Yıldızcıklarda ve yorumlarda buluşalım, iyi okumalar... 🤍
| SAKIZ |
-28. Bölüm: Kahve ağaçlarıyla dolu orman...-
~~~
"Üff..." Telefonu masaya bırakıp başımı geriye attığımda arkamda Araf'ı gördüm. Eğilip açıkta kalan boynuma dudaklarını bastırdı, "Neye üflüyorsun güzelim?"
"Yağmur, açmıyor." dediğimde masanın başındaki yerini almıştı. Elimi tuttu, "O kız, senin önemsediğin kadar önemsemiyor bir şeyleri, sana açık olmak istemediği de belli."
Rahatsız etmişti Yağmur hakkında bunları söylemesi. Kaşlarım çatıldı, "Başlama yine Araf. Dün çok açık olduğunu gördün, ya bir bebek varsa? Sen nereden bilebilirsin bana açık olup olmadığını?"
"Bilemem, sana bu konuda açık olmam gerekir. Araştırıyorum. Ve bir şeyler çıktıkça şüphelerim artıyor Gece'm." Önümdeki kahvaltı masasındaki bardağa uzanarak bir yudum su aldım. Sabah kalktığımda kahvaltı hazırdı, Esma Hanım'ı görememiştim ama. Bir yere gitmiş olmalıydı. Araf ise çalışma odasındaydı, benimleyken geç uyanıyordu ve geç saatlere kadar da çalışıyordu. Bugün şirkete gitmesini istememiştim, dün migreni tutmuştu, ben de yalnız kalmak istemiyordum.
"Araştırıyorum derken? Ne anlamda?"
"Seninle konuşmaları sağlam değildi kızın, Timur'un da bu konuda bir şey bilmeyip bildiklerini uyuşturamaması şüphelendirdi bizi. Tek gördüğüm ise o kıza pek güvenme, dikkatli ol." dediğinde yüzüm buruştu, ne diyordu şimdi?
'Birbirinize laf atanları aranıza almayın çocuklar. Gece, sen ablasın, Yağmur'u kolla.'
"Kendine gel Araf, Yağmur'dan bahsediyorsun. Sana güvenmem ona güvenirim. Saçma sapan konuşma." diyerek masaya bıraktığım telefonu alıp ayaklanacakken elimi sıktı Araf, kalkmamam için. "Bırak."
"Güzelim," ayağa kalkıp beni oturttu tekrar, önüme sandalyesini çekerek oturdu. Aslında dinlemek istemiyordum o dediklerinden sonra ama uğraşacak halim de yoktu. "Yıllarca birlikte büyüdüğün biri, bunu sana böyle açıkça söylememin hoşuna gitmemesi çok doğal. Haklısın. Ama uyuşmayan şeyler var, açığa çıktığında daha da üzülmemen için önceden uyarmam gerekiyor seni."
Dediklerini anlayamıyordum. "Ben neden üzüleyim Araf?"
"Belli etmesen de büyük bir bağ kuruyorsun Gece'm. Olanlar seni de etkiliyor." Bunu bilemezdi, kendi içimde olan şeylerdi ve ben umarsız biriydim. Etkilenmezdim pek, Rabia Annem iyi bir öğreticiydi, üzülmemem için baştan savmayı bilirdim. "Ben eve gideceğim."
"Nevra." sitemliydi sesi, kaşlarımı kaldırdım ne var dercesine. "O zaman sen de doğru konuş."
"Pekâlâ, bu konuyu bir daha açmayacağım."
"İyi olur." Sinir olmuştum, bunu gördüğü belliydi. Beni kucağına çekti, saçlarımı geriye doğru tarayıp dudağımı öptü. "Bugün birkaç saatliğine Timur ve Emir gelecek, sonrasında dışarı çıkmak ister misin? Seni beğeneceğin bir yere götüreceğim."
"Nereye?"
Gülümsedi, "Beğeneceğin bir yer dedim ya." Ellerimi omuzlarına attım, "Üf o cevap mı Araf?"
"Üf denmez sevgiliye." diyerek boynuma bir öpücük daha kondurdu. "Kahvaltını yap Nevra."
Yerime geçerken ona da sordum. "Sen yaptın mı?"
"Hayır, seni bekledim güzelim."
"Kaçta uyandın?"
"Dokuz gibi." Saat on ikiye geliyordu. Bakışlarımı masadan ona çektim, "Çalışma odasının kapısı açık olunca çalışmıyorsundur diye giriyorum odana, çalışıyor oluyorsun. Neden açık bırakıyorsun?"
Gülümsedi, "Ses yalıtımı olduğu için güzelim. Sen evdeyken açık kalmalı, seslendiğinde duymam gerekir."
"Telefonla da arayabilirim."
Gözlerini gözlerimde gezdirdi, saçlarıma dokundu, "Evde sesini duymak hoşuma gidiyor." Gülmemek için dudaklarımı bastırdım birbirine, hoşuma gitmişti. Konuyu değiştirdim. "Esma Hanım nerede?"
"Oğlunun okuluna gitmesi gerekiyordu. Birazdan gelecek." Başımla onaylayıp kahvaltıya döndüm. Telefonum çalmıştı. Elime alıp kimin aradığına baktığımda Araf'ın görmemesi için anında kapattım. Ters şekilde geri yerine koyarken sesini de çaktırmadan kapatmıştım. Şu an hiç sırası değildi. Ayrıca neden beni arıyordu?
"Yağmur, birazdan ararım." dedim kendi kendime. Telefon titremişti, mesaj gelmişti. Elime alıp Araf'ın görmeyeceği bir şekilde tutarken telefonu Araf konuştu, "Güzelim, kahvaltını yap. Boş ver şimdi, sonra konuşursunuz." dediğinde telefon ekranını kapatıp bakışlarımı masaya çektim. Fazla gerilmiştim. Yalan söylemeyi ne ara öğrenmiştim de anında uydurabiliyordum?
Kahvaltıma devam ettim. "İşe gitmeyecek misin bugün?"
"Nasıl?" Bakışlarımı ona çektim, bugün gitmeyecekti. "Yani yarın..."
"Yarın gitmem gerekiyor, en azından birkaç saatliğine uğramalıyım."
"Ben de eve geçeceğim zaten, benim de işlerim var." dediğimde geriye yaslandı. "Burada halledebilirsin güzelim."
"Evet ama Yağmur'u boşladım, onu çağıracağım."
"Buraya çağırabilirsin." dediğinde her şeye bir kılıf uydurması canımı sıkmıştı, göz devirdim. "Araf hep burada kalamam, benim de bir evim var. Gideceğim."
Kahvaltısına devam ederken yan bir bakış attı, "Kalabilirsin bu arada." Böyle mırıldanması komik gelmişti, güldüm.
"Emir'ler ne zaman gelecek?" Saatine baktı, onu süzdüm. Evde olsa bile takım giyiyordu, sanki her an işi çıkabilirmiş gibi hazırdaydı. "Bir gibi burada olurlar."
Kahvaltımı hızlıca bitirip ayaklandım, "Yağmur'a döneyim ben." diyerek ayağa kalktım. "Bekle güzelim." dedi. "Her defasında aklımdan çıkıyor," diyerek ayağa kalktı. Elimi tutup beni çıkışa yönlendirdi. Portmantonun orada bulunan cihazdan bir şeyler yaptığında cihazdan "Şifre onaylandı." diye bir ses gelmişti. "Elini ver."
"Ne yapıyorsun?"
"Kapı parmak iziyle açılıyor, kaydediyorum." dediğinde ona uzattım elimi. "Parmak izi kaydedildi, onay bekleniyor." dediğinde Araf yine bir şeyler yaparak kendi parmak izini okuttu. Ben ise şaşırmış izliyordum. "Kapı şifreli değil miydi?"
"Parmak izi olanların şifresini onaylıyor sadece." dediğinde dudaklarım aralandı, bu kadar güvenlik çok çok fazlaydı ve paranoyakçaydı.
Boş verip "Yukarı çıkacağım sevgilim." dedim ona, "Yağmur'la konuşacağım."
Yatak odasına girip telefon ekranını açtığımda Fatih Bey'in mi mesajına girsem, gerçekten Yağmur'u mu arasam kararsız kalmıştım. Dudaklarımı yerken ekranda Yağmur'un ismi çıktı, şaşırdım. "Alo Yağmur?"
"Nevra,"
"Neredesin sen, niye açmıyorsun telefonları?"
"Sorma, dersler falan. Bir sürü işim vardı." Asıl konuya gelmemesi sinirimi bozdu. "Ee Yağmur?"
"Ne ee'si?"
"Yaptın mı?"
"Neyi?"
"Testi Yağmur, neyi olacak?" Derin bir nefes aldı, bu beni korkutmuştu. Sonucu anlayamamıştım. "Yaptım yaptım, yok bir şey. Her şey normal." dediğinde bu sefer büyük bir nefes alan bendim, "Oh,"
"Şükürler olsun. Daha kaç yaşındasın Yağmur, Rabia Annemin dediklerine hiç kulak asmadın mı? Dikkat et."
"Tamam tamam. Bugün ne yapıyorsun? Buluşalım, geleyim sana. O adamla olduğundan beri benden uzaksın. Konuşamıyoruz da doğru düzgün, bugün takılalım." Haklıydı, çok boşluyordum onu. "Uzak falan değilim Yağmur. Olur gel, ben de eve geçerim birazdan." derken kapı açıldı, yatakta oturuşumu oraya çevirdiğimde Araf'ı gördüm.
"Tamam anlaştık. Görüşürüz kankam, öpüyorum." diyerek telefonu kapattı. Telefonu yatağa atıp ona baktım. "Yağmur bugün bana gelecek, eve gitmeliyim." derken yanıma oturdu. Bir eliyle saçlarımı düzeltip boynumu öptü. Geri çekildiğinde gözleri yüzümde geziniyordu. "Tamam güzelim, ne zaman istersen söyle, çıkarız." Başımla onaylayıp giyinme odasına gittim. Geceliğimi değiştirip tekrar onun yanına döndüm ve kucağına çıktım, onunla yakın oturmayı seviyordum. Dudaklarımı dudaklarıyla birleştirmek için ona doğru ilerlediğimde gözlerimiz kapanırken zil çalmıştı. Kaşlarımı çattım, "Bu odada ses yalıtımı yok muydu?"
Sırıttı. Bir yeri işaret etti, oraya baktım, "Zil sesini duymamız gerekir bebeğim." dediğinde kucağından kalkıp telefonu alarak kapıya yöneldim, "Bence kaldır o şeyi, uykularımız bölünür." diyerek çıktım odadan. Peşimden geliyordu, "Sadece uykular mı?"
Gülmemek için sıktım kendimi, pis bir herifti. "Sus Araf, kapı aç Araf..." diyerek mutfağa yöneldim. Sakız alacaktım. Mutfağa girdiğimde gelen seslere kulak astım, Timur ve Emir'di. Fanustan bir sakız alıp çiğnemeye başladım. Üç kahve bardağı ve bir de çay bardağı alarak tepsiye koyup makineleri çalıştırdım. Esma Hanım çay da yapmıştı, sanırım Timur'un geleceğinden haberdardı. Onlar ısınırken telefonu alıp Fatih Bey'den gelen mesajı açtım.
Fatih: Bilekliğini aldın mı?
Nevra: Anlamadım?
Neyden bahsettiğini anlamamıştım. Bilekliği atması gerektiğini söylemiştim ona, göndermiş miydi yine de? Anında geri dönüş yaptı.
Fatih: Araf bilekliği bende gördü söylemedimi sana
Fatih: [Fotoğraf.]
Fatih: O bileklik için oldukça iyi hırpalandım Nevracım
Kendi fotoğrafını atmıştı. Hiç sormadan samimiyeti ilerletip hanımı kaldırmış, şimdi de -cım eki ekliyordu ismime. Bu adam gerçekten kendini bilmez birisiydi belli ki. Araf'a kendisi göstermediği sürece bilekliğin onda olduğundan haberi olamazdı, aptallık kendisindeydi. Ne diye gözüne sokarsın bilekliği? Madem birlikte iş yapıyorlar Araf'ı da tanıması gerekirdi. Kıskanç bir adamdı, böyle bir şey yapardı.
Nevra: Üzgünüm Fatih Bey ama sizde de suç var sanırım? Size bilekliği atmanızı söylemiştim, Araf'a göstermenizi değil.
Fatih: 🤨 Akıllı kızsın
Fatih: Haklısın ama oyunlarımızın kuralları böyle birbirimizi azdırmak 😏
Fatih: Arafın zaafıda sensin
Fatih: Hoş zaaf edinilmeyecek kızda değilsin
Nevra: Oyununuz kadınlar üzerinden mi ilerliyor?
Konuşması midemi bulandırmıştı, eğer böyle bir şey varsa Araf'ı da harcardım. En, en nefret ettiğim insan tipleriydi bunlar. *r*spu çocukları.
Kahveler ve çay ısındığında bardaklara koydum. Kendi kahvemden bir yudum alıp burada bıraktım, geri dönüp konuşmalıydım bu adamla, ne saçma sapan işleri var çözsem iyi olurdu. Araf hiç anlatmıyordu. Telefonumu cebime koyup yukarı çıktım. Girmeden önce ne konuştuklarını merak ettiğim için duraksadım, özel olsa kapatırlardı kapıyı, beni ilgilendirmiyordu. "...başlayınca *mcık Fatih mekanlara girmiş." Bunu diyen Emirhan'dı, onun küfrettiğini pek duymazdım.
Araf, "Kimlere?" diye sorduğunda Timur yanıtladı, "Zaroğlular'dan başlamış, Büyükçekmece'deki. Sıcak savaş çağrısından sonra ödenekler yükselince şu an ödeyemeyecekler arasındaydı. Bu s*kik de ödemezsen mekandan çık demiş."
"Zararı ne?"
"Patlatmış mekanı." Anlamadığım konularda konuşuyorlardı, kapıya birkaç defa vurup içeri girdim. Araf'la göz göze geldiğimizde elimdekilere baktı, dudakları aralandı. Beklemiyordu belli ki. Ayaklanıp masanın yanına doğru ilerledi.
Onlara doğru gittim, "Hoş geldiniz." diyerek tepsiyi orta sehpaya koyup Araf'ın kahvesini aldım. "Hoş bulduk Nevra." demişti Emirhan. Araf'ın yanına gidip ona kahveyi uzattığımda dudağının bir yanının kıvrılmış olduğunu gördüm. Onun her zaman ki yaptığı gibi taklit ederek bir gözümü kırptım, ne oldu anlamında. Sessizce gülerek belimden tutup yanına aldı beni. Onlara dönerek "Bor-" derken yarım bırakmıştı kelimesini. Şaşırmış bir şekilde bana döndü, "Sen Timur'un çay içtiğini nereden biliyorsun?"
Yüzümü ekşittim, ters ters Timur'a baktım. "Geçen gün öğrendim, kahve sevmeyen biri unutulur mu aşkım? Kendisini sevmemek için bir neden daha!" dediğimde gülmüşlerdi, oysaki ciddiydim.
Timur, Araf'ın cümlesini devam ettirdi, "Borcu mu soracaksın?"
"Evet. Dosyayı geçen istemiştin, bu yüzden mi?"
Timur "Aynen." diye karşılık verdi.
"Ne kadar?"
“İki yüz bin küsürdü." Başını salladı Araf, "İbra gönderelim." dedi.
"Emin misin, ibra yerine mahsup daha olur değil mi? Yüz bin doları falan keselim en azından." Dönen paralar neydi böyle, bir borç iki yüz bin dolar olur muydu? Araf sandığımdan da varlıklı biriydi sanırım.
Ayakta durmaktan yorulmuştum, Araf'tan ayrılıp koltuklara ilerledim, ikili koltuktaki Timur'un yanına oturdum. "Eminim. Yurtaltı'nın o ibnenin yaptığını desteklemediğini anlasınlar, örgütte anlaşmazlık olduğunu da. Taraflarını da ona göre seçerler, Yurtaltı'na da zarar gelmiş olmaz. Sadece sarsıntı yaratalım."
"Ekin duyarsa?" dedi Timur.
"Duyması için yapıyorum."
Emirhan, "Planın ne?" demişti.
"Mühür." dedi Araf. Konuştuklarından hiçbir şey anlayamıyordum. Meraklanmıştım. Emir tekrar konuştu. "İyi de mührü getirirse ya büyükbaşların derecelerini de düşürerek hasbaş olarak kendisi geçmeli ya da yeniden büyükbaş seçimi yapılmalı. İkinci seçenek uzun bir süre gerektirir, tüm sektöre çağrı demek Araf." Sıkıcı gelmişti konuşmaları, telefonumu çıkartıp onunla ilgilendim, Fatih denen adam yanıt vermişti. Timur'un ekranı görmemesi için telefonu hafif eğdim.
Fatih: Oyuna güzel kadınlar girdiğinde neden olmasın?
Nevra: Araf'ın bundan hoşlanacağını düşünmüyorum Fatih Bey.
Fazla ileri gitmişti, amacını görebiliyordum. Aptal bir kız değildim, dedikleri kadar şerefsiz bir adam olduğunu anlamıştım. Başta çok nazik biriyken, neden öyle olduğu belliydi. Telefonu kapatıp elimde tuttum, ne olur ne olmaz.
Timur'un gözleri bana değdi, "Ki Ekin evli değil, hasbaş olamaz. Sen de büyükbaş olamazsın, ne evlilik ne nişan var." Bunu dediğinde Araf yerinde kıpırdandı. "Evet, burada da ne Ekin ne ben, Ekrem Amca devreye girmeli, konuşacağım onunla."
Emir bitirdiği kahvesini orta sehpaya koydu, başını olumsuz anlamda sallamıştı. "Bu işleri ikisinin de istemediğini biliyorsun. Ekrem Amca babasına bile karşı geldi bu yüzden. Onu sen daha iyi tanıyorsun, asla kabul etmez." dediğinde Araf derin bir nefes aldı. Bana doğru gelirken Timur ayağa kalkmış, masaya ilerlemişti. Dosyalara bakındı. Araya girmek istedim. "Evlilik ne alaka?"
Sorumla yanıma oturup kolunu omzuma atan Araf gerilmişti, onda olan bakışlarım Timur'a kaydı. O yanıtlamıştı sorumu. "Hasbaş olabilmek için evlilik gerekiyor. Büyükbaşlarda ise en az nişan sözleşmesi."
Cevabıyla yüzümü buruşturdum, "Bu ne saçma şey. Amaç zorla birileriyle mi evlendirmek? Saçmalık."
Emirhan "Baştaysan otoriten sarsılmamalı. Her adımının nedeni belgeli olmalı, birliğe karşı büyük sorumluluğun oluşuyor. Bazı adi herifler yanındaki kadın üzerinden vurabiliyor. Büyükbaş olarak karşılık verirsen nedeninin belgesi olmalı, sevgilim diyerek sözde bir neden değil." diye yanıtlamıştı beni. Kendisi yanımda küfür etmiyordu, kelimelerini seçiyordu.
Telefonuma gelen bildirimle bakışlarım ekranı buldu. Fatih'in ismi ekranda çıkarken ben donakalmıştım. Hareket edemiyordum, Araf yanımdaydı ve telefon kucağımdaydı. Görmemesi imkansıza yakındı. Yine de bir ihtimal ona çektim bakışlarımı.
Omzumdaki kolu geri çekildi. Ona döndüğümde kaşları çatık telefon ekranına bakıyordu. Kucağımdaki telefonu aldı. Bunu tahmin etmemiştim, mesajları okuyacağını hiç düşünmemiştim. Neyse ki benim bir suçum yoktu, gayet normal konuşmuştum. Sinirlense de üste çıkabilirdim.
Çenesi kitlenmişti, mesajlara girip numaraya baktı. Geri çıktı. Mesajlarda gözlerini gezdirdi. Telefonu öyle bir sıkıyordu ki kırabilirdi her an. "*r*spu evladı." Ağzından çıkan kelime nefret doluydu, bu kadar sinirlenmemeliydi, benlik bir durum yoktu, "Araf," derken bakışları beni buldu, gözleri kısıldı. "Ne attı sana?" Fotoğraftan bahsediyordu, tek seferlik atmıştı. "Araf bak," sözümü böldü, "Fotoğraf neydi güzelim?" sesi sakin durmasa da cümlesi sakindi.
"Kendisini, morlukları." Ayağa kalktı, "P*ç kurusu," Gözleri çocuklarda gezindi, Timur ne olduğunu biliyor gibi izliyordu.
"Ne oldu?" Emirhan sordu.
"O yarı d*llenmiş *bnenin sonu geldi." diyerek kapıya yürüdü. "Araf," desem de yetişememiştim, çıkmıştı. Arkasından gitsem de bir şey değişmezdi. Odaya dönüp telefonumu aldım. "Ne gördü Nevra?" Bunu soran Emirhan'dı. Ben derin bir nefes alırken Timur yanıtlamıştı, "Fatih p*çini."
"Ne?!" Böyle söyleyince yanlış anlaşılıyordu, ani bir tepki koyması normaldi, göz devirdim Timur'a. "Mesaj atmıştı, bana çarptığı gün. Bilekliğimi düşürmüşüm onunlayken, onunla ilgili konuşmuştuk."
"Sana cevap vermemen gerektiğini söylemiştim." Timur'un haklılığı şu anda sinirimi bozuyordu. "Kendi uzattı."
Emir araya girdi, "Fotoğraf mı attı sana?" Başımı salladım, "Evet,"
"Hass*ktir." diye mırıldanarak kapıya baktı. "Yine nereye gitti?" Sorumla Timur güldü, kahkaha atmıştı. "Taşlık'a. Şeytan taşlayacak."
Kaşlarımı anlamazca çatıp Emir'e baktım, Timur'un saçmalıklarını dinleyemezdim şu an. "Bu sefer harbi öyle." dedi Emir de.
"Gebersin p*ç kurusu." Timur'un keyfi yerindeydi. Emir ona döndü, "Ulan gerizekalı Fatih de küçükbaş, gebertirse olacakların farkında mısın?"
Sırıttı, "Araf halleder."
"S*k-" gözlerini kapamış, duraksamıştı. "Ebeni halleder." diyerek kapıya gitti o da. Timur'a döndüm, "Sen de gitsene, çok sinirlendi, ya bir şey yaparsa?"
Gülüp koltuğa attı kendini, "Aynen gideyim beni de s*ksin kardeşim."
"Of!"
"Seni uyarmıştım."
"Başlayacağım uyarmana, kendi mesaj attı. Ne yapayım? Benim ne suçum var? Hem Araf da farkında bunun, sinirlenemez bana." diyerek kendimi aklamaya çalıştım.
"Cevap vermemeliydin. Mesaj attığı gibi Araf'a söylemeliydin."
"Aynen, çok biliyorsun." dediğimde telefonum çaldı. Yağmur arıyordu. "Kim?"
"Araf bile hesap sormuyor be, yürü git." diyerek açtım telefonu. "Efendim?"
"Neredesin Nevra?"
"Araf'ta."
"Anlaşıldı, her zamanki gibi." dediğinde bugünü hatırladım. Gözlerimi yumarken, "Özür dilerim, gelince anlatacağım, hemen geliyorum." dedim ve telefonu kapattım. Timur'a söylesem beni bırakır mıydı acaba? Ya da Araf'ın adamlarından birine söylerdim.
"Bir daha yazarsa sakın cevaplama. Hoş yazabilecek halde olmayacak ama..."
"Ne kadar ileri gider?"
"Korkma, bir şey olmaz. Ufak bir incitme. Küçükbaş sonuçta, öldüremez maalesef." Kaşlarımı çattım, "Şöyle konuşma." Korkmuyordum, o ne yapacağını bilirdi. Ona ve düşüncelerine güveniyordum. Her adımını sağlam düşünerek atıyordu.
"Haklıyım." diyerek telefonunu eline aldı. Sonra tekrar bırakıp bana döndü, "Neden geri dönüş yaptın. Yani Araf'a söyle dedim sana, uyardım. Konuşmayı neden kesmedin?" Sesi oldukça merak etmiş gibiydi. Yanlış gözüken bir durumdu gerçekten.
"Araf hiçbir şey anlatmıyordu, o da gayet açıklayıcı oluyordu. Siz açık açık anlatmıyorsunuz."
"S*ktiğimin açıklaması, ne yalanlar uydurmuştur p*ç kurusu. Neyde açık olmadık? Araf bilmen gereken her şeyi söylüyor. Bilmemen gereken ise bilmemen gereken bir şey ki söylemiyor, öğrenmek için bu kadar meraklı olma."
'Merak etme Gece,'
"Rabia annem gibi konuştun." Sıkılmış bir nefes aldı, "Başlayacağım Rabia annene de."
"Doğru konuş."
"Bak Nevra, Fatih gibi p*çler yalanlarıyla seni öyle bir uyutur ki uyanamazsın." dudaklarını ıslattı, "Böyle bir durumla bir daha karşılaşamazsın ama olur da yaşanırsa Araf'tan gizleme. Bir şeyler öğrenmek istiyorsan da ona sor. O sana, senin için en doğru olacak şekilde anlatır. Değil mesajlaşmak, Araf sevdiği kadının bir başkasıyla aynı havayı soluduğunu düşününce bile çileden çıkan biri, buna ne yaftası yapıştırırsan yapıştır, böyle. Belli ki pek farkında değilsin, olmalısın."
Haklıydı, sorduğum sorularda Araf da böyle diyordu. Anlatıyor ve senin bilmen gerekenler bu kadar diyordu. Kıskanç olduğunun da farkındaydım ama bunu törpülemesi gerekirdi, ben aşırıya gelemezdim. Alttan da almazdım, Rabia annem alttan aldıkça üste çıktıklarını söylerdi. Omuz silktim, "Eve gitmem gerekiyor."
"Araf gelince bakarsınız."
"Hayır, Yağmur bekliyor, şimdi gitmeliyim."
"Olmaz Nevra."
"Neden?"
"Araf olmadan gidemezsin." Bu cümlesi kızıştırmıştı beni. "Ne alaka ya?! Gayet giderim."
Göz devirdi, "Habersiz gitmen hoşuna gitmez."
"Haberi vardı, gideceğimi biliyor."
"Bugün birlikte olacaktınız?" dediğinde duraksadım... Doğru ya, planı vardı bugün, bir yerlere gidecektik. Yağmur arayınca, aklımdan tamamen çıkmıştı. Unutmuştum, kendime sinir oldum, eve gitmeliyim dediğimde tamam demişti.
Ona ters bir bakış attım, "Sen nereden biliyorsun? Her b*ku da bilme! Utanmasan odamıza da girersin."
Gözlerini kıstı, "Sözlerine dikkat et."
"Etmiyorum, öyle. Her yerden çıkıyorsun." diyerek ayaklandım. Öfkemi ondan çıkarmıştım. Kapıya ilerlerken arkamdan "Dengesizin tekisin." dedi. Ona döndüm, "Kes sesini, gidiyorum ben." diyerek çıktım kapıdan. Aşağı inerek mutfağa yöneldim, su içmek için. Esma Hanım da mutfaktaydı. Şimdi de sarma sarıyordu. "Kolay gelsin."
"Sağ olun Nevra Hanım. İstediğiniz bir şey varsa hemen halledeyim."
"Yok, teşekkür ederim." Bir bardak su alıp orta tezgahta Esma Hanım'ın karşısına oturdum. Ardımdan Timur da gelmişti. Elindeki telefonumu önüme bıraktı. "Hoş geldin, Esma Abla."
"Hoş buldum oğlum sen de hoş geldin. Çay koyayım mı?"
"Olur." diyerek yanıma geçti. "Kadını neden kaldırıyorsun, görmüyor musun iş yapıyor? Kalk kendin al."
"Kes sesini."
"Bana bir daha kes sesini dersen seni yolarım."
"Aynen." diyerek sarmalardan ağzına attı. Tencereyi yana doğru çektim. "Öküz müsün? Pişmemiş onlar, kadın o kadar sarmış. Bırak yeme."
"Ya manyak mısın nesin, yürü git işine kızım. Yememiz için yapıyor zaten, çattık ya."
"Bana kızım deme! Pişmeden yenmez, azaltma, her defasında yenisini mi sarsın?"
"Ya sabır." derken Esma Hanım çayı Timur'un önüne koydu. Tekrar yerine geçip devam etti işine. Ben de bardağı ve telefonu elime alarak bardağı makineye koymak için ayaklanıp bulaşık makinesine doğru gittim. Gergindim, sinirlerim bozuktu, Araf da hâlâ aramamıştı, hem onunla günümüzü unutmuştum hem de üzerine Fatih olayı çıkmıştı. Telefonu da bardağı tuttuğum elime alıp makinenin kapağını açarken Timur'a baktım, "Sen niye hâlâ buradasın? Esma Hanım evde, hadi git işine."
"Lan meraklı mıyız sana, başlarım ama sözüne. Ne çekilmez bir kadınsın ya sen, yazık lan kardeşime, bu ne böyle, dırdır dırdır."
Dediği şeylerle ağzım aralandı, kanımı ısıtıyordu bana ters ters konuşması, iyice gerilmiştim, sesim yükselmişti. "Bana bak hadsiz herif benimle doğru konuş!"
"Lan yürü git işine!"
"Sen git be!" derken elimdeki bardağı ve telefonu ona doğru fırlattığımda karşı duvara çarparak kırılmıştı. Çıkan tok sesle şaşırmıştım. Bir anda elimden çıkmıştı, öyle bir şey yapmayı düşünmemiştim bile. Yapmamıştım. Öylece olmuştu.
"Nevra Hanım... iyi misiniz?"
"Başlarım lan sinirine, karşında Araf yok senin." Bağırmıyordu, dümdüz konuşuyordu. Ayağa kalktı, işaret parmağını doğrultmuştu. "Hiçbir s*kime gitmiyorum, sen de gidemezsin, otur oturduğun yerde. Çık bakalım şu kapıdan neler oluyor." diyerek mutfaktan bahçeye çıkmıştı. Kalbim hızlı atıyordu, sık sık nefesler alıp atışlarıma yetişmeye çalıştım.
"Nevra Hanım," bölmüştüm, "İyiyim, iyiyim." diyerek mutfaktan çıktım. Salondaki koltuğa oturdum. Bilerek olmamıştı. Sadece sinirlenmiştim ve ne düşündüğümü bilmiyordum.
Gözlerimi kapatıp başımı geriye yatırdım. Her şey birbirine giriyordu. Yağmur'u unutuyordum, Araf'ı ekiyordum, yalan söyleyebiliyordum.
'Sözümden çıktıkça kaybedeceksin.'
Eve gitmeliydim, Yağmur beni arayıp ulaşamıyordur. Araf'ı aramalıydım.
"Al, ara."
Gözlerimi açtığımda Timur'un telefonunu uzattığını gördüm. Başımı kaldırıp ona baktım, uzattığı telefonu aldım. "Teşekkürler."
Araf'ın numarasına tıklayıp kulağıma götürdüm telefonu. Birkaç çalıştan sonra açtı, "Söyle güzelim?" Nefes nefese geliyordu sesi.
"Neredesin Araf?"
"Geleceğim, bir şey mi oldu, sesin neden kötü geliyor, neden Timur'un telefonundan aradın?"
"Bir şey yok, gel. Yağmur beni bekliyor, gitmem gerek, hemen gel." duraksadı, nefesini verdi. "Geliyorum güzelim, geliyorum." Telefonu kapatıp Timur'a uzattım. Bir şey demedi. Ben de demedim.
Öylece oturup saate bakarak saniyeleri saydım. Tam olarak saniyeleri saydım, çok yavaş akıyordu, bir türlü gelmiyordu.
Kapının açıldığını duydum, ayağa kalktım. Araf içeri girdi, "Neredesin sen?" Ani çıkışımı ben de beklemiyordum, ama bir türlü gelememişti. Bana doğru adımladı, "Kaç saattir gelemedin! Birden gidiyorsun, birden kayboluyorsun, hiçbir şey söylemiyorsun, nereye gittiğini bilmiyorum, neden gittiğini bilmiyorum."
"Neden gittiğimi biliyorsun." uzandığı elimi çektim. "Tek sorun bu mu Araf," birkaç adım uzaklaştım, "Ben gideceğim. Yağmur bekliyor."
"Konuşalım sonra güzelim."
Sakinliği daha da delirtiyordu beni, "Ne konuşacağız ya? Saçma sapan şeylere kurulup defoluyorsun. Ne nereye gittiğimi haber vereyim, ne ne zaman döneceğimi haber vereyim,"
Gözlerini yumdu, "Yukarı çık güzelim, konuşalım."
"Konuşmak, istemiyorum." Kelimeler ağzımdan yüksek sesle ve tek tek bastırarak çıkmıştı. Timur bu sırada bahçeye gitmişti, kaşları çatıldı, "Böyle mi çıkalım? Önce sakin ol güzelim, hadi yukarı."
"Hayır, gidiyorum ben." diyerek yanından geçmek için ilerlediğimde önümde durdu. Sanırım yine migreni tutmuştu, gözlerinin çevresi kızarmıştı.
"Nevra Gece, yukarı." Sesi toktu. Yüksek sesle söylememişti ama sertti. Benim inadım onun sert sesinden daha keskindi, bunu biliyordu. Bana böyle konuşamazdı, herkese konuştuğu sesini bana gösteremezdi.
"Çık-mı-yo-rum." Hecelemiştim, sinirimi bozuyordu bu üstten konuşmaları. Onu iterek hecelediğimde bir anda bileklerimden tutup beni kendine çekerek kalçamı sarıp omzuna aldı. "Araf!" diye bir çığlık kaçtı ağzımdan.
"Bırak Araf, bırak!" Ellerimi yumruk yapmış sırtına vursam da öküz öküzdü, işlemezdi. "Araf dedim!" diye cırladığımda kalçama vurdu. Bunu beklemiyordum, çok şaşırmıştım. Ben çırpınırken o aldırış etmeden odaya getirmiş ve indirmişti. Şaşkınlık doluydu yüz ifadem. "Manyak herif," kaşlarımı çattım, "Katıksız manyaksın."
Yanağımdan bir makas alarak belime sarıldı, "Sana manyağım güzelim."
"Döveceğim seni, ağzını yüzünü kırasım var."
Sırıttı, kaşlarını yapmacık bir şekilde çatmıştı. "Bizden zor ebeveyn olur, ne şiddete meyilli bir çiftiz..." diye dalga geçtiğinde omzuna vurdum, sert vuramıyordum, vurduğumda benim elim ağrıyordu.
"S*ktir ordan Araf," derken dudağıma uzanarak ısırmıştı. "Ah!"
"Sevgiliye küfredilmez bebeğim." dediğinde omuzlarımdaki ellerimi yüzüne doğrulttum. Orta parmağımı gösterdiğimde kahkaha atmıştı. "Sen çok terbiyesizleştin."
"Mal bu, istemiyorsan bırak." Sırıttı, yüzümü süzmüştü. "Bırakmam," diyerek boynumu öptü. "Şimdi söyle bakalım, neye sinirlendin?"
"Şöyle anlayışlı olmak zorunda mısın? Ağız tadıyla neden kavga edemiyoruz?" Tekrar gülmüştü. Dudaklarını ıslattı, "Anlayışlı değilim güzelim, sana anlayışlıyım. Ne kadar inatçı olduğunu biliyorsun değil mi?" diye sorduğunda sırıtmamak için içeriden yanaklarımı ısırırken göz devirdim, "Böyle olmadığımda düşünebiliyor musun bizi?"
"Memnun değilsen olma, ayrılırız olur biter."
Kaşlarını çattı, "Memnun değilim mi dedim?" Bir perçemimi alıp geriye attı, "Aksine, beni dindirmeni seviyorum." Beni koltuğa çekerek oturmamızı sağladı. "Konuyu dağıtma bebeğim, neye sinirlendiği söyle bana."
"Bilmiyorum, her şeye."
"Peki, telefonuna ne oldu?"
Hoş olmasa da sonradan hatırlamak komikti, sırıttım, "Yanlışlıkla duvara çarptı."
Sesi şaşkındı, "Timur'un üzerine mi fırlattın?" Bunu nasıl tahmin etmişti? Gerçi kediyle köpek gibiydik, normaldi oluşabilecek senaryoları kurması. Köpek olan Timur'du, köpeğin tekiydi.
"Hayır, yani evet. Ama aslında hayır çünkü isteyerek olmadı. Bilmiyorum yani, öyle her şeye sinirlendim, o da üzerime gelince..." kaşlarını çattı, "Üzerine mi yürüdü?"
"Hayır, öyle değil. Her neyse, Yağmur da eve gitmiş, beni bekliyor, bekletiyorum onu da. Seninle de akşam dışarı çıkacaktık, onu da unuttum tamamen."
"Güzelim," diyerek mümkünmüş gibi beni daha çok çekti kendisine, yanağımı avucuna yaslamıştı. "Buna aldırış etme, sorun değil."
Ellerini işaret ettim; eklemleri kızarmıştı, birkaç çizik vardı. "Ellerine ne oldu?" İkisini de belime sardı, görüş alanımdan çekti. "Önemli bir şey değil."
"Fatih'in yanına mı gittin?" Gözleri gözlerime çıktı, çenesi kasılmıştı. "Nevra Gece," gözleri kısıldı, "Bir başka herifin ismini ağzına alma,"
"Kim olursa olsun, alma. Ağzından çıkan her ismi silesim geliyor dünyadan."
Kaşlarımı kaldırdım, "Saçmalama Araf."
"Saçmalamıyorum Nevra Gece. Ne kadar kıskanç olduğumu bilmelisin. Çok," duraksadı, baş parmağıyla yüzümü okşadı. "Çok ileri giderim, çok fazla."
Gereksiz yere abartıyordu. "Hadi, eve gitmeliyim." diyerek ayağa kalkıp çekiştirdim onu da. Ayağa kalkıp kendisine çekti, uzun ve derin bir şekilde öptü. "Devamı gelmeyecekse beni böyle derin öpme Araf." Kısıkça güldü.
"Arkadaşın kalacak mı? Yoksa gece alacağım seni."
"Bilmiyorum, ayrıca yeter, azıcık da evimde kalayım." Tek kaşı kalktı, sırıtmıştı. "Hangi ev, burası da senin evin..." dediği şey gülümsetse de beni, onu iterek "Git işine Araf," dedim. "Hadi, gidelim, yeter." diye tekrarladığımda elimi tutup ilerletti. Aşağı indiğimizde Timur'u göremedim, "Timur gitti mi?" Araf da benimleydi, o da bilemezdi gerçi. Yine de sormuştum.
"Gitmez, akşam işimiz var, çalışma odasındadır." Başımla onayladım. Çantamı alıp kapıda bekleyen Araf'ın yanına gittim.
———
Selam! Diğer bölüm 28. bölümün part 2’si değil de ara sahne olacak. Araf’ın mesajı gördükten sonra nereye gittiğini okuyacağız, sonrasında part 2 gelecek. Gerçi Timur nereye gittiğini söyledi ama şdkfşdkfşd Şeytan taşlamak nedir? şdfklfkdşkfdş
Timur ve Nevra’nın tartışmaları nereye kadar sürer? Timur’un bu halleri alttan almış halleri, Araf’a söz verdiği için.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
22.19k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |