28. Bölüm

25. Bölüm: Daha başka, daha fazla

Destina
destinasyon

[Medyada Nevra...]

Yeni bir bölümle merhaba! Bir dakika vaktini alacağım...

Bazen bölümleri erken paylaşmak istiyorum ya da ne zaman paylaşsam diye kararsız kalıyorum. Bazen ise bölüm bildirimleri düşmüyor, geç düşüyor, duyuru ile haber veriyorum. Seninle panoda bunlar hakkında iletişime geçiyorum, ara sıra kontrol etmeyi ve takip etmeyi unutma 🤍

Yıldızcıklarda ve yorumlarda buluşmayı unutmayalım! İyi okumalar... 🤍

 

 

| SAKIZ |

 

 

-25. Bölüm: Daha başka, daha fazla...-

~~~

Pazartesiler neden vardı ve neden her zaman erken kaldırmak gibi bir laneti vardı?

Sevmiyordum işte.

Beynimin içinde çalan telefonu aradım yatağın içinde. Bir gözümü açıp yastığın altına attığımda elimi, bulmuştum. Açıp kulağıma götürürken başımı yastığa düşürdüm tekrar. "Ne var?!"

"Şşt... sakin."

"Araf?" Sesim çatallı çıkmıştı, boğazımı temizledim.

"Güzelim. Uyan artık, öğlen oldu."

Gözlerim duvardaki saati buldu, kaşlarım çatılmıştı. Yastığa yüzümü dönerken sesim boğuk çıktı. "Araf saat daha on buçuk, of!"

"Of denmez sevgiliye."

"Sus, denir." Güldüğünü işittim.

"Günaydın güzelim, hadi kalk, şirkete gelmek ister misin?"

"Iy, saçmalama Araf. Geçen hafta yetti bana, evimde mutluyum." Yatakta doğruldum, "Hem dün akşam sen gelmeden önce tüm işlerimi bitirdim, şirkete mail atacağım. Artı bir şey olursa Başak'la haberleşiriz." Telefonu hoparlöre alıp ayaklarımı sarkıttım yataktan, panduflarımı giyerken devam ettim, "Bugün iş tekliflerine göz atacağım. Bir ara Yağmur'la sanat kursuna yazıldığımı anlatmıştım ya ekip olarak davet etti tekrar hoca, belki onlara katılırım. Ev için alışveriş de yapmam gerekiyor, aslında sipariş etsem daha iyi olur, evet." Kendi kendime konuşurken nefes verdim seslice, "Bak, anlatırken bile yoruldum aşkım... Ay, işin var mı akşam?"

"Halledilir." Bu var ama istersen yok demek oluyordu.

"Yağmur gelecek, tanıştırmak istiyorum sizi. Ya dışarıda ya da bende yemek yiyelim diyecektim."

"Sen nasıl istersen güzelim."

"Tamam o zaman bakarız, haberleşiriz işine göre."

"İşim sana göre şekilleniyor Gece'm."

Görmese de gülümsedim. Haklıydı, her şeyini bana göre ayarlıyordu. Pazar gününü de bana ayırdığı için onu sıkmak istemiyordum. Ben de sıkılmak istemiyordum. Akşama doğru bakar, ona göre haber verirdim. "Tamam, ararım yine. Görüşürüz."

"Görüşürüz güzelim."

Telefonu komidinin üzerine koyup saçlarımı topuz yaptım. Etrafa baktığımda biraz dağılmıştı. Lavaboya gidip sabah rutinlerimi hallettim. Kaç zamandır makyajla yattığım için kurumuştu cildim. Hafta sonu yaptığım bakım iyi gelmişti.

Yağmur'la da oturup konuşamıyorduk, mesajlaşamıyorduk bile. Boşlamıştım biraz, sevgilisi olduğu için beni anlardı bence.

Kahvaltı yapıp birkaç saat gelen tekliflere göz attım, kabul edip etmeyeceğime dair geri dönüşler yapıp evi toparladım biraz. Dışarı çıkmak için hazırlandım. Mayıs ayı bitiyordu, yaz ayları şimdiden gösteriyordu kendini. Ona göre giyinip akşama doğru eserse diye de yanıma lila bir ince hırka aldım. Saat iki buçuğa geliyordu, buluşma üçte hocanın atölyesindeydi. Geç kalacaktım, aceleyle aşağı indim. Sonunda gelen arabama ilerledim, taksiyle gitsem daha kısa sürede ulaşırdım gerçi. Yavaş kullanıyordum, dikkatsiz olduğum için kaza yapabilirim diye.

Çalıştırıp yola çıktım, neredeyse bir ay olmuştu gelmeyeli. Hamlanmışım resmen. Yavaşça ilerleyip ana yola çıktığımda hızımı artırdım. Kırmızı ışığa yakalanmamak için çaba sarf etsem de yakalanmıştım. Beklerken etrafıma bakındım, yan tarafımda lacivert kaplama bir araba vardı. Neden bir insan lacivert yapar ki arabayı? Hiç hoş değildi. O tarafa bakınırken penceresini açan adamla göz göze geldim. Yanında şoförü bulunuyordu. Kendisi oldukça ağır ve yakışıklı biriydi, böyle bir araba tercihi hiç uymamıştı.

Yeşil ışığın yandığını fark edince kalkacakken yanlışlıkla stop ettirdim arabayı. Arkada bulunun korna sesleri çoğaldığında elim ayağıma dolanmıştı. Hızla çalıştırıp kalkmıştım sonunda. İlerlerken arkamı kontrol ettim, azalmıştı arabalar. Önüme döndüğümde hızlı gittiğimi fark etmiştim ama çok geçti. Önümdeki araba öyle bir yavaş kullanıyordu ki neredeyse durmuştu ve frene asılsam da arkadan ufakça çarpmıştım. Ağzımdan bir çığlık kaçtı.

"S*ktir!" Arabadan indiğimde öndeki arabadan da az önceki adam inmişti. Lacivert arabaydı bu. "Ya öyle yavaş gidilir mi ya?! Şoför tutmuşsun ama b*ku b*kuna! Kahretsin ya..."

Yanıma geldiğinde gayet sakindi, "Sakin olun hanımefendi." Demesi kolaydı, kendi arabasında hiçbir şey yokken benim plakam düşmüştü. Daha yeni gelmişti...

Çattığım kaşlarımla ona döndüm, "Sakin mi olayım?! Demesi ko-" duraksadım. Yeni fark ediyordum, umarım adam şikayetçi olmazdı, o kadar cırladık da. "Ay benim suçum oluyor değil mi..?"

Gülümserken yanıt vermişti, "Maalesef öyle, ama sorun değil telaş yapmayın lütfen." Bu ne biçim bir adamdı? Arabasına çarptığım halde gayet sakindi. Gerçi giyimi kuşamıyla da gösteriyordu öyle biri olduğunu.

"Ne olacak şimdi? Of daha yeni servisten gelmişti."

"Her ne kadar asıl suç sizde gözükse de benim de suçum var, rahatsızlandığım için arabayı yavaşlatmasını söylemiştim şoförüme."

Elim alnıma gitmişti, ne yapacaktım şimdi? "Of..."

"Sıkıntı yok," diyerek gülümserken elini uzattı bana, anlamamıştım. "Fatih Yıldırım, Yıldırım Holding CEO'su. Duymuşsunuzdur belki, sigortacılıkta da faaliyetlerimiz var."

Karşılık verip elimi uzattım. "Memnun oldum Fatih Bey, maalesef pek ilgim olmadığı için duymadım. Nevra ben de, Nevra Gece Şah."

Sırıtmıştı, "Nevra Hanım, şoförüm ilgilenmesi için çalışanlarımı yönlendiriyor şu an. İzin verin özür maksadıyla servis işini halledelim." Arabayı inceledi ve devam etti, "Pek bir sıkıntı yok, sadece plaka düşmesi ve ufak bir çizik. Birkaç saate hallolur."

"Hiç gerek yok Fatih Bey, ben halledebilirim, sanırım..."

"Yanlış anlamayın, sorunu yaratan benim, hiç hoşlanmam insanları yarı yolda bırakmaktan. İzin verin ilgilenelim." Fazla ısrarcıydı. Açıkçası ben de uğraşmak istemiyordum, üstelik birkaç saate halledeceğini söylemişti. "Pekâlâ, reddetmeyeceğim. Telefon numaramı vereyim isterseniz, haberleşelim." Çok geç kalmıştım buluşmaya, gitmeyecektim. Eve döner, birkaç saat sonra da arabayı almak için tamir edileceği yere giderdim.

"Çok teşekkürler, çok mutlu ettiniz beni." diyerek telefonunu çıkardı. Elime alıp yazdım ve geri uzattım, beni aradığında nedenini anlayamamıştım. "Kaydedin lütfen, unutmamak için."

Arabadan çantamı alıp içindeki telefonu çıkartarak numarasını kaydettim. Bir taksi bulsam iyi olacaktı.

"Yetişmeniz gereken bir yer varsa bırakalım,"otoyola bakındı, "Burada taksi bulmak zor olur."

Gülümsedim, "Teşekkür ederim, çoktan geç kaldım. Eve geri döneceğim." dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. "Üzgünüm, evinize bırakayım isterseniz." derken duraksadı, "Ya da birkaç saate hallolur demiştim, vaktiniz varsa bir özür kahvesiyle saati dolduralım. Sonrasında servisimize geçer, arabanızı teslim alırız." Ne diyeceğimi bilememiştim. Bu kadar kibarlık da fazlaydı. Gerçi isminin tanındığını söylemişti, çevreye kötü bir izlenim vermemek için böyle davranması çok normaldi. Başka nedeni olamazdı çünkü Rabia annem de derdi, 'erkekler ve kibarlık bir araya gelmez, işlerine geldiği gibidirler kızım.'

Dalgınlığımı fark etmişti, sıcak bir gülümseme sergiledi. "Bence sizin için de cazip bir teklif, kırmayın lütfen."

"Peki, kahveler de benden olsun. Benim de hatam var, karşılıklı ödeşmiş oluruz."

"Buyurun lütfen." diyerek arabasının arka kapısını açtı. İçeriye geçtiğimde diğer kapıdan yan tarafıma oturdu. "Kusura bakmayın, öyle birden yükselmiştim."

Gülümsemesini soldurmuyordu, fazla nazik bir adam olması hoştu. İşinde oldukça iyi tanındığı belliydi. "Sorun değil, trafikte olur böyle şeyler. Ben de bazen hoyratlaşabiliyorum."

Sessizlik oluşmuştu, neden beklediğimizi anlamamıştım. "Bir şey mi bekliyoruz?"

"Ah, evet. Arabanızı almaları için adamlarıma bildirmiştik, şoförüm gelmelerini bekli-" derken dışarıya çarptı gözü, "Hatta geldiler." dediğinde ben de izledim arkayı. Diğerleri plakayı toparlayıp arabayı götürürken şoför ön koltuğa yerleşmiş, yola devam etmişti.

Yarım saat kadar sonra bir kafenin önünde durmuştum. Şoför inip benim kapımı açarken Fatih Bey de inip yanıma gelmişti. Elini belime yerleştirip beni yönlendirdi. İzinsiz dokunması gözümden kaçmasa da sorun yapmadım, nezaketen yol gösteriyordu.

Masaya gittiğimizde sandalyemi çekmiş oturmamı beklemişti. Kendisi de karşıma geçtiğinde, "Ne içersin?" diye sordu. "Türk kahvesi lütfen, üç şekerli." Bakışlarını bir yere çevirip başıyla işaret verip tekrar bana döndü. "Yıldırım Holding'i duymaman şaşırttı beni."

"Ne için?"

Dudaklarını ıslattı, "Tanınan bir şirket," dediğinde kahveler gelmişti. Söylemeden işaret vermiş ve hızla servis edilmişti, şaşırtmıştı beni. Kaşlarım istemsizce çatıldı, "Ne kadar çabuk?" Gülümsedi, "Gelmeden önce şoförüm haber vermişti. Sık geldiğim mekanlardan biridir, bu yüzden."

"Anladım." dediğimde önüme konan kahveden bir yudum aldım. O da aynı şekilde fincanına uzandığında iki kadın yanımıza gelmişti, "Fatih Bey, inanamadık sizi gördüğümüze! Bir fotoğraf çekilebilir miyiz? Lütfen..." Gelen kadınları süzmeden edemedim. Ne alakaydı? Bir iş adamını tanımalarını geçtim neden fotoğraf çekilmek istiyorlardı ki?

Fatih Bey kabul ederek ayağa kalkıp fotoğraf çektirip geri döndü, "Kusura bakma, bazen oluyor böyle. Bu yüzden belirli yerlere giderim sadece."

"Bir iş adamı için fazla bir ün değil mi?"

"Sadece o değil, sosyal medyada da tanınan biriyimdir. Aslında bu yüzden daha çok şaşırdım, genelde sizin yaşlarınızda olan kadınlar bilir beni."

Dudaklarımı birbirine bastırdım, "Anladım, dediğim gibi pek ilgilenmiyorum öyle şeylerle bu yüzden tanıyamadım. Belki denk gelmişimdir keşfette falan."

"Kesinlikle, bir milyonluk bir hesap. Denk gelmemeniz zor." derken cam kenarında oturduğumuz için dışarıda bir şey dikkatimi çekmişti. Biri fotoğraf çekiyordu bizim masamızı. Bu hoş değildi. Elimi alnıma götürdüm, "Sanırım pek rahat olamıyorsunuz dışarıda?"

Baktığım yere çevirdi bakışlarını, gülümsedi. "Evet, öyle. Magazin değerim fazladır, çok sık düşerim." dedi. "Rahatsız oldunuz sanırım?"

"Biraz, pek alışkın değilim. Ayrıca erkek arkadaşım hoşlanmayabilir bundan."

Kaşlarını kaldırdı, "Erkek arkadaşınız mı var?"

"Evet."

"O zaman hemen bildiriyorum, kamera kalmasın etrafta." diyerek telefonunu eline aldı. "Mehmet, tek bir kamera görmek istemiyorum, lütfen."

Gülesim geldi, aklıma Araf gelmişti. O olsaydı şu an 'Yunus, kameralar.' der ve suratına kapatırdı. "Teşekkürler."

"Rica ederim, ne demek? Yanlış anlaşılmaları hiç sevmem, sevgilinizle aranızın bozulmasını da istemem. Sizin gibi güzel bir kadın üzülmeyi haketmiyor."

Fazla kibardı ve fazla konuşuyordu, pek çekilebilir bir adama benzemese de iyi bir insan olduğu belliydi. Her ne kadar yakışıklı olsa da sevgili olarak çekileceğini sanmıyordum ama güzel arkadaş olurdu. Zarifti.

"Teşekkürler."

Bir yandan telefonuyla ilgileniyor bir yandan beni süzüyordu. Kendisini gördüğümden beri sırıtışı hiç eksik olmamıştı yüzünden. Telefonu bırakıp bana döndü, "Ne işle ilgileniyorsun Nevra?"

Sizli bizli konuşmayı bırakmıştı. "Tercümanım."

"Ya? Kaç dil biliyorsun?"

"Dört. İngilizce, İspanyolca, Fransızca ve Rusça."

Yüzü şaşırmış bir ifade alırken gülümsedi, "Avrupa dil familyasını sökmüşsün anlaşılan."

"Sayılır, Almanca ve İtalyanca harici. Şimdiyse Altay dillerine yönelmek istiyorum."

"Onlar ne oluyor?"

"Korece, Japonca."

"Korece? Kadınlar genelde Koreli erkekleri beğenir, ilgin o yüzden mi?"

Dediği şey beni güldürmüştü, "Hayır hayır, gelişmiş ülkeler önceliğim denebilir."

"Anladım, peki bağlı olduğun bir tercüman bürosu var mı?"

"Hayır, ben bir yerlerde bağlı kalmayı sevmiyorum. Çabuk sıkılıyorum bu yüzden freelance çalışıyorum."

Gülümsedi, "Her konuda böyle misin?"

"Nasıl?"

"Çabuk mu sıkılırsın her şeyden?"

"Genelde evet." dediğimde karşılığında "Güzel." diye mırıldanırken telefonum çaldı, arayan Başak'tı.

"Alo, Başak?"

"Nevra... iyi misin?" Bayram değil seyran değildi, "Evet, bir şey mi oldu? Sesin telaşlı geldi."

"Haberleri görünce, Araf Bey'le kavga ettiniz sandım. On-on beş dakika önce bir hışımla çıktı şirketten."

"Ne haberi?"

"Görmedin mi? Şey, kötü haberci olmak istemezdim. Ama Araf Bey yanına geliyorsa neden bahsettiğini bilmen gerekir, gönderiyorum linki. Lütfen dikkatli ol."

Dediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. "Tamam." diyerek kapattım telefonu. Attığı linke tıkladığımda bunu görmeyi beklemiyordum. Bulunduğum kafenin girişinde, eli belimde olan Fatih Bey'le bir fotoğraf yetmemiş altına 'Gecelerin çapkını gündüz mesaisinde.' diye bir başlık düşmüşlerdi.

Bu ne iğrenç bir cümleydi.

İğrençliği geçtim, Araf bunu gördüyse...

Yüz ifadem kötü gelmiş olacak ki Fatih Bey'in cümlesini işittim. "Kötü bir şey mi oldu Nevra?" Bakışlarımı yüzüne çıkardım, her şeyden bir haber olduğu belliydi. Ekranı ona çevirdim.

Gördüğünde şaşkınlıkla "İnanmıyorum." demişti. Bakışlarını etrafta gezdirip bana baktı, "Hemen kaldırtacağım bu haberi," iki elini koluma koyup devam etmişti, "Üzülme lütfen, hemen kaldır-" sözü yarım kalmıştı. Ne zaman geldiğini anlamadığım Araf adamı yakalarından tutup kafa atmış, yere yığmıştı.

Ağzımdan "Araf!" diye şaşkınlık dolu bir ses çıkarken dehşet içinde kalan yüz ifademle ayaklandım. İşaret parmağını yerdeki Fatih Bey'e sallıyordu. "Gebertirim seni, ne elin ne bakışların, hiçbiri değemez. Gebertirim anladın mı d*lünü s*kt*ğimin evladı!" derken kolunu tutmuş geri çekmeye çalışmıştım. "Araf!" dediğimde bana dönmüş kolumu tutarak çıkışa çekiştirmişti. Karşımda gördüğüm Araf başka bir Araf'tı.

Çıkarken etrafa baktığımda bir sürü takım elbiseli adam vardı. Hepsinin eli belindeydi. Yunus'u gördüğümde biz çıkarken o giriyordu. "Araf, yavaş. Canımı acıtıyorsun." Eli gevşese de hızını ve çekiştirmesini azaltmamıştı. Arabasının kapısını açıp beni bindirmiş, kendisi de sol koltuğa geçmişti. Gözleri kısık, çenesi sıkıydı. Tek kelime etsem, tüm dünyayı sarsacak bir görüntüsü vardı şu an. Sevgilim olan Araf'la çok zıttı.

Bana bakmadan üzerime yaklaşıp kemerimi taktı, geri çekilip arabayı sürmeye başladı. O kadar hızlı kullanıyordu ki midem ağzımdaydı, kusacaktım resmen. Yaklaşık kırk dakika sonunda evine gelmiştik. Bahçede durdurduğu arabadan inmedi. "Tanımadığın p*çin tekiyle neden kahve içersin Nevra?"

'Kendilerine gelince güven derler özgürce adımlarlar, bize gelince ise güvensiz kıskaçlarıyla hapsederler.'

Bağırmamıştı, yüksek sesle de konuşmamıştı. Ama sesinin tonu bunlara eş değerdi. Korksam da bunu belli etmiyordum, benim suçum yoktu. Ayrıca fazla abartmıştı. Adam haberi kaldırtacağını bile söylemişti, neydi bu tepkisi sadece bir fotoğraf yüzünden?

Onun sert sesine karşılık sesimi yükselterek "Sesini yükseltme bana." dedim.

"Yükseltmiyorum!" Aniden çıkışı irkilmeme neden olmuştu, gerçekten yükseltmediğini bunu söyleyince anlamıştım. Kaşlarımı çattım. Onun sesi yükselirse benim ki daha çok yükselirdi. "Bağırma bana! Ayrıca nereden biliyorsun tanımadığımı belki arkadaşım?! Defol git şu sinirini azalt öyle gel, boş boş fotoğraflara kurulup beni azarlayamazsın. Siktir." diyerek arabadan inip kapıyı çarptım ve eve yöneldim.

Kapıdaki şifreyi girip beklediğimde açılmamıştı. Turuncu ışık yanmıştı. Tekrar girdiğimde tekrar yeşil yerine turuncu yanmıştı. Emindim doğru girdiğimden.

Sinirimi kapıdan çıkarırcasına tekmelemeye başladım, "Açılsana be! Açıl, açıl, açı-" derken Araf'ın yakınlaşan sesi duyulmuştu. "Açılmaz." diyerek yanıma gelmişti. Gözlerimi kıstım, kapısı da boktandı. "Kapın da siktirsin!" dedim ve geri dönecekken bir dudağının kenarı kıvrılan Araf'ın kollarında buldum kendimi. Beni sarıp, yüzünü boynuma gömmüştü.

'Erkek onlar, üste çıktıkça ezerler. İzin verme, bastırmaya çalıştıkça it.'

"Bırak."

"Asla."

"Aç kapıyı, içeri gireceğim. Susadım." diyerek itekledim. Derin bir nefesle kokumu soluyup boynuma dudaklarını dokundurdu. Geri çekilip kapıyı açtı. O sakinleşse de ben sakin olamıyordum, gereksizdi tavırları. Hep böyle olacaksa bıraksın gitsin, yemezdim bunları, Rabia annem zamanında açmıştı gözümü.

İçeri girip mutfağa yöneldim, bir bardağa su doldurup içtim. Hâlâ peşimden dahi gelmemişti.

Yaklaşık on beş dakika boş bardakla bekledim. Dibinde bir damla bile kalmamıştı kafama dikmekten. "Sonunda teşrif edebildin."

"Güzelim,"

"Neydi o tepkin ya?! Bir tane fotoğrafla nasıl bu hale gelebiliyorsun? Onu geçtim Fatih Be-"

"O *r*spu çocuğunun adını ağzına alma."

"Ne?" Onu tanıyor muydu?

"O kancığı tanımadığının farkındayım Nevra, bilsen böyle bir şey yaşanmayacağının da. Benim tek aklımın almadığı şey kaza yaptığında neden beni aramıyorsun?"

Kaşlarımı çattım, "Ne bileyim, hepsi bir anda oldu... Adam da ilgi alanım, özür anlamında kabul edi-"

Gerildiği üzerinde patlayacakmış gibi duran gömleğinden belli oluyordu, "Tamam."

Kestirip atamazdı, sesimi yükselttim. Bana üstünlük kuramazdı, "Ne tamam? Beni dinlemiyorsun bile şuraya bak. Haberi gördüğünde arayıp bir şeyleri bana sorsaydın bunlar yaşanmazdı." Olduğundan fazla çıkıyordu sesim, kontrol etmedim. Aklıma gelen düşünceyle yüzümü buruşturdum, "Hoş, aklından ne geçtiyse artık?! Güven güven deyip kendin güvenmiyorsun demek ki! O adam kahveyi sadece yardım et-"

"Yeter!" Sesi yükselmişti, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Bana doğru yaklaştığında elimdeki bardağı alıp tezgaha koydu, kendini kontrol etmek için çok sıktığı belliydi. Elleri kollarımı buldu, "Gavat değilim, o p*ç kurusunun seni nasıl kahve içmeye götürdüğünü dinleyecek kadar. Şerefsiz de değilim, seni tanımayıp suçlayacak kadar. Neden gittiğini tahmin edebiliyorum. Sana kızdığım tek nokta böyle bir olayda anında bana haber vermemen. Sana, her sorunu halledebileceğimi söylerken aklına bile gelmemem," haklıydı, o aklımdan bile geçmemişti. Bir elini belime sararken diğer elini yüzüme koydu, yerde olan bakışlarımı çenemden tutarak ona çıkardı. Önüme gelen perçemlerimi geriye atıp saçlarımı okşadı. Kısık gözleri gözlerime bakıyordu, "Sana zararı olabilecek her şeyi ortadan kaldırırım güzelim."

"Neler olduğunu nereden biliyorsun?" dediğimde cevap vereceği zaman kapı çaldı, nefesini vererek "Geliyorum hemen." dedi.

Kapıyı açmış olacak ki içeriden sesler gelmeye başladı, "Araf ne yaptın?!" ses yüksek çıkmıştı, tanımıyordum. Uyarıcı bir sesle "Emirhan." dediğinde ben de arkasından gittim, neler olduğunu anlamak için.

Emirhan dediği kişi karşısındaki adam olmalıydı, bahsediyordu. Onun arkasında ise Timur'u gördüm. Göz göze geldiğimizde bakışlarımı Araf'la Emir'e çektim. "Sen ne yaptığının farkında mısın lan?"

"Sesine sahip çık."

"S*kerim sesini lan durulması için neler verdiğin savaşı harladın *m*na koyayım," Timur'la sadece olanları izliyorduk, "Ulan bunun için uğraşıyordu zaten, herife istediğini verdin lan!"

Bahsettikleri kişi Fatih Bey miydi? Nereden tanışıyorlardı da böylesine nefretle konuşuyorlardı?

Araf kendini daha fazla tutamamış olacak ki çenesi kasıldı, buz gibiydi sesi. "O itin dölü sevgilimin karşısına çıktı. Ulan," düşündüğü şeye tahammül edemiyor gibi saçlarını karıştırdı, "*r*spu çocuğu dokundu lan!" Emir'in üzerine yürürken, "Gelip s*k*k s*k*k konuşma karşımda." dediğinde Timur aralarına girdi. "Sakin olun," gözleri beni bulup tekrar onlara çevrildi, "Yukarıda konuşalım. Olan oldu." Şerefsiz, benim dinlememem için yapmıştı kesin. Onlar çıkarsa peşlerinden gidecektim tabii ki.

Araf başıyla yukarı işareti yaptığında çıktılar, kendisi yanıma gelip yüzümü avuçları arasına aldı. Düşük olan yüzümü fark etmişti, "Düşmesin yüzün," diyerek dudağımı öptü, burnumu, yanağımı... "İyi ol." Bilmediğim bir şeyler vardı, hepsini öğrenmek istiyordum. Bahsettikleri adamı tanıyorlardı ve nefret ettikleri belliydi. Neden olduğunu anlayamıyordum, dedikleri gibi iğrenç bir insan değildi, kendileri daha sertti hatta.

Yan yana geldiğimizden beri temas etmemiştim ona. Ellerimi ensesine getirdiğimde gözlerini kapatıp başını geriye aldı, vücudu kaskatıydı. "İyiyim, neler oluyor?"

"Anlatacağım bebeğim, şimdi istersen yukarı çık dinlen. İşim bittiğinde konuşacağız."

Başımla onayladım. Şimdi onunla gitmek istediğimi söyleseydim izin vermezdi, emrivakiyle girdiğimde birilerinin yanında bir şey diyemiyordu. Kabul ederdi. Arkasından gidecektim.

O çıktığında mutfakta oyalandım, portmantonun aynasından kendime baktığımda biraz dağılmıştım. Ev serindi, biraz da üşümüştüm. Asılı olan bir erkek hırkası vardı. Araf'ındı muhtemelen, spora giderken giyiyordur. Üzerime geçirip yukarı çıktım, ses gelmiyordu çalışma odasından. Kapı aralıktı. Girmek için biraz beklediğimde Emirhan'ın sesi geldi. "Kıza temas ettiyse yaptığını hak adım olarak tanıyabilirler."

Tiksinircesine çıkmıştı Araf'ın sesi, "Kes."

"Kendi rızasıyla yanındaydı. Bi' s*kim çıkmaz." Timur'du bu, o diğerlerinin aksine çok sakindi.

"Araf'tan sonra gözüktü Nevra'yla. Üstelik haber de oldukça kışkırtıcıydı, hak adım olarak saymasalar da birkaç katını teklif edersen seni geri çevirmezler." Emir çözüm arıyordu. Ne hakkında çözüm üretmeye çalıştığını anlayamıyordum. Haber de kalmamıştı zaten, Fatih Bey sildireceğini söylemişti.

"Büyük zarar olur, gerek yok. Hem ortada ciddi bir ilişki yokken Araf'ın böyle bir zarara girmesi sadece Yurtaltı'nda değil, camiada da otoritesini sarsar."

Araf Timur'un söyledikleriyle araya girdi, "Ağzını topla, ilişkim hakkında."

"Kardeşim o anlamda değil, resmiyette diyorum."

Emir yeniden konuştu, "B*ka sardı, neden tutmazsın ki kendini?"

"Lan s*kerim, o p*ç kurusu benim olana yaklaşacak kendimi mi tutacağım?! Boş yapma Emir. Sen benim kim olduğumu unuttun galiba."

"Sen ne olduğunu unutmayasın Araf? Gücünü kanıtlasan da o gücü istemeyip babana devrettin, soğuk savaşla da son bulmasını istedin. Eyvallah evliliğime çok büyük yararı dokundu, şimdi bunu kaybedip kendi ilişkine zarar verme." İlişkilerle işin neden bir ilgisi olurdu ki? Bu birlik dedikleri ne saçma şeydi böyle, birlik değil örgüttü resmen.

Timur'un sesi keyifliydi, şu durumda nasıl böyle zevk alabiliyordu? Sevmemekte haklı çıkmıştım. "Sıcak savaş başladığında hak adımlar silinir, karşı taraf zayıf halka. Hallederiz ve kartlar yeniden dağıtılır. Araf da Ekin'den mührü ister, büyükbaşları da sarsarız."

"Halka zayıf ama güvendikleri bir şey var. Yoksa olmayan s*kleriyle böyle şeylere kalkışamazlar. Neye güvendiklerini, planlarının ne olduğunu çözmeye çalışıyorum bu aralar. Bulunca kökten kurutaca-" kapıya tıkladım, daha fazla duramıyordum. İçeri girdiğimde gözleri beni buldu. Araf pencere kenarında dışarıyı izliyor sigara içiyordu. Timur beyinsizi orta sehpaya ayaklarını uzatmış keyifle dosyaları karıştırıyordu. Emir ise tereddütlü gibiydi, öylece oturuyordu.

Üzerimi süzdüğünde kaşları çatıldı, "Gel güzelim."

Yanına gittiğimde Timur imayla konuşmaya devam etti, "Güvendikleri bir şey olmayabilir. Sadece senin zayıf noktanın da oluştuğunu görünce aceleye gelen bir plan yapmış olabilirler."

Araf elindeki sigarasını söndürüp atmıştı. Hırkanın omuzlarını düzeltip önümdeki fermuarı çekti, dizlerimin üstünde bitmiş dökümlü bir elbise olarak duruyordu. Eteğimi de kapatmıştı.

"Fatih p*çi öyle ama babası olacak kancık Fikret başından beri bir b*klar çeviriyor."

Emir düşünceliydi, "Dosyasına kaç haftadır ara verdin, zamandan da kaybediyoruz."

"Haklısın kardeşim, halledeceğim." Belimi camın önüne yasladım ve onlara döndüm, Araf yanımda kaldığı için başımı ona çevirdim. "Sıcak savaş ne?"

Bir bok olan Timur her boka atlıyordu, buna da olduğu gibi. Ona baktım, pis pis sırıtıyordu, "Adam öldürme, en sevdiğim."

"Timur!" Emir ve Araf'tan da aynı anda uyarıcı bir ses çıkmıştı. Gözlerimi kıstım, "Umarım ilk giden sen olursun, merak etme çok güzel helva yaparım." Emir gülerken Araf gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"O sırada uçmağa eren Araf..." dediğinde Emir kahkaha atmıştı.

Anlamamıştım, kaşlarım çatıldı, Araf'a döndüm. Araf alt dudağını ısırırken yüzümü elleri arasına aldı, "Şaka yapıyor bebeğim, seni sinir etmek için. Boş ver."

Tekrar yerime yaslandığımda "Fatih Bey'i nereden tanıyorsunuz ki?" derken Araf "Şunun ismini ağzına alma dedim." diye araya girdi.

Timur yüzünü buruşturmuş, söylenmişti. "Bey mi, ondan olsa olsa g*y olur anasını satayım."

"Neden düşman gibisiniz? Adam zararı olan biri gibi durmuyordu. Sosyal medya ünlüsü gibi bir şeydi. Sizin kulvarlarınız da değil, gayet zarif." dediğimde Araf kasılmıştı. "Nevra."

Timur kahkaha attı, "Ulan kancık Fatih'e bak sen zarif oldu lan, etek giydirip oynatacağım Barbie'yi" bir anda buz kesmişti suratı, "Kim bilir ne zırvaladı sana."

"Yeter." Bunları duymak istemediğini daha önce de belirtmişti Araf.

"Beni tanımıyordu, önemli bir şeyden bahsetmedi. Tanısa size de gelirdi konu." dediğimde Araf derin bir nefes alıp masanın yanına gitti, birkaç kağıdı karıştırmaya başladı.

Timur açıktı bu konuda, sinirlerimi bozsa da açık cümleleri neyin ne olduğunu anlamama yardımcı olabilirdi. "Öyle sanmanı istedi."

"İyi de adam bahsettiğiniz gibi biri olsa haberleri neden kaldırsın? Sileceğini söyledi."

Yüzü buruştu. "Onun kaldırdığını mı sanıyorsun haberleri? Sen harbiden salaksın ya." Araf, ismiyle uyarıcı bir şekilde araya girerken ben dayanamamıştım. Bu çocuk sinir kat sayımı uçuruyordu. "Bak bana hakaret etme, iki oldu yolarım seni!" derken üzerine yürümüştüm. Araf yan taraftan bileğimden tutup kendine çekti beni, belime kollarını sardı. "Nevra, lütfen."

"Sinirimi bozuyor."

"Doğruları söylüyorum."

"Tek doğru olan şey senin bir g*t olduğun." Timur gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Araf tekrar "Nevra." diye seslendi. Bu sefer ki ikaz edici bir sesti. Çocuk kendine hakaret edilmesinden zevk alıyordu, ruh hastası. Dilime mukayyet olamıyordum sinirlenince.

"O sevmediğin Fatih bile senden daha adamdı." dediğimle Timur'un çenesi kasılırken, Araf beni kendine çevirmiş kaşlarını çatmıştı. O da sinirlenmişti, "Sana," tam konuşacakken Timur önce konuştu.

"Safı görünce oynadıkça oynayayım demiştir." diyen Timur'u duyan Araf'ın gözleri kararmıştı. Ona dönüp üzerine yürüdü ve bir yumruk attı. Ağzımdan çığlığın kaçmaması için ellerimle kapatırken, Emir araya girdi. Bunu beklemiyordum. İşaret parmağını salladı ama dilini tuttu, bir şey demedi. Çenesi kasılmış, ellerini sıkmış, gözleri kararmıştı. Derin nefes aldı. Kapıya yönelip açtı, "Timur, Nevra'nın yanında kal." diyerek çıktı.

Şaşkınlıkla olduğum yerde kalmıştım. Kendime gelip kaşlarımı çattım, onlara döndüm. Timur kanayan dudağını siliyordu. "Nereye gitti?" diye sorduğumda Emir başını sağa sola sallamıştı. Timur konuştu yine, aptal, yumruk yemişti ama sırıtıyordu hâlâ. "Fatih *bnesini s*kmeye."

Gözlerim telaşla kapıya döndü. "Dalga geçiyor Nevra, o an halleder işini Araf. Büyük ihtimalle Yunus'la konuşmaya gitti." Emir rahatlatmıştı.

Burnumu kırıştırdım, "Ne diye sana demedi ki kal diye? Bununla bir evde yolarız birbirimizi." Timur sırıtırken Emir gülmüştü, "Karım evde bekler, o yüzden."

Doğru evliydi, bir anda değişmişti konu, "Eşinle bir gün tanışmak isterim." Başını onaylarcasına salladı, "Var öyle bir planımız." Bu sırada telefonu çalmıştı. Açıp kapıya doğru ilerledi, "Efendim karıcığım." derken dışarı çıktı. Hissetmişti resmen konuşulduğunu kız. Timur'a döndüm, dudağı kanadığı için peçete koymuştu, yanağı da kızarmıştı. Kesin moraracaktı. Oh olsun, hak etmişti. Gözlerimi devirdim, "Ben tek kalamıyor muyum evde, sen de git!"

"Bakıcılığını yapmaya hevesli değilim."

"O zaman defol."

"Hayır."

"Ya sen ne arsızsın kovulsan da gitmiyorsun." diyerek çalışma odasından çıktım. Telefonum ve çantama bakındığımda kafede kaldığını hatırlamıştım. Bir bu eksikti!

Araf'ı aramak istiyordum, Timur'un aşağı inmesini bekledim. Gelmiyordu gıcık şey. Kahve yapmak için mutfağa yönelmeden önce merdivenlerden "Timur!" diye aniden bağırdım. Araf'ın ses izolasyonu olduğunu söylediği aklıma gelince yüzüm buruştu, umarım duyardı, çıkarken kapıyı açık bırakmıştım kendisi kapatsın diye. Çalışma odasının kapısından yanıt verdi. "Ne var?"

Ses etmedim, çağırsaydım gelmezdi kesinlikle. Mutfağa girip kahve yapmaya başladım. Bu sırada eli arkasında kaşları çatık bir Timur beklemiyordum. "Gerizekalı mısın kızım sen?!"

"Seslensem inmezdin." diyerek makineye geri döndüm, neyse ki insanlığım pek ölmemişti. Ya da işim düştüğü için... "Kahve ister misin?"

"Kahve sevmem." Sinir olmak için bir neden daha.

"Ne içersin?"

"Çay, demli." diyerek orta tezgaha gelip oturmuştu. Öküzdü.

Su kaynatıcısına su koydum, onu çalıştırıp bir kupaya sallama çaylardan üçünü attım. Kahvem olurken çayı da hazırlamış önüne koymuştum. Karşısına oturdum. "Telefonum kafede kaldı."

"Araf halletmiştir." Doğru söylüyordu, bu kadar iyilik yeterdi biraz gıcık etmek istedim, "Haklısın, sevgilim her şeyi hallediyor ve benim sevgilim. Mükemmel bir çar kendisi." Gülmemek için baş parmağıyla dudağına dokundu, bu hareketi Araf da yapıyordu ve ona çok yakışıyordu. "Telefonunu verir misin onu arayacağım?"

"Şu an arayamazsın."

"Neden?"

"İşi var."

"Ne işi var?"

Yüzünü buruşturdu, "Ne meraklı kızsın ya sen? Bir kere sus otur, seni ilgilendirmeyen konular."

"Araf benim sevgilim ve beni de ilgilendirir. Senin olmadığı için anlamazsın. Kıskanç." dediğimde duraksadı.

"Araf'ın zayıf noktası ne?" Kaşlarını anlamadım dercesine çattığında devam ettim, "Biraz önce yukarıda zayıf noktan oluştu dedin ya, ne oldu?"

Bir dudağı kıvrılırken başını iki yana salladı, "Boş ver."

"Çok sinir bozucusun."

"Sen de."

"Kardeşin de senin gibiyse yazık Yağmur'a."

Yüzünü buruşturdu, "B*k gibi ilişkileri var, ikisi de birbirinden salak."

"Arkadaşım hakkında doğru konuş."

"Onunla nereden tanışıyorsunuz?"

"Yağmur'la mı?" Onunla olan dostluğumuzdan bahsederken birilerine mutlu oluyordum, kardeşimi anlatır gibiydi. "Çocukluk arkadaşım. Annemin babaannesi." dediğimde ben aslında erkeğim der gibi anlamadığına dair bir bakış atmıştı. Böyle söyleyince de bir garip olmuştu gerçekten.

"Annen yok diye biliyorum?" bu kadar açık olması bazen hoş olmuyordu. Kaşlarımı çattım, "Sen nereden biliyorsun?"

Sırıttı, "Dostlarımın güvenliği önceliğimdir. Sicilin de olmayan şeyler bile elimde olur." Rahatsız etmişti hakkımdakileri araştırması. "İnsanların özeline giremezsin, hiç hoş değil." dediğimde dalga geçerek güldü, "Bunu sen mi söylüyorsun?"

"Öf sus, hadi ver telefonu, Araf'ı arayacağım."

Göz devirirken cebinden çıkardığı telefonu şifresini girerek uzattı, "Birkaç dosyaya bakacağım, sakın karıştırma." dediğinde yüzümü büzerek "Hıı..." dedim.

Telefonu aldığımda mutfak kapısından çıkmadan önce bana döndü, "Görmek istemeyeceğin şeyler görebilirsin, sakın." diyerek çıktı. Ne ima ettiğini anlamıştım. Tam bir pislikti. Erkek milletinden ne beklenirdi ki?

Telefona girip Araf'ın ismini aradım, numarasını ezberlesem iyi olurdu. Çalarken kulağıma götürdüm telefonu.

"Güzelim." diyerek açtığında telefonu, ağzım aralanmıştı. Bana yakışır bir şekilde cırladım, bu ne biçim şeydi? "Araf sen herkese güzelim mi diyorsun?!"

"Ne?"

"Araf bu Timur'un telefonu! Sen Timur'a da mı güzelim diyorsun Araf?! Sana inanamıyorum!"

"Bebeğim sakin ol, senin olduğunu biliyordum."

"Nereden biliyorsun?"

"İş üstünde aramaz Timur."

"Ha ben işinden ediyorum seni yani. Peki kapat."

"Kızacağım ama, öyle mi söyledim ben? Ayrıca edebilirsin güzelim, bunda sorun görmüyorum. İşimden de gücümden de önceliğim sensin."

Derin nefes aldım, "Hadi öyle olsun,"

"Olsun değil, öyle."

"Ne zaman geleceksin?"

"Yarım saat?"

"Çok fazla..."

"Tamamdır güzelim, on beş dakikaya geliyorum." Olabilirdi, on beş dakika Timur'a katlanabilirdim. "Tamam, bekliyorum." diyerek telefonu kapattım.

Ana ekrana çıktığımda içimi merak kapladı, acaba Araf'la olan mesajlarını okusam mı?

Evet. 

Uygulamaya girecekken bildirim işareti olduğunu fark ettim, girersem anlardı. Göz devirip kapattım ekranı, yukarı çıkıp yanına gittim. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde kağıtları yaymış, birkaç işaretleme yapıyordu. Bana döndü, yanına gidip telefonu uzattım ve karşısına oturdum. "On beş dakikaya geliyor."

"Adamı rahat bırak da işini yapsın."

"İşi olsa ertelemez, yok ki geleceğim dedi."

Bakışlarını tekrar bana çıkardı, sinirliydi. "Bak kızım, kardeşime söz verdiğim için ağzımı açamıyorum, zorlama sınırını."

Gerçekten ruh hastasıydı, bir anda duygu değişimi yaşayabiliyordu. Oturduğum koltukta dikleştim. "Açsan ne olur be?!"

Seslice derin bir nefes verip elindeki kalemi masaya attı ve ayağa kalktı. Kapıya yönelip odadan çıktı. Ben de peşinden çıkıp yatak odasına geçtim. Eşofman ve geceliklerimden birkaçını buraya getirsem iyi olurdu, birkaç kozmetik malzeme de.

Yapacak bir şey de yoktu, Araf genelde tablet ve bilgisayarını çalışma odasında tutuyordu. Geri dönmeye üşendiğim için boş verdim. Üşümüyordum artık pek, hırkayı çıkarıp koltuktaki birkaç kıyafeti de alıp giyinme odasına gittim. Yerleştirdiğimde gözüme bir bölme çarptı, benim kıyafetlerim vardı. Burada tutması gülümsetmişti beni, bu adam seviyorum demese de olur. Ayakkabılarımı çıkarıp Araf'ın çoraplarından giydim yine. Canım sıkıldığı için aşağı indim, Timur salonda oturmuş voleybol maçı izliyordu. Bulaşmasam hatırım kalırdı.

"Bacak şovları için izlediğine eminim."

Sırıttı, "Sevgilin de mi o yüzden izliyor?" dediğinde gözlerim kocaman açılmıştı. Araf da mı izliyordu?!

"Sus bak yolacağım seni."

"Hasta mısın kızım? Gelip sataşıyorsun sonra dırdır."

"Sensin dırdır eden be! Kalk git yeter kaldın Araf birazdan gelir zaten, nöbetçi gibi dikti seni başıma." Ters ters yüzüme baktı, "Kardeşim hak etmeyecek bir kıza vuruldu, ona yanıyorum."

Ağzım bir karış açılmıştı, gözlerimi kısıp üzerine yürüdüm. O sarı saçlarını yolacaktım. "Sen ne yelloz bir herifsi-" derken kapı sesi bölmüştü, Araf gelmişti kesin. "Gelsin de bir tane daha çaksın 'sevgilim' sana!"

Dış kapıya döndüğümde onun geldiğini görünce koşturup yanına gittim, "Sonunda gelebildin." diyerek beline sarıldığımda kollarını sardı bana. Başıma bir öpücük kondurup "Özleteceğimi bilseydim hiç gitmezdim bebeğim." dedi, fısıltıyla.

Salonun girişinde gördüğüm Timur'la geri çekildim, yüzümü buruşturup Araf'a baktım. Gözleri çok fazla kanlanmıştı ve kısıktı. Timur'u işaret etmiştim, "Eğer gelmeseydin şu yelloz arkadaşını son görüşün olacaktı." Gülerek başını iki yana sallarken Timur da yanımıza geldi, gülerken de zorlanıyordu, bir şey olduğu belliydi. "Neden bu kadar iyi anlaşıyorsunuz?.."

"Hayvansever biriyim." diyerek sinir bozucu bir şekilde Timur'a karşı gülümsedim. Gözleri sabır dilercesine bakıyordu. "Ben gideyim kardeşim, senin belli ki daha çok başın ağrıyacak. Yarın toplantı olur büyük ihtimalle, hazırlıkları biz hallederiz aklın kalmasın." Az önce yumruk yememiş gibi kardeşimli konuşması ilginçti.

"Beni de bilgilendir."

"Eyvallah." diyerek elleriyle tam temaslı bir tokalaşma yapmışlardı. Timur çıkınca Araf'a döndüm, gözlerinin kızarıklığı baş ağrısındandı demek ki. Bahsettiği migreni geldi aklıma, "Migrenin mi tuttu?"

"Biraz." diyerek çantamı portmantoya koydu, yüzünü ellerim arasına aldım. "İlacın var mı? Ya da kremin, masaj yapabilirim. Hadi gel, uyuyalım biraz." diyerek çekiştirdim onu. Yukarı çıkıp odasına girdik, "Konuşabiliriz güzelim."

"Boş ver Araf. Sonra konuşuruz, çok da önemli değil. Biraz uyu lütfen."

Başıyla onayladı, çekmeceden bir krem kutusu çıkarttı. Kapağını açacakken elinden aldım, "Ben sürmek istiyorum." Gülümsedi, bana uzattı. Üzerini çıkarıp yatağa girerken ben de perdeyi indirdim. Biraz açıkta bırakarak zifiri karanlık olmasını engelledim. Ayağımdaki çorapları çıkartarak uzanan Araf'ın kucağına oturdum. Kremi sürmeden önce eğilip öptüm, gözleri kapalıydı. Öpüşümü yarım bırakmayıp uzattı. Elleri belimi buldu, "Ne krem ne ilaç, öp sen yetiyor."

Bir öpücük daha kondurup kremin kapağını açtım. Biraz parmağıma alıp şakaklarına ve kulak arkasına sürdüm. Yavaş yavaş alnına, şakaklarına, ensesine ve omuzlarına masaj yapmaya başladım. İyi gelmiş olacak ki on on beş dakika sonra nefesi düzene girdi, uyumuştu.

Kucağından kalkıp kremi yerine koydum ve üstünü örttüm. Pek uykum olmadığı için yatmayıp aşağı indim. Biraz telefonla uğraşıp Araf uyanana kadar yemek yapardım. Esma Hanım yoktu, Araf evde olacağı için erken çıkmıştı büyük ihtimalle.

Telefonu alıp Yağmur'un aramalarına geri döndüm. "Alo Yağmur?"

"Neredesin Nevra? Bu habersiz bırakmaların çok sıklaştı, ne olduğunu da hiç anlatmıyorsun."

"Haklısın anlatacağım buluştuğumuzda."

"Neden gelmedin bugün seramik atölyesine?" Sesi huzursuz çıkmıştı, "Kaza yaptım."

"Ne?" diye sordu. Telefondan ayrıntıya girmeyecektim, "Merak etme, önemli bir şey değil. Şu an Araf'tayım, buluşunca anlatırım her şeyi."

"Başka bir şey yok değil mi? Eminsin."

"Ne gibi?"

"Ne bileyim, bi' uzaklaştık gibi geldi."

"Saçmalama Yağmur neden böyle bir şey olsun?" dediğimde ne dediğinin geç farkına varmış gibi boş verdi, "Aman, işte kuruntularım benim. Neyse ben şimdi derse gireceğim, sonra görüşürüz. Öptüm."

"Görüşürüz." Aramayı sonlandırıp mesajlara girdim, kayıtlı olan Fatih Bey'den mesaj gelmişti.

Fatih: Nevra iyisin demi? Erkek arkadaşının araf olduğuna şaşırdım bir sorun olmamıştır umarım [16:53]

O kavgadan sonra mesaj atması şaşırtıcıydı. Neden araları bozuktu, bilmiyordum. Uyandığında konuşmalıydık.

 

 

Nevra: Teşekkürler Fatih Bey, iyiyim. Hayır, bir sorun olmadı. Sevgilimle güven konusunda sorun yaşamayız. Ben de tanışıyor olmanıza şaşırdım, beni biliyor muydunuz? [17:32]

Fatih: İş arkadaşlarımın sevgililerini aklımda tutmak hoş olmaz 😇 isim olarak biliyordum ama hiç tahmin etmedim

Fatih: Sorun olmamasına sevindim ne yalan söyleyeyim arafı görünce benim yüzümden seni hırpalayacak diye korkmadım değil

Fatih: Kusura bakma yani bu yüzden mesaj attım aklım kaldı

Uzatması baymıştı ama hakkında dedikleri de merak ettirmişti. Ne tür biri olduğunu çözemediğim için ben de uzattım. Hırpalamak kelimesini de anlamamıştım.

 

 

Nevra: Dediğim gibi iyiyim, iyiyiz, teşekkürler. Sevgilim sizden pek hoşlanmıyor sanırım?

Fatih: 🤣 Malesef biraz limoni aramız. İş camiasında olur böyle şeyler rakip gerginliği diyelim

Fatih: Ben arafı severim ama

Fatih: Birazda sosyal medyada ünüm konusunda sinir olur anlaşmazlığımız ondan

Araf'ın öyle biri olduğunu sanmıyordum. Sosyal medya kullanmıyordu ki bunun için anlaşmazlık yaşasın. Ya bu adam salaktı ya da konuşmadıkları için birbirlerinden neden hoşlanmadıklarını bilmiyorlardı.

 

 

Nevra: Anladım... Arabam servisinizde kaldı, en kısa zamanda alacağım. Onun için de ayrıca teşekkürler.

Fatih: Rica ederim 🌹

Fatih: Ama araf aldırdı arabayı

Tabii ya, hiç bırakır mıydı? Bunu tahmin edemeyip adama aptallığımı belli ettiğim için lanet okudum kendime.

Kalkıp bir şeyler hazırlasam iyi olurdu, yanına da tatlı yapardım. İki saate anca çıkardım.

 

 

———

Yemekleri yapıp Araf'ın yanına çıkmış, o uyanana kadar onunla uzanmıştım. Hep çok az uyurdu, sanırım migren atakları bazen çok uyutuyordu. Bir türlü uyanmamıştı. Tabii benim de etkimin olduğunu bilmek güzeldi, benimle çok uyuduğunu söylemişti.

Ben de bir saat kadar uyusam da geç kalktığım için ve yorgun olmadığım için uyanmıştım. Uyumaktan dudakları şişmişti. Dudağına değdirdiğim parmaklarım yeterli gelmeyip dudaklarımı da uzattım. Parmak uçlarımla kolundaki dövmelerin üzerinden geçerken dudaklarımızı birleştirdim. Onu öpmeyi seviyordum.

Düzenli nefesleri bozulurken gözlerini araladı, beni gördüğünde ela gözleri parlıyordu, bu görüntü çok güzeldi. Gülümsedim, akşam olduğu için kinayeli bir şekilde söylendim. "Günaydın..." sırtını yatağa yaslayıp gerindi ve beni kendine çekti, şişen kasları ardına sığınmak güçlü hissettiriyordu. Fısıldadı, "Gün aymadı ama sen aydın güzelim."

Başlamıştı yine, şiir gibi cümlelerine. Beni yasladığı göğsünden başımı kaldırıp yüzüne baktım, "Kalk hadi, saat dokuz, yemek yiyelim. Sana yemek yaptım." dediğimde gülümsedi, "Neden zahmet ettin?"

Yüzümü buruşturdum, "Etmedim, sen on saat uyanmayınca canım sıkıldı n'apayım koca evde." Yarım bir şekilde güldü. Sanırım baş ağrısı pek geçmemişti, gülemiyordu tam. Sesimi kıstım, "Işıkları yakmayalım," elimi alnına götürdüm, "Tam geçmemiş baş ağrın."

"Çıtırdan güzelim, dayanırım."

"Olsun."

Alnındaki elimi alıp içine bir öpücük kondurdu. Yataktan kalkıp onu da çektim, "Aşağı inip masayı hazırlıyorum, sen de gel çabuk." diyerek öpüp uzaklaştım.

Aşağı indiğimde koridor ışığını yakıp mutfağa geçtim. Yemeği burada yiyeceğimiz için ışığı yakmadım, migrende ışık göze çok batıyormuş.

Masayı hazırlarken Araf aşağı indi. Mutfağa girmeden önce duraksamıştı. Portmantonun tarafına gittiğinde ne yaptığını anlamak için mutfağın kapısına giderek ona baktım. Duvarda bir dokunmatik ekran vardı ve gözleri kısık onunla uğraşıyordu. Mutfağın ışığını yakıp koridorun ışığını kapatmış, yaktığı ışığın dozunu düşürmüş ve renk tonunu ayarlamıştı. Loş bir ortam oldu. Böyle bir sistemin evinde olduğuna şaşırsam da çok sürmedi, kocaman evde her şey vardı.

Yanıma gelip boynumdan öptü, "İstediğin şeyleri o ekrandan ayarlayabilirsin sevgilim." Başımla onaylayıp masaya geçtim, o da çaprazımda masa başında yerini aldı. Sadece altına giydiği bir eşofman olması haksızlıktı. Yemeği değil onu çekiyordu canım.

Yemeğe başladığımızda konuşmamıştık, ben de konuşmak istemiyordum baş ağrısı geçsin diye. Önümüzdekiler bitmeye yakın konuştu, "Bir daha ne olursa olsun, önce beni arayacaksın güzelim. Anlaştık mı?"

Dediği şey gündüz olan kazaya ithafendi. "Anlaştık Araf, bakarız."

"Bakarız yok."

"Çocuk muyum ben? Zaten evde de Timur'u diktin bakıcı gibi. Çok saçma."

"Bak bebeğim," ellerimi elleri arasına aldı, "Bunları yapmam ya da senden istemem seninle değil, senin güvenliğinle ilgili." Dudaklarını yaladı, "Bundan sonra ardında zaten birkaç kişi olacak. İstemediğin için bunu sıkılaştırmamıştım ama bugünden sonra üzgünüm, isteğini kabul etmiyorum. Bu gibi adamlar karşına çıkmaya çalışacak," bir elimi dudaklarına götürüp öptü, ellerindeki kızarıklığı yeni fark ediyordum. "Sadece çalıştıklarıyla kalırlar tabii, ama senin de bunun farkında olman gerekiyor ki kimin ne olduğunu görebilesin."

"Ne yani, o adam planlı bir şekilde mi çıktı karşıma?" Bu çok saçmaydı, eğer bir anlık dikkatim dağılmasaydı böyle bir şey yaşanmazdı ve karşıma da çıkamazdı. Başıyla onayladı, "Her şeyi bilmeni, bilip huzurunun kaçmasını istemiyorum. Görüyorum merak ediyorsun, dahil olmaya çalışıyorsun ama bunu biraz dizginle. Seni bunlardan uzak tutuyorum, sen de uzak dur. Sadece bana yakın ol güzelim."

"Tamaam..." derken aklıma arabam geldi, onun aldığını söylemişti Fatih Bey. "Arabayı eve mi bıraktırdın?"

"Evet?" Kaşları çatılmış, nereden anladın diye sorar gibi bakmıştı. Ona o adamla konuştuğumu söyleseydim hiç hoşuna gitmeyeceğinden emindim, nefret ettiğini bahsederken bile görebiliyordum gözlerinde. Pot kırmışlığımı belli etmemek adına gülümsedim, "Benim sevgilim her şeyi hallediyor da, bunu da hallettiğine emindim."

Çok sesli konuşmuyorduk baş ağrısı olduğu için. Dediğim şey hoşuna gitmişti, sandalyesini geriye alırken beni kucağına çekip boynumu öptü. Bambaşka biriydi, her şeyimi onunla tatmak isteyeceğim biri.

Boynumdaki yüzünü kaldırıp dudaklarımızı birleştirdim, uzun bir öpücük kondurdum. "Bana güven bebeğim, her konuda. İstediğin her şeyi hallederim."

Şu an onu istiyordum. Bunu halledebilir miydi?

Gözlerimi kapatıp tekrar öptüm, "Araf..." Sesimi olduğunca kısık çıkarmaya çalıştım, "***s baş ağrısını alırmış." Bu yaptığım nefesini kesmişti.

Dudaklarımız değerken güldü, "Nevra'm," derin bir nefes aldı, göğsü şişmişti. "Her adımında, her kelimende beni baştan çıkarıyorsun."

"Çıkmalısın." diyerek daha çok öptüm. Ellerim yanaklarını buldu, "İsteğinden eminsin." demişti.

•••

"Çok güzelsin,"

•••

"Araf..."

"Seni seviyorum," dedi ve çenemi öptü. "Beni seriyorsun."

•••

Dudaklarımdan zar zor döküldü, "Seni seviyorum."

Tanımlayamıyordum bu hazzı, lügatımda böylesi kusursuz kelimeler yoktu, tanımsız ama kusursuzdu.

•••(Bazı kısımlar kurallar gereği silinmiş ya da çıkarılmıştır. Paragraf kopukluğu hissediliyorsa tam bölümler diğer platformda mevcuttur, profil açıklamamda platform ve kullanıcı adıma ulaşabilirsiniz. 🤍)

Üzerimi örterken beni kendine çekti. Yüzümü boynuna gizleyerek dudaklarımı değdirdim, yine bir iz bırakmak istiyordum. Bunu anlamış gibi "İmzan yakışıyor." demişti, o izi bırakabileceğim anlamında. Bu sefer daha belirgindi izim.. Uzun süre kalıcı olacağı belliydi. Gülümsediğini işittim.

"Seni çok seviyorum Nevra'm, ışığım."

 

 

&&&&& Bölüm Sonu &&&&&

Yavaş yavaş hikaye şekillenmeye başladı, bizi çok dolu günler bekliyor.

Fatih hakkındaki düşünceleriniz?

Nevra Fatih'le konuşmaya devam eder mi sizce?

Mesajlaştıklarını gördüğünde Araf'ın tepkisi ne olur?

Timur önceki bölümden daha ılımlıydı bu bölüm, yine de anlaşmazlıkları devam eder mi?

Emirhan hakkındaki düşünceleriniz neler?

Bölüm : 22.12.2024 00:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...