54. Bölüm

37. Bölüm

Asel Demirhan
demirhan_asel

 

Yazar Anlatımıyla,

Derin şu an bunu yaptığına inanamıyordu. Burada ne işi olduğunu sorguluyordu. Vicdanı evet, evet kesinlikle vicdanım yüzünden! Yoksa neden buraya kadar bu saate geleyim ki?

 

Her adımında neden burada olduğunu sorgulasana yürümekten geri kalmıyordu.

Sonunda kapıya vardığında zili çalıp, çalmamak arasında kalmıştı.

 

Hadi ama ya onun burada ne işi olduğunu sorarsa?

 

Ya onun gelmesini istemezse?

 

Kesinlikle azar işitecekti!

 

Derin bir nefes alarak kapıyı tıklatıyordu ki, kapı aniden açıldığında yumruğu sert bir göğsüne çarpmıştı.

 

Hadi ama daha ne kadar şansız olabilirdi!

 

Agah eve geldiğinde dinlenmek için odasına çıkmıştı, lakin kısa bir süre sonra telefonu çalmış timdeki arkadaşları onu çağırmıştı. Güneş timi izinde olduğu için şu an Murat, Görkem ve Agah İstanbul’daydı yakın bir zaman sonra tekrar Mardin’e dönmek ve görevlerinin başlarına geçmeleri gerekiyordu. Agah normalde izni asla kabul etmez, görevi olmadığı zamanda karargahtaki odasında dosyalarla yada eğitim alanında askerlerine sıkı bir eğitim yaptırırdı. Şu anda İstanbul’da olmasının tek sebebi kız kardeşi olduğu kesindi. Onu gözünden ayırsa sanki tekrar gidecek ve bir daha asla gelemeyecek gibi hissediyordu. Bugün, Miran’ın söylediklerine oldukçada hak veriyordu.

 

Odasında ceketini dolabından alırken, beynindeki düşünceler durmuyordu “hadi ama Agah salak mısın oğlum sen Asel için bir hiçsin!”

 

“Ne sanıyordun üvey ağabeyleriyle yarışabileceğini mi?” yüksek sesli bir kahkaha atarak aynadan kendine baktı. “Sen onun için bir hiçsin bunu anla artık!”

 

“Senin öz kardeşin olsa ne yazar? Hım ne yazar?”

 

“Sen aciz bir adamın tekisin sen daha kız kardeşine sahip çıkmayı bile beceremeyen aciz bir adamsın!” aynaya sağ yumruğunu geçirdiğinde, gözlerinden akan yaşları asla tutamıyordu.

 

Ayna Agah’ın yumruğuyla parçalansa da, eline camlar girse de önemsemeden bir kez daha vurdu “Sen koruyamadın onu” elinin üstünde cam parçalarını umursamadan dizlerinin üstüne bir anda düştü. Fısıltı halinde “sana güvenen kız kardeşini bile koruyamadın” dizlerine yere düşmüş cam parçalarının batmasını umursamadan “Sen korkak aciz bir adamsın” kırık aynanın parçalardan kendisini gördüğünde “Güneş gibi saçları vardı eskiden biliyor musun? Şimdi kumral olmuş ama o çiçek kokusu hiç kaybolmamış” gözünden akan yaşlarla, buruk bir gülümseme sundu kırık aynadan gözüken kendine “Onu her yaklaştığımda o çiçek kokusuna içime çekmek istiyorum. Sanırım beni köpek sana bilir” sesli bir kahkaha attı.

 

Kırık ayna parçalarındaki yansımasına bakarken göz temasını kurdu kendisiyle “Gözleri hala benimkilerle aynı.” Başını sağa sola salladı “Hayır, hayır!”

 

“Onun gözleri daha farklı. Ormanları kıskandıracak bir yeşillikte.”

 

“Ama biliyor musun iki gözünde mavilikler var. Açık bir mavi ancak yakından bakmadıkça görülemeyecek kadar küçük.”

 

Derin bir nefes çekti içine “ Küçükken de vardı sadece biraz daha belirgindi. Yinede onun maviliklerini benden başka kimse bilemez.”

 

Buruk bir gülümsemeyle “Ona kimseyi o kadar yaklaştırmadım. Benden başka kimse bilemez”

 

“Belki üvey abileride bilmiyordur?” bir umut söylemişti bunu Agah ancak farkındaydı bilmemeleri imkansızdı.

 

Başını sağa sola sallayarak “Artık sen o kadar yakın değilsin Agah. Artık sen onun için hiçbir şeyisin”

 

Sol gözünden bir damla yaş akarak yerle buluştu. Kalbindeki acıyla fısıldadı “Sen Güneş için bir hiçsin…”

 

Agah duygu boşalması yaşadıktan sonra sarsak adımlarla ayağa kalktı. Sanki sarhoş olmuş gibi odasının çıkış kapısına yöneldi, merdivenlerden tek tek inmeye başladı. Sonunda çıkış kapısına geldiğinde titreyen ellerini umursamadan kapıyı açtı. Şu an hava almaya ihtiyacı vardı. Lakin göğsüne sinek ısırığından farksız bir yumruk yediğinde, kızarmış gözlerini elin sahibine baktı. Şaşkın bakışlarla karşısındakine bakarken asla ama asla Güneş’ini görmeyi beklemiyordu!

 

Derin karşısında saçı başı dağılmış, gözleri kızarmış bir Agah Demirhan beklemiyordu.

 

Şaşkınca karşısındaki dağılmış adama barkken onu bu kadar yıkanın ne olduğunu merak etmekten kendini alamadı.

 

Bu dağ gibi adamı ne yıkmış olabilirdi ki?

 

Derin’e göre bu adam asla yıkılmayacak gibi güçlü bir dağaydı! Doğal olarak da Agah Demirhan’ı neyin yıktığını merak ediyordu.

 

Kendisinin yokluğu acı verdiğini bilmeden…

 

Agah “Güneş!” sesi o kadar kötü çıkmıştı ki ağladığını gözlerinden anlamasa bile sesinden net bir şekilde anlardı.

 

Derin endişeyle “Komutan, bu halin ne san ne oldu?”

 

Agah kız kardeşinden gözlerini kaçırırken, sesinin düzgün çıkması için öksürmeyi unutmadı. “Bir şey olduğu yok Güneş’im, abin her zaman mükemmel” sesi ne kadar öncekine göre güçlü çıksa da hala iyi değildi.

 

Derin, Agah’ın şuanda konuşmak istediğini anlayarak sessiz kalmayı seçti. Agah kız kardeşinin neden burada olduğunu merak ederek sordu “Kötü bir şey yok değil mi Güneş’im, bu saate evde olman uyuman gerekmez miydi?”

 

Derin yerinde rahatsızca kıpırdanırken, iki eliyle sımsıkı tutuğu ilaç poşetini bir anda Agah’ın yüzüne doğru tutu. “Şey, sanırım biraz yardıma ihtiyacım var” kendi yüzünü kapatan poşet yüzünde kendisini göremeyen Agah’a kafasını sola doğru eğerek görmesini sağladı “Tek başıma haledebileceğimi sanmıyorum” şirin ama bir o kadarda utangaç bir gülümsemeyle “Bana yardım eder misin?”

 

Çok tuhaf değil mi? Yarayı açanda aynı kişidir yaranızı saranda.

 

Agah’ın yarası yarayı açan kişiden hariç ne bir ilacı nede bir kişiyi kabul etmiyordu.

 

Agah kız kardeşinin ondan yardım istediğini duyduğunda sanki kalbindeki cam parçaları bir bir birleşiyordu. Aptal kalbi o kadar hızlı atıyordu ki emindi ki Güneş’i kalbinin atışını duyuyordu.

 

Derin karşısında kitlenmiş gibi duran adamla hevesinin kırıldığını ve yanlış bir hareket yaptığını düşünerek elleri yavaş yavaş aşağıya doğru inmeye başladı.

 

Aptalsın Derin neden gidiyorsun ki? Belli ki adam seni görmek istemiyor. Görmüyor musun şuan boş boş bakmaktan başka bir şey yapmıyor. Zaten o kapıyı çalmadan önce açılmıştı emindi ki dışarı çıkacaktı. Al işte salaklık ederek adamın daha iyi vakit geçireceği bir yere gideceğine onu tutmaktan, rahatsız etmekten başka bir şey yapmıyorsun.

 

Derin buraya geldiği için pişman olmaya başlamıştı ki, Agah kız kardeşinin ilaç tutan poşetinin yavaşça aşağı doğru inmesini ve ayrıca gözlerindeki kırılmayı gördü anda iki eliyle kız kardeşinin iki elini sıkıca tutu. Yumuşak bir sesle içi içine sığmazken konuştu “Neden evimize kapı çalarak giriyorsun ki Güneş’im” kaşlarını çatarak “Ulan şerefsiz, kıza anahtarı verdin mi?” diyerek sessizce kendine sövmeyi de unutmadı.

 

Derin masumca kaşlarını çatarak “Anahtarım yok ki.”

 

Agah kız kardeşinin bu masum çıkan sesiyle dişlerini sıktı. Hayır Agah onun yanaklarını ısıramazsın sakin ol! Kız kardeşinin bu tatlı haline dayanamayan Agah kendini silkeleyerek “Hadi Bakalım Güneş’im içeri gel”

 

Derin “Tamam” diyerek elindeki poşeti Agah’ın elinde bırakarak içeriye adımını atmadan önce ayakkabılarını çıkartmayı unutmadı.

 

Agah kız kardeşinin yanaklarını bir ara ısırmayı not etti. Şuan o kadar tatlı ve masumdu ki kendini tutmakta zorlanıyordu. Ne vardı yanı kız kardeşinin yanaklarını öpse, sıkı sıkı sarılsa bırakmamak üzere, saçlarından çiçek kokusunu solusa birazcıkta yanaklarını ısırsa çok mu şey istiyordu?

 

Derin içeri girdiğinde, bildiği yollardan salona doğru gitti. Agah ise kapıyı kapatarak, elinde ilaç poşetiyle kız kardeşini takip etti.

 

Neyin imtihanıydı bu? Daha birkaç dakika önce kalbi kırık bir adam olarak girmişti bu eve, duygu boşalması yaşamıştı. Şimdi ise kız kardeşi ona gelmişti.

 

Salona girdiklerince ikili koltuğa geçerek yan yana oturdular. Ancak Agah ellerinin temiz olmadığını hatırlayarak hızla ayağa kalktı “Ellerimi yıkayıp geleceğim Küçüğüm” diyerek gidecekken Derin Agah’ın ellerinin kötü durumda olduğunu gördü. Endişeyle ayağa kalkarken “Ne oldu sana böyle, ellerin neden böyle?”

 

Agah şaşkınca kız kardeşine bakıyordu. En son bu tepkiyi kız kardeşinden aldığında Agah on altı Asel ise dört yaşındaydı.

 

Agah yine kavga ederek dönmüştü eve. Sinirle evin kapısına geldiğinde hızla eve girdi. Şuan baruttan bir farkı olmadığı çok belliydi.

 

Aslında pek kavga eden biri değildi. Hatta hiç değildi. Ne zaman biri kız kardeşine laf söylese Agah çileden çıkardı. Eh bu durumda onu tutana aşkolsundu. Hızla çantasını ayakkabıların olduğu yere savurduğunda, merdivenleri ikişer ikişer çıkarak odasına girdi, sertçe kapıyı arkasından kapattı. “Benden abi olmazmış!” kravatını serçe çıkarırken “Kız kardeşime acıyormuş!” boynundan çıkardığı kravatını yere savururken “Lan sen kimsinde bana senden abi olmaz, kız kardeşine acıyorum dersin lan!” gömleğinin düğmelerini sertçe çekerek, kopmalarını sağladı. “Kim oluyorsun da abliğimi sorguluyorsun!” Agah bağırarak sinirle konuşuyordu. konuşuyordu. “O benim kardeşim! Benim Güneş’im! Kimse onu benden alamaz!”

 

Sinirle odasında volta atarken odasının kapısı bir anda yavaşça açıldı.. Bunu fark etmeyen ağah hala söylenmeye devam ederken, küçük Asel abisinin sesini duyunca Demir Ege’yle oyunlar oynamayı bırakarak abisinin yanına koştu. Eh tabi Demir Ege bu durumdan hoşnut olmasa da Agah abisine bir şey dediği an onu dövmekten beter edeceği için susuyordu. Aslında sorun dövmesi de değildi. Sorun Çiçek Kızını bir daha görememe ihtimaliydi.

 

Yıllarca suçsuz yere ayrılacaklarını bilmeden…

 

Ama tabi şimdilik susuyordu. Büyüdüklerinde Demir Ege Asel’i hiç yanından ayırmayacaktı. Agah ağabeyside Azat amcası da Çiçek kızını ondan alamayacaklardı!

 

Küçük Asel abisinin odasının önüne geldiğinde, Yalın abisinin ona gösterdiği gibi kapıyı açtı. Açtığı kapıdan abisinin daha net sesi gelse de bazı kelimeleri anlamıyordu. Şerefsiz ne demekti ki?

 

Abisinin bağırarak söylenmelerinden hiç korkmadan odasına girdi. Abisinin üstü savaştan çıkmış gibi dağınıktı. Normalde yerde en ufak bir eşya olmayan, hep tertipli düzenli giyinen, odasını temiz tutan abisi şu an fazlasıyla dağınıktı. Abisini kim üzdü ki? Abisi sadece üzüldüğü zaman dağınık olurdu. Küçük kaşlarını çatarak, abisini kim üzdüyse onu döveceğini aklına not etti. Timuçin amcası eğer biri seni üzerse karın bölgesine yumruk atığında iki büklüm olacağını söylemişti. O halde abisini üzen kişiye güzel bir yumruk atacaktı. Bunu aklının bir köşesine not ettiğinde, tekmeyle sandalyesini deviren abisinden hiç korkmadan yanına doğru minik adımlarla saçlarını çekiştiren abisinin yanına geldi. “Abi” abisi onu fark etmediği için tekrar seslendi “Abicim” ama nafile Agah küçük kız kardeşini resmen duymuyor ekstradan saydırmaya devam ederek, sinirle saçlarını çekiştiriyordu.

 

Küçük Asel abisi ellerini iki yana indirdiğinde üzerlerinde yaralar olduğunu fark etmişti “Abi!” diyerek bağırdı.

 

Agah sonunda kız kardeşinin sesini duyduğunda hızla arkasını dönerek küçüğüne baktı. Şefkatle “Abim, abicim. Ne zaman geldin sen Güneş’im” diyerek dizlerinin üstüne çöktü.

 

Bu hayatta sadece Güneş saçlı, orman gözlü küçüğünden başka hiç kimsenin önünde diz çökmeyecek olan Agah kız kardeşinin önüne iki diziyle birden çöktü. Kız kardeşinin yüzünü iki eliyle tutacakken, küçük Asel gözlerini doldurarak ağlamaya başladı. Öyle çok ağlıyordu ki sanki canını yanıyordu. Yanıyordu da! Abisinin canı her acıdığın da onunda canı acıyordu…

 

Agah kız kardeşinin ağlamaya başladığında ne yapacağını bilemeyerek dondu kaldı. “Abim, güzel Güneş’im benim. Söyle ne oldu sana da bu kadar çok ağlıyorsun? Söyle ki abin halletsin. ” Küçük Asel burnunu çekerek, ıslak kirpiklerinin arasından abisine baktı. Dudaklarını büzerek “Sana seslendim ama beni duymadın.” Küçük burnu tekrar çekerken, ayığını yere sertçe vurdu “Sen artık beni sevmiyorsun! diyerek abisinin ellerinden kurtuldu, kollarını birbirine dolayarak, kafasını sağa çevirdi.

 

Agah bir anda afallayarak kız kardeşine baktığında kız kardeşi oldukça ciddiydi. Hem kendini toplayarak kız kardeşine yaklaştı “Güzel Güneş’im benim. Bu eşeklik yapmış abini affet lütfen söz bir daha olmayacak” Küçük Asel abisinin bu halini fırsat bilerek “Söz mü?” Agah gülümserken “Söz, Güneş sözü.”

 

Güneş ismini Agah abisi verdiği için bu ismi kimse kullanmıyordu. Gerçi biri kullanmaya kalkarsa Agah onları kesin bir dille engelliyordu. Söz vereceği zamanda Güneş sözü derdi hep. Zira abisi Güneş ismine oldukça fazla düşkünü. Bu yüzden Agah abisi eğer bir şeye Güneş sözü derse kesinlikle o sözü tutacaktır.

 

Bu sözden güç alan küçük Asel abisine tatlı tatlı bakarken “Tamam, o zaman bir şartla affederim” Agah işte şimdi yandığını düşünürken, kız kardeşinin bu tatlılığı karşısında her ne isterse yapacağı kesindi. Agah içi giderek “Söyle Güneş’im, söyle abim. Söyle ki bu abin senin için her şeyi yapsın”

 

Küçük Asel abisinin bu haline utanırken ileri geri sallanıyordu. “ellerine ilaç sürersek barışırım.” Dediğinde ilk afallayan Agah sonradan anlayınca kız kardeşinin karşısına böyle dağınık çıktığı için pişmandı. Yüzünde ve ellerinde bulunan yaralar yüzünde kız kardeşi korkmamış yada iğrenmemiş, aksine yaralarını sarmak istemişti.

 

İşte Agah o günden beri açılan yaraları kendisi sarmaya çalışıyordu. Şimdi ise açılan yarasını sarmak için kız kardeşi gelmişti.

 

Sahi neden bu kadar gecikmişti?

 

Neden daha önce gelmemişti?

 

Görmemiş miydi geceleri onun küçük ayaklarına giydiği patikleri, tişörtleri, kafasına zorda olsa taktıkları kış şapkalarının kokusunu içine çekerek hasret gidermeye çalıştığını?

 

Görmemiş miydi mezarına gittiğine sol tarafına yatarak kulağını tam kalbinin oraya koyarak sanki kalbinin atışını duymaya çalıştığını?

 

Neden görmedi ki?

 

Yoksa onu üzmüş müydü?

 

Belki de üzmüştü. Ondan son kez çikolata istediğinde zaten akşam pasta yiyeceği için vermediğinde, Demir Ege’ye kıskandığı için yaklaşmamasını istediği de üzmüştü belli ki. Eğer o gün çikolata verseydi, Demir Ege’yle oynamalarında kıskanmasaydı gitmezdi değil mi ondan, hep onunla kalırdı?

 

Kalırdı değil mi? Kalmasa bile, kalacağını düşünmek istiyordu. Yoksa bu kalbinin acısı hiç geçmeyecekti…

 

Derin hala daha Agah’ın açıklama yapmasını bekliyordu, Agah ise ne diyeceğini bilemiyordu.

 

Derin, Agah’a yaklaşarak ellerini ellerinin arasına aldı, acıtmaktan korkar gibi dokundu yaralarına.

 

Agah gözlerini kız kardeşinden kaçırarak “Önemli bir şey değil Güneşim hadi sen otur da kremini sürelim"

 

Derin kaşlarını çatarak, yeşil gözlerini aynı renk gözlere sahip abisine sabitledi. “Ne demek önemli değil komutan? Canın yanmıyor mu hiç? Şu hale bak küçük cam parçaları bile var. “ sessizce kendine kızdı “benim ki de soru işte tabi ki de canın acıyordur” Agah ne kadar kız kardeşini ikna etmeye çalışsa da işe yaramadı. Derin hızla yerinden kalkarak ellerini yıkadı, ilaç poşetini koltuğun üstüne boşaltı. Bu ilaç poşetinin içinde yok yoktu resmen ne ararsan vardı. Tentürdiyot mu desen, pamuk, yanık kremi, baş ağrısı geçiren ilaçlar, yara bantları, sargı bezi derken birçok şey vardı. Hatta bayıltıcı ilaçtan bile vardı.

 

Eterin ne işi vardı?

 

Zaten poşet bir hayli büyük ve ağırdı da. Murat ve Görkem komutanlarının korkusuna eczanede olan her şeyden en az birer tane almıştı.

 

Derin önce eldiven giyerek pamuğun üstüne ilacı döktü. Sakin ve acı vermemek için üfleyerek yarayı temizledi, tabi öncesinde cam parçalarını almıştı. Yarayı iyice temizlediğine emin olduktan sonra yapması gerekenleri yaparak komutanın elini bir sargı beziyle iyice sardı, civcivli yara bandını da taktıktan sonra tamamdı. Murat bu yara bandını özel olarak seçmişti. Komutanından duyduğuna göre Asel küçükken sarı saçlıymış hatta bazı askerler ona civciv dermiş bu yüzden civcivli olan yara bandını seçmişti. Ama tabi komutanının bu yara bandını kullanacağını bilseydi emindi ki daha sadece bir şey ya da klasik yara bandını seçerdi.

 

Derin gülümserken yara bandına bakıyordu “Bak civcivli” dediğinde Agah dişlerini sıkarak sessiz bir küfür savurdu Murat’a. Ancak kız kardeşinin gülümsediğini görünce de gözleri ışıldamıştı “Bu sefer kurtuldun Murat elimden” diyerek sessiz bir şekilde konuştu.

 

Derin anlamayarak Agah’a baktığında “Efendim?”

 

Agah kendini toparlayarak ellerini kız kardeşinden çekti “Hadi bakalım Küçük sıra sende” diyerek kremi eline aldı. Derin’de kaçışı olmayacağını anlayarak başını salladı, eldivenleri ellerinden çıkartı. Agah ise kız kardeşinin bir bildiği olduğunu ve bu yüzden eldiven giydiğini düşünerek o da giydi. Kız kardeşinin eline uzanarak kremi eline sürdü, bandajla üstünü sardı. Eldivenle bir havli zorlansa da kremi güzelce ve acıtmadan sürmeyi başarmıştı. Aynı şekilde civcivli yara bandını yapıştırdığında Derin “Bak artık ikimizde de civcivli yara bandı aynı elimizde var” diyerek gülümsedi. Agah ise kız kardeşinin gülümsemesiyle buruk bir gülümseme sundu. Yara bandına bakarak “Bu yara bandını hep salkıyacağım” diye kimsenin duyamayacağı şekilde fısıldadı.

 

Elindeki yara sarılmıştı. Peki ya kalbindeki?

 

Derin nefesini dışarıya vererek “Özür dilerim” diyerek Agah’ın gözlerinin içine baktı. Agah ilk başta anlayamamıştı. Neden ondan özür diliyordu ki?

 

Derin Agah’ın anlamadığını fark ettiğinde “Abim Miran adına özür dilerim.” Sıkıntıyla nefesini verdi “O beni kaybetmekten korktuğu için sana böyle davranıyor yoksa o böyle biri değil. Çok centilmen biridir o”

 

Agah kız kardeşinin gözlerinin içine bakarak umutla sarf ettiği cümleler ile daha da yara aldığını hisseti. O kimseden birini almıyordu, o yönünü görebilmek için Güneş’inin yanında olmasını istiyordu sadece.

 

Kendisini Güneşi olmadan yapayalnız, kaybolmuş hissediyordu. Ancak Güneş’i ona üvey abisini söylüyordu.Peki ya o, o nerdeydi.

 

Unut gitsin Agah artık asla kız kardeşinin ilk seçimi olmayacak, olamayacaktı. Miran varken Agah, Asel için bir hiç olmaya devam edecekti.

 

Agah sessizce “Ben yolumu göremiyorum Güneş. Ben ışığım, Güneş’im olmadan yolumu göremiyorum. Sanki gözlerim kör olmuş gibi hissediyorum. Seni buldum, yolumu buldum sandım.” Kız kardeşinin gözlerinin tam içine bakarken “Ben yine kayboldum Güneş. Sen-“ başını sağa sola sallayarak “Her neyse hadi kalk seni eve bırakayım. Saat geç oldu evdekiler seni merak eder. Abin merak etmiştir

 

Derin kaşlarını çatarak ayakta onu bekleyen adama baktı “hayır ben bir yere gitmiyorum! Ha eğer sen gitmek istersen gidebilirsin”

 

Agah tek kaşını kaldırarak “Beni kovuyor musun?” dediğinde Derin ağzını bir karış açtı resmen. Az önce dışarı çıkacağı için öyle söylemişti aslında ama sanki gerçektende kovmuş gibi olmuştu.

 

Derin telaşla “Ha- hayır ben onu demek istememiştim” dediğinde Agah büyük bir kahkaha atmıştı. Tam Derin Agah’a kızacak iken, Agah’ın telefonu çalmıştı. “Bunu açmalıyım küçük abine gitmek için biraz beklemelisin” diyerek telefon cebinden çıkartı, kaşları çatık, sert sesiyle “Evet?” salondan çıkarak mutfağa yöneldi. Kız kardeşinin rahatsız olacağını düşündüğü için mutfağa geçmişti.

 

Derin az önce kendisiyle yumuşak ses tonuyla konuşan adamın, şimdi nasıl sert bir sesle konuştuğunu anlayamamıştı.

 

Agah nihayet telefonu kapadığında Murat’a laf anlatmak oldukça zordu. Sonunda mecburen kardeşinin yanında olduğunu söylediğinde ‘minik prensese selam söyleyin komutanım. İnşAllah civcivli yara bantlarını beğenmiştir’ dediğinde Agah serçe telefonu yüzüne kapattı. hayır mesele yara bandı değildi, mesele kız kardeşini kıskanmasıydı. Yinede pişman değildi yine olsa yine yüzüne kapatırdı. Az önce ona ceza vermeyeceğini söylemişti değil mi? Unutun onu. Karargâhın etrafında en az elli tur koşturmazsa adam değildi.

 

Telefonu kapatarak cebine koydu, tekrar salona döndüğünde, kız kardeşinin koltuğa kıvrılıp uyuya kaldığını gördü. Bu görüntüye içi giderek baktığında, onun bu kotlukta rahat edemediğini yüzünün şeklinden de anlıyordu. Uyandırmamaya dikkat ederek kız kardeşini kucağına aldı kendi odasına çıkartı. Yatağına yavaşça yatırdığında üzerini örtmeyi de unutmadı. Tam geri çekilecekken kız kardeşi uykuyla fısıldadı “gitme” işte Agah o an ne gidebildi nede bir şey söyleyebildi. Onun aksine Derin Agahı yanına çekerek sıkıca sarıldı uykuya tam olarak yenik düşmeden önce “Sen benim abim değilsin Agah” birkaç saniye susarak devam etti cümlesine “Sen benim için hep eroe del sole” evet İtalyancayı sırf Polat amcası yüzünden öğrenmeye çalışıyordu. Ama şimdilik sadece çalışıyordu. Gerçi nedense bazı kelimeleri biliyor gibi hissediyordu.

 

Agah ilk cümlede kalbinin atmayı bıraktığını ancak kardeşinin cümlenin devamında ona söylediği kelimeyle kasıldığını hisseti, kalp atışları hızlandı, elleri titremeye başlamıştı. Güneşin kahramanı.

 

Agah yaşadığı sürece hep Güneşin kahramanı olacaktı. Ölse bile öyle olacaktı

 

Agah kız kardeşinin uyuduğuna emin olduktan sonra sıkı sıkı sarmış olduğu kollarından zar zor çıkarak, düz bir şekilde yatmasını sağladı. Üstünü sıkıca örttükten sonra ise sol tarafına geçerek, battaniyeyi kaldırdı, kulağını tam olarak kalbinin üstüne koydu.

Güm

Güm

Güm

 

Kalp atış seslerini düzenli olarak duyarken, kendi kalp atışlarının hızlandığını hisseti.

 

Fısıltıyla "O burada. Yaşıyor."

 

 

Agah Güneş'ini görse, temas etse, çiçek kokusunu içine çekse bile yaşadığına asla tam olarak inanmaz, inanamaz.

 

Kulağında işittiği kalp atış seslerini duymadan asla yaşadığına inanmaz.

Güm

Güm

Güm

 

"Atıyor, kalbi atıyor."

 

Güm

Güm

Güm

 

"Bir daha asla bu kalbin durmasına izin vermeyeceğim." Kız kardeşinin kalbine bir öpücük kondurdu.

 

"Söz, Güneş sözü"

 

Agah o gece hiç uymadan sadece kardeşinin kalp atış seslerini dinleyerek huzur buldu, yaşadığını kendine inandırmaya çalıştı.

 

Huzur bulduğu çiçek kokusunu içine çektiğinde tüm sıkıntıların yavaşça kendisini terk ettiğini hissetmişti. Şu an kardeşinden daha önemli hiç bir şey yoktu, olamazdı!

 

Agah kız kardeşinin düzensizleşen kalp sesiyle ilk paniklese de hareket etmeye başlamasıyla rahat bir nefes verdi.

 

Bir insan bir insanı kaybetmeden asla tam olarak değerini bilmemiştir.

 

Agah bazen keşke kız kardeşime daha çok kitap okusaydım, oyunlar oynayıp, onun gülüşünü seyretseydim diyerek hep pişmanlıklar yaşadı. Güneş'ini kaybettikten sonra ise hayatı karanlığa gömüldü.

 

 

Agah işte o an anlamıştı Güneş'i olmadan o karanlığa mahkumdu. 13 yıldır karanlığa mahkum olan o adam şimdi Güneş'i sayesinde görebiliyordu.

 

Agah kız kardeşi uyandığında ne tepki vereceğini bilmiyordu. Ama hiç şüphesiz her tepkisine değerdi.

 

Sanki kız kardeşinin kalp atışları hayatında duyduğu en güzel melodiydi.

 

Derin üstündeki bir ağırlıkla hareket etmekte zorlanmıştı. Hatta hareket edemediğini söylese daha doğru olurdu.

 

Derin düşünüyordu da, ne olmuştu böyle gece yük mü atılar üstüme?. Gemi mi var lan üstümde!

 

Kafasını aşağıya eğdiğinde siyah bir saç gözünün önüne geldi.

 

Lan ben en son öz abimin evine gelmedim mi? Eyvah eve götürecekti beni. Ya yolda başıma bileş geldiyse. Anam artık töreye göre evlenme zamanımız gelmiştir. Bari inşallah kumral, mavi gözlü bir bigboy dur. Gerçi saçları siyah ama.

 

Bir anda adamın yüzünü Derin’e çevirmesiyle bu yüz ona tanıdık geldi ama çıkartamamıştı. "Töreye göre evlenecek miyiz?" diyerek uyku mahmurluğunu bir sesle adama sordu.

 

 

Karşımdaki adam ilk şaşkınca baktıktan sonra gülmeye başladı. Gözlerinin renginin yeşil olduğunu görünce somurtun "Ya ben mavi gözlü birini istiyordum!" diyerek sızlandım.

 

O ise gülümseyerek kalktı, yatağa oturdu. "İlk organ mafyası sandın şimdide bu mu Güneş'im" diyerek hala kahkaha atıyordu.

 

Derin azda olsa bilincinin yerine gelmesiyle her şey film şeridi gibi gözünün önünden geçti. "A-" Abi. Tam konuşacakken kap aniden açılarak Alpaslan kafasını uzattı "Hadi lan eşek kahvaltı hazır kıymetimi bil lan şerefsiz" diyerek Agah'a göz kırparken, Derin'e dönerek "Hadi prenses yemek zamanı. Şu şerefsiz abini de getirirsin. Gerçi getirmesinde olur onun hakkını da yerim ben" diyerek kapıyı kapattı.

 

Agah dişlerini sıkarak bakmıştı Alpaslan'a "Ulan Alpaslan elime düşme lan! Elime düşersen seni lime lime kesmez miyim ben!"

 

Derin onun bu haline gülerken, Agah kız kardeşinin gülmesini izleyerek tebessüm etti. "Hadi Güneş'im kahvaltıdan önce elini yüzünü yıka. Bende sana kıyafet hazırlıyorum" diyerek yataktan kalkmadan önce Derin onu başıyla onaylayarak odada bulunan banyoya gitti.

 

Agah giyinme odasına girdiğinde gördüğü cam parçalarıyla duraksadı. Serçe yutkunduğunda gece olanlar film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Başını sağa sola sallayarak Güneş'ini düşündü. Hızla kıyafet bölümüne geçerek kız kardeşi için en küçük bedenlerde şort ve tişört bulmaya çalıştı. Gerçi en küçük beden bile Güneş'inden beş kişiyi daha alırdı.

 

Yinede başka küçük kıyafeti olmadığı için bunları giymeliydi. En yakın zamanda küçüğüne kıyafetler almalıydı.

 

Zaten neden baştan yapmamıştı ki?

 

Kıyafetleri yatağın üstüne bıraktığında giyinme odasının kapısını kapatmayı unutmadı. Tabi kapıyı kapatmadan önce Güneş'iyle aynı renklerde olan kıyafetleri almayı da unutmadı. Abi-kardeş kombini gibiydi.

 

Derin banyoda tüm işlerini hallettikten sonra odaya geri döndüğünde yatağın üstünde kıyafetler olduğunu, odanın boş olduğunu gördü.

 

Kıyafetlerin yanına gittiğinde eline tişörtü aldı. Uzunluğu resmen nerdeyse boyu kadar olan tişörte kendisinden beş kişi daha sığardı. Tişörtü yatağa bırakarak şorta baktığında gözlerini kırpıştırdı.

Hadi ama bu kıyafetler bana olmaz ki! diye düşünürken giymek zorunda olduğunun farkındaydı. Kıyafetleri giydikten sonra aşağıya inmeye başladı. Mutfaktan gelen bağrışma sesleriyle oraya doğru yönelirken, sesler sahada net geliyordu.

 

Agah "Lan oğlum en mutlu zamanlarımın katili misin lan sen?! Sinirle soluyordu Alpaslan'ı öldürmüyorsa o da kız kardeşinin şu an burada olmasıydı.

 

 

Alpaslan gülerek bir salatalık attı ağzına "Yoo, neden öyle yapayım Agah'ım" diyerek göz kırptığında, Agah Alpaslan'a doğru sert adımlarla yöneldi. "Bittin oğlum sen bitin! Ecelin olacağım senin merak etme sen!"

 

Derin mutfak kapısından onların atışmasını izlerken büyük bir keyif alıyordu.

 

Alpaslan Derin'in kapı önünde gülerek izlediğini görünce "Prenses prensinizi korumak istemez misiniz?" Bunu söylemesiyle Agah önce kız kardeşine baktı sonra sinirle Alpaslan'a döndü "Ulan it ne prensi lan! Onun bir tane prense ihtiyacı yok ha olduğu zaman abisi dururken sen kimsin?"

 

Alpaslan dudak büzerek "Haklısın ben prensi değilim ama sende değilsin" alayla gülerek "O varken biz olamayız bile"

 

Agah boş bakışlarla Alpaslan baktığında, net sesiyle "O yok artık kardeşim o gittiği gün bir çok şeyi geride bıraktı. Gelse bile artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak."

 

Alpaslan da biliyordu artık gelse bile hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

Alpaslan lafı çevirerek alaylı bir ifadeyle "Hadi gel kız kahvaltı edelim senin bu abin benim yememe izin vermez sen yokken"

 

Agah dişlerinin arasından "senin işin yok mu kardeşim gitsene"

 

Alpaslan "Cık," gülerek "Sana her zaman vaktim var bebeğim" diyerek göz kırptı.

 

Derin büyük bir kahkaha attığında Agah'ın dikkati dağılmış, kız kardeşini izliyordu. Nede güzel gülüyordu vicdansız.

 

Derin gülerek "Siz" gülmelerin arasından zar zor konuşuyordu "Siz ikinizin birlikte olduğunu biliyordum" gülmeye devam ederken Agah bu cümleleri duyduğunda sinirle Alpaslan'a yöneldi. Bu sefer kimse onu elinden alamazdı.

 

Alpaslan göz kırparak "Tabi kız o benim ilk ve tek aşkım" dediğinde Agah Alpaslan fark edemeden bir yumruk çarptı. "Ne diyorsun lan it herif" bir yumruk daha geçirirken "Senin gelmişini geçmişini sikmez miyim şimdi?" tekrar vuruyordu Alpaslan ise gülerek devam ediyordu "Yalan mı lan aşkımsın işte. Aşkımm. Utanma bebeğim Asel yabancı mı? Herkesten saklamak zorunda değiliz aşkımızı. Söz bak babandan da isterim seni. Hem en pahalı gelinliği de alırım" diye göz kırpmaydım ihmal etmemişti. Kendisinden kaçarak bu cümleleri kuran arkadaşına bir kez daha atak yapacakken Derin sofraya yönelerek acıktığını hisseti "Abi! Önce yemek mi yesek sonra dövsen açken keyifli olmuyor izlemesi" diye dudak büzdü.

 

İşte o an Agah'ın yumruğu havada kaldı. Şaşkınca gözlerini kırpıştırırken, Alpaslan da ondan farklı değildi. Yinede yanlış anlaşılma olmaması ve arkadaşının boşa heveslenmemesi için Derin'e dönerek "Ben mi abim?" diye sormak zorunda kaldı. Agah ise çarpan kalbiyle Derin'in cevabını bekliyordu.

 

Derin başını olumsuz anlamda sallarken, bir adet salam attı ağzına "Yoo sen değil Alpaslan abi. Abime dedim ben" alpaslanı baştan aşağı süzer gibi yaparak "Senin dayak yemeni izlemeyi sevmemde açken yorum yapamıyorum. Yemekten sonra dövsün o zaman daha eğlenceli olur değil mi abi?" diyerek Agah'a baktı. Agah ise hızlı çarpan kalbini sakinleştirmek ve aynı zamanda kız kardeşini korkutmamak için dolan gözlerini zor tutu. Sakince elini Alpaslan'a vuracakkenki pozisyonu bozarak dik durdu. Gülümsemeye çalışarak kız kardeşine döndü "Tamam, abim nasıl istersen" diyerek Derinin arkasından başköşeye oturmak için geçiyordu ki saçlarını hissedilmeyecek şekilde öperek, kokusunu derince içine çekti "Çok şükür Allah'ım şükürler olsun"

 

Derin arkasından saçını öperek yerine oturan, tabağına her kahvaltıdan koyan ama asla sevmediklerini doldurmayan abisine şaşkınca baktı.

 

Derin kaşlarını çatarak "Sen benim yemediklerimi nereden biliyorsun?"

Agah hızla kız kardeşinin yanağına sert bir öpücük kondururken "Ben senin hakkında her şeyi bilirim" çapkınca göz kırptı.

 

Derin utanarak başını tabağına erdiğinde Agah kız kardeşinin çenesinden hafifçe dokunarak "Kimse için başını eğme. Bırak onlar eğsin"

 

 

Derin utançla kızarmış tanklarını saklamak istese de abisinin eli izin vermiyordu. Fısıltıyla "Ama utanıyorum" Agah anlayışla gülümsedi " Yerim kızın seni. Isıracağım şimdi o pembe yanaklarını" diyerek tekrar öptü yanaklarını. Agah kız kardeşinin yanaklarını ısırmamak için zor tutuyordu kendini.

 

Derin daha da uyanırken neyseki artık konu kapanmış başka şeylerden konuşuyorlardı.

 

Eğlenceli geçen kahvaltıdan sonra Agah kız kardeşini istemese de evine bıraktı. "Ne olursa olsun her ihtiyacında arıyorsun tamam mı küçüğüm. Sana hep müsaidim"

 

Derin gülümseyerek onayladığında araçtan tam inecekken, abisinin yanağına ufak bir öpücük kondurdu hızla araçtan inerek eve koştu. Agah ise şaşkınca arkasından bakarak resmen dondu. Kalp atışları hızlanırken şaşkın bakışlarıyla kız kardeşinin arkasından bakıyordu.

 

"O beni öptü" gözlerini kırpıştırarak elini sağ yanağına götürdü.

"Kız kardeşim beni öptü"

 

Büyük bir kahkaha atarak "Abiyim ben lan abi!" Neşeyle aracı çalıştırarak eve sürdü. Bunu birine anlatmalıydı! Yerinde resmen duramıyor, çocuk gibi zıplayarak 'Güneş'im beni öptü demem istiyordu'

 

 

Öte yandan Derin Agah'ın o büyük kahkahasını duyduğunda utançtan yerin dibine girmek istedi.

 

Acaba hata mı yaptım diyordu ama hayır o bunu çoktan hakketti. Ona abi demesini çoktan hakketmişti Agah.

 

Abi ya Derin'in bir abisi daha olmuştu. Şapşal şapşal eve giderken, camdan kan ikizini gören Erez hızla aşağı inerken kimseye fark ettirmeden Derin’i içeri aldı, odasına çıkardı. Derin ise onu çekiştiren Erez'e şaşkınca bakıyordu. "Ne oluyor Erez"

 

 

Erez odanın kapısını kapatarak "Nerdesin sen? Tüm gece seni merak ettim! Abin arayıp seni eve bıraktığını söylemese geleceğinden haberimde yoktu ki zaten gelmedi hanım efendi!" Kızgınca Derin'e bakıyordu. Nereye giderse genelde beraber giderlerdi ama bu öz aile onu elinden almaya başlamıştı bile.

 

Kıskanıyordu hem de çok ve bunu durduramıyordu!

 

Derin üzgünce "Özür dilerim söylemem gerekirdi ama aniden karar vermiştim o yüzden böyle oldu."

 

 

Erez Derin'e sarılarak "Tamam, üzülme anlat bana ne olduğunu"

 

Derin tek tek olanları anlattığında Erez "Yeni bir abin daha oldu yani?" derin bir nefesini verdiğinin farkında bile değildi Erez.

 

Korkuyordu Koray Arsen'le iyi anlaşırsa onu unutmasından.

 

Derin gülümserken "Evet, ama abi dediğimde nasıl dondu görmen lazımdı"

 

Erez Derin'in bu mutlu haline gülümsedi. O mutluysa Erez de mutluydu.

 

Derin'in telefonu çaldığında kaşları çatıldı

 

'Ay'ın kahramanı🤍'

 

Derin "Alo"

 

Miran çekinerek "Ay kızım seni bir yere götürmek istiyorum gelirmişim benimle?
Lütfen..."

 

Derin artık abisiyle arasının düzelmesi gerektiğinin farkındaydı bu yüzden onaylayarak "Tamam"

 

Miran heyecanla "O halde yarım saate kadar hazır ol güzelim"

 

Derin onaylayarak telefonu kapattığında Erez'e döndü, sıkıntıyla "Abim beni bir yere götürmek istiyor"

 

Erez destek verir gibi sarıldı "Sorununuzu halledin artık. Abi kardeş küslüğünüz uzun sürdü" diyerek odadan ayrıldı.

 

Derin'de hazırlanmaya başladı. Tam evden çıkacakken telefonuma bir mesaj düştü,

 

Bilinmeyen numara

 

Uzun süredir mesaj atmadığımın farkındayım. Lakin işim çıkmasaydı asla aksatmazdım seni. Gerçi senden önemli bir şey yok benim için...

 

Bir mesaj daha düştü ekranına,

 

Bilinmeyen numara,

 

Kalp ne için atar? Benim kalbim sadece senin için atar güzel kızım. Unutma zamanı geldiğinde birlikte tüm dünyayı karşımıza alacağız. Senin için her şeyi, herkesi yıkıp geçerim...

 

Sevdiklerinize zaman ayırın; yoksa zaman sizi sevdiklerinizden ayırır.

 

Bölüm sonu.

 

Bölüm nasıldı?

 

Agah ve Derin Asel?

 

Agah ve Alpaslan?

 

Favori karakteriniz kim?

 

Bir sonraki bölümde görüşürüz.

 

Agah'ın duyguları size geçti mi. Bunu gerçekten merak ediyorum duyguları hissedip hissetmediğinizi.

 

Demirhanlar ailesinden ilk Agah'ı abisi olarak gördü. Şimdi diğer aile üyelerini kabul etme zamanı.

 

İçten içe benimsenmeyen hiçbir karaktere sıfat getirmedim. İlk Agah'ı kabul etti diğer bölüm öz anne ve babası olacak. Bakalım onlarla anlaşabilecek mi?

Bölüm : 05.12.2024 09:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...