
“İçmem..” Zorlukla fısıldadığım da gözlerini bana kaldırıp güldü. “Ge..tirme.” Yapma. Yapma. Yapma.
“İçeceksin.”
O an, anneme olan inancımın bir kısmı yok oldu. Gerçek manada, acımın annemden kaynaklandığını düşündüm.
Hep sustum. Annemi dinledim ve kafamı önüme eğdim. Annemin uyarmaları, babama iyi davranmam ve sessiz kalmam konusundaki nasihatleri o anım da yok oldu.
Anne, bugünü unutma ve acıma şahit ol.
Dinle beni anne,
Bu defa ben yokum.
******
Tuğkan Demirsoy Anlatımıyla…
30 Ekim 2024
Sabaha karşı 05.30 civarı
4. Mektup ve Ona Eklediklerim
Süslü cümleler pek bilmem. Çok yazıp, çizmeyi de beceremem. Bilirsin sende, yazım bile eğri büğrüdür. Senin yazdığın, o inci gibi yazılar yanında, benim bu mektubumda yazılar birbirine giriyor. Fakat sana kendimi en yalın haliyle açabilecek bir an buldum.
Sadece merak ettiklerimin cevaplarını bulmam gerekiyor fakat sende yoksun. Allah ve kendimden başka kimsem yok. Mektuplarında bahsettiğin, babam olacak adam, o da artık yok. Kimse yok ve deliriyorum.
Sensizlikten ve hiçsizlikten.
Sabah olmak üzere ve uykum tam olarak bir kabus benim için. Uyuyamam. Bunu en iyi sen bilirsin.
Yaklaşık dört saat önce bana ölmeden iki gün önce yazdığın 4. Mektubu okudum ve dört saatin sonunda bu mektubu yazmaya güç buldum.
Bana bıraktığın, senden kalan tek şeyler bu mektuplar. Şu zamana kadar hiçbirini okumaya güç bulamadım fakat o yedi mektubun dördünü okudum.
Ben iki yıla sığdıramadım o mektupları, sen nasıl üç güne sığdırdın?
Nasıl güç buldun da o acılar içinde yattığın soğuk yatakta bile beni düşünüp yazdın bunca satırı? Hiç mi canın acımadı yazarken? Demedin mi ben mu mektupları yazarken canım acıyor, Tuğkan okurken ölüp ölüp dirilir diye?
Annem, ben öldüm. (Üstü çizili)
O mektuba yazdığın her bir satır canımı acıttı. Anne, canın acıdı mı yazarken? Hiç elin ağrıdı mı? Ben bu kadar satır yazarken elim ağrıyor, senin elin onca sayfa yazarken hiç mi ağrımadı kurbanın olayım.
Geri geldim. Kusura bakma, sürekli yarı bırakıyorum yazmayı. Ama ne yapayım, elim tutmuyor. Gözlerim masanın yanında ki mektuplara kayıyor sürekli. Kokluyorum bazen, üstüne kokusu sinmiştir belki diye. Sonra ağlamaya başlıyorum, mektuba bakıyor göz yaşlarım. Hıçkırıklarımla boğuluyorum, acımla ölüyorum.
Delirdim mi ben?
Herkesin dediği şeyler doğru mu? Harbiden ben tımarhanelik miyim? İlaçları içmiyorum diye mi oldu? Hastalar ilaç içer. Hasta değilim ben. Yemin ederim, hasta değilim.
İnan bana, senin mezarına gittiğim her gün ben daha iyi oluyorum. Ben bir yerlerden izlediğini biliyorum fakat seni görememek en kötüsü. Bazen görüyorum gerçi. Çok değil, yanıma uğruyorsun gözlerim kapandığında. O zaman bile ağlıyorum belki gelir, gözyaşlarımı silersin diye.
Bana bıraktığın bu mektupların hepsini ölene kadar saklayacağım. Biliyorsun. Senden kalan her şeyi saklayacağım yemin ederim.
Hepsi ayrı ayrı acıttı canımı. Okuyamadım bazılarını. Güç bulamadım içimde. Hepsinin yanında 4. Mektup ayrıydı benim için.
Her istediğin şeyi gerçek yapmak istedim. Hep güçlü durmak ve o adamdan seni kurtarmak istedim. Oysa beni yine hep sen kurtarırdın, hatırladın mı? Kolundaki yanık izi benim yüzümden olmuştu. Benim yüzümden ağlamıştın geceleri. Benim yüzümdendi hepsi.
Ben daha kendimi kurtaramadım onun ellerinden, seni o ellerle mezara koydum ben anne.
Artık dayanamıyorum.
Onun sana yaptıkları, her gece aklımda anne. Biliyor musun, hala ona karşı koyamıyorum. Sen, kendimi ondan korumam için kick boksa yazdırdın. Kendimi herkesten korudum fakat ondan koruyamadım.
Acizim.
Özür dilerim anne, senin oğlun bir aciz.
Bazen, sadece çok nadir onu öldürmek istiyorum. Canını acıttığı gibi onun da canını acıtmak istiyorum fakat korkuyorum.
Allah'tan korkuyorum anne. Yemin ederim o kadar günahın yanında cehenneme gitmek istemiyorum fakat bazen şeytanlar giriyor içime. Kanıma karışıyor sanki. Sana ettiğim yemini unutuyorum bazen.
Anne neden gittin?
Güçlü değilim ben. Yemin ederim değilim. O adamdan hala korkuyorum ve ihanet ağır geliyor. Ben korkuyorum.
Aciz bir korkak.
Aciz bir korkak.
Aciz bir korkak.
Seni istiyorum fakat ölmekten bile korkuyorum. Yaşamak istiyorum anne. Ölmek istemiyorum fakat seni de özlüyorum. Ölmediğim her an senden özür diliyorum, seni orada yalnız bıraktığım için.
İntihar edemem anne. Allah'tan da korkarım.
Babamdan da.
Fakat gün gelir, kanlar de elimde olursa işte o gün babamın kanı ellerimde olur. Bana hep sessiz olmamı söylerdin. Susmamı ve kenarda oturmamı yoksa babam gelir ve beni de döverdi. Gerçi sussam bile döverdi o.
Artık yoruldum anne.
Babamı seviyordun her şeye rağmen. Dövüyordu seni, yine sevdin onu. Acıttı canını, bir şey olmaz dedin. Kırdı kemiklerini, kafası yerinde değildi dedin.
Anne niye yaptın niye?
Niye anne?
Söyle bana, niye yaptın?
Şimdi anne, izle beni. Bu defa susmak yok. Göz yummak yok. Sessizlik yok. Acı yok. Sevgi yok. Ağlamak yok.
Dinle beni anne.
Bu defa ben yokum.
Oğlun Tuğkan.
******
Sabaha karşı 4.30 civarı.
Parla Yıldızlı'nın anlatımı…
Gözlerim, yüzüme vuran sert ve kuvvetli ışıkla daha sıkı kapandı. Sırtımı ışığa doğru dönüp uyumaya devam etmek istemiştim fakat bu isteğim yerine getirilmeyecek gibiydi. Işık bir süre sonra kapandı, gözlerimi sıkmayı bıraktım.
Tam, gerçekten rahat bir uykuya devam edecektim ki, sırtımdan sarsılmam ile gözlerim kapalı kaşlarımı çattım. “Ateş git.” Uykulu sesle söylendiğimde yastığa biraz daha sokuldum.
“Parla,” Kulaklarıma dolan ses tanıdıktı. Akın'a ait gibiydi. “Parla.” Diye tekrar seslendi.
Gecenin bu saatinde ne olduğunu bilmiyordum fakat bilmemem daha iyi gibiydi. Kaşlarım çatık mırıldandım. “Hıı?” Uyku beni tekrar ele geçirmek üzereyken Akın'ın daha sert sallaması ile gözlerim aniden aralandı.
“Parla kalk, Tuğkan aşağıda.” Akın'a ait ses, kulaklarımda yankılansa dahi zihnim onu algılayamamış gibiydi. Dirseklerim üzerinde yükselip ona döndüğümde bir gözüm kapalıydı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
“Ney?” Onun gibi fısıldadığım sırada Akın'ın da pijamalar içinde olduğunu gördüm. Yeni mi uyanmıştı o da? “Kim?”
Akın, bu halimi görmekten sıkılmış bir şekilde üstümdeki yorganı çekti. “Tuğkan diyorum. Üstüne bir şeyler giy de aşağı inelim. Seni bekliyor.” Sessizliğim devam etti. Kaşlarımı çatmaktan geri durmadım.
Tuğkan aşağıda beni mi bekliyordu?
Bir anda anladığım şeyle gözlerim irice aralandı. Ona mı bir şey oldu? “Tuğkan'a bir şey mi oldu? Saat kaç?” Gözlerim hızla etrafta dolanırken o ise elindeki telefonun ışığını açıp yüzüme tuttuğunda gözlerimi tekrar sıkıca kapattım. “Çek şunu gözümden!”
“Şşşşt! Sessiz olsana lan.” Dişleri arasında solurken bana sert bir bakış atıp kapıya dönerek korku dolu bakışlar attı. Birini uyandırıp uyandırmadığımı merak ediyordu. “Kalk üstüne mont al.” Benden uzaklaşırken yatağın üstünden bir mont aldığını gördüm. Telefonun ışığını kapatıp hızla montu kollarından geçirdiğinde bende ayağa kalkıp etrafa bakındım.
Ne olup bittiği hakkında gram fikrim yoktu ve bu en kötü kısım olabilirdi. “Akın,” Diye ona geri seslendiğim de kafasını bana çevirdi. Dışarıdan gelen ayın ışığı yüzüne vuruyordu. “Tuğkan'a bir şey mi oldu?” O an gerçek bir korkunun bedenime girdiğini hissettim. Tuğkan'a bir şey olmuş düşüncesi kalbimi acıtıyordu.
Akın da ne olup bittiğini anlamıyor gibiydi. Telaşlı ve endişeli bir ifade vardı yüzünde. Tam olarak anlamdıdamadım fakat o da bilmiyor gibiydi olanları. Saat kaçtı? Üç? Beş?
“Bilmiyorum.” Deyiverdi sessizce. Gözleri bir yere odaklanıp daha sonra kaşlarını çattı. Aklında ne düşünüyorsa iyi bir şey değildi, belliydi. “Üstüne montunu giy. Amcamları uyandırmadan gidelim.” Kafasını telefona çevirdiğinde gözlerim hızla etrafta dolandı.
Telefonum, yatağımın yanında ki engin komodinin üzerinde, şarjdaydı. Hemen şarjdan çıkarıp saate baktığımda saatin sabah dört buçuk oluyor olması kaşlarımı endişe ve şaşkınla kaldırmama neden oldu.
Sabahın bu saati ve Tuğkan buraya gelmişti. Üstelik Akın bile bu kadar endişe içindeyken neler olmuş olabileceğini kestirmeye çalıştım. Kavga mı etmişti yine? Yine babası evden mi atmıştı? Başına bir iş mi geldi?
Beynimi yiyip bitiren kelimeler, sorular her geçen saniye daha da kötüsüne sebep oluyordu. Kalbimde hissettiğim ağrı bile buna sebepken zorla yutkundum. Uykum artık, tam anlamıyla kaçmıştı.
Gözlerimi telefondan çekip gözümün önüne gelen saç tutamlarını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Endişe, içimde bir tür adrenalin salgılamış gibi hızla hareket ederek kapıya ilerledim. Kapının arkasında asılı olan montu alıp giyerken sessiz olmaya ayrı bir özen gösterirken, hızlı olmaya da ayrı özen gösteriyordum.
Kalbim, resmen ağzımda atıyor gibiydi. Bu olayı gecenin bu saatinde yaşıyor olmak bile korkumu tetiklerken Akın'a baktım.
Gözleri bana döndüğünde telefonu cebine atıp kapıyı yavaşça aralayıp dışarı çıktı. Peşinden giderken kapıyı arkamdan yavaşça kapatırken bile ses çıkartmamak adına nefes bile almadığımı fark ettim.
Şu an kafam o kadar farklı çalışıyordu ki sadece Akın beni hareket ettiriyor gibiydi.
Tekrar Akın'a döndüğüm de elindeki anahtar ile yavaşça dış kapıyı açarken çıkan ses ile yüzümü buruşturup annemlerin yatak odasına döndürdüm kafamı. Babamın uykusu derindi fakat annemin pek öyle olduğu söylenemezdi.
Bir hareketlilik olmayınca Akın kapıyı geçmem için biraz daha açtığında hemen dışarı çıkıp, ayakkabılıktan ayakkabılarımı giymeye başladığım da Akın da peşimden çıkmış, anahtar ile yavaşça kapıyı geri kapatmıştı.
O da ayakkabılarını hızla giyerken adımlarımı merdivenlere çevirip hızla inmeye başladığımda Akın da çok gelmeden peşimden aşağı inmeye başlamış ve bana yetişmişti.
Aşağı inene kadar aklımdan geçen bin bir türlü senaryonun hepsi, aşağı indiğimde göreceğim manzara ile kesişiyor gibiydi. Tuğkan ne haldeydi, neden buraya gelmişti bilmiyordum fakat içimden geçen bir ses, bu kez kötü bir anı tarif ediyor gibiydi.
Nefes nefese indiğim merdivenler de hemen dış kapıya ilerlerken böbreklerime giren ağrı ile kaşlarımı endişeyle çattım.
Gözlerim camdan duvar olan girişe kayarken yağmurun çiselediğini görebiliyordum. “Bu yağmurda…” Kendi kendime konuşurken dahi ilerlemeyi kesmemiştim.
Dış kapıya geldiğimde hemen kapıyı aralayıp gözlerim dışarı kaydı. Etrafı incelemek istesem de bakışlarım hemen onu bulmuştu.
Tuğkan, onu daha önce gördüğüm kaldırım da, sokak lambasına yaslanmış bir şekilde beklerken üstünde bir ceket vardı.
Beni gördüğünde, yaslanmış olduğu sokak lambasından kafasını ayırmıştı fakat bedeni hala sokak lambasının direğine yaslıydı.
Kapıyı bırakıp birkaç adım attığım da birkaç basamaktan da hızla inip, kapüşonumu kafama geçirerek Tuğkan'ın yanına doğru hızla ilerledim.
Eğer annem veya babam uyanıp, camdan dışarı bakarsa karşılaşacakları manzara tam olarak Tuğkan ve bendim.
“Tuğkan…” Nefes nefese yanına vardığım da yüzünde bir tebessüm vardı. Üzerinde ki gri ceket tamamen ıslanmış, vücuduna yapışmıştı. O da kapüşonunu kafasına geçirmiş fakat alnına kadar düşen saçları suyla karışarak alnına yapışmıştı. Sokak lambası tam bizi aydınlattığından yüzünde nelerin olduğunu görebiliyordum.
Gözleri kızarmış -gerektiğinden fazla kızarmış-, dudağının kenarında kan lekesi vardı ve bakışlarında gerçekten iyi olmadığı açıktı. Vücudu bile ayakta zor duruyor gibiydi. “Ne oldu sana?” Diye korkuyla ellerimi kollarına koydum. Gözlerim bütün vücudu üzerinde gezinirken korkuma engel olamadım.
Yine aynısını yapmıştı.
Yine kendine zarar vermişti ve yine yara almıştı.
Gözlerim, gözlerine değdiğinde bakışları bir süre bende gezindi fakat yüzüne düşen yağmur damlaları onu incelememi engelliyor gibiydi. Kaşlarını endişeyle çatmış gibiydi fakat tam olarak yüzündeki ifadeyi anlamdıramadım.
“Konuşsana!” Kolunu sarstığımda kaşlarını çatarak gözünü sıkıca kapattı. Canı mı acıdı? Ellerimi ondan yavaşça ayrırken bakışlarım tekrar vücuduna döndü. O iyi değildi fakat ona rağmen ayakta dik bir şekilde durabiliyordu. “Ne yaptın kendine?” Diye fısıldadım. Korkum artık daha da artmış gibiydi.
Gözlerimi geri gözlerine çevirdiğim esna da bakışları yüzümde gezinirken dudakları aralandı. “Özür dilerim.” Sözcükler dudaklarından dökülürken farklı bir anlam var gibiydi.
Sesine yansıyan duygu, sesinin kırılmasına neden olmuştu. Boğazı ağrıyor gibi yutkundu.
“Ne?” Şaşkınlığım artık bedenimi uyuşturuyor gibiydi. Bir rüya olmasını istedim bunların. Gerçek bir rüya. “Ne özrü?”
Tuğkan kafasını önüne eğerken sessiz kaldı. “Uyandırdım seni, özür dilerim.”
Sözleri daha da şaşırmama neden olurken burada nelerin geçtiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. “Neden? Ne oldu sana Tuğkan? Kim yaptı?” Babası mı? Hasan mı?
O an, kafası önüne eğikken kafasını kaldırıp tebessüm etti. “Bıkmadın mı benim bu halimden? Sürekli yanına gelmemden?”
Bıkmak mı?
Sana aşık oldum diyorum be adam. İnsan aşık olduğu insandan bıkar mı?
“Ne bıkması?” Buz tutmuş elimi uzatıp onun buz gibi tenine dokundum. Yanağından süzülen yağmur damlaları elime akarken kafasını bana kaldırdı. “Aşık oldum dedim ya. Ne bıkması?” Bundan saatler önce söyledim bu sözleri. Nasıl unuttu da, ondan bıktığımı düşündü?
Gözleri bir süre gözlerim arasında git gel oluşturdu. En sonunda ondan beklemeyeceğim bir şekilde konuştu. “Sevgilim ol.”
Sözleri öyle hızlı dudaklarından döküldü ki o da benim gibi kendisine şaşırmış gibiydi. Fakat hala üzerinde kendinden emin bir duruş sergiliyordu.
Ben ise sözlerinin şoku ile ona şaşkınlıkla bakmaya devam ediyor, şu anki durumumuzu analiz etmeye kalksam dahi kalbim düşünmemi bile yok etmişti sanki.
Yüzüme yansıyan şaşkın bakışı görebiliyordu ve benden bir söz beklediği belliydi fakat karnımın altında kasılıp gevşeyen bir şeyler midemi bulandırıyordu. Heyecandan mı?
Dudaklarım aralanırken elleri bir anda dudaklarım üzerine kapandı. “‘Hayır’ dersen gideceğim ve yemin ederim bir daha beni görmeyeceksin. Eğer ‘Evet’ dersen,” Kızarmış gözleri bir süre gözlerimde öylece kalıp dudaklarım üzerine kapattığı eline döndü. Bir şey söylemek için bekledi fakat daha sonra bundan vazgeçmiş gibi elini dudaklarımdan çekerken bir süre öylece kaldı. Vereceğim cevabı beklediğinde titrek bir nefes verdim.
“Bir daha kendine zarar vermeyeceksin.” Ona tehditkar bir şekilde söylediğimde gözleri hala gözlerimdeydi. “Kavgaya karışmak da yok. Lisansını da geri alacaksın. Duy…” Sözlerim yarı da kesilirken dudaklarım üzerinde hissettiğim soğuk yumuşaklık ile kalbim sanki bütün vücudumu terk etmiş gibiydi. Garip bir his bedenimde yükselirken o soğuk hava bir anda sıcak bir atmosfere dönüşmüş gibiydi.
Tuğkan'ın soğuk dudaklarını dudaklarım üzerinde hissettiğim de ise her şey bir anlık donmuştu.
Tuğkan beni öpmüştü.
Her şey, zihnimin bir oyunu gibi geldi bir an. Hayal mi kuruyordum yoksa kafam yerinde değil miydi? Bence ikisi de değildi çünkü bu hissettiğim şeyler tam anlamıyla gerçekti.
Tuğkan'ın sıcak nefesini bile soğuk tenimde hissederken dudaklarını benden bir anlık çekip konuştu. “Nefes almayı hep unutuyorsun Sarı.”
Bu defa ben kendime engel olamamış, dudaklarım Tuğkan'ın dudakları üzerinde buluşmuştu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |