Yıldızcıklar ve yorumlarda buluşmayı unutmayalım... <3
*Kitapta birkaç karakter özelliğinde argo kelimeler kullanılmaktadır, yayın politikasına aykırı olmamak adına sansürlü (***) şekilde izah ediliyor. (***) belirteciyle sansürlenen kelimelerin hikaye olay akışına hiçbir etkisi yoktur.*
| SAKIZ |
-1. Bölüm: Sakız-
~~~
"Tamam canım, Cumartesi görüşürüz. Ama evde kalırız büyük ihtimalle, dönemim yaklaşıyor. İlk güne denk gelirse-"
"Amaan, sanki yoğun geçiyor senin. Bir saat ağrı çekip geçiriyorsun." Yine haklı bir Yağmur vardı karşımda. Mutfağa yönelip tezgah ışıklarını yaktım, "Bakarız, çıkıyorum şimdi,"
"Tamam tamam. Ben de içeri gireyim, bahçe serinledi, üzerine bir şeyler al." Koltuğa eğilip kumandayı alarak televizyonu kapadım, "Pijamayla çıkıyorum zaten," eğlencem sesime de yansıdı, "Gece gece ilk aşkımla karşılaşırım falan, alacağım." Telefonun diğer ucundan tıkırtı sesleri geliyordu, sanırım içeri girmişti. "Nerede o şans? Geleni tepikliyorsun hasta kadın!" Kahkaha atarken göz devirdim, "Görüntüleri var akılları yok Yağmur, şöyle ağır başlı bir bey bul gel karşıma bak ağzımı açacak mıyım? Yirmi altı oldum kızım, ergenlerle uğraşamam."
"Olgun seviyorum demiyor da!" derken sesini alçaltmıştı, fısıltıyla konuşmaya başladı. "Neyse, içeri girdim şimdi babamlar da uyuyor, kapatıyorum. Görüşürüz, öptüm aşkım."
"Bye." diyerek telefonu kulağımdan çekip koltuğa attım. Bar sandalyelerinden birine bıraktığım trençkotu üzerime geçirip anahtarı cebime koymuştum. Daire kapısına yönelirken saçlarımı gelişi güzel toplayıp tokamı sıkıca geçirdim ve kapıdan çıktığımda trençkotun kemerini beni boğmayacak şekilde bağladım. Ön caddede bulunan benzinliğe gidiyordum. Bu dönemlerimde fazlasıyla paketli gıda ve sakız aşeriyordum. Farklı bir huyumdu sakız aşermek, çocukluktan kalan, Rabia Anne'min kazandırdığı çoğu alışkanlık gibi.
Hızlıca benzinliğe girdim, birkaç kişi vardı, kasada ise her zamanki gibi Asım Abi vardı. Beni her ayın başı, bu saatlerde görmeye alışkındı. Benim için de rutin olmuştu, öncesinde almak yerine bu saatlerde gelirdim. Asıl gündüz, geceydi benim için.
"Kolay gelsin Asım Abi." Uykuluydu gözleri, genelde gececi olduğu için pek uykulu görmezdim onu. "Sağ olasın sağ olasın," diyerek paketlerin barkodunu okutup poşete koyuyordu. "Bu son kolay gelsin deyişin he." demişti.
"Ne? Neden?"
"Diğer yakaya taşınıyorum, artık yokum." Yok oluşlar olağandı, insanların varlığı bunun üzerine kuruluydu; yok oluş. "Amaan, yenisine de önce bir kurulurum sonra anlaşırız herhalde?" diyerek güldüm. Asım Abi "Aman aman." derken ödemeyi tamamladığımda ardımda bir kişi beklediği için uzatmadım konuşmayı, çıkışa yöneldim.
Site girişine iki sokak vardı, yürüdüğüm yollarda her zaman ışıklandırma olurdu ama bu gece bir sorun olmalıydı, sokak lambaları yanmıyordu.
Karanlığı sevmezdim.
Tek yaşasam da karanlıktan nefret eder, her zaman gece lambalarımı açık tutardım evimde. Tek olduğum için ya da yalnızlıkla alakası yoktu, Rabia Anne'm varken de açık tutardım ışıklarımı. Hep oda zifiri karanlıkken kabus gördüğümü fark etmiştim, bu yüzdendi.
Sakız paketimden bir sakız çıkararak huzursuzluğumu bir kenara attım, umursamamak en iyi yaptığım işti. Rabia Annem her zaman yararıma olacak şeyleri aşılamıştı bana.
Yine de etrafıma bakındım, yürürken bir köpekle karşılaşmayı umuyordum içten içe. Buradakiler onları her zaman beslediğim ve sevdiğim için kokumu tanıyorlar ve bazen bana siteye kadar eşlik ediyorlardı. Rabia Annem sevmezdi ama ben hayvanlara aşıktım, değişik bir his aktarıyorlardı bana. O yokken, parklarda her zaman hayvanlarlaydı arkadaşlığım.
Ayın aydınlattığı yerde yan taraftaki çöp konteynerini koklayan bir köpek gördüm, bu büyüklüğü ve duruşuyla kahverengi lekesi olan oğlana benziyordu. Genelde onunla karşılaşırdım. Seslendiğimde buraya doğru dönmüştü, dizlerim üzerine oturacakken bir anda ağzıma kapanan bez parçasını beklemiyordum.
Ne olduğunu anlamaya fırsatım olmadan geriye doğru çekildim, aynı zamanda seslendiğim köpek buraya doğru havlarken arkadan bir adam "Hoşt." diyerek kovmuştu. Çığlık atmaya çalışarak çırpındığımda "Lan bir dur, sanki bilmiyorsun kurtulamayacağını!" demişti arkamdaki adam.
'Erkekler fuzuli zarardır Gece.'
Çırpınışlarımı ve gerilen vücudumu dizginlemeye çalışıp mantığımı öne çıkardım. Akıllıydım, küçük bir çocukken parklarda alıştırmalarım da olmuştu. Kimse yokken yanımda bu gibilerle karşılaşırdım, tek bir çığlığımla ürküp yok olurlardı.
Rabia Annem de söylerdi, olanı abartırsan daha kötüsü olur diye. Bu yüzden sakin olmalıydım, aptal değildim. Ayrıca izleyip hayıflandığım filmleri hatırlamalıydım. O kurgularda bu sahnelerden yakınıyordum, klişe bir şekilde kaçırılmaya göz yumdukları için. Her bez parçasını koklayan bayılıyor ve sonunda gözünü saçma sapan yerlerde açıyordu.
Ben aptal değildim. Nefesimi tutup arkamda bulunan karaktersize vurmaya çalışarak kurtulmaya çabaladım. Gittiğim dövüş derslerinin işe yarayacağını sanıyordum. Hiçbir işe yaramamasının nedeni kesinlikle kursu tamamlamadan bırakmam olamazdı bence…
Adam beni bir koluna sarmıştı, diğer eliyle ise bezi ağzıma kapatıyordu ve nefesimi de boşa tutuyordum. Bezde hiçbir koku yoktu? Tek yaptığım nefessiz kalarak kendimi yormaktı.
Derin nefes almaya ve çığlık atmaya çalıştığımda ağzımda bulunan bez ve neredeyse yüzüm kadar, kürek gibi el ile uğultudan öteye gidemeyen sesimi kesip ne yaşadığımı idrak etmek için gözlerimi açtım. O ana kadar yumduğumun bile farkında değildim. Neyse ki soğukkanlıydım, Rabia Annem'e benziyordum.
Adam beni kaldırmış ve denemeye çalıştığım kurtulma çabalarımı yok sayıp bir çırpıda arabaya bindirmişti. İki kişi önde bir kişi benimle arkada, arabayı anında çalıştırmış ve ilerlemişlerdi.
Ağzımdaki bezi çektiğinde derin soluklarla düzene girmesini bekledim nefesimin. Yanımda bulunan kirli sakallı bir adamdı. Önde oturan kişinin yüzünü görmüyordum. Şoför koltuğunda ise aynadan gördüğüm kadarıyla taze tıraşlı, kumral biri vardı.
Derin bir nefes çektiğimde yüzlerini dikkatlice incelerken göz göze geldik yanımdaki kirli sakallıyla. Önüme çektim bakışlarımı, simaları tanıdık gelmiyordu. Tanımıyordum, kim oldukları hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Şanslı biriydim, böyle şeyler beni bulamazdı. Üstelik kendi halinde bir insandım, bir olaya karışacak biri değildim. Pekâlâ fevri hareketlerim olabilirdi, aptal insanlara tahammülsüzdüm ve bazen birileriyle tartışma içerisine girebiliyordum, hatta geçenlerde bir sokak köpeğini kucaklayıp götüren bir adama çantamı geçirmiş olabilirdim ama bunların benimle bir ilgisi olamazdı. Zaten kendisi de belediyedendi, kısırlaştırarak ve küpeleri takılarak tekrar bırakıldıklarını söylemişti. Sadede gelecek olur isek soğukkanlı olup olanları anlamam gerekiyordu.
"Ya siz şaka mısınız?"
Tamam, sorum da bu olamazdı. Kendi içimde mantıklı konuşsam da dışarıya bunu yansıtamamam ufak bir kötü huyum olabilirdi, ufacık.
Yanımdaki kirli sakallı, arkada birleştirdiği ellerimi sıkıca tutuyordu, sorumla çatık kaşları iyice çatılmıştı. Yüzü beni sıkıca tutup arabaya bindirdiği için fazla yakındı. Bakışları biraz önce sorduğum soruya benziyordu, sen gerçek misin der gibiydi.
Yakınlığımız ve bakışları rahatsız ediciydi, göz gözeyken yüzümü buruşturdum, kıpırdayamıyordum da. Ben hareket edemiyorsam onun geriye çekilmesini sağlayabilirdim. Ağzımdaki sakızı çıkmaması için dişimin arasına alırken biriktirdiğim tükürüğümü adamın yüzüne attım.
Aniden suratını geri çekerken neye uğradığını şaşırmış gibiydi. Sanırım fazla sinirlenmişti, burun delikleri büyürken "G*y *mcık!" deyip elinin tersiyle yanağıma okkalı bir şekilde çarptı. Yüzüm yana doğru yattığında bunu beklemediğim için bir an duraksamıştım. Hayatımda ilk defa tokat yemiştim. Rabia Annem, bana bir kere olsun el kaldırmamıştı. Sadece terlikleri olurdu, o kadar. Ben ise şu an tanımadığım bir pislikten tokat yemiştim. Yüzüm yanıyordu, iz bırakacak kadar ciddi bir şeyin olmamasını umdum. Böyle bir durumda önümde, bana cidden vurduğunu ve küfür ettiğini yeni sindirdiğim hadsizi mahkemelerde süründürürdüm.
Ağlayacak değildim. Ben ağlamazdım, gözlerim dolmazdı. Bir de ağzımda sakızım varsa odağımı ona verir, dişlerim arasında ezerek gözlerimin dolmasını engelleyebilirdim. Yerimde çırpındım, "Domuz kromozomlu şerefsiz! O ettiğin küfür senin anandır diyeceğim de yazık kadının da haberi yoktur böyle bir yaratık yarattığından! Ne vuruyorsun be?!"
"Kes sesini, rahat dur." diyerek umursuzca önüne dönmüştü ve sanki şu an birini kaçırmıyorlarmış gibi rahatça yolu seyrediyorlardı. "Ya siz salak mısınız? Farkında mısınız birini kaçırıyorsunuz?" Ön koltukta oturan adam da sanki bilmediği bir dil konuşuyormuşum gibi bana dönüp baktı. "Kimsiniz ya siz? Benim kim olduğumu biliyor musunuz? Niye kaçırıyorsunuz ya beni?.."
Kim olduğunu bilseler ne değişecek Nevra? Elçinin kızı gibi tavırları kenara bırakmalıydım. Gerçi tanısalar, böyle boş bir insanı kaçıracaklarını sanmıyordum. Öyle bir zenginliğim de yoktu, fidye midye istenecek biri değildim, istenecek kimsem de yoktu…
"Ya susarsın ya da yüz seksenle giden arabadan seni uçururum." derken sesi öyle netti ki gerçekten yapabileceğine inandırmıştı. Az önceki fevriliğimi azaltarak, "Tamam da abicim bak ben kendi halind-" diyemeden yanımdaki adam ağzıma bant yapıştırınca tüm cümlelerim tıkılmıştı. Ellerimi çekiştirip başımı ona doğru savurarak çırpınırken arkadan bir ip aldı ve bileklerimi önde birleştirdi, bağlayıp beni sabitledi.
Bir anda çok fazla güç sarf ettiğim için yorulunca durdum. Düşünerek hareket etmeliydim ki ne olduğunu anlayıp kurtulabileyim.
Kim olduklarını anlamaya, tahmin etmeye çalışsam da yoktu. Benimle işleri olamazdı. Konuşabilsem, amaçlarını anlayabilirdim ama o da olmuyordu.
Sağ koltukta oturan adam bana dönüp dikkatlice süzdü. Esmer ve uzun sakallıydı. O da hiç tanıdık değildi. Tek gözünü kısıp bakarak "Lan ama bu bildiğin avrat gibi?" dedi.
Az önce dibime kadar giren adam yandan bir bakış attı, "De mi lan? Ben de bi' şüphelendim." Şoför koltuğundaki kumral adam bize doğru dönüp tekrar önüne baktı, "Yok oğlum tıp gelişti, bir estetik yapıyorlar var ya senin benim bacıdan daha bacı oluyorlar. Yoksa Küçük Bey'i nasıl oltaya düşürsün?"
"Doğru, zaten hiç kaçırmadan izledim. Benzinliğe girişiyle çıkışı bir oldu." diyen yanımdakiydi. Neyden bahsediyorlardı bunlar, Küçük Bey kimdi ve ne oltasıydı?
"Yalnız zorla almamızı Yunus Abi sorun eder," bunu diyen şoför koltuğundaki adamdı. Açık açık isim vererek neye güveniyordu? Kurtulduğumda isimleri işime yarardı şikayet ederken.
Yanımdaki adam sözünü bölmüştü. "Uğraşsaydın o zaman açık açık arabaya bindirmeye. Belli ki Araf Bey'i tanımıyor, b*k b*k işlere giriyor. Selamını verseydik bile on sokak koştururdu **ç. Boşa mı söktüm lambaları, söylemezseniz duymaz. **nenin sonu belli zaten."
Onlar kendi aralarında konuşurken ben arada çırpınsam, arada kapalı ağzımın içinden uğuldasam da boşaydı, yorulmuştum. Hem yol tutmuş hem de gün yüzüne çıkarmamak için kendimi sıktığım korku ve gerginliğim yormuştu. Neredeyse bir saat süren yolda uyudu uyuyacaktım. Ortam müsaitsizliğinin farkındalığı ayakta tutuyordu beni.
Etraf bomboştu. Araba yavaşladığında ne bir bina ne bir depo, hiçbir şey yoktu. Duraksadığımızda tünel gibi, yere doğru bir geçit açıldı ve içeri sürmeye başladı. Daha önce böyle bir korkuyla karşılaşmadığım için aklım ve hislerim darmadumandı. Korkuyor muydum onu da bilmiyordum. Emindim çünkü benlik bir durum olmadığından ki bilinçli bir kaçırmaydı konuştuklarına göre. Biri bir sorun yaratmıştı ve alınmıştı ama o ben değildim.
Düşüncelerimi bölen arabayı durdurup hepsi inerken diğer kapının da açılmasaydı. Kolumdan tutan pislik, bavul sürükler gibi çekiştirmeye başlamıştı beni. Arabada, küçücük alanda hoyrat davranamadığım için durulan bedenim tekrar anın farkındalığını sindirmişti, çırpınışlarını yine başlatmıştı.
Arkamda olan ve kolumu tutan adama yaklaşmak için yavaşlattım adımlarımı, yeteri hizaya gelince başımı hızla geri çarparak yüzüne vurdum. Şaşkınlıkla kanayan ve ağrıyan burnunu tutarken boşa düşen kollarımla geriye adımladım. Önümde zibilyon tane adamın farkına varmam geç olmuştu, yaptığım şey aptallıktı, kurtulmam imkansız…
Bir anlık boşluğumla arkamdan gelen adam beni tutarak sandalyeye fırlattı. Sendelerken düşmemek için oturdum. Biri de ağzımdaki bandı çekti.
P*ç gibi davranan insanlardan nefret ederdim, ayrıca yanlış kişiye bulaşmışlardı. Ağzını da kendisini de tutan biri değildim. Çabuk öfkelenirdim. "Ya siz ne tür bir ***** çocuklarısınız, ne istiyorsunuz benden, neredey-" diye çığırırken uzaktan bir kapı açıldı ve içeri biri girdi. "Çok konuşma Ayten!"
Ayten?
"Ben mi çok konuşmayacağım? S****r git be! Önce kaçırın sonra oraya buraya fırlatın ne olduğunu anlamadan etmeden mevlamın unuttuğu yerlere getirin bir de üstüne çok konuşma Ayten! Aynen şerefsiz başka isteğin?" derken çok konuşma sorunumdan daha öncelikli bir şey fark ettim. Ayten?
"Lan bu kim?"
"Ayten kim?"
İçeri giren adamla aynı anda sorduğumuz soruya yanda başlarını öne eğmiş arabadaki adamlardan biri kafasını kaldırıp yanıtlamıştı. "Ayten, abi."
Buraya doğru yaklaşan adam bana iyice göz gezdirip "Ulan bu küçücük kız ebesini ***lerim!" demişti. Kaşlarım çatıldı, "Ayıp oluyor yalnız küçücük kız falan?!" dediğimde hepsi bana aptal mısın der gibi bir bakış atmıştı. Doğruydu, şu an sorun bu değil.
"Abi biz de şüphelendik ama Ali hiç gözünü kaçırmadan izledi, estetiği gerçekçi demek ki yoksa Küçük Bey de kanmazdı zate-" Abileri sözlerini böldü. "Kes lan!" Sesi alev topuydu. Alev atar gibi sinir atıyordu resmen.
Ellerini sarı saçlarından geriye doğru alarak ensesinde birleştirip sıkıntıyla ofladı. Biri bana da cevap vermeliydi. Aptal gibi kalmıştım. "Ayten kim ve ben neden buradayım?"
Abi dedikleri sarışın adamın gözleri trençkotumun önü açıldığı için bunca takım elbiselinin arasında sırıtan pandalı pijamamda, ona zıt beyaz spor ayakkabılarımda ve sakızımı çiğnemeyi eksik etmediğim yüzümde gezindi.
Sakızımı çiğnediğimi fark ederek durdurmuştum. Gözleri kısılarak sıkıntılı bir iç çekti. Bir süre bakarak, bir şeyler düşündü ve diğerlerine döndü. "***imin çocukları, yanlış dosya!"
"Aklına ***klarımın d*lleri!"
"Lağımda **t veren p***nkler!" diye diye oraya buraya geziniyordu.
Yanlış dosya derken yanlış kişi anlamında mıydı? "Pardon ama yeni yeni küfürler üretmek yerine bana bir açıklama mı yapsanız?"
Konuşsam da pek duyulduğum söylenemezdi, kendi halinde konuşuyor gibiydi.
"Araf Bey'e kim açıklama yapacak? Ben. Böyle bir hatanın affı olur mu peki? Hanginizi harcayalım?" Bunları derken beni alan üç kişiye de göz gezdirdi. "Kızı hırpalamışsınız bir de ebesini ***klerim!"
Ben de sarışın adamın bakışlarını takip ederek onları süzdüm, arabadaki o büyüklükleri sönmüş ve elleri önde öylece duruyorlardı. Bana kadardı kabadayılıkları demek ki. Ama olamazdı, onlar kabaysa ben dayıydım.
Etrafa göz gezdirdim, ardımda duvar vardı. Çevremde ise direk gibi dikilmiş gözleri karşıda tek bir noktaya bakan takım elbiseli adamlar. Betondan yapılma bir yerdeydik, ne boyanmış ne de eşyalarla doldurulmuş. Bomboştu. Az önce adamın çıktığı bir kapı vardı görünürde sadece. Belki de çıkış orasıydı ve oraya kadar gidebilirsem kaçabilirdim. Ya da hiç kaçmama gerek kalmazdı, dediklerine göre yanlış kişiydim. Zararları dokunacağını sanmıyordum, benimle de bir şeyleri konuşsalar şu düşüncelerimi bir kenara bırakabilirdim ama ruh hastaları hiçbir soruma yanıt vermiyorlardı.
"Yunus abi vallahi bir yanlışlık olamaz. Gözümü hiç ayırmadım, vallahi Ayte-"
"Senin gözünün yağını kayganlaştırıcı yapar y***ına yediririm Ali!"
Yuh! Çüş! Oha!
O nasıl bir düş gücü mü diyeyim, yaratıcılık mı diyeyim ne diyeyim? Biz bile Yağmur'la bu kadar değildik. Bunların dünyası daha genişmiş...
"Adam beş dakikaya burada." dediğinde içeri siyah büyük bir araba girmişti.
Hah, bir bu eksikti. Gelen de kesin bu teşkilatın başı falandır. Tam kadro maça devam.
"Ya siz salak mısınız duymuyor musunuz beni, aloo ben niye buradayım? Bıraksanıza ya!"
Aynen Nevra, çok etkileyici, çok korkutucu oldun, bak hemen saldılar seni.
Buradan çıkınca iletişim derslerine yazılmalıydım, düşüncelerimle söylediklerim bu kadar zıt olamazdı.
Hepsi gelen arabaya dönmüştü, ben de onları takip ederek oraya çevirdim bakışlarımı. Koyu siyah bir arabadan inen, kendisi de siyah takım elbiseli olan bir adam buraya doğru gelmeye başlamıştı.
Etrafımda onlarca takım elbiseli vardı, işleri neydi bunların? Acaba bir polis operasyonu içerisine falan mı düşmüştüm, dosya denmişti? Yahut bir mafya filmi? Setler falan mı karışmıştı?
Saçma sapan düşüncelerime yüzümü buruşturdum. Ayrıca polis molis olsalar yanlış adam mı alırlar Nevra? Manyakların ortasında yanlış kişi olduğundan emin olduğun için rahatsın ama akıl mantık devre dışı...
Arabadan inen adam bize doğru gelip Yunus dedikleri adamın yanında durdu. Gözlerimiz değdiğinde kaşlarını çatıp beni süzdü ve mümkünmüş gibi iyice çattı.
"Dalga mı geçiyorsun?" Soru, ne yanında bulunan Yunus denen adamaydı ne de diğerlerine. Banaydı. Gözlerim ve dudaklarım hiç olmadığı kadar açılmıştı.
Karşımdaki, geçenlerde kulüpte 'yanlışlıkla' hayvan gibi içtikten sonra 'yanlışlıkla' arabasına sakız yapıştırıp kustuğum adamdı. Kesik kesik hatırlıyordum o geceyi, adamın siması da hatırlanacak bir yüz şekliydi. Şimdi oturmuştu neler olduğu. Ama bu kadarı da olmazdı? Ben cidden kaçırılmıştım.
"Yok artık!.." diye bir nida döküldü ağzımdan, "Tamam arabanıza sakız yapıştırmış ve kusmuş olabilirim ama bu beni kaçırmak için bir sebep değil bence..."
Çatık kaşları ve yandan bakışıyla ne diyor bu der gibiydi, susturmuştu beni. "Ne dönüyor burada Yunus?"
"Araf Bey, bir yanlışlık söz konusu. Fakat hemen çözeceğim. Tam size de bildiriyordum ki-"
"Kısa kes Yunus."
"Efendim yanlış adamı almışlar, yani kadın, her neyse..."
İsminin Araf Bey olduğunu öğrendiğim adam dilini üst dudağının içinde gezdirirken tek tek adamlarına baktı sonra bana döndü. "Kızı odaya götür."
Yunus üzerime gelmeye başladığında oturduğum sandalyeden aniden kalktım. "Ne odası?!" derken kolumdan hafifçe tutan adamın elini savurmak istediğimde baskı uygulayarak durdurdu beni. Yüzümü ona çevirerek gözlerimi kıstım, "Bana bak, o dokunduğun elini alır montelerim sana," diyerek onu süzdüğümde yan kemerinde bir silah gördüm, anında bakışlarım gözlerine çıkarken düşündüğüm şeyle dudaklarımı ıslattım.
Göz kapaklarını ağırca kapatırken yolu işaret etti, "Buyurun," hareketlenerek ona yaklaşıp elimi aniden beline atarak silahı çekip duvara yapıştırdım kendimi. "Yaklaşma!"
Bakışları silaha, bana, kemerine ve tekrar bana çıktı. Kaşları çatık, dudakları aralıktı. Benim ise kalbim çıkacak gibi atıyordu, adrenalinle yaptığım şey işe yarayacak mıydı bilmiyorum ama elimden sadece bu gelmişti.
Gözlerimi ve silahı Araf Bey dedikleri adama çevirdim, arkasındaki emniyete dokundum. Silah kullanmayı bilmiyordum ama izlediğim aksiyon filmlerinde buna dokunuyorlardı. "Yaklaşmayın, yemin ederim vururum."
Birini öldürebilir miydim? Bilmiyorum. Yaptığım şey şu an blöftü. Canım acırsa acımazdım ama birilerini vurmak, bilmiyorum.
Cümlemle birkaç kişinin eli beline çıkmıştı. Karşımdaki adam derin bir nefes aldı, "Oğlum kancık mısınız? Dönün önünüze." diyerek bana adımladığında hepsi eski pozisyonunu almıştı. Üzerime doğru adımlarken silahı ona doğrultarak bağırmıştım, "Gelme!"
Yanımda bulunan Yunus'a baş işareti yaptığında, Yunus geriye adımlayarak bana alan açtı. "Bak Küçük Hanım işimiz seninle değil, bir de sen beni uğraştırma."
"Şimdi mi cevap veresiniz tuttu? Niye güveneyim size?" Gözüm kapıya çarptı. Ellerim titriyordu ve bileklerimden bağlı olduğu için silah elimde sıkıca duruyordu. Silahla kapıyı işaret ettim, "Gideceğim, izin vereceksiniz," derken o da işaret ettiğim kapıya döndü ve tekrar bana baktı. Tek kaşı kalkmıştı, "Emin misin?"
"Evet."
"Pekâlâ," diyerek etraftakilere baktı, işaret parmağı ve orta parmağını birleştirerek geriye ittirdiğinde Yunus'la birlikte hepsi geriye birkaç adım atmıştı. Kapıya giden yol açılmıştı. Bunu beklemiyordum ama başka çarem de yoktu. Silah doğrultmuştum adamlara ve meseleleri benle değilse de artık belamı bulmuştum.
Birkaç adım yana kayarak ileri doğru gittim, başları oydu ve ondan komut aldıkları belliydi. Bu yüzden tuttuğum silahı ve bakışlarımı ondan çekmiyordum. Kapıya doğru ilerlerken sırtımın ona dönmemesi için yüzümü döndüm ve geri geri adımladım. Geriye baktığımda kapıya yaklaşmıştım, adam ise bana doğru gelmişti. "Yaklaşma bana."
Elleri ceplerinde omuz silkti, "Yaklaşmıyorum."
Kapı kulbuna baktım, ellerim bağlıydı ve avuçlarımda silah varken açamazdım. Yutkunup ona döndüm, "Silahı bırakacağım ama peşimden gelmeyeceksiniz."
"Hay hay."
Titreyen ellerimdeki tabancanın yuvarlak kısmına yerleştirdiğim iki parmağımı çıkartırken zorlanıyordum. Birkaç kere iterek çekmeye çalıştım. "Çık!"
İttirerek ellerimden düşmesini isterken sıktığım parmaklarımla çıkan patlama sesi ve çığlığım eş zamanlı yankılanırken geriye doğru attım kendimi.
"Lan!"
Silah patlamıştı.
Ben, bir tabancayı ateşlemiştim.
Refleksle sımsıkı kapattığım gözlerimi açtığımda Yunus buraya geliyordu. Birkaç kişi de buraya dönmüşken yere düşen silahta gezdirdim gözlerimi. Patlamıştı. Üzerime baktığımda hiçbir şeyim yoktu. Adımlarını duyduğum Yunus'a baktığımda bana geliyordu. Kapıya yapışan sırtımı çekerek başımı iki yana salladım. Hızla önümü dönüp kulbu açtım ve içeri girip kapıyı gürültülü bir şekilde kapattım.
Gözlerimi gezdirdiğimde tek gördüğüm deri koltuklar ve çalışma masasıydı. Burası bir odaydı, çıkış değil. S*ktir.
İleriye adımlayıp ardımı kapıya döndüm. Kapı açıldığında Araf Bey ve ardından Yunus içeriye girmişti. Kapı kapanırken birkaç adım aralık bıraktı aramızda, gözlerini kısıp bana baktı. "Bu iki."
Vücudum kadar nefesim de titriyordu, bir nefes aldım. Kaşlarımı kaldırarak başımı iki yana salladım sorarca, "Ne iki?"
Beni süzüp sabır çeker gibi derin bir nefes aldı. Gözleriyle yanımdaki koltuğu işaret etti, "Otur."
İşaret ettiği yere değen gözlerim tekrar ona baktı, başımı iki yana salladım. Dişlerini birbirine bastırdığı kasılan çenesinden belliydi, gözlerini kapatıp açarak yineledi. "Otur. Bir şey olduğu ya da olacağı yok, sadece otur tamam mı?"
Bakışlarım koluna çarptı. Kanıyordu. Gözlerim irileşirken dudaklarım aralandı, konuşamasam da bakışlarımı fark ettiğinde bir dolaba doğru ilerledi. Dolaba ilerlerken ceketini çıkarıp koltuğun üzerine bıraktı. Kapaklardan birini açıp üzerindeki gömleğin düğmelerini açmadan kopartarak çıkarmıştı.
Bakışlarımı önüme çektim. Vurmuştum. Hayır, ben vurmamıştım. Bilerek olmamıştı. Benim yüzümden değildi. Suç karşıdaydı tamamen.
"Tekrarlamayacağım, otur." Sesiyle ona döndüm. Hâlâ aynı yerinde, arkası dönük kolunu sarıyordu. Dediğini yapıp üçlü deri koltuğa oturdum yavaşça. Boktan bir duruma bulaşmıştım. Bulaşmamıştım. Onlar bulaştırmıştı.
Kendisi de işini bitirip önümdeki orta sehpaya oturdu. Dirseklerini dizlerine yaslayıp öne doğru geldi. "Seni bu seferlik de mazur göreceğim Küçük Hanım."
Tırnaklarımı avuçlarıma batırdım, konuşmasından küçümseyicilik akıyordu, öfkemi harlıyordu. "Pardon da 'de' derken? Farkındaysan beni kaçıran," bileklerimi havaya kaldırdım, "Sizsiniz. Arabaya kusmak ayrı adam kaçırmak ayrı. Manyak mısınız siz?" Devamındaki dediğim ise istemsizce kaçmıştı ağzımdan, üstten üstten konuşulması sinirlerimi bozardı. "Ayrıca aç g*tüne de küçüğü!"
Dediğim şeyle karşımdaki adamın kaşları inerken dudakları aralandı. Bunu beklemiyor olacaktı.
Fevri davrandığımın farkındaydım ama engel olamıyordum. Alt dudağımı ısırıp etrafta gezdirdim bakışlarımı. Arabadaki yaşanandan sonra, temkinli olmalıydım. Üstelik adamı yaralamıştım. "Pardon, birden kaçtı..."
Çenesini kasmış bana bakıyordu. Yüzünü yüzüme yaklaştırırken ben de geriye doğru gidiyordum. "Kaçmasın."
Böylesine pardon denir miydi? Ancak öküz dilinden anlarlardı, aynı şekilde karşılığını vermek gerekirdi. Bir de yaraladım diyorum, beni buna zorlamışlardı ve yanlışlıkla olmuştu. Böyle insanların huyuna gidemiyordum, ters tepiyordu. "Yoo kaça da bil-"
"Beni sinirlendirmek istemezsin." Egoist tutumuyla, üstten üstten konuşması irite ediciydi. Ellerim bağlı olmasa suratına bir yumruk çarpmaktan çekinmezdim. "Aynen mafya kılıklı pepee sinirlenmeni istemem."
"Kes sesini."
"Sen kes asıl!"
"Seni şuracıkta..." deyip burun buruna olan yüzünü hafif geri çekip gözleriyle üzerimi süzdü. Ne diyeceğini idrak edip o cümlenin sonunu getirmemesi için ağzımdaki sakızı yüzüne tükürürken o da aynı anda konuşmuştu. "Öldürs-"
Upps. Yanlış anlaşılma.
Kapanan gözüne yapışan sakızı eliyle itti. Dudaklarımı birbirine bastırdım, işte şimdi sıçmıştım. Sonunu düşünmeden hareket edersen böyle olur... Yağmur ani yükselmelerimin başıma bela olacağını söylerdi. Önce adamı yarala sonra yüzüne sakız tükür, ben kesinlikle sonumun gelmesini istiyordum.
Yunus arkada şaşırmış bir şekilde olanları izliyordu. Araf Bey başını yan çevirip omzundan ona seslendi. Böyle durunca ne kadar sinirlendiği yüz hatlarından belli oluyordu, çenesi kaskatıydı. "Dışarı çık ve işini hallet!" Duraksamadan çıkmıştı.
"Derdin gebermek mi?" Bana döndü. Bağırmamıştı ama bağırsa daha az korkardım sanırım. Öyle sakin ama öfkeli söylemişti ki gözlerimi istemsizce birkaç kere kırpıştırdım. "Ben... yanlış anladım, yani farklı bir şey söyleyeceksiniz sandım yani pislik yapacaksınız sandım, sonunu getirmeyin diye öyle şey yaptım." Nefesim hızlanmıştı, çok konuşuyordum, hiç konuşmasam daha iyi olacak gibiydi.
Gözlerimi yumdum, bağlı ellerimle ovuşturdum. Dengesizliğim yüzünden bir gün bela alacağımı düşünürdüm ama böyle bir bela... adamı vurmuştum. Ellerimi çekerek ona baktım. Kolu ve gözleri arasında gidip geliyordu gözlerim. Başımı iki yana salladım. Bakışları yüzümde dolaşıyordu. Ne düşündüğünü de anlayamıyordum. Gözleri kısıldı, "Nasıl oluyor da ikinci kez karşıma çıkıyor, sabrımı sınıyorsun?"
"Ben de anlamadım ama kesinlikle tesadüf." Yüzüme öyle bir bakıyordu ki sanki onu ben takip etmişim de bulmuşum gibi, kaşlarımı çattım. "Tamam kulüpte her insan öyle bir şey yaşayabilir ama şimdi karşılaşmamız kusura bakma da o salak adamların yüzünden. Hayır yani sen de madem insan kaçırıyorsun niye düzgün yapmıyorsun işini. Şimdi beni saldığında polise gitsem şikayet etsem sizi başınıza iş almayacak mısınız? Yani tabii ki yapmam öyle bir şey sonuçta ben de sizi vurdum ama ben meşru müdafaayla yaptım bunu. Aslında yapmadım da sadece bırakmaya çalışıyordum silahı yanlışlıkla oldu. Kesinlikle o adamlar beni buraya kadar getirmeseydi yaşanmazdı bunlar. Bence biraz daha eğit sonra iş yaptır ayıp yazık yani hepimiz yoruluyoruz kov demiyorum ama bak ekmeğinden de olmasınlar yani. Hem ayrıca bu devirde adam kaçırma mı kalmış kaçıncı yüzyıldayız? Kimsiniz siz, mesleğiniz ne?"
Soru işaretini koyduktan sonra derince bir nefes aldım. Bir ortamda nasıl davranacağımı bilemediğimde ya hiç konuşmaz ya da çok konuşurdum. Karşımdaki adam da şaşırmış olacak ki öylece kaldı. Uzun süre bakışları bende kaldı. "Adam kaçırmıyoruz." Buna mı takılmıştı?
"Gayet de kaçırıyorsunuz?"
"Kaçırmıyoruz."
"Yaa ne demezsin canım! Öküz gibi arkadan abanıp ağza bez kapatmak," ellerimi kaldırıp bileklerimi gösterdim, "Kaçırmak olmuyor kesinlikle." dediğimde kaşları havaya kalkmış, bakışları dudağımın kenarında kalmıştı.
Biraz durduktan sonra elleri bileklerime uzandığında irkilip geriye doğru yaslandım. Duraksasa da devam ederek bileklerimi tutup ellerimi öne getirmiş ve plastik ipi koparmıştı. Kopan iple ben bir ellerine bir bileğime bakarken kalkıp dolaptan bir gömlek alarak üzerine geçirip odadan çıktı.
Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım. O kadar gerilmiş ve kendimi sıkmıştım ki başım da bedenim de ağrımıştı. Etrafımda gezdirdim gözlerimi, gelen giden yoktu. Baş ağrımı azaltması için tokamı çıkarıp daha konforlu bir konumda yaslandım koltuk arkasına.
———
Yazarın Bakış Açısı
Araf odadan çıkıp sağ kolu olan Yunus'un ve sıraya dizdiği adamlarının yanına gitti. Üçü yaralıydı, Yunus işini halletmiş olmalıydı.
"Biz ne zamandan beri adam kaçırıyoruz Yunus?"
"Hiçbir zaman Araf Bey." Adam kaçırmazlardı, nedeni belliydi; bu işin içinde olanlar onu tanırdı, yanına kendi ayaklarıyla gelmezlerse ne olacağını bilirlerdi. Araf Tekin, rızasız iş yapmazdı. Tabii her rıza açıktı ona, itiraz eden bulunamazdı.
"Peki biz ne zamandan beri bir kadına el kaldırıyoruz Yunus?"
"Asla Araf Bey." Kadın ve çocuklar, dünya üzerindeki en değerli hazineydi. Erkekler ise o hazineyi koruyan garipler, kimi sağ kimi sol.
"Peki içerideki kız neden o halde Yunus?"
"Bir yanl-"
"S***rtme yanlışını!" Öfkesi yayılırken Yunus'un ensesine elini attı Araf. Kurşun kolunu sıyırmıştı, pek önemsemiyordu ufak bir sıyrığı. "Biz çaylak barındırır mıyız Yunus?"
"Hayır efendim, benim hatam. Hemen halledeceğim."
"Şüphem olsa seni barındırır mıyım?"
"Hayır efendim."
Araf sırayla dizilmiş adamlara döndü. "Hanginiz vurdu?" Yaralı üç kişi arasından biri öne adımladı. Araf ona doğru yürüyordu.
"Biliyorsun Yunus, böyle boş işlerle uğraşmaktan haz etmem. Vaktimi çalanı, harcarım..." Adamın önüne geldiğinde omzuna koydu elini, sıktı. Ne yapması gerektiğini biliyordu. Kıza vurduğu sol elini uzattı. Kurşun elinden geçerken çığlığını yuttu adam. Bağıramazdı.
&&&&& Bölüm Sonu &&&&&
Yeni bir kurguyla karşınızdayıımm <3
Bakalım Nevra ve Araf'ın hikayesinde neler olacak...
Ne olabilir, nelerle karşılaşabilir ya da ne olmasını istersiniz, fikirlerinizi belirtin lütfen.
Bir de anlamadığınız noktaları en sonda koyacağım nokta bölümünde belirtin, kesinlikle yorumlarda olacağım <3
Bu arada kitabı nereden duydunuz?
Yorumlarda, yıldızcıklarda buluşalım...
•
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
22.19k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |