10. Bölüm

10. Bölüm

Aren
deusnaz

Ballarım ben geldimmm :')

 

Nasıl, özlediniz mi evimizi??

 

Bu aralar oldukça enerjiğim nedensiz çok konuşursam bölğme geçmeden önce, konuşmayı atlayabilirsiniz sşfnsşfnsş

 

Bu hafta başıma neler geldi sormayın...

 

Ay o değil de, Tiktok üzerinden Girye editleri gördüm ve gerçekten hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim ballarımm, elinize sağlık hepsi çok güzel olmuşşşş 🤗🥺💗💗🙈🙈

 

Fakat editleri göremiyorum. Keşfette karşıma çıkarsa anca bakabiliyorum onun için edit yaptığınızda beni etiketlerseniz çok sevinirim. Sonra tekrar paylaşım yapamıyorum, ballarım da gördüm ama etkileşim vermedim sanıyorlar çok üzülüyorum. Beni etiketlemeyi unutmayın onun için (Tiktok; krizantemqw)

 

76 bin olmuşuz şimdiden hepinize teşekkür ederimm 🤗🎀

 

Tamam çok konuştuk yine... Bölüme başlamadan önce oy vermeyi ve paragraf aralarına lütfen yorum atmayı unutmayın ballarımm

 

KEYİFLİ OKUMALARRRRR

 

 

 

 

 

******

 

"Benim çarem de sensin, çaresizliğim de Parla."

 

Tuğkan'ın sesinde ki yumuşaklık ve samimiyeti fark ettiğim de yutkunmak zorunda kaldım.

 

Göğsümde, tam olarak bilemediğim, bana oldukça yabancı olan bir his, bedenimi ele geçirmiş gibiydi. Ondan buna benzer çok söz duymuştum fakat şu anın ve bulunduğumuz durumun tarifini yapamazdım.

 

Gözleri bir süre yüzümde gezindiğinde bakışlarında ki hayranlık dolu ifade bir anlık gitti. Gözleri, beni her gördüğünde olduğu gibi parlak değildi o bir kaç saniye de. "Buraya benim için geldin..." Bu gerçeği kendine söylüyormuş gibi tebessüm etti.

 

Onun için geldiğim gerçeğini kendine hatırlatmak istedi. "Niye bu kadar şaşırdın?" Diye fısıltıyla sordum. Dudaklarımdan yükselen buhar ile Tuğkan tekrar gülümsedi. Parmakları yanağım üzerinde dolaştığında parmaklarında ki pürüzleri fark edebilmiştim.

 

Kafasını sağ omzuna doğru eğerken gözleri hala gözlerimdeydi. "Şaşırmadım. Kendime ayakta durabilmek için bir sebep veriyorum sadece." Sözleriyle dudaklarından titrek bir nefes verdi. Ne söylediğini o an anlamadım fakat söz ettiği anlamın ağırlığını göğsümde hissettim.

 

"Tuğkan," Diye zorlukla konuştum en sonunda. "üşüyorsun. Hastasın zaten." Gözlerim, yüzünde ki yeni oluşmuş olan yaralara döndü. "Ateşin mi var?" Elim alınına uzandığında gözlerini tekrar kapattı.

 

Alnına değdirdiğim elime değen sıcaklık ile kaşlarımı çattım bilinçsizce. "Ateşlisin..." Bu daha kötüydü. "Tuğkan, sen ateşlisin. Sana dedim, hasta olursun diye!" Ona sert çıkışım ile hala gözleri kapalı ve rahat bir şekilde, hiç istifini bozmadan duruyordu.

 

"Ateş bende, ateşi söndürecek doktor bende." Sözleri kısmen alay doluydu. Gözlerini geri açtığında bana bir süre gülümsedi. "Hadi," Dedi o an. Neyi kast etti anlamadın fakat biraz daha yakınıma yaklaştı. "iyileştir beni Parla."

 

Sesinde ki eminlik ve sakinlik midemin kasılmasına neden oldu. "Ayak üstü iyileşemezsin." Gözlerim bedenini incelediğinde bacaklarının titrediğini gördüm. O an kaşlarım çatıldı çünkü bu hasta olduğunda vücut titremesine benzemiyordu. Kafamı geri kaldırıp Tuğkan'a soran gözlerle baktığım da gülümsedi.

 

İçten değildi.

 

Yalancı bir gülümsemeydi.

 

"Bacakların," Dedim bu defa. "titriyorlar." Gözlerim tekrar bacaklarına döndüğü sırada bir kaç adım geriledi. Fakat dopru düzgün andım atamamış olacak, bacağı tökezledi. "Tuğkan!" Ona uzanıp kolundan tuttuğum da şaşkınlığımı gizleyemedim. Nasıl fark etmemiştim. Nasıl Tuğkan bu haldeydi? "Ne oldu sana?"

 

Kafamı kaldırmadan evvel boynumda bir sıcaklık hissettim. Tuğkan'dı.

 

O an, onun yaptığı şeyi anlamdım.

 

Neden bacakları titriyordu bilemedim fakat Tuğkan'ı ağlatacak kadar derin bir şeyin olduğunu sezmiştim.

 

"Lütfen..." Döküldü dudaklarından. Hiçbir şeyi anlamadığımdan şaşkınlıkla baktım ona. Kafası, boynum ve omzum arasında ki girintiye yasladığında kalbimin deli gibi attığını hissettim. "Parla, lüfen." Dedi tekrar.

 

Sesi titredi.

 

Anlam veremesem de bir kolum beline sarıldı, diğer elimle hala kolunu tutuyordu. Yine mi ona sarılmamı istedi?

 

Nefeslerimi dizginlemeye çalışırken sakin nefesler almaya özen gösterdim. "Ne oldu sana Tuğkan?" Kulağına fısıldadığım da tenimde bir ısaklık hissettim. Tuğkan'ın gözyaşı.

 

"Sev beni." Sorumun cevabı bu olamazdı. Fakat o an dudaklarından sadece iki kelime döküldü. "Lütfen," Dedi tekrar. Neler oluyordu anlamıyordum fakat göğsümde hissettiğim o yakıcı acı daha da çoğaldı. "Ben seni seviyorum, sende beni sev."

 

Tuğkan sevgiye aç biriydi. Kimse -annesi dışında kimse- onu sevmemiş gibi konuştu o an.

 

1- Unutma Parla. Tuğkan onu sevmen için yalvardı sana.

 

Kalbimin darlığı yutkunmama engel oluyor gibiydi. Gözlerimin yandığını hissettim fakat sakin kalmaya özen gösterdim. "Severim." Dedim sonunda. Derin bir nefes verdim havaya fakat göğsümde ki acı daha da alevlenmiş gibiydi. "Senin gibi, bende severim seni." Sesimde ki ikna edici ifadeyi fark etti mi bilmiyordum fakat olduğu yerde kalmaya devam etti. "Sadece söyle bana Tuğkan. Seni kim bu hale getirdi?" Merakımı artık gizlemek istemiyordum.

 

Sessiz kaldı. Bir şey söylemedi. Sadece kafasını omzumda bırakmaya devam etti. "Hasan mı?" O şerefsizden beklerdim. "O mu yaptı?" Sorum ile kafasını omzumdan kaldırıp burnunu çekti.

 

"Sikerler onu." Dedi gülmeye başlamışken. Az önce ağlayan o, şimdi karşımda hiçbir şey olmamış gibi gülüyordu. "Kimse yapmadı bir şey." Diye söylendiğinde gözlerini benden ayrıp etrafta gezdirdi. "Sinirimi attım."

 

Sözleri beni şaşkınlığa boğarken kaşlarını kaldırdım. "Ne?" O kendimi mi dövmüştü? "Aklını mı kaçırdın sen?" Aklımdan geçen senaryoların gerçek olmamasını istedim. "Kendini mi dövdün?" Sözlerim ile bir anda kahkahalara boğulmuştu. "Tuğkan, gülme. Dövdürdün mü yoksa birine kendini? Salak mısın neden kendine zarar veriyorsun?"

 

Sözlerimle birlikte kendisi derin bir nefes alarak gülmeyi bırakmıştı. Yanıma gelip biraz bana eğilerek yüzüme baktı. "Kendimi dövmem Sarı. O kadar delirmedim." Gözlerime bir süre baktıktan sonra tekrar gülümesedi. "Sende beni çok önemser oldun." Sözleriyle dufaklarından bir nefes verdi. Nefes buhara dönüşürken gözlerime odaklandı.

 

Aklında, ona karşı oldukça fazla düşünce dolanıyordu. Kendisini birine dövdürmediyse veya kendine zarar vermediyse bunu yapanın kim olduğunu merak ediyordum. "Umursamamamı mı istersin?" Ellerimi montumun cebine tekrar yerleştirdiğim de kaşlarını havaya kaldırdı.

 

"Öyle bir şey söz konusu bile olamaz." Dedi derin nefesini havaya verirken, yerinde doğruldu. "Ben ve beni umursamamanı istemek... Komik değil." Sesinde ki pürüzlü tını ile yutkundum.

 

Az önce ki davranışları ile şu an ki davranışları arasında ki fark gözle görülür derecede büyüktü. Kendisi, az önce ayakta bile duramazken şimdi karşımda benimle her zaman konuştuğu gevşek modda konuşuyordu. "Tuğkan, iyi olduğuna emin misin?" Sorgulayıcı bakışlarım ile donuk gözleri bana döndü.

 

Bir süre yüzüme bakıp kafasını salladı. "İyiyim Sarı." Gözlerini benden çekmeden elini cebine atıp telefonunu çıkarttı. "Bu kadar önemsiyorsan numaramı verebilirim." Diye çapkın bir gülüş gönderdi. "O zaman iyi olup olmadığımı öğrenebilirsin." Sesinde ki ikna edici ifade ile gözlerimi kıstım.

 

"Çok çıkarcı bir insansın."

 

"Herkes öyle der." Omuzlarını kaldırıp indirdi yavaşça. Telefonunu bana uzatırken her zaman ki ifadesini yüzünde tuttu. "Ama benim yollarım hep sana çıkar Sarı." Sesinde ki ima ve keyifli tını, midemin kasılmasına neden oldu.

 

Uzattığı telefonu alıp numaramı yazmadan önce, "Tuğkan," Diye fısıldadım. Yüreğimin daralmasına neden olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. "benim için kavga etmene gerek yok." Sesim, beklediğimden daha iyi çıkmıştı. "Her geçen gün yaralarının artmasına sebep olduğum için özür dilerim." Özellikle lisansının yanmasına.

 

Bakışları öylece yüzümde kaldığında kaşlarını çatmasa bile bu sözlerim, onda bir yere dokunmuş gibiydi. İfadesi değişmedi fakat o uzun sesslizlik her şeyi açıkladı. Bana kızmış gibiydi. Sessizdi fakat kızdı. Hissettim.

 

Anla şunu Parla Yıldızlı; Tuğkan için sevgi, yara demek.

 

"Bu mu?" Dedi düz bir tonda. Ne bir histen ne de bir ifadeden uzaktı. "Özür dilemenin nedeni?" Sorusu, dudaklarımı birbirine bastırmama neden oldu. O an benden beklemediği bir şey yapmışım gibi kaşlarını çattı. Alnının ortasında bir çukur göründü. İfadesinde hayal kırıklılığı yatıyordu. "Anlamıyorsun." Dedi en sonunda. Kaşları çatıkken kafasını iki yana salladı. "Sende anlamıyorsun Parla." Neyi Tuğkan?

 

"Neyi?" Ellerini ceplerinden çıkarttı fakat haraket etmedi. Ya da etmek istemedi.

 

Gözlerini kıstığında yumruk yaptığı elleri çözüldü. "Boş ver." Diye fısıldadı. "Numarını yazacak mısın?" Gözlerini benden ayırıp elimde ki telefonuna döndürdü.

 

"Tuğkan, yanlış bir şey mi söyledim?" Ona karşı birkaç adım attığım da sessiz kaldı. "Neyi anlamadığımı bilmiyorum. Sadece canın acımasın istiyorum."

 

"Bana seni sevmememi söylüyorsun." Gözlerini bir anlık kapatıp geri açtı. Gözleri bende durduğunda kafasını biraz eğip yüzünü benimkiyle aynı hizaya getirdi. Bir süre gözlerime baktı. "Benden her şeyi iste ama bunu isteme Parla." Nefesi yüzüme değerken yutkunmak zorunda kaldım. Eli gözlerim üzerine örtülürken diğer eliyle, elimde ki telefonunu aldı. Ne yaptığı konusunda hiçbir fikrim yoktu fakat sessiz kaldım. "Ben yarayı severim."

 

"Tuğkan..." Neden böyle davrandığını öğrenmek istedim.

 

"Sen yarasın Parla."

 

******

 

1 Hafta Sonra...

 

"Kadir ver dedim!" Gizem'in yüksek sesi sınıfın içinde yankılanırken yanımda oturan Merve anlık bir sıçramaya mağruz kaldı. "Ver o kağıdı!"

 

Kadir ve Gizem sınıfın etrafına koşturup duruyor, Gizem Kadir'de olan kağıdı almaya çalışıyordu. "Niye, özel bir şey mi var?" Diye şüphe ile konuştu Kadir. Elinde bulunan kağıt parçasına baktı. Dörde katlanmış kağıdın bir katını açtı.

 

"Evet özel bir şey var! Kim dedi sana al onu diye? Sinir etme beni, ver şunu." Ağzıma attığım bir Hanımeller kurabiye ile ikisini izlemeye devam ettim. Merve ve Fadime ise makyajlarına devam ediyorlardı.

 

"Senin bilmediğimiz ne özelin varmış?" Gizem'e sırıtarak bir bakış attığında Gizem'in çıldırmasına ramak kalmış gibi görünüyordu. "Hadi, söyle bana, bana aşık ilanı yazdın değil mi?" Sözleriyle birlikte sınıfta olan birkaç kişi dönüp onlara baktı. "Ya da arabulucusun? Dil sınıfında olan Yaren'den mi getirdin kağıdı?" Kadir'in kendini beğenmiş tavrı ile bir kurabiyeyi yerken boğazıma durdu.

 

"Yaren? O kim be?" Dedi Gizem siniri çıkmışken. "Kadir, uğraştırma beni, getir şu kağıdı bana!" Gizem tekrar haraketlendiğinde Kadir ise olduğu yerden sakin adımlarla kapıya doğru ilerledi. "Getir onu Kadir dedim!"

 

Kadir ise sınıftan çıkarken Gizem'e çapkın bir bakış attı. "İki sene boyunca aktif forvetlik yaptım."

 

"Bu bilgiden bana ne? Kağıdı ver." Gizem onun üstüne doğru giderken Kadir ise kapı pervazına yaslandı.

 

Keyfi yerinde gibi derin bir nefes verdi. "Üzgünüm güzelim, nefesin kesilirse sorumlusu ben değilim." Yerinde doğrulduğu sırada Gizem olduğu yerde kaldı. Kadir, kendi bakışmaları arasında Gizem'e göz kırptığında Gizem olduğu yerden haraketlendi.

 

"Kadir hayır. Ver şunu." Kadir, Gizem sanki hiç konuşmuyormuş gibi kağıdı açtığında Gizem ona bir hamlede bulundu fakat Kadir birkaç adım gerileyip koridora çıkmıştı ve tam da ona yakışan bir salaklık yaparak kağıtta yazanları sesli bir şekilde okumaya başlamıştı.

 

"Kavgadan sonra iyi görmedim o..." Gizem bir anda sınıftan çıkıp onun üstüne atıldığını ve sonrasında bir kargaşa seslerinin yükseldiğini duydum.

 

Sesler daha çok Gizem'e aitti. Kadir'in üstüne çıkmış olduğundan artık emindim. "Allah'ın belası! Nemrudun oğlu! Kuduz köpek seni! Ver o kağıdı! Hayvan herif!" Sesler yavaş yavaş uzaklaşırken keyifle gülümsediğimi yeni fark ettim.

 

"Bunlar da işi baya götürmüşler." Fadime aynadan çektiği gözlerini bize döndürdüğünde güldü. "Kadir az yavşak değil he." Diye sırıttı.

 

Merve yerinde doğrulup bir kurabiyeyi ağzına atarken bana döndü. "Bunlar ne iş?" Dedi gözlerini kısarken. "Kadgiz aşkı mı doğuyor ne?" Bana gözlerşni kırpıştırarak baktığında yüzümü buruşturdum.

 

"Saçmalama Merve ya. Her zaman ki Kadir'in salaklıkları işte." Fadime aynanın kapağını kapatıp bizim masaya bıraktığında, sürdüğü dudak kalemi ve gloss ile dudaklarını birbirine bastırıp ayapa kalktı. Kafasıyla kapıyı işaret etti. "Nereye?"

 

Canı sıkılmış gibi ofladı. "Otur otur götün düzleşti Parla. Kalk bir gezelim." Merve bu fikre hemen katılmış olmalıydı ki hemen ayaklandı. "Kantine geçeriz."

 

Üstümde ki monta daha da sarıldım. "Dışarı soğuk ya. İnmem ben. Götünüz donar. Oturun oturduğunuz yerde." Son kalan kurabiyeyi de ağzıma atarken kolumdan çekiştirilmeye çoktan başlamıştım bile. "Siz gidin yaa! Merveee bırak kolumu!" Yere düşmekten son anda kurtulmuşken Merve beni umursamdan çekiştirmeye devam etti.

 

"Geleceksin!" Dedi Merve. Hırsla soluyordu sanki. "Kantine inip çikolatalı süt alacağım sana." Sözleriyle çatık kaşlarım hemen havalandı.

 

"Başına taş mı düştü?" Beni kapıdan çıkartırken Fadime de diğer koluma girmişti. "Sen ve bana çikolatalı süt ısmarlamak? Güzel fikir, sevdim fakat garip de geldi şimdi." Şüpheliydi canım. Çok şüpheli.

 

Merdivenlere geldiğimiz de bana yandan bir bakış attı. "Nankörlük yapma Parla. O kadar süt aldım sana." Sesinde ki yalancı kırgınlık ile sahte bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.

 

"Tabi canım. Hepsini Samet'i görmek için beni zorla aşağı indirmeye çalıştığın zaman almıştın." Samet'in adı geçtiği an gözleri bir anda beni bulup iyice araladı.

 

"O şerefsizin adını ağzına alma." Merdivenlerden inmeye devam ederken Fadime kahkaha attı. "Gülme Fadik. Travma yaşattı bana piç..." Aklına eski anları gelmiş gibi iç çekti. Merdivenlerden inmeyi sürdürürken, "Neyse ya! Ben yeni crushımı buldum." Diyerek sırıttı.

 

Ona şaşkınlıkla bakarken, "Pardon? Benim bundan niye haberim yok? Kimi buldun yine?" Diye bıkmış bir nefes vererek kantine doğru ilerledim.

 

Soruma karşılık olarak olduğu yerde heyecanla zıpladı. "Kanka çocuk taş gibi taşş! Hem uzun boylu hem yakışıklı. Maşallah.." Diye iç çekti tekrar.

 

"Çocuk kim onu söyle." Diye ona ters bir bakış attığım da gülümsedi. "Yine gidip kendinden küçük birini bulduysan var ya..." Koluma geridiği elimi kaldırıp ona ters bir bakış attım. "Elimin tersiyle geçiririm sana Merve." Fakat sanki aklımdan geçen bir şeymiş gibi gözlerini kırpıştırdı. "Allah belanı vermeye Merve."

 

Kantine vardığımız sırada etrafta dağ gibi birikmiş olan öğrenciler ile kendimi biraz geriye çektim. "Kanka niye öyle dedin ki şimdi... Ama Parla bak bu öyle değil." Topluluğun etrafından dolaşırken kapı tarafına yakın bir yere geçtik. Fadime, ne alacağını kararlaştırmaya çalışırken Merve ise diğer eliyle cebinden para çıkartmaya çalışıyordu. "Parla, valla bak bu çocuk çok farklı."

 

Sözlerine derin bir nefes verirken göz devirdim. Canım arkadaşım Merve bütün sevdiği çocuklar hakkında bu tarz kelimeler kullanır fakat sonrasında yine üzülen kendisi olurdu. İstisnasız bir durum şu anlık söz konusu değildi. "Bunu kaç kez söyledin Merve?" Gözlerim etrafta gezindiğinde kantinde bulunan Akın ve yanında onunla gülerek konuşan Lala'yı gördüm.

 

O tarafa doğru ilerlerken peşimden sürüklediğim Merve savunmasız bir şekilde takip etti beni. "Kanka sıçtın hevesime ya." Moreli bozulmuş gibi kafasını önüne düşürdü sonrasında ise bir anda kolumdan çıktı. "Almıyorum sana çikolatalı süt falan!" Sesinde ki tribi fark ettiğim de gözlerim onu buldu. "Almıyorum." Omuz silkip kollarını göğsünde birleştirdi. "Bana ne."

 

"Kanka sende gidip hep kendinden küçüklere bakıyorsun." Koluna zorla girip Akınlar'ın olduğu tarafa süreklediğim de oflayıp puflamaktan zor bela geldi. "Okulda onca çocuk var. Seç beğen al."

 

"Yok." Diye ısarar ettiğinde Akın ile göz göze geldik. Yüzünde ki gülümseme biraz daha arttı. "Ben onu istiyorum." Küçük çocuk gibi tavırlarına göz devirmemek için zor tuttum kendimi.

 

"Tamam Merve. Hallederiz, sus." Sözlerinle birlikte sessizleştiğinde yanına vardığımız Akın bana sargulayıcı bir baktış attı. "Ne yapıyorsunuz?" Akın elinde ki yarısı duran çubuk kraker paketini bana uzattığında hemen elinden aldım.

 

"Tuğkan sırada." Diye çenesiyle Tuğkan'ı işaret etti. Gözlerim kantinde ki sıraya döndüğünde uzun boylu olan Tuğkan'ı gördüm. Sıranın en başında, kantinci İlami abiye istediklerini söylüyordu. "Siz? Sen aşağı iner miydin?" Gözlerim tekrar onu bulduğunda ettiği alay karşısında yapmacık bir şekilde güldüm.

 

"Ha ha ha çok komik. Geri zekalı." Ona ters bir bakış attığım da Lala gülerek Akın'a baktı. "Lala, Allah için şununla aynı ortam da bulunma. Lütfen." Akın'a aşağlayıcı bir bakış atarken Merve ise bizi izliyor. Olayları analiz ediyor gibiydi. "Vasıfsız bir salak kendisi."

 

Sözlerim onu güldürdüğünde Akın yanağıma uzanıp bir makas aldı fakat hemen elini itekledim. "Şirin şey seni. Sen şu boyunla laf mı soktun bana?" Sesinde ki eğlenen hava ile ayağımla tekma attım bacağına.

 

Bu konuşmamız Lala ve Merve'yi güldürmüş gibiydi. "Allah'ın davarı." Ona olan öfkeli bakışlarımı yakalayan Lala olaya dahil oldu.

 

"İnsanlığa terfi ettireceğim onu. Merak etme." Akın'ın omzuna, omuz attığında Akın ona yandan bir bakış atıp el hareketi çekti. Merve ise şu an bulunduğumuz ortamdan hiç memnun değilmiş gibi iç çekti.

 

Kulağıma fısıldarken, "Kendisi hayvan kategorisinde..." Dedikten sonra boğazını temizledi. Karnına dirsek atarken Lala'nın bakışları Merve'yi buldu.

 

"Seni duyamadığımı sanman ne kadar tatlı." Dedi sakin bir sesle. Sesinde yarı alay vardı fakat ifadesi düzdü. Ellerini cebine yerleştirmeden önce telefonuna baktı.

 

Merve'nin bakışları bende kaldı bir süre. Dudaklarını oynatarak, "Bana mı dedi?" Dediğinde kafamı salladım. Fakat o gözlerini fark ettiği şeyle kapatıp geri açarak Lala'ya döndü. "Duy. Bana ne?" Diye ters bir yanıt verdiğinde Lala ise öylece Merve'ye bakıyordu. "Duy diye söyledim zaten. Yalan mı?" Lala'yı baştan aşağı süzdüğünde Lala da aynı Merve gibi kendine baktı. "Üstündekiler kaç yılından kaldı?"

 

Merve'nin aşağlayıcı sesi ile ona dirsek atsam da tık oynamadı. Lala kafasını kaldırıp Merve'ye baktığında kafasını omzuna düşürdü. "Beğendiğin süt çocukları kadar yaşı vardır." Sözleri bir anlık sessizliğe yol açtı.

 

Lala. 

 

Emirhan Lala az önce Merve'nin beğendiği erkekler üzerinden laf mı sokmuştu?

 

Dudaklarım şaşkınlıkla açılırken Merve mosmor kesilmiş gibiydi. "Ne?" diyebildi sadece. Ben olsam bunun üstüne bir Beypazarı içerdim Merve.

 

Akın bir ıslık çalıp gülerken bana, kötü girdi derce bir bakış attı. "Senin beğendiğin süt çocuklarına benzemem diyorum." Lala'nın net sesi ile ona odaklandım. Gözleri Merve'deydi ve oldukça sakindi. Merve sözlerine yanıt olarak bir şey söylemediğinde Lala'nın bakışları Akın'a döndü. "Dışarıdayım ben." Diye önüne döndüğünde son kez Merve'ye baktı. "İzninle." Diyerek önünden çekilmesi için ona seslendi. Merve kenara çekildiğinde Lala yanından geçip gitti.

 

Akın arkasından bir ıslık çalığında Merve'nin günlük utanç kotası dolmuştu. "Merve..." Diye fısıldadım fakat o umursamıyor gibi kafasını çevirdi.

 

"Sus Parla..." Dedi utançtan kaynaklı olarak yüzü yanmıştı. "Allah karı bela... Laf soktu bana Parla." Kolumu sarstığında sıkıntılı bir nefes verdim havaya. "Ben bu utançla yaşayamam."

 

"Onu, çocuğun kıyafetine laf söylemeden önce düşünecektin Merve." Akın'ın sesi ile Merve'nin bakışı ona döndü. Akın ise halinden oldukça memnun bir şekilde sırıtıyordu. "Adam haklı yani. Sana ne kıyafetinden."

 

"Laf atacak bir şey bulamadı kıyafetine laf attı." Diye Merve'ye bıkmış bir ifadeyle baktım fakat o beni umursamadan omzumda zırlmaya devam ediyordu. "Ağlama Merve. Haklı çocuk. Bak duymuş seni." Merve daha da ağlarken ben ise havaya sabır çekiyor ve kendime gelmeye çalışıyordum. "Fadime ne..." Dememe kalmadan önüme uzatılan bir adet çikolatalı süt ile şaşırdım.

 

Uzatan kişi arkamdan önüme geldiğinde bu kişinin Tuğkan olduğunu görmüştüm. "Duyduğuma göre bugün çikolatalı süt içmemişsin?" Diğer elinde de bir tane daha çikolatalı süt tutuyordu.

 

"Bu bilginin kaynağı neymiş?" Elinde ki çikolatalı sütü gülümseyerek elime aldığım da Tuğkan düşünüyormuş gibi bir hal takıntı. "İçimiz de köstebek mi var?" Gözlerim direkt olarak Akın'a döndüğünde bize mal gibi bakıyordu.

 

"İşim gücüm yok, şu salak için muhbirlik mi yapacağım?" Tuğkan'a ettiği hakaret Tuğkan'ın çok da umurunda değildi. "Lan," Diye yükseldi bir anda Akın

Kaşlarını çattı, bir duvar gibi Tuğkan'ın karşısına dikildi. "Sapık gibi kuzenimi mi dikizliyorsun ırz düşmanı?" Sesi her ne kadar ciddiyet oldu olsa dahi bu konu da ciddi olmadığını biliyordum.

 

"Akın..." Ters sesim ile yavaş olmasını isteyerek montundan çekiştirdim. "Susar mısın lütfen? İnsanlara rezil etme bizi." Bir yandan Akın, diğer yandan Merve ile uğraşırken kendimi bir anne gibi hissediyor, ikisi için de efor sarf ediyordum.

 

Tuğkan da benim gibi bıkmış olacak ki Akın'a söylendi. "Çekilsene lan. Ne geçtin aramıza?" Kantinde ki insanalrın gözleri bizim üzerimizde olsa dahi Tuğkan ve Akın bunu sorun etmiyor Merve ise aksiyete krizine giriyordu.

 

Akın, Tuğkan'a parmağını sallarken tehditler savurdu. "Sapık gibi gezme etrafta, köşe de sıkıştırırlarsa ağlama. Bebe." Akın, ben ve Tuğkan arasından çekilirken Tuğkan ona ters bakışlar atıyor Akın ise gözüm üstünde işareti yapıyordu Tuğkan'a.

 

Tuğkan ise çok taktığı bir şey değilmiş gibi onu kaleye almıyordu. "Kadir nerede?" Diye bana bir soru yönelttiği sıra da Merve kolumu çekiştirdi.

 

"Parla gidek... Hadi gidelim. Ağlamam lazım sınıfta. Gidek hadi..." Merve'nin sesi ile çekiştirdiği kolumu ondan kurtarmaya çalıştım. "Parla gidek... Laf soktu bana. Bana laf sokulan ortamda duramazsın Parla..." Merve'nin zırlamaları kulaklarımı tırmalarken kaşlarımı çatmadan edemedim.

 

"Merve, dur bir." Gözlerimi geri Tuğkan'a döndürdüğüm de bana büyük bir ilgiyle bakıyordu. Sanki şu an bulunduğumuz ortam ve yanımızda ki insanların bizi rahatsız etmesi önemli değil gibi gözleri bende. Asıl önemli olan benim dudaklarımdan dökülecek kelimelerdeymiş gibi dikkatli bir şekilde izliyordu beni. "Kadir en son Gizem'den kaçıyordu." Yüzüme yerleştirdiğim tebessüme engel olamadım.

 

Gerçi Tuğkan'ın yanında artık kendime engel olamıyordum ki. Duygularıma, davranışlarım ve tebessümlerime. Onun yanında oldukça tebessüm ediyor, ettiğim de ise yanaklarım ağrıyordu fakat bundan şikayetçi sayılmazdım.

 

O hissin ne olduğunu biliyordum.

 

"Yine ne yaptı o salak?" Adımlarımı kantinin dışına doğru çeviridiğim de beni peşimden takip ediyordu. Merve ise kolumu bırakmamakta ısrarcı gibiydi.

 

Elinde ki çikolatalı sütün pipetini aldığında Fadime görüş alanıma girdi. Etrafta bizi arıyor gibi bir o yana, bir bu yana bakıyordu. Bizi görünce saydırarak yanımıza geldi ve Merve'yi görünce şaşkınlıkla ona baktı. "Ne oldu la buna?" Merve'nin koluna girerken ona baktım. Bir bana, bir Tuğkan'a ve bir de arkamızda kalan Akın'a bakıyordu.

 

"Lala laf soktu." Akın'ın keyifli sesi ile ona döndüm. Kahkahalarını gizleyemedi. "Boyun kadar konuş diye boşa dememişler Merve." Merve'nin omzuna birkaç kere vurduğunda Merve ona öldürücü bir bakış attı fakat Akın hiç umursamadı. "Neyse hadi yukarıya çıkın siz."

 

"Sana ne lan?" Diye ona çemkirdi Merve. "Vururum seni Akın. Siktir git." Akın'ı itekleyip Fadime'nin koluna girerek onu bahçeye çıkarttığın da Akın arkalarından sırıtarak bakıyordu.

 

"Merve hepinizden daha iconic." Akın'ın gözleri ben ve Tuğkan'a döndüğünde ikimiz arasında birkaç defa bakıştı fakat sonra sırıttı. Yaptığı ima gözle görülür dereceden olsa gerek nedensiz bir sıcak vücudumu esir almış gibiydi.

 

"Al," Daha çok burada kalmaması adına ona montun cebinden çıkarttığım ev anahtarını uzattım. "Bugün dershanem var benim." Uzattığım anahtarı alırken bakışları bir süre anahtar da kaldı. "Giderken Ateş ve Güneş'i almayı unutma." Sözlerim zihninde pek kalacağa benzemiyordu fakat yine de söylemem lazımmış gibi tekrarladım.

 

Daha adam kendini unuturken kendi kuzenlerini unutmamaması bir mucize olurdu.

 

Akın son kez bize baktığında göz kırparak anahtarı cebine attı. "Bendeler kral." Bize son kez bir sırıtma gönderip yanımızdan geçip gittiğinde elimde kalan çikolatalı süte döndü bakışlarım.

 

"Üşüyor musun?" Tuğkan'ın yakınımdan gelen sesi ile kafamı yavaşça ona çevirdim. Kafasını biraz eğmiş bana bakıyordu. Üzerinde sadece gir kazağı vardı. Her zamanki gibi mont giymeyi reddediyordu.

 

Pencereden içeri dolan soğuk hava ile büzüşmemek için kendimi zor tuttum. "Niye sen üşüyormuyor musun?" Sorum ile sırıtmıştı. Her zaman yaptığı gibi.

 

"Senin yanındayken vücudum alev alıyor Sarı." Sözleri karnımda hissettiğim ve nedenini bilmediğim bir hisse tercüme oldu. "Sende de oluyor mu?" Açtığı çikolatalı sütü bana uzatırken uzattığı paket sütü çok geçmeden aldım elime. Kendi elimdekini ona verirken adımlarını koridora çevirdi.

 

"Sus." Sözlerim ile gözleri beni bulmuş ve bir süre yüzüme bakarak sırıtmaya devam etmişti. Yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum ve bunu onun da görüyor olması gerçeği gerçekten beni bir alev topuna çeviriyordu.

 

"Başardım." Gözlerini benden çekip tekrar önüne dönüğünde bir elini eşofmanının cebine attı.

 

Bu defa benim gözlerim onu buldu. "Neyi?" Dedikten sonra sütümden bir yudum daha aldım.

 

Benim gibi sütünü içmeye devam ederken sırıttı. Dudaklarından uzaklaştırdığı süt ile fısıldadı. "Utanmanı sağladım." Dedi çok umursamaz bir tavır da.

 

Sözleri bu defa kulaklarımın yanmasına sebep olduğu için anlık bir öksürük krizine neden oldu. Gözleri tekrar beni bulduğunda ona ters bir bakış attım. "Utanmam senin başarın mı?" Sesimde ki siniri fark etmiş olacak ki sırırttı.

 

"Kısmen evet." Kafasını biraz bana eğip önünde bulunduğumuz yangın merdivenlerinin kapısını araladı. "Sözlerim hoşuna mı gidiyor Sarı?" Sorusu susmama neden oldu.

 

Başka bir zaman olsa konuşur, susmazdım fakat şu an konuşamadım. Yaptığım tek şey kafamı kaldırıp bende olan gözlerine bakmak oldu. Bakışları yüzümde gezindiğinde fısıldadı.

 

"Daha güzel sözler söylerim o zaman sana yavrum." Sesi zihnimde yankılandığında zihnimde, cümlede geçen son söz yankılandı.

 

Yavrum.

 

Tuğkan'a olan bakışlarım şaşkın bit hal alırken haline güldü. "İçeri geçecek misin?"

 

Sözleriyle yerine gelen zihnimle birlikte içeriye birkaç adım attığım da, soluksuz atan kalbimi yeni fark edebilmiştim. Kalbimin hızlanmasına neden oluyordu.

 

Arkamdan geldiğinde kapattığı kapı ile merdivenlere doğru ilerleyip oturdu kenara. Oturmam için yanını işaret ettiğinde oturacağım yeri temizledi. Eliyle orayı çırpttığında bana yer açtı.

 

Gösterdiği yere oturduğum da, "Üşür müsün?" Diye baktı açık pencereye.

 

Şu an değil üşümek, içinde bulunduğum bu mont benim cehennemim gibi beni cayır cayır yakıyordu.

 

Elimde ki çikolatalı sütü kenara bırakıp kafamı iki yana salladım. "Doğru. Şu an yanıyorsun değil mi?"

 

Sözlerinde ki utanmaz ve ahlaksızlık yutkunmama neden olduğunda ona döndüm. Gözleri bir süre üzerimde kalırken kafasını omzuna eğdi. "Neden mont giymiyorum hiç merak ettin mi?"

 

"Hayır." Cevabını biliyordum. Gerçekten bu kez cevabını biliyordum.

 

"Ne yazık." Dedi Tuğkan. Yüzü ciddiyete bürünmüş gibiydi. Elinde ki çikolatalı sütünü içmeden önce gülümsedi. "Öğrenmek istersin diye düşünmüştüm."

 

Ben de elime çikolatalı sütü aldığım da kabını incelemeye başladım. Şu an burada ne işim vardı gerçekten sorguluyordum fakat bir yandan da burada olmak sakinlikti. Huzurdu.

 

"Belki cevabını biliyorumdur." Diye mırıldandım. Gözlerimi ona çevirmedim çünkü kendime ona bakacak cesareti bulamadım. Kalbimin şu an bile deli gibi atması tek bir şeye işaretti.

 

En başından beri belli olan o şeye.

 

Siktir Parla. Boku yedin.

 

Tuğkan, bana dönecek şekilde oturup sırtını duvara yasladığınde biten çikolatalı süt paketini bir üst merdivene bıraktı. Gözleri benim üzerimde olduğunu hissetmeme rağmen sesssizdi. Sustu.

 

Sadece sustu.

 

"Tuğkan," En sonunda konuşacak cesareti bulduğum da bile içimde gittikçe garipleşen ve karnıma büyük bir ağrı yaratan baskı oluştu.

 

"Yavrum?" Diye fısıldadı. Yavrum.

 

Sakin ol kalbim. Sakin ol ve kendini toparla.

 

Kafamı ona çevirdiğim de kafasını da duvara yaslamış bir şekilde bana baktığını gördüm. Gülüyordu fakat bu gülümseme her zaman ki gibi değildi. Hayranlık dolu bir gülümseme gibiydi.

 

Ya da her neyse.

 

"Senin lisans işi ne oldu?" Diye hızla sordum sorumu. Tek nefeste sarf ettiğim soru ile dudaklarımı birbirine bastırım. Neden bu kadar heyecan yapıyordum bilmiyordum fakat heyecan yaptıkça kanımın ağrısı artıyordu. "Gerçekten yandı mı şimdi?"

 

Sorum beklediği yerden gibiydi. Derin bir nefes alıp verdi. "Evet." Dedim sanki hiç önemli bir şey değilmiş gibi. "Yandı."

 

Vicdan azabı vücudum da gezinirken yutkunmak zorunda kaldım. Kalbime yerleşen acı ve pişmanlık canımı acıttı. Bakışlarımda değişen bir şey olduğu belliydi ve Tuğkan bunu fark etmişti.

 

"Senin suçun değildi Parla. Bin defa söyledim ve gerekirse bin defa daha söylerim." Yerinde doğrulduğunda biraz daha yanıma yaklaştı. "Senin suçun değildi." Diye söylediklerini tekrarladı.

 

Bir süre gözlerine baktığım da gözlerinde bir gram olsun pişmanlık duygusu sezemedim. Pişman değildi. "Emeklerin gitti Tuğkan. Konuşsanız..."

 

"Kiminle?"

 

"Birileriyle. Ne bileyim, hallederlerdi belki? Bu kadar kolay vazgeçme." Onu ikna etmeye çalıştığımı fark ettiğinde bir süre gözlerime baktı. Gerçekten bu olayın ciddiyetinde olmamı istediğini belli eden bir bakış attı. "Lala, halletmez mi?"

 

"Torpil yapacak kadar şerefsiz değilim." Önüne geri döndüğünde elini saçlarına atarak eliyle ensesini sıktı.

 

"Tuğkan, gurur mu yapıyorsun? Gurur yapılacak bir durum yok burada. Lütfen. Dene en azından." Sözlerimle birlikte sert bir nefes vermiş ve gözlerini kapatmıştı. Sinirlenmişti. "Tuğkan,"

 

"Yavrum, halledilmez." Sesiyle birlikte sözlerim yarıda kesilmiş ve ona bakmıştım. Gözlerini bana çevirdiğinde kafasını iki yana salladı. "Araya onu, bunu soksan da bu saatten sonra hiçbir sikim yapamaz." Sözleri benim için bile acı vericiyken kendiai için hiç de öyle değildi.

 

O bunu takmıyordu.

 

Emeklerini umursamıyordu.

 

Gözlerim onun haraketlerini sürekli incelerken dudaklarımdan çıkan kelimeler benden bağımsız. "Benim için dene." Sözler dudaklarımdan buhar gibi uçup giderken elleri ensesinde kaldı. Gözleri açık, yere bakarken bende onu izliyordum. "Lütfen. Benim için dene."

 

Gözlerini o an kapattı. Birkaç saniye boyunca kapalı kalan gözleriyle yerinde doğrulup yüzünü sıvazladı. O an elini yakaladığım da tuttuğum gibi onun bana bakmasını sağladım. "Beni seviyorsan lütfen dene Tuğkan."

 

Gözleri, gözlerimdr kaldığında bir süre izledi beni. Gözleri kızarmıştı. Sinirlendiğinde olurdu öyle. Sinirlendirmiş miydim onu?

 

Onun elini tuttuğum elime döndü gözleri. Bir süre izledi ellerimizi sonrasında diğer eliyle uzanıp tuttu elimi. Dudaklarına götürdüğünde öptü içini. Nefesim kesilmiş gibi onu izlerken elleri arasına aldı elimi. Üşüdüğünü fark etmiş gibiydi.

 

"Parla," Dedi derin bir nefes verirken. "Seviyorum. Sevdim. Seveceğim." Gözlerinde bu defa yorgun bir adama rastladım. "İki yıl oldu. İçimde yaşadım ama hep sevdim."

 

Sesinde ki yorgunluğu ve bahsetmek istediği şeyi anlayamadığım da yutkundum. "Neden gelip söylemedin?" Diye fısıldadım. Belki farklı olurdu.

 

O ve ben.

 

Tuğkan ve Parla.

 

Biz. 

 

Sözlerim onu gülümsetti. "Kaderimi kendim yazdım diyelim." Çelişkili sözleri ile kaşlarım havalandı.

 

"Şu anki durumdan memnunsun o zaman?" Pek memnun gibi görünmüyordu.

 

"Tch. Pek sayılmaz." Sırıttı.

 

Bende onun gibi bilmiş bir hava takındım. "Kaderini iyi yazamamışsın o halde."

 

Sözlerimle birlikte yüzünde bir tebessüm oluştu. Kafasını yavaşça iki yana sallarken kulağıma fısıldadı.

 

"Tam olarak istediğim kaderi yazdım Sarı... Allah kulu, kul kaderini yazarmış. Kaderimin her ihtimalinde de sen yazılısın biliyorum.'

Sesinde ki hissi çözemedim. Tam olarak gurur mu, ego mu yoksa hayranlık mı olduğu belli belirsizdi fakat gözlerinde ki ifadeyi bütün bedenimde hissedebilmiştin.

 

Kalbim sanki durma noktasına gelmiş gibiydi. Karnımın alt kısmında kasılıp gerilmemi sağlayan ve yüzümde başlayıp bütün vücuduma sıcak enerji yaymasına sebep olan tek şey onun varlığıydı.

 

Tuğkan Demirsoy'un varlığı ve sözleri vücudumun alev almasını sağlıyordu. O ise bunu biliyor, karşısında nutkum tutulmuş gibi kalıp utanmam onun gerçekten hoşuna gidiyordu.

 

Bunu bana sırıtmasından anlayabiliyordum.

 

"Nefes al." Tenime değen sıcak nefesi kalbimin deli gibi atmasına neden oldu. O an fark etmiştim gerçekten nefesimi tuttuğumu. "Kıpkırmızı oldun."

 

Sırıtması ima doluydu. Gözleri yüzümde gezinirken hala dibimdeydi. Onun dediği gibi kızardığımı hissediyordum fakat onun dibimde olması ve nefesini tenimde hissediyor olmak bile nefesimin kesilmesine sebep oluyordu.

 

"Yavrum," Dedi sesli gülerek. Elinde ki çikolatalı sütü bir alt merdivene bırakıp bana döndü. "Nefes al." Ellerini yüzüme uzattı ancak dokunmadan bir süre bana bakıp geri çekildi.

 

Onun bu hissiyatı ile titreyen vücuduma rağmen bir nefes alıp oturduğum yerden kalkarak ondan uzaklaşıp ateşin bastığı tenimi serinletmeye çalıştım.

 

"Gidiyorum ben." Titrememesine özen gösterdiğim sesimle kapıya uzanıyordum ki benden önce davranarak önüne geçip kapıyla arama bir duvar oldu. Ona bakmamak için ayrı bir çaba içerisinde olsam da yan gözle yüzüne baktım.

 

Sırıtmasını saklama gereksinimi duymadan bana bakıyor, sorgulayıcı bir tavır alıyordu.”Nereye?” Sanki halimi görmüyormuş gibi kafasını biraz eğerek bana biraz daha yakından baktı. “Utandın mı?”

 

Tuğkan tam olarak bir pislikti. Bundan gerçekten emindim. Beni daha da çıldırtma çabasına girdiğini biliyordum ve bundan keyif alan bir tek oydu. Kaşlarım çatıldığını fark ettiği an sırıtmasını bastırmaya çalıştı. “Pisliğin tekisin Tuğkan.” Sözler dudaklarımdan döküldüğü gibi derin bir nefes verdi.

 

“Ağır bir hitap oldu.” Fakat hiç umursamıyor gibiydi. Gözleri üzerimde durmaya devam ederken, “Senin sevgi dilin bu mu?” Sesi merak uyandıran türdendi.

 

Yutkunduğum sırada mırıldandım. “Bilerek yapıyorsun değil mi?” Bu da soru muydu gerçekten? Tabi ki bilerek yapıyordu.

 

“Neyi?” Diye benim gibi sessizce sordu. Cevabı bilmesine rağmen aklı sıra benimle eğleniyordu. “Ne yaptığımı söyle bana.” Kapıdan biraz uzaklaşıp daha da yakınıma geldiğinde kafamı kaldırıp ona bakmak zorunda kalmıştım.

 

Bu kadar yakınımda olması, ısınan yüzüme tekrar bir sıcaklığın taşınmasına neden oldu. Onunla çok sayıda yakın olduğumuz an olmuştu fakat bu farklıydı. Lanet olsun ki farklıydı. “Bilerek sinir etmeye çalışıyorsun. Eğleniyorsun değil mi?” Ters sesim ile kaşlarını sahte bir şaşkınlıkla kaldırdı.

 

“Kısmen.” Sesinde ki alaylı ton ile kaşlarımı daha da çattım. O ise bunu fark ettiği gibi dudaklarını birbirine bastırdı. “Tamam tamam.” Dedi yüzünde ki sırıtmasını gizlemeden. “Gitme.”

 

Bedenime yayılmış sinirle soludum. “Yoo, gideceğim.” Yanından geçmeye çalıştığım sırada montun kapüşonundan yakaladı. Olduğum yerde kalmak zorunda kaldığımda elimi arkaya atıp kapüşonu elinden kurtarmaya çalıştım. “Ders başlayacak birazdan!”

 

“Yavrum, dersiniz boş ya.” Evet boş, ama senin boş olduğunu bilmemen gerekiyordu. “Yanımdan gitmeye bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum.” Sesinde sahte bir alınganlık vardı.

 

Arkamı dönüp ona baktığımda üstten bana bakıyordu. “Yanından gidecek olsam gelir miydim sence?” Kapüşonu bıraktığında benden birkaç adım uzaklaşıp beni daha iyi gördü. “Hem,” Konuyu değiştirmeye çalıştım. “Sen nereden biliyorsun bizim dersin boş olduğunu?”

 

Kafasını omzuna doğru eğdi. “Kadir?” Diye umursamaz bir yanıt verdi. Kadir ya, Kadir. O embesil Kadir. “Ağzımı açmayacağım.” Önümden çekilerek arkasında kalan yangın merdivenlerini gösterip tekrar oturmamı istedi. “Konuşalım.” Ne konuşalım?

 

Ona sorgulayıcı bir bakış attığımı fark etti. “Ne konuşalım?” Diye sorduğum sırada merdivenlere doğru ilerleyip kalktığım yere geri oturdum. O ise benden birkaç adım önde, merdivenlerin önünde duvara yaslanıp ellerini ceplerine yerleştirdi. Yüzü bana dönüktü.

 

Bir süre yüzüme bakıp güldü. “Aklında ki sorular hakkında.” Sözleri bir süre öylece ona bakmama neden oldu. Neyi kastettiğini tam olarak anlayamamıştım. Tam dudaklarımı aralayıp hangi sorular olduğunu soracakken o devam etti. “Benim hakkımda ki.” Onun hakkında ki sorular.

 

Onlarca soru.

 

Gözlerimi ondan çekemezken kafasını da duvara dayadı. “Senin hakkında sorularım olduğunu nereden biliyorsun?” Bir süre sessiz kaldı.

 

“Herkesin soruları vardır Sarı.”

 

“Senin hakkında mı?” Kaşlarım şüphe ve endişe ile çatıldı.

 

O an kafasını duvardan çekip gülerek omuz silkti. “Belki de.” Diyerek benim bir alt basamağıma oturdu. “İnsan güven ister.” Diye derin bir nefes verdi.

 

İçimde ki garip bir hisle yutkundum. “Güvensizlik sorular ile mi giderilir?” Dudaklarımdan dökülen sözcükler tamamen düşüncelerimden oluşuyordu.

 

Bir süre öylece yere bakıp sonra kafasını geriye çevirip bana baktı. “Hayır. Hislerle giderilir.” Hisler. Onun hisleriyle giderilirdi. “Gösterdiklerinle,” Neredeyse fısıldıyordu. Gözleri ise tamamen benim üzerimdeydi. “Göstereceklerinle.” Diye sonlandırdı.

 

Gözleri bir süre üstümde kaldıktan sonra tebessüm etti. Ona olan şüphelerim varmış gibi söylemişti. “Tuğkan,” Derin bir nefes verdim. “Bunu ya…”

 

“İstediğin kadar sorabilirsin. Neyi merak ediyorsan. Soru sınırı yok.” Yerinde dikleşip ellerini birbirine vurarak ovuşturdu. Kafasını geri bana çevirdiğinde ona bir şey söyleyip söylemeyeceğimi bekledi.

 

Sözleri nedensiz bir şekilde kalbimin hızlanmasına neden olmuştu. Onun hakkında daha fazla şey öğrenmek bile kalbimi hızlandırıyordu. “Sen?” Diye ona yönelttim. “Sen sormayacak mısın?” Gerçi, o her şeyi biliyordu.

 

“Üç soru.” Üç soru mu? “Ben sadece üç soru soracağım. Sen, sorularını bitirdikten sonra.”

 

Neden sadece üç soru?

 

Aklımdan geçenleri anlamış gibiydi fakat susmayı tercih etti. “Neden sadece üç soru?” Aklımda ki ilk soruyu sormuştum bile.

 

Sakinlikle gülümsedi. “Sadece üç merak ettiğim şey var.”

 

Ortamı yumuşatmak adına bende tebessüm ettim. “Neden? Kadir’den onların cevaplarını alamadın mı yoksa?” Öne doğru eğilip kollarımla dizlerimi sardım. O ise bana dönüp kaşlarını kaldırdı. Bir çeşit hayırdı.

 

“Sadece sana sormak ve senden cevap almak istedim.” Yani uzun zamandır bu üç soruyu düşünüyordu öyle mi? Bana beklenti ile bakıp en sonunda konuştu. “Ee, hadi. Sor.” Sözleri ile yutkunup aklımda soruları düşündüm.

 

En merak ettiğim soru ile dudaklarım aralandı. Sorup sormamak arasında kararsız kalsam bile onun sözleri beni cesaretlendirdi. “Hasan.” Dedim. Herhangi bir tepki vermedi. “Onunla eskiden çok yakındınız. Neden böyle oldunuz?”

 

Gözleri bir süre yerdeydi. Düşünüyor gibiydi, fakat düşündüğü şeyin sorum olmadığı kesindi.

 

Hasan ve Tuğkan’ın kardeş gibi olması iki yıl önce bitmişti ve kanlı bıçaklı birer düşman olmuşlardı. Nedenini herkes gibi bende merak ediyordum.

 

En sonunda derin bir nefes aldı. Gözlerini bana çevirdiğinde yüzünde ciddiyet maskesi takılıydı. Gözlerinde ise nefret vardı. “İhanet.” Dedi tek solukta. Dudaklarından önemsiz bir kelime gibi dökülmüştü fakat altında çok büyük bir şeyin yattığını biliyordum.

 

Dudaklarım tekrar aralandı. Bu defa biraz daha ileri gittim. “İhaneti o mu yaptı?” Soruyu çok düşünmeden sormuştum ve bu sorduğum andan itibaren yanlış gibi gelmişti. Yanlıştı. Bu soru gerçekten sorulmaması gerekiyor gibiydi.

 

İhaneti yapan kişinin Tuğkan olma ihtimali yoktu gözümde. Olmamalıydı da. Tuğkan yapmazdı.

 

Gözleri uzun bir süre kaldı gözlerimde. Sanki bir şey anlamam gerektiğini belli ediyor gibiydi ve bu bende adrenalimi arttırmıştı. Kalbimin atış sesini duyuyor gibiydim. O an aklımdan bir şey geçti. Çok saçma bir düşünceydi fakat mantıklı gelmişti. O şeyin olmamasını diledim.

 

“Hasan yaptı.” Sakindi sesi. Benim düşündüğümün aksini söylüyor gibiydi. “Arkamdan bıçakladı.” Diye sorunun cevabını vermişti.

 

Aklımdan geçen düşünceyi kuvvetlendiren yanıt nefesimi tutmama neden oldu. Sadece birkaç soru ve birkaç cevaba daha ihtiyacım vardı o an. O zaman gerçekten parçalar yerine oturacak gibi görünüyordu fakat sormayı reddettim. Sorarsam o zaman alacağım cevaptan korktum.

 

Gözlerim onun üzerinde bir süre durduğunda bu defa ona soracağım soruyu hemen sormuştum. “Baban o gün seni neden evden attı?” Sorumu beklemediği barizdi fakat hemen yanıtladı.

 

“Ne zaman?” O kadar mı çok evden atılmıştı?

 

Hemen kendimi toparlayıp yerimde dikleştim. “Sana babamın kazağını verdiğim gün.” Diye daha da açıkladım. Hatırlamış gibi çatık kaşlarını gevşetti.

 

Ondan gelecek yanıtı düşünürken soğuk bir sesle yanıtladı. “Canı istedi.” Ne?

 

Bir baba, canı istedi diye oğlunu o kış günü evden atar mı? Tuğkan’ın babası atıyordu.

 

“Ne?” Tepkim sesime yansımıştı ve Tuğkan bu tepkiye alışık gibi umursamaz bir şekilde güldü. “Ciddi misin sen? Sadece canı istedi diye mi yaptı bunu?” Sorularım art arda gelirken o ise halini kabullenmiş gibiydi.

 

Kafasını omzuna doğru eğip boyunu kütletti. “Bizim günlük rutin Sarı.” Yandan bana baktı. “Bazılarına baba kelimesi ağır gelir.” Ben kendi babamdan sızlanıp, söylenirken Tuğkan’ın sürekli yaşadığı şu şeyi anlamdıramıyordum. Babası gerçekten baba demeyi hak eden birisi değildi.

 

Ellerimi bacaklarımdan çekip kucağımda birleştirdiğimde yumruklarımı sıktım. “Nerede kalıyorsun?” Sokakta falan kalmıyordu değil mi?

 

“Değişir.” Derin nefesini verirken söylendi. Çok normal bir şeyden konuşuyor gibiydi. “Bazen cami de, bazen Lala da, bazen Kadirler’de.” Gülmeye başladığında gözlerini bana çevirdi. “Gerçekten merak ettiğin şeyler bunlar mı Sarı?” Kafasını omzuna eğip bir kolunu arkasında ki merdivene dayadı.

 

Omuz silkip kafamı ellerime indirdim. “İstediğin herşeyi sorabilirsin diyen sendin.” Diye kendimi savunduğum da güldüğüne dair nefes seslerini işittim. “Bu benim hakkım.”

 

“Kesinlikle yavrum.. İstediğini sor.” Sözleri beni teşvik ederken yutkundum.

 

Kafamı kaldırıp bir kez daha ona baktığım sırada derin bir nefes verdim. “Hasan ile ne zamandır tanışıyordunuz?” Sorum ile sıkıntılı bir nefes verip cevapladı.

 

“Kendimi bildim bileli.” Kendini bildin bileli mi? Gerçekten mi? Tamam bunu kimse beklemiyordu. Aynı mahallelerde bile oturmuyorlardı bile. Hasan, bizim oturduğumuz semtten uzakta, sanayiye yakın yerde oturuyordu.

 

Ellerimle oynamayı bırakıp ona sorgulayıcı bir bakış attım. Gerçekten merak uyandırıyordu. “Aynı mahallelerde bile oturmuyorsunuz ki.” İlkokulu aynı okulda falan mı okudular acaba?

 

Sözlerimle beni onayladığını belirtmek için kafasını salladı. “Bir keresinde sana, babamın oto sanayi de yeri var demiştim. Hatırlıyor musun?” Sorusu ile kafamı onaylarca salladım. “İki galerimiz var. Galerilerden biri babam ve Hasan'ın babasının ortak dükkanı.” Ne? Şok bütün vücudumu ele geçirmiş gibiydi.

 

Hasan'ın babası ile Tuğkan'ın babası ne alakaydı? Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında bunu hiçbir şekilde beklemediğim açıktı.

 

“Ne? Ciddi misin sen?” Kafasını yavaşça salladı. “Asla düşünmüyordum.” Aklımın ucundan bile geçmemişti. Tuğkan ise çok yakmıyor gibiydi. “Baban ve onun babası iyi anlaşıyor mu?”

 

Bu tepkim ile güldü. “En yakın arkadaşlar.” Bu durumu dert etmiyor gibiydi. “Kendimi bildim bileli Erdem amcayı tanırım. Çok babacan adamdır. Oğlu gibi piç değil.” Beklenmedik gerçekle şaşkınlığa boğuluyordum.

 

“Asla beklemediğim yerden geldi.” İki yakın arkadaşın düşman çocukları.. Kulağa korkunç geliyordu. “O zaman sürekli aynı ortamda bulunuyor musunuz siz?” Sorum ile omuz silkti.

 

“Nadir. Onların kendi dükkanları var sanayinin girişinde. Oto yıkama. Orada daha çok. Ben de bizim galeri de takılırım genelde.” Birbirlerini gördükleri çok nadir anlar var demek ki. Gözlerini tekrar üzerimde hissettiğim de bakışlarım onu buldu. “Ee, yok mu başka soru?”

 

Ona karşı bir süre sessiz kaldım. Mahçupluk veya her neyse bütün bedenime dolmuş gibiydi. Aklıma daha farklı soruların gelmesini istedim. “Eğer o güne geri gidebilseydin,” Sorup sormamak arasında kararsız kalsam da bana dönüp dikkatle beni dinledi.

 

“Hangi güne?” Merakla sordu.

 

Derince yutkunduğum da tepkisi kaçırmamak için gözlerimi ondan ayırmadım. “Lisansının yandığı güne. Lisansını umursar mıydın?” Sorumun her kelimesinde yüzünde ki gülümseme yavaş yavaş yok oldu. Fakat cevap için çok düşünmedi.

 

“Hayır.” Oldu yanıtı.

 

Tamam bunu beklemiyordum. “Pişman değil misin?”

 

Kaşlarını sorgular bir şekilde kaldırdı. “Pişman mı?” Sırıtması daha geniş bir hal aldı. “Aklım yapamadıklarımda. Yine gelse karşıma, bu defa ölüsünü alırlar elimden.” Yalan söylüyordu. Kavga sırasında bile yumruğu titriyordu görmüştüm.

 

“Annen?” Dedim bu defa. Yumruklarımı biraz daha sıktım. “O ister miydi böyle olsun?” Yüzünde ki gülümseme yok oldu hemen. İfadesi de değişmişti. “Hata yaptın demiyorum, sadece…”

 

“Sporcu olmamı ve güçlü olmamı o istedi.” Sözleri susmama neden oldu. Bakışları benim üzerimde kaldı bir süre. “Her ne olursa olsun kavgaya karışmamam gerektiğini, o zaman herşeyin biteceğini söylerdi.” Gözlerinde ki o ifade, annesine aşık bir çocuğun ifadesiydi. “Babamdan kurtuluş biletim aslında lisansımdı.” Sesinde ki kırılmayı fark etmiştim.

 

Tuğkan her zaman babasından bu tarz muameleler görmüştü. Annesi ise ondan kurtulmasını istiyordu. Annesi de biliyordu babasının nasıl birisi olduğunu. Belki de annesi de maruz kalmıştı böyle şeylere.

 

Duyduklarım karşısında dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Tepkisizliğimi fark etmişti ve gülümsedi. Tuğkan bunca zaman babasından kurtulmak için mi annesinin sözünü yerine getirmeye çalışıyordu?

 

En başından beri Tuğkan'ın babası böyleydi ve annesi de bunun farkındaydı. Oğlunu kendi babasından kurtarmak istemişti.

 

Tuğkan tekrar konuşmaya başladı; “Annem böyle olsun istemezdi ama yine bana o küfürü etseydi, yine onu öldüresiye döverdim. Bu defa beni durduracak hiçbir şey olmazdı.” Gözleri benim yüzüme tırmandığında fılsıldadı. “Beni durdurmaya çalışan sen olsan bile, durmazdım.”

 

Boğazım da kalan yumru yutkunmamı engelledi. Tuğkan'ı o şekilde görmeyi hayal etmiyordum ve etmeyi de hiç istemiyordum. Ve umuyordum ki asla böyle bir konumda olmazdı, şayet sonu belliydi.

 

Hasan ölür, Tuğkan katil olurdu.

 

Konuyu değiştirmem gerektiğini fark ettiğim sırada boğazımı temizleyip ona biraz daha yaklaşmak adına bir alt basamağa oturup ona çevirdim kafamı. Gözleriyle beni izliyordu sadece. “Diğer soruya geçeyim mi?” Diye sakince sordum.

 

Bilmiyorum, onun sinirlenmiş olabileceği düşüncesi ile sesimi daha sakin ve daha yumuşak tutmaya çalıştım.

 

Kafasını usulca salladı. “Geç yavrum.” Sözler zihnimde yankılansa da kendimi toparlamaya çalıştım.

 

Bu sefer daha normal sorular sordum. “En sevdiğin renk?” Bu sorum onu keyiflendirmişti.

 

“Mavi.” Kafasını arkasında ki duvara yaslayıp beni izlemeye devam etti.

 

Derin bir nefes verip düşündüm. “En sevdiğin ders?” Sorum ile kaşlarını kaldırdı.

 

Bu konuşmanın gitti yer ile gülümsemesi sırıtmaya dönüştü. “Sayısalcı birine bunu sormak?” Diyip yalandan kaşlarını çattı. “Matematik.”

 

Doğru ya, matematik. İçimden geçen soru ile ona çaktırmadan bir bakış atmaya çalışsam bile o çakmış gibi bana dikkat kesildi. “ikinci dönem sınavlarından geçmem lazım.” Açtığım konu ile yerinde dikleşti. “Kolay değiller.”

 

“Dur bir saniye,” Diye imalı bir şekilde sözümü kesti. Gözlerim ona döndüğü sırada gözlerini kısmış bir şekilde sırıtıyordu. “Seni çalıştırmamı mı istiyorsun?”

 

“Nereden bildin?” Diye masum masum gülümsediğim sırada bir kahkaha patlatıp iyice yerinde dikleşerek yüzünü sıvazladı.

 

Tepkisi benim daha da gülmeme neden olduğu sırada ellerini yüzünden çekip bana yaklaşarak yüzümü avuçları arasına aldı. “Kurban olurum lan sana!” Sanki bir zafer kazanmış kral gibi gururlu bakışıyla ellerimle bileklerini tuttum. “Ölürüm sana be.” Tepkisi gülümsememi arttırdığında o ise biraz daha yaklaşmış, hayran hayran bana bakmaya başlamıştı. “Diğer derslerde sıkıntı yaşarsan söyle.”

 

“Tuğkan ya,” Diye sitem ettim. “Alt tarafı bi ders çalıştır dedik, niye bu kadar abarttın?” Diye fısıldadım. Yakınımda olduğu için yapmıştım bunu ve o da benim gibi fısıldadı.

 

“Abartmadım yavrum. Abartmadım, en mimal tepkim bu.” Baş parmağı tenimi okşarken tebessüm etti. “Var mı başka sorun?”

 

“Düşünmem lazım.” Diye fısıldadığım da ellerini indirdi fakat bana biraz daha yakındı. “Doğum günün.” Kafamı ona çevirdiğim de gerçekten bunu merak ettiğimi fark etmiştim.

 

O ise gözleri benim üzerimdeyken, “14 Şubat.” Dedi. Önemsiz bir şeyden bahseder gibi.

 

“Sevgililer günü.” İlk defa şubat ayında doğan birisini duymuştum. “Şansın.” Diye derin bir nefes verdim.

 

O ise benim tepkime gülmüş şüpheci bir şekilde gözlerini kısmıştı. “Neden şans olsun?” Aklındaki soruyu yönelttiğinde omuz silktim.

 

“Annem, özel günlerde doğanlar şansılar derdi.” Çaktırmadan ona bakmaya çalıştığımda tebessüm etti. Bir süre daha sessiz kaldı fakat hala bıyık altı gülüyor sanki bir şey düşünüyor gibiydi. “Ne oldu?”

 

Gözlerini bana çevirdiğinde sırıtması genişledi. “Belki de senin bu sene yanımda olman o günü şanslı yapar.” Derin bir nefes verdiğinde bana biraz daha yaklaşıp fısıldadı. “Şayet, şanssız bir insanımdır.” Bana çapkın bir şekilde göz kırptığında tekrar o şeyin olduğunu hissettim.

 

Kalbimin hızlandığını.

 

“Öyle mi dersin?” Diye fısıldadım onun gibi. Kafasını yavaşça salladığında, “Bana, daha çok senin hayatına girdiğimden beri şanssızlaştın gibi geldi.” Beyanımı belirttiğim de kaşlarını çattı.

 

Bana dikkat kesilirken elini uzatıp yüzüme düşen saç tutamını kulağımı arkasına sıkıştırdı. “Senin şanssızlıkların, benim şükürlerimdir Sarı.” Sesi sakin ve sıcaktı. İçimde hissettirdiği güven duygusu karnımın ağrımasına neden oldu. Gözleri bir süre gözlerim arasında gidip geldi. Bir an sadece, sessizce onlara bakacak sanmıştım. “Anneme benziyorsun.” Deyiverdi bir anda.

 

O ana kadar nefesimi tuttuğumu bile fark etmemiştim. Zihnimde yankılanan ve içimde bir acı hissetmeme neden olan sözler onun için acı verici gibiydi.

 

“Gözlerin özellikle.” Bunu söylerken bile hala gözlerime bakıyordu. “Annemin gözleri sanki.” Bir süre sonra kafasını art arda iki yana salladı. “Sen buna şanssızlık diyemezsin.”

 

Yumuşakça yutkunduğum da dişlerimi birbirine kenetledim. Ondan ilk defa duyduğum sözler kalbime işlenmişti bile. “Gerçekten mi?” Sesimin çıkmadığını düşündüm. O kadar yakınımdaydı ki, fısıldama ihtiyacı gözetmiştim.

 

Yüzünde bir tebessüm oluştuğunda benden uzaklaşıp bakışlarını gözlerimden ayırdı. “Gerçekten.” Önüne döndüğü sırada bir süre onu inceledim. Ellerini dizleri üzerinde birleştirmiş, gözlerini ise ellerine odaklamıştı. “Soruların bitti mi?” Konuyu kapatmaya çalıştığını anlayıp ona ayak uydurarak yerimde dikleşip kafamı salladım.

 

“Bitti. Seninkilere geçelim.”

 

Kafasını onaylar şekilde sallayıp bana döndü. “Başlıyorum.” Nedensiz içimde ki gerilim artarken kafamı sallayıp onu dinledim. “Bana hiç acıdın mı?” Sorusu beklemediğim türden bir soruydu. Aklımda o kadar soru geçirip hiç birini değil de bunu sorması dudaklarımı şaşkınlıkla aralamama neden oldu.

 

Neden böyle düşünmüştü? Ona acıdığımı da nereden çıkartmıştı? “Hayır.” Dedim en büyük samimiyetimle. Ona neden acıdığımı düşünüyordu? Babası onu evden atıp sokakta kaldığı için mi? Annesi öldüğü için mi? Yoksa lisansı yandığı için mi? Bunlar bir insana acımak için yeterli olur muydu? Fakat bunların arasından ona sormak istediğim tek soru;

 

Kendisini acınası mı görüyordu?

 

Gözleri bir süre yüzümde kaldı. Sanki gerçeği mi söylüyorum diye beni inceliyor gibiydi fakat daha sonra rahatlamış gibi bir nefes verdi. Sanki gerçeği söylediğim için rahatlamış gibiydi. Gözlerini yüzümde tutmaya devam ederken sordu tekrar.

 

“Benden korktun mu?”

 

Ne? “Ne?”

 

Sakinlikle sözlerini tekrarladı. “Benden hiç korktun mu Parla?” Soruyu sorduğu gibi yutkundu. Sözlerim onun için bu kadar mı etkiliydi bilmiyorum ama oldukça gerilmiş olduğu kesin bir şekilde görülüyordu.

 

Aklıma bir süre sinirli olduğu anlar geldi. Gerçekten oldukça agresif görünüyordu ve ondan korktuğum bazı zamanlar olmuştu. “Ha…”

 

Gözleri bir süre üzerimde gezindi. “Yalan söyleme.” Dişlerini sıktığını buradan anlayabiliyordum. “Bana dürüst ol.”

 

Karnıma giren acıyı umursamamaya çalışarak yutkundum. Çok nadirdi. Gerçekten yalan söyleyip söylemediğimi anlıyordu ve ondan korktuğumu da biliyordu.

 

“Gelen itirafa sinirlendiğin zaman sadece.” Sözlerimle bir süre durdu öylece. Yutkundu. “Korkmak de…”

 

“Bana güveniyor musun?” Sözümü yarıda kesip üçüncü ve son soruya yöneldi.

 

Soru, nedensiz kalp ritmimi arttırmış ve içimde yükselen bir gerilime neden olmuştu. Gerçekten güveniyor muydum? Evet güveniyordum. O kadar yaptığı şeylerden sonra, Tuğkan Demirsoy’a olan güven sarsılamazdı.

 

“Evet.” Diye yanıt verdiğim de bedeninin gerildiğini fark ettim. Kaşlarını çatmış, benden gelecek cevabı beklerken stresten kendini yiyor gibiydi. “Güveniyorum.” Sanki bu söze ihtiyacı varmış gibi rahatlamış bir nefes verdi.Gerçekten buna ihtiyacı var gibi görünüyordu.

 

Bir süre - uzun bir süre - gözleri üzerimde kaldığında tebessüm etti. “Şimdi gerçekten otur ve izle Parla.” Yakınıma geldiğinde sıcak nefesi yanağıma değiyordu. “Senin için yapacaklarımı.”

 

 

******

 

“Bilmiyorum orasını.” Gözlerim, dışarıyı izlerken derin bir nefes verdim. “Bizim dershane kendi verdikleri kitaptan ilerliyor. Biz gidip ek kitap almadık.”

 

Merve sıkıntılı bir of çekerken sızlanmaya devam ediyordu. “Bizim dershane mal mı ya? Gidin, şu kitabı alın oradan işleyeceğiz dedi. Kendim kitap alacaksam senin verdiğin kitapların ne anlamı kaldı?” Kendi dershanesinden dert yanan Merve ile güldüm.

 

“Ben sana dedim, bizim dershaneye gel diye. Gelmeyen sensin.”

 

“Hıı benim aynen!” Diye sızlandı. “Babam olacak herif, ucuz dershane diye başımın etini yemeseydi sizin dershaneye gidecektim bende.” Sızlanma sesleri yükselse de artık yapacak bir şey yok gibi görünüyordu. “Bugünüm çok kötü geçiyor şaka gibi ya!”

 

Otobüsün ani freni ile demiri sıkıca tutarken acıyla dişlerimi sıktım. “Evet anlıyorum seni.” Diye dişlerim arasından soludum.

 

“Bırak kanka ya, ben bile kendimi anlamıyorum. Sen nasıl anlayacaksın?” Dertli dertli soludu. Sözleri tebessüm etmeme neden olduğunda tam bir şey söyleyecekken Merve isyankar tavrını tekrar konuşturdu. “Neyse sen eve daha geçmedin dimi?”

 

Çoktan Toki sitelerinin olduğu yere girmiştim. “Üç durağım kaldı. İneceğim birazdan.” Beni onayladığını belirten sesler çıkarttığında telefonun titreşimi ile telefonu kulağımdan uzaklaştırıp başka birinden gelen aramaya baktım.

 

Akın’dandı.

 

Telefonu aceleyle kulağıma geri yaklaştırdım. “Merve ben kapatıyorum Akın arıyor beni. Ararım sonra seni.”

 

“Tamam, görüşürüz.”

 

“Görüşürüz” Merve’nin aramasını kapatıp hemen Akın’ın aramasını yanıtladığım da derin bir nefes verdim. “Efendim.”

 

Fakat Akın’ın değil de Tuğkan’ın sesi doldu kulaklarıma. “Sarı, neredesin?” Arkadan gelen erkek sesleri ile Tuğkan sesini duyurmak adına bağırmıştı.

 

Kaşlarımı çatmadan edemezken ne olduğunu anlayamamıştım. “Tuğkan? Ne oldu?” Akın’ın telefonundan beni arayan Tuğkan gerçekten gerçek miydi?

 

Arkadan yüksek sesli kahkaha sesleri ile Tuğkan’ın onlara kızışını duydum. “Başlarım şimdi çenenin yayına Kadir!” Hepsi bir aradalar mıydı? “Akın, sustur şunu elimde kalacak!” Tuğkan’ın hafif sinirli sesini işittiğimde istemsiz güldüm. Arkadan Akın ve Lala’nın sesi doldu kulaklarıma. “Kadir, kes sesini amına koyayım!” Akın’ın isyanıydı bu. “Oğlum, çocuk kızla konuşuyor ikiniz de kesin sesinizi.” Lala’nın olaya dahil olması ile herkesin sesi kesilmişti.

 

Tuğkan’ın sesi en sonunda tekrar kulaklarıma dolduğunda “He Sarı, neredesin sen?”

 

“Otobüsteyim Tuğkan.”

 

“Onu anladık yarum da, tam olarak neredesin?” Yavrum? Akın, Kadir ve Lala’nın yanında bu kelimeyi mi kullanmıştı cidden? İstemsiz artan kalp ritmim ile gözlerim daha da açıldı. Telefonun karşı tarafından ise mutlak bir sessizlik hakimdi.

 

“Tuğkan,” Hayretler içerisinde soluduğum sırada Kadir’in imalı bir sesi duyuldu. Şimdiden utandığımı hissedebiliyordum.

 

“Ooooooooooo! Yavrum falan, hayırdır kral?” Kadir’in imalı sözleri yüksek çıkmıştı ve şimdiden vücudumun ateş bastığını hissedebiliyordum.

 

Diğer bir taraftan ise, “Lan sen benim kuzenime ne dedin az önce?” Akın’ın tehditkar sesi ile Tuğkan nispet yapar bir eda ile konuştu.

 

“Yavrum dedim. Niye, noldu da?” Tuğkan’ın utanmazlığı şaka mıydı?

 

Kendime hakim olamayarak konuştum. “Tuğkan, geliyorum. İki durağım kaldı.” Olaya el atmak bir nebze işe yaramış gibiydi. “Neden aradın?”

 

Arkadan Akın’ın, Tuğkan’a savurduğu tehditler yükselirken Tuğkan ise keyfi yerinde bir şekilde konuştu. “Tamam geliyoruz almaya. Kardeşler Pastanesinin durağında in sen.” Almaya geliyoruz derken?

 

“Almaya geliyoruz derken?” Diye sorduğum sırada bir durağı daha geçmiştik. Otobüsün düğmesine basarken omzumdan düşmek üzere olan çantayı omzuma geri koydum. “Hepiniz mi?”

 

Tuğkan, Akın’ı susturmak için ona bağırıp çağırdıktan sonra tekrar benle konuşmaya devam etti. “Ne dedin yavrum?” Kalp hızım her kelimesiyle daha da artarken gerçekten içinde bulunduğum mont tarafından sıcak basmış gibi hissediyordum.

 

“Hepiniz mi geliyorsunuz?” Diye kısık bir sesle sorduğum da otobüs durağa gelmiş ve kapılarını açmıştı bile. Araçtan inip kaldırıma çıktığım da gözlerim etrafta gezindi. Havanın karanlığı ile sokak lambaları yanmış, soğuk hava yüzüme yüzüme çarpmaya başlamıştı.

 

Arkadan Kadir’in sesi duyuldu. “Ortamlar bizi bekler Sarı!” Sözleri ile kaşlarımı merakla çatmışken cadde arasından dönen ve oldukça güzel olan siyah bir araba ile gözlerim şokla irileşti. Yok artık, daha neler!

 

Arabadan yükselen müzik sesi yavaş yavaş düşerken araba önümde durmuş, sürücü koltuğuna ait pencere açıldığında Tuğkan ile göz göze gelmiştim. “Nasıl?” Diye eliyle arabanın yüzeyine dokundu. Elimdeki telefonu kulağımdan indirip kapattığım da diğer pencereler de açılmış ve Akın ile göz göze gelmiştik.

 

“Bu yamuk pezevenk neden sana yavrum diyor kuzen?” Akın’ın sinirli olmaya çalışan sesi ile yanında oturan Kadir bir anda kafasına geçirmiş ve ensesinden bastırarak üstüne çıkıp pencereden bana selam verdi.

 

“Gizem nerede?” Diye bana sorgulayıcı bir bakış atsa da onu önemsemedim.

 

Onun da ensesinden yakalayıp çeken kişi Lala’ydı. “Sana ne lan kızdan? Otur oturduğun yere. Ağırlığın olsun biraz amına koyayım.” Lala’nın artık onlardan bıkmış olan tavrı ile Tuğkan daha fazla dayanamayıp arabadan inerek tam benim karşımda durdu.

 

Yüzünde oldukça memnuniyet içeren bir sırıtma vardı. “Alayım çantanı.” Omuzlarımdan çantamı indirerek aldığında ona olan şaşkın bakışlarımı fark etmiş gibiydi.

 

“Bir yere mi gidiyoruz?” Kalbimin atışını engelleyemiyor oluşum yetmemiş üstüne sesim titremesin diye çok ayrı çabalara girmiştim.

 

Sözlerimi onaylar şekilde kafasını sallayarak elimden tutup arabanın diğer tarafa götürüp ön kapıyı araladı. Arkadan gelen imalı sesleri umursamadan bana oturmamı işaret etti. “Seni çok güzel bir yere götüreceğim.” Dediğini yapıp koltuğa oturduğumda çantamı arkada oturan Lala’ya uzattı.

 

“Nasıl güzel bir yer orası?” Şüphe ile arkamı dönüp Akın, Kadir ve Lala üstünde göz gezdirip tekrar ona kaldırdım. “Siz bir şeyler karıştırmıyorsunuz değil mi?”

 

“Olur mu öyle yavrum?” Tuğkan kapımı kapatıp tekrar kendi tarafına gidip sürücü koltuğuna oturduğunda kapıyı kapattı. “Eğleneceğiz biraz.”

 

“Biraz mı?” Ses Kadir’den yükseldi. “Eğlencenin a…” Lala onu susturmuştu.

 

Benim gözlerim ise Tuğkan’da kalmış hala geçerli bir cevap beklemekteydim. O da bunu fark etmiş gibi bana döndü. “Bana güveniyor musun?” Bugün sorduğu soruyu tekrarladı.

 

Ben ise şüphe karışımı bir şekilde sordum. “Güvenmeli miyim?” Kalbimin deli gibi atıyor olmasına engel olamadım.

 

Sözlerim Tuğkan’ın hoşuna gitmiş gibi sırıttı. “Kesinlikle.”

 

Bir Kez daha ona güvenmeyi seçtim.

 

Bölüm : 26.11.2024 22:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...