24. Bölüm

22. Bölüm: Bıraktığın izler mühür

Destina
destinasyon

Başlamadan önce belirtmek isterim; 4600 kelimelik uzunca bir bölüm oldu, hatta bundan sonraki bölümler 4-8 bin aralığında. 🤍

İyi okumalar... 🤍

| SAKIZ |

-22. Bölüm: Bıraktığın izler mühür...-

~~~

Dışarıdan vuran ışıkla aydınlanan oda, gözlerimi rahatsız ettiğinde yavaşça araladım. Uyanır uyanmaz onun kokusunu duymak tatil sabahının ilk gününe uyanmak gibiydi. Yüz üstü göğsüme uzanmış, bir eli ne zaman giydirdiğini bilmediğim üzerimin içindeydi. Elim saçlarına gidip gezinirken telefonum çalmıştı.

Göğsümde uyuyan Araf'ı rahatsız etmeden komodinin üzerindeki telefona uzandım. Ekranda Başak ismini görünce şaşırdım, izleniyormuş gibi hissettim bir anlık. "Alo, Başak?" Dün geceden dolayı ve yeni uyandığım için boğuk çıkan sesimin düzelmesi maksadıyla boğazımı temizledim.

"Merhaba Nevra, kusura bakma rahatsız ediyorum. Sana bugün toplantıdan sonra birkaç evrak gönderecektim ya, bugün Araf Bey geç geleceği için öğleden sonraya ertelenecek mecburi. Senin için sorun olur mu?"

Hissettiğim suçlulukla dudaklarımı birbirine bastırdım. Sorunu ben yaratmıştım ve bana sorun olur mu diye soruyordu...

Ona cevap verecekken bu sırada uyanan Araf başını kaldırıp bana baktı. "Güzelim." Gözlerim açılırken elimle ağzını kapadım.

"Şey, yok, sorun değil, yani sorun olmaz herhalde, neden, n'oldu, önemli bir şey yoktur umarım..." diye sıralarken cümleleri tek düşündüğüm şey Araf'ın sesinin karşıya gitmemesiydi. Araya kaynasın diye söylediğim şeylerin saçmalığı yüzünden alt dudağımı ısırdım.

"Normalde böyle bir aksaklık söz konusu olmazdı ama Araf Bey öğleden sonra geleceğini bildirdi. Kusura bakma lütfen."

"Yok yok, hiç sorun yok, aksine benim için de daha iyi olur, teşekkürler haber verdiğin için Başak, teşekkür ederim, öptüm, öpüyorum, yani görüşürüz." diyerek hızla telefonu kapattım. Kızın yüzüne kapatmış gibi olsam da daha fazla rezil olmamak için bunu yapmak zorundaydım.

Elimin altından kıvrılan dudaklarıyla kısık şekilde gülen Araf'a döndüm. "Komik mi?!"

Kahkahasını daha fazla tutmayıp gülen Araf yüzüme yaklaşıp biraz önce Başak'a söylediğim öptüm kelimesine gönderme yaparak "Beni öp," dedi. Dudaklarını öne doğru getirirken devam etti. "Günaydın öpücüğü."

Gözlerimi devirsem de gülümsemeden edemedim. Bu halleri hoşuma gidiyordu. Öpüp "Günaydın." dedim.

"Günaydın güzelim." diyerek boynuma öpücük kondurdu. Çenesi göğsümün üzerinde beni izliyordu. Az önceki telefon konuşmasının nedenini açıkladım, "Başak, birkaç dosya gönderecekti, onun ertelendiğini haber vermek için aramış. Gitmeyeceğin belli miydi, uyuya kalmadın mı?"

"Değildi, Yunus ayarlıyor onları."

"Belli değilse nasıl ayarlıyor?"

"Benden bile daha iyi bilir nerede, ne zaman olacağımı güzelim. Gece de konuşmuştuk."

Yunus onun için gerçekten önemli biri olmalıydı. Benimse ilk izlenimim pek iyi olmamıştı. Biraz fazla ağzı bozuk birisiydi, o günkü ettiği küfürleri bilinçaltımdan silmeyi isterdim. Adamın hayal gücü Erika Mitchell'den daha uçuktu.

Tekrar telefona baktığımda saatin on buçuk olduğunu gördüm. Oysa ben daha dokuz olmamıştır diye düşünüyordum. Araf bu kadar geç kalmış olamazdı. Yatakta hızla dikleşirken telaşla "Araf saat on buçuk!" dedim.

Kaşları kalktı, "Bu kadar geç olacağını tahmin etmemiştim."

Elim saçlarına giderek oralarda dolaşmaya başladı. "Dokuzda toplantın da vardı. Benim yüzümden geç kaldın, hadi kalk daha fazla geç kalma."

Gülümseyerek toparlandı ve yatağın başına yasladı sırtını, beni de kendisine doğru çektiğinde üzerimdeki pike kalçama doğru kaydı. Sırtımı göğsüne yaslayarak elleri karnımda birleşti. "Senden başka her şeye geç kalsam da sorun olmaz bebeğim."

Nasıl bu kadar değerli cümleler kurabiliyordu? Basit olan kelimeleri yan yana getirdiğinde öyle cümleler çıkıyordu ki hem şaşıp kalıyor hem de heyecanlanıyordum. Beni fazlasıyla şımartıyordu.

"Dün gece hemen uyumadın mı?" derken pufumun üzerindeki havluyu işaret ettim. Uyumadan önce duş almış olmalıydı.

Göbeğime sarılı elleri sıkılaşırken nefesini vererek güldü, "Soğuk bir duş gerekti."

Kaşlarımı çatıp ona döndüm. Soğuk suyla banyo yapabilen insanları hem kıskanıyor hem de sinir oluyordum. Nasıl başarıyorlardı? "Soğuk suyla duş alabiliyor musun?" Gözlerimi devirdim, "Ben asla yapamıyorum, nasıl dayanabiliyorsun?" diye sorduğumda gülmeye başladı. "Niye gülüyorsun ya komik bir şey mi sordum?"

Gülmeleri ardından ismimi söyledi, "Nevra..."

"Hı?"

Derin bir nefes alırken gözlerimde oyalandı gözleri. Elleri perçemlerimi buldu ve arkaya doğru yavaş yavaş taramaya başladı. "Güzel sevgilim, şimdi işe gitmem gerekiyor. Akşam ne yapmak istersin, dışarıda yemek yiyelim mi?"

Başımı iki yana salladım, "Hayır Araf. Yarın toplantımız var. Bugün de geç biter işin zaten, dinlen lütfen."

"Güzelim, beni sen dinlendiriyorsun. Bunları düşünme."

Omuz silktim, "Olsun, hem benim de bugün çok işim var. Eğer erken biterse haberleşiriz. Olmaz mı?"

"Olur tabii ki." dediğinde ayaklanırken üzerime de pikeyi doladım. O da kalkarak vücuduma sardığım pikenin ucunu tutup kendine çekti. "Benden utanma."

"Utanmıyorum."

"Evet, ben de onu diyorum."

Kollarımı boynuna sardım, "Daha fazla geç kalmak istiyorsan sana kahvaltı hazırlayabilirim."

Gülerek başını iki yana salladı ve boynumdan öperek geri çekildi. Lavaboya yönelirken, "İçeride paket olacak, kıyafetleri getirir misin?" dedi. Banyoya girdiğinde ardında bir adet hiçbir şey anlamayan ben bıraktı. Dediğini yapıp üzerime bol bir tişört geçirerek içeriye geçtim. Ortada bilmediğim bir poşet aradım, göremeyince çıkışa doğru yönelip vestiyere baktım. Orada iki paket vardı. İkisini de alıp içlerine baktığımda birinde Araf için bir takım diğerinde kahvaltılık vardı.

Bunları ne ara söylemişti ve ne ara gelmişti de ben hiç duymamıştım? Evet uykum derindi ama zilin sesini duymayacak kadar da değildi.

Araf'ın takımını alıp odama geri döndüm. Kıyafetlerini paketten çıkartıp yatağa koydum, lavabodan su sesi gelirken oraya yönelip içeri girdim. Yüzünü yıkarken dolapta bulunan temiz havlulardan birini uzattım, o yüzünü kurularken ben de elimi yüzümü yıkayıp uzattığı havluyla kurulandım. Durmadan öpüyor ya da temas ediyordu. Dışarıdan bu koca adamın böyle biri olduğu aklımdan geçmezdi.

Odaya geri döndüğümüzde üzerini giymeye başladı, o giyinirken ben de aynanın önüne geçip her odada bir kutu bulunan sakızdan ağzıma attım, saçlarıma sprey krem sıkarak taramaya başladım. Bir yandan onu izliyor bir yandan saçlarımı düzeltiyordum. "Ne zaman söyledin onları? Zil sesi de hiç duymadım."

"Gece sen uyuduktan sonra Yunus'la konuştum, sabah getirmesini söyledim."

"Sabah uyanıp geri mi uyudun?" Sorduğum soruyla kol düğmelerini iliklerken bana doğru geldi ve saçıma taktığım tokayı çıkartarak saçlarımın dökülmesini sağladı. Yüzünü saçlarım arasında gezdirirken derince bir nefes aldı. Çenesini omzuma yerleştirdi, "Sence," boynumu işaret etti, "Burada uyurken bölünmesine izin verir miyim?"

Ona dönüp kollarımı ensesinde birleştirdim. Yapmacık bir şekilde kaşlarımı çatarak, "Sen nereden biliyorsun böyle hoş cümleleri bakayım?"

Elleri belimi bulurken yüzüne bir sırıtış ekledi, "Bebeğimin hoşuna gidecek şeyleri bilmem gerekir."

Gülümsedim. Dün geceden konuşmamıştık, o da ben açmadığım için konusunu açmıyordu sanırım. Açmam gerekiyor muydu, bir şey demeli miydim bilmiyordum. Bana öyle güzel bir gece yaşatmıştı ki bunca zaman neden yoktu hayatımda, sorgulamıştım. "Şey," anlık olarak çekingenlik yaratsa da düşüncelerim hemen toparlıyordum, ondan utanasım gelmiyordu. Her şeyimle açık olmak istiyordum. Sadece ne diyeceğimi bilmiyordum. "Dün... gece için yani, teşekkür ederim."

Gülümseyip dudaklarını ıslattı, burnunu burnuma değdirerek, "Fragmanı beğenmene sevindim, filmi sabırsızlıkla bekliyorum." dediğinde utangaç bir tip olmadığıma rağmen yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Bu er*tik anlam taşıyan cümleler sesiyle birleştiğinde, en özel gecenin kadehe dökülen şarabı gibi hissettiriyordu.

Yüzümü saklamak ve dün geceden bir hatıra kalması adına boynuna yöneldim. O sarılacağımı düşünürken dudaklarım boynunu buldu. Buna kızar, geri çekilirse ne düşünmem gerekirdi bilmesem de denemek istedim. Geri çekilmedi, iz kalacağını bildiği halde.

Gülümserken dudaklarımı buldu ve öptü. Öpüşü sıcacıktı, Mayıs ayında gelen yaz gibi. Gözlerime baktı, yıllardır bakıyormuş da doyamıyormuş gibi. Yüzümün önündeki perçemi geriye doğru sıkıştırdı, yıllardır saç tellerime dokunuyormuş da nerede duracaklarını ezbere biliyormuş gibi.

"Bıraktığın izler mühür," dedi. Dudağımın kenarını öptü ve devam etti, "Sensizlik kalbimi çürütür."

Sinirlenmemişti ya da kızmamıştı. Dışındaki sert kabuğunun aksine, cümleleri yumuşacıktı. Karşılaştığım duvardan farksız, kimliksiz sandığım adamın içinde bir şair gizliydi. Ve bir mısra gibi çıkan cümlesi bana ulaştığında şiirini tamamlıyordu. Bu adam bana gerçekten aşıktı, şüphesiz.

Bakışlarımız ardında oluşan ortamın loş havasını kırmak için gülümsedim. Bu cümleleri karşısında ne diyeceğimi, nasıl karşılık vereceğimi bilemiyordum, geçiştiriyordum. Ya ben duygusuzdum ya da onun cümleleri yetiyordu aramızdaki bağı tutmaya.

Gözlerim duvardaki saati buldu, kaşlarımı kaldırıp başımı iki yana salladım. "Geç kalacaksın, hadi ama..." diyerek arkasına dönmesini sağlayıp kapıya ilerlettim. Salondaki orta sehpadan telefonunu, araba anahtarını ve cüzdanını alıp cebine attı. "Kahvaltı da söylemişsin, ne gerek vardı?" Daire kapısındayken dönüp haylazca sırıttı, "Gece yoruldun, sabahı efor harcama diye."

Gözlerimi belertip koluna vururken, "Pislik!" diye söylendim. Çıkmadan önce boynuma bir öpücük bıraktı, "Görüşürüz güzelim."

"Görüşürüz, çok çalış Araf!" dediğimde kısık bir gülüş verdi. Geçen gün söylediğiyle onu taklit etmiştim. "Yakıştı." Gülümseyerek karşılık verdiğimde o giderken ardından kapıyı kapadım.

Güzeldi. Güzeldik. On, on beş gün öncesine kadar Araf'ın böyle biri olduğundan bahsetseler inanmazdım. Korkutmuyor da değildi; hızlı başlamış, hızlı gidiyorduk. Böyle ilişkilerin genelde hızlı bittiğini de duyardım. Umarım bu duyumlarım seyir zevkini kaçıran bir uyarıcı değildir.

Bağlanmamıştım, bağlandığımı sanmıyordum. Aramızdaki tensel çekim ve hoşlantı bunu gösteremezdi. Ama zannediyorum ki zamanla aşka dönüşecek bir heves vardı içimde, o fazla iyiydi çünkü. Verdiği değer, aşık olunası cinstendi. Güzel seviyordu, sevişini seviyordum.

Bir yandan ise Rabia annemin dedikleri uğulduyordu, 'Kurt kovalar, kuzu kaçar. Yakalandığı an iştahla kuzuyu yiyen kurt, kemikleri kalıncaya dek sömürür. Kuru kemikten başka bir şey kalmadığındaysa oradan uzaklaşır. Erkeklerin özeti budur, siktir olup giderler Nevra. Onlara güvenme, sadece iliğine kadar sömür.'

Çocukluğumdan beri bu hikayeyi dinlerdim. Erkekleri sevmez miydim, korkar mıydım bilmiyorum. Pek yakın olmazdım, oldurmazdı da Rabia annem. Bu yüzden sadece bir kere denemiştim, o da konuşmaktan ileri gitmemişti. Düşüncelerimiz uyumsuzdu, Rabia annemin 'düşünceleri kıttır, anlayamazlar' sözlerini desteklemişti.

Şimdiyse karşımda her şeyiyle kurgudan fırlamış gibi bir adam vardı. Beni dünyanın en özel ve değerli şeyiymiş gibi hissettiriyordu. Hayatın akışından korkmazdım, pek üzülmemiştim bunca yıl, üzülmeye değer şeyler görmemiştim hayatımda. Değerli olanlarsa beni asla üzmemişti, bu yüzden seçimlerime güveniyordum. Seçiyorsam en iyisidir, Araf da öyleydi.

Kahvaltımı yaptıktan sonra eski üniversite arkadaşlarımla olan grup konuşmalarını okudum. Bu akşam buluşmak için konuşmuşlardı. Onlara geri dönüş yaptıktan sonra uzunca bir duş alıp çalışmaya koyuldum.

Rusçayı seviyordum, basit geliyordu bana. Genelde dil öğrenmek benim için kolaydı, görsel olarak düşünüyor bunu da kelimelere vuruyordum. O kültürün havasına girdiğimde dilini de yansıtıyordum. Hayal gücümü her yerde konumlandırabildiğim için buna hemen uyum sağlıyordum. Yığınla çeviri verseler bunu kısa sürede tamamlayabilirdim, birçok alanın diline de hakim olduğum için sorun yaratmıyordu.

Dosyalarla ilgili Başak ve şirketin CEO'su Murat Bey'le görüntülü konuşmalarımız sonrası bir grup görüşmesi yaptığımızda herkes çıktıktan sonra Başak'la ben kalmıştık. Biraz muhabbet etmeye başladık.

"Toplantı nasıl geçti?" Önümdeki kağıtları toplarken Başak'a yönlendirdim sorumu. Benim yüzümden ertelenen toplantıyı kastetmiştim. "İyiydi, ertelenmesi sıkışıklık yaratsa da hallettim."

Gülümsedim, "Neden bu kadar telaş ediyorsun her şeyde? İşinde başarılı olduğun bariz belli Başak. Kendine bu kadar yüklenme."

"Biraz hiperaktifim. Bir de Araf Bey dakik biri, düzen şaşınca toparlanmaz ve bir şeyler gecikirse affetmez. Düzeni bozanı siler. Bu yüzden hata yapmamaya özen gösteriyorum."

"İyi de kendi keyfi için ertelenen bir şeyi neden senden çıkarsın?"

"Çünkü her aksaklık için bir B planı ister, düzeni ona göre kurar."

"Olsun, bazen insanlar hata yapabilir. Araf çok, yani Araf Bey acımasızmış gibi konuşuyorsun."

Bir şey aklına gelmiş gibi kısıldı gözleri, "Öyle çünkü," toparlanarak dedikodu moduna girmişti, onunla ısınmıştık birbirimize. Neredeyse çoğu şeyimizi konuşmuştuk, benim Araf'la olan ilişkim hariç. "Ben sekreteriyken, yani o zamanlar asistanı Mine ablaydı, vefat etti. İki hafta asistansız, ben idare ettim. Daha doğrusu etmeye çalıştım çünkü o kadar yoğun bir iş temposu vardı ki sekreter ve asistanlığı aynı anda yapamazdım. Samet'le olan görüşmesini unutmuştum. Tabii o zamanlar Samet'le tam bir ilişkimiz yoktu, yeni yeniydi. Bu yüzden o da aklımı karıştırıyordu. Asistanını aratmak yerine kendisi arıyordu. Neyimin iş, neyimin özel hayat olduğunu unutmuştum. Bir yandan asistan arıyor bir yandan hem sekreterliğini yapıyor hem de asistanlığını üstleniyordum. O görüşmeyi unuttuğum için, tek bir hatam yüzünden kovmuştu beni..." Aklına gelen bu anıyla hüzünlenmiş gibiydi. Haklıydı, onca emeğin karşılığında bir hatayla gözden çıkarılmak kırıcı olurdu.

"Yok artık! Ne kadar şerefsizmiş... ay, yani pislik. Yani, her neyse, öyle işte anladın sen beni." derken ben, güldü. "Anladım anladım."

"E sonrasında ne oldu, nasıl geri döndün?"

"Rica etti. Daha doğrusu özür diledi. Araf Bey ve özür dilemek. O kadar emeğim karşılığında bir anlık öfkeyle bu kararı almasının yanlış olduğunu fark etmiş. Araf Bey'den kimseye, asla böyle bir konuşma beklenmez. Direkt asistanlık teklifiyle geldi, ben de işime de iş yerime de değer verdiğim için kabul ettim. Aslında kabul etmeyecek kadar gurur yapardım ama o zamanlar boktan dönemlerdeydim, ihtiyacım da vardı. Geri döndüm." Duraksadı, "Bence Samet konuşmuştu Araf Bey'le. Yoksa kendisi verdiği kararlardan asla geri dönmez. Özür konusundan bahsetmiyorum bile."

Kaşlarım çatıldı, geçmiş de olsa böyle acımasız davranmasına sinir olmuştum. "Pek doğru kararlar verdiği de söylenemezmiş. Onca yıllık çalışanı nasıl silebilir hemen?"

Omuz silkti, "Acımaz asla." dediğinde gözlerimi devirdim. Bir ara bunun acısını çıkartayım, ben de kendimi ani öfkelenmeleriyle yanlış şeyler yapan biri bilirdim. Kendisi çalışan kovuyordu. "Sen devam etmeyi düşünüyor musun bizimle?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, şimdiden sıkıldım," dediğimde şaşırdı, "Aynı yerde yapamıyorum demiştim sana."

"Sanırım ben de senin gibi yapamazdım, bir yere bağlı olmayı seviyorum. Düzen oluyor." Araya telefonumun sesi girmişti, "Kim arıyor?"

Telefonun ekranına baktığımda gülümsedim, "Araf." dediğimde Başak'ın şok olmuş yüz ifadesinin yanında, benim ne dediğimin farkındalığını kavrayınca oluşan yüz ifadem dışarıdan izlense çok komik görünürdü.

"Yani," alt dudağımı ısırdım, buradan o koca götünle sıvışamazsın Nevra. "Şu an ne diyeceğimi bilemedim."

Başak gülümsedi, "Ben de aynı durumdayım, bence sen aç, biz sonra konuşalım. Öpüyorum, görüşürüz." diyerek aramayı sonlandırdı. Elimdeki telefon da sustuğunda kendime gelip geri aradım. Büyük bok yemiştim. Kim bilir ne düşünecekti Başak. Patronuyla sevgiliydim ve biraz öncesinde dedikodusunu yapmıştık.

"Güzelim, işin mi vardı?"

"Evet işim vardı Araf, s*çtım nasıl sıvıyacağımı düşünüyordum Araf! Senin zamanlamana tüküreyim Araf! Niye arıyorsun ya?! Biraz bekle sonra a-" gereksiz yere yükseldiğimi farkedince duraksadım. Araf da şaşırmış olmalıydı.

"Güzelim iyi misin?"

"Şey... birden yükseldim, yani şey oldu, ne olacağını bilemedim bir an."

"Nevra ne olduğunu söyleyecek misin, neredesin sen? Geliyorum."

Bu adamın gelmekle ilgili derdi neydi? "Ay dur Araf!" sesimi ayarlayıp tekrar konuştum, "Yani, olmaması gereken bir şey oldu da ondan öyle yükseldim. Kötü anlamda değil, kötü bir şey olmadı... Başak'la konuşuyordum, görüntülü."

"Dinliyorum."

"İşte sen arayınca, o da birden kim arıyor diye sorunca Araf dedim."

Sesi anlamazca çıkmıştı, kaşlarını çattığını tahmin edebiliyordum. "Bunun yüzünden mi gerildin güzelim?"

"Sen beni niye arayasın Araf? Bir de bey de demedim direkt söyledim. Bir şeyler anladı sanırım."

"İlişkimizin gizli olduğunu düşünmüyorum, yanlış mıyım?"

"Evet ama Başak'la biraz yakınız, ona bahsetmeden böyle öğrenmesi pek hoş olmadı. Bir de iş yerinde duyulabilir, senin için sorun olacağını düşündüm."

"Aksine güzelim, sana yanlış düşündürdüğüm için özür dilerim."

O düşündürtmemişti, ben kurmuştum. "Neyse, neden aramıştın?"

"Hayda... o nasıl soru?" dediğinde gülmeden edemedim. Haklıydı. "Ay, öyle demek istemedim. Şey diyeceğim sana," bu akşam sekiz buçukta arkadaşlarla sözleştiğimiz geldi aklıma. "Akşam üniversiteden birkaç arkadaşım buluşmak istedi de..." devamını getirememiştim. Ne diyeceğimi bilemedim, buluşmayalım falan mı?..

"Kaçta?" Önümde açık olan bilgisayardan saate baktım, altıyı geçiyordu. "Sekiz buçuk."

"Kaçta biter?"

"Bilmiyorum ki, iki üç saat takılırız. Neden?"

"Ondan sonra birkaç işim var. Görünen o ki öncesinde de sen müsait değilsin..."

"Yarın şirketteyim zaten görüşürüz." dediğimde derin bir nefes aldı. Birkaç dakika sessizlikten sonra konuştu, "Yemek yedin mi?"

"Hayır, birazdan yiyeceğim."

"Yeme, hazırlan."

"Ne?"

"Akşam yemeğini birlikte yeriz sonra seni bırakırım. Olmaz mı?"

"Olur, çok güzel olur."

"Tamam bebeğim, geliyorum."

Sesim keyiflendiğimi gösterircesine tiz çıkmıştı. "Görüşürüz." diyerek telefonu kapattım ve yarım kalan kahve bardağımı alıp ayaklandım. Odaya geçtiğimde Araf'ın gömleğinin bende kaldığı aklıma gelmişti. Hazırlanmaya başlamadan önce üzerime gömleği geçirerek bir fotoğraf çekip Araf'a gönderdim.

Nevra: [Bir fotoğraf gönderdin.]

Nevra: Yavaş gel lütfen!

Nevra: Daha hazırlanmaya başlamadım bile...

Araf: Gömlek neden tanıdık geldi?

Nevra:🥰😏

Araf: Tişörtümü daha yeni çalmadın mı? Gömleğimi ne ara...

Nevra: ÇALMAK MI

Nevra: HAŞA

Nevra: Senin benim mi var cnm

Nevra: Hem gömleğini

Nevra: Sen bıraktın

Nevra: Artık benim 🥰

Nevra: Sence ne giymeliyim

Nevra: Nereye gidicezz

Araf: Bence giyme

Araf: Evde mi yesek?

Nevra: ŞDMDLMCŞDŞAPŞAL

Nevra: [Bir fotoğraf gönderdin.]

Nevra: Çok geç

Nevra: Başladım bile

Nevra: Hazırlanıyorum

Nevra: Bu gece kırmızı tercihim

Araf: Şarap gibi kadın olunca...

Nevra: Seni ısırırım

Araf: :)))

Nevra: Vazgeçtim çabuk gel

Mesajlaşmayı bırakıp hazırlanmaya devam ettim. Bir an önce hazırlanıp Araf gelmeden kapıya çıkmam gerekirdi, akşam yemeğini onunla dışarıda yemek istiyordum.

Makyajımı bitirdikten sonra çantamı alıp vestiyere yöneldim. Ayakkabı seçerken kapı çalmıştı. "Bir dakika!" diyerek ayakkabımı seçtim ve giydim. Son bir kere üstümü ve saçımı düzeltip kapıyı açtım. Açıp çıkmam ve kapıyı kapatmam bir oldu. Yoksa evde kalmaya ben de hayır diyemezdim. Gülümseyerek "Hoş geldin." dedim.

"Hoş buldum. Çok hoş hem de..." derken kollarını bana sardı. Her zaman önce boynumdan öpüyordu. "Çok güzelsin. Ama,"

Kaşlarımı kaldırdım, "Aması yok." diyerek sırıttım. Ama dedikten sonra devamında ne diyeceğini biliyordum. Bu konuları konuşmuştuk.

Bir elim geniş omzunu bulup orada kaybolurken yüzüm yüzüne yaklaştı, öpüp rujumu bozmak yerine ona biraz oyun yapabilirdim. Oyun oynamayı severdim.

Dudaklarına doğru fısıldadım, "Senin için." Boşta olan elimle saçımı geriye savururken arkamı dönerek asansöre ilerledim, arkamda bir adet dudakları aralanmış öylece kalan Araf bırakarak.

Arkamdan gelip eli belimi sardı, saçlarımın arasından kulağıma fısıldadı. "Beni deli etmene bayılıyorum."

Gülümsemem büyürken biraz daha yaklaştım ona. Asansör geldiğinde elimi tutup içeri adımladı. Birleşen ellerimiz dikkatimi çekmiş, hiç yakın temasta bulunmamışız gibi heyecanlandırmıştı. İlk akşam yemeğimizdi, özel olmasını isterdim ama o kadar ağır giyinmemiştim. Sonrasında arkadaşlarla evde buluşacaktık. Akşam dokuz gibi yağmurlu gözüküyordu. Yağmuru bu yüzden sevmezdim, hep sorun yaratırdı.

Arabaya bindiğimizde tekrar sordum, "Nereye gideceğiz?"

"Seveceğin bir yere."

Gözlerimi devirdim. Mekan ismi verse olmaz mıydı? Belki istemeyeceğim bir yer olabilirdi, bundan nasıl emin olduğunu anlayamıyordum. Gerçi, tercihleri hep güzel oluyordu.

Gülümsedim, "İlk akşam yemeğimiz."

"Daha özel olmasını istiyordum fakat sonrasında arkadaşlarınla buluşacaksın, ağır bir mekan seçmedim."

Dudaklarım aralandı, "Biliyor musun aynısını düşünmüştüm?.."

Sırıttı, "Biliyorum."

Koluna vururken konuştum, "Üf bir kere egoistlik yapma ya!" Gülümsemem silinmiyordu, onunla atışmak sevdiğim şeyler arasına girmişti. Ona vurduğum elimi tutup dudaklarına götürdü, ufak bir öpücük kondurarak bırakmadan yola devam etti.

Geldiğimizde Araf'ın ağır değil dediği restorana göz gezdirdim. Bunlar onun için ağır değilse, ağır olanlar nasıl olur tahminlerim yetmiyordu. Ama güzeldi. Etrafıma baktığımda kimi kıyafet gerçekten abartılmış, kimisi sade, bir takımdan ibaretti.

Kalabalıktı da. Kalabalığı severdim. İnsanları analiz etmede hiç iyi olmadığım için eğlenceli gelirdi, kimin ne olabileceğini süzmek.

Restorana girdiğimizde bir kadın bize eşlik etti. Araf'ı tanıdığı da bariz belliydi, buraya da mı sıkça geliyordu?

Masamıza geçtiğimizde etrafta dolaştı gözlerim. Cam kenarında, deniz manzaralı bir yerdi. Yağmur başlayacağı için kapalı bir yer tercih etmişti ama kapalı denemezdi. Her yer camdı. Sanki açık alandaydık da Araf önümden gelen rüzgarları durduruyordu, böyle bir his.

Düşüncelerimi telefonumun sesi böldü. Kıvanç arıyordu. Yağmur'la alakalı olmadığı sürece aramazdı. "Alo Kıvanç." dediğimde Araf'ın bakışları merakla doldu. "Nevra, evde misin?" Sesi bıkkındı.

"Hayır, bir şey mi oldu? Yağmur'a mı bir şey oldu?"

"Biraz fazla kaçırmış, benim önemli bir işim var. Sana getirecektim." Arada böyle yapar, habersiz içtiği için de Kıvanç'la tartışırlardı. Gün sonunda ya onunla kalır ya da bana gelirdi.

"Evde değilim ama anahtarlığında benim evin anahtarı var. Benim de birkaç saate geleceğimi söyle." Arkadan boğuk bir ses bağırdı, Yağmur'du. "Gelme!" Kıvanç derin bir nefes aldı, "Tamam, sana bırakıyorum. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Telefonu kapatıp Araf'a döndüm. "Yağmur'u bana bırakacak, pek kendinde değilmiş de."

"O kızı gözüm tutmuyor."

Kaşlarım çatıldı. "Arkadaşlarım hakkında çok hassasımdır Araf, lütfen."

"Pekâlâ, bir şey demiyorum."

Merak etmiştim, ona bu düşünceyi veren izlenimi. "Neden böyle bir şey düşündün ki?"

"Nedeni yok, ilk izlenimlerim doğru çıkar genelde."

Şu bilmiş tavırları olmasa dörtte dörtlük bir herifti kendisi. Gözlerimi devirsem de gülümsedim, konuyu değiştirdim. "Arkadaşlarımın yanından erken kalkarım, tek kalmasın Yağmur. Kıvanç da yanında olmayacak." dediğimde kaşlarını çattı. Diyeceği şeyden önce, "Yemek istediğin bir şey var mı?" diye sordu. Aklında belirli bir menü olacak ki böyle sormuştu. Ona bırakarak başımı olumsuz anlamda salladım. Tercihlerine güveniyordum.

Sanırım yemekleri önceden ayarlamıştı, birine işaret verdiğinde yanımıza gelmek yerine gözden kaybolmuştu.

"Kızı tek mi bırakıyor?" Bakışlarımı sorusuyla Araf'a çevirdim. "Anlamadım?"

"Kıvanç."

"İşi varmış." dediğimde gözlerini kıstı. Sinir olmuş gibiydi. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır."

Kaşlarımı kaldırıp öne doğru gittim. "Sinirlendin gibi?" diyerek soru yönelttiğimde gülümsedi. Beni taklit ederek o da öne doğru geldi. "Ha gözümden de anlıyorsun artık..."

Tam öyle denemezdi, o konuda biraz aptaldım. İnsanları analiz edemediğim gibi ne düşündükleri konusunda da kötüydüm. Ama onu bazen anlayabiliyordum. Bakışlarım yukarı kayarken dudaklarımı büzdüm, "Sana özel," gülümseyerek devam ettim, "Normalde analiz konusunda berbat biriyim." Dediğime gülerken birkaç çalışan gelmişti. Başak'la konuşmamızı hatırladım, biraz bahsetsem sorun olmazdı. "Başak bir ara onu kovduğunu anlattı bana." Cevaplamadan önce çalışanların uzaklaşmasını bekledi. Gittiklerinde yan bir bakış attı bana, her zaman atmasını isteyebileceğim bir bakıştı. Bazen bu adamın bu kadar yakışıklı olduğu gözümden kaçıyordu. Fazla etkileyiciydi ve benimdi. Çok tatmin edici bir duyguydu bu.

"Samimi misiniz?"

"Evet, baya, fazlasıyla..."

"Kim bilir daha neler konuşuyorsunuz?" Kahkahamı tutamadım. Haklıydı. "Başta Samet'in ne kadar sinir bozucu biri olduğuna kadar... senin de tabii." Başta söylediğime gönderme yapmıştım.

"Sınırını bilmeyeni iş yerinde barındırmam çünkü. Tabii Samet bana anlatmayınca, tek taraflı diye düşündüm."

Başak'ın tahminini onaylatmak için "Geri dönmesinde Samet'in etkisi var mı?" diye sordum.

"Evet, o konuşunca anlaşıldı her şey. Lavuk yüzünden kız işinden oluyordu, onun başının altından çıkmış çoğu."

Samet olmasaydı işten çıkarır mıydı yine de? "O olmasaydı da bir hata için çalışanını gözden çıkarman doğru mu ama?"

"O gün sadece Samet'le görüşmem vardı, bunu kaçırıyorsa işine önem vermiyor demektir. Ayrıca o artısı olmuştu, Samet'e olan bakışları başkaydı, bunu fark edince gözüme batmaya başlamıştı. Doğru anlamışım ama farklı yorumlar..."

Yine yapmıştı, bu sefer komiğime gittiği için gülerek "Sonunda kendini övmesen olmuyor değil mi?" dedim. Soruma gülümserken kaşlarını hayır anlamında kaldırmıştı. Bazen otuz yaşında bir adam içinde üç yaşında bir çocuk varmış gibi geliyordu, bu halleri haylaz ama tatlıydı.

Sohbet eşliğinde yemeğimizi yedik. Saat sekiz buçuğa geliyordu. Onun yanında zaman su gibiydi. "Kalkalım mı? Geç kalmayayım." dediğimde başıyla onayladı. Restorandan çıkmadan önce omuzlarıma yerleştirdiği ceketiyle ona döndüm. "Yağmur başlayacak, esiyor." diye açıklama yaptığında beni saran koluyla biraz daha ona sokularak omzuna yasladım başımı.

Araf hayatıma girdiğinden beri tüm hayatım boyunca eksik olan şey sadece oymuş da gelince her şey tamamlanmış gibi hissediyordum. Aile olmaya dair fikrim olmadığı için bir adamın hayatıma katacağı anlamı bilmiyordum. Bu yüzden eksikliğini hiç hissetmemiştim, fuzuli gelirlerdi. Araf ise bunu hissettiriyordu bana, onunla tamamlanıyordum. Aramızdaki çekim hiç tatmadığım türdendi; neydi, ne değildi bilmediğim.

Arabaya geçtiğimizde ona gideceğim evin konumunu söylerken "En fazla bir saat kalırım, Yağmur'da kaldı aklım." dedim. Bazen böyle yapsa da yanında ya ben ya da Kıvanç olurdu. Şimdi tek olduğunu düşünmek huzursuz etmişti beni, gelme dese de içim rahat değildi.

Yola çıktık. "Saat ondan önce çıkarsan haber ver güzelim, sonrasıysa Yunus gelecek." Anlamazca baktım, buna gerek yoktu. "Araf, buna gerek yok."

"Bu konuyu konuşmuştuk. İtiraz istemiyorum." Kaşlarımı çattım. İstemediğim bir şeyin önüme sürülmesi sinirlerimi yükseltiyordu. "Ben ise itiraz ediyorum. Böyle bir şeye değinmemiştik Araf!"

"Nevra'm lütfen. Madem arkanda güvenlik istemiyorsun, Yunus olmalı yanında."

"Çok saçma ve asla anlamayacağım bunu!" dediğimde elimi tutmak için yöneldiğinde yana doğru çektim. Derin bir nefes alıp sağa çekti arabayı. Ben ön camdan dışarıyı izlerken bana döndü ve ellerimi eli arasına aldı, "Bebeğim," çenemden tutup kendisine bakmamı sağladı. Gözleri yüzümün her noktasına değdi. "Ne olursa olsun bana yüzünü çevirme." Az önce yumuşak çıkan sesi şimdi sertti.

Gözlerimi devirdim, "Çevirmedim."

"Bunu hallettiğimizi sanıyordum ama belli ki yarım kalmış. Sana neden böyle olması gerektiğini söylemiştim, sen istemesen de bu gizli bir şekilde olacak. Güvenmediğimi düşündüğün için bunu açıkça paylaşıyorum seninle. Senden tek isteğim bu konuda inat yapmaman."

"Yaparsam?"

Gülümsedi, "Öperim." Onun dediğini ben yapıp dudaklarımı dudaklarıyla buluşturdum. Kısa bir öpücükle geri çekildim. "Peki, bakarız." dediğimde tek kaşını kaldırdı. Parmağımı kaşına dokundurdum, "Kaldırma tek kaşını, çok yakışıyor." dediğimde gülüşü arabanın içini doldurmuştu.

Yola devam edip gideceğim yere gelmiştik. Ben inerken o da peşimden indi, yanıma gelip omuzlarımdaki ceketini iyice yerleştirdi. Saçımı geriye doğru çekip boynuma bir öpücük bıraktı. "Yarın toplantıyı yarım saat erteleteceğim, seni dokuzda alırım güzelim."

Başımla onayladım. "Yarın görüşürüz o zaman." Perçemimi kulağımın ardına sıkıştırdı, "Görüşürüz."

Yanağına dudaklarımı değdirip geri çekildim ve müstakil evin bahçesinden giriş yaparak daire zilini çaldım. Araf hâlâ ardımdaydı, kapı açıldığında ben içeri girerken bekliyordu.

———

Saate baktığımda onu geçiyordu. Kızlarla muhabbete öyle dalmıştık ki saati unutmuştum. Toparlanıp gitmem gerektiğine dair bir şeyler söyleyip vedalaştım, gece uzundu ama kalamazdım. Yağmur beni beklerdi.

Araf'ın ceketini ve çantamı elime alıp evden çıktığımda yağmur yağıyordu. Çiseler diye düşündüğüm yağmur, fazlasıyla şiddetliydi. Mayıs yağmurları ilginçti. Ceketi omuzlarıma geçirdiğimde bir taksi aramak için çantama yöneldim fakat duraksadım, karşıdan şemsiyeli bir adam geliyordu. Dikkatli baktığımda bunun Yunus olduğunu gördüm. Haber vermemiştim, önceden gelmiş olmalıydı.

Onu süzdüğümde Yunus demek garip gelmişti, Araf'tan dolayı alışmıştım fakat otuz beşli yaşlarda duruyordu. Abim yaşında olacak adamdı.

"İyi akşamlar Nevra Hanım, buyurun lütfen." diyerek arabaya olan yolu işaret etti. Onu dinleyip yürürken arkamda kalmış ve şemsiyeyi bana doğru tutmuştu. Bu yaptığı hoşuma gitmemişti. Aniden durduğumda tahmin etmiş gibi kendisi de hiç takılmadan durmuştu. Ona dönüp yaklaştım, kolunu tutup şemsiyeyi kendisine doğru götürdüm. Böylece ikimizde ıslanmıyorduk. Tuttuğum kolunu geri çekti. "Kocaman şemsiye, geriden yürüme lütfen. İkimizde sığdık bak." diyerek şemsiyeyi işaret ettim. "İşimiz bunu gerektiriyor efendim."

Kaşlarımı çattım. "Abim yaşında adamsın Yunus, hatta kusura bakma Araf'tan alışkanlık. Yunus abi demem gerekiyor." İşim gereği dediği yere gönderme yaptım, "O işlerin Araf'ın yanında. Lütfen benim yanımda böyle davranma, kasılıyorum ve mahçup hissediyorum." Biraz dalgaya vurarak şu saçma gerginliği dağıtmaya çalıştım. "Ayrıca efendim ne? Abi diyerek hürmetten yaşını küçülttüm ama amca der bunatırım seni. Sadece Nevra."

Hafif tebessümünü görmüş gibiydim, dev gibi bir şey olduğu için pek yetişemiyordum tepkilerine. "İşim bu efendim, lütfen." dediğinde ofladım. İnatmış da. "Peki peki, efendim yok, Nevra Hanım'da anlaşalım." diyerek elimi anlaşma maksadıyla uzattım. Bir adım gerilediğinde gözlerimi devirdim. "Öf, Araf'a ispiyonlayayım da seni gör. Çok resmisin, ne bu böyle." diye söylenerek arabaya ilerledim. Ön kapıyı beklerken arka kapıyı açmıştı. Efendim diyen birinin ön kapıyı açmasını bekleyemezsin tabii ki Nevra. Açtığı kapıdan girerek yerime yerleştim. O da şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı.

Araf'a büyük saygı beslediği belliydi. O yokken bile en ufak taviz vermiyordu. Arada da beş adımlık bir mesafe bırakıyor, temasımda aniden geri çekiliyordu. Dikkatimden kaçmamıştı.

"Ne zaman geldin? Oysaki bilerek haber vermemiştim..."

"Dokuzda efendim." Tüm odağı yoldaydı. Temiz sürüyordu arabayı, iyi bir kullanıcıydı muhtemelen.

"Nevra, Nevra Hanım. Lütfen Yunus, efendim ağır bir kelime. Hoşuma gitmiyor. Neden o kadar erken geldin, çok beklemişsin?"

Dikiz aynasından saniyelik geriye baktı. Bana mı bakmıştı, arkadaki yola mı anlayamamıştım. "Araf Bey'in emri."

Her ne kadar ortamı yumuşatmaya çalışsam da gerçekten sert ve soğuk bir üslubu vardı Yunus'un. Korkutucuydu. "Onun ne işi vardı? Çok geç saatlere kadar çalışıyor."

"Kendisine sorarsanız daha doğru bir cevap alırsınız."

Gözlerimi devirdim, "Elbette öyle ama muhabbet açmaya çalışıyorum Yunus. Araf seni önemsiyor, nasıl biri olduğunu merak ettim doğal olarak."

"Bunu da Araf Bey'den öğrenirseniz daha doğru olur Nevra Hanım." Anlaşılmıştı, pek muhabbet canlısı biri değildi. "Gıcık oldum sana Yunus."

———

Evin önüne geldiğimizde inmeden önce teşekkür ettim. Yağmur dinmiş, hafif hafif atıştırıyordu. Sitenin toprağını ıslatan yağmurun ve omuzlarımda bulunan ceketten gelen Araf'ın kokusu bir olmuş bana güzel bir koku bahşetmişlerdi.

Daire kapısının önüne geldiğimde dışarıda Yağmur'un ayakkabılarını buldum. Kapıyı açıp onları da içeri alarak üzerimdekileri vestiyere bıraktım. Ev sessizdi, Yağmur uyumuş olmalıydı. Kaldığı odaya gittiğimde yine ortalığın dağıldığını görmüştüm. Kendisini dağıtınca etrafını da dağıtıp tek kalmak istiyordu.

Rabia annemin sandığına yöneldim. Bunu hayata dair her şeyi öğrendiğimizde açmamızı istemişti. O zamanın, ne zaman olduğunu nasıl anlayacağımızı sorduğumuzda 'sabredin, anlayacaksınız' derdi. O öldükten bir süre sonra Yağmur açmak istedi, öncesinde karşı çıksam da haklıydı, o gitmişti ve açmamızın tam vaktiydi. Açtığımızda ise onunla ilgili birkaç anıdan başka hiçbir şey yoktu. Ne anlatmak istediğini anlayamamıştık ama hâlâ o zamanın gelmediğini anlamıştım.

Yağmur ise ısrarla her kendinde olmayışında dağıtıyordu bu sandığı. Toparlayıp etrafa göz gezdirdim. Yastıkları tekli koltuğun üzerine koyarken Yağmur'un kısık sesini işittim. Oysaki uyuyor sanıyordum. "Özür dilerim."

"Sorun değil. Kahve yapmamı ister misin yoksa uyuyacak mısın?"

Sesi çatallıydı, "Uykum var, yorgunum." Başımla onayladığımda devam etti, "Affedersin umarım, özür dilerim." Gülümsedim. Ona yaklaşıp üstünü örttüm, "Benim sana çığırmalarıma say canımın içi, hadi uyu." diyerek odadan çıktım.

Hep böyleydi; o eşyaları dağıtarak sinirini çıkarırdı, ben ise kelimeleri dağıtarak. Onun yaptığı daha affedilir cinstendi, benim aksime. Ama alışmıştı bana; hoyratlığım, benden ailemi alan hayataydı çünkü. Rabia annem ne kadar çabalasa da eksiklikleri hissedilirdi. Aile sevgisizliğindendi.

Ben de ona alışmıştım; şımarıklığı, ailesinden aldığı aşırı ilgidendi çünkü. Aile sevgisinden.

Bilirdik bunu, kendimizi bilirdik, bizi bilirdik. Her şeyimizle; yanlışımız, doğrumuzla severdik birbirimizi. Dostluğun özetiydik.

Evi toparlayıp odama geçtim. Araf'ın ceketini dolaba asıp üzerimi değiştirdim. Kıyafetleri bende kalıyordu ve bu çok hoşuma gidiyordu. Saate baktığımda on bir buçuktu. İşi devam ediyor olmalıydı, umursamayıp yoğun geçen günün ardından yastığa koydum başımı ve gözlerimi kapadım.

&&&&& Bölüm Sonu &&&&&

Yunus hakkında düşünceleriniz neler?

Kıvanç&Yağmur çiftini seviyor musunuz?

Başak&Samet çiftimiz var bir de!

Nevra ve Araf...

Bölüm nasıldı? 🤍

Bölüm : 15.12.2024 01:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...