Derin Doğa’nın (Asel Demirhan’ın) Anlatımıyla,
Sabah uyandığımda kendi yatağımda değil canım kan ikizime sarılarak uyumuşuz. Onu uyandırmamaya dikkat ederek yerimden kalktığımda hızla kendi odama geçerek kısa bir duş almıştım.
Spor kıyafetlerimi giydiğimde artık hazırdım. Bugün 10. 03. 2018 Yani doğum günüme tamı tamına iki hafta kalmıştı. Tabi tek benim doğum günüm değil Erez ve Arsen'in de doğum günüydü. Hafta sonu olduğu için Demirhanlar ailesinin yanına gidecektim. Ama bu sefer amcam Ali ve Altan ve de yeğenlerimle vakit geçirip onları tanıyacaktım.
Öz anne ve babayla vakit geçirdim. Tamam.
Öz en büyük abi ile vakit geçirdim. Tamam.
Öz en büyük amcanla vakit geçirdim. Tamam.
Evet, bir liste yapmıştım kafamdan. Hepsiyle vakit geçirmeye özen göstermemin nedeni hepsinin aynı olmasa da benzer acılar çekmesindendi.
Sırada kalan gurup iki amcam ve yeğenlerim, kuzenlerim. Ah tabi unutmadan Soylu ailesinden Alpaslan Soylu az çok tanımıştım ama diğer Soylulardan bir haberim yoktu.
Üstümü giyindiğinde biraz sıkı giyinmiştim çünkü hava parçalı bulutluydu. Tam on üç dereceydi.
Üstümde tişört ve onun üstünden gri bir kazak giymiştim. Evde olursak sıcak olacağını düşündüğüm için kazağımı çıkartarak, tişörtümle kalabilirim diye düşünmüştüm. Yanımda tişört taşımaya üşenmiştim. Bacaklarıma da siyah bir kot pantolona benzer eşofmana gibi bir şey giymiştim. Ne yani pantolon mu giyecektim? Hiç sevmem... Ancak elbise ya da etek girmektense pantolon giymek daha iyiydi.
Saçlarımı son kez taradığımda artık hazırdım. Nedense saçlarıma çok önem veriyordum.
Bugün kahvaltıyı ben hazırlamak istediğim için erken kalkmam bir işe yaramıştı.
Mutfağa girdiğimde her şeyin derli toplu olduğunu gördüm. Ellerimi tekrar mutfak lavabosunda yıkadım, güzel bir şekilde kuruladım. Buzdolabını açtığımda, içinde ne var ne yok bakmaya başladım ama sadece ne yok desek daha doğru olurdu.
Ah, ben çok kararsız bir insandım! Ayrıca mükemmel bir kahvaltı hazırlardım. Sanırım…
***
Yumurtaları tek bir tabağa kırdığımda yanmaya yakın olan sucukları son anda çevirdim. Yumurtalara tekrar döndüğümde tuz ve pul biber eklemiş olduğum yumurtayı çatal yardımıyla çırpmaya başladım. Çırpma işlemi bittiğinde yumurtaları sucukların üstüne döktüm.
Pişen şahesere baktığımda gülümsedim "Of be annende mi aşçıydı. Gerçi benim bir anam modacı diğeri" kaşlarımı çatarak düşünmeye başladım "Diğerinin mesleği neydi ki?" Omuz silkerek, "Aman neyse bir müzik açayım da kendimize gelelim"
Telefonumdan müzik açmak için kısa bir an yemekten gözümü ayırmamla bir koku gelmeye başladı. Kaşlarımı çatarak "Bu koku ne ki?" Koklayarak kaynağını bulduğumda gözlerim dehşetle açıldı "Yumurtam yandı!"
Umutsuzca yanmış yumurtama bakıyordum. "Ağlayacağım ya!"
Derin bir nefes alarak yanmış yumurtayı çöpe attım. Mutfak kapsının oradan tıkırtılar duyduğumda başımı çevirip baktım. Küçük dostum gözlerini ovuşturarak tavşanına sıkıca sarılmış bir şekilde mutfağa giriyordu.
"Mete'm?" diyerek ona yaklaştığımda küçük dudaklarını büzerek bana baktı "Abla?" diyerek küçük kollarını bana uzattığında onu kucağıma aldım.
"Bebeğim susadın mı, o yüzden mi uyandın?" diye sorarken gözüne gelen saçlarını diğer elimle kenara çekmeye çalışıyordum. Başını sallayarak "susadım ama uykumda kaçtı"
Mis kokulu boynundan öperek "Oy ablasının paşası. Madem uykun kaçtı gel bakalım suyunu içte bana yardım et" onu tezgâhın üstüne oturtarak ılık bir bardak su doldurdum "Ne yapacağız ki?" dediğinde suyu ona uzattım. Elimden suyu alarak içerken "Kahvaltı hazırlamak istedim size paşam. Sende yardım etmek iste misin bana?" diye sorduğumda içtiği bardağı yanına tezgâhın üstüne bırakarak "Evet lütfen" demişti.
Onu tekrar kucağıma alarak "O halde hadi bakalım pankek yapalım"
Yere indirdiğimde gözleri ışıldayarak bana baktı. "Pankek şuruplu mu?"
Onu başımla onayladığımda "üstüne hem şurup, hem de çikolata sürebiliriz"
Gülümsediğinde "Tamam o zaman ne yapacağım?"
Bu sefer yakmamak ya da her hangi bir sorun yaşamamak için tariflerden bakmaya karar verdim.
Telefondan malzemelere bakarken sesli bir şekilde okuyordum. "İki adet yumurta, İki yemek kaşığı şeker, bir su bardağı süt, bir buçuk su bardağı un, bir paket kabartma tozu, bir paket vanilya. Tamam, malzemeler bu kadarmış" başımı çevirerek Mete'ye baktığımda tezgâhın üstüne kırmamaya dikkat ederek yumurtaları koyuyordu. Şaşkınca ona bakarken tüm malzemelerin tezgâhın üstünde olduğunu gördüm.
Ona gülümsediğim, yanağımdan kocaman öptüm "Küçük dostum yine mükemmelsin" diyerek göz kırptım.
Mete utanarak gözlerini kaçırdığında "Hadi başlayalım" demişti.
***
Tüm malzemeleri gerektiği gibi sırayla kabın içine koyarak çırpmıştık. Şimdi ise tavaya az bir miktar sıvı yağ ekleyerek kızmasını bekliyorduk. Tava yeterince kızdığından kepçeyle yeteri miktar doldurarak düzgün bir daire şekli olması için tavayı elimde çevirerek pankek hamurunu yaydım.
Hamuru kısık ateşte güzelce pişmeye bıraktığımda, küçük dostumla birlikte kahvaltılıkları yemek masasına taşımaya başladık.
Yaptığımız şaheserlere bakarken kocaman gülümsüyordum "Annende mi aşçıydı be! Ulan çok güzel yaptık" diyerek küçük dostuma döndüm elimi uzatarak "Çak bakalım küçük dostum!" Gülerek elime çattığında, yemek masasına diğerlerinin geldiğini gördüm.
"Ne oluyor? Sabah sabah ne bu gürültü kızım." Diyerek gözlerini ovuşturan Eymen abimin kafasına sert sayılmayacak, ama yumuşakta olmayacak şekilde sağ elini geçirdi Mustafa amca "Sus lan hergele. Güzel kızım kahvaltı hazırlamış bize" gözleri parlıyor, gururla söylüyordu. Meryem teyzede kocasının yanında durarak "Ay niye zahmet ettin kızım birlikte yapardık"
Tam dudaklarımı aralayıp bir şey söyleyecekken, Erez alaylı bir ifadeyle "Harbi niye zahmet etin ikizim? Nasıl olsa ha öyle ha böyle tahtalıköye gideceğiz ver sen bize fare zehrini daha kısa yoldan giderdik"
Ona sinirle bakarken, cevap vermeden Meryem teyzeye döndüm "Ne zahmeti Meryem teyzem" Mete'ye dönerek göz kırptım " küçük dostumla hallettik biz her şeyi"
Eymen abi alayla gülerken, bir zeytin attı ağzına "Desene kesin tahtalıköy'lük olacağız."
Onların bu dalaşmasına son veren Mustafa amcanın susturmasaydı.
***
Kahvaltımızı bitirdiğimizde, ben hızlıca montumu giyerek, ayakkabılarıma yöneldim. Ne kadar Erez'i de davet etsem de öz ailemle yalnız vakit geçirmem gerektiğini söyleyerek reddetmişti.
Ayakkabılarımı giydiğimde Erez'in yanağından kocaman öperek "Oy benim kan ikizim."
Erez gülümseyerek belimden tutuğu gibi sarıldı, anlımdan öptü "Görüşürüz kan ikizim." Kaşlarını çatarak "Bir şey olursa arıyorsun tamam mı?"
Ona gülümseyerek "Tamam, canım ikizim tamam" dedim bir çocuğu ikna etmeye çalışır gibi.
O da bu halime güldüğünde son kez anlımdan öperek bıraktı beni.
Arkamı dönerek bugün beni alacak şanslı Demirhan üyesini görmek için arabaya bakarken ikizim çoktan eve girmiş camdan dikizliyordu.
Arabanın şoför kapısı açıldığında, siyah bir ayakkabı gözüktü. Kaşlarımı çatarak dikkatlice baktığımda, diğer ayağı gözüktü. Arabadan tam çıktığında siyah renk vücudunu ortaya çıkaracak derecede olan bir tişört, aynı renkte pantolon, kol bileklerinde siyah çivi desenli değişik bir bileklikler, siyah güneş gözlüğü ile bir durdu karşımda.
Saçları kahverengi, yüz hatları ne tam yumuşak, nede tam serti. Gözlüğü çıkarttığında yeşil gözler adeta ateş ediyordu. Vücudu çok fazla kaslı olmasa da oldukça belli kasları vardı özelliklede kol ve ellerinde. Sağ kolunun iç tarafında ise güneş desenli büyük bir dövme vardı.
Karşımda olan kişi Çınar Akçıl'dı.
Sağ eliyle saçlarını gelişi güzel attırdığında, gülümsedi. Gülümsemesi bir güneş gibi parlaktı. Yanıma geldiğinde, nahif bir ses tonuyla "Merhaba küçük hanım umarım gecikmemişimdir."
Ben ona şaşkınca bakarken, o bana güzel gülümsemesini sunuyordu. Sanki yıllar sonra görmek istediği ancak bulamadığı kişiyi görmüş gibiydi.
Ona elimi uzattığımda "Merhaba Çınar bey."
O ise elimi tutarak hızla kendine çekti, sıkıca sarıldı. "Şükürler olsun" saçlarıma derin bir öpücük bırakırken "Bana beyli falan konuşma yeğenim. İster dayı de, ister başka bir şey. Ama resim olma canına yandığım, canımı yakma."
Şaşkınca kocaman açılmış gözlerimle dururken asla kıpırdamıyor, sarılmasına karşılık vermiyordum. Adam ise bunu hiç dert etmeyerek benden ayrıldığında hala gülümsüyordu. "Hadi gel bakalım, seninle biraz gezelim" diyerek belimden arabaya doğru yönlendirdi.
Tamam, bu biraz tuhaftı. "Eve gideceğimizi sanıyordum?"
Çınar bey düşünceli şekilde bana baktı, sonra ise yüzünde geniş bir gülümseme meydana geldi. "Elbette gideceğiz ancak bir kaç saat ortadan kaybolmamızda sorun olacağını sanmıyorum." diyerek göz kırptı.
Pekâlâ, bakalım nereye gideceğiz.
***
Vay be!
Favori dayım sensin artık!
Gerçi başka dayım var mı bilmiyorum ama.
Gözlerimden kalp çıkabilseydi emin olun çıkardı. Sanırım mutluluktan ağlayacağım.
Yanımdan ses geldiğinde zorlukla başımı çevirdim "Hadi bakalım küçük yarışçı. Biraz oyun oynayalım"
Yazar Anlatımıyla,
Çınar şu an bu yaptığının yanlış olduğunun farkında olsa da, geri dönmeye hiç niyetli değildi. Üstelik yeğeni bu kadar heyecanlı şekilde yarış pistine bakarken bu hiç mümkün değildi.
Araçtan indiklerinde, hızla pistin yolunun kenarında durduklarında, bir adam gelerek, Çınar'la selamlaştı. "Ne haber Fırtına? Uzun zamandır yoktun."
Çınar güzel gülümsemesiyle kısaca yeğenine bakarak adama döndü. "İyi Adem, hem de çok iyi." Kısaca piste göz gezdirip tekrar adama döndü "Bu gece pistin tozunu attıralım diyorum. Hım ne dersin?"
Adam büyük bir kahkaha atarak "Fırtınaya her zaman yer var" diyerek göz kırptı. Adam Çınar'ın yanındaki genç kızı işaret ettiğinde, Çınar gülümsemesini kesmeden "Yeğenim, Asel Demirhan"
Derin şaşkınca Çınara dönerken adamda Derin'den farklı değildi.
Yeğenim mi?
Onun yeğeninin öldüğünü sanıyorlardı.
Çınar sık sık araba yarışlarına katıldığı için Adem Çınar'ı az çok tanır, neden buralarda olduğunu bilirdi. Şimdi ise yeğenim dediği bir genç kız karşısındaydı.
Çınar adamın düşüncelerini okumuş gibi "Sonra Adem, sonra" diyerek geçiştirdi.
Adem başını sallayarak onayladığında, yolu gösterdi "Buyurun bu taraftan"
İkili Adem'i takip ederek, diğerlerinin yanında doğru gittiler.
Çınar alaylı bir ifadeyle "Ne haber gençler özlediniz mi beni?" Herkes Çınara döndüğünde, Aslı alayla gülerek "Ooo Çınar beyimiz teşrif eder miydi?"
Çınar ona aşk olsun der gibi bakarken, Melih aynı alaylı ifadeyle "Bilmem be Aslı teşrif ediyormuş demek ki"
Diğerleri de onlara katılırken, Çınar sahte bir kızgınlıkla "Geliyoruz ya oğlum abartmayın. Hem" diyerek sustu, yeğenini sırtından nazikçe ilerlettiğinde "Sizi kiminle tanıştıracağım"
Tuğrul dehşetle arkadaşına bakarken "Lan pedofil mi oldun başımıza?!"
Asaf genç kızı kısaca inceledi. Yeşil gözler ilk dikkatini çeken şey olmuştu. Kumral saç, yeşil göz, küçük burun, buğday rengi ten. Fısıltıyla "Asel!" bu sorar gibi değil de kendinden emin gibi çıkmıştı sesi. Emindi Asel'di bu küçük kız. Nasıl unutabilirdi ki zaten. Küçük burnunu dikerek,
'Bende yarışacağım!'
'Bana ne, dayım yarışırsa bende yarışacağım!'
O anlar gözlerinde canlandı sanki. Lakin bu genç kız onlara yabancı gibi bakıyordu. Neden bu şekilde bakıyordu?
Bunu sevmedi! Küçük Asel'in peşinde dolaşarak ona dayı demesi gibi bu genç kızında demesini istiyordu. Ama gel gör ki bu genç kız onları tanımıyordu.
Çınar hep bir ağızdan söylenen arkadaşlarına bıkkınlıkla baktı. Anlaşılan hiç susmaya niyetleri yoktu. "Yeter! Ulan ben öyle bir insan mıyım da, pedofil diyorsunuz bana?!" Yeğenini göstererek "yeğenim Asel Demirhan"
Hepsi ağzı açık ayran budalası gibi Asel'e döndüler. Bazılarıysa sanki hortlak görmüşlerdi. Melih dehşet bir ifadeyle "Ho-hortlak mı lan!"
Aslı Melih'in kafasına vurarak "Salak salak konuşma lan belli ki bir yanlış anlaşılma var."
Kerim düşünceli bir şekilde "Dostum yeğenin acısına dayanamayarak onun kopyasını mı buldun?"
Bunu ciddi ciddi sormuştu. Çünkü Çınar her yeşil gözlü kızı gördüğünde sanki yeğenini görüyormuş gibi peşlerinden gidiyor, o olmadıklarını anladığında ise hayal kırıklığıyla geri dönüyordu.
Çınar göz devirirken Gökhan "Salaklaşma lan olur mu öyle şey?" Çınar başını sallarken, Gökhan sözlerine devam ettiğinde, anlına elini vurdu. "Tabi ki de bilimsel olarak bir kopyasını yaptırdı. Nasıl bulsun oğlum aynısını yoksa?" bilmiş bilmiş konuşmasıyla, herkes neden onunla arkadaş olduğunu sorgulamaya başlamıştı.
Asaf dişlerinin arasından "Saçma sapan konuşmayın!"
Çınar "Hay yaşa dostum bir sen anladın. Ne aynısı, ne kopyası. Hiçbiri değil olamazda. Bu benim öz gerçek yeğenim" dedi kelimelerin üstüne basarak.
Kimse tam olarak anlam veremeseler de daha fazla soru sormamaları gerektiğini anlayarak sessiz kaldılar.
***
İlerleyen saatlerde ekiple iyi anlaşmıştı Derin. Hatta öylesi hepsi küçük kızın ağzından çıkacak tek bir kelimeye bakıyorlardı.
Şu an ise akşam saat sekiz civarıydı. Ve yarışın başlamasına kısa bir süre kalmıştı. Çınar yeğenin kenarda beklemesi gerektiğini söylese de Derin pek oralı olmuyor, kendisi de Çınar'ın yanında olmak istiyordu. Ama gel gör ki ne Çınar, nede diğerleri buna izin vermiyordu.
Derin sıkın bir nefes vererek "Ya hadi ama! Sadece yan koltukta oturacağım neden bu kadar abarttınız ki?" Gözlerini ekipte gezdirerek "Ne o yoksa yarışçınıza güvenmiyor musunuz?" diyerek damarlarına basmaya çalıştı. Tabi ne kadar etkili oldu orası tartışılır.
Aslı gözlerini geldiğinden beri alamadığı küçük kıza, sıcak bir gülümseme sunarak oturduğu türbinde önüne eğildi "Güzelim olurum öyle şey? Dayına fazlasıyla güveniyoruz. Ama seni en ufak riske atamayız."
Melih saatlerdir ilk ciddi ifadesiyle "Bizi de anlamanı istiyoruz Asel'im seni asla riske atamayız"
Gökhan arkadaşlarına hak vererek "Evet, doğru söylüyor güzellik." Kısa bir süre düşünür gibi yaptı "ulan ilk defa doğru söyledi bu Melih ya!"
"Çok şaşkınım şuan haklısın" diyerek onayladı Tuğrul
Çınar yeğeninin yanına geldiğinde "Canına yandığım yapma böyle. Eğer sen o arabanın içinde olursan ben stres yaparım. Sana bir şey olması korkusuyla bir kez daha yüzleştirme beni" o kadar içten söylemişti ki Aslı'nın bile gözler dolmuştu.
Asaf küçük kızın yanına çömdü "Bak ne diyeceğim." Küçük bir gülümsemeyle "Eğer istersen bizzat ben seni pistteki arabalardan birine binmene izin vereceğim" demesiyle Derin gözleri ışıldayarak baktı karşısındaki adama. "Tamam"
Bunu duyan ekip sevinse de Çınar kaşları çatık bir şekilde baktı karışığındaki adama "Ulan hep mi ikna eder bir insan!" Yeğenine dönerek "Kızım bir kere ya bir kere benim sözümü dinle onun değil! " Asaf'ı kafasıyla göstererek "Ulan şu p.şt herife sürekli fırsat veriyorsun hava atıyor şerefsiz!"
Derin anlamaz bir ifadeyle Çınara baksa da, Asaf alaylı ifadesiyle bakmayı sürdürüyordu.
***
Nihayet yarış vakti geldiğinde Çınar arabasına yönelmeden önce yeğenin yanında durdu ve ona döndü. Sağ elini ensesine atarak, gözlerini kaçırdı. Kısa bir boğaz temizleme sesinden sonra çekinceyle "Şey-" Ulan koskoca çapkın Çınar Akçıl, pistlerin fırtınası yeğeninin en ufak kötü hissetmesinden, onu reddetmesinden korkuyordu. "Ben-" gözlerini sıkıca kapatarak hızla kurdu cümlesini "Bana şans getirir misin" tek nefeste "Seni yanağından öpebilir miyim?"
O kadar masumca sormuştu ki Derin reddetmek istese bile edemiyordu. Bir yanı onu tanımıyorsun bile nede izin vereceksin dese de, diğer yanı küçük Asel'in onu tanıdığını söylüyordu.
Derin donuk şekilde balını sallamasıyla kısık gözlerle yeğenine bakan Çınar zor görmüştü küçük bir şekilde baş sallamasını. Hızla sağ yanağına sıkı bir öpücük kondurduğunda, Derin şaşkına dönerken, Çınar içten kahkahasıyla kalp atışlarını sakinleştirmeye çalışıyordu. Diğer yandan gurup ise hem hüzünlü hem şaşkın bakışlarını ikilinin üzerinde tutuyordu.
"İşte şimdi kaybedemem. Bir kez daha olmaz" kısık cümlesini kurduktan sonra titreyen elleriyle piste doğru yürüdü. Kendisini sakinleştirmekte oldukça güç çektiğini fark eden Asaf, hızla Çınar'ın yanına geldi. "Sakin ol." kısa ve net sesi duyduğunda bakışlarını Asaf'a çevirdi Çınar "Olamıyorum. Yıllar sonra, tam on üç yıl sonra tekrar burada benim yanımda ve ben korkuyorum." Asaf'ın gözlerinin içine bakarak "Köpek gibi kaybetmekten korkuyorum!"
Asaf arkadaşının korkusunu anlıyordu. Ama şu an sakin olmazsa yarışı da kaybetmeyi bırak, direksiyon hâkimiyetini bile kaybedebilirdi. Bu yüzden ılımlı ama sert sesiyle "Farkındayım hepimiz korkuyoruz Çınar. Ama tabii ki bu korku sizin yaşadığınız kadar olmaz, olamaz da..." Derin bir nefes verdikten sonra Çınarın omzuna elini attı "Git ve bu yarışı kazan. Eğer kazanmadan gelirsen seni parçalara ayırırım Çınar." Omzuna iki kez vurdu, geri dönüp giderken kısaca başını çevirdi "Herkese kim olduğunu hatırlatma zamanı Fırtına"
Çınar kaskını başına hırsa geçirdiğinde, kısaca yeğenin tezahürat yapan haline baktı. Araçların olduğu yere geldiğinde, kendisiyle sürekli yarış halinde olan adamla karşılaştı. "Oo birileri kaybetmek için hazır gibi." Çınar, karşısındaki adamın bu alaylı hallerine takılmadan,
"Bol şans." Dileyerek aracına yöneldi.
Adam kendisine şans dileyip aracına giden Çınar’la, şaşkınca bir kaç saniye duraksadı. Ardından hızla kendi aracının yanına giderken Çınar’ın önünden geçecekti ki Çınarın kafasının çevrili olduğu yere kısaca göz atmıştı. Küçük kızı gördüğü anda anlamıştı. Nasıl anlamasın dı? Bu küçük kız Asel Demirhan. Çınar Akçıl’ın da can eviydi.
Küçük bir gülümsemeyle kendi aracının yanına gitti.
Tüm yarışçılar araçlarına bindiğinde, ortada bayrak sallayan kadına doğru bir adam aracından kafasını çıkartarak "Pişt güzelim numaramı versem arar mısın beni?" Kız bu durumlara alışık olduğu için cilveli şekilde gülerek göz kırpmıştı. Ah kesinlikle aramayacaktı! Böyle adamlara güven mi olurdu? İki takılmak için kendisini yakmasına gerek yoktu. Şimdi başından atsın yeterdi.
Geri sayım çoktan başlamıştı. Son saniyeler sayılırken heyecan doruktaydı.
Seyirciler dâhil hep bir ağızdan bağırarak,
"ÜÇ!"
"İKİ!"
"BİR!"
"BAŞLA!"
Araçlar sırayla kalkış yapmıştı. Hızlı atak yapanlar öndeyken, yavaş olanlar ise arkalarda kalmıştı.
***
Yarış devam ediyorken, Derin dayısı için tezahüratlar etmeye devam ediyordu. Yanında Aslı, Gökhan, Tuğrul ve Melih vardı kısa bir süre sonra Asaf'da geldiğinde hız kesmeden yarışı izliyorlardı.
Son düzlüğe girildiğinde artık yarış bitmek üzereydi. Beş numaralı araç yarışı birincilikle bitirirken, iki numaralı araç kıl payı kaçırmıştı. Herkes Fırtına için tezahürat ederken iki numaralı araçtaki adam hırsla aracından inmiş, kavgaya hazır bir modaydı. Çınar heyecanla araçtan indiğinde kendisine parlayan gözlerle bakan yeğenini görmesiyle yüzünde kocaman bir gülümseme meydana gelmişti.
Ancak o gülümseme bir yumruk darbesiyle bozulmuştu. "Sen nasıl beni geçersin lan! Kimsin lan sen kim!" Adam delirmiş gibi bağırırken görevli olan adamlar müdahale etmeye çoktan gelirmiş, kavga çıkaran adamı zor tutuyorlardı. Çınar kafasını hızlı bir şekilde yeğenine çevirdiğinde artık parlayan gözlerle değil korkuyla bakmasını gördüğü anda dişlerini sıktı. Onu kimse korkutamaz!
Normal şartlarda karşısında ona saldıran adamı öldüresiye döveceği halde can evi korkmasın diye sabit duruyordu.
Az önce şans dilediği adam ise bunu düşünmeden hızla yumruğu geçirdi. Çınar şaşkınca kendisini koruyan adama baktı. Normalde düşman olmasalar da rakip oldukları kesindi. Ama kendisine yardım etmesini beklemiyordu. “Öyle bakma. Sadece küçük kıza rezil olamaman ve iyi bir rakibi kaybetmemen içindi” diyerek göz kırpmasıyla, Çınar gülümsedi.
Bu yumruk sayesinde yarış pistinde olanlar birbirine girmekle kalmadı, seyircilerde bir birine girmişti. Asaf hızla yanında bulunan ekibini ve küçük kızı koruma altına almaya çalıştı. Çalıştı çünkü bu yer tam bir curcunaya dönmüştü. Aslı Derin'e yapılan atağı hızla engelleyerek tekme atarken, Gökhan Melih’e gelecek bıçak darbesini engelledi, Tuğrul Gökhan’a gelecek olan atağı engelledi.
Derin Asaf'a gelecek olan tekmeyi fark etmesiyle, Asaf'ın boşluğundan yararlanarak onu kendisine çekmişti. Asaf şaşkınca kendisini koruyan küçük kıza bakarken siren sesleri duyuldu.
İşte şimdi bitmişlerdi...
***
Çınar ve Derin elleri önde birleşmiş Demirhanların evinin bahçesindeydiler.
Azat sinirle kardeş diye bağrına bastığı adama baktı "Lan sen it misin lan! Ben saatlerce evde kızım gelecek diye bekliyorum" Çınarı elleriyle göstererek "Bu it herif kızımı eve getirmek yerine tehlikenin içine sokuyor!" Başını sağa sola salladı sinirle, burun kemerini sıkarak gözlerini kapattığında "Ulan, ulan ben getireyim abi, yeğenimi hiç düzgün tanışamadık abi, bırak ben de tanışayım hemen geliriz abi. Bok geldin lan!"
Elini kaldırmış tam Çınara vuracakken, Derin Azat'ın elini tutu. Bunu beklemeyen Azat şaşkın bakışlarını "Dayıma vurma." İki kelime ama Çınar içlerinden tek bir kelimeye odaklandı.
'Dayı'
Sahi o dayı idi değil mi?
Onun bir kız yeğeni vardı?
Dolan gözlerini saklamak için başını ellerine indirdiğinde, herkesten göz temasını kesmiş oldu.
Derin Azat beyin elini fazla tutuğunu fark ettiğinde hızla çekti.
Azat kızına ilk defa temas etmesiyle 'çekmeseydi keşke elini. Vursun bana gram gocunmam incitsin canımı sesim çıkarsa namerdim. Ama uzak bakmasın bana'
Derin kimseyle göz göze gelmemek için gözlerini kaçırarak başını eğdi.
Murat bey kızının üzülmesine dayanamayarak, hızla kolları arasına çekti kızını. "Güzel kızım, mis kokulu kızım." Saçlarından öperek "Bizi de anla bebeğim, endişelendik senin için. Ya başına bir şey gelseydi babam?" Yüzünü elleri arasına alarak "Söyle babam sana bir şey olsa bu yaşlı adam ne yapardı?"
Derin gözyaşları içinde "Özür dilerim." Başını sağa sola sallarken "Haber etmeliydim, bilmeliydiniz ama o an bunu düşünememiştim."
Agah yaslandığı ağaçtan kendini çekerek kız kardeşine yöneldi, yumuşak sesiyle "Gel buraya" Derin gözlerini kırpıştırarak baktığında şaşkındı. Ama şaşkınlığını hızla bir kenara atarak abisine sarıldı. Agah ise kardeşinin kalp atışlarını göğsünde hissetmesiyle gülümsedi. Endişelenmişti hem de çok kalp atışlarını hissettiğinde rahatladığını hisseti.
Miran da kız kardeşine yönelerek sarıldığında hepsi tek tek sarılmıştı. "Açılın Çakır geliyor!" Diyerek ortalığı neşelendirdiğinde artık hepsi eğleniyordu.
***
Gece saatleri olduğunda tüm kuzen tayfası evdeki boş olan odada sinema izlemek istemişti. Komedi filmi eşliğinde geçen güzel zamanlarını hiç unutmayacakları kesindi. İlerleyen saatlerde Murat Bey kızına yeni evlerini göstermek için götürmek istese de kuzenleriyle birlikte uykusunu bozmak istememişti. Kızı uykuya fazlaca düşkündü. Hatta öyle ki uyuduğunda uyandırmak zor olduğu kadar huysuzluğu ve asabiyeti de fazlaydı. Ama çoğu zaman zorlukla uykuya dalıyor aniden uyanıyordu. Bunun sebebinin ne olduğunu bilmese de travmaya bağlı olduğunu düşünmüştü. Halbuki bir sebebi o olsa da diğer sebebi çok başkaydı ve bu çok sonra ortaya çıkacaktı…
Büyükler olarak terasta oturuyor, sıcak kahvelerini yudumluyorlardı.
Meltem hanım eşine baktığında Murat boğazındaki yumruyla başını salladı. "Azat"
Azat Bey dalgın bakışlarını kızının üvey babasına çevirdi. Üvey olması önemli değildi kızı bu adamı seviyor, baba diyordu. Bu da bu adama saygı duyması ve iyi davranması için en büyük nedendi. Nasıl olsa yıllarca bu adam bakmıştı kızına. Sevgiyi, merhameti, maddi manevi her şeyi bu adam vermişti.
Azat zorlukla "Evet?"
Hepsinin gözlerinde yorgunluk vardı ama ileriki zamanları için sabrediyorlardı. İlerde olacakları bilseler böyle olur muydu?
Yıkımın uzak gibiydi oysa fazlaca yakınlarındaydı. Yıllar sonra olacaklarsa acı getirecekti. Üç ailede yıkımın en acısını tadacaktı...
Murat Bey konuşmaya başladığında şaşkın ama bir o kadarda umut doluydu.
***
Derin gözlerini sabaha açtığında üstüne abanan ayının kim olduğunu sorguluyordu "Yaa! Kalksana be ayı!" demesiyle üstündeki kişi homurdanarak daha sıkı sarılmıştı ona. "Ya kalk artık be! Ölüyorum anlasana!"
Üstündeki kişi anında kalkarak büyük bir korkuyla kendisine baktığını fark etti Derin "Hayır, hayır. Bu sefer olmaz" diyerek başını sallıyordu. Kendisinin üstünde olan kişinin en büyük kuzeni Demiralp olduğunu fark etmişti. Yumuşak bir sele "iyim, bir şeyim yok. Sadece kalkman için söylemiştim." İçi vicdan azabıyla dolmuştu. Kendisine bu denli bağlı olduklarını tekrar tekrar fark ediyordu. Demiralp kuzen değil de kız kardeşi yerine koyduğu kızın yüzünü elleri arasına alarak anlını derince öptü, kısa süre gözlerini kapatarak "Çok şükür Allah’ım. Çok şükür"
Dilinden eksik etmediği duaları fısıltı halinde söylemeye başlamıştı bile. Annesi begüm hep dualar ederdi ondan öğrenmişti bu duaları. Hem kendi anne babasına, hem de kızı gibi gördüğü Asel'e dualarını hiç eksik etmezdi.
Emir kuzen abisinin sesleriyle uyandığında gördüğü bu manzarayla şaşırdı. Demiralp abisinin ilk defa gözyaşlarının aktığını fark ediyordu. Hızla gözlerini tekrar kapattığında, bu duygusal anı bozmak istemediğini fark etmişti.
Eren ağzına girmek üzere olan bir ayakla burnunu kırıştırdı "Ulan bu kim in ayağı!" ayağı tutarak sağa ola salladığında "İt herif ağzıma sokacak ayağını" Aklına şeytani bir fikir gelmesiyle hızla uyguladı. "ulan ben şimdi sorarım bunun hesabını." diyerek ayağının bileğini ısırdı. Bu ısırığı hisseden karşı taraf büyük bir bağırtı kopararak, kafasının altındaki kolun sahibini ısırdı. Kolu ısırılan ise hıza bir başkasına tekme attığında, tekme atığı kişi yanındakinin yanağına elini geçirdi. Yanağına tokat yiyen ise yumruğunu birinin gözüne geçirdi.
Hal böyle olunca büyük bir kargaşa meydana gelmişti.
***
Şuan tüm kuzenler tek sıra halinde don atlet duruyordu. Eren "Baba benim ne suçum var ki?"
Ali bey sızlanan oğluna baktığında "Sus lan benim üretimimden olma imalat hatası oğlum. Her şey senin yüzünden olmuş ya!"
Eren hızla, acıyan ayağıyla zorlukla ayakta duran kuzeni Alper'i göstererek "Asıl suçlu bu. Ayağını ağzıma sokmasa bunlar olmazdı!"
Alper sinirle kuzenine bakarken" Hadi lan oradan uyuyordum bir kere ben. Benim bir suçum yok!"
Kenan sinirle morarmaya başlamış, diş izleriyle dolu kolunu havaya kaldırırken "Nasıl yok lan! Kolumun haline bak it herif" Alper gözlerini kaçırırken Emir "Sen hiç konuşma abi" karnını tutarken zorlukla konuşuyordu. "senin yüzünden tüm hücrelerim iflas bayrağını çekti"
Alpaslan yanağındaki kızarıklıkla "hele sen sus bence. Ulan şu yanağımın haline bak. Hangi kız bakar bana böyle?" sinirle soluyordu. Yalın Alpaslan’a dönerek "Abi bence sende konuşma. Asıl gözümün morluğuyla nasıl işe gideceğim ben?" kız kardeşine dönerek "Beni böylede seversin değil mi?" Derin onların bu haline gülerken, Yalın'ın masum sorusuyla daha çok güldü.
Yalın kafasına bir şaplak yediğinde, sinirle dönmüştü ki abisini görerek yerinde pustu "Ulan sen mi saçlarımı çekmeye çalıştın lan!" demesiyle Yalın hızla olumsuz anlamda başını salladı "Yok abi vallahi ben değilim. Ben birine vurdum ama kime vurdum bilmiyorum. Saç çekmediğime eminim"
Miran Yalına dönerek "Sen miydin lan koluma vuran" Yalın gözlerini kaçırırken Meriç "O senin saçın mıydı? Ben bu cimcimenin sanıyordum. Ne gür saçın varmış. Hangi bakımları kullanıyorsun? Saçlarda simsiyah benim sanki iki tel beyazım varda. Derin'e söyleme ama çok dalga geçiyor. Tarifi verir misin?"
Agah dişlerini sıkarken gözlerinden alevler çıkıyordu. Meriç bunu fark edince, derince yutkunarak Agah'dan uzaklaştı.
Bu hikâyede yanmayan sadece Demiralp ve Derin olmuştu. Erken uyanmaları sayesinde ikisi de yırtmıştı. Gerçi Derin üstünde bir ayıyla uyanmıştı ama neyse.
Tüm aile gülerken, Azat Bey’in telefonu çaldı. Uzaklaşan Azat Bey’le hanımlar "Hadi kahvaltıya" demişti.
***
Güle oynaya kahvaltılar edilirken Azat Bey hala sofrada yoktu. Sonunda gelen Azat Bey’le Melek Hanım merakla baktı "Ne oldu Azat"
Azat Bey sıkıntıyla yerine geçerken, "Babam aradı. Acil Mardin’e çağırıyormuş bizi" Melek Hanım kaşlarını çatarak tam merakla soracakken Ali "Niye abi berdel falan mı olacak?" diyerek dalga geçti. Gerçi böyle bir şey mümkünde değildi. İki kızda evliydi üstelik yaş olmuş kaç. Hepsinin çocukları da vardı. Ne Taner, nede Tuncay böyle bir şey yapamaz, yapmazdı. Onlar babalarından sevgi, merhamet, adalet gördüler. Bir kadının canını kendileri için yakmaz başkalarının yakmalarına da izin vermezlerdi.
Hiç kimse Mardin’e gitmek istemese de Alpay Akçıl çağırıyorsa önemlim olduğu kesindi. Bu aileden kimse acıyı hatırlatan Mardin’e dönmek istemiyordu.
Altan kardeşi Ali'nin kafasına vururken "Sus la sen cıvık." abisine dönerek "Ne yapacağız abi?"
Azat sıkıntıyla iç geçirirken "Yapacak bir şey yok. Çocuklar burada kalacak, biz gideceğiz." Eren anında itiraz ederek "Ya amca bizde gelelim ne olur" Alper kuzenine katılarak "He de be amca üzme şu gariban yeğenlerini" Kenan alayla "Boynu bükük bırakma amca"
Sofrada gülme sesleri yankılanırken Derin kısa bir baş ağrısıyla gözlerini sıkıca yumdu. Yanında neden boş olduğunu bilmediği sandalyeye kimse fark etmeden eliyle destek alsa da, sık nefes almaktan geri durmuyordu. Derin kimse fark etmedi sanırken Abis Yalın çoktan fark etmişti. Agah eğer telefon görüşmesi için çıkmasaydı oda fark edeceği kesindi.
Polat keskin sesiyle "Kesin sesinizi kimse gelmiyor. Okuldan geri kalınmayacak yaptıklarınızdan her an haberim olacak ona göre!"
Hepsi sus pus olurken Derin heyecanla "Bizde gidelim baba lütfen"
Murat Bey bir ihaleye gireceği için şuan şehir değiştirmesi mümkün değildi. Aynı şekilde oğullarının da. Meltem Hanım ise tasarımları için büyük bir defile düzenlediği için elbiselerle ve mankenlerle ilgilenmek zorundaydı.
Murat Bey "Maalesef kızım şuan şehir değiştirmemiz mümkün değil" Derin bu olumsuz cevapla abilerine baktı tek tek. Onlarında olumsuz yanıt vermesiyle annesine dönmüştü ki annesi ona üzün gözlerle bakıyordu. Derin omuzları çökerek yerine sindiğinde Azat Bey Murat Bey’le sözüz anlaşma yapmıştı.
Azat Bey boğazını temizleyerek yerinde dikleşti. Hiç şüphesiz kızının yanlış anlamasından korkuyordu. "Asel, kızım. Eğer sende istersen bizimle gel."
Derin şaşkınca Azat Beye bakarken, Arsen ikizinin kabul etmesi için gözlerinin içine bakıyordu. Sabahki yaşanan olaydan yırtmasının da tek sebebi anneleri kahvaltıyı hazırlamaya başlamadan önce pankek yapmasıydı. Tabi kimse bu pankekleri kimin yaptığını bilmiyor olsa da Derin afiyetle yiyordu.
Derin bir umut ailesine baktığında babası başını onaylarca sallarken, annesi gülümsedi Miran abisi göz kırparken, Meriç abisi ağzı dolu şekilde gülümsedi. Derin başını salladığında, Azat Bey kızının başını sallamasıyla rahatladığında Ali gülerek "O halde yolcudur, Abbas bağlasan durmaz"
***
Güle oynaya edilen kahvaltıdan sonra beyler işlerine giderken, hanımlarda Meltem’in moda evine gitmek istemişlerdi. Kuzenlerde küçük olanlar zorla ders başına oturulduğunda, büyükler babalarının peşinden gitmişti. Derin yalnız kalmasıyla salonda koltukta otururken, ikizi yanına gelerek portakallı kurabiye uzatmıştı. Derin'in telefonu çalmasıyla hızla ekrana bakarak tınmadığı numarayı açıp açmamak arasında kalmıştı. Arsen eline bir kağıt, kalem aldığında "Aç istersen Yalın abim arıyor” demesiyle telefonu açarak kulağına götürdü. Kısa bir konuşmadan sonra kapadıklarında Derin Arsen’e dönerek "Abin hasta dosyasını evde unutmuş. Acil lazım olduğunu ameliyata gireceği için kendisinin alamayacağını, aileden kimse açmayınca beni aramış. Getirir misin diyor gidelim mi?"
Arsen şaşkınca bakarken kendisini gösterdi. 'Birlikte mi?' anlamında. Derin gülerek başını salladığında. İkizler hastanenin yolunu tutmuştu.
***
İkizler hastaneye geldiklerinde hızla Yalın'ın odasını arıyorlardı.
Odanın boş olduğunu fark ettiklerinde Derin ikizine dönerek "Sen burada dur istersen ben birde Alpaslan abinin odasına bakıyım" diyerek odadan ayrıldı.
Alpaslan’ın odasına geldiğinde aralık kapıdan sesler duymaya başlamıştı.
Yalın ameliyattan sonra dertleşmek için abisi gibi gördüğü, hatta abisinden çok daha fazla yanında duran adama sığındı "Canım yanıyor abi. Benim kız kardeşim başkalarına abi dediği yetmiyormuş gibi onlara gülüyor, sarılıyor, her anını paylaşıyor. Bana ise sadece bakmak düşüyor" acılı bir şekilde Alpaslan’a bakarken, gözyaşları durmak bilmiyordu. "Bana yabancı gibi bakıyor abi. Daha bebekken bu küçük bebek senin kardeşin dediklerinde gözlerimi ondan alamadığım kardeşim, bana yabancı gibi bakıyor." zorlukla yutkunurken "Ne için peki abi? Sırf hırs, intikam uğruna öz dedem olan adam yüzünde neden çekiyoruz bu acıyı." akan burnunu çekerken "Ben kardeşimin on üç yılını kaybettim. Tam on iki yıl, on bir ay, yirmi saat, kırk dakika, otuz altı saniye"
Alpaslan geçecek diyemedi sana da abi der diyemedi. Nasıl desin? Çıkamadı yalan kelimeler dudakları arasından. Onun yerine hızla sarıldı kardeşi gibi gördüğü yıkılmış adama.
Derin zorlukla yutkunurken, yüzüne sahte bir gülümseme kondurarak içeri girdi. Düşüncelerinde ise Yalın'a abi demeli mi, dememeli mi? sorusu dolanıyordu.
Boğazını temizlediğinde, kendisini far etmeyen ikilinin dikkatini çekti. "Biri bir dosya istemişti ama beyefendiyi hiçbir yerde bulamıyoruz." Yalın gizlice gözyaşlarını silerken yüzünde gülümseme meydana geldi. Nasıl gelmesin? Kız kardeşi gelmişti.
Alpaslan alayla "Ne o prenses, artık prensiniz olduğumu kabul ediyor musunuz?"
Derin ona bakarak "Lütfen Agah abimin yanında da böyle konuşur musun? En son bir yerinden kan alacağını söylemişti. Ben hiç bir doktorun böyle bir şey yaptığını duymadım Belki asker abim yapar sana?"
Alpaslan yüzünü buruşturarak "Yok be. Hayatta o topa girmem" gözünde canlanmıştı mazi. Agah'ın nasıl deli olduğunu biliyordu bunu daha önce birine denemişti de.
Yalın’ın ise tek takıldığı nokta Agah abisine abi demesiydi. Ne güzel en azından birimizi kabul etmişti. Belki kendisini de kabul eder ve abi derdi? İçinde bir umut filizlendiğinde kız kardeşine döndü. "Teşekkür ederim Asel'im. Seni yordum buraya kadar." Derin teessüf ederim der gibi baktı karşısındaki adama "Aşk olsun, yardım istersen her zaman ederim." diyerek göz kırptı, arkasını dönerek giderken "Nasılsa abim sayılırsın" kısa bir süre adımlarını durdurdu başını abisin çevirdi "Hatta abim sayılmazsın abimsin." arkasından ise şaşkın birisi ve heyecandan ne yapacağını bilmeyen biri bırakarak.
Abi dememişti kardeşi ama abimsin demişti. O da olacak dedi kendi kendine. Zaman her şeyin ilacıydı.
Oysa onların tek ilacı zamanı durdurmaktı. Zaman akıp gitmesi her zaman iyi sonuçlanmazdı...
Derin kendisi ve ikizi için kahve almak istediği için aşağı kafeteryaya inmeye başlamıştı. Kafeterya hem içerde hem de dışarıda vardı. Ama Derin sadece dışarıda var sanarak dışarıdakine gidiyordu. O sıralarda telefonuna gelen mesaja dikkati fazlaca dağınıktı. Alaz'a geleceğini söylememiş sürpriz yapmak istemişti.
Tam çıkıştan çıkacakken bir anda sert bir şekilde bir bedene çarpmasıyla telefonu elinden kayarak yeri boylamış, kendi dengesini zor kurmuştu.
Karşısındaki genç özürler diliyor ancak Derin onu duymuyordu.
Asel babasının yanına yaklaşarak ektiği çiçeklere baktı. “Neden çiçek ekiyoruz baba? Bahçemizde zaten çokça var."
Azat bey yaprakla uğraşmayı bırakarak kızına gülümsedi “Çünkü kızım bu çiçekler seni bana hatırlatıyor”
Asel anlamayarak kaşlarını çattı “Nasıl beni sana hatırlatabilir ki? Onlar sadece cansız bir bitki”
Azat bey elindeki bahçe eldivenlerini çıkartarak kızın önde diz çöktü “Bebeğim, bu çiçekler cansız değiller”
Asel anlamayarak babasına bakarken Azat bey anlayışla anlatmaya başladı. “Hepsi canlı, hepsi bizim gibi nefes alıyor”
Asel küçük eliyle burnunu göstererek “Ama burunları yok ki?”
Azat bey sabırla dinledi kızının masum sorularını “Evet prensesim burunları yok ama yaprakları var”
Asel kaşlarını çatarak “Ama onlarda delik yok.” Küçük burnunu göstererek “ Bak benim burnumda var”
Azat bey nazik bir şekilde “Şöyle düşün güzelim, bizim burnumuz sayesinde nefes aldığımızı biliyorsun, onlarda yaprakları sayesinde nefes alırlar. Yani yapraklarını bizim burnumuzun yaptığı iş olarak görebiliriz. Sonra fotosentez yani güneş ışığı sayesinde yaprak dışında olan kısımlarına nefes alırlar.”
Azat bey en anlaşılır şekilde anlatmaya çalışmıştı. Bilimsel olarak Bitkiler yapraklarıyla solunum ve fotosentez; yaprak haricinde kalan gövde kısmıyla da solunum yaparlar.
Asel düşünceyle “o zaman yapraklarını koparırsak nefes alamazlar mı?”
Azat bey duyduğu soruyla durgunlaştırdı. Bitkiler nefes alabildi ama kızı… “Evet, bebeğim o zaman nefes alamazlar”
Asel gülümseyerek babasına baktığında “O halde hiç bir yaprağı koparmayalım baba! Hep iyi bakalım onlara. Çiçekler iyi bakılmayı hakkeder.”
Azat bey kızını tekrar ederek “Çiçekler iyi bakılmayı hakkeder…”
Oysa o kızına iyi bakamamıştı.
Genç çocuk korkuyla kıza baktı "Hanım efendi iyi misiniz? Doktor çağırmamı ister misini?"
Derin başını sallayarak az önce gördüğü görüntülerden çıkmaya çalıştı. Karşısında ona endişeyle bakan genci gördüğünde bu anın etkisinden çıkmak için "Önüne baksana sen! Yolda yürümeyi de mi ben öğreteceğim!"
Genç çocuk kızın bu tavrıyla şaşırmıştı ancak yeşil gözlerine baktığında bir tanışıklık seziyordu.
Derin kendisine inceler şekilde bakan çocuğa sinirle bakıyordu.
Genç çocuk kızı nerden çıkarttığını şimdi hatırlamıştı. Güzel gülümsemesiyle "Belli ki güzelliğiniz yüzünden yolda önüme bakamamışım."
Derin daha fazla muhatap olmamak için gitmeye karar vermişti ki genç çocuk kolunu tutarak engelledi. Gülümseyen ifadesini bozmadan şansını tekrar denedi "Hanım efendi bakar mısınız? Güzelliğiniz başımı döndürdü. Sizin gibi güzel birini gördüğümü hatırlamıyorum. Görsem kesinlikle hatırlardım. Eğer sakıncası yoksa telefon numaranızı alabilir miyim?"
Derin sinirle solukları hızlanırken, şansını tekrar deneyen çocuğa gözlerinden alev çıkartarak baktı. "Göremezsin zaten, telefonumu da alamazsın, şimdi çekil önümden!"
Genç çocuk kızdan elini ayırdığında, kahve tonu saçlarını karıştırdı. "Emin misin? Bahse girerim numaranı alabilirim."
Derin karşısındaki gencin kendisinden bu kadar emin konuşmasına fazlasıyla sinirlenmişti. "Bakın şu an sizinle uğraşamayacak kadar meşgulüm, kendinize başka oyuncak bulun. Ama dikkat edin siz oyuncak olmayın. Şimdi iyi günler dilerim"
Genç çocuk kız tam gidecekken tekrar durdurdu.
Derin sinirle "Yeter ama!"
Genç çocuk ellerini havaya kaldırarak "Tamam bak böyle konuşmamalıydım ama hiç mi tanımadın beni?"
Ona umutla bakan çocuğa kaşları çatık bakıyordu.
Genç çocuk "Azıcık bile mi?" Kendisini eliyle baştan sona göstererek "Bak iyice incele eminim ki tanırsın"
Derin çocuğun inat olduğunu anladığında dediğini yaptı. Genç çocuğu baştan aşağı incelediğinde Kahve tonu gibi ama sarıya yakın dalgalı saçlar, yeşil gözler, güldüğünde yanaklarında ortaya çıkan gamzeleri, kısılan gözleri. Üstündeki kıyafetleri incelediğinde siyah bir gömlek üsten üç düğmesi açık, gri pantolon, damarlı kol.
Derin şaşkınca "Yusuf?"
Genç çocuk gülümseyerek "Sonunda tanıdın bücürük"
İkili yılar sonra birbirini görmenin şaşkınlığını yaşıyordu.
Yusuf kollarını açtığında, Derin hızla sarıldı.
Yusuf, Doğa ailesini çok küçükken tanımıştı. Yani Derin'le çocukluk arkadaşı sayılırlardı. Yusuf'un abisi Derin'in güvende olmasını sağlayan Genç adamdı.
Derin şaşkınlığını hala atamamışken "Buna inanamıyorum uzun zaman oldu."
Yusuf güzel gülüşünü sunarken "Evet, fazlasıyla uzun bir zaman oldu."
Derin kollarını Yusuf'un boynundan ayırmadan biraz geri çekildi "Abim nerde peki?" Üzgün gözlerle "Onu da bayağıdır göremiyorum."
Yusuf tam bir şey diyecekken ani bir şekilde Derin'in kollarından ayrılarak, kendisini yerde buldu.
Derin kısa bir çığlık attığında korkudan nefesi sıklaşmıştı. "Ne oluyor ya!"
Yalın sinirle kız kardeşine sarılan it herife vurmaya devam ediyordu. "Ulan sen benim kardeşime nasıl sarılırsın lan!" Bir yumruk daha atacağı zaman Derin hızla Yalını çekmeye çalışıyordu. "Bırak onu!" Ne kadar etraftaki insanlarda müdahale etmek istese de Yalın asla durmuyordu.
Derin sinirden çıldıracak gibi bağırdı "ABİ! ARKADAŞIM O BENİM!"
Yalın'ı durduran şey cümledeki tek bir kelimeydi. Abi...
Donmuş bir şekilde yumruğu havada öylece duruyordu. Alpaslan olayı gördüğü an müdahale etmek için yanlarına gelmişti.
***
Şu an Alpaslan, Yalın, Arsen ve Yusuf'a pansuman yapan ama aynı zamanda söylenen Derin.
"Sana inanamıyorum!"
Pamuğu Yusuf'un yaralı kaşına bastırırken. "Nasıl olurda böyle bir şey yapabilirsin?"
Yusuf kısık sesle inlediğinde Derin "Acıdı mı?" Yarasına üflerken, telaşla konuştu "Çok özür dilerim"
Yusuf gülümserken "Sorun değil güzelim acımadı." Göz kırparken "Hem senin elinin değdiği hiç bir şey canımı yakmaz"
Yalın sinirle yerinden doğrularken, odaya girdiğinden beri ilk kez yerden başını kaldırıyordu "Ulan, ulan beni deli etme lan! Uzak dur kardeşimden it herif!"
Alpaslan Yalın'ı kolundan tutarak yerine tekrar oturttuğunda "Sakin ol artık anlamadan dinlemeden ne kavga çıkartması Yalın. Sen böyle bir insan değilsin."
Yalın sakinleşmeye çalışarak yerinde oturdu.
Derin Yusuf’un pansumanını bitirdiğinde pamuğu çöpe atarak yara, bandını yapıştırdı. Abisine döndüğünde “Bak anlamadan dinlemeden öylece saldıramazsın. Yusuf benim çocukluk arkadaşım. Birlikte büyüdük diyebiliriz.”
Yusuf başını sallayarak onayladı “Evet, öyle. Ben uzun zamandır Derin’i görmüyordum, Derin de beni birbirimizi biraz zor tanıdık.”
Alpaslan anlamaz bir ifadeyle bakarak “Nasıl tanımdınız bir birinizi?”
Yusuf “Ben burada yaşamıyorum. Diyarbakır’da doğdum.”
Alpaslan anlayışla başını salladığında Yalın mahcup bir şekilde başını eğdi. “Kusura bakma kardeşim.” Kız kardeşine bakarak “Ben kız kardeşimi yeni buldum, bu yüzden daha fazla kişiyle paylaşmak istemediğim için sana böyle davrandım. Tekrar kusura bakma”
Yusuf anlayışla gülümsedi fısıltıyla “Abim olsa bu kadar anlayışlı olmayı bırak ortalığı yıkardı.”
Derin Yusuf’un söylediklerini duyduğunda gülmesini engelleyemedi. Evet, bu doğru genç adam biraz fazla sert ve sinirli biriydi. Ya da boş verin, o hep sinirli hiç bir şeye gülmeyen adamın teki. Ama ne kadar acımasızda olsa iyi olan insanlara dokunmazdı. Derin’in yanında ufak bir tebessüm etse de hiç kimse onun kahkahasını duymamıştı. Gerçi genç adam dudaklarını araladığında sert sesi dolayısıyla herkes korkudan titrerdi. Görüntüsünden bahsetmeye bile gerek yoktu.
Yalın telefonuna bildirim gelmesiyle cebinden çıkararak baktı. Babası yola çıkmaları gerektiğini yazmıştı. “Abim artık yola çıkmalıyız”
Derin kaşlarını çatarak Yalın abisine baktığında “Ne yolu?”
Yalın gülümseyerek “Mardin yolu abim unutun mu?”
Derin anlayışla başını sallarken Yusuf’a döndü. Yusuf içten bir gülümsemeyle “Artık seni buldum yani sık sık görüşürüz merak etme”
Derin sıkıca Yusuf’a sarıldığında Yusuf da Derine sarılmıştı. Ayrıldıklarında “Sana numaramı vereyim o halde?” demesiyle Yusuf’un gülüşü çoğaldı. Çapkın bir ifadeyle “Sana numaranı kendi isteğinle vereceğini söylemiştim.” Diyerek göz kırptı.
Derin başını sağa sola salladığında gülüşü büyüdü.
***
Şu an Demirhanlar ailesi yola çıkmak için hazırdı.
Meltem hanım kızına daha sıkı sarılırken “Sıkı giyin yavrum üşütme oralarda”
Murat bey alayla karısına “ on dört derecede mi hatun?” Murat bey önceden Mardin'in hava durumuna bakmıştı.
Herkes bu duruma gülerken Meriç kız kardeşine sarılarak “O it sana yaklaşmaya çalışırsa hiç çekinme Çakır’ı getiririm. Olmadı ısır onu!”
Derin abisine yok artık der gibi bakarken “Abi ben köpek miyim?”
Meriç düşünür gibi yaptığında, Derin abisinin koluna vurdu. Meriç kardeşinin saçmaladığını anladığında ensesinden tutarak geriye doğru attı. “İyice saçmaladın Meriç. “
Meriç “ah! Neden hep bana yükleniyorsunuz?” Sahte bir şekilde burnunu çekerken “kimse beni bu ailede sevmiyor. Ben garip” başını sağa yatırdı “ben yetim” abartarak sol tarafa başını yatırdığında “ben öksüz…” daha devam edecekken Murat bey oğlunun susması için elinde nerden bulduğu bilinmediği koli bandını ağzına yapıştırdı “Hadi şimdide konuş görelim eşek oğlu eşek”
Meriç’ten anlamsız sesler gelince merakla, ağzından kısaca bandı çektiğinde “Baba kendine de laf söylüyorsun. Hayır kendine söylüyorsan neden ba..” tekrar bandı serçe yapıştırdın da “Sus oğlum, ha sus. Bu çocuğu yaptığım günü söyleyin döneceğim o güne”
Meriç göz devirirken sessiz kaldı. Ya da kalmak zorunda kaldı diyelim.
Miran kız kardeşine kısaca sarıldığında, kulağına doğru “İlacını çantana koydum. Koşmuyorsun Derin! Astımın neredeyse geçmek üzere, sakın koşmuyorsun!” Diye uyarmasıyla Derin başını salladı.
Sonunda Murat bey sıra geldiğinde “sonunda babana da sıra geldi bu eşeklerden”
Meriç bir şey demeye çalıştığını anlayan Miran sertçe bandı çekip çıkarttı. “Ah! Abi yavaş ya dudaklarım kopacaktı.” Babasına bakarak annesini işaret etti. Munzur bir ifadeyle “Sen anneme eşek mi demek istiyorsun baba?”
Murat bey kızarmaya başladığında Meltem hanım “Sen bana eşek mi dedin Murat? Öyle mi? Tamam, Murat sen koltukta yatmayı değil de banklarda yatmayı özlemişsin” diyerek kızına kimse görmeden göz kırptı arkasını dönerek gitmeye başladı.
Arkada şaşkına bir Murat bey bırakarak. Meriç giden annesi arkasından bakarken “Ooo yani gençken yaptığı gibi seni sokaklarda yatıracak annem.” Barut gibi olmuş babasına bakarken “Yani yapacak bir şey yok biz sana battaniye getiririz endişelenme” demesiyle babasıyla göz göze gelmesi bir oldu. Abisinin elindeki bandı alarak ağzına bandı tekrar yapıştırdığın da, ellerini sallayarak kaçmaya başladı. Tabi arkasında kısaca kızının saçlarına öpücük kondurarak “bir şey oldu mu aramayı unutmuyorsun kızım. Baban senin için her şeyi halleder” diyerek göz kırpıp, psikopatça gülümseyerek yavaş ama sert adımlarla koşan oğlunun peşinden gitmeye başladı. “Nereye kadar kaçacaksın oğlum? Bindiğin arabayı alırsam ne yapacaksın?”
Murat bey ve Meriç gözden kaybolduğunda Azat bey “Hadi kızım” demesiyle arabalara yerleşmeye başladılar. 3 araba olarak yola çıkacaklardı. Birinci araba hanımlar, ikinci araba beyler ve son araba Agah kız kardeşiyle yalnız gitmek istediği için sadece ikisi olacak.
Derin abisi Mirana son kez sıkıca sarıldı ayrıldığında, el sallayarak Azat beyin yanına ilerlemişti ki, yumuşak bir şekilde belinden yönlendirilerek Agah’ın arabasına bindi. Agah arka kapıyı açarak, kız kardeşinin binmesini bekledi. Bindiğinde kapıyı kapatmadan önce kemerini bağlayarak, çiçek kokusunu kısada olsa içine çekti. Kapıyı kapattığında Miran’la kısaca göz göze geldiğinde ikisinde bir birine ufak bir baş selamı verdi.
Ali bey gülümseyerek “Mardin yolcusu kalmasın. Ön koltuk benim!” Diyerek arabaya koşmasıyla, Altan bey “Hadi lan oradan, nerden senin” diyerek ön koltuğa koştu.
Sonuç abileri önde onlar yan yana arka koltuktaydı.
Mardin törelerin olduğu şehir… Belki de bu şehir kaç genç kızı berdelle evlendirdi. Ama unutmayın töreleri olsa da, ailemizde kız kaçıran abimizin adam olmaması yüzünden kızlarımız kurban gitti. Töre değil adam gibi bir ailemiz yoktu. Töre olmasa bile bir gün o ailemiz yüzünden kurban edilecektik. Biz seven ailemiz bizi korumak için her şeyi yapardı...
Kağıttan bir gemi yüzdürdüm yolun kenarındaki su birikintisinde senin evin yolunda, kenarında dursun istedim. Beli ki bir umut batmaz dedim. O gemi hayallerim gibi küçük bir su birikintisinde battı.. Söylesene sevdiğim bu kâğıttan gemi gibi neden batırdın sevdamı. Hiç mi görmedin sana olan hislerimi yoksa görmek mi istemedin..? Gerçi artık ne önemi var, sen istemedikten sonra? Ama şunu unutma sevdiğim; aylar, yıllar, yüzyıllarda geçse bu kalp durana kadar hep senin, bir tek senin için atmaya devam edecek...
Bölüm sonu.
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
372.96k Okunma |
19.86k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |